30 Haziran 2014 Pazartesi

Rum s. 1-6. Ayetleri ve Allah cc nin Yardımının Kuralı

Kur'an yaşanmış hayatın içinden örnekler vererek , Allah cc nin koymuş olduğu bir kuralın nasıl işlediğini, muhataplarına geçmişten örnekler vererek gösteren bir kitab tır. Allah cc yaratmış olduğu kainata belli yasalar koyarak bu yasaların, yaratmış olduğu her kul için geçerli olduğunu bildirmiştir. Errahman ismini kısaca hatırlayacak , yeryüzünde mü'min ve kafir ayrımı yapmadan koyulan kurallara göre hareket edenlerin karşılığını alacakları bu ismin anlamı olarak bilinir. Rum s. ilk ayetleri insanlığın bir gerçeği olan savaş üzerinden örnek vererek böyle durumda galip gelmek için gerekli olan şartın ne olduğunu bizlere göstermektedir. 

 [030.001]  Elif, Lam, Mim.
[030.002]  Rum mağlûb oldu
[030.003]  yeryüzünün yakınında; ama onlar bu yenilgilerinin arkasından muhakkak üstün geleceklerdir,
[030.004]  Birkaç yıl içinde. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler.
[030.005]  Allah'ın yardımı ile. O dilediğine yardım eder ve O; Aziz'dir, Rahim'dir.
[030.006]  (Bu) Allah'ın vâdettiğidir. Allah vâdinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.

Rum s. ilk 6 ayeti, rumların savaşta olan yenilgilerinden bahsedip, bu yenilgiden sonraki bir kaç yıl içinde tekrar galip geleceklerini bildirmektedir. Bu ayetleri, 1-Allah cc nin gayb bilgisi açısından değerlendirmek , 2- koyduğu kurala uygun hareket etmenin sonuçları açısından değerlendirmek mümkündür , bu yazımızda 2. şık üzerinden bu ayetlerin mesajını anlamaya çalışacağız.

Errrahman isminin anlamına baktığımız zaman " yeryüzünde mü'min ,kafir ayırt etmeden herkese rızkı eşit dağıtan ,eşit muamele eden" şeklinde bir anlam karşılığı olduğunu görürüz. Ancak bu ismin karşılığını böyle bilmekle beraber , bilmenin o ismin gereğini yerine getirmek için kulunun kafir veya mü'min olduğuna bakmadan koyduğu kurallara riayet edenleri başarıya ulaştıracağını anlamak istemeyiz. Kendimizi seçilmiş kullar zannedip kurallara riayet etmesek bile  yardım geleceğini beklemek islam dünyasını bugün bu hale getirmiştir. Halbuki kur'an açık seçik beyanı ile kimsenin Allah katında bir özelliği olmadığını , koyduğu kainat yasalarına uygun hareket ederek kainat ayetlerini okuyanların kafir de olsa karşılıklarını vereceğini bildirir. 

Rumlar ve karşısındaki ordu kafirlerden oluşmaktadır , Allahın yardım kuralının nasıl işlediğini bize anlatan ayetler açısından okunduğu zaman olayın anlatılma sebebinin daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz. Rumların karşısındaki ordunun kimlerden oluştuğu ayetlerde bildirilmemesine rağmen rivayetlerde bu ordunun persler olduğu görülmektedir. Rumların karşısındaki ordunun kim olduğu önemli değildir , önemli olan verilmek istenen mesajı doğru okuyabilmektir. 

Rumlar savaşta galib gelmek için gerekli olan şartları yerine getirmeyip , gerekli şartları karşılarındaki ordu yerine getirdiği için yenilmişlerdir. Aynı ordular bir kaç yıl sonra yeniden karşılaşacak olup bu sefer rum ordusu galip gelecektir. 5. ve 6. ayetler bu durumun nasıl ve hangi şartlarda gerçekleşeceğini anlatmaktadır. 

Allah cc nin dilediğine yardım etmesi olarak anlatılan gereklerden birinin altını doldurmakta müslümanlar olarak sıkıntı çekmemiz bugünkü ataletimizin bir sebebidir. Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi bir davranışta bulunarak kime isterse yardım edebileceğini asla ifade etmez. Allah cc nin dilemesi şeklinde geçen ayetleri "onun koyduğu kurallara göre hareket edene yardım eder" şeklinde anlamak gerekirki , yattığımız yerden bizim yerimize onun savaşarak düşmanlarımızı helak etmeyeceğini bilelim. Rum ordusunun bu mağlubiyetinin ardından yeniden toparlanarak mağlubiyeti getiren sebebleri iyi okuyup, aynı hataları tekrarlamayacağı için galip gelecekleri ayetlerde haber verilmektedir.
 
Errahman isminin nasıl tecelli edeceğinin  açık bir örneği olan bu ayetlerde , rum ordusunun gerekli hazırlıkları yaparak Allah cc nin koyduğu, savaşta galip gelme kuralına uygun hareket ederek yeniden galip gelecekleri, Allah cc nin yardımının nasıl gerçekleştiğinide anlatmaktadır. 

Bu ayeti nuzül olduğu zaman içinde düşünecek olursak müslümanların gelecekte karşılaşacakları savaşlarda nasıl hareket etmeleri gerektiğini de hatırlatmaktadır. Mekke den Medine ye hicret edildikten sonra meydana gelen bedir,uhud ,huneyn gibi savaşlara baktığımızda bu kuralın işlediği Allah cc nin vaadinden dönmediği görülür.

Bedir de var güçleri ile savaşan müslümanlar tabiri caizse oyunu kuralına göre oynamışlar ve galibiyeti haketmişler , uhud da ise işin içine ganimet sevdası girince mağlubiyet hak edilmiştir. Bu anlatımlardaki olayların hepsi bizler için yol haritası olması gerekirken, bedir harbi destanlaşmış ve meleklerin nasıl savaştıkları sarıkları, elbiseleri tartışılır olmuştur. Bedir harbindeki başarının, Allah cc nin kullarına yardım kuralının işleyişinin nasıl olduğunu bilerek pratize edenler galibiyeti hak etmişler , fakat bu kuralı aynı müslümanlar uhud harbinde unutarak yenilgiyi hak etmişlerdir. Bizler bu savaşları birer masal olarak gördüğümüz için Allah cc nin yardım kuralının işleyişinin yaşanmış örneği olarak okumak aklımıza bile gelmemektedir. Eğer kur'anın muhkem ayetleri ile Allah cc nin kainat ayetleri bir bütünlük içinde okunmuş olsaydı müslümanlar yenilgi diye birşey tatmazlardı. 

Bedir galibiyeti bizlere, kuralı tatbik ettiğimiz zaman gelecek olan yardımın nasıllığını anlatırken, oradaki melekleri  ordu içine girmiş canlı varlıklar olarak düşünmemiz bizleri büyük bir atalet içine düşürmüş ve hala böyle bir yardımı bekler durur olmuşuz, uhud yenilgisi ise oyunu kuralına göre oynayan müşrik te olsa galibiyeti hak etmesinin bizler için ibret taşıyan yönünü unutturmuştur.

Rum suresinde savaşan iki tarafında kafir  olmasına rağmen 5. ayette ki "Allahın yardımıyla" ibaresi yardımı haketmek için müslüman olmak  değil , savaşın gereklerini yerine getirmenin şart olduğunu hatırlatır. Bugün islam dünyasının zelil bir hal içinde olmasından hareketle bir kısım insanın bu durumu anlamamış olması Allah cc nin kainata koyduğu kuralların müslüman kafir ayrımı yapmadan işlediğinden habersiz olmalarındandır.

"Allah'ın dilemesi" ve "Allah'ın yardımı" deyimleri kur'anda bir çok ayette geçmekte olup biz müslümanlar tarafından seçilmiş kullar için geçerli olduğu zannına düşülmüştür. Kur'ana baktığımızda bu seçilmişlik iddiası israiloğulları ve hıristiyanlar da görülmekte olup "bizler Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" şeklindeki sözlerle bu seçilmişliklerini ifade ettikleri haber verilmektedir. Aynı kur'an onların böyle bir seçilmişliği olmadığı Allah cc nin koyduğu kulluk yasalarına uyanların Allah cc katında iyi kullar oldukları beyan edilmiştir (maide s. 18).

Seçilmiş kul iddiası , böyle bir seçilmişliğin olmadığının beyanına rağmen biz müslümanlara sirayet etmiş ve Allah cc nin özel kulları olmamız!! nedeni ile onun tarafından bir takım ikramlara layık olacağımız düşüncesi islam dünyasında yerleşmiştir. Bu seçilmişliğimize!! rağmen ne halde olduğumuzu gören bir kısım insanlar ateizme kayarak haşa Allah cc yi suçlayarak kendilerine yazık etmişlerdir. Dileme ve yardım şartları eğer kur'andan çok iyi okunacak olursa örnekleri ile birlikte anlatılan dileme ve yardım'ın ne şekilde gerçekleştiği görülecektir.

Sonuç olarak; yaşanmış hayat içinden canlı örnekler sunarak, Allah cc dilemesi ve yardımının nasıl gerçekleştiğini haber veren ayetlerden olan rum s. 1-6. ayetleri , Errahman isminin nasıl tecelli ettiğinin canlı bir örneğidir. Bizlerin kur'anı, hayatın dinamiklerini okuyup öğrenmemiz ve pratize etmemiz açısından okumamız gerektiği bu tür örneklerle daha iyi ortaya çıkmaktadır. Kur'anı ütopik bir kitap , sevap makinası , veya önkabullerimizi onaylayacak bir noter gibi görmekten kurtulamadığımız müddetçe bu anlatımlar bizlere hiç bir zaman örnek olmayacak , rumlarla persler bir yerde savaşmış bitmiş deyip , Ebu bekr ra ın iddiaya girip girmediği konusunda tartışmalar ile günümüzü gün ederiz. 

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

27 Haziran 2014 Cuma

Allah cc nin Ayetleri ve Kitabı Sadece Mushaf İçindekiler mi ?

Ayet ve kitab kelimeleri gündeme geldiğinde hemen elimizde olan kur'an akla gelmektedir. Bu iki kelimenin kur'an içindeki anlamlarına baktığımız zaman sadece kur'anı kapsamadığı hemen görülecektir.Bu iki kelimenin sadece kur'anı kapsadığı şeklinde düşünce ile hareket edildiğinde çok büyük yanlışlar ortaya çıkmakta olup, bu yanlışların ceremesini hem düşünce bazında, hemde okuma hatasına düşmemiz nedeni ile müstekbirlerin elinde sömürge olmak şeklinde ödemekteyiz. Düşünce bazında, kitab ve ayet  kelimelerini mushafa hapsettiğimiz zaman yaptığımız okumalar sathi bir okuma olup, o kitap içindeki anlatımlarda kainat ayetlerinin okunması sonucu elde edilen kazanımların  bizlere örneklik olarak anlatılması ve bizim onlardan bir örnek almamız diye bir şey hatıra dahi gelmemekte , maalesef sadece masal okumaktan başka bir işleve dönüşmemektedir. Bu yazımızda ayet ve kitab kelimelerinin mushaf içindeki ayetler delaleti ile ne anlama geldiğini anlamaya çalışacağız.

"Ayet" kelimesi , açık alamet işaret anlamına gelen bir kelime olup kur'an içinde bu kelimenin geçtiği ayetler , kelimeyi daha doğru anlamamızı sağlayacaktır. 

 [016.011] Onunla size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzümler ve türlü türlü ürünler bitirir. Düşünen bir kavim için bunda ayetler vardır.
[016.068-69]  Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin.Sonra her tür üründen ye. Sonra da Rabbının işlemen için gösterdiği yoldan yürü. Karınlarından insanlara şifa olan, renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar. Bunda düşünen bir kavim için şüphesiz bir ayet vardır.
[002.164]  Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde akan gemilerde, Allah'ın gökten indirip, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarların değiştirilmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutta elbette akleden bir kavim için ayetler vardır.
[006.097]  Karanın ve denizin karanlıkları içinde size yıldızlardan yararlanıp yol bulma imkânı veren O’dur. Gerçekten bilmek, öğrenmek isteyen kimseler için âyetlerimizi açıkça bildirdik.
[006.099]  O'dur; gökten su indirmiş olan. Onunla her bitkiyi çıkardık. Ondan yeşillikler çıkardık. Ondan yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, birbirine hem benzeyen, hem benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler yapıp çıkarıyoruz. Meyvesine; bir meyve verdikleri zaman, bir de olgunlaştıkları zaman bakın. Şüphesiz ki bunlarda; iman eden bir kavim için ayetler vardır.
[011.001]  Elif, Lam, Ra. Bu, hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış,sonra da ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır,

Ayet kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlerin tamamını bu yazı içine almak yazının hacmini büyülteceği için bir kaç örnekle yetiniyoruz, örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere, Allah cc nin ayetleri sadece mushaf içindeki surelerin bölümleri olarak anladığımız kısım değildir. Kısaca ayet kelimesini onun yaratmış oldukları olup onun kudretini delalet eden her şey olarak anlamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

 [018.109]  De ki: «Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. Velev ki denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.»
[031.027]  Muhakkak ki eğer yerde olan herbir ağaçtan kalemler olsa, deniz de (mürekkep olsa da) ona arkasından yedi deniz de yardım eylese yine Allah'ın kelimeleri (yazılmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah azîzdir, hakîmdir.

"Kitap" kelimesi ise , aynı şekilde sadece elçilere inen ayetlerin toplandığı mushaf olmayıp , Allah cc nin bütün ayetlerinin toplandığı daha geniş anlamı olan bir kelimedir. Gözlerimizin şahid olduğu evren ve içindekilerin tamamı ayet olup ve bu ayetlerin toplanmış olduğu alem ise bir kitab'tır. Kehf s. 109. ayeti ,lukman s 27. ayeti bu kelimeyi anlamamızda yardımcı olacak iki ayettir. Yazmakla tükenmeyen rabbimizin kelimelerinin toplandığı bu kainat içindeki her şey kitab'ın içindeki kelimeler mesabesindedir , onları doğru okuyarak dünya hayatımız içinde Allah cc nin istediği gibi bir kul olmak zorundayız.

