14 Ocak 2019 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde Al-i İmran s. 93. Ayetine Verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinin karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde, bu ayetin mealinin diğer meallerden farklı olduğunu görecek, hangi mealin doğru olduğu yönündeki sorusuna cevap aramaya gidecektir. Yazımızın konusu bu ayetin hangi çevirisinin doğru olabileceği üzerinedir.

Öncelikle ilgili ayetin 94. ayet ile birlikte Arapça metnini ve Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan çevirisini vermek istiyoruz. 

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلَّا مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَىٰ نَفْسِهِ مِنْ قَبْلِ أَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ ۗ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ

فَمَنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

93- (Yahudiler dediler ki) Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in[1*] kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir. De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım.”[2*] 

94- Tevrat’ı okuduktan sonra kendi yalanını Allah'a mal edenler yanlış yapanlardır. 


[1*] Yakup (as)’nin lakabı İsrail’dir. Bu nedenle onun soyundan gelenlere İsrailoğulları denir. Tevrat’ın Musa aleyhisselama indirilen kitap olduğu söylenir ama Kur’an’da bunu doğrulayan tek bir ifadeye rastlanmaz. Bir âyet şöyledir: İçinde bir rehber ve nur olan Tevrat’ı biz indirdik. Allah’a teslim olmuş nebîler, Yahudiler arasında onunla hükmederler. Hocalar ve âlimler de Allah’ın kitabını koruma görevleri gereği onunla hükmeder, uygulamaya şahit olurlar. Siz, insanlardan korkmayın; benden korkun. Ayetlerimi geçici bir çıkara karşılık satmayın. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, ayetleri görmezlikte direnenlerdir (kâfirlerdir.) (Maîde 5/44)
Ya‘kūb aleyhisselamın on iki oğluna ve onların soyundan gelenlere esbât denir. Bakara 2/136, Al-i İmran 3/84 ve Nisa 4/162. âyetlere göre esbât içinden nebi olanlara da kitap indirilmiştir. Bunlardan İsa aleyhisselama İncil verildiği için (Mâide 46) Tevrat, Yakub aleyhisselamdan İsa aleyhisselama kadar İsrailoğulların nebîlerine verilen kitapların toplamından ibarettir.
[2*] Allah Teala şöyle demiştir: “Yahudilere tek tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlarla kemiklerine karışanlar dışında kalan iç yağlarını da haram kıldık. Bu, (batıl yolla) üstünlük kurma çabalarına karşılık onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğruyu söyleriz.” (En’âm 6/146) Bu ve benzeri âyetler inince Yahudiler bunu reddederek yukarıdaki sözleri söylemişlerdi. Halbuki Tevrat’a göre de Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. Çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile geviş getirmeyen domuz haramdır. Karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri, kirpi, bukalemun, kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da haramdır. (Bkz. Levililer 11, Tesniye 14)

Al-i İmran s. 93. ayetinin Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan meali ile, diğer mealler arasındaki fark, ayetin başında parantez içine alınmış olarak yazılan, Yahudiler dediler ki kısmıdır. Süleymaniye Vakfı tarafından yapılmış olan Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinde, "  Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir."  cümlesi, Allah (c.c) tarafından değil, Yahudiler tarafından söylenmektedir.  Ancak bu ayetin diğer meallerine, baktığımızda, bu sözün Allah (c.c) tarafından söylendiği görülmektedir. 

Tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, Al-i İmran s. 93. ayetindeki cümlenin, Allah (c.c) tarafından söylenmiş olan, ve Yakup (a.s) ın bazı kişisel nedenlerden dolayı yemediği yiyecekler dışındaki (o yiyeceklerin de helal olmasına rağmen, Yakup (a.s) tarafından bazı nedenlerden ötürü yenilmemektedir) bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğunu beyan eden bir söz olduğu anlaşılırken, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde ise, Allah (c.c) tarafından 94. ayette yalan olarak beyan edilen bir söz olduğu anlaşılmaktadır.

Süleymaniye Vakfı tarafından ayetin başına açılan parantezin içine yazılan Yahudiler dediler ki ifadesinin sebebini, ayetin altına açtıkları dipnotta belirtmektedir. Dipnotta, Yahudilerin Al-i İmran s. 93. ayetindeki sözleri söyleme sebebi olarak, Enam s. 146. ayeti gösterilmektedir. Yahudiler kendilerine bazı yiyeceklerin haram kılındığını beyan eden ayetler indiğinde bunu ret etmişler, kendileri için böyle bir haramlılığın olmadığını Al-i İmran s. 93. ayetteki sözler ile dile getirmişlerdir.

Ancak Enam s. 146. ayeti, her ne kadar Yahudiler ile ilgili ise de, bu ayet 136. ayetten başlayıp 153. ayete kadar giden bir bağlama dahildir. Bu bağlama sahip olan ayetlerin, Mekke müşriklerinin şirk inançları ile ilgili olduğu için, Mekke'de inmiş olması gerekmektedir. Vakfa göre Mekke'de inen bu ayete itiraz edenler, cevabı Medine'de inen bir ayette almışlardır.

Kanaatimizce vakıf tarafından Al-i İmran s. 93. ayetine verilen anlamda, Enam s. 146. ayetinin dikkate alınması hatalı bir yaklaşımdır. Eğer Yahudiler Enam s. 146. ayetine karşı bir itiraz getirmiş olsalardı, bu itirazları Al-i İmran s. 93. ayetinde olduğu gibi değil, "Allah bize özel olarak hiç bir şeyi haram kılmadı" gibisinden olması, veya ilgili ayet içinde açık ve net olarak diğer ayetlerde olduğu gibi "Galetil Yahudi" (Yahudi dedi ki) şeklinde bir Arapça metin olması gerekirdi. Yahudilerin Enam s. 146. ayetine getirdiklerini düşündüğü itiraz, ve bu düşünce yönünde vakıf meal yapıcılarının açtıkları ilave parantez, kanaatimizce yanlış bir parantezdir. 

Peki Al-i İmran s. 93. ayeti ile ilgili olan hangi ayetlerdir? denilirse, şu ayetleri sıralayabiliriz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.

[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.



[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Al-i İmran 93. ve 94. ayetlerinde önceden helal olduğu halde İsrailoğullarına haram kılınan bazı yiyeceklerin haramlılığının arızi olduğu beyan edilmektedir. Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde bu arızi durumun gerekçesi beyan edilmekte, Al-i İmran s. 50. ayetinde ise bu arızi haramların bir kısmının İsa (a.s) a inen vahiy ile helal kılındığı beyan edilmektedir. Araf s. 157. ayetinde ise, geri kalan haramların tamamının Muhammed (a.s) ile birlikte sona erdiği beyan edilmektedir. 

Süleymaniye Vakfı'nın ilgili ayete böyle bir parantez açmasının diğer bir sebebi kanaatimizce şu olabilir: 

Ayetin ikinci cümlesi olan, "De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım"  cümlesinde geçen, İn küntüm sadıkin ifadesinin geçtiği diğer ayetlerde, bu ifade öncesinde genellikle, inkarcılar tarafından söylenen bir sözün olması, vakıf meal yapıcılarında Al-i İmran s. 93. ayetinin ilk cümlesinin de inkarcılar tarafından söylenmiş bir söz olabileceği kanaati uyandırmış olabilir. 

Al-i İmran s. 93. ayetini nasıl anlayabiliriz? dersek, şöyle bir cevabımız olabilir:

Medine'de bulunan Yahudiler muhtemelen, kendilerine özel kılınan bu haramlığın, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde beyan edilen gerekçelere istinaden değil, Tevrat öncesine dayanan bir geçmişi olduğunu, sadece kendilerine değil bütün ümmetlere has bir yasak olduğunu savunuyor olmalıdırlar. Yahudilerin kendilerini Allah'ın oğulları ve sevgili kulları olarak görmüş olmaları (5. 18), kendilerine özel olarak kılınan böyle bir haramlılık ile uyuşmamaktadır. Allah (c.c) onların bu iddialarını, Al-i İmran s. 93. ayetinde öne sürerek, bunun aksini savunuyorlar ise, Tevrat'ı getirerek o kitapta bulunan bu konudaki beyanı ortaya koymalarını istemektedir.

Olayı şu karşılıklı konuşma üslubu içinde anlatacak olursak:

Yahudiler= Bu haramlar bize özel bir haram değil, tüm insanlara kılınan bir haramlıktır.

Allah (c.c)= İsrailoğullarına kılınan bu haramlıklar, Tevrat öncesi değil, Tevrat'ın indirilmesinden sonra, onların işledikleri bazı cürümler sebebi iledir. Aksini iddia eden varsa getirsin Tevrat'ı ortaya koysun.

Vakfın hatası, Nisa s. 160. ve 161. ayetleri dikkate almak yerine, Enam s. 146. ayetini dikkate almış olmasıdır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

Bu ayetlere baktığımızda, İsrailoğullarına yapmış oldukları bazı yanlışlar sebebi ile onlara helal olan bazı yiyeceklerin, yaptıklarının bir cezası olarak haram kılındığı anlaşılmaktadır. Bu haramların ne olduğu ise Enam ve Nahl s. ayetlerinde beyan edilmektedir. 

Nisa s. 160. ve 161. ayetlerindeki gerekçelere istinaden, İsrailoğullarına helal olan bazı yiyeceklerin haram kılınma yolu, onlara gönderilen elçi ve kitap ile olması gerekmektedir. Çünkü Allah (c.c) kulları ile ilgili emir ve yasakları, o kullar içinden seçtiği insanlar aracılığı ile göndermektedir.

İsrailoğullarına verilen bu cezanın bilgi kaynağı elçiler olup, bu yasaklar onlara elçiler ve onlara inen kitap aracılığı ile bildirilmiştir. İsrailoğullarına inen kitabın isminin bize Tevrat olarak beyan edilmiş olması burada dikkate değerdir. İsrailoğullarına Musa (a.s) öncesinde de elçi ve kitap gönderildiğini hesap edersek, bu kitabın adının Tevrat olması gerektiği açıktır.

Al-i İmran s. 93. ayetini, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerini dikkate alarak okuduğumuz şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: 


Allah (c.c) İsrailoğulları dahil olmak üzere, tüm kullarına Tayyibat olarak beyan ettiği yiyecekleri helal kılmıştır (2. 168/  5. 4-5-88/ 16. 114). İsrailoğullarına helal olduğu halde sonradan haram edilen tayyibatın, onlara elçileri aracılığı ile bildirilmiş olması gerektiğine göre, Tevrat'ın indirilmesinden önce böyle bir yasağın da olmaMAsı icap etmektedir. İşte Al-i İmran s. 93. ayeti bu durumu beyan etmektedir. O zaman bu ayetteki sözün İsrailoğullarına değil, Allah (c.c) ye ait olması gerekmektedir.

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı mealinde, Al-i İmran s. 93. ayetinin başına açılan parantez hatalı olarak açılmıştır. Vakıf yetkilileri şayet ayeti, Enam s. 146. ayetini değil, Nisa s. 160. 161. ayetlerini dikkate alarak anlamaya çalışmış olsalardı, böyle bir hatayı yapmalarına gerek  kalmayacaktı.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


11 Ocak 2019 Cuma

AL-İ İMRAN SURESİ MEALİ

1- Elif. Lâm. Mim.

