Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile kendilerine elçi gönderilen bazı kavimlerin helak edildiğini beyan etmektedir , adı geçen bu kavimlerin helak edilmesine sebep olan ortak özelliklerinin Allah (c.c) ye ortak koşmak yani "Şirk" olduğu, kıssalarını okuduğumuz kavimler ile ilgili anlatımlarda görülmektedir. Kavimlerin helak edilmesi hakkında yapılan tartışmalara baktığımızda , bu helak edilmenin devam edip etmeyeceği konusunun gündeme geldiğini ve yapılan tartışmalarda, devam edeceği veya etmeyeceği yönünde iki görüş serdedildiğini, tartışmaların bu boyutta sürdürüldüğünü görmekteyiz.
[035.042-43] Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı
gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda
olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini
artırdı.Yeryüzünde büyüklenerek ve kötü düzen kurarak. Halbuki kötü düzen ancak ehline
zarar verir. Öncekilerin sünnetlerini görmezler mi? Sen, Allah'ın sünnetinde bir
değişiklik bulamazsın. Sen, Allah'ın sünnetinde bir başkalaşma da
bulamazsın.
Kur'anın, "Sünnetullah" olarak beyan ettiği yasalarda bir değişme olmayacağını haber vermesini dikkate aldığımızda , bu kavimlerin helak edilmesinin bu yasanın işlemesi sonucu olduğuna göre , helakın evrensel bir yasa olduğu yani devam edecek bir şüreç olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kavimlerin helakı konusunda yapılması gereken tartışmaların , bu helakın devam edip etmeyeceğinden çok , bu kavimleri helaka götüren fiillerin dikkate alınması , ve o fiillerin toplum bazında işlenip işlenmediği konusunda yapılarak, farkındalık yaratılması etrafında yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu farkındalığın yaratılabilmesi için önce bu kavimlerin yıkılışlarına zemin hazırlayan "Şirk" kavramının insan hayatında nasıl gerçekleştiği, Allah (c.c) tek ilah olarak kabul edilmesinin ne anlama gelmesi gerektiğinin kavranılması gerekmektedir. Müslümanlar olarak bu kavramın bizlerin hayatında artık yeri olmadığı , "Müşrik" adı verilmesi gereken toplulukların bizim dışımızdakiler olması gerektiği gibi bir atalet içinde olmamız , bizleri helak yasasının üzerimizde işleyebileceği korkusunu duyarak yaşamamıza engel olmaktadır.
Helak edilen kavimlerde ortaya çıkan "Şirk" olgusunun , o kavimlerin sadece taştan tahtadan yapılma putlara tapması sonucunda olduğu kanısı , bu kavramın anlam alanının daraltılmasına sebep olacak ve evrensel bir kavram olduğunu örtecektir. O kavimler mutlaka taştan tahtadan putlara tapıyorlardı , ancak onların bu putlara tapmaları , yaşam sistemlerini Allah (c.c) den almak istememelerini ve almadıklarını ilan etmelerinin bir yansıması idi.
Olayı ülkemizde olan bir durum ile örneklendirirsek, söylemek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır. Ülkemizin şehir , ilçe ve köylerinde mevcut bulunan Atatürk heykellerinin önünde veya onun önünde yapılan yapılan saygı duruşlarının kişiyi şirke düşürdüğü söylendiği zaman alınan cevap, "Biz ona tapmıyoruz ki" olacaktır. Verilen bu cevap, "Tapmak" kelimesinin hayat içinde nasıl pratiğe geçtiğinden habersiz olanların verdiği bir cevaptır.
Çünkü o heykelin önünde veya mezarda yapılan saygı duruşu, oradaki kişinin vaz ettiği değerlere sahip çıkmanın ritüele dökülmüş bir göstergesidir. Kişi zımnen, "Senin değerlerine sadığım bunu sana bu şekilde gösteriyorum" mesajını vererek , "Tapmak" kelimesinin anlamına uygun bir hareket sergilemektedir.
Genel geçer inancımızda, kelime i tevhidin dil ile ne kadar çok tekrarlanırsa o kadar fazla sevap alınacağı gibi bir düşünce yerleşik olduğu için , bu kelimenin dilimizden düşmemesi öne çıkarılmış , asıl önemli olan bu kelimenin gereğinin hayat içinde gösterilme şartının aranmamış olması , bizleri büyük bir aldanışa götürmektedir.
Allah (c.c) kendisini bizlere "Rab" ve "İlah" olarak tanıtarak , bu sıfatların gerektirdiği yetkilerin kendisinden başkalarına verilmesini "Şirk" olarak tanımlamaktadır. Bizler bu sıfatları dil ile Allah (c.c) ye has kılarken , hayat içinde başkalarına has kılarak büyük bir çelişki içine düştüğümüzün farkında bile olmadan, iyi bir Müslüman olduğumuz zannederek yaşamaktayız.
Allah (c.c) bizlere, sadece kendisini Rab ve İlah olarak tanıyan bir hayat sürmemizi emretmekle neyi hedeflemektedir ?.
Allah (c.c) yarattığı bütün insanları "Abd" statüsüne tabi tutarak , kendisinin Rab lığını kabul eden bir hayat sürmesi gerektiğini beyan etmektedir. Onun bizim için belirlediği kuralların tamamı kompleks bir şekilde hayata geçirildiği zaman , dünya üzerinde yaşayan bütün canlılar huzur içinde yaşayacaklar ve bu canlılardan olan insan cinsi , hesap gününden sonraki hayatında da ebedi bir huzur içinde yaşayacaktır.
Bizi yaratan ve bizim için neyin iyi , neyin kötü olduğunu bizden daha iyi bilen birisi olarak , üzerimizde tasarruf etme yetkisinin kendisine has kılan Rabbimiz , bizim ona itaatımız karşılığında ,bunu dünya ve ahirette karşılıksız bırakmayacağını vaad etmektedir.
Allah (c.c) yi Rab ve İlah olarak tanıyan bir hayat sürülmesinin dünya hayatındaki karşılığı nedir ?.