Esas mesele, elçilere inen sözlü ayetlerin toplandığı mushaf ile kainat ayetlerini bir bütünlük içinde okumak meselesidir, bugün bu ayetlerin farklı insan gurupları tarafından birbirinden ayrılarak okunduğu görülmektedir. Batılılar kitabın bir kısmı olan kainat ayetlerini okuyarak kazançlar elde etmekte, biz müslümanlar ise sadece vahy kısmı olan mushafı okuyarak cenneti elde etme peşinde olmamız her iki tarafın kitabı bütün olarak okumama durumuna düşmesine sebeb olmaktadır. Muhammed as a inen ilk ayet ona "rabbinin adıyla oku" emri olması ve bu ayet ile ilgili yapılan yorumlar ve rivayetler bizim okuma konusunda yaptığımız hataların bir örneğini sergilemektedir.

Alak s. ayetlerinin tefsirlerine baktığımızda, ilk inen ayetler olan "seni alaktan yaratan rabbinin adıyla oku" ayetini getiren Cibril'in ,Muhammed as ı sıkarak bunları söylediği , o da buna karşılık " ben okuma bilmem" cevabını verdiği görülmekte , bu konuya ilaveten Muhammed as ın okuma yazma bilip bilmediği gibi kısır bir tartışma konusu başlatılmıştır. Kitab kelimesini sadece yazılı bir materyali okuma şeklinde anlamak bizleri kainat kitabını okumaktan alıkoymuş olup bu kitabı yazılı vahiy kitabına iman etmeyenler okuduğu için " kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak durumuna düşülmüştür. 

Allah cc Adem as dan Muhammed as kadar sayısını kendisinin bildiği elçilerine sözlü vahiyler indirmiş olup bu sözlü vahiylere FURKAN - ZİKR gibi genel isimler vermiştir. Hakkı batıldan ayırmak , hatırlatmak gibi anlamları olan  kelimeler ile ifade edilen sözlü vahiy kitaplarını, kainat kitabını doğru okuma klavuzu olarak adlandırmak mümkündür. 

Olayı şöyle misalle anlamaya çalışalım; evimize aldığımız herhangi elektronik bir eşyanın kullanma klavuzu olup , bu klavuza göre eşyayı kullanmamız gerekmektedir,bu klavuza uymadan yapılacak bir çalıştırma ameliyesinde doğacak olan kulllanım hatalarından üretici firma sorumluluk kabul etmez. Aleti götürdüğümüz servisçi ,klavuza uygun kullanmadığımız için sorumluluğun bize ait olduğu ve garanti kapsamına dahil olmadığını söyleyerek tamirden doğan maliyeti bizden talep eder.

Yaşadığımız hayat içinde bize yüklenen görevleri evimize aldığımız bir elektronik alet olarak düşünürsek , hayat içindeki görevlerimizi bize hatırlatan yazılı vahiy kitabı yani kur'an bu hayat içindeki olayları nasıl kullanacağımızı bize öğreten bir klavuzdur. Bu klavuza uymadan yürünen yolda doğacak hataların bedeli hesap gününde ağır bir biçimde ödenecektir.

Allah cc nin tarih boyunca göndermiş olduğu elçiler çok önemli görevler yüklenmiş olup insanlığın öğretmenleridir. Elçiler ile ortak yönümüzün beşer olduğu bir çok ayette hatırlatılmış, yine bir çok ayette elçilerin beşer oluşları yadırganmış ve müşrikler tarafından inkara gerekçe olarak gösterilmiştir. Elçiler ile olan ortak yönümüz  önemli ayrıntılara sahiptir elçilerin ve bizlerin , doğuştan gelen kitab bilgisine sahip olmamız nedeniyle ortak bir tarafımız olması bize gönderilmeleri için yetrli bir sebebtir.  

Bakara s. içinde anlatılan Adem kıssasına baktığımız zaman Adem' e isimlerin öğretildiği anlatılmaktadır, bu anlatılmanın ne demek olduğundan yola çıkacak olursak kitap ve elçiler arasındaki bağlantı ortaya çıkacaktır. Ademe isimlerin öğretilmesi, onun yaşamı içinde gerekli olan bilgiler ile donatılması anlamına gelmektedir. Hepimiz Ademoğulları soyundan gelem nesiller olduğumuza göre Allah cc bizlerede yaşam içinde gerekli olan bilgileri fıtratımıza yerleştirmek sureti ile bir çeşit kitab bilgisine haiz kılmıştır. 

Kainat kitabı da diyebileceğimiz bilgi yüklemesi bütün insanların fıtratında mevcut olup, elçilerin bizden farkı onlara ayrıca sözlü vahiyler indirilmiş olmalarıdır. Birçok ayette "ben sizin gibi bir beşerim bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor" şeklindeki ayetler bu durumu izah eden ayetlerdir. Elçiler dahil bütün insanlara verilmiş olan kainat kitabı bilgisine ek olarak, elçiler bu kainat kitabının nasıl kullanılacağını , yani nasıl kulluk yapılacağını öğreten öğretmenler olarak bizlere gönderilmişlerdir.

Kıssa yollu anlatımlar ile, kulluk noktasında hakkı ve batılı birbirinden ayırma konusunda acze düşenlere FURKAN ve ZİKR ler ile bu elçiler gönderilmiş ve kulluk bilinçleri yeniden onlara hatırlatılmış ve ta'lim ettirilmiştir. Elçiler hayat içindeki dinamikleri iyi okuyarak bu dinamikleri vahye uygun olarak kavimlerine tebliğ ederek bir nevi kullanma klavuzlarını onlara sadece okumakla kalmamışlar bunu nasıl kullanacaklarını öğretmişlerdir.

"Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" tabiri israiloğulları ile ilgili anlatımlarda yer alan bir ifadedir. Bizler kitab kelimesini sadece Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahiyler çerçevesinde değerlendirdiğimiz için, amentü içinde geçen şekli ile ifade edildiğinde bütün kitaplara iman ettiğimizi ifade etmiş olduğumuzu zannetmekteyiz.

"Kitab" kelimesinin çerçevesini genişleterek "kainat kitabı" dediğimiz ayetlere de inanmayı kitabın hepsine inanmak şeklinde anlamaya çalıştığımız takdirde kur'an düşüncemizde önemli değişiklikler olacaktır. Son elçi ile inen kur'ana ve öncekilere inandığımız ifade etmek kitabların hepsine iman etmek anlamına gelmemektedir. Çünkü elçiler ile inen vahiy kitapları kainat kitabını okumanın bir klavuzudur. Kainat kitabını okumaktan aciz olanların, sadece mushaf içindeki ayetleri okumaları, hasta olan birisinin gittiği doktordan aldığı reçeteyi uygulamadan sadece ilaç adını okuyarak iyileşeceğini zanneden hastaların durumuna benzer. Böyle bir okumayı sadece gelenekçi dediğimiz insanlar yapmıyor , "sadece kur'an" söylemine sahip olan insanlarında bu tür ayrımcı bir okuma hatasına düştüklerini görmekteyiz.

Elçiler, insanlığın kainat kitabı bilgisini Allah cc nin düzenlemesi konusunda insanlara öğretmenlik yaptıklarını ve bu durumun kıssalar ile bizlere anlatıldığını söylemiştik, Şuayb as kıssası üzerinden onun öğretmenliğinin nasıl gerçekleştiğini görelim. Medyen kavmi sahip oldukları kitab bilgisini kullanarak , ekonomik ve sosyal refahı gerçekleştirmiş , ancak bu ekonomik ve sosyal refahı gerçekleştirecek kitab bilgisi ile ,bu refaha karşı nasıl bir tavır sergileyecekleri konusundaki vahiy kitabı bilgisini arkalarına atarak ölçü ve tartıda yani ticari hayatta sapkınlığa düşmüşlerdir. Allah cc bu durumda olan kavme, kardeşleri Şuayb as ı göndermiş , bu hallerine son vermelerini her iki kitabı yani kainat ve vahiy kitabını birbirinden ayırmadan okuyarak kullanma klavuzuna uymaları, uymadıkları takdirde ağır bir sona uğrayacaklarını tebliğ etmiştir. Kullanma klavuzuna uymayarak atalarının uydurdukları şirk klavuzlarına uymakta direnen kavim bilindiği gibi helak olmuştur. 

Şuayb as ve benzeri elçilerin kavimlerinin ortak noktaları, kendilerindeki kitab bilgisi dahilinde elde ettikleri kazançları ,vahiy kitabı bilgisi ile yoğurmayıp atalarından devraldıkları ve Allah cc nin dışındakilerin hükümleri ile yoğurmayı tercih ettikleri şirke düşmüşler ve helaka uğramışlardır. 

Bugün müslüman dünyasına baktığımız zaman , yüzyıllar önce kainat kitabını okuyarak bilim , teknik , fen , matematik,tıp  gibi bilim dallarında önemli eserler ve kadrolar yetiştirmiş , ne zamanki bu kitabı hakkı ile okumayı terkedip sadece yazılı mushafı okumaya yönelmiş işte o zaman gerileme başlamıştır. yazılı mushafı şayet doğru okusalar kainat Ayetlerininde asla terkedilmeyeceği zaten anlaşılmış olurdu. Sadece mushafı okuyarak cennete gidileceğini zannedenler etraflarında dönen dolaplara kayıtsız kalarak sahayı sadece kainat kitabını okuyarak ilim ve teknikte ilerleyen batıya bırakmışlar , kainat kitabını vahiy kitabı ile birlikte okumayan batını zulmu altında ezilmeye başlamışlar ve bu durum hala devam etmektedir , bu durumdan kurtulmanın yolu nedir?

Önce Allah cc nin ayetlerinin sadece mushaftakiler olmadığı, onun yaratmış olduğu herşeyi bir ayet , bu ayetlerin toplandığı kainatı bir kitap olarak görüp elimide olan kur'anı kainat kitabını okurken bize klavuz olacak bir rehber olarak görmemiz gerekmektedir. Allah cc nin yaratmış olduğu ayetleri kullanarak elde edilen gücün, nerede ve nasıl ve ne şekilde kullanılacağını bize kur'an öğretecektir. Kainat ayetlerinden bağımsız olarak okunan bir kur'anın hiç bir faydası olmayacak olup , günümüzdeki halimizden bellidir.

Müslümanlar olarak Allah cc nin arz üzerindeki ayetlerini okuyarak elde edeceğimiz kazançlar vahiy kitabını okuyarak,bu kazançları nerede, nasıl  ve ne şekilde kullanacağımızı bize öğreten klavuz rehberliğinde bütün insanların emniyet ve faydası için kullanılacaktır. Kainat kitabını okumadan , sadece vahiy kitabını okumak bize canlı bir hayat içinde yaşanmış  kitap olarak değil ,bir ütopya kitabı , ölülere okunan bir kitap gibi bugünkü hurafe inançlara kurban edilmiş bir kitap haline dönüşecektir. Eve aldığınız elektronik aletin kullanma klavuzunu nasıl belli günlerde okumayıp ihtiyaç anında okuyup içindeki bilgileri kullanıyorsak kur'anda aynı işlevi görmesigereken bir kitabtır.

Sonuç olarak; ayet ve kitap kelimelerini dar bir alana hapsedip, sadece kur'an ve içindekiler olarak düşünmemiz bizlerin kainat kitabı diye bir kitabın daha var olduğunu ve elimizde olan bu kitabın, o kitap ile birlikte okunduğunda Allahın kitaplarına tam olarak bir imanın sağlanmış olacağı bilinci bugün terkedilerek, kitap okuması sadece kur'ana indirgenmiş ve sadece bu kitabı okuyarak cennete gidileceği zannına kapılınmıştır. Halbuki kur'an adı verilen kitap, kainat kitabını doğru okuma klavuzu olarak indirilmiş olup tek taraflı bir okumanın "kitabın bir kısmına inanıp diğer kısmına inanmamak" anlmına geldiği unutulmuştur. Batılılar kitabın bir kısmını , müslümanlar kitabın bir kısmını okuyarak , batı refah seviyesi yüksek ancak zalim bir toplum olmuş , müslümanlar ise refah seviyesi düşük ve mazlum bir toplum olarak batının sömürü çarklarında ezilmeye mahkum olmuştur. Müslümanlar bugün Allahın ayetlerini bir bütünlük içinde okuyup batını eriştiği refah seviyesine erişseydi kendilerinden aşağı olan toplumları ezmek değil onlara yardım etmenin yollarını arayacaklardı. Batı bu düşünceden uzak sadece "hep bana" düşüncesi içinde bir litre petrolun bir insanın kanından daha değerli olduğu şiarından hareketle, yıllardır müslüman topraklarında zulum , baskı ve sömürüye devam etmektedir, buna engel olmak bizlerin görevi olup bunun yolu Allah cc nin ayetlerini birbirinden ayırmadan okumaktan geçmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

25 Haziran 2014 Çarşamba

Hicr s. 9. Ayetindeki Korunma Üzerine Bir Mülahaza

Kur'anın korunup korunmadığı konusunda sorulmuş olan bir soruya Hicr s. 9. ayeti delil getirilerek, "onun korunduğu ayet ile sabit" şeklinde cevap verildiğine şahid olmaktayız. Yazımızda önce Hicr s. 9. ayeti üzerindeki düşüncelerimizi paylaşıp , sonra Kur'anın korunmuşluğu konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya gayret edeceğiz.

Hicr s. 9. ayetini, bağlamı içinde okuduğumuz takdirde, 6. ayetten itibaren okumamız gerektiğini düşünmekteyiz. 

 Ve kâlû yâ eyyuhellezî nuzzile aleyhiz zikru inneke le mecnûn(mecnûnun).
 [015.006] Dediler ki: «Ey kendisine zikie indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!»

Lev mâ te’tînâ bil melâiketi in kunte minas sâdıkîn(sâdıkîne).
[015.007]  «Eğer doğruyu söyleyenlerden isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?»