2- Allah, O'ndan başka tanrı yoktur. O, yaşamaktadır (yarattıkları üzerinde her an) ayaktadır

3- Önündekini doğrulayıcı olan kitabı sana gerçek (bir neden)le indirdi. Ve Tevrat'ı ve İncil'i de indirdi 

4- Önceden  insanlar için yol gösterici olarak. Ve (doğru ile yanlışın arasını) ayıranı da indirmişti. Şüphesiz ki onlar Allah'ın ayetlerini örttüler, onlar için şiddetli azap vardır. Ve Allah güçlüdür intikam sahibidir.

5- Şüphesiz ki Allah, ne yerde ve ne de gökte, hiçbir şey O'na gizli kalmaz.

6- O, sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendirendir. O'ndan başka tanrı yoktur.  Çok güçlüdür en bilgedir.

7- O, kitabı sana indirendir. Onda (dış etkenlere karşı) sağlamlaştırılmış ayetler vardır ki, onlar kitabın anasıdır. Ve diğerleri ise benzeşenlerdir. Kalplerinde kaypaklık bulunanlara gelince, kargaşa peşine düşmek ve onun dönüşümünün peşine düşmek için, ondan benzeşenine uyarlar. Oysa onun geri dönüşümünü Allah'tan başkası bilmiyor. Ve bilgi de derinleşenler derler ki: "Biz ona inandık hepsi Efendimizin yanındandır." Temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamıyor.

8- 9- (Onlar ki): "Efendimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma, katından bize rahmet bahşet, hiç şüphesiz ki sen bolca bahşedensin. Efendimiz, şüphesiz ki sen geleceğinde belirsizlik olmayan bir günde insanları toplayıcısın. Şüphesiz ki Allah verdiği o söze aykırı davranmaz" (derler)

10-  Şüphesiz ki (gerçeği) örtenlerin ne malları ve ne de çocukları onlardan Allah'tan hiçbir şeye karşı zenginleştirmeyecektir. Ve işte onlar ateşin yakıtıdır.

11- (Bunların izledikleri yol) Firavun'un yoldaşları ve ondan öncekilerin aynı minval üzere olan hali gibidir. Onlar ayetlerimizi yalanlamışlardı. Bu nedenle Allah'ta onları işledikleri suçlar sebebi ile tutuvermişti. Ve Allah'ın sonuçlandırması şiddetlidir.

12- (Gerçeği) örtenlere de ki: "Yakında üstün gelinecek ve cehenneme sürülüp toplanacaksınız. Ve ne sıkıntılı bir yataktır."

13- Birbiri ile karşılaşan iki askeri birlikte mutlaka sizin için alınması gereken ders vardır.  Bir askeri birlik Allah'ın yolunda savaşıyor, diğeri ise (gerçeği) örtücüler idi. (Allah'ın yolunda savaşan birlik, inkârcı birliğin daha fazla olmalarına rağmen) gözün görüşü ile kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Ve Allah yardımı ile dilediğini güçlendirir. Şüphesiz ki bunda basiret sahipleri için kesinlikle bir delil vardır.

14- Kadınlardan ve oğullardan ve kantar kantar altın ve gümüşten ve alametlendirilmiş atlardan ve hayvanlardan ve ekinlerden yana olan düşkünlüğün sevgisi, insanlara süslendi. Bu şimdiki yaşamın yararıdır. Ve Allah, varılacak yerin en güzeli O'nun  yanındadır.

15- De ki: "Size bundan daha hayırlı olanı haber vereyim mi? Korunanlar için Efendilerinin yanında, orada ölüm görmemek üzere kalıcı olacakları altından nehirler akar cennetler ve tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır." Ve Allah kullarını görücüdür.

16- 17- Onlar: "Ey Efendimiz şüphesiz ki biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru" diyen, sıkıntılara karşı direnerek gayret eden ve doğru sözlü olan ve itaatten ayrılmayan ve dağıtan ve seher vakitlerinde bağışlanma isteyenlerdir.

18- Allah, hakkaniyetli olmayı ayakta tutarak kendisinden başka tanrı olmadığına tanıklık etti. Melekler ve bilgi sahipleri de (eşitliği ayakta tutarak tanıklık etti). O'ndan başka kulluk edilen yoktur. Çok güçlüdür en bilgedir.

19- Şüphesiz ki Allah'ın yanında (geçerli olan) itaat sistemi, İslam'dır. Kitap verilmiş olanlar onlara bilgi geldikten sonra aralarındaki saldırganlıktan başka bir nedenle ayrışmadılar. Ve kim Allah'ın ayetlerini örterse, artık şüphesiz ki Allah hesabı hızlı görendir.

20- Eğer seninle tartışacak olurlarsa artık de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte yüzümü Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilmiş olanlara ve kitap bilgisi olmayan (Araplara) de ki: "Siz de teslim ettiniz mi?" Eğer teslim ederlerse, kesinlikle doğru yolu bulmuşlardır. Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık sana düşen ancak ve ancak ulaştırmaktır. Ve Allah kullarını görücüdür.

21- Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini örtenler ve  habercileri gerçek (bir neden) olmaksızın öldürenler ve insanlardan hakkaniyeti buyuranları öldürenler var ya, artık onları acı azabla müjdelendir.

22- İşte bunların işledikleri, şimdikinde ve sonrakinde boşa gitmiştir. Ve onlar için yardımcılardan da kimse yoktur.

23- Kendilerine, kitap'tan bir hisse verilen (Yahudi) leri görmedin mi? Aralarında karar vermesi için Allah'ın kitabına (Tevrat'a) çağrılıyor, da  sonra onlardan bir kısmı (başka tarafa) yönelerek kayıtsız kalıyorlar.

24- İşte bu, onların: "Ateş bize sayılı günlerden başka asla dokunmayacaktır"  demiş olmalarındandır. Ve itaat sistemlerinde yakıştırmakta oldukları (bu yalan) onları aldatmaktadır.

25- Onda belirsizlik olmayan bir gün için onları topladığımız ve her kişiye kazandığının karşılığı onlar haksızlığa uğratılmadan tastamam ödendiği zaman, artık nasıl olacak?

26- 27- De ki: "Hükümranlığın sahibi olan Allah'ım, hükümranlığı dilediğine verir ve hükümranlığı dilediğinden de çekip alırsın, dileğini güçlü kılar ve dilediğini de aşağılık kılarsın. Hayır senin elindedir. Şüphesiz ki sen her şey üzerine ölçü koyucusun. Geceyi gündüze geçirir ve gündüzü de geceye geçirirsin. Ve ölüden yaşamı çıkarır ve yaşamdan da ölüyü çıkarırsın. Ve dilediğini de hesapsız rızıklandırırsın."

28- İnananlar, inananların aşağısından (gerçeği) örtücülere yönelenler olarak tutunmasın. Ve kim böyle yaparsa, artık Allah'tan hiçbir şey üzerinde değildir. Ancak onlardan korunma gereği gibi bir durumda olmanız hariç. Ve Allah sizi benliğinden sakındırır. Ve dönüş Allah'adır.

29- De ki: "Göğüslerinizde olanı gizleseniz de veya onu açığa vursanız da, Allah onu bilir. Göklerde olanları ve yerde olanları bilir. Allah her şey üzerine ölçü koyucudur."

30- O gün her benlik hayırdan ne işlemiş ise onu hazırlanmış halde bulacak. Ve kötülükten ne işlemiş ise, kötülüğü ile kendisi arasında uzak bir süre olmasını arzu edecek. Ve Allah sizi benliğinden sakındırır. Ve Allah kullarına karşı çok acıyandır.

31- De ki: "Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah'ta sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir."

32- De ki: "Allah'a ve elçiye itaat edin." Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık şüphesiz ki Allah (gerçeği) örtücüleri sevmez. 

33- Şüphesiz ki Allah, Adem'i ve Nuh'u ve İbrahim ailesini ve İmran ailesini, insanların üzerine seçkinleştirdi.

34- Bunlar birbirinden türemiş olan bir soydur. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

35- Ve bir zaman İmran'ın karısı: "Ey Efendim, şüphesiz ki ben karnımdakini hür olarak sana adadım, artık onu benden kabul buyur. Şüphesiz ki sen hakkıyla işiticisin hakkıyla bilicisin" demişti.

36- Onu (kucağına) koyduğunda, - ve Allah onun (kucağına) ne koyduğunu ve (istemiş olduğu) erkek, (onun kucağına koyduğu) kız gibi olmayacağını en iyi bildiği halde- "Ey Efendim, onu dişi olarak (kucağıma) koydum. Ve şüphesiz ki ben onu Meryem olarak isimlendirdim. Ve şüphesiz ki ben onu ve soyunu taşlanmış şeytandan sana sığındırıyorum" demişti.

37- Bunun üzerine kendisinin Rabbi onu güzel kabulle kabul etmiş ve onu en  güzel bitki gibi yetiştirmiş ve onu Zekeriyya'nın güvencesine vermişti. Zekeriyya, Meryem'in kaldığı bölüme her ne zaman girse onun yanında bir rızık bulur: "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der, (O da): "O Allah'ın yanındandır" derdi. Şüphesiz ki Allah dilediğine hesapsız rızık verir.

38- İşte orada Zekeriyya Efendisine çağrı yaparak: "Ey Efendim, bana katından temiz soy bahşet, muhakkak ki sen çağrıyı işiticisin" demişti. 

39- Kaldığı bölümde ayakta kulluk görevi halinde iken melekler ona: "Şüphesiz ki Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayacak, toplumuna liderlik yapacak, kendisini (yanlıştan) kısıtlayan ve düzgünlerden olacak bir haberci Yahya'yı müjdelendiriyor" diye seslenmişti. 

40- (Zekeriyya): "Ey Efendim, bana ihtiyarlık ulaşmış ve karım ise doğurmaktan kesik olduğu halde benim oğlan çocuğum nasıl olacak?" demiş, (Allah): "Bu böyledir Allah dilediğini yapar" demişti.

41- (Zekeriyya): "Ey Efendim, bana bir delil kıl" demiş, (Allah): "Senin delilin, insanlarla işaretten başka üç gün konuşamamandır. Ve Efendini çokça hatırla. Akşam sabah O'nun çizdiği daire içinde kal" demişti.

42- 43- Bir zaman melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni seçkinleştirdi ve tertemiz kıldı ve  alemlerin kadınlarının üzerine seni seçkinleştirdi. Ey Meryem, Efendine gönülden bağlı ol ve boyun eğ ve eğilenlerin beraberinde eğil" demişti.

44- Bu, sana vahyetmekte olduğumuz duyularla algılanamayanın haberlerindendir.  Hangisi Meryem'e güvence olacak diye mızraklarını karşılaştırıyorlarken sen onların yanlarında değildin. Ve onlar aralarında (bu konuda) çekişirlerken de sen onların yanlarında değildin.