Allah (c.c), dünya hayatında yaşayan insanların birbirlerine haksızlık ve zulüm etmeden , karşılıklı haklara riayet eden adalet ve tevhid temelli bir hayat sürmelerini emretmektedir. İnsanların bir arada yaşama ihtiyacının doğurduğu, bir takım kurallara bağlı olma gereğine binaen , bu kuralların ana hatlarını yegane "Rab" ve "İlah" olmasının bir sonucu olarak, Allah (c.c) belirlemektedir . Toplumlar bu kurallara bağlı bir hayat sürdüğü müddetçe , huzur , refah , barış , adalet, mutluluk, bereket v.s gibi kavramların ifade ettiği anlamlar , o toplumların üzerinden eksik olmayacaktır.
Örneğin ; Bir toplumda farklı gelir guruplarına mensup olanların varlığı kaçınılmaz bir olgudur. Allah (c.c) bu farklılığın daha açılmasını değil , en aza indirilmesini öneren düzenlemeler yaparak insanları sadaka , infak , zekat gibi kavramları dikkate alan hayat sürdürerek , onları cimrileşmemeye teşvik ederek , bu vermelerinin karşılığını kat be kat geri ödeyeceğini beyan etmektedir. İnsanların sosyal farklılıklarının birbirlerine düşman olmasına engel olan bu tür emirlerin hayata geçirilmesi sonucunda , toplum içinde huzur ortamı yeşerecektir.
Yaşadığımız dünyaya baktığımızda , dünya gelirinin % 40 lık bölümüne dünya nüfusunun % 1 lik kesiminin sahip olduğunu , dünya nüfusunun % 50 lik kesiminin dünya gelirinin % 1 lik payına sahip olduğunu gördüğümüzde, işin ne kadar vahim bir boyuta geldiği görülecektir.
Açlıktan ölmek durumuna gelen birisinin haram helal demeden yemek için saldıracağını bilen Rabbimizin , içki , domuz eti gibi haram ettiği şeylerin açlık durumunda kalındığında yenilebileceğine dair olan ruhsatı, insanın açlık konusunda ne kadar dirençsiz olduğunun bir kanıtı olarak görülebilir. Gelir adaletsizliğin aç bıraktığı insanlar gün gelip tok olanların elinden ekmeklerini almaya çalıştıkları an o zenginler için helak anı gelmiş olacaktır.
Kur'anda bir çok yerde geçen ,"Sizi rızıklandırdığımız şeylerden" cümlesi ,kişilerin ellerinde olan mal , mülk , evlat gibi geçici malların, aslında kendilerinin değil, emanet olduğunu beyan ederek, bu noktada önemli bir hatırlatmada bulunmaktadır. Dünya hayatında yaşayan insanların hiç birinin elinde olan mülkün gerçek olarak kendilerinin değil , geçici bir süre için metalandırılmak üzere onlara verildiği ve bunlar üzerinde imtihan edilerek , ebedi yurdun hazırlanmasında bu servetin bir araç olduğu hatırlatılarak, hiç kimsenin bunların gerçek sahipliğine soyunmaması istenilmektedir.
Eğer insanlar , bu kuralları kendilerinin belirleyeceklerini iddia ederek , Allah (c.c) yi hayattan çıkarmaya kalktıklarında artık çöküş başlamış sayılacaktır. "Rab" ve "İlah" olmanın sınırlarına giren kural belirlemeyi kendisinin uhdesinde gören insan , kendisinin olmayan şeyleri, başta iktidar olma hakkı olmak üzere sahiplenmeye başlayarak , Allah'tan rol çalmaya kalkarak onun hakkını gasp eden bir konuma geldiğinde , helak sürecinin hızlanmasına sebep olacaktır.
Ahireti ret eden bir düşünce ve yaşam içinde bulunmuş olmaları , helak edilen kavimlerin ortak özelliklerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahiret inancı olan bir insan dünya hayatında , bir kimseye en küçük bir haksızlık dahi yapmaktan imtina eden bir duruma gelmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin ahiret vaadinde, kötülük işleyenlere bu kötülüklerinin karşılıklarının acı bir biçimde ödetileceğine dair beyanlar mevcut olup, bu beyanlar iman eden birisinin elini kolunu bağlamaktadır.
Ahiret inancından soyutlanmış bir hayat içinde olanlar için artık kırmızı çizgiler kalkmış ,hiç bir kural tanımadan sadece dünya hayatlarını mamur etmek için zayıfı ezen , sadece kendisini düşünen bir insanın dünyaya yapacağı katkı fesat çıkarmaktan başka bir şey olmayacaktır. Böyle insanların yönettiği ve bu insanları destekleyenlerin çoğunlukta olduğu toplumlar için artık dibe doğru çöküş başlamış demektir.
Elçi kıssalarında anlatılan şirk olgusunun pratik hayata nasıl yansıdığının anlatılması , bu kavimlerin helak edilmesine sebep olan amillerin hangi zaman ve mekan içinde yaşayan insanlar tarafında tekrar edildiğinde, aynı helakın gerçekleşeceğini haber vermesi açısından okunması gerektiğini düşünüyoruz.
Salih (a.s) ın kavminin deveyi kesmesi sonucu helak olmasını , insan dışındaki bitki hayvan gibi varlıkların, arz üzerinde en az bizim kadar yaşama hakkı olduğu , bu hak onlara tanınmayarak yok edilmeye çalışıldığı müddetçe , bu yok etme ameliyesi aslında insanın bindiği dalı kesmesi gibi bir eylem olarak insan neslinin yok olmasını da beraberinde getirmesi olarak okumak, bu kıssayı evrensel mesajlar haline dönüştürecektir.
Çünkü insan , kendisini doyuracak olan kendi dışında olan varlıklara muhtaç bir biçimde hayatiyetini sürdürebilir. Bizim menfaatimiz için yaratılmış olan bitki ve hayvan neslini ,su kaynaklarını hoyratça harcadığımız zaman , yarın gıdamızı temin edecek şeyleri bulmakta zorlanarak , birbirimizi yemek zorunda kalmak içten bile değildir.