Mâ nunezzilul melâikete illâ bil hakkı ve mâ kânû izen munzarîn(munzarîne). 
[015.008] Hak olmaksızın biz melekleri indirmeyiz. O zaman da onlara göz açtırılmaz.

İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
[015.009]  Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza edeceğiz.

Hicr s.6-9. ayetlerde , kafirlerin kendisine zikir indirilmiş olan elçinin mecnun olduğu iddiasında bulundukları görülmektedir , bu durum bize hedef kişinin ne olduğu konusunda fikir vermekte olup, 9. ayeti anlamakta yardımcı olacaktır. 6. ayette , inen zikir hedeflenmeyip , zikr'in kendisine inen kişi hedeflenmekte ve ona diğer elçilere yapıldığı gibi "sen mecnunsun" suçlaması yapılmaktadır.  Muhammed as a isnad edilen mecnunluğa karşı diğer ayetlerde şöyle buyurulmaktadır.

 
[052.029]  sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde sen ne kâhinsin, ne de mecnûn.
 [068.002]  Sen rabbının ni'meti ile, mecnun değilsin
 [081.022]  Sizin sahibiniz bir deli değildir.

 Bu ayetler ona isnad edilen mecnunluk suçlamasını yalanlayarak "Rabbinin nimeti" şeklinde bir te'kid ile, bu mecnunluktan beri olduğu bildirilmektedir. Hicr s. 9. ayetini, bu arka plan dahilinde düşünecek olursak , ayetteki korunan şeyin zikir değil , o zikr'in kendisine inen kişi olduğu daha doğru görünmektedir. Ancak bu ayeti böyle anlamaya engel olan gramer sorunu mevcuttur. Zamirin mercii konusu ile ilgili olan genel geçer kaide , onun en yakın isme raci olması gerektiği gibi bir şarta haizdir. Kur'anda zamirlerin mercii ile alakalı örnekleri konu alan bir makale incelendiğinde bu kuralın haricinde kullanımlar olduğu görülecektir.Kur'an ile ilgili çalışmalar yapanların zamirlerin dönüşü konusundaki görüşlerini 4 başlık halinde toplamak mümkündür. 

1- Zamir ve zamirin mercii arasında mutabakat olmalıdır.
2-Zamir mezkur olan varlığa dönmelidir.
3- Zamir yakın olana irca edilmelidir.
4-Zamir sözü edilen varlığa dönmelidir.

3. sıradaki , zamirin yakın olana raci olması genel geçer tercih olmasına karşın , 4. sıradaki zamirin sözü edilen varlığa dönmesi şeklindeki kuralı, hicr s. 6. ayetinde sözü edilen kişi olan Muhammed as a raci etmek az olsa geçmişte de tercih edilen görüş olmuştur. 

Surenin 9. ayetinden sonraki ayetleri okumaya devam ederek , bağlama uygun bir okuma yapmaya çalıştığımızdai ayetlerdeki asıl hedefin Kur'an değil , bu kitabın kendisine inmiş olan kişi olduğu daha açık olarak görülecektir.

[015.010]  Andolsun, senden önce geçmiş topluluklara da resuller gönderdik.
[015.011] Ve onlara hiç bir Resul gelmiyordu ki onunla istihza eder olmasınlar
[015.012] Biz böylece resulleri alaya alma huyunu günahkârların kalplerine aşılarız.

Kısaca özetleyecek olursak; Hicr s. 6-12. ayetleri bir bütünlük içinde okuduğumuz zaman hedef kişi olan elçinin mecnun olduğu ileri sürülmekte ve bu mecnunluk 9. ayette red edilmektedir. Şimdi karşımıza , "öyleyse Kur'an korunmamış mıdır?" şeklinde bir soru çıkacaktır.

                    KUR'ANIN KORUNUP KORUNMADIĞI MESELESİ

Bu konu, ilk dönemlerde ortaya atılan nasih mensuh teorisi adı altındaki "hükmü baki metni mensuh" veya "hükmü ve metni mensuh" ayetler adı altında kategorileştirilerek kaynaklarda yerini bulmuş olup arka planında, Allah cc nin elçisi Muhammed as a indirmiş olduğu kitab içinde bugün elimizde olmayan ayetler olduğu dolayısı ile kitabın bir çeşit tahrif olduğu iddiasını taşımaktadır. Peki bu rivayetler ne kadar doğrudur? , kur'anın tahrif olmadığı konusunda herhangi bir söz ettiğimiz zaman bu rivayetler tepemize kılıç gibi dikilerek başkaları tarafından bir koz olarak kullanılmaktadır, öncelikle bu rivayetleri tahlil etmek gerekmektedir.

"Hükmü baki metni mensuh" adı altında zina cezasının evli kişiler recm edilmek şeklinde olduğunu bildiren bir ayet olduğu ve bu ayeti Muhammed as ın vefatı sırasındaki telaşeden istifade eden bir keçinin yediği şeklinde rivayetler vardır. 

"Hükmü ve metni mensuh" adı altında ise yine ,Muhammed as a indirilmiş fakat unutturulmuş ve yazıldığı nüshalardanda silinmiş olan ayetlerde hatta sureler olduğu gibi rivayetlere rastlamaktayız.

Kur'an indiği an itibarı ile hem yazılı , hemde ezberlenerek hafızalarda kayda geçmiş bir vahiydir. yukardaki başlıklara dahil olan ayetler söylendiği gibi eğer inmiş ise insanların elinde yazılı ve hafızalarda kayıtlı olması gerekirdi. Recm ayeti eğer yazılı ise bu durum , böyle bir ayetin kesinlikle inmiş olduğunu gösterir, şayet keçi yemiş ise o ayet sadece bir kişide yazılı olmayıp diğer kişilerinde hafızalarında ezberde olup böyle bir ayetin indiğine şahidlik edilmesi gerekirdi. Eğer elimizdeki mushaflarda bugün böyle bir ayet yoksa demekki Allah cc böyle bir ayet indirmemiş ve mushafa yazılmamıştır. 

Aynı teori altında kategorize edilmiş olan "hükmü ve metni mensuh" ayetler ! içinde aynı şey söylenebilir. Rivayet kitaplarında geniş bir şekilde yer tutan bu ayetlerin !!! önce indiği ,sonra hem yazıldığı nüshalardan silindiği , hemde ezberlerden silindiği şeklinde bir müdafaaya gidilmektedir. Güya sahabe akşam ezberlediği ayetleri sabah unutmuş , peki inen ayeti hepsimi unuttu , veya yazılan bir ayet veya ayetler yazıldığı nüshadan nasıl silinebilir?. Bunun cevabını rivayetleri kutsayanların Allah cc ye iftirasıdır demekten başka bir şekilde vermek mümkün değildir. Bu tür rivayetleri kabul edip te , "Allah cc nin indirdiği kitab hiç eksiksiz elimizdedir" diyenler ya bu rivayetleri bilmiyorlar , ya da ne dediklerini bilmiyorlar . Rivayet kitaplarında yer alan bu tür rivayetleri karşımıza getirerek , "siz kitabınızın tahrif olduğunu kendiniz söylüyorsunuz" diyenlere o rivayetlerin sadece yalan ve iftira olduğunu söylemekten başka bir cevabımız olamaz.

Elimizdeki kitabın rivayetler yolu ile tahrif edilmiş olduğu iddiasını ret ederken , bu kitabın indiği şekli ile ile korunduğuna  Tevratın ve incilin tahrif edildiği iddianıza dair olan deliliniz nedir? şeklinde sorulan bir soruya da şu cevabı verebiliriz. 

Herhangi bir materyal hakkında karar verebilmek için , elimizde kesin doğru olarak kabul edebileceğimiz bir ölçü olması gerekmektedir. Bu ölçünün herkes tarafından kabul görmesi gerekmez , bizler Müslümanlar olarak Allah cc nin indirmiş olduğu son kitap olan kur'anın bu konuda tek ölçü olduğuna iman edenler olmamız nedeni ile , Tevrat ve İncil de tahrife uğradığını iddia ettiğimiz bir yerin delili kur'andır. Kur'an bizler için din konusunda tek doğru kitap olup din hakkında gelen bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ondaki veriler ile ölçeriz.

Tevrat veya incil de tahrifata uğradığını iddia ettiğimiz bir bölüm, kur'an ile uyuşmaması ve ondaki verilerin tersi istikamette bir veri olduğu için böyle bir iddiaya sebep olur . Aynı durum tabiki tevrat ve incil sahipleri içinde geçerlidir , onlar da kur'an daki bir bölümün doğru veya yanlış olduğuna kendi kitaplarındaki verilere göre kriterize ederek karar verir . Demek istediğimiz şudur; her düşünce sahibi kendi düşüncesinin doğru olduğuna karar vermek için elinde sabit doğrular bulunur , bu doğru Müslümanlar için kur'an iken , Hristiyanlar için İncil , Yahudiler için Tevrat , başka din mensupları için o dinin kutsal saydığı kitap olur, bunların hangisinin kesin doğru olduğu konusunda kıyamet günü Rabbimiz kararını verecektir.

Bizler Müslümanlar olarak elimizdeki kitabın eksiksiz olduğuna ve tahrif olmadığına inanırız. Bu inancınız neye dayanıyor ? şeklinde sorulan bir soruya şöyle cevap verebiliriz. Eğer biri kalkıp bu kur'an eksik veya tahrif edilmiştir şeklinde bir iddia da bulunduğu zaman bu iddiasının delilini isteriz. Bu delil Ahmet veya Mehmet'in yazdığı kitaplar olmayıp Allah cc den olması gerekmektedir ki , bizler nasıl Tevrat veya İncil için tahrife uğradı diyebiliyorsak başkaları da, "bakın Allah kitabında Kur'anında tahrif olduğunu söylüyor" diyebilsin. Fakat böyle bir şey asla mümkün değildir ve olmayacaktır. 

Kur'anın herhangi bir bozulmaya tabi tutulduğunu düşünen her kimse bu iddiasını bizimde doğruluğunu kabul ettiğimiz bir değer üzerinden delillendirmek zorundadır. Bizler bu insanların kurduğu tuzaklara düşerek , bu delili onlardan değil kendimizin getirmek zorunda olduğunu zannederek delil arama peşine düşmekteyiz. 

Bizler Mü'minlerin vasfı olan "gayb'a iman etme" prensibine uyanlar olarak bu kitabın, indiği anda yazılı ve hafızalara alınma şekli ile kayıt altına alındığına , bu zamana ve kıyamete kadar böyle gideceğine inanmaktayız. Bu kitap toplanırken mushafa alınmayan , unutulan veya işlerine gelmediği için mushaf dışı bırakılan bir ayetin asla olamayacağına inanırız. Bu inancımızı doğrulatacak bir laboratuar sonucu olmayacağını bildiğimiz halde bu böyledir. 

Müslümanlar arasında bugün böyle fitneler sokarak , tuzu kokutmak sureti ile eldeki tek doğru kriter hakkında şüpheye düşürerek kıyas yapma imkanını kaldırmak isteyenlerin oyunlarına müslümanların gelmemeleri ve bu oyunlara karşı uyanık olmaları gerekmektedir. Hicr s. 9. ayeti korunmuşluğa dair delil getirilen bir ayet olduğu konusundaki yukarıda yazdıklarımız, tabiki kur'anın korunmamışlığına delil olarak getirilmiş bir düşünce değildir. Zikr'in kendisine indirilen kişinin korunması bile o zikr'in korunarak ,Allah cc den indiği şekli ile insanlara tebliğ edildiğinin ve kayıt altına alındığının bir delil olarak anlaşılması gerekir.  

Üç kitaba mensup olan üç kişinin bir araya gelerek , kendi kitablarının tahrif olmadığını , karşısındakilerin kitaplarının tahrif olduğu iddiası ortak bir kriter olmaması nedeni ile sadece kısır bir tartışmadan başka bir şey sağlamayacaktır, her kitap mensubu kendi kitabının tahrif olmadığı iddiasını yine kendi kitabını ölçü alarak , karşısındaki kitap mensubunun kitabının tahrif olduğunu, yine kendi kitabını ölçü alarak yapacağı için ortak bir düşünce sağlanması mümkün değildir ,ya da kur'anın tahrif olmadığını , onu kriter olarak kabul etmeyenlere anlatmaya çalışmak  mümkün olmayan bir durumdur.  

Bu tür gündemler bizim gündemimiz olmayıp , farklı gündemler yaratarak Müslümanlar asıl hedeflerinden saptırmak isteyenlerin ortaya attıkları sun'i gündemler olup bu oyunlara karşı dikkatli olup , sun'i gündem peşinde koşmayıp , o kitabın bize emrettiği bir hayat sürme konusundaki gündemler ile birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etme yolunda yürümeliyiz. 


Sonuç olarak ; Hicr s. 9. ayeti bağlam gözetilerek okunduğunda korunanın zikir değil, zikr'in kendisine inen kişi olmasının daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.Bunu düşünmekle zikr'in korunmadığı iddiasında değiliz. İftira rivayetler ile Kur'anın tahrif olduğunu iddia edenlerin yazdıkları ile elimizdeki kitabın indiği şekli ile korunmadığını bize delil gösterenler ile bu iddiaları kaynaklarına alarak böyle bir fitneye sebep olanları Allah'a havale ediyoruz. Bizler elimizdeki kitabın Allah cc den indiği şekli ile korunmuş olduğunu gaybi bir imana dayanarak kabul ederiz. Kur'anın tahrife uğradığı iddiasını çürütmek  Müslümanların sorunu değil ,  tahrife uğradığını iddia edenlerin  delillendirmeleri gereken bir sorundur.Bizler için gündem olması gereken konu o kitabın bizlere yüklemiş olduğu kulluk vazifelerini içselleştirmek ve hayat içinde tatbik etmek için gerekli olan gayreti göstermektir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

24 Haziran 2014 Salı

Musa a.s Asası ve Asa Üzerinden Verilen Mesaj

Kur'an kıssalarının anlatılma amacının okuyucuya geçmişlerin masalları değil , geçmişlerin yaşanmış hayat içinde başlarından geçenlerden bizlerin ibret çıkarması olduğunu, kıssalar ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık. Bu yazımızda Musa as kıssası içinde anlatılan asasının durumu ile ilgili ayetleri ele alarak kıssayı mesaj içerikli okumaya gayret edip asa objesi üzerinden verilmek istenen mesajı anlamaya çalışacağız.

Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda yine çokça vurguladığımız konu olan, kıssaları geleneksel ve modernist bir yorum tarzı ile yapılan okumanın ortak yönünün mesajı anlamamak üzerinde birleştiğini, her iki okuma tarzının "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu olduğunu yine hatırlatarak, modernist okumanın asa ile ilgili düşüncelerini kısaca hatırlatıp bu düşüncenin ne kadar doğru olabileceği üzerinde durmak istiyoruz.

Kıssalardaki bazı anlatımların vahye bağlanmadan, batıdan devşirilmiş düşüncelere bağlanarak okunması neticesinde "böyle bir şey asla olamaz olsa olsa mecazdır mecaz" şeklinde itirazlara sebeb olan konulardan biriside Musa as ın asasıdır. Ayetlerde, asanın asli şeklinden farklı bir şeye dönüşmesi, sünnetullah'a aykırı olduğu gerekçesi red edilmekte olduğu kur'an okuyucularının malumudur. Yine hatırlatmak isterizki, yazının konusu sadece asanın yılan olmasını ispatlamak olmayıp, bu yılan oluşunun üzerinden bizlere verilmek istenen mesaj üzerinde olacak olup ,yaşanmışlık zamanında asa ile ilgili ayetleri alıntılayarak,önce  asanın yılan olmasının mecaz olup olmadığının tesbitini yapmak istiyoruz.Olayın tarihsel bağlamı içindeki anlatımını doğru bir şekilde anladıktan sonra o anlatımı güncelleştirip mesaj boyutunu anlamak daha kolay olacaktır.

Musa as ın asası , ailesi ile birlikte Medyen'den ayrılıp tuva vadisinde Allah cc ile konuşması sırasında sahneye çıkmaktadır. Konumuz, asa ile ilgili ayetler olduğu için kıssa içinde asa nın geçmiş olduğu ayet bölümlerini ele alacağız. 

 [020.017-21] O sağ elindeki de ne, ey Musa?O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır. Buyurdu ki bırak onu ya Musâ!Bırakınca, değnek hemen, koşan bir yılan (hayyetün tes'a)oluverdi. Buyurdu: Tut onu korkma. Biz onu yine eski durumuna çevireceğiz.

[027.009]  «Ey Musa! Gerçek şu ki, Ben, güçlü ve hakim olan Allah'ım»Ve bırak asanı! « Derken onu çevik bir yılan (cannun)gibi çalkanıp kıvranır görünce, dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı. «Ey Musa, korkma; çünkü peygamberler benim huzurumda korkmaz.»

[028.030]  Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: «Ey Musa! Şüphesiz Ben, Alemlerin Rabbi olan Allah'ım» diye seslenildi.Bırak asanı!» Musa, onun bir çevik yılan (cannun) misali hareket ettiğini görünce öyle bir dönüp kaçtı ki, arkasına bile bakmadı. «Ey Musa, yüzünü dön ve korkma; çünkü sen güvenlik içinde olanlardansın!

Asanın ilk sahneye çıkmasının anlatıldığı ayetlerin, taha s. deki bölümünde asanın atıldığı anda "hayyetün tes'a" , neml s. de ve kasas s. de anlatılan bölümde "cannun" olarak nitelendirilen bir hale dönüştüğü görülmektedir. Bilindiği asa bir ağaç parçası olup kendiliğinden hareket etme kabiliyeti olmayan bir nesnedir. Ayet ön kabulsüz olarak, kafayı herhangi bir yere kiraya vermeden okunduğu zaman ortaya çıkan durum şudur; Hayyetün ve cannun şeklinde anlatılan bir şekle girmesi asanın asli durumunun dışında bir hale dönüşmüş olması demek olup ve bunun itiraz edilecek bir tarafı olamaz. Musa as ın asanın asli şeklinin dışında bir şekil alması sonucu korkup, arkasını dönüp kaçmasını nasıl izah edebiliriz? eğer asa asli şeklinin dışında başka bir şekle dönüşmemiş olsaydı Musa as neden korkup kaçsın ?. Hayye kelimesi hayat bulmuş anlamında olup hareket etmeyen bir nesnenin hareket etmesini anlatır , Cannun kelimesi ise , cenne kelimesinden gelip duyu organlarının göremeyeceği bir şey anlamında olup hayyetün olarak ifade edilen asanın ne kadar hızlı bir şekilde hareket eden  varlığa dönüştüğünü anlatır, yılan şeklinde bir ifade kullanmaktan ziyade asanın asli durumunun dışında bir hale geldiği açık ve net olarak ayette belli olup itiraz edilecek herhangi bir tarafı bulunmamaktadır.

Asa ikinci olarak Musa as ın firavun ile olan buluşmasında sahneye çıkmaktadır.

[007.106-107 (Firavun) Dedi ki: «Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım) .»Bunun üzerine asasını bırakıverdi, o koskoca bir yılan (sü'banun mübin) kesiliverdi

[026.030]  (Musa Firavun'a): «Sana apaçık bir şey (delil) getirdimse de mi?» dedi.(Firavun): «Haydi onu getir bakayım, doğrulardan isen» dedi.Bunun üzerine Musa asâsını atıverdi, asâ apaçık koca bir yılan (sü'banun mübin)!

Firavun ile buluşmasının anlatıldığı ayetlerde asanın "sü'banun mübin" olarak ifade edilen bir hale dönüştüğü anlatılmaktadır. Seabe kelimesi , suyun gitmesi için açılan yol anlamında kullanılan bir kelime olup izafi olarak geniş ve uzun gibi bir anlam taşıyan büyük yılan anlamındadır. Dikkat edilecek olursa asanın hayyetün -cannun-sü'banun şeklinde 3 farklı kelime ile ifade edilen ortak yönü asanın asli şeklinin dışında bir hale dönmüş olmasıdır bu açık ve net olarak ortadadır mecaz şeklinde anlamayı gerektirecek herhangi bir durum ortada yoktur. 

Asa üçüncü olarak firavun'un sihirbazlari ile olan buluşmada ortaya çıkmaktadır.

[007.115-118]  (Sihirbazlar), Ey Musa sen mi (önce) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım? dediler.Siz atın, dedi. Atınca; halkın gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirmiş oldular. Biz de Musa'ya, «Asanı at!» diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor (telkafu). Artık hak meydana çıktı ve onların bütün yaptıkları hiçe gitti

020.065-69]  Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım.Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.«Korkma, sen muhakkak daha üstünsün» dedik.«Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun(telkaf), yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz.»

[026.043-45]  (Musa) onlara: «Ne atacaksanız atın» dedi.Hemen iplerini ve sopalarını ortaya attılar ve Firavnin ızzeti hakkı için elbette biz galibiz, şüphesiz, dediler.Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor!(telkafu)

Sihirbazlar ile olan buluşmada, asanın sihirbazların ifklerini yutması "lekafe" kök kelimesi ile ifade edilmekte olup, bu kelime bir şeyi yutmak anlamındadır. Asa asli şeklinin dışında bir şekle dönüşmemiş olsa idi bu ifkler nasıl yutuldu şeklinde bir ifade ile ayet içinde bildirilirdi?. 

Buraya kadar verdiğimiz ayetlerde asa nın asli şekli dışında farklı bir hale dönüşmesini anlatan ayetleri gördük . Musa as kıssası içinde anlatılan asa ve onunla ilgili olan olayların tarihsel boyutu bu şekilde olup asanın, ortak anlam olarak yılan şekline dönüşmesini ifade eden kelimeler ile, farklı bir hale dönüştüğü görülmektedir. Konumuz sadece asanın yılan olduğunu ispat sadedinde olmadığı için bu anlatımın bizler için mesaj taşıyan taraflarını okumak gerektiğini düşünüyoruz. 

Öncelikle,  akılcılık yolu ile bu tür ayetleri anlamak durumunda olanların kendi düşüncelerini ortaya atarken kullandıkları "sünnetullah" argümanı üzerinde biraz duralım. Bilindiği gibi Allah cc nin varlıklar üzerine koymuş olduğu bir yasa olup bu yasalar asla değişmez . Bu değişmezlikten yola çıkılarak,  "ağaç parçasının asli şeklinin dışında canlı bir yılan olması asla mümkün değildir bu oluşum şeklini hakiki olarak değil mecaz olarak anlamak gerekmektedir" şeklinde bir düşünce ile olaya yaklaşıldığını görüyoruz.

Öncelikle kur'an ayetlerine yaklaşım konusunda ayet içinde verilen bilgiyi anlamak için yine kur'anın kendi içinden çıkan anlama metodunu kullanmak gerekmektedir. Ayeti anlamayı kur'an dışı düşünceler ışığında yaptığımız takdirde , o kriterlere göre ayete bakıp farklı bir düşünceye varmak kaçınılmazdır. Biz vahye bağlanmamış bir akıl ile asa olayına bakacak olursak haklı olarak bir ağaç parçasının asla canlı bir objeye dönüşmeyeceğine inanırız , bu inancımızı da kur'an içinden bir takım deliller getirerek doğrulatmaya çalışırız. 

İsa as ın doğum şekli , ashabı kehfin hiç uyanmadan yıllarca bir mağarada uyuması , bakara s. 259. ayetinde anlatılan 100 yıl ölü kalıp sonra diriltilen adam ile ilgili anlatımlar değişmezlik yasalarına göre izah edilemez, "ben izah ettim oldu" kabilinden gayri ciddi izahları konu etmeye bile değer bulmadığımızı burada ifade etmek isteriz. Bu ve benzeri anlatımlar kurallarını kendisinin koyduğu "la yus'el" olan Allah cc nin yine istediği zaman değiştirerek kainatı otomatiğe bağlamadığını her an gözetip kollayan olduğunu bizlerin bilmesini sağlaması açısından değerlendirmek mümkündür.

Bu tür ayetleri değişmezlik yasası açısından baktığımız zaman ayet içinde anlatılan değişebirliliği te'vil etmek için, ayeti evirip çevirmekten başka bir yol kalmamaktadır ki bu düşünce ile yapılan te'villerde bu örneklere çokça rastlamaktayız. Ayete farklı bir anlam bindirerek veya kur'an bütünlüğüne uymayan yorumlarda bulunarak, yapılan zorlama yorumlar akıl ile vahyi birbirinden ayırarak yapılan okumalara örnektir. 

Kur'an kıssa yollu anlatımlar vasıtası ile muhataplarına mesaj vermek amacını taşıdığına göre bu anlatımların yaşanmışlıklarından daha ziyade, bizlere dönük mesajı olup olmadığı yönünde bir okuma metodu ile anlaşılmaya çalışılması,yaşanmışlık içinde kalması gereken bu olaylar üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istendiğinin anlaşılması gerektiğini düşünmenin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz. Bu okuma ile Musa as ın asası üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istenmiş olabilir ? sorusunun cevabını aramaya başlayabiliriz. Musa as ın ağaçtan olan asası çürümüş gitmiştir, ancak asa üzerinden verilmek istenen mesaj canlı ve kıyamete kadar geçerli olacaktır.

Taha s. 17-21. ayetler arasına baktığımız zaman Allah cc Musa as a "sağ elindeki nedir?" şeklinde bir soru soruyor , peki Allah cc onun sağ elinde ne olduğunu gördüğü halde neden böyle bir soru sormuş olabilir?. Asa neticede bir ağaç parçası olup verdiği cevaplardan anlaşılacağı gibi Musa as gibi bir çobanın elindeki  asa ancak o işlere yarardı.  Allah cc kudretini bu asa üzerinden göstererek zor bir vazife yükleyeceği kuluna " benim gibi kudretli birisinin elçisisin senin arkanda ben varım" mesajını vererek ileride yükleyeceği görev için bir nevi moral destek sağlamaktadır. Musa as ın sağ elinden düşürmediği asası onunla her tarafta birlikte olacağı için asaya istediği gibi hükmeden Allah cc nin kuluna her an desteğe hazır olduğu mesajı verilmektedir . 

Peki Allah cc sadece onamı böyle bir görev yüklemiştir? dersek cevabımız elbetteki hayır olacaktır. Kendisini Allah cc nin kulu onu yegane ilah olarak tanıyan her mü'min Musa as gibi karşısındakinin konumu ne olursa olsun, vahyin ona yüklemiş olduğu tebliğ görevini yerine getirmek zorundadır. Rabbimizde bizlere elimizdeki imkanları yani vahiy ve kevni ayetler dediğimiz evrensel kuralları doğru olarak kullanarak yaptığımız eylemlerde başarıya ulaşacağımız mesajı vermektedir. 

Musa as ın elindeki asayı sadece onun elinde şekil bulmuş bir obje olarak düşünmeyip güncelleştirdiğimiz takdirde bugün asanın ifade ettiği şeyin karşılığının ne olabileceği sorusunun cevabı elbetteki KİTAB tır . Allah cc nin indirmiş olduğu kitab ve onunla ilgili olarak koymuş olduğu sünnetini hatırlamak bizlerin asanın yılan olmasının imkansız olduğu görüşlerinin ne kadar anlamsız ve boş tartışmalar olduğunu da gösterecektir.

Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahiy ve yaratmış olduğu arz üzerinde değişmez yasalarını "elkitab" çerçevesi içinde düşünecek olursak , Musa as elindeki asanın gördüğü işlevi anlatarak kevni yasalar dahilinde sahip olduğu bilgi birikimini söylemekte olup, o ayetleri okuyarak kendisine vermiş olduğu bilgi sayesinde asası ile yaptıklarını anlatmaktadır. Bizlerde kevni ayetleri okuyup o ayetlerden edindiğimiz bilgiyi sağ elimizde tutup o bilgiyi vahiy ile birleştirerek Allah cc nin istediği bir mü'min kul olmuş olacağız. 