45- 46- Bir zaman melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdelendiriyor. Onun ismi Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Şimdikinde ve sonrakinde saygın ve yakınlaştırılmışlardandır. O, insanlarla beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacak, ve düzgünlerdendir" demişti.

47- (Meryem): "Ey Efendim, bana bir beşer dokunmadığı halde benim çocuğum nasıl olacak?" demiş, (Allah): "Bu böyledir, Allah dilediğini takdir eder. Bir buyruğu yerine gelmesini istediği zaman, artık ona ancak ve ancak "Ol" der, o da oluverir" demişti. 

48- Ve ona Kitab'ı ve bilgeliği ve Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.

49- 50- 51- Ve İsrailoğulları'na elçi olacak (onlara şöyle diyecek): "Şüphesiz ki ben size Efendinizden  delil getirdim. Şüphesiz ki ben size çamurdan bir kuş oluşumu takdir eder, ona üflerim de Allah'ın duyumuyla ile bir kuş olur. Ve Allah'ın duyumuyla gözleri doğuştan kör olanı ve abraşı (hastalıktan) uzaklaştırır ve ölülere yaşam veririm. Ve evlerinizde ne yersiniz ve ne biriktirsiniz size haber veririm. Eğer inananlar iseniz şüphesiz ki işte bunda kesinlikle bir delil vardır. Ve önümdeki Tevrat'tan doğrulayıcı olarak, üzerinize yasaklaştırılmışların bir kısmını serbestleştirmek için Rabbinizden size delil getirdim. Artık Allah'a korunun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah, benim de Efendim, sizin de Efendinizdir. Artık O'na kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur."

52- 53- İsa, onlardan (gerçeği) örtmeyi hissettiğinde: "Allah'a yardımcılarım kim dir?demiş, Havariler'de: "Biz Allah'ın yardımcılarız. Allah'a inandık. Ve tanık ol çünkü biz teslim olanlarız. Efendimiz, indirdiğine inandık ve elçiye uyduk, artık bizi tanıkların beraberinde yaz" demişti.

54- Ve (İsrailoğulları) tuzak kurdular ve Allah onların bu yaptıklarını boşa çıkardı. Ve Allah tuzakları boşa çıkaranların en hayırlısıdır.

55- 56- 57- O vakit Allah:"Ey İsa, senin ömrünü ben tamamlayacak, kendime yükseltecek ve seni örtücülerden (kurtararak) temizleyeceğim. ve sana uyanları ise kalkışın gününe kadar (gerçeği) örtenlerin üstünde kılacağım. Sonra dönüşünüz banadır, hakkında ayrışmakta olduğunuz konularda aranızda ben  karar vereceğim. (Gerçeği) örtenlere gelince, artık onlara şimdikinde ve sonrakinde şiddetli bir azabla azaplandıracağım. Ve onlara yardımcılardan da kimse yoktur. Ve inanan ve düzgün işler işleyenlere gelince, artık onların ödüllerini tastamam ödeyecektir. Ve Allah haksızlık yapanları sevmez" demişti.

58- İşte bunu sana ayetlerden ve  bilgelik hatırlatmasından peşi sıra okuyoruz.


59- Şüphesiz ki Allah'ın yanında İsa'nın örneği, Adem'in örneği gibidir.  Onu topraktan takdir etti, sonra ona "Ol" dedi, o da oluverdi. 

60- Gerçek senin Efendindendir, artık sakın tereddüde düşenlerden olma.

61- Artık kim sana bilgi geldikten sonra seninle tartışırsa, artık de ki: "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, benliğimizi ve benliğinizi çağıralım, sonra açık gönülden yalvararak, Allah'ın dışlamasının yalancıların üzerine kılalım."

62- Şüphesiz ki bu kesinlikle gerçek anlatıdır. Tanrı olarak Allah'tan başkası yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, çok güçlüdür en bilgedir.

63- Buna rağmen eğer (başka tarafa) yönelirlerse, şüphesiz ki Allah bozucuları en iyi bilicidir.

64- De ki: "Ey kitabın halkı, bizim aramızdaki ve sizin aranızdaki, Allah'tan başkasına kulluk etmemek ve O'na hiç bir şeyi ortaklaştırmamak ve Allah'ın aşağısından birbirimize rabler olarak tutunmamak olan, eşit olan söze gelin." Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık siz de: "Tanık olun çünkü biz teslim olanlarız" deyin.

65-  Ey kitabın halkı, Tevrat ve incil kendisinden sonra indirilmişken, İbrahim hakkında (o bizden di diye) niçin tartışıyorsunuz? Halâ bağ kurmaz mısınız?

66- Hadi sizler hakkında bilgi sahibi olduğunuz bir konuda tartıştınız, fakat hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir konuda niçin tartışıyorsunuz? Ve Allah bilir siz ise bilmezsiniz.

67- İbrahim, ne Yahudi ve ne de Hristiyan idi. Fakat o, yaratılış ayarı üzerine meyilli teslim olan biri idi. Ve ortaklaştıranlardan değildi.

68- Şüphesiz ki insanların İbrahim'e en yöneleni, ona uyanlar, bu Haberci ve inananlardır. Allah inananların yönelenidir.

69- Kitabın halkından bir grubu sizi saptırmayı arzu etmektedir. Oysa onlar benliklerinden başkasını saptırmıyorlar, bunun farkında olmuyorlar.

70- Ey kitabın halkı, tanık olduğunuz halde, niçin Allah'ın ayetlerini örtüyorsunuz?

71-  Ey kitabın halkı, niçin gerçeğe gerçek olmayan elbisesi giydiriyor ve biliyor olduğunuz halde gerçeği gizliyorsunuz?

72- 73- Ve kitabın halkından bir grup dedi ki: "İnananlara indirilmiş olana gündüzün yüzünde ina(nmış gibi davra)nın, onun sonunda ise (gerçeği)örtün, belki onlar da dönerler. Ve sizin itaat sisteminize uyandan başkasına da inanmayın." De ki: "Şüphesiz ki doğru yol, Allah'ın yoludur. Size verilmiş olanın bir örneğinin başka birine de veriliyor olmasından dolayı mı veya Efendinizin yanında sizinle tartışacaklar diye mi (böyle söylüyorsunuz)?" De ki: " (Risalet konusunda) şüphesiz ki lütuf Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir."

74- Kitap ve elçiliğini* dilediği kimseye ayrıcalık tanır.  Ve Allah büyük lütuf sahibidir. 

Rahmet kelimesine kitap ve elçilik anlamı verme nedenimiz, Zuhruf s. 32. ayetine istinadendir.

75- Ve kitabın halkından öylesi vardır ki, kendisine kantar ağırlığınca mal emanet edecek olsan, onu sana öder. Ve içlerinden öylesi de vardır ki, bir dinar  dahi emanet etmiş olsan daimi olarak ayakta dikilmediğin sürece, ona sana ödemez. İşte bu onların: "Kitap bilgisi olmayan (Arap)lara karşı bizim üzerimize sorumluluk yoktur" demiş olmaları nedeniyledir. Ve onlar biliyor oldukları halde Allah'ın üzerine yalan söylemektedirler.

76- Hayır,  kim antlaşmasını tastamam yerine getirir ve korunursa, artık şüphesiz ki Allah korunanları sever.

77- Şüphesiz ki Allah'ın antlaşmasını ve yeminlerini pek az bedele satanlar var ya, işte onlara sonrakinde (güzel) bir takdir yoktur. Kalkışın gününde Allah onlarla ne konuşacak ve onlara ne bakacak ve ne de  onları arındıracaktır. Ve acı azap onlar içindir.

78- Ve yine onlardan bir kısım vardır ki, siz onu kitaptan olduğunu hesap edesiniz diye dillerini kitapla eğip bükerler. Halbuki o kitaptan değildir. Ve: "O, Allah'ın yanındandır" derler, halbuki o Allah'ın yanından değildir. Ve onlar biliyor oldukları halde Allah'ın üzerine yalan söylemektedirler.

79- Allah bir beşere kitap ve bilgelik ve habercilik versin de (o beşerin) sonra kalkıp insanlara: "Allah'ın aşağısından bana kul olun" deme(yetki)si olmaz.  Ancak: "Öğretmekte ve ders vermekte olduğunuz kitabın doğrultusunda Efendiye kul olun" (deme yetkisi vardır).  

80-  Ve size, meleklere ve habercilere efendiler olarak tutunmanızı da buyurmaz. Siz teslim olduktan sonra size (gerçeği) örtmeyi hiç buyurur mu?

81- Ve bir zaman Allah habercilerden: "And olsun ki size kitaptan ve bilgelikten verdikten sonra, sizinle beraber olanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve mutlaka ona yardım edeceksiniz" diye yeminle bağlanmış söz almış: "Kararlılık sözü verdiniz ve size olan bu ağır yükümü tutttunuz mu?" demiş, (onlar): "Kararlılık sözü verdik" demişler, (Allah): "Tanık olun, ben de sizinle tanıkların beraberindeyimdemişti.

82- Artık kim bundan sonra (başka tarafa) yönelirse, işte onlar itaatten çıkanların ta kendileridir.

83- Yoksa onlar, Allah'ın itaat sisteminden başkasının mı peşine düşüyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, zorlanarak ve zorlanmayarak hepsi O'na teslim olmuştur, ve yalnızca O'na döndürüleceklerdir.

84- De ki: "Biz Allah'a ve bize indirilmiş olana ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a veYakub'a ve torunlarına indirilmiş olana, ve Musa'ya ve İsa'ya ve habercilere Efendilerinden verilmiş olana inandık. Onlardan hiç birisinin arasını ayrıştırmayız, ve biz O'na teslim olanlarız."

85- Ve kim itaat sistemi olarak İslam'dan başkasının peşine düşerse, artık bu ondan asla kabul olunmaz. Ve o sonrakinde de ziyan edenlerdendir.

86- İnanmalarından ve elçinin gerçek olduğuna tanıklık etmelerinden ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra (gerçeği) örten bir topluluğu, Allah nasıl doğru yola iletir? Ve Allah, haksızlık yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

87- İşte onların karşılığı, Allah'ın ve meleklerin ve insanların toplu halde dışlamasının onların üzerine olmasıdır.

88-  Orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar. Azap onlardan ne hafifletilir ve onlara ne de bakılır.

89- Ancak bunun ardından (itaatle) dönmüş ve (durumlarını) düzeltmiş olanlar, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

90- Şüphesiz ki, inanmalarının ardından (gerçeği) örtmüş, sonra da (gerçeği) örtücülüklerini artırmış olanların (ölüm anında yapacakları) dönüşleri, asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar sapkınların ta kendileridir.

91- Şüphesiz ki (gerçeği) örttüler ve (gerçeği) örtenler oldukları halde ölmüş olanlar var ya, onlar yeryüzünün dolusu  altını kurtulmalık olarak verseler dahi, hiçbirinden asla kabul edilmeyecektir. İşte onlara acı azap vardır ve onlara yardımcılardan da kimse yoktur.

92- Sevdiklerinizden dağıtıncaya kadar, erdemliliğe kavuşamazsınız. Bir şeyden her ne dağıtıyorsanız, artık şüphesiz ki Allah onu en iyi bilicidir.