Şuayb (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan ölçü ve tartıda adaletsizlik yapmalarını , ekonomik hayatın gereklerini yerine getirmemeleri olarak okuduğumuzda , ekonomi ile ilgili yasaları hayatlarına yanlış olarak uygulayan toplumların helak olmalarının kaçınılmaz olduğu şeklinde okuyarak , yine bu helakın evrensel bir boyutu olduğunu görebiliriz.
Lut (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan o kavmin fıtratın gerektirdiği cinsellik yerine çarpık ilişkileri tercih ettiğini ve bunun sonucunda başlarına gelenlerin evrensel bir mahiyet arz ettiğini düşünerek okuduğumuzda , bırakın başka yerlere bakmayı, kendi ülkemizde olan ahlaksızlık boyutlarını düşündüğümüzde bu helakın bizler için gerçekleşebileceğini okuyabiliriz.
T.V kanallarında yayınlanan dizilere bakıldığında , o dizilerdeki ana temanın nikahsız ilişkiler ve zina sonucu doğan çocuklar etrafında yoğunlaşarak , bu ilişkilerin artık normal olduğu gibi şuur altına yerleştirmeler yapılmaktadır.
Salih (a.s) kavminin şirki nin insan dışındaki hayatların yaşam hakkı konusunda Allah (c.c) nin değil ,o kavmin melesi nin belirleyici olması şeklinde ortaya çıktığını , Şuayb (a.s) ın kavminin şirkinin , o kavmin ekonomik hayatın gereği olan belirlemeyi Allah (c.c) nin değil , o kavmin melesinin yaptığı , Lut (a.s) kavminin şirkinin , ahlaki kuralları Allah (c.c) nin değil yine o kavmin mele sinin belirleyiciliği olarak görmekteyiz.
Şimdi bunlardan sonra hangimiz ," Bu kavimler sadece taştan tahtadan putlara tapmak sureti ile şirk işledikleri için helak edildiler" şeklinde bir iddiayı ortaya atabilir ?.
Kur'anın kavimlerin helak edilme biçimleri ile ilgili anlattıkları , din dilinin ifade kalıpları dahilinde olduğu için , bu tür helakların artık olmayacağı gibi bir düşünce bizleri yanıltabilir. Tarih boyunca geçmiş olan bir çok devletin yıkılma biçimlerini tetkik ettiğimiz zaman, bizlerin yıkılıştan emin bir hayat geçirmemizi engelleyerek diken üzerinde durmamızı sağlayacaktır.
Bu gün dünya üzerinde belirli zamanlarda çıkan ekonomik krizler ile , kişilerin ve devletlerin zor duruma düşmeleri , daha çok üretmek ve daha çok kazanmak adına işlenen doğa katliamlarının insan bedenine olan etkileri , geçmişteki helak olaylarının tekrarından başka bir şey değildir. Bu hataların önü alınmadığı takdirde , daha şiddetli yıkımların olması kaçınılmaz olacaktır.
Bizler "Din" denilince sadece ritüel ibadetleri , "Şirk" denilince taştan tahtadan putlara tapmayı anladığımız müddetçe , bu din tapınaklarda yaşanan bir din olmaktan öteye geçmeyecektir. Halbuki "Din" denilince kişinin yaşamının her anını kaplayan değerler bütünü , "Şirk" denilince hayatın Allah (c.c) nin vaz ettiği sistem yerine onun kullarının vaz ettiği sistem dairesinde şekillenmesi anlaşılmış olsaydı , yaşadığımız hayatların ne kadar islami olduğu konusunda daha net fikir sahibi olmamız kolaylaşarak , Kur'anın anlattığı helak olaylarının sebepleri dikkate alınarak , onun doğrultusunda hayatlar yaşanmaya gayret edilerek , aynı akıbete uğramamak için gayret edilirdi.
Sonuç olarak ; Kur'an , kavimlerin helak edilmesi ile ilgili bilgileri tarihi bilgiler olsun diye değil , eskilerin yapmış olduğu hataların , onlara neye mal olduğunu haber vererek , o hataların bizler tarafından tekrarlanmamasına ilişkin mesajlar olarak vermektedir. Bizler kıssaları böyle bir bakış açısı ile okuduğumuz zaman , bu kıssalarda anlatılan cürümlerin aynısının bu günde tekrarlanmakta olduğunu görerek, bu tekrarlanmanın sonucu , o kavimlerin başlarına gelenlerin aynısının tekrarlanmaması için gerekli olan tedbirlere yönelme ihtiyacı duyacağız.
Kur'anın "Şirk" kavramı ile ifade etmek istediği net olarak anlaşılamadığı müddetçe , bu tehlikeden emin bir vaziyette geçirilen hayatın hiç beklenmedik bir anında helak gerçekleşerek geri dönüşü olmayan bir yola girilmesi her an mümkündür.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
14 Ocak 2016 Perşembe
12 Ocak 2016 Salı
ŞİRK : Müslümanların Gündeminde Olmayan Bir Kur'an Kavramı
"Şirk" , insan hayatında sadece Allah (c.c) ye ait olması gereken tasarruf yetkisinin, Allah (c.c) nin dışındakilere verilmesi şeklinde gerçekleşen , Kur'anın bel kemiğini oluşturan evrensel bir kavram olmasına rağmen , Kur'anın hayatın her anına el attığını unutan bir kısım Müslüman tarafından , Mekke nin fethini müteakip , Kabe içinde bulunduğu rivayet edilen 360 adet putun kırılması ile son bulduğu ve bir daha Müslümanlar için artık böyle bir tehlikenin, kıyamete kadar son bulduğu zannedilerek tarihselliğe gömülmüş bir kavramdır.
Şirk, kadim bir insanlık sorunu olarak dün nasıl bir tehlike ise , aynı tehlike kıyamete değin sürecektir. Asıl mesele, Kur'andaki şirk olgusunu Yahudi , Hıristiyan , Müşrikler ile sınırlamak, veya bir kısım tekfirci gurupların elinde oyuncak haline gelmiş bir kavram olarak herkese yapıştırmaktır.