Sağ el şeklinde bir ifade bizlere şöyle bir mesaj verebilir; kevni ayetleri okuyup bu ayetler ışığında yapmış olduklarımızın sağ el olarak ifade edilen hayırlarda kullanılması, zulüm aracı olmaması gerekmektedir , kevni ayetlerin okunarak elde edilen kazançların haksız yere kullanılmaları onu sol elde tutmak anlamına gelirki sağ el vurgusunun önemi burada ortaya çıkmaktadır.

Allah cc elçilerine vahyederek onlara okunan kitablar indirmiş olup bu okunan kitaplardaki bir takım vaadler olan helak , yardım vs belli kurallara bağlanarak helakı ve yardımı haketmek için belli  aşamayı takip etmenin gerektiği ve bu aşama sonunda helak veya yardımın geleceği bir kurala bağlanmıştır. Evrensel yasalar dediğimiz bu yazılı olmayan kitabta ki vaadleri haketmek için çalışmak şartı koşulmuş olup, asa objesi üzerinden bu yasaların nasıl hayata geçebileceği mesajı verilmiştir. Allah cc nin geçerli olan sünnetinde koyduğu kurallara göre hareket edenlerin başarıya ulaşacakları elçilerine indirmiş olduğu kitaplarda da hatırlatılarak bu kurallara uyulmadan herhangi bir yardımın gelmeyeceği belirtilmiştir.

Elkitab terimi yazılı ve yazılı olmayan her  türlü bilgiyi içine alan bir terimdir. Asa, elkitab bilgisi verilmiş olan insan elinde koyunlara yaprak silkelemek , dayanmak gibi bir işlevi bulunan kevni bir ayettir. Asa adlı kevni ayeti, Allah cc nin kudretini arkaya alarak yapılan işler sihirbazların ifklerini yutar, Allah cc nin yardımı artık bittik denilen yerde gelerek, olmaz denileni oldurur ve denizi ortadan ikiye ayırır.

Fesad kelimesi ile ifade edilen firavun amellerini arz üzerinden kaldırmak görevini Allah cc mü'min kulları üzerine yüklemiştir. Mü'min kullar, bu fesadı arz üzerinden kaldırarak zulmü önler Allah cc nin dininin hakim olmasını sağlar. Firavun yaşamış olduğu zaman içinde arz üzerinde fesadın uygulayıcısı olup kendisini ilah ve rab ilan ederek, insanlar üzerinde tasarruf sahibi olduğu iddiasında idi , ama Allah cc nin cari olan sünneti bu fesadçının arz üzerinden kalkmasını gerektirmeydi , ve bu görev Musa as a verilmişti. Musa as bir çok ayette belirtildiği gibi kendisine verilen ELKİTAB ı doğru okuyarak bu zulmü ortadan kaldırmıştır. Kur'anın hiçbir ayetinde "Musa'ya tevrat'ı verdik" şeklinde bir ayet olmamasını şimdi sanırım daha kolay anlamış oluyoruz, çünkü Musa as her iki kitabı birden doğru okumaya bir örnek elçi idi.

Allah cc Musa as ı seçerek firavuna göndermeden önce ona tuva vadisinde seslenirken, arada geçen konuşmalara dikkat edecek olursak Musa as ın destek ihtiyacını onun istediği şekilde karşılamıştır. En büyük destekçinin arkasında olduğunu hissetmesi ve firavunun nasıl bir ilah'ın gücü  karşısında olduğunu görmesi için ona görsel ayetler vermiş , bu desteği alan Musa as firavun karşısına dikilerek ona alemlerin rabbine teslim olmasını tebliğ etmiştir. Alemlerin rabbinin bu desteği Musa as da son derece büyük bir moral sağlayarak ölüm korkusu bile duymadan firavun karşısına dikilmesi, bizim firavunların karşısına dikilmemiz için gerekli olan yol haritasını çizmektedir. Bizlerde elkitab'ı okuyarak nasıl hareket etmemiz gerektiğini Musa as örnekliğinde görmüş oluyoruz.

Asa yılan olmuşmu olmamışmı gibi, sığ bir tartışma yapmak yerine onun bu örnekliği üzerinden giderek aynı desteğin bir zerre bile  eksik olmadan bizlere verileceği vaadi Allah cc nin cari olan kurallarından olup, bu kurallara uyanların nasıl düşmana galebe çaldığı örnekleri yaşanmış hayat içinde bilinmektedir. 

Musa as ın asası mesabesinde olan kitab yazılı olarak bugün elimizde olup sadece kevni ayetlerle birlikte okunarak firavunların karşısına dikilmemizi beklemektedir. Asa olarak Musa as ın elinde bulunan bir obje, Allah cc nin kudretini arkaya alarak küfrün her türlü hilesini yıkan bir silaha dönüşmüş olup aynı asayı bizler onun kullandığı usul ile kullandığımız takdirde firavun ordularını yerle bir edeceğimiz  yazılmış bir vaad tir, ancak bizler sadece yazılı olan kitaba iman ederek onu okumak ile cennete gideceğimize inandığımız için, konulmuş olan kurallara iman etmek gibi bir durum aklımızın ucundan bile geçmemektedir. Hal böyle olunca firavunlar yeniden hortlayarak oğullarımızı ve kızlarımızı katletmeye devam etmekte olup , bizler sadece el açarak bunların kahrolmasını isteyip cari olan sünnete uygun hareket etmediğimiz için bu günkü zelil durumdan kurtulamamaktayız.

Asanın denize vurularak denizin yarılması konusu modenist bir değerlendirmeye tabi tutulmakta olup , gelgit zamanı karşıdan karşıya geçildiği veya denize baraj kurularak karşıdan karşıya geçildiği gibi yorumlara rastlamaktayız. Bilindiği gibi israiloğulları son haddine kadar sabrederek kurtuluşu beklemişler ve mısırı terketme emrini almışlardır. Deniz ve firavun ordusu arasına sıkıştıkları anda yani "artık öldük bittik" dedikleri anda yardım gelmiştir. Bu yardım şeklini  sadece yaşanmışlığı içinde değerlendirip denizin sünnetullah gereği yarılmasının mümkün olmadığı şeklinde bir düşünce içinde yapılan değerlendirme bize, vaad edilen yardımın gelmesi konusunda verilen sözde şüpheye düşmemizi sağlayacaktır. 

 [002.214]  Yoksa siz, sizden önce geçenlerin örnek olmuş durumları hiç başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zaruretler geldi ve öylesine sarsıldılar ki, peygamber ve beraberindeki iman edenler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyeceklerdi. Bak işte, Allah'ın yardımı yakındır.

Bakara s. 214. ayeti Allah cc nin yardımının gelme kuralını hatırlatan bir ayettir, bu kurala göre yardım gerekli olan zorluklara katlanmadan gelmemekte olup , gerekli kurala uyulduğunda yardımın gelmesi Allah cc üzerine bir borç olduğu yine kendi beyanında bildirilmektedir.
[010.103]  Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.

Asa nın taşa vurularak taştan 12 pınar fışkırmasını , asanın kevni bir ayet olması üzerinden okunup, suya sahip olmak için gerekli olan kainat ayetlerini okumak şeklinde ele alarak suya sahip olmak için gerekli olan çalışmanın yapılarak karşığının alınması şeklinde anlamak mümkündür.

Sanırım şimdi  acımasızca eleştiriye tabi tutulduğu iddia edilen, akılcılık yapanların Musa as asa sı hakkında, sadece o günkü durumu ile ilgili kur'an ayetlerinden habersiz olarak yapmış oldukları yorumların ne kadar sığ , yanlış ve boşa vakit kaybı olduğu ortaya çıkmıştır. Bizlere düşen bu mesajı doğru okuyup hayat içinde yer buldurmamız gerekirken modernist okuma yanlılarının böyle bir mesajı akıllarından bile geçirememeleri onların, kur'anı ne kadar içselleştir(me)diklerinin örneğidir.

Mucize olarak nitelendirebileceğimiz,  asa nın asli halinden bir başka hale dönüşmesi olayı, geçerli yasaların değişmesi şeklinde görülüp, bunun olmasının imkansızlığı üzerinden değerlendirilmesi yerine , Allah cc nin koyduğu kurallara göre hareket edenlere verdiği sözün yerine gelmesi açısından değerlendirildiğinde herhangi bir düşünce probleminin meydana gelmeyeceğini düşünmekteyiz.

Sonuç olarak; kıssaları mesaj içerikli okumanın örneklerini vermek maksatlı yaptığımız çalışmaların devamı olarak, Musa as ın asası üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istenmiş olabilir ? sorusunun cevabını aramak amaçlı yaptığımız çalışmada , ilgili ayetlerin öncelikle mecazi anlamaya delil olabilecek bir durumun görünmediği , asa nın Allah cc nin kevni ayetlerinden olan bir nesne olduğundan yola çıkarak el kitab denilen vahiy ve geçerli olan evrensel yasaları birlikte okuyarak yapılan bir başkaldırmanın nasıl başarıya ulaşacağı Musa as örneğinde firavun ve ordusunun perişan olması şeklinde yaşanmış hayat içinden örneği verilerek bizlere anlatıldığını gördük. Müslümanlar olarak kitab denince sadece kur'an akımıza gelip ona iman ettiğimizi söyleyince her şeyin bittiğini sanmak maalesef bizleri bitirmiş olup bugünkü zelil durumumuzun bir sebebidir. Asa objesini sadece Musa as ın elinde bırakmadan bizlerinde kullanması demek asa olarak karşımıza çıkan kevni ayetler ile vahiy denilen sözlü ayetleri birlikte okuyarak hayata geçirdiğimiz takdirde asanın yılan olup olmaması gibi bir tartışma aklımıza bile gelmeden Allah cc nin cari olan yasalarının bizler lehine işleyerek zalimlerin fesadına engel olabileceğimiz anlatılmaktadır.

Allah cc güvenerek firavun karşısına çıkan Musa as sağ elindeki asa nın firavun sihirbazları karşısındaki yaptıkları bizlerin böyle güçlerin karşısına çıkmamızdaki örnekliği teşkil etmesi gerekmekte olup , son haddine kadar firavun zulmuna sabredenlerin en son hadde geldikleri zaman Allah cc nin yardımının nasıl geldiği sağ eldekini terketmedikleri müddetçe nasıl geldiği canlı örnek olarak görülmüştür. Kitabı sağ elimizde tutarak asla terketmeden Allah cc nin koymuş olduğu yasalar çerçevesinde hareket ederek yapılacak her eylem Allah cc tarafından karşılığı verilecektir. Bu tür ayetler üzerinde yapılacak yorumlar olayın yaşadığı zaman ve mekan dahilinden çıkarak , olay üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıldığında farklı okumalar bir nebze azalarak doğru bir okuma metodu üzerinde düşünce birliği sağlanmış olacaktır. Musa as ın asası kitabın bir kısmının değil hepsinin okunarak, hayata aktarılması neticesinde inananların karşılaşacakları sonucun gösterildiği evrensel bir ayettir , kitabı sağ elde tutarak yapılacak olan her eylem asanın üzerinden anlatılan olayların kıyamete kadar gerçek olarak yaşanmasını sağlayacaktır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Haziran 2014 Pazar

Karıncaları Bile İncitmeyen Komutan Süleyman a.s

Kuran kıssaları anlatım amacı açısından okuyucuya yaşanmış hayat içinden örneklikler sunarak olumlu veya olumsuz örneklerden ibret alınması amacını taşır. Kıssası anlatılan herhangi bir elçiye iman edenlerin veya iman etmeyenlerin akıbetleri anlatılarak, bizlerin de iman edip etmeme noktasında göstereceğimiz tavrın karşılığının nasıl olacağı, yaşanmış hayat içinden canlı olarak gösterilmiştir. Bu çerçeve içinde okunmayan bir kıssa okuyucu için herhangi bir fayda getirmeyip, bizden öncekilerin masalları mesabesinde bir okuma şekline dönüşecektir. 

Bu yazımızda Süleyman as kıssası içinde yaşanmış olan bir olayın, bizler için nasıl bir mesaj taşıyabileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. Süleyman as kendisine güç ve mülk verilerek emri altında bir çok varlığı yöneten bir elçi ve hükümdar olarak karşımıza çıkmaktadır.Onun yaşamış olduğu hayatı anlatan ayetler özellikle kendisine güç ve mülk verilen insanlar için canlı bir örneklik taşımaktadır.  

Süleyman as kıssası içindeki bazı anlatımlar modernist bakış açısına takılarak verilmek istenen mesaj ıskalanmış "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu ile kıssadan çıkarılabilecek mesaj göz ardı edilerek modernist bir masal okuma şekline dönüşmüştür. Yazımıza konu olan , Süleyman as ve ordusunun karınca vadisinden geçerken dişi karıncanın sözleri ile ilgili yaklaşımlar bu olay üzerinden verilmek istenen mesaj olup olmadığını akla bile getirmeden "yahu karıncanın konuşmasını insan duyarmı olsa olsa o vadide oturan insanlar olup karınca flamaları olan   dişi bir hükümdara sahip olan insanlardır" denilerek işin içinden sıyrılınmaya çalışılmıştır.  

Kur'an, konuşma dilinin anlatım özelliklerini taşıyarak insanlara vermek istediği mesaj açısından çok güzel örnekler taşıyan bir kitabtır. Kıssalar ve meseller bu anlatım üslubunun bir parçası olup masal tadında okunduğunda okuyucuya hiç bir şey kazandırmaz. Modernist bakış açısı ile okunduğunda ise akla yatmayan bazı anlatımlar "mecazdır mecaz" diye geçiştirildiğinde yine bir tür masal okumasına dönüşür. 