93- (Yahudiler dedi ki): "Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in (Yakub'un) benliğine yasaklaştırdığı hariç, her yemek İsrailoğullarına serbestleştirilmiştir." De ki: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz Tevrat'ı getirip onu peşi sıra okuyun."

94- Artık kim bundan sonra artık Allah'ın üzerine yalan yakıştırırsa, işte onlar haksızlık yapanların ta kendileridir.

95- De ki: "Allah doğruyu söyledi. Artık yaratılış ayarı üzerine meyilli olan İbrahim'in ortak değerine uyun. O, ortaklaştıranlardan değildi."

96- Şüphesiz ki insanlar için indirilen (inşa edilen) ilk ev, bereketli ve insanlar için yol gösterici olan Bekke'deki (Kâbe) dir.

97- Onda apaçık deliller ve İbrahim'in konumu (kulluk ve elçilik vazifelerinin gerekleri) vardır. Ve kim oraya girerse, artık güvendedir. Ve evi haccetmek Allah'ın, ona yol için güç yetirebilen insanların üzerindeki  hakkıdır. Kim (bu gerçeği) örterse, artık şüphesiz ki Allah, alemlerden (yarattıklarından) zengindir.

98- De ki: "Ey kitabın halkı, Allah'ın ayetlerini niçin örtüyorsunuz? Ve Allah işlemekte olduklarınızın üzerinde tanıktır."

99- De ki: "Ey kitabın halkı, tanık olduğunuz halde inananı Allah'ın yolundan, onda eğri büğrü arama peşine düşerek, niçin uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz? Ve Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir."

100- Ey inananlar,  eğer kitap verilmiş olanlardan bir kısmına itaat edecek olursanız, inanmanızdan sonra sizi (gerçeği) örtücüler olarak geri döndürürler.

101- Ve Allah'ın ayetleri size peşi sıra okunuyor  ve onun elçisi de içinizde olduğu halde iken, (gerçeği) nasıl örtersiniz? Ve kim Allah'a sarılırsa, artık kesinlikle dosdoğru yola iletilmiştir.

102- Ey inananlar, Allah'a karşı O'ndan korunmanın gereğini hakkı ile yerine getirin. Ve siz Allah'a teslim olanlardan başka durumda ölmeyin.

103- Ve toplu halde Allah'ın ipine sarılın ve ayrışmayın. Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar iken, kalplerinizin arasını ısındırmıştı da böylelikle onun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız da, sizi ondan kurtarmıştı. Allah, ayetlerini doğru yolu bulmanız için size böylece açıklıyor.

104- Ve sizler hayra çağıran ve benimseneni buyuran ve yadırganandan vazgeçirten bir toplumdan olun. Ve işte onlar arzuladığına kavuşturulacakların ta kendileridir.

105- Ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, aykırılığa düşerek ayrışanlar gibi olmayın. Ve şiddetli azap işte onlar içindir.

106- O günde ağaran yüzler ve kararan yüzler vardır. Yüzleri kararanlara gelince: "İnanmanızdan sonra (gerçeği) örttünüz mü? Öyleyse (gerçeği) örtüyor olmanız nedeniyle artık azabı tadın" (denir).

107- Ve yüzleri ağaranlara gelince, artık  Allah'ın rahmetindedirler. Onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

108- İşte bu Allah'ın ayetleridir. Onu sana gerçek (bir neden)le peşi sıra okuyoruz. Ve Allah yarattıklarına yanlış yapmayı istemiyor.

109- Ve göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Ve işler Allah'a döndürülür.

110- Siz, insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı bir toplum oldunuz. Benimseneni buyurur ve yadırganandan vazgeçirtir ve Allah'a inanırsınız. Şayet kitabın halkı da inanmış olsaydı, onlar için elbette daha hayırlı olurdu. İçlerinden inanmış bir kısım olsa da çoğu itaatten çıkanlardır.

111- Onlar, rahatsızlık verme (söz ile incitme) dışında size asla zora sokamazlar. Ve eğer sizinle savaşacak olurlarsa, size arkalarıyla (başka tarafa) yönelirler. Sonra yardım da edilmezler.

112- Nerede ele geçirildilerse üzerlerine aşağılanma vurulmuştur. Allah'tan bir ipe ve (inanan) insanlardan bir ipe (sarılmaları) hariç. Ve Allah'tan  bir hiddete yerleşmişler ve üzerlerine düşkünlük vurulmuştur. Bu, onların Allah'ın ayetlerini örtmeleri ve habercileri gerçek (bir neden) olmaksızın öldürmeleri sebebiyledir. İşte bu, karşı çıkmaları ve sınırı aşıyor olmaları nedeniyledir.

113- Hepsi eşit değillerdir. Kitabın halkından dimdik ayakta duran bir toplum vardır ki; gecenin vakitlerinde boyun eğerek Allah'ın ayetlerini peşi sıra okurlar.

114- Allah'a ve sonraki güne inanır ve benimseneneni buyurur ve yadırganandan vazgeçirtir ve hayırlarda koşuştururlar. Ve işte onlar düzgünlerdendir.

115- Ve hayırdan her ne yapıyorlarsa, bundan asla örtülmeyeceklerdir (karşılıksız bırakılmayacaklardır). Ve Allah korunanları en iyi bilicidir.

116- (Gerçeği) örtenlerin ne malları ve ne de çocukları onlara Allah'tan hiçbir şeye karşı zenginleştirmeyecektir. Ve işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

117- Onların şimdiki yaşamda  dağıtmakta olduklarının örneği, benliklerine haksızlık yapmış bir topluluğun ekinine erişen, böylelikle onu yok eden kavurucu soğuğa sahip rüzgar gibidir. Ve Allah onlara haksızlık yapmadı. Fakat onlar benliklerine haksızlık yapıyorlardı.

118- Ey inananlar, sizden aşağınızdakilere sırdaş olarak tutunmayın. Onlar sizi bozguna düşürmekten geri durmazlar. Sizin sıkıntıya düşmenizi arzu ettiler. Kinleri ağızlarından (dökülen sözlerinden) açığa çıkmaktadır. Göğüslerindeki gizlmekte oldukları ise daha da büyüktür. Bağ kuranlardan iseniz size ayetlerimizi kesinlikle açıkladık.

119- İşte siz öyle kimselersiniz ki, siz onları seversiniz fakat onlar sizi sevmezler. Siz kitabın (Tevrat, İncil Kur'an) tamamına da inanırsınız. Ve sizinle karşılaştıkları zaman: "İnandık" derler. Ve yalnız kaldıkları zaman ise size olan öfkeden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizle ölün. Şüphesiz ki Allah göğüslerin sahip olduğunu en iyi bilicidir."

120- Eğer siz bir güzellik erişecek olsa, bu onları üzer. Ve eğer size bir kötülük isabet edecek olsa, onunla da  sevinirler. Ve eğer siz direnerek gayret eder ve korunursanız, onların plânları sizi hiçbir şeyle zora sokmaz. Şüphesiz ki Allah, onların işlemekte olduklarını çevreleyicidir. 

121- Ve hani sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek  için sabah erkenden ev halkından ayrılmıştın. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

122- Hani içinizden iki grup yılgınlığa eğilim göstermişti. Halbuki Allah, o iki grubun da yöneleniydi. Ve inananlar artık yalnızca Allah'ı üstlenici edinsin.

123- Ve and olsun ki Allah, siz çok zelil olduğunuz halde iken, size Bedir'de yardım etmişti. O halde Allah'a karşı korunun ki şükrediyor olasınız.

124- Hani sen o zaman inananlara: "Efendinizin, meleklerden indirilmiş üç bini ile el uzatması size yeterli değil mi?" diyordun.

125- Evet yeter. Eğer siz direnerek gayret eder ve korunur ve onlarda size şu anda ansızın gelirlerse, Efendiniz sizi alametlendirilmiş meleklerden beş bini ile el uzatacaktır.

126- 127- Allah bunu size ancak bir müjde onunla kalpleriniz rahatlasın ve (gerçeği) örtenlerden bir kısmının kökünü kazısın ve perişan olarak çevrilsinler diye yapmıştır. Yardım, ancak en bilge Allah'ın yanındandır.

128- Senin (onlar hakkındaki) buyruktan sana bir şey yoktur. Onlara ya (lütuf ile) döner ya da onları azaplandırır. Çünkü onlar haksızlık yapanlardır. 

129- Ve göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Dilediğini bağışlar ve dilediğine de azap eder. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

130- Ey inananlar kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Ve arzuladığınıza kavuşturulmanız için Allah'a karşı korunun.

131- Ve korunun o ateşe karşı ki o, (gerçeği) örtücüler için hazırlanmıştır.

132- Ve Allah'a ve Elçi'ye itaat edin ki, merhamet olunasınız.

133- Ve Efendinizden bağışlanmaya, korunanlar için hazırlanmış olan, onun boyutu gökler ve yer kadar olan cennete koşuşturun.

134- Onlar ki, ferahlıkta da, zorlukta da dağıtırlar ve öfkelerini yutkunurlar ve insanlar(ın kusurların) dan geçerler. Ve Allah güzel davrananları sever.

135- Ve onlar ki, bir hayasızlık veya benliklerine karşı bir haksızlık yaptıkları zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen suçları için bağışlama isterler. Allah'tan başka suçları bağışlayan kimdir? Ve onlar suçları üzerinde bile bile ısrar da etmezler.

136- İşte onların karşılığı, Efendilerinden bağışlama ve orada ölümsüzlük görmemek üzere kalıcı olacakları altından nehirler akar cennetlerdir. Ve (güzel işler) işleyenlerin ödülü ne  güzeldir.

137- Sizden önce yasalar gelip geçti. Yeryüzünde yürüyün de, artık yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir bakın. 

138- Bu, insanlar için bir açıklama ve korunanlar için ise bir öğüt ve yol göstermedir.

139- Ve gevşemeyin ve üzülmeyin, eğer inananlar iseniz, üstün durumda olan sizlersiniz.

140- 141- Eğer size (Uhud'da) bir yara dokunduysa,  artık o topluluğa da, kesinlikle (Bedir'de) onun örneği bir yara dokunmuştur. Bu günleri Allah'ın inananları bilmesi ve içinizden tanıklar tutması ve Allah'ın inananları arındırması ve (gerçeği) örtücüleri  mahvetmesi için, insanlar arasında devridaim yaptırıyoruz. Ve Allah haksızlık yapanları sevmez.

142- Yoksa Allah, içinizden güçlerini kullananları ve direnerek gayret edenleri bilmeden, cennete girivereceğinizi mi hesap ettiniz?

143- Ve and olsun ki siz onunla karşılaşmadan önce, ölüm beklentinizi dile getiriyordunuz. Artık onu kesinlikle gördünüz ve siz bakar haldesiniz

144- Ve Muhammed bir elçiden başkası değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülür ise, siz ökçelerinizin üzerinde çevrilecek misiniz? ve kim iki ökçesi üzerinde çevrilirse, Allah'a hiçbir şeyle asla zora sokmaz. Ve Allah şükredenlerin karşılığını verecektir.