"Şirk" kelimesini kısaca , "İki mülkün birbirine katılıp karıştırılması" olarak ifade edebiliriz.
[017.111] Ve şöyle de: «Hamd o Allah'a ki, hiçbir çocuk edinmedi; O'na mülkte bir ortak da olmadı; O'na aczi yüzünden bir yardımcı da olmadı.» O'nu tekbir ile büyükle de büyükle!
[025.002] O ki; göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Çocuk edinmemiştir, mülkte ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş ve bir ölçüyle takdir etmiştir.
Biz insanlar , onun mülküne dahil olan yarattıkları olarak , bizimle ilgili meselelerde hüküm beyan etmeye tek yetkili olan sadece O dur. Dünya tarihini kısaca özetleyecek olursak ; İnsan üzerinde hakimiyet kurarak , bu hakimiyeti Allah (c.c) den gasp etmek isteyenlerin çıkarmış oldukları kargaşa , isyan ve savaşlar , olduğunu söyleyebiliriz. Tarih boyunca gelen elçiler , hakimiyet savaşının , Allah (c.c) ye ait olmasını savunanların önderliğini yaparak bu konuda örneklik oluşturmuş şahıslardır.
"Şirk" konusunda yanlış bildiğimiz ve bizi yanıltan noktalardan birisi , şirk düşüncesinin Allah'ı temelden ret ettiği şeklindedir. Bu düşünce , Allah'ı varlık olarak ret etmemekle birlikte , onun insan hayatını ilgilendiren konularda belirleyici olduğunu ret etmeye dayanmaktadır.
[029.061] And olsun ki onlara: «Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?» diye sorarsan, şüphesiz «Allah'tır» derler.Öyleyse niçin döndürülüyorlar?
[031.025] Andolsun ki onlara, «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan, mutlaka «Allah...» derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.
[039.038] And olsun ki, onlara, «Gökleri ve yeri yaratan kimdir?» diye sorsan: «Allah'tır» derler. De ki: «Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?» De ki: «Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir.»
Kendisine "Rab" , bizlere "Abd" diyerek, onunla bizim aramızdaki ilişkinin sınırlarını belirleyen Allah (c.c) , bu sınırı ihlal edenlere karşılık olarak ebedi cehennem cezasını layık görmüştür.
Son elçi ile inen son kitap olan Kur'an , insan hayatında bu olgunun nasıl gerçekleştiğini örnekleri ile haber vererek bundan sakınmamızı emretmesine rağmen , özellikle biz Müslümanların bir çoğu, bu kavramın ifade ettiği anlamın, kendi hayatımız içinde nasıl açığa çıktığının bilincinden uzak bir hayat sürmekteyiz.
[039.003] Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım veliler edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.
[010.018] Onlar, Allah’tan başka kendilerine zarar veya fayda veremeyen birtakım nesnelere ibadet ediyor ve «Onlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir»
Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde ortaya çıkan şirk durumu güncelliğini koruyarak bir kısım Müslümanın hayatında devam etmektedir. Bu tür ayetleri sadece indiği zaman ve mekanda yaşayanlar ile sınırlı tutarak okuduğumuz için , bu durumun bizim üzerimizde meydana gelmesinin imkansız olduğunu düşünmekteyiz.
Ancak Kur'anın "Evliya" olarak ifade ettiği kelime içine giren , dünkü taştan tahtadan putların yerini , bugün kabirlerde yatan ve kendilerine bir takım üstün güçler atfedilen ölüler, veya Allah (c.c) ve elçisi ile her an iletişim halinde bulunulduğuna inanılan , kerameti müritlerinden menkul, "Şeyh" , "Gavs" v.s lakaplı insanlar almıştır. Bu guruplara bağlı bir hayat sürerek , bu insanlar olmadan Allah (c.c) nin kendilerine icabet etmeyeceğini düşünen insanlara en doğru cevabı yine Kur'an vermektedir.
[002.186] Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.
Üzüntümüz , bu tür sahtekarlara inanarak 4-4 lük bir hayat yaşadıklarını ve bu hayat sonunda Cennetin en güzel yerlerinde rezervasyonlarının hazır olduğunu düşünenlerin , hesap günü bu beklentilerinin boşa çıkarak , başka yerde rezervasyon yaptırmış olduklarını gördüklerinde , geri dönerek bu hatalarını telafi etme imkanından mahrum kalacak olmalarıdır.
[041.026] İnkar edenler: «Bu Kuran'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız» dediler.
Bu sahtekarların oyunlarını açığa çıkarak yegane kitap olan Kur'anın , saf müritlerin eline geçerek uyanmamaları için elden gelen çaba gösterilerek , Mekkeli atalarının taktiğinin bir benzeri uygulanmakta , bu kitap yerine başka kitaplar öne çıkarılarak karizmatik bir yapıya bürünmüş bir halde onlara sunularak , bu kitaplardaki muhteviyat dinin esası olarak insanlar kandırılmaya devam edilmektedir.
Tasavvuf kaynaklı dinin en büyük silahı , Muhammed (a.s) ın beşer olduğu gerçeğini örtecek derecede ileri giden bir peygamber anlayışıdır. "Şeyh" , "Gavs" v.s lakaplı kimselere yüklenen ortaklık anlayışı önce Muhammed (a.s) a yüklenmesi gerekir ki , bu ortaklığı ondan sonra devam ettirecek olan bu sahtekarlara gerekli zemin hazırlansın. Muhammed (a.s) ın şahsi yönü öne çıkarılarak , bu öne çıkarmanın da kaynağı yalan ve hurafelere dayandırılarak, uçan kaçan bir elçi ortaya çıkarılmış , böylece uçan kaçan şeyhlere meşruiyet zemini hazırlanmıştır.