Batı edebiyatında La Fontain den masallar , doğu edebiyatında kelile ve dimne yi okuyanlar, oradaki anlatımlara takılıp "yahu hiç hayvan konuşurmu?" diye bir itirazda bulunmadan o hikayede verilmek istenen bir mesaj olduğunu ve bu mesajın hayvanları konuşturarak verilmek istendiğini anlarlar. Bu edebi bir anlatım üslubu olup, Kur'an da bu üslubu kullanarak muhataplarına mesaj vermeyi amaçlamaktadır. Karıncanın konuşmasından nasıl bir mesaj çıkar? dediğimiz zaman ona da şöyle bir cevap verebiliriz.

Süleyman as kendisinden başka hiç bir kimseye verilmemiş ve verilmeyecek olan bir mülk ve güç sahibi olarak karşımıza çıkan bir kişidir. Onun bu kişiliği üzerinden verilen mesajlar ,  ellerinde mülk ve güç bulunanların davranışlarını ona göre düzenlemeleri gerektiğini öğreten mesajlar olarak okunmalıdır.

[027.017]  Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı.

Neml s. 17. ayetindeki cin , insan ve kuşlardan oluştuğu söylenen ordunun, "cinlerin ve kuşların ordu içinde ne işi olur bunlar olsa olsa insandır" denilerek akılcılığa kurban edilmekten çok, Süleyman as ın gücünün büyüklüğü ve hakimiyet alanının genişliği açısından okunması ve ordusunun ne kadar kalabalık olduğu şeklinde anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Böyle bir kalabalık ordunun geçtiği yol üzerinde taş taş üstüne bırakmayacağı her şeyi ezip geçeceği gözden ırak tutulmayacak olursa , bu anlatım üzerinden verilmek istenen mesajı anlamak kolaylaşacaktır. 

 [027.034]  (Melike) dedi ki: «Doğrusu, hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının şerefli kişilerini zillete uğratırlar; evet böyle yaparlar.

Süleyman as kıssası içindeki neml s. 34. ayetine baktığımız zaman bu durum açıkça anlatılmakta olup , hükümdarların bir memlekete girdiler mi, bırakın karıncalara bile zarar vermemeyi , o beldenin bütün insanlarını zillete düşürüp geçtikleri yerleri tarumar ettikleri anlatılmaktadır. 

 [027.018]  Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir dişi (kraliçe) karınca: «Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin» dedi.

18. ayet içindeki "farkına varmadan" ibaresi önemli bir mesajı taşımaktadır. Süleyman as sahip olduğu muazzam güce rağmen bırakın insanlara zulmetmeyi bugünün tabiri ile ekolojik dengenin en küçük unsurları sayılabilecek olan karıncalara bile dikkat eden, karıncaların dahi ondan emin olduğu bir hükümdar olarak çok büyük bir örneklik teşkil etmektedir. Dişi karınca Süleyman as dan öyle bir emindir ki onun ordusunun asla bilerek kendilerine zarar vermek gibi bir durumda olmayacaklarını bilerek diğer karıncalara "ola ki bilmeden bir zarar verebilirler meskenlerinize sığının" şeklinde bir ikazda bulunmaktadır . 

Babası Davud as ın kıssası içinde anlatılan dağlar ve kuşların birlikte tesbih etmesi şeklinde anlatılan ekolojik dengeyi gözetmesi , Süleyman as ın babasından devraldığı mülkü ve saltanatı aynı babasının yolunda giderek hak ve adalet ölçülerine riayet ederek kullandığı ve bırakın insan haklarını çiğnemeyi, karıncayı dahi incitmekten çekinen bir hükümdar olduğu anlaşılmaktadır.

Bugün dünyaya baktığımızda küresel güçlerin sömürge alanlarını genişletmek amacı ile yaptıkları zulümler, bırakın insanlarla sınırlı kalmayı doğadaki bütün varlıkları etkilemekte olduğu herkesin malumudur. Nükleer ve kimyasal maddelerden üretilmiş olan savaş araçları ile doğadaki her varlığın kökünü kurutan zalimleri hatırladığımız zaman bu zalimlerin sahip olamadıkları derecede güç ve kuvvete sahip olan bir hükümdarın ekolojik dengeye karşı ne kadar hassas olduğu ve elindeki bu güce rağmen kendisinin üstünde güç sahibi olan Rabbine karşı sorumluluklarını bir an olsa dahi unutmadan bunu yaptığını görmekteyiz. 

 [027.019] (Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.

Süleyman as karıncanın dediğini nasıl anlar şeklinde bir söz etrafında vakit geçirip akılcı mülahazalarla bunu anlamaya çalışana kadar , eline güç ve mülk verilen birisinin Rabbine karşı sorumluluk alanlarından birisinin canlıların yaşadığı doğayı kirletmemek orada onlarında yaşam haklarının olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmek durumunda olduğunun mesajı verilmektedir şeklinde okumak sanırım doğru bir okuma olacaktır.

Sonuç olarak; Süleyman as kıssası , içinde barındırdığı bir takım gaybi unsurları(cin ,şeytan) anlama açısından bir takım modernist mülahazalara kurban edilerek anlamak durumunda olan bir kıssa olmasına rağmen , kıssaları mesaj merkezli okuduğumuz zaman anlaması kolaylaşacaktır. 

Süleyman as kıssası içinde dişi karıncanın konuşması üzerinden verilmek istene mesajı da bu açıdan okuduğumuz zaman , karıncanın konuşmasını anlayıp anlamadığı münakaşası ile boşa vakit kaybetmeden , elinde çok büyük ordular bulunan bir hükümdarın geçtiği yerleri talan etmek yerine , geçtiği yerlerdeki yaşama hakkı olan bütün varlıklara saygı göstermesi gerektiği , doğadaki varlıkların en küçüğü olarak bildiğimiz karıncaların dahi yaşam hakkını gözeten bir komutan örneği olarak kendisinden sonraki komutanlara bir örnektir. 

Küresel müstekbirlerin bugün dünya üzerindeki yıkımları göz önüne alınarak yapılacak olan Süleyman as kıssası okumaları, bize ellerinde güç ve servet bulunanların bu gücü, güçlerine güç katmak için değilde kendisine karşı sorumlu olduğu yaratıcısının emri doğrultusunda kullanmaları gerektiğini, hatırlatarak kıssanın masal olmaktan ziyade örneklik açısından mesaj içeren bir hatırlatma olduğunu gösterecektir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Haziran 2014 Cuma

Siyam (Oruç) Ayetleri Etrafında Bir Tefekkür Çalışması

Siyam'ın (oruç) Allah cc nin kulları üzerine yazmış olduğu yükümlülüklerden birisi olduğu 184-187. ayetler arasında beyan edilmektedir. Bu durum Kur'anda bizlere de yüklenmiş olup Ramazan ayı içinde bu vazife ifa edilmeye çalışılmaktadır. Bu yazımızda oruç ile ilgili ilmihal bilgilerinden ziyade, bu konunun Kur'an ayetleri çerçevesinde anlatımı üzerinde durmaya çalışacağız. 

Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).

 [002.183]  Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, sıyam (oruç), size de yazıldı (farz kılındı) . Umulur ki sakınırsınız.

"Savm" kelimesi ; yemek ,konuşmak ,yürümek türünden bir fiili yapmaktan kendini tutmak geri durmak anlamında bir kelimedir. Gitmekten , veya yemden kendisini geri tutan ata "saimun" denmiştir. Sakinleşen durgunlaşan rüzgara , güneşin ğöğün ortasında durduğu düşünülerek öğle vaktine de "savmun" denmiştir.
"Mesametül feres" = atın ayakta durduğu yer.

Bakara s. 183. ayetinde sıyamı öncekilere yazdığı gibi bizlere de yazdığını bildiren Rabbimiz sıyam içinde olmamız gereken zamanı şu şekilde bildirmiştir. 

 Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).

 [002.185] Ramazan ayı. İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim de hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun) . Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. (Bu kolaylığı) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.

"Şehr" kelimesi; "hilalin görünmesi ile güneşin bir noktadan yine aynı dönüşünden oluşan on iki cüzden birinin göz önünde bulundurulmasıyla meşhur açık aşikar herkesçe bilinen müddet süre" (El müfredat) anlamında bir kelimedir . 

Yasin s. 39. ayetinde " Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü" buyurulması, ayın ilk gününün hilal ile başlayacağını haber vermesine bu durumun insanlığın ortak hafızasının bilgi birikimi olmasına rağmen bir takım insanların "Şehr" kelimesi ile ilgili olarak ve ayın başlangıcının dolunay zamanından itibaren başlaması gerektiği gibi absürt yaklaşımları eleştirilmeye bile değmeyecek derecede absürt bir düşünce olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz. 

Kur'an nazil olmadan önce insanların bildiği bir duruma göre inen ayetler üzerinde eğip bükmek sureti ile oruç hakkında bir takım çıkarımları da bulunup kendilerince bir oruç tarifi getirenleri Allah' a havale edip biz doğru bildiğimizi paylaşmaya devam ediyoruz. 

Tevbe s. 36. ayetinde "Doğrusu Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah yazısında on iki aydır" buyurması, koymuş olduğu bir kanun olup bütün insanlık bu kural içinde tespit edilmiş bir düzende hayatlarını sürdürmektedirler. Yunus s. 5. ayetinde "Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır; bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor." buyurularak, güneş ve ayın bizler için faydalarından birisininde zamanı hesaplamamız olduğu bildirilmiştir. Bu durum insanlığın ortak yönlerinden biri olup ilk insandan  kıyamete kadar böyle devam edecektir. 

"Şehri ramazan" denilince, bir yılın 12 aylık cüzlerinden bir ay olup, Kur'anın bu ay içinde nazil olmaya başladığı hatırlatılarak üzerimize yazılan "savm" ın bu ay içinde tutulması gerektiği emredilmektedir. Hasta veya seferde olanlara bir muafiyet getirilerek , hastalığı bittiği veya seferden döndüğü zaman o ay içinde tutamadıklarını , yerine getirmeleri emredilmektedir.

Rabbimiz bize böyle bir kolaylığı , bize zorluk çıkarmak istemediği , Ramazan ayı içindeki günler kadar tutmamız gerektiği için eksik kalanı Ramazan dışında tamamlamak imkanı verdiği için olduğu ve hidayet üzere olmanın bir gereği aynı zamanda onun böyle bir emre uyarak onun büyüklüğünü kabul ettiğimizi göstermemiz için olduğunu beyan etmektedir.

Sıyam'ın onun bizlere yüklemiş olduğu kulluk vazifelerinden birisi olup, herhangi bir özre sahip bulunmayan kişi, buna bayanların adet halleri de dahildir bu ayı sıyamlı olarak geçirmeleri bir kulluk borcudur. Özür hali ile ilgili biraz daha detaylı bilgiler 184. ayet içinde beyan edilmektedir. Bayanlar adet halinde eğer kendilerinde herhangi bir rahatsızlık hali olmadığını düşündükleri zaman oruçlarını tutmalarından herhangi bir sakınca yoktur. "Adetli bayanın oruç tutması haramdır" şeklinde ortaya atılan bir düşünce, Kur'andan onay alan bir düşünce olmayıp, adet hali kendisine herhangi bir rahatsızlık vermediği sürece, adetli bir bayan orucu tutmak zorundadır.

 Eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), fe men kâne minkum marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskîn(miskînin), fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh(lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).

[002.184] İçinizden kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutar. Oruca dayanamayanların bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Kim gönüllü olarak bundan daha fazlasını verirse, bu onun için daha hayırlıdır. Ayrıca, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

Hastalık ve sefer hali durumunda olanlardan bu durumları kalkınca tutamadığı gün sayısı kadar diğer günler tutması beyan edildikten sonra , "yutikunehu" kelimesi etrafında bazı farklı görüşlerin olduğu göze çarpmaktadır. İlk bakışta oruca gücü yetip te bunu yerine getirmeyenlerin fidye vererek bu yükümlülüğü yerine getirmiş olacakları gibi bir düşünce bir kısım insan tarafından anlaşılır olmuştur. Bir kısım insan'da böyle bir fidyeyi bir ay oruç tutanların bu tutma şükrünü ifa etmek için vermeleri gerektiği gibi bir düşünce oldukları da görülmektedir. Bu düşüncelere katılmadığımızı söyleyerek doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi ortaya koymaya çalışalım.

"Tavqun" kelimesi; güvercin gerdanlığı halkası gibi yaratılıştan olsun veya altın ve gümüş gerdanlık gibi el sanatı sonucunda elde edilmiş olsun boyuna takılan şeyi ifade eder. (elmüfredat)

Bu kelimenin anlamını, al-i imran s.180. ayetindeki kullanımından yola çıkarak anlamak mümkündür.

 [003.180] Allah Teâlâ'nın kendilerine fazlından olarak verdiği şeyde cimrilik edenler bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Hayır... Bu onlar için bir şerdir. O cimrilik ettikleri şey, Kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır (seyutavvikune). Ve göklerin ve yerin mirası Allah Teâlâ içindir. Ve Hak Teâlâ yaptığınız her şeyden tamamıyla haberdardır.

Bu ayette kendilerine verilenleri cimrilik ederek sakınanların , kıyamet günü uğrayacakları akıbet hatırlatılarak cimrilik ettikleri şeylerin boyunlarına asılacakları anlatılmaktadır. Boyuna asılan şeyin taşımakta zorluk çekilmesi ve insana olan meşakkati ile bir bağ kurularak, bakara s. 184. ayetindeki "yutikunehu" kelimesinin anlamı anlaşılabilir. 

Kişinin boynuna asılmış olan oruç yükünü zor taşıması, bunu taşımaya güç yetirememesi onun bu yükten fidye vererek kurtulacağını bildirir , bu ayet ile ilgili meallere baktığımız zaman bu anlam üzerinde yoğunlaşıldığını görmekle beraber şaz düşünce diyebileceğimiz farklı olmak adına söylendiğini düşündüğümüz sözlere de şahid oluyoruz. 