145- Ve bir benlik için Allah'ın duyumu olmadan yazılı süre sonundan önce ölmesi olmaz. Ve kim şimdikinin  ödülünü isterse, ona ondan veririz. Ve kim de sonrakinin ödülünü isterse, ona da ondan veririz. Ve şükredenlerin karşılığını vereceğiz.

146- Ve haberci'den nicesi vardı ki, Efendiye kul olmuş bir çok kimse onun beraberinde savaşmışlardır. Onlar Allah'ın yolunda onlara erişenden ötürü, gevşememiş ve zayıflık göstermemiş ve boyun eğmemişlerdir. Ve Allah direnerek gayret edenleri sever.

147- Ve onların sözleri: "Efendimiz buyruğumuzdaki savurganlığımızı ve suçlarımızı bağışla ve ayaklarımızı kalıcılaştır ve (gerçeği) örtücüler topluluğunun üzerine bize yardım et" demekten başkası olmadı.

148- Böylelikle Allah onlara şimdikinin ödülünü ve sonrakinin güzel ödülünü verdi.  Ve Allah güzel davrananları sever.

149- Ey inananlar eğer örtenlere itaat edecek olursanız sizi ökçeleriniz üzeri geri döndürürler de, böylelikle ziyan edenler olarak çevrilirsiniz.

150- Hayır, Allah sizin yöneleninizdir. Ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.

151-  Hakkında hiç bir yetki indirmediği halde, Allah'ı ortaklaştırmaları nedeniyle (gerçeği) örtenlerin kalplerini ürkeklikle karşılaştıracağız. Onların sığınağı ateştir. Ve ne sıkıntılıdır haksızlık yapanların kalacak yeri.

152- Ve and olsun ki Allah size olan o sözünü doğruladı. O'nun duyumuyla onları kırıp geçiriyordunuz. Ta ki sevdiğiniz(zafer)i size gösterdikten sonra yılgınlığa düştünüz ve buyruk konusunda birbirinizle çekiştiniz ve karşı çıktınız. İçinizden kimi şimdikini istiyordu ve içinizden kimi de sonrakini istiyordu. Sonra Allah sizi yıpratmak için, onlar(a karşı savaşı kazanmaktan)dan geri çevirdi. Ve and olsun ki (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizden (cezalandırmaktan) geçmiştir. Ve Allah inananların üzerine çok lütufkârdır.

153- O vakit siz hiç kimseye aldırış etmeden yukarı doğru kaçıyor ve Elçi ise sizi arkanızdan çağırıyordu. Bunun üzerine Allah sizi keder üstüne kederle ödüllendirdi ki, ne elinizden gidene, ne de size erişene üzülesiniz. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

154- (Allah) Sonra, uğradığınız kederin ardından size, içinizden bir grubu kaplayan güvenlik uykusu indirdi (böylelikle güveninizi kaybetmediniz). Sadece benliklerine eğilim gösteren bir diğer grup ( münafıklar) ise, Allah'a karşı gerçek (bir nedeni) olmayan bir kanaat, bilgisizliğin kanaatini besleyerek: "Bu buyruk ve komuta konusunda bizim bir yetkimiz mi vardı ki (sorumluluğumuz olsun)diyorlardı. De ki: "Buyruğun tamamı Allah'a aittir." Onlar sana karşı açığa vuramadıklarını benliklerinde gizleyerek: "Bu emir ve komuta konusunda bizim de bir yetkimiz olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Eğer evlerinizde olmuş olsanız bile, haklarında ölüm yazılmış olanlar,  devrilecekleri yere kesinlikle belirirdi." Ve Allah bunu sinenizde olanı yıpratmak ve kalplerinizde olanı temizlemek için yaptı. Ve Allah göğüslerin sahip olduğunu en iyi bilicidir.

155- Şüphesiz ki iki (askeri) topluluğun karşılaştığı gün, şeytan içinizden (başka tarafa) yönelenleri, bazı kazandıklarından dolayı ancak kaydırmak istemişti. Ve and olsun ki Allah onlar(ı cezalandırmak)dan geçti. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı yumuşak davranıcıdır.

156- Ey inananlar, kardeşleri yeryüzünde yolculuğa veya savaşa çıktığı zaman onlar hakkında: "Eğer yanımızda olsalardı, ne ölürler ve ne de öldürülürlerdi" diyen, şu (gerçeği) örtenler gibi olmayın. (Bu emri size)Allah, onların kalplerinde üzüntü ve pişmanlık olması için (verdi). Yaşatan da öldüren de Allah'tır. Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür. 

157- Ve and olsun ki eğer Allah'ın yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'tan bir bağışlama ve bir rahmet onların toplamakta olduklarından kesinlikle daha hayırlıdır.

158- Ve and olsun ki ölseniz de öldürülseniz de, kesinlikle Allah'a sürülüp toplanacaksınız. 

159- Allah'tan bir rahmet nedeniyle onlara  karşı yumuşak davrandın. Ve eğer sert ve kaba kalpli olsaydın, kesinlikle çevrenden dağılırlardı. Artık sen onlardan geç ve onlar için bağışlanma iste ve buyruk hususunda onlarla danış. Karar verdiğin zaman ise, artık Allah'ı üstlenici edin. Şüphesiz ki Allah, (kendisini) üstlenici edinenleri sever.

160- Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi kimse mağlup edemez. Ve eğer sizi yüzüstü bırakırsa da, artık O'ndan sonra size yardım edebilecek kimdir? Ve inananlar artık yalnızca Allah'ı üstlenici edinsin.

161- Bir haberci için ganimete kelepçe takması olmaz. Ve kim ganimete kelepçe takarsa,  kalkışın gününde kelepçe taktığı ile gelir. Sonra her benliğe kazandığının karşılığı tastamam ödenir. Ve onlar haksızlığz uğratılmazlar.

162- Allah'ın hoşnutluğuna uyan kişi, Allah'tan bir kızgınlığa yerleşen kişi gibi midir? Onun sığınağı cehennemdir. Ve ne sıkıntılı dönüş yeridir.

163- Onlara Allah'ın yanında (farklı) kademeler vardır. Ve Allah onların işlemekte olduklarını görücüdür.

164- And olsun ki Allah inananların üzerine, kendi benliklerinden O'nun ayetlerini onlara peşi sıra okuyan ve onları arındıran ve onlara kitabı ve bilgeliği öğreten bir elçi harekete geçirmekle, elbette büyük iyilikte bulunmuştur. Ve oysa önceden kesinlikle apaçık sapkınlık içinde idiler.

165- (Bedir'de onlara) iki mislini eriştirdiğiniz erişen, (Uhud'da bu sefer) size eriştirildiğinde mi, "Bu nereden?" dediniz? De ki: "O benliğinizin yanındandır." Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerine ölçü koyucudur.

166-167- Ve iki (askeri) topluluğun karşılaştığı günde size eriştirilenin sebebi, Allah'ın duyumunun bir gereği ve inananları bilmesi ve ikiyüzlülük yapanları bilmesi içindi. Onlara, "Allah'ın yolunda savaşın veya (düşmanı) defedin" denildiğinde onlar: "Eğer savaşmayı bilseydik, kesinlikle size uyardık" dediler. O gün onlar inanmaktan daha çok (gerçeği) örtmeye yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızları ile söylüyorlardı. Ve Allah onların gizlediklerini en iyi bilendir.

168- Onlar (evlerinde) oturup, (savaşta ölen) kardeşleri için: "Eğer bize itaat etmiş olsalardı, öldürülmezlerdi" dediler. De ki: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, haydi ölümü kendi benliğinizden savın."

169- Ve Allah'ın yolunda öldürülenleri ölüler olarak hesap etmeyin. Aksine onlar yaşamaktadırlar, Efendilerinin yanında rızıklanmaktadırlar. 

170- Allah'ın, lütfundan kendilerine verdikleri ile sevinmektedirler. Ve onlar arkalarındaki henüz kendilerine katılmayanlara, onlara ne kaygı ve ne de üzüntü olmayacağını müjdelemek isterler. 

171- Yine onlar, Allah'tan bir nimet ve lütfu, Allah'ın inananların ödülünü kayba uğratmayacağını müjdelemek isterler.

172- Onlar ki kendilerine yara eriştikten sonra (savaş meydanından kaçmayarak), Allah ve elçisine (olumlu) cevap verdiler. İçlerinden güzel davrananlar ve korunanlar için büyük ödül vardır.

173- Onlar ki, (bazı) insanlar onlara: "İnsanlar sizin için (ordu) topladı, artık onlardan endişe duyun" dediğinde, (bu sözlerle) onlar inancını artırdı ve: "Allah bize yeter ve ne güzel üstlenici edinilecek olandır" dediler.

174- Böylelikle onlara bir kötülüğe dokunmadan Allah'tan bir nimet ve lütuf ile çevrildiler ve Allah'ın hoşnutluğuna da uydular. Ve Allah büyük lütuf sahibidir.

175- İşte bu ancak kendisini yöneleni olarak görenleriyle sizi kaygılandıran bir şeytandır. Eğer inananlar iseniz, onlardan kaygı duymayın benden kaygı duyun.

176- Ve (gerçeği) örtücülüğe koşuşturanlar, sakın seni üzmesin. Onlar Allah'ı asla zora sokamazlar. Allah, sonrakinde onları (cennetten) bir hisse sahibi yapmamak istiyor. Ve büyük azap onlar içindir.

177- Muhakkak inanmaya karşılık (gerçeği) örtmeyi satın alanlar, Allah'ı hiç bir şeyle asla zora sokamazlar. Ve acı azap onlar içindir

178- Ve (gerçeği) örtenler onlara verdiğimiz mühletin benlikleri için daha hayırlı olduğunu hesap etmesinler. Onlara ancak günahlarını artırmaları için mühlet veriyoruz. Ve küçük düşürücü onlar içindir.

179- Allah, inananları içinde bulunduğunuz (karışık) durumda bırakacak değildir. Nihayetinde temiz olanı murdar olandan ayıracaktır. (Bunu yaparken de) sizi duyularla algılanamayananın üzerine (güneş gibi) doğdurmayacaktır. Fakat Allah elçilerden dilediğini seçkinleştirir. Öyleyse Allah'a ve O'nun elçilerine inanın. Eğer inanır ve korunursanız, artık büyük ödül sizin içindir.

180- Ve Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiklerinde cimrilik yapanlar, onu kendileri için daha hayırlı olduğunu hesap etmesinler. Aksine o (cimrilik), onlar için şerdir. Kalkışın gününde cimrilik yaptıkları şey boyunlarına ağırlık olarak dolandırılacaktır. Ve göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

181- And olsun ki Allah: "Allah fakir, biz zenginleriz" diyen (Yahudi) lerin sözünü işitmiştir. Bu dediklerini ve  habercileri gerçek (bir neden) olmasızın öldürmelerini (hesap gününde önlerine) kitap halinde koyacak* ve onlara: "Yakıcı azabı tadın" diyeceğiz.