Müslüman hayatında şirk olgusunun daha farklı bir boyutu , tasavvuf kaynaklı din anlayışına şiddetle karşı çıkarak bu din anlayışına sahip olanları "Müşrik" olarak nitelendiren bir kısım Müslümanda da görülmektedir. Bu Müslümanlar genellikle "Ehli Hadis" düşüncesi etrafında buluşan ve hadisleri dinin kaynağı konusunda Kur'an ile eşdeğer görmektedir.
Bu düşünce "Kur'an=Hadis" söylemi etrafında bir din anlayışı geliştirmekle , tasavvuf kesiminin geliştirdiği "Muhammed = Allah" söylemi ile aynı safta yer aldıklarını maalesef göz ardı etmektedirler.
İnsanların ahirette sorumlu tutulacağı konularda haram - helal tayin etme yetkisinin , mülkün yegane sahibi olarak , sadece kendisinde olduğunu beyan etmesine rağmen bu yetkiyi onunla birlikte Muhammed (a.s) da tahsis etmek şeklinde ortaya çıkan düşünce, "Ehli Hadis" fırkasının ana fikrini oluşturmaktadır. Bu fırka mensupları "Şirk" konusunda kendilerini "Sütten çıkmış ak kaşık" misali görmelerine rağmen , maalesef tasavvuf ehlinden aşağı kalmayan bir tutum sergilemektedirler.
"Şirk" olgusunun farklı bir boyutu , Tasavvuf ve hadis kaynaklı din anlayışını ret ederek Kur'an kaynaklı bir anlayışını kabul ettiğini iddia eden bir kısım Müslüman üzerinde de kendisini göstermektedir. Bu Müslümanların bir kısmı , Kur'anın yaşanılan hayatın toplum olarak nasıl bir sisteme dayanması gerektiğinde pek duyarlı davranmayarak , yaşadığımız sistemden herhangi bir rahatsızlık duymamakta , dahası bu sistemden memnun olarak hayatını sürdürmektedir.
Okudukları Kur'anın sadece hadis ve tasavvuf kaynaklı din anlayışını ret ettiğini düşünen bu Müslümanların daha uç kesimleri , özellikle Kur'anın "Tağut" olarak nitelediği kavrama karşı duyarsız kalarak , yaşanılan sisteme destek çıkmaktadırlar. Laik , Kemalist , Cumhuriyetçi temellere oturan bu sistem içindeki bazı yasalar , Allah (c.c) nin "Haram" olarak beyan ettiği ayetlere ters bir davranış sergileyerek onları "Helal" kapsamına almaktadır.
Muhammed (a.s) ın haram helal koyma yetkisi olmadığı konusunda hem fikir olan bu kişiler , konu yaşadığımız sistemin haram-helal tayin etme yetkisine gelince "Dut yemiş bülbül" kesilmekle kalmayıp, bu tayini destekler bir tavır sergilemektedirler.
Amacımız kimseyi "Müşrik" olarak tekfir etmek olmayıp , Müslüman kimliğine sahip olduğumuzu iddia etmenin bizi şirk batağından kurtarmaya yetmediğini ifade etmeye çalışmaktır. Bu tehlikenin üzerimizden ebediyyen kalktığını düşünen bir hayat , bizleri büyük bir yanılgı içine sokarak , yarın telafisi imkansız bir duruma düşürecektir.
Sonuç olarak ; Kur'an her konuda şifa kaynağı olduğu gibi , şirk hastalığının çarelerini ihtiva eden reçeteler taşımaktadır. Önemli olan bu reçeteyi emanet olarak alınmış gözlüklerle veya başkalarının bize takmaya çalıştığı gözlüklerle okumaya çalışmamak olmalıdır.
Eğer bu reçeteleri, "Tasavvuf" kaynaklı din anlayışının taktığı bir gözlükle okumaya çalışırsak , o reçeteler bizlere şirkten arınmayı değil şirke davet eden , şirki teşvik eden bir reçete olarak karşımıza çıkarak , içine düştüğümüz şirk hastalığından kurtulmak yerine bizi daha ağır bir hasta konumuna düşürecektir.
Eğer bu reçeteleri , "Ehli Hadis" kaynaklı din anlayışının taktığı bir gözlükle okuyacak olursak , tasavvuf kaynaklı din anlayışının şirk düşüncesini ret edip muvahhitlerden olduğumuzu sanarak , Muhammed (a.s) ın haram -helal koyma yetkisi , veya hadislerin de vahiy olduğunu savunmak sureti ile Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) ile denk bir duruma getirmiş oluruz.
Eğer bu reçeteleri , sadece tasavvuf ve hadis merkezli din anlayışını ret eden bir gözlükle okumaya çalışarak , Kur'anın hayatın her anına dair sözü olan bir kitap olduğunu öteleyerek , tağuti sistemlere destek veren ve bu sistemlerin kurucularına secde edenler olarak bir hayat sürmüş oluruz.
Kur'anın insan hayatını ilgilendiren her konuda belirleyici olması gerektiği fikri , Müslümanlar tarafından özümsenmediği müddetçe , şirk tehlikesinin bizim dışımızdakiler için geçerli olduğu fikri bizde kalıcı olacak , ve bu tehlike içine girenler , düştükleri bu durumun farkına bile varamayacaklardır.
"Şirk" olgusu , Kur'ana bakıldığı zaman toplumların yıkılışına zemin hazırlayan en büyük sebep olarak karşımızda durmasına rağmen , bu yıkılışlar bizlere gerekli ibretleri vermekten uzak bir okumaya tabi tutularak , bu yıkımların artık gerçekleşmeyeceği gibi bir kanıya sahip olmaktayız. Sünnetullah yasalarında değişme olmayacağını hesaba katarak yapılan bir okuma , bu yıkımların şartlar olgunlaştığında kıyamete kadar devam edeceğini bizlere haber vermektedir.
Rabbimiz , bizleri Kur'an dışı kaynaklara itibar ederek, bu kitabı o kaynaklar doğrultusunda okuma hatasından kurtarsın.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Şirk, kadim bir insanlık sorunu olarak dün nasıl bir tehlike ise , aynı tehlike kıyamete değin sürecektir. Asıl mesele, Kur'andaki şirk olgusunu Yahudi , Hıristiyan , Müşrikler ile sınırlamak, veya bir kısım tekfirci gurupların elinde oyuncak haline gelmiş bir kavram olarak herkese yapıştırmaktır.