Allah cc "yutiqunehu" kelimesi ile ifade edilen "güç yetirememe" durumunu insanların kendi vicdanlarına bırakmıştır. İnsanların yapıları birbiri ile farklılık arz etmesinden doğan durum gereği, kişinin oruç tutmaya güç yetirip yetiremediğine kendi vicdanında herhangi bir rahatsızlık duymadan karar vermesi gerekmektedir. 

Kullarının gizli ve açık her şeyini bilen Rabbimiz bırakılmış olan bu açık kapıyı art niyetli insanların kullanmasına izin vermek için değil kulları için kolaylık dilemesinin bir gereğidir. Bugün bazı insanların ayeti yanlış yorumlayarak gücünün yettiği halde oruç tutmadan fidye vererek bu görevi yerine getirdiklerine dair olan inançları verilen ruhsat konusunda yanıldıklarını göstermektedir.

Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun(lehunne) alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fe tâbe aleykum ve afâ ankum, fel âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum, ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri, summe etimmus sıyâme ilel leyli, ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl mesâcid(mesâcidi), tilke hudûdullâhi fe lâ takrabûhâ kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî lin nâsi leallehum yettekûn(yettekûne).

[002.187]  Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için, siz de onlar için bir elbisesiniz. Sizin nefislerinize hıyanet eder olduğunuzu Allah bildi de tevbenizi kabul edip, sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin. Sizin için şafağın beyaz ipliği, siyah ipliğinden seçilinceye kadar yeyin, için sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde i'tikafta bulunduğunuz zaman, kadınlarınıza yaklaşmayın. Bu Allah'ın hudududur. Sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah ayetlerini insanlara, korunsunlar diye böyle açıklar.

Bakara s. 187. ayetinde kadınlara yaklaşmanın oruçsuz olunduğu zaman olan geceleri helal kılınması, gündüzleri kadınlara yaklaşmanın haram olduğunu gösterir. Bu konu ile alakalı olarak, önceki ümmetlere geceleri bile kadına yaklaşmanın haram olduğu, bu hükmün kur'an ile neshedildiği şeklinde bir düşünce ortaya atıldığını görmekteyiz. 

Allah cc nin yaratmış olduğu insan fıtratı ilk insandan beri değişme göstermediğine göre , Allah cc nin bizlerin böyle bir yasağa güç yetiremeyeceğimizi bildiği halde ve kimseye gücünün üstünde yük yüklemediği şeklindeki sözüne göre bizden öncekilere böyle bir haramlılığın olmasına ihtimal dahi olması mümkün değildir. Madem oruç bizden öncekilere yazıldığı gibi bize de yazıldı, onlara haram olan bir şeyin bizlere helal olması asla  düşünülemez onlara helal olduğu gibi bizlere de helal kılınmıştır.

Ayet içinde oruca başlama ve bitirme zamanları beyan edilip bu zamanlar haricinde yenilip içilmesi emredilmekte olup , bu zamanlar içinde yeme , içme ,cinsel ilişkinin haram olduğu çok açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Geceleri helal olan kadınlara yaklaşmak , kişinin mescid de itikaf halinde bulunduğu süre içinde iken bu zaman zarfı içinde haramdır. Bu emirlerin Allah cc nin çizmiş olduğu sınırlar olduğu ve o sınırların ihlal edilmemesi gerektiği beyan edilmesi ile kur'anın oruç ile ilgili bilgileri burada son bulmaktadır.

Sonuç olarak; kur'anın sıyam (oruç) ile ilgili olan ayetlerinden anladığımız şey , sıyam'ın bizden öncekilere yazıldığı gibi bizlere de yazılmış olan bir kulluk görevi olduğu anlaşılmaktadır. Bu görev'in Kur'anın nazil olmaya başladığı Ramazan ayı içinde , imsak vakti dediğimiz zaman'dan başlayarak akşam vaktine kadar yeme , içme ve cinsel ilişkiden kendinin tutmak şeklinde olacağını yine ayetlerden öğrenmekteyiz. Tabi ki kendini yeme içme gibi eylemlerden uzak tutmak geri kalan yanlış işleri yapabilme serbestiyetini vermez , özellikle açlık ve sigaraya dayanamayan bir takım insanların oruçlarını fırsat bilerek kırıcı davranışlarda bulunması bu görevin sıhhatine zarar verdiği hatırdan çıkarılmadan orucun sadece mideyi aç tutmak şeklinde bir ibadet olduğu zannına kapılınmamalıdır.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Haziran 2014 Çarşamba

Zülkarneyn ve Davud a.s Örneğinde Demirin Gücün Elinde Yön Bulması

Kur'an kıssalarını eskilerin masalları şeklinde değilde, yaşanmış hayattan örnekler olarak ibret almak kastı ile okuduğumuz takdirde, bizden öncekilerin yaşanmışlıklarından kendimiz için bir çok örneklikler çıkarmamız mümkündür. Bu yazımızda Zülkarneyn ve Davud as kıssalarındaki anlatımları esas alarak, gücün insan elinde şekillenmesi ve bu gücün kullanımı hakkında örneklikler çıkarmaya çalışacağız. 

Demir , Allah cc nin insanlara lutfetmiş olduğu güç kaynağı olup bu durum hadid s. 25. ayetinde şu şekilde beyan edilmektedir. 

  [057.025]  Celâlim hakkı için biz Resullerimizi beyyinelerle gönderdik ve beraberlerinde kitab ve miyzân indirdik ki insanlar adaletle tutunsunlar, bir de demiri indirdik, onda hem çetin bir sertlik hem de insanlar için bir çok menfeatler vardır, ve çünki Allah kendisine ve resullerine gıyabında yardım edenleri belli edecek, şübhe yokki Allah kavîdir azîzdir.

Hadid s. 25. ayetinde dikkati çeken 3 unsur olan, kitab-mizan-demir üçlüsünü bir araya getirerek insanların menfaatine kullanan elçilerin örneklerini kur'anda bulmaktayız. Süleyman , Davud , Zülkarneyn as lar bu üçlüyü doğru okuyup ve elde ettikleri gücü Allah cc nin kendilerine öğretmiş olduğu doğru biçimde kullanıma bir örnektir. Bu örnekliğin bu şahıslarda nasıl gerçekleştiğini kur'andan okuyup, günümüze bir mesaj olarak okumak ve aktarmak, kur'anı güncelleştirerek olarak okumanın bir gereği olduğunu düşünmekteyiz.

Davud as israiloğullarına mensub olan bir kişidir, Talut'un ordusunda bir asker olarak calut'u öldürme başarısını göstermiş ve bu başarısı neticesinde Alllah cc tarafından elçi olarak seçilmiştir. 

 [002.251]  Allah'ın izniyle onları hemen hezimete uğrattılar. Davud da Calut'u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğunu da ona öğretti. Şayet Allah'ın insanları birbiriyle def'edip savması olmasaydı yeryüzü muhakkak fesada uğrardı. Ancak Allah, alemler üzerinde lutuf sahibidir.

[034.010-11]  Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar yap ve dokumasını sağlam tut, diye. Ve salih ameller işleyin. Muhakkak ki Ben; yapmakta olduğunuz şeyi görenim.

Davud as, savaş sanatını çok iyi bilen biri olarak calut'u öldürme başarısını göstermiş ve bu sanatını elçi iken de konuşturmuştur. Allah cc nin ona demiri yumuşatmasını öğretmesi ona cibril'i göndererek öğretmesi şeklinde  olmayıp kendinden önce var olan bilgi birikimini kullanarak üzerine kendi bilgisini ekleyerek  en iyi bildiği bir işi dahada ileri götürme başarısını göstermesidir.Bizlerin bugün eksikliğini duyduğumuz en önemli konu, bu olup önceki bilgilerin üzerine yeni bilgi ilave edecek insanlar yetiştirememizdir. Davud as israiloğullarına gökten inen bir kişi değil onların içinde yetişmiş bir insandır. Allah cc nin kainat kitabını iyi okuyan israiloğulları kendi içlerinden bir Talut ve Davud çıkartarak calut ordusunu perişan etmişlerdir. Bu orduyu perişen ederlerken Allah onlara gökten melek indirmemiş olup oyunun kurallarına göre hareket ederek başarıyı yakalamışlardır. Bugün müslümanlarında aynı şekil bir çalışma ile bir Talut ve Davuda her zamandan daha fazla ihtiyacı bulunmaktadır.

Kur'an da Davud ve Zülkarneyn, ikiside mülk ve güç sahibi olarak gördüğümüz şahsiyetler olup onlar ile ilgili ayetler sadece yaşadıkları zaman ve mekan çerçevesi dahilinde okunduğunda mesajı ıskalamış oluruz. Zülkarneyn'in kehf suresinde anlatılan kıssasında ye'cüc ve me'cüc fesadına karşı engel yapması için kullandığı madde demir ve bakır olduğu görülmektedir.

[018.096] «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca: «Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi.

Hadid s. 25. ayetine dönecek olursak, orada demirin güç sembolu olarak insanların hizmetine sunulduğu beyan edilmektedir. Bu gücün, elinde bulunan kişiye göre şekil aldığı unutulmamalıdır, Allah cc yaratmış olduğu insanın kafir veya mü'min olduğuna bakmaksızın kainat kitabı dediğimiz evrensel yasaları okuyanlar bu gücü eline geçireceklerdir. Tarihte bir çok örnek demiri işlemek sureti ile güç kazananların, bu güçlerini kötüye kullanmak sureti ile dünyayı nasıl fesada boğdukları herkesin malumudur.

Allah cc nin kainata koymuş olduğu ayetleri okuyarak ellerine bu gücü geçirenler sadece dünya hayatının geçici menfaatlerini düşünerek milyonlarca insanı katletmekten geri durmamışlardır. Bizler müslümanlar olarak kainat ayetlerini okuduğumuz müddetçe ilim ve teknikte gelişme sürecimiz devam etmiş , bu okumaları kafirler yapmaya başladığı zaman müslümanlar geriye kalmış ve bugüne kadar süregelen zulüm ve baskılara maruz kalmışlardır. 

Allah cc nin ayetleri sadece elçileri vasıtası ile göndermiş olduğu vahiyler olmayıp kevni ayetler dediğimiz ve o ayetleri okuyan herkesin mü'min veya kafir olduğuna bakılmaksızın çalışmalarının karşılığını vermesi onun "Errahman" isminin bir tecellisidir. Rahman olan Allah indirmiş olduğu kevni ayetleri doğru okuyarak o yolda çalışan kullarını çalışmalarında başarılı kılmaktadır. 

Bizler imanın sadece elçiler ile inen kitablara olacağını zannettiğimiz için diğer kitabı okumayı bırakıp, elimizdeki mushafı sesi güzel hafızlar vasıtası ile okuduğumuzu zanneder olmuşuz , halbuki müslüman önce kainat kitabını okuyacak ve bu okuma sonucu hakettiği imkanları nasıl kullanacağını eldeki mushaf tan öğrenecektir. Kainat kitabını okumadan sadece mushaftan okunan ayetler bizleri bu günkü durumumuzdan kurtarmadığına göre bir yerlerde yanlış yapıyoruz demektir. "Kur'an mekke de indi , kahire de okundu , istanbulda yazıldı" sözleri hepimizin bildiği bir söz olup, kur'anın güzel bir yazı ve güzel bir okumadan ibaret olduğunu bizlere anlatıp bunu yaptığımızda dört dörtlük bir imana sahip olacağımız maalesef inandırıldı.

Bugün kainat kitabını doğru okuyarak Errahman isminin tecellisine nail olan müstekbirler bu gücü nasıl kullanacaklarını, elçiler vasıtası ile inmiş olan kitab'lara iman etmedikleri için elde ettikleri bu gücü Allah cc nin istediği noktada kullanmayıp onlarda bir yerlerde yanlış yaparak insanlara zulmektedirler.

İşte kur'an kıssalarının önemi burada ortaya çıkmaktadır, insanlık tarihini kur'an gözü ile okuyacak olursak, zalim ve mazlumların savaşı olarak ifade edebileceğimiz bir durum ortaya çıkar. Allah cc göndermiş olduğu elçilere ve ona inananlara zulmedenleri helak ettiğini bir çok ayetinde beyan etmektedir.Bir çok ayet kendilerine güç , servet, evlat verilenlerin bu gücü Allah cc nin istediği doğrultuda kullanmayanların helak edildiğini ve bu durumu tekrar edenlerin kıyamet günü ebedi, olarak cehennnem ile cezalanadırılacaklarını beyan etmektedir.

Kendilerine verilen güç, servet, evlat gibi imkanların nasıl kullanılacağını yine elçilerin rol modelliği şeklinde onların böyle bir güç kazanımını nasıl kullandıkları anlatılarak bu durumda olanların nasıl hareket etmeleri gerektiği  öğretilmiştir. Davud as kıssası bu gözle okunması gereken bir kıssadır. Elçilerin klasik anlmada "sünnet" dediğimiz örneklikleri bu kıssaları anlamamızda ve hayata geçirme noktasında

Davud as askeri dehası sayesinde güç sahibi olmuş kul olarak güç sahiplerinin örnek alması gereken bir elçidir. Güç sembolu olan demiri kainat yasalarına uygun olarak işleyip başka insanlar üzerinde hakimiyet sağlayan Davud as bu gücü Allah cc nin kendisine vermiş olduğu vahiy ile birlikte okumuş ve hayata geçirmiştir. Davud as kıssasını okuayacak olursak elinde olan bu gücü insanlara zulüm için asla kullanmamış , aksine bu gücü verene karşı sorumlu olduğunu bir an bile unutmamıştır.

Elinde güç bulunduran insanların ekolojik dengeyi bozmaları sadece bir kaç yüzyıllık sorun olmayıp insanlık tarihinin bir sorunu olarak kur'anda yerini bulmuştur.

 [030.041]  İnsanların elleriyle işlediklerinden dolayı karada ve denizde Fesad belirdi. Ki yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki dönerler.
[002.205]  O, (Allahın emirlerine) sırt çevirdimi yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.