(*) Ayette geçen "senektübu" kelimesine "yazacağız" yerine "kitap halinde koyacağız" anlamı verme gerekçemiz, geçmişte işlenen bir cürümün zaten yazılmış olması sebebi iledir. İşlendiği anda yazılan bir amel, kıyamet gününde kitaplaşmış olarak herkesin önüne geleceği için böyle bir anlamı tercih ettik.

182- İşte bu, elleriniz ile sunduğunuz nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, kullarına karşı asla haksızlık yapan değildir.

183- Onlar (Yahudiler): "Allah bize, onu ateşin yiyeceği bir kurban getirinceye kadar, hiçbir elçiye inanmamamız konusunda antlaşma yaptı" dediler. De ki: "Benden önce elçiler apaçık deliller, ve o dediğinizi size getirmişti. Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, onları niçin öldürdünüz?"

184- Eğer seni yalanlarlar ise, senden önce apaçık deliller ve hikmet dolu sayfalar ve ışık verici kitap getirmiş olan elçiler de kesinlikle yalanlanmıştı.

185- Her benlik ölümü tadıcıdır. Kalkışın gününde ödülünüz size tastamam ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete girdirilirse, o artık kesinlikle kurtuluşa ermiştir. Ve şimdiki yaşam, aldatıcının yararından başka birşey değildir.

186- And olsun ki mallarınız ve benlikleriniz ile mutlaka yıpratılacak ve sizden önce kitap verilmiş olanlar ve  ortaklaştıranlardan, mutlaka çok rahatsızlık (sözleri) işiteceksiniz. Ve eğer direnerek gayret eder ve korunursanız, artık şüphesiz bu buyrukların kararlı olanındandır.

187- Ve Allah bir zamanlar kitap verilmiş olanlardan: "Onu kesinlikle insanlara açıklayacak ve onu gizlemeyeceksiniz" diye, yeminle bağlanmış söz almıştı. Onlar, buna rağmen sözlerini sırtlarının arkalarına atmış ve onu pek az bedele satmışlardı. O ne sıkıntılı bir alışverişti.

188- Hesap etmeyesin ki, getirdikleri(kötülükler) ile sevinen, yapmadıkları (iyilikler) ile övülmeyi sevenler, evet hesap etmeyesin ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Ve acı azap onlar içindir.

189- Ve göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Ve Allah her şeyin üzerine ölçü koyucudur.

190- Şüphesiz ki göklerin ve yerin takdir edilişinde, gece ve gündüzün ayrışmasında, temiz akıl sahipleri için kesinlikle işaretler vardır.

191-192-193- 194-  Onlar, ayakta olduğu ve oturduğu, ve yanı üstü yattığı halde (yani her durumda), Allah'ı hatırlarlar ve göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. (Ve derler ki): "Efendimiz, sen bunu boş yere takdir etmedin. Sen her türlü eksikten uzaksın, artık bizi ateşin azabından koru. Efendimiz, şüphesiz ki sen kimi ateşe girdirirsen, artık kesinlikle sen onu rezil bir duruma düşürmüşündür. Ve haksızlık yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur. Efendimiz, şüphesiz ki biz, "Efendinize inanın" (diye) inanmaya seslenen bir sesleniciyi işittik, biz de hemen inandık. Efendimiz, artık bizim suçlarımızı bağışla, yaptığımız kötülüklerimizi bizden ört ve bizim ömrümüzü iyi ve erdemlilerin beraberinde tamamla. Efendimiz, bize elçilerine (itaat karşılığı) söz verdiğini ver ve kalkışın gününde bizi rezil duruma düşürme. Şüphesiz ki verdiğin o söze aykırı davranmazsın."

195- Bunun üzerine Efendileri de onların çağrılarına şöyle cevap verdi: "Şüphesiz ki ben, içinizden erkekten olsun kadından olsun, işleyenin işlediğini kayba uğratmam. (Çalışmasının karşılığını almakta) birbirinize göre bir farkınız yoktur.  Onlar ki göç ettiler ve yurtlarından çıkarıldılar ve benim yolumda rahatsızlığa uğratıldılar ve savaştılar ve öldürüldüler, and olsun ki kötülüklerini onlardan mutlaka örtecek ve Allah'ın yanından bir ödül olarak altından nehirler akar cennetlere girdireceğim. Ve dönüşümün güzeli Allah'ın yanındadır."

196- 197- O (gerçeği) örtenlerin yörelerde çevrilip durması seni aldatmasın. Pek az bir yararlanmadır, sonrasında sığınakları cehennemdir. Ve ne sıkıntılı bir yataktır.

198- Ancak Efendilerinden korunanlar için Allah'ın yanından bir ikram olarak, orada ölüm görmemek üzere kalıcı olacakları, altından nehirler akar cennetler vardır. Ve Allah'ın yanında olan, iyi ve erdemliler için daha hayırlıdır.

199- Ve kitabın halkından öylesi vardır ki Allah'a ve size indirilmiş olana ve kendilerine indirilmiş olana Allah'a saygı duyarak inanırlar. Allah'ın ayetlerini  pek az bedele satmazlar. İşte onlar var ya, onların ödülleri Efendilerinin yanındadır. Şüphesiz ki Allah hesabı hızlı görendir.

200- Ey inananlar, direnerek mücadele edin ve direnerek mücadele etmekte birbirinizle yarışın ve birbirinize bağlı olun ve Allah'tan korunun ki arzuladığınıza kavuşturulasınız.

1 Ocak 2019 Salı

Al-i İmran s. 175. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 175. ayetini, karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir okuyucu, bu ayetin iki farklı şekilde yapılmış çevirisini görecek, ve hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde bir düşünce içine girecektir. Yazımızda, bu ayetin iki farklı çeviriden hangisinin daha isabetli olduğu yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Ayetin, Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

1.  İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, benden korkun.

2. O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayınız benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz.

Çevirilerdeki farklılık, altını çizgi ile belirttiğimiz cümlededir.

İki farklı çeviriden birisinin doğru, diğerinin yanlış olduğu şeklinde bir iddiadan öte, hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde fikir belirtmeye çalışacağımızı baştan söylemek isteriz. Çünkü her iki farklı çevirinin de, Arap dili ve tefsir kuralları açısından dayanakları olduğu için, birisine doğru, diğerine yanlış demenin imkanı yoktur.

Kanaatimizce, bu ayetin hangi çevirisinin daha isabetli olduğunun anlaşılabilmesi için, surenin 173. ayetinden itibaren bir okuma yapılması gerekmektedir. 

[003.173]  İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.

[003.174] Bunun üzerine kendilerine hiç bir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir.

Al-i İmran s. 173. ayetine baktığımızda, Ennas (İnsanlar) olarak ifade edilen şahıslar Müslümanlara, "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" diyerek, onlara korku aşılamak istemektedir. Bu sözü söyleyenlerin amacının, Müslüman toplum üzerinde bir korku yaymayı amaçlayanlar olduğu, ve bu kimselerin ise, Müslümanlardan olmadığı açıktır. Kanaatimizce bu cümle 175. ayeti anlamanın anahtarıdır.

173. ayette geçen bu insanlar, 175. ayette Eşşeytanü olarak ifade edilmektedir. Bu durumu dikkate aldığımızda, insan cinsinden olan Şeytan'ın, Müslümanları bir başka topluluk olan düşmanlarından korkmalarını söylediği anlaşılmaktadır. Bu noktada Müslümanlara korkmalarını söyleyenler ile, korkmaları gerekenler arasında bir yakınlık olduğu unutulmamalıdır. Ayet bu yakınlığı Veli kelimesinin çoğulu ile ifade etmektedir.

175. ayet içinde geçen, "Onlardan korkmayın, benden korkun" cümlesinin, ilk cümlesi olan إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi ile, uyum arz etmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin, "Onlardan korkmayın, benden korkun" şeklinde bir emir vermiş olması, ayetin ilk cümlesinde Müslümanların birilerinden korkutulmaya çalışıldığının anlaşılması için yeterli bir ipucudur. 

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, 1. şıktaki gibi, " İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur" şeklinde çevrildiği zaman, ikinci cümledeki "onlardan korkmayın" emri ile kanaatimizce uyum arz etmemektedir.

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, şayet 2. şıktaki gibi, "O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor" şeklinde çevrildiğinde, ikinci cümledeki, "onlardan korkmayın" emri ile uyum arz etmektedir. Çünkü ilk cümlede 173. ayette insan geçen, 175. ayette ise  Şeytan olarak vasıflandırılan kimsenin, Müslümanları birilerinden korkutmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

Tüm bunlardan sonra kanaatimizce, Al-i İmran s. 175. ayetinin çevirisinin, 2. şıkta verdiğimiz "O şeytan, sizi mutlaka dostlarından korkutuyor. Bina-enaleyh onlardan korkmayınız Benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz" şeklinde yapılan çevirilerinin daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Aralık 2018 Salı

Al-i İmran s. 153. Ayeti: Muhammed (a.s) ın Sözünü Dinlemeyen Sahabe kafir mi Oldu?

Son yıllarda din konusunda Kur'an'ın hakem bir kitap olması gerektiği düşüncesinin yaygınlaşması, Kur'an dışında hakem kitaplar edinmiş olan bazı kimseleri rahatsız etmekte, rivayet kültürü tarafından oluşturulmuş olan dini inancın elden gitmemesi için büyük bir mücadele verilmektedir. 

Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olduğu iddia edilen hadislerin ikinci derecede yer alması, sadece sözde kalmış, hadisler ilk sıraya yerleşmiş, Kur'an ise hadislerin gölgesi altında kalmış, bazı ayetleri ise Kur'an ile uyuşmayan rivayetler baz alınarak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline getirilmiştir.

Burada dikkati çekmek istediğimiz asıl nokta, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen ve Kur'an ile herhangi bir çelişki arz etmeyen rivayetler değil, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen, fakat Kur'an ile çelişen rivayetlerdir. Pek tabiidir ki bu tür rivayetlerin Muhammed (a.s) a ait olması asla mümkün değildir.

Hadis konusu üzerinde tartışma açıldığında, hadis taraftarı olan bir Müslümandan duyabileceğimiz söz olan, "Sahih hadisi inkar eden kafir olur" iddiasının ne kadar doğru olabileceğini,  hakem kitap (Enam s 114) olması gereken Kur'an'dan öğrenmeye çalışmak bu yazının konusu olacaktır.

Bilindiği gibi Uhut harbi Müslümanların yenilgisi ile sonuçlanmış, bu harp ile ilgili ayetler ise Al-i İmran suresi içinde mevcut bulunmaktadır. Surenin 153. ayeti bizlere aynı zamanda hadis konusuna bakış açımızın nasıl olabileceği yönünde de önemli bir ipucu vermektedir.

-----Al-i İmran s. 152- Allah size verdiği (yardım) sözünü, ta ki onun izni ile onları bozguna uğratana, sevdiğiniz(zafer)i gösterene kadar tuttu. Sonra siz gevşeyerek(savaş taktiğine uymayıp) ayrılığa düştünüz, isyan ettiniz. Çünkü sizden ölümden sonraki günü isteyen olduğu gibi, dünyayı isteyen de vardı. Sonra, Allah sizi yıpratıcı bir imtihana tabi tutmak için, onlar(a karşı galebe çalmak)dan geri çevirdi (siz onlara mağlup oldunuz). (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizi affetti. Allah inananlara karşı lütufkardır.