"Şirk" kelimesini kısaca , "İki mülkün birbirine katılıp karıştırılması" olarak ifade edebiliriz.
[017.111] Ve şöyle de: «Hamd o Allah'a ki, hiçbir çocuk edinmedi; O'na mülkte bir ortak da olmadı; O'na aczi yüzünden bir yardımcı da olmadı.» O'nu tekbir ile büyükle de büyükle!
[025.002] O ki; göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Çocuk edinmemiştir, mülkte ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş ve bir ölçüyle takdir etmiştir.
Biz insanlar , onun mülküne dahil olan yarattıkları olarak , bizimle ilgili meselelerde hüküm beyan etmeye tek yetkili olan sadece O dur. Dünya tarihini kısaca özetleyecek olursak ; İnsan üzerinde hakimiyet kurarak , bu hakimiyeti Allah (c.c) den gasp etmek isteyenlerin çıkarmış oldukları kargaşa , isyan ve savaşlar , olduğunu söyleyebiliriz. Tarih boyunca gelen elçiler , hakimiyet savaşının , Allah (c.c) ye ait olmasını savunanların önderliğini yaparak bu konuda örneklik oluşturmuş şahıslardır.
"Şirk" konusunda yanlış bildiğimiz ve bizi yanıltan noktalardan birisi , şirk düşüncesinin Allah'ı temelden ret ettiği şeklindedir. Bu düşünce , Allah'ı varlık olarak ret etmemekle birlikte , onun insan hayatını ilgilendiren konularda belirleyici olduğunu ret etmeye dayanmaktadır.
[029.061] And olsun ki onlara: «Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?» diye sorarsan, şüphesiz «Allah'tır» derler.Öyleyse niçin döndürülüyorlar?
[031.025] Andolsun ki onlara, «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan, mutlaka «Allah...» derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.
[039.038] And olsun ki, onlara, «Gökleri ve yeri yaratan kimdir?» diye sorsan: «Allah'tır» derler. De ki: «Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?» De ki: «Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir.»
Kendisine "Rab" , bizlere "Abd" diyerek, onunla bizim aramızdaki ilişkinin sınırlarını belirleyen Allah (c.c) , bu sınırı ihlal edenlere karşılık olarak ebedi cehennem cezasını layık görmüştür.
Son elçi ile inen son kitap olan Kur'an , insan hayatında bu olgunun nasıl gerçekleştiğini örnekleri ile haber vererek bundan sakınmamızı emretmesine rağmen , özellikle biz Müslümanların bir çoğu, bu kavramın ifade ettiği anlamın, kendi hayatımız içinde nasıl açığa çıktığının bilincinden uzak bir hayat sürmekteyiz.
[039.003] Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım veliler edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.
[010.018] Onlar, Allah’tan başka kendilerine zarar veya fayda veremeyen birtakım nesnelere ibadet ediyor ve «Onlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir»
Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde ortaya çıkan şirk durumu güncelliğini koruyarak bir kısım Müslümanın hayatında devam etmektedir. Bu tür ayetleri sadece indiği zaman ve mekanda yaşayanlar ile sınırlı tutarak okuduğumuz için , bu durumun bizim üzerimizde meydana gelmesinin imkansız olduğunu düşünmekteyiz.
Ancak Kur'anın "Evliya" olarak ifade ettiği kelime içine giren , dünkü taştan tahtadan putların yerini , bugün kabirlerde yatan ve kendilerine bir takım üstün güçler atfedilen ölüler, veya Allah (c.c) ve elçisi ile her an iletişim halinde bulunulduğuna inanılan , kerameti müritlerinden menkul, "Şeyh" , "Gavs" v.s lakaplı insanlar almıştır. Bu guruplara bağlı bir hayat sürerek , bu insanlar olmadan Allah (c.c) nin kendilerine icabet etmeyeceğini düşünen insanlara en doğru cevabı yine Kur'an vermektedir.
[002.186] Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.
Üzüntümüz , bu tür sahtekarlara inanarak 4-4 lük bir hayat yaşadıklarını ve bu hayat sonunda Cennetin en güzel yerlerinde rezervasyonlarının hazır olduğunu düşünenlerin , hesap günü bu beklentilerinin boşa çıkarak , başka yerde rezervasyon yaptırmış olduklarını gördüklerinde , geri dönerek bu hatalarını telafi etme imkanından mahrum kalacak olmalarıdır.
[041.026] İnkar edenler: «Bu Kuran'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız» dediler.
Bu sahtekarların oyunlarını açığa çıkarak yegane kitap olan Kur'anın , saf müritlerin eline geçerek uyanmamaları için elden gelen çaba gösterilerek , Mekkeli atalarının taktiğinin bir benzeri uygulanmakta , bu kitap yerine başka kitaplar öne çıkarılarak karizmatik bir yapıya bürünmüş bir halde onlara sunularak , bu kitaplardaki muhteviyat dinin esası olarak insanlar kandırılmaya devam edilmektedir.
Tasavvuf kaynaklı dinin en büyük silahı , Muhammed (a.s) ın beşer olduğu gerçeğini örtecek derecede ileri giden bir peygamber anlayışıdır. "Şeyh" , "Gavs" v.s lakaplı kimselere yüklenen ortaklık anlayışı önce Muhammed (a.s) a yüklenmesi gerekir ki , bu ortaklığı ondan sonra devam ettirecek olan bu sahtekarlara gerekli zemin hazırlansın. Muhammed (a.s) ın şahsi yönü öne çıkarılarak , bu öne çıkarmanın da kaynağı yalan ve hurafelere dayandırılarak, uçan kaçan bir elçi ortaya çıkarılmış , böylece uçan kaçan şeyhlere meşruiyet zemini hazırlanmıştır.