Eline fırsat geçtimi fesada meyyal olan insanın bu fesadı, sadece insanları değil bütün arz'ı etkilemektedir. Amerikanın japonyaya attığı iki tane atom bombasının izleri hala silinememiş olması bu fesadın boyutunun ne derece korkunç olduğunu gözler önüne sermektedir. Dağların ve kuşların Davud as ile birlikte tesbih ettiğini beyan eden ayetler burada anlamını bulmaktadır.

[034.010-11]  Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar yap ve dokumasını sağlam tut, diye. Ve salih ameller işleyin. Muhakkak ki Ben; yapmakta olduğunuz şeyi görenim.
[021.079]  Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.

Üstteki ayetlerde Dağlar ve kuşların Davud as ile birlikte tesbih ettiği , kuşların ve dağların onun emrine musahhar kılındığı beyan edilmektedir, peki bu ayetlerden nasıl bir mesaj çıkarabiliriz?.

Tesbih kelimesinin anlamına , " varlıklar üzerinde Allah cc nin koymuş olduğu yasalar" diyebiliriz. Dağların ve kuşların Davud ile birlikte tesbih etmesi demek , Davud as ın elinde bulunan güç ile ekolojik dengeye herhangi bir fesada uğratmadan yani yaratılmışların tesbihlerini bozmadan bu gücü kullanmasını ifade eder. Dağların ve kuşların Davud as a musahhar kılınmaları bu konuyla alakalı olup , onun kendi kullanımına verilen bu nesneleri doğru biçimde kullanması ve arz üzerindeki dengeyi bozmaması olarak anlaşılabilir.

Bu gün dünyanın içinde bulunduğu en büyük sorunlardan biri olan çevre sorunlarının baş sebebi gücü elinde bulunduran müstekbirlerin dünyayı babalarının çiftlikleri zannedip , orada her istediklerini yapabileceklerini zannetmeleridir. Aynı müstekbirler çevreye verdikleri felaketin farkında olarak hem önlemler almaya alışmakta , hemde bu fesadı olanca güçleri ile devam ettirerek ekolojik dengeyi bozmaktadırlar. Dünya üzerinde sadece kendilerinin yaşama hakları olduğunu zannedenler , yaydıkları fesadın kendilerinede çarptığını görmekle beraber bu azgınlıklarından vaz geçip dünyada kendilerinden başka insanların , bitkilerin hayvanların v.s ninde yaşama hakları olduğunu görmezlikten gelmektedirler.

Zülkarneynin'de aynı şekilde ordusu ile çok geniş bir coğrafya'ya hakim olan birisi olduğu kehf suresinde anlatılan kıssasından anlaşılmaktadır. Ye'cüc ve me'cüc ün fesadına karşı yardım isteyen kavme demiri kullanarak set yapmış ve bu set yapam karşılığında onlardan herhangi bir ücret istememiştir. 

Bugün ulusların birbirleri ile olan ilişkisine baktığımızda tam bir kurt kuzu ilişkisinin hakim  olduğu görülmektedir. Müstekbirler karşılarında olanı ezmek için her türlü yola başvurmakta olup onların güçsüzlüklerini fırsat bilerek olanca güçleri ile onları ezmektedirler. Yardıma muhtaç olan bir ülkeye hiç bir ülke babasının hayrına yardım etmemekte , kısa ve uzun vadede onu sömürmek için bu yardımı yapmaktadır. 

Sonuç olarak; kur'an kıssalarını geçmişte yaşanmış hayat içinden geçmişlerin örnekleri olarak, yaşanan hayat içindeki sorunlara çare olacak mesajlar olarak okumak,kur'anın evrensel mesajını okumak anlamına gelecektir. Davud ve Zülkarneyn kıssası da böyle bir mesaja sahip olup, anlaşılması ve hayat içinde tatbiki gereken mesajlar içermektedir. Demirin güç sembolu olarak elinde bulundurana göre şekil kazanması, günümüzde bu gücün müstekbirlerin elinde olmasından dolayı dünya büyük bir fesad hareketi içinde olup insanlar ve ekolojik denge tehdit altındadır. Allah cc kainat yasalarına koymuş olduğu ölçü içersinde bu ölçülere göre çalışanı Rahman ismi gereğince muvaffak kılar , ancak bu muvaffak kılması o insanların istedikleri gibi hareket etmelerini gerektirmez. Allah cc nin elçiler ile indirmiş olduğu hatırlatmalar içinde olan ayetler , güç sahiplerinin nasıl hareket edeceğini düzenler. Kıssa yollu anlatım uslubu içinde geçmişte kendisine güç verilenlerin bu gücü yanlış ve doğru biçimde kullanmaları neticesinde uğradıkları ve uğrayacakları akıbet aynı vahiy içinde beyan edilmiştir. Davud ve Zülkarneyn örneği bu gücü doğru kullananlara bir örneklik teşkil etmekte olup, bugün bizlerin böyle insanlar çıkaramamış olması Allah cc nin kitabını, sadece elçilere göndermiş olduğu kitaplar zannedip  onlaraa iman ettiğimizi dil ile söylemekle cennete gideceğimizi zannederek vebalini dünya ve ahirette ödemek durumunda olduğumuz bir hal içinde bırakmıştır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

17 Haziran 2014 Salı

Aişe Validemizin Evlilik Yaşı Üzerine Bir Değerlendirme

Aişe r.a Muhammed as ın eşlerinden birisi olup evlilik yaşı konusunda özellikle ateist kesimden olmak üzere bir takım hakaretamiz ifadelerle Muhammed as ın ahlakı konusunda sözler edilmektedir. Bu yazımız Muhammed as ın üstün ahlakı konusunu ispat etmekten ziyade bu hakaretleri ezilmişlik psikolojisi altında ele alıp göğüs germe çalışmalarını hakkında olacaktır.

Rivayet kitaplarına baktığımız zaman Aişe r.a Muhammed as ile 6 veya 7 yaşında nişanlanmış , 9 veya 10 yaşında evlenmiştir. Bu yaş bakıldığı zaman çocuk bir yaş olup , Muhammed as ın nasıl olurda çocuk yaşta biriyle evlenebildiği konusunda onun ahlaki yönden bozuk bir yapıya sahip olduğu konusunda sözler işitilir olmuştur.

Ateist kesimin Allah cc ve elçisine iman etmeme sebebleri sadece bu olmadığı için Muhammed as ın ahlaksız olmadığını ispatlarsak ateistlerde belki müslüman olur diye bir düşünceye kapılırsak yanılmış oluruz. Yazımızda yaş konusu ile ilgili değerlendirmeler üzerinde durmaya gayret edeceğiz , ancak  çocuk yaşta evliliği müdafaa etme durumunda olmadan konuyla alakalı yaklaşımların yanlışlığı üzerinde duracağız.

Öncelikle olayın yaşandığı zaman 1500 yıla yakın biz zaman önce arabistan yarımadasının bir şehrindedir. Bölgenin sıcak bir iklime sahip olduğu herkesin malumu olup sıcak iklime sahip olan bölgede yaşayan insanlarla , soğuk iklime sahip olan bölgede yaşayan insanlar arasında anatomik farklar bulunmaktadır. Sıcak iklim insanları soğuk iklim insanlarına göre daha erken gelişmekte olup bu gerçeği göz ardı etmemek gerekmektedir. Bu yazının sahibi 40 sene öncesi ortaokula gittiği dönemde sakal traşı olmak zorunda kalan talebelere şahit olmuş ,  bugün 6. veya 7. sınıflarda bırakın öğrencinin traş olmasını daha bu çocuk bu sınıfa nasıl gidebilir düşüneceğimiz küçük çocuklar mevcuttur. Bunu hatırlatmaktaki amacımız insan fizyolojsinin bu kadar kısa zamanda gösterdiği değişikliği hatırlatarak, bugünkü değerler ile 1500 sene öncesini değerlendirmenin vereceği bilginin doğruluğu hakkında biraz düşündürmektir.

Biz evlilik yaşının erken olduğunu bu günkü örf ve gelenekler üzerinden değerlendirip 1500 yıl öncesi örf ve gelenekleri bilmeden o günü yargılamaktayız. Muhammed as ın örf ve geleneklerin hakim olduğu bir toplum içinde yaşayan bir insan olduğu öncelikle hesaba katılarak yapmış olduğu herhangi bir yanlış hareket toplumun yaşayan dinamikleri ile çatıştığı takdirde tepki toplayacağını bilmektedir. 

Mesela o günkü toplumda evlatlıkların boşamış olduğu eş ile evlenmek ahlaksızlık olarak görülmekte olup , Zeyd'in boşamış olduğu eşi ile evlendirilerek bu tabu Allah cc tarafından yıkılmış ve bu tür bir evlenmenin ahlaksızlık olarak algılanamayacağı onun üzerinde pratik olarak uygulanarak gösterilmiştir , ahzab s. 37-38-39. ayetleri bu uygulama konusu ile alakalı olup aynı surenin 4. ve 5. ayetleri alt yapıyı hazırlayan ayetlerdir. Allah cc çocuk yaşta evliliğin  tabu olarak görüldüğü medine toplumunda, onu çocuk yaşta olan Aişe r.a ile evlendirerek böyle yanlış bir uygulamaya son verdirmek gibi durum içinde olsaydı bu kur'an ayetiyle belirtilirdi, ama böyle bir durum asla olmamıştır. 

Muhammed as o günkü toplum içinde astığı astık kestiği kestik zalim bir kral değil , alemlere rahmet olarak gönderilen "üsvetün hasene" olan bir kişidir. Herhangi bir konuda fikir yürüttüğü zaman sahabe tarafından "bu vahiymi yoksa kendi düşüncenmi?" şeklinde sorular sorulmuş uhud harbi örneğinde sahabenin öngördüğü savaş stratejisi uygulanmıştır. Aykırı olarak yaptığı bir iş bu günkü bir takım müslümanların alim zat olarak kabul ettiği zatlardan sadır olan hataları "yapıyorsa bir hikmeti vardır" şeklinde asla kabul görmez, aksine red edilirdi. 

Muhammed as bile o günkü örf ve geleneklerin hakim olduğu bir toplumda yaşayan, kendisinide o örf doğrultusunda hareket etme zorunda gören bir kişi olup, zeyd'in boşadığı eşi ile ilgili ayetlerde bunu çok açık bir biçimde görmekteyiz. Aişe r.a nın çocuk çağda olduğu gerekçesi ile evlenmeye engel olacak bir durumu olsaydı bu evlilik toplum dinamiklerine aykırı olduğu gerekçesi ile asla gerçekleşmezdi. Toplumun örf olarak kabul ettiği , kur'anın bunu açıkça red etmediği herhangi bir hareketi topluma aykırı düşecek şekilde uygulaması diye bir durumu asla söz konusu olamaz. 

Aişe r. a nın yaşının küçük olduğunu rivayet kitaplarından öğrenmekteyiz. Aynı rivayet kitaplarında yaşının büyük olduğu yolunda kayıtlarda mevcut olup, tarihte geçen herhangi bir konunun aktarılış biçiminin ne kadar kaypak bir zemine dayandığının görülmesi açısından dikkat çekicidir. Olayın yaşandığı zaman çerçevesi içinde doğan bir kişinin bugünkü kimlik kayıtları çıkarılıp eline kimlik kartı verilmediğine bu kayıtlarda aynen bu güne kadar gelmediğine göre yaş konusu herkes için kesinlik kazanmış bir durum değildir. Aişe r. a nın yaşının büyük olduğunu o rivayet kitaplarını delil göstererek yaptığımız takdirde , yaşının küçük olduğunu ifade eden rivayet kitaplarındaki deliller ile bir başkası karşımıza çıkacak olup "sendeki rivayetlerden bendede var seninkinin doğruluğuna dair vahiymi var" der , bizde ona herhengi bir ceavp veremeyiz.

Müslümanlar olarak eziklik psikoljisi altında kalarak birilerinin Muhammed as için ahlaksızca ifadeler kullanmasından yola çıkarak onu aklama çabası bizlerinde ne kadar çelişkili bilgiler ile haiz olduğumuzun bir göstergesidir. Ateistler Allah cc nin indirmiş olduğu kitap ta "onun üstün bir ahlaka sahip olduğu" beyan edilen ayete inanmazlarken insanların tuttukları kayıtlar ile oluşturulmuş rivayet kitablarındaki bilgilerden yola çıkarak Muhammed as ı ahlaksızlıkla suçlamaları onların başka bir çelişkisidir. 

Sonuç olarak; Muhammed as ın çocuk yaşta olan Aişe r.a ile evlenerek ahlaksızca bir şey yaptığını iddia edenlere karşılık bizlerin , onun ahlaksız olmadığını ispat etmek için başka rivayetleri öne sürerek, Aişe r. a nın yaşının daha büyük olduğu yolundaki rivayetler , aynı şekilde onun küçük olduğunu iddia eden rivayetlerin güvenilirliliği kadardır. 1500 yıla yakın bir zaman önce yaşanmış olayın zaman , mekan ve o toplumun örflerini bilmeden bugünkü paradigmalarla eleştiriye tabi tutulması doğru bir sonuç çıkarmayacağı açıktır. Açık ve net olan şey şudurki; Allah cc nin bir elçisi olması hasebiyle "üsvetün hasenetün"(en güzel örnek) , "sen üstün bir ahlaka sahipsin" sözleriyle taltif edilmiş olan bir kişinin ahlaka aykırı olarak herhangi bir şey yapmayacağıdır. Eğer Aişe r.a evlenemeyecek kadar küçük biri olsaydı önce bu evliliği 1-Muhammed as talep etmez , 2-sonra babası kabul etmez, 3-sonra da o toplumun örf ve gelenekleri kabul etmezdi. Bizim kimseye Muhammed as ın küçük bir kızla evlenmediğini ispat etmek sureti ile zanni bilgilerle yola çıkarak çelişkili rivayetleri ortaya koyarak ayrı bir hataya düşmemize gerek olmayıp kur'anın ve yaşadığı toplumun böyle bir evliliğe karşı çıkmaması Aişe r. a evlenmek için gerekli olan reşidliğe ulaştığı için evlendiği yeterli görülmelidir. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.