-----Al-i İmran s. 153- O vakit Resul sizi arkanızdan çağırırken siz, hiç kimseye bakmadan (dağa doğru) yukarı kaçıyordunuz. Bunun üzerine Allah sizi kederden kedere uğrattı ki, ne elinizden giden (zafer)e, ne de başınıza gelen (hezimet)e üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Al-i İmran s. 152. ve 153. ayetlerinden öğrendiğimize göre, savaşın başlarında düşmana karşı galip gelen Müslümanlar, kendilerine verilen savaş taktiğine uymayarak ganimet peşine düşmüşler, bunu fırsat bilen düşman ordusu ise onları bozguna uğratmıştır. Bu meyanda ise Muhammed (a.s)  bozguna uğrayarak kaçan ordusunun arkasından seslenmekte, onun bu seslenişini duyan ashabı ise, onu dinlemeyerek savaş meydanından kaçmaktadır.

Amacımız, bu durumdan bir çıkarsama yaparak, bazı Müslümanların hadislere karşı olan tutumumu konusundaki yanlışlarına dikkat çekmeye çalışmaktır.

Ayete dönecek olursak, Müslüman ordusuna Muhammed (a.s) tarafından yapılan "Kaçmayın, geri dönün" şeklinde yapılan çağrının literatürdeki adı "Hadis" tir. Yani Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan bir sözdür. Savaşın din adına yapıldığını dikkate aldığımızda bu sözde din adına söylenmiş, fakat ashab bu söze rağmen yine hadisi dinlemeyerek savaş meydanından kaçmıştır. 

Günümüzde bazı kimseler için söylenen söz ile bu durumu ifade edecek olursak: Ashap Muhammed (a.s) ın hadisini inkar ederek, resmen hadis inkarcısı olmuştur.

Allah (c.c)  ise bu duruma karşın, Muhammed (a.s) ın hadisini kabul etmeyen yani ret eden ashap için yine de "Allah inananlara karşı lütufkardır" buyurarak, onların üzerinde bulunan iman gömleğini çıkararak, onları Kafir olarak niteleMEmekte, onları yaptıkları bu yanlışa rağmen yine de iman edenler kategorisinde değerlendirmektedir.

Şimdi de hadis ehlinin ağzında dolanan  SAHİH HADİSİ İNKAR EDEN KAFİRDİR iddiasını, bu ayet ışığında değerlendirmeye çalışalım.

Sahih hadisin tarifi genelde, "Adalet ve zabt sahibi ravilerin muttasıl bir senedle rivayet ettikleri şazz ve muallel olmayan hadise sahih denirşeklinde yapılmaktadır. Böyle olduğu iddia edilen bir hadisi ret etmek ise, hadis ehli nazarında kişinin kafir olmasını gerektirmektedir.

Şimdi sorarız: Ashabın, muttasıl senetli bir ravi zinciri olmadan, ilk ağızdan Muhammed (a.s) dan duyduğu bir sözün gereğini yerine getirmemesi, yani ret etmesi, onları kafir yapmıyor da, vefatından yıllar sonra kayda geçmiş, ravilerin muteber olup olmadığı hadis toplayıcılarının belirlediği kriterlere göre yapılmış bir hadisin ret edilmiş olması, neden bugün bizleri kafir yapıyor?. 

Kaldı ki hiçbir Müslüman bir hadis hakkında, "Ben bu sözü Muhammed (a.s) söylemiş olsa dahi kabul etmem" şeklinde küstahça bir ifade kullanmaz iken, duyduğu bir hadis hakkında kendisince doğru olduğunu düşündüğü kriterlere göre sadece, "Böyle bir sözü Muhammed (a.s) söylemez" dediği için kafir olarak yaftalanmaktadır.

Hadis usulünde, kişilerin belirlediği kriterlere göre yapılmış olan sahih hadis tarifi üzerinden, insanları küfür yaftası ile yaftalamak, en hafif ifadesi cahillikten başka bir şey olamaz. 

Bir kişinin kafir olmasını gerektiren bir durum böyle bilgi değeri şüpheli olan kaynak ile değil, bilgi değeri kesin olan kaynak ile belirlenebilir. Kafir, Müşrik, Zındık v.s gibi İslami terimlerin hoyratça kullanılması, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği zedeleyen en büyük tehlikedir. Bugün Müslümanlar arasındaki baktığımızda, ortak değerimiz olan Kur'an'ın ihtilaflı konularda hakem olarak tayin edilmemiş olmasından doğan konulardaki anlaşmazlıklar olduğu görülecektir.

Söylemiş olma ihtimali, söylememiş olma ihtimalinden daha yüksek olduğu düşünülen sahih hadisin tarifinde, her iki ihtimali de mevcut olan bir hadisin ret edilmesi, kişiyi kafir yaptığı iddia edilirken, söylenmiş olduğu kesin olan ve ashabın birebir duyduğu bir sözün işitildiği halde onları kafir yapmamış olmasını, hadis taraftarları dikkate almalılar, kişilere göre belirlenmiş kriterler üzerinden kimseyi yaftalama hakları olmadığını bilmelidirler.

Gerçek sahih hadis, ashabın aracısız olarak ravi zinciri olmadan, Muhammed (a.s) ın ağzından duyduğu sözdür.

Buna göre bugün elimizde bulunan rivayetlerin hiç biri, ismi üzerinde sorgulanamazlık damgası vurulmuş kitapta olursa olsun, sahih kategorisine konulması mümkün değildir. Bu iddiamızla bütün rivayetlerin çöpe atılması gerektiğini iddia ediyor olmadığımızı hatırlatmak yerinde olacaktır. Söylemek istediğimiz, bu kadar yumuşak bir zemine oturmuş olan rivayetleri, Kur'an'a eş değer hatta ondan üstün görerek, ret edilmesini küfür alameti olarak görmenin yanlış olduğudur.

Bu noktada Kur'an'ın da bize rivayet yolu geldiği, hadis rivayetleri konusundaki itirazlarımızın, Kur'an içinde neden geçerli olamayacağı sorusu sorulabilecektir.

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki Kur'an indiği anda yazıya ve hafızalara dökülmüştür, Hiçbir Kur'an ayeti üzerinde, Sahih ayet veya Sahih olmayan ayet gibi tartışmalar asla yapılmamıştır. İslam dünyasının neresine giderseniz gidin çok cüzi farklılıklar hariç, bütün mushaflar aynıdır. Hiç bir İslam beldesinde, elimizdeki mushafın dışında kalan veya bazı mushaflarda olan, bazı mushaflarda olmayan ayetler bulunmamaktadır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


2 Aralık 2018 Pazar

Kur'an'daki Bazı Ayetlerde Geçen "Vennasi Ecmaine" İfadesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ın Türkçe çevirilerinde karşılaşılan sorunlardan bir tanesi de, herhangi bir ayete verilen anlamda, Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemiş olmasından doğan mantıksal hatalar sonucunda, okuyucunun kafasında bazı soru işaretlerinin oluşmasına sebebiyet verilmesidir. Okuyucunun kafasında oluşmuş olan bu soru işaretleri, sadece bir parantez açılmak sureti ile giderilebilecek iken, bir çok Kur'an çevirisinde bunun yapılmamış olduğunu görmekteyiz. Yazımızda Kur'an içinde 4 yerde geçen "Vennasi Ecmaine" (Bütün insanların) ifadesinin çevirisindeki eksikliğin yol açabileceği bazı soru işaretlerinin nasıl giderilebileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Bu ifadeler Kur'an'ın Bakara s. 161., Al-i İmran s. 87., Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetlerinde geçmektedir.

Bakara s. 161. ayetinin orjinal metin ve meali:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

Al-i İmran s. 87. ayetinin orjinal metni ve meali:

أُولَٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Bu iki ayette, inkar edenlerin alacağı karşılıktan bahsedilerek, onlara bütün insanların da lanet edeceği belirtilmektedir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerin aşağı yukarı tamamının yukarıdaki ayet mealleri doğrultusunda çevrilmiş olduğunu gördük.

Bu şekilde yapılmış olan ayet meallerini okuyan bir okuyucunun kafasında haklı olarak, "İnkarcıların da lanet etmeye nasıl hakları olabilir?" şeklinde bir soru oluşabilecektir. Kur'an'a baktığımzda cehennemde inkarcıların birbirlerini lanetlemelerinden bahsedilmesine karşı, bu ayetlerdeki lanetleme konusunun birbirlerini lanetlemeleri ilgili olmadığını düşünmekteyiz. 

Kanaatimizce "Bütün insanlar" ile kast edilmek istenilen mü'min olsun kafir olsun bütün insanlar değil, sadece mü'min insanların tamamıdır. Bu kanaatimize delil olarak ise Bakara s. 159. ayetini gösterebiliriz.

[002.159]  İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

Ayet içinde geçen Ellainune (lanet ediciler) ifadesinin kimleri kapsamı altına aldığı şeklindeki yorumlara baktığımızda, bu alana meleklerin ve iman edenlerin girdiği şeklinde yapılan yorumların daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

Bu durumu dikkate alarak her iki ayette geçen Vennasi ecmain ifadesinin "İman etmiş olan bütün insanlar" olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ayetlerin meallerine parantez içinde (inanmış olan) şeklinde yapılacak olan bir izah, oluşabilecek olan kafa karışıklığını gidermek noktasında faydalı olacaktır.

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve (inanmış olan) bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve(inanmış olan) bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Diğer iki ayetimiz ise, Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetleridir. Bu ayetlerin orjinal metni ve meali ise şöyledir:

إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ ۚ وَلِذَٰلِكَ خَلَقَهُمْ ۗ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım.»

وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün insanlar ve cinlerden cehennemi elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Bu ayetlerin bu şekilde yapılmış olan çevirilerini okuyan bir kimsenin zihnine, insanların tamamının cehenneme mi gireceği sorusu haklı olarak takılacaktır. Ancak Kur'an bize kimlerin cehenneme gireceği konusunda pek çok ayetinde bilgi vermektedir.

[007.018]  Allah, «Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; and olsun ki insanlardan sana kim uyarsa, hepinizi cehenneme dolduracağım» dedi.

[038.085] Muhakkak cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.

Bu ayetlerin çevirilerine, (inkar edenler ile) şeklinde açılacak bir parantez, oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini gidermekte faydalı olacaktır.

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan (inkar edenler ile) dolduracağım.»