Müslüman hayatında şirk olgusunun daha farklı bir boyutu , tasavvuf kaynaklı din anlayışına şiddetle karşı çıkarak bu din anlayışına sahip olanları "Müşrik" olarak nitelendiren bir kısım Müslümanda da görülmektedir. Bu Müslümanlar genellikle "Ehli Hadis" düşüncesi etrafında buluşan ve hadisleri dinin kaynağı konusunda Kur'an ile eşdeğer görmektedir.
Bu düşünce "Kur'an=Hadis" söylemi etrafında bir din anlayışı geliştirmekle , tasavvuf kesiminin geliştirdiği "Muhammed = Allah" söylemi ile aynı safta yer aldıklarını maalesef göz ardı etmektedirler.
İnsanların ahirette sorumlu tutulacağı konularda haram - helal tayin etme yetkisinin , mülkün yegane sahibi olarak , sadece kendisinde olduğunu beyan etmesine rağmen bu yetkiyi onunla birlikte Muhammed (a.s) da tahsis etmek şeklinde ortaya çıkan düşünce, "Ehli Hadis" fırkasının ana fikrini oluşturmaktadır. Bu fırka mensupları "Şirk" konusunda kendilerini "Sütten çıkmış ak kaşık" misali görmelerine rağmen , maalesef tasavvuf ehlinden aşağı kalmayan bir tutum sergilemektedirler.
"Şirk" olgusunun farklı bir boyutu , Tasavvuf ve hadis kaynaklı din anlayışını ret ederek Kur'an kaynaklı bir anlayışını kabul ettiğini iddia eden bir kısım Müslüman üzerinde de kendisini göstermektedir. Bu Müslümanların bir kısmı , Kur'anın yaşanılan hayatın toplum olarak nasıl bir sisteme dayanması gerektiğinde pek duyarlı davranmayarak , yaşadığımız sistemden herhangi bir rahatsızlık duymamakta , dahası bu sistemden memnun olarak hayatını sürdürmektedir.
Okudukları Kur'anın sadece hadis ve tasavvuf kaynaklı din anlayışını ret ettiğini düşünen bu Müslümanların daha uç kesimleri , özellikle Kur'anın "Tağut" olarak nitelediği kavrama karşı duyarsız kalarak , yaşanılan sisteme destek çıkmaktadırlar. Laik , Kemalist , Cumhuriyetçi temellere oturan bu sistem içindeki bazı yasalar , Allah (c.c) nin "Haram" olarak beyan ettiği ayetlere ters bir davranış sergileyerek onları "Helal" kapsamına almaktadır.
Muhammed (a.s) ın haram helal koyma yetkisi olmadığı konusunda hem fikir olan bu kişiler , konu yaşadığımız sistemin haram-helal tayin etme yetkisine gelince "Dut yemiş bülbül" kesilmekle kalmayıp, bu tayini destekler bir tavır sergilemektedirler.
Amacımız kimseyi "Müşrik" olarak tekfir etmek olmayıp , Müslüman kimliğine sahip olduğumuzu iddia etmenin bizi şirk batağından kurtarmaya yetmediğini ifade etmeye çalışmaktır. Bu tehlikenin üzerimizden ebediyyen kalktığını düşünen bir hayat , bizleri büyük bir yanılgı içine sokarak , yarın telafisi imkansız bir duruma düşürecektir.
Sonuç olarak ; Kur'an her konuda şifa kaynağı olduğu gibi , şirk hastalığının çarelerini ihtiva eden reçeteler taşımaktadır. Önemli olan bu reçeteyi emanet olarak alınmış gözlüklerle veya başkalarının bize takmaya çalıştığı gözlüklerle okumaya çalışmamak olmalıdır.
Eğer bu reçeteleri, "Tasavvuf" kaynaklı din anlayışının taktığı bir gözlükle okumaya çalışırsak , o reçeteler bizlere şirkten arınmayı değil şirke davet eden , şirki teşvik eden bir reçete olarak karşımıza çıkarak , içine düştüğümüz şirk hastalığından kurtulmak yerine bizi daha ağır bir hasta konumuna düşürecektir.
Eğer bu reçeteleri , "Ehli Hadis" kaynaklı din anlayışının taktığı bir gözlükle okuyacak olursak , tasavvuf kaynaklı din anlayışının şirk düşüncesini ret edip muvahhitlerden olduğumuzu sanarak , Muhammed (a.s) ın haram -helal koyma yetkisi , veya hadislerin de vahiy olduğunu savunmak sureti ile Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) ile denk bir duruma getirmiş oluruz.
Eğer bu reçeteleri , sadece tasavvuf ve hadis merkezli din anlayışını ret eden bir gözlükle okumaya çalışarak , Kur'anın hayatın her anına dair sözü olan bir kitap olduğunu öteleyerek , tağuti sistemlere destek veren ve bu sistemlerin kurucularına secde edenler olarak bir hayat sürmüş oluruz.
Kur'anın insan hayatını ilgilendiren her konuda belirleyici olması gerektiği fikri , Müslümanlar tarafından özümsenmediği müddetçe , şirk tehlikesinin bizim dışımızdakiler için geçerli olduğu fikri bizde kalıcı olacak , ve bu tehlike içine girenler , düştükleri bu durumun farkına bile varamayacaklardır.
"Şirk" olgusu , Kur'ana bakıldığı zaman toplumların yıkılışına zemin hazırlayan en büyük sebep olarak karşımızda durmasına rağmen , bu yıkılışlar bizlere gerekli ibretleri vermekten uzak bir okumaya tabi tutularak , bu yıkımların artık gerçekleşmeyeceği gibi bir kanıya sahip olmaktayız. Sünnetullah yasalarında değişme olmayacağını hesaba katarak yapılan bir okuma , bu yıkımların şartlar olgunlaştığında kıyamete kadar devam edeceğini bizlere haber vermektedir.
Rabbimiz , bizleri Kur'an dışı kaynaklara itibar ederek, bu kitabı o kaynaklar doğrultusunda okuma hatasından kurtarsın.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
11 Ocak 2016 Pazartesi
FASIK : İstismara Kurban Giden Bir Kur'an Kavramı
Bir düşünceyi veya fikri yozlaştırmanın en kolay yolu , o düşünce veya fikri oluşturan anahtar kavramları ters çevirerek, anlamlarını kendi isteğimiz doğrultusunda yeniden düzenlemekten geçmektedir. Bu yozlaştırma olayını İslam ile ilişiklendirecek olursak , bu dinin kitabı olan Kur'anın , içindeki bazı anahtar kavramları yeniden dizayn ederek buharlaştırma ameliyesi, neredeyse Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında başlayan bir sürecin devamı olarak günümüzde de devam etmektedir.
Geçmişte yönetim kademesinde olanların yapmış olduğu icraatları temize çıkarmak gibi bir görev yüklenen bir takım "Saray Uleması" , bazı kavramları siparişe uygun bir biçimde yeniden dizayn ederek keselerini doldurmuşlardır. Onların yapmış olduğu bu ameliyeler sonucu çıkarmış oldukları kurallar , maalesef sanki dinin bir kuralı gibi gösterilerek bugüne kadar gelinmiştir.
"Fasık" kavramı, sözünü ettiğimiz bu ameliyeye kurban edilen kavramlardan bir tanesi olarak karşımızda durmakta ve , "Fasık Müslümanın durumu" veya "Fasık imam arkasında namaz kılınır mı ?" veya "Fasık olan ulul emr'e itaat gerekli mi değil mi?" gibi tartışma konuları, hala kitaplardaki yerlerini korumaktadır.
İtikadi fırkalardan olan , Harici , Mutezile ve Mürcie ve ehli sünnet'in bu konudaki yaklaşımlarının ortak yönünü, bu kavramın anlam alanını kaydıran yaklaşımlar olarak söylemek mümkündür.
Bu yazımızda , "Fasık" kavramının geçtiği ayetleri paylaşarak , bu kavramın anlam alanı hakkında, Kur'an içinde bir gezinti yapmaya çalışacağız.
"Fasık" kelimesi ; "Çıkmak" anlamındaki Fe-se-ka kelimesinden türemiştir. Bu kullanım, Arapların taze hurma kabuğundan çıktığında söyledikleri "Fesekarrutabu" sözünden gelmektedir. Kur'an bu kelimeye ıstılahi bir anlam yükleyerek, "Dinden çıkmak" şeklinde bir anlama döndürmüştür.
[018.050] Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: «Âdem'e secde edin!» demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinden oldu, Rabbinin emrinden dışarı çıktı (FEFESEKA). Şimdi siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir.
[010.033] İşte böylece Rabbinin yoldan çıkanlar (FESEKU)hakkındaki «Onlar inanmazlar» sözü gerçekleşmiş oldu.
[017.016] Bir kasabayı da helak etmek istediğimiz zaman; varlıklılarına emir veririz de, orada fasıklık yaparlar (FESEKU). Bunun üzerine artık oraya söz hak olur. Ve Biz de onları yerle bir ederiz.
[032.020] Ama yoldan çıkanların (FESEKU), işte onların varacağı yer ateştir. Oradan çıkmak isteyişlerinin her defasında geri çevrilirler ve onlara: «Yalanlayıp, durduğunuz ateşin azabını tadın» denir.
[046.020] İnkar edenler, ateşe sunuldukları gün, onlara: «Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz; ama bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın (TEFSUKUNE)karşılığında alçaltıcı bir azap göreceksiniz»
[002.059] Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler. Biz de, zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı (YEFSUKUNE) gökten azab indirdik.
[006.049] Ayetlerimizi inkar edenlere yoldan çıkmalarından ötürü (YEFSUKUNE)azab dokunacaktır.
[007.163] Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka günler gelmiyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle (YEFSUKUNE)böylece deniyorduk.
[007.165] Onlar kendilerine yapılan hatırlatmaları unutunca kötülükten sakındıranları kurtardık ve zalimleri, yoldan çıkmaları (YEFSUKUNE) yüzünden ağır bir azaba uğrattık.
[029.034] «Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık (YEFSUKUNE) gökten (feci) bir azap indireceğiz.»
[005.003] Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır (FISKUN). Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
[006.121] Üzerlerine Allah'ın ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü onu yemek yoldan çıkmaktır (FISKUN). Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, muhakkak ki, Allah'a ortak koşanlardan olursunuz.
[049.006] Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri (FASIKUN) size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.
[032.018] Öyle ya, mümin olan, yoldan çıkmış kimse (FASİKAN) gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar.
[002.099] And olsun ki, sana apaçık ayetler indirdik. Onları sadece yoldan çıkmışlar(ELFASİKUNE) inkar eder.
[003.081-82] Allah peygamberlerden ahid almıştı: «And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahidlerdenim» demişti.Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların (ELFASİKUNE)ta kendileridir.
[003.110] Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde inananlar olmakla beraber, çoğu yoldan çıkmıştır (ELFASİKUNE).
[005.047] İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır (ELFASİKUNE).
[005.049] Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma, Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmasınlar diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır (ELFASİKUNE).
[005.059] De ki, «Ey kitap ehli! Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inanmamızdan ve çoğunuzun fasık olmasından(ELFASİKUNE) ötürü mü bizden hoşlanmıyorsunuz?»
[005.081] Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilen Kuran'a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu fasıktır (ELFASİKUNE).
[009.008] Nasıl olabilir ki, size üstün gelselerdi ne bir yakınlık, ne de bir ahd gözetirlerdi. Kalpleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye uğraşırlar; çokları fasıktırlar (ELFASİKUNE).
[009.067] Münafıkların erkekleri de kadınları da birbirlerinin tıpkısıdırlar; kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyarlar ve ellerini sıkı tutarlar. Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu. Gerçekten münafıklar, yoldan çıkmışların ta kendileridir(ELFASİKUNE).
[009.084] Onlardan ölen kimseye salat etme, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini inkar ettiler, fasık olarak öldüler (ELFASİKUNE).
[024.004] İffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir (ELFASİKUNE).
[024.055] Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır (ELFASİKUNE).
[046.035] Artık sen sabret; peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi, onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