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün(inkar eden) insanlar ve cinlerden cehennemi  elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Sonuç olarak: Kur'an'ın Türkçeye yapılan çevirilerinde bazı eksik ve yanlış anlamaların önünü almak için parantez açmanın yararı olduğunu düşünmekteyiz. Buna örnek olarak Kur'an içinde geçen 4 tane ayetin çevirilerinde okuyucunun zihnine takılabilecek muhtemel soruların önü, bu türden parantezler açılmak sureti ile alınabilir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


18 Kasım 2018 Pazar

İslamoğlu ve Esed Tarafından Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. Ayetine Verilen Anlamın Ahzab s. 50. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Kur'an'ın bazı ayetlerinin, oluşturulmuş ön yargılar, veya bazı kimselerin Kur'an hakkında ortaya attıkları olumsuz iddiaları bertaraf etmeye çalışmak maksadı ile yapılan çevirileri, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü tarafından ret edilecek, yapılan hatalı ve yanlı çeviriler, tabiri caiz ise kabak gibi sırıtacaktır. Bu türden yapılan hatalı ve yanlı çeviri örneklerini önceki bazı yazılarımızda paylaşmış, bu yazımızda ise bir yenisini paylaşmaya çalışacağız.

Bu yazımızın konusu, Mü'minun s. 6. ayeti ile, Mearic s. 30. ayetlerinin Mustafa İslamoğlu ve Muhammed Esed tarafından çevirileri olacaktır.  

Mümi'nun s. 6. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri:

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar(meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanmazlar. 

Muhammed Esed: Eşleri - yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar(eşleriyle olan ilikişkiden dolayı) kınanmazlar.

Mearic s. 30. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri: 

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Ancak eşleri, yani meşru şekilde hakkını vererek sahip oldukları kimseler müstesna: zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar. 


Muhammed Esed: Eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleyenler,) çünkü ancak o zaman hiçbir kınamaya uğramazlar.

Bu ayetler, mü'minlerin vasıflarını sıralayan bir bağlama sahiptir. Ayetlerin İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirilerine dikkat edildiğinde, Arapça metinde bulunan أَوْ edatına, bu ayet ile ilgili yapılan aşağı yukarı bütün meallerde verilen, ve doğru olduğunu düşündüğümüz anlam olan "veya, yahut, ya da" şeklinde değil de, "yani" anlamının verildiği görülmektedir. Bu şekilde verilen bir anlam ise, maalesef bu iki ayetin anlamını ters yüz etmeye yetmektedir. 

Nasıl mı?
Çünkü ayetler içinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesi, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu, مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ kelimesi ise, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu işaret etmektedir. Nuzül dönemi mevcut Arap toplumunun sosyal yaşantısında kadınlar Hür ve Köle olarak iki farklı sosyal statüye sahip olup, Kur'an, Arap toplumunda mevcut olan bu statüyü dikkate almıştır. Yani kadınlar ile ilgili olan bu statüyü direk olarak ret etmemiştir.

İslamoğlu ve Esed, geçmişte bu konunun istismar edilmiş olmasına istinaden, kendilerine göre haklı gerekçeler ile maalesef, bu iki ayrı sosyal gurubu Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerine verdikleri anlam ile tek guruba indirmiş, bu suretle ilgili ayetlerin anlamının ters yüz olmasına sebebiyet vermişlerdir.

Kölelik ve cariyelik konusunun ne Müslümanlar tarafından istismar edilmiş olması, ne de İslam düşmanları tarafından bir koz olarak kullanılması, ilgili ayetlerin anlamının ters yüz edilmesine asla gerekçe teşkil edemez.

Yazımızın başında, Kur'an'ın kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğunu, bir ayetin yapılan hatalı çevirisinin Kur'an içinde karşımıza çıkan başka bir ayet ile, kabak gibi sırıtacağını söylemiştik. Şimdi Ahzab s. 50. ayetini ele alarak, bu çevirilerin nasıl hata barındırdığını görmeye çalışalım.

Mustafa İslamoğlu:
fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُؤْمِنَةً إِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَنْ يَسْتَنْكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۗ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Önce bu ayete İslamoğlu ve Esed tarafından verilen anlamları aşağıya paylaşalım:

Mustafa İslamoğlu: 
Sen ey Peygamber! Biz sana mehir bedellerini verdiğin eşlerini; savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunan kimseleri; seninle birlikte göç etmiş bulunan amca ve hala kızlarını, dayı ve teyze kızlarını; ve kendilerini Peygamber`e (mehir bedeli istemeksizin) sunan ve peygamberin de kendilerini nikahlamayı kabul ettiği mü`min kadınları -ki bu yalnızca sana hastır, diğer mü`minler için değildir- helal kıldık. Doğrusu onlara eşleri ve sağ elleri altında bulunanlar konusundaki talimatlarımızı bilmekteyiz; ne ki bununla amaçlanan, senin zor durumda kalmamandır: zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.

Muhammed Esed:
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana bahşettiği savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunanları sana helal kıldık. Ve seninle birlikte (Yesrib’e) göç etmiş olan amcalarının ve halalarının kızlarını, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını; ve kendilerini Peygamber’e özgür iradeleriyle teklif eden, Peygamber’in de almak istediği mümin kadınları (da sana helal kıldık): (bu sonuncusu) yalnız sana özgü bir imtiyazdır, öteki müminler için değil, (zaten) onlara eşleri ve sağ ellerinin altında bulunanlar konusunda yapmaları gerekeni bildirdik. (Ve) artık sen (gereksiz) bir endişeye kapılmamalısın, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

Ahzab s. 50. ayetine bakıldığında, bu ayet içinde iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubu açık ve net bir şekilde görülmektedir. Ayet içinde geçen أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  (mehirlerini verdiğin eşlerin) ifadesi ile, وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ(Allah'ın sana bahşettiği savaş esirleriifadesinin arası, وَ ile ayrılmaktadır. Çünkü bu ifadeler, hür ve köle olmak üzere, iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubunu işaret etmektedir. Ahzab s. 50. ayeti Kur'an içinde 15 yerde geçen مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesini anlamanın anahtar ayetidir. Kur'an içinde geçen bu ifadelerin hepsinin, nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut olan hür ve köle ayrımı dikkate alınmak sureti ile sureti ile çevrilmesi gerekmektedir. 

Kölelik ve cariyelik konusunun bazı kesimler tarafından eleştiri ve istismar konusu olmuş olması, maalesef bazılarımızı savunma psikolojisi içine sokmakta, bundan dolayı nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut bulunan bu sosyal sistem maalesef es geçilebilmektedir. 

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki: Kölelik ve cariyelik kurumu İslam tarafından ihdas edilmiş bir kurum değil, nuzül öncesi Arap toplumu içinde yerleşik bulunan bir kurumdur. Kur'an'ın doğru anlaşılması için nuzül öncesi Arap toplumunun sosyal şartlarının göz önünde bulundurulması, olmazsa olmazlardan olup, bu şartı göz ardı ederek yapılan çevirilerde maalesef çeviri sahiplerinin çelişkili anlamlara imza atması kaçınılmazdır.

Biz burada أَوْ edatının Kur'an'da geçtiği bütün yerlerde "veya, yahut, ya da" şeklinde anlama sahip olduğunu, bu edatın "yani" anlamına da sahip olduğu iddiasının tahrife kadar varabilecek bir zorlama olduğunu bile konuşmadan, Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü ile, hatalı bir çeviriyi nasıl ret ettiğini göstermeye çalıştığımızı tekrar hatırlatmak istiyoruz. 

Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde, Ahzab s. 50. ayetinde gördüğümüz iki gurup kadından bahsedilmektedir. İslamoğlu ve Esed, bu iki gurubu tek guruba indirmek sureti ile, izahı zor bir hataya imza atmışlardır. İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan bu hatalı çeviriyi ise Ahzab s. 50. ayeti ortaya çıkarmaktadır. 

İslamoğlu ve Esed'in tutarlı ve çelişkisiz olmak açısından, Ahzab s. 50. ayetinde geçen وَ edatına, burada daأَوْ edatına verdikleri anlam gibi "yani" anlamında çevirerek, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetleri ile herhangi bir çelişkiye mahal bırakmamaları gerekirdi. Fakat Ahzab s. 50. ayetine böyle bir anlamın verilmesinin imkansız olduğunu çok iyi bildikleri için, böyle yapmamışlar, Esed bu ayetteki وَ edatına "Ve" anlamı verirken, İslamoğlu bu edatın anlamını, çeviriye dahi koymamak sureti ile, zannımızca düştüğü çelişkiyi örtmeye çalışmaktadır. Yaptığı Kur'an mealinde Muhammed Esed'den büyük ölçüde yararlanmış olan İslamoğlu'nun bu ayet içinde Esed'den yararlanmamış olması dikkat çekicidir.

Şeşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleimdi de  مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesinin, أَوْ edatı ile birlikte geçtiği Nisa s. 3. ayetine bakalım.

Nisa s. 3. ayeti:
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünk
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar (eşleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kına
eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frوَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَىٰ فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَلَّا تَعُولُوا

Mustafa İslamoğlu: 
Ve eğer yetimlere, adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle; ama onlara da adil davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir taneyle ya da meşru olarak sahip olduklarınızla (yetinin)! Bu, altına girdiğiniz sorumluluğu ihlal etmemeniz açısından daha uygundur.

Muhammed Esed: 
Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin -(hatta) ikisi, üçü veya dördü (ile); ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman (sadece) bir tane ile- yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
İslamoğlu ve Esed Nisa s. 3. ayetinde geçen أَوْ edatına, Mümi'nun s. 6 ve Mearic s. 30. ayetinde verdikleri "Yani" anlamı yerine, "ya da, yahut" anlamı vermişlerdir. Bu da demektir ki İslamoğlu ve Esed, Nisa s. 3. ayetinin iki farklı statüye sahip olan kadınlardan bahsettiğini kabul etmektedirler Ayetin mealinde geçen " o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle;" cümlesi, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesine tekabül etmektedir. İslamoğlu ve Esed'in Nisa s. 3. ayetinde gördükleri أَوْ edatı ile ayrılan iki farklı statüye sahip olan kadını, Mü'minun ve Mearic surelerinde gör(e)memiş olmaları düşündürücüdür. 

Sonuç olarak: İslamoğlu ve Esed, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetini nuzül döneminde mevcut olan sosyal statüyü dikkate almak yerine, Elalem ne der kaygısını dikkate alarak çevirmiş, bu suretle tahrif denilebilecek bir hataya imza atmışlardır. 

Yazımızın amacı sadece İslamoğlu ve Esed'in yaptığı hatalı bir çeviriye dikkat çekmek değildir. Asıl amacımız, ön yargılı çevirilerin Kur'an'ın kendi anlam örgüsü içinde nasıl ret edildiğinin İslamoğlu ve Esed çevirileri örneğinde görülmesidir. Kur'an üzerinde çeviri çalışmaları yapanların dikkat etmeleri gereken önemli hususlardan birisi, bu anlam örgüsünü hiçbir zaman gözden ırak tutmamaları gerektiğidir. Çünkü yaptıkları çevirilerde, anlam örgüsüne dikkat etmemeleri, çelişkili anlamlara imza atarak, sorumluluk altına girmelerine sebep olmaktadır.

İlgili ayetlerde geçen  أَوْ edatına, aşağıdaki gibi verilen bütün meallerin doğru olarak çevrilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

 "Ancak eşleri VE YA sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda onlar, kınanmış değillerdir."

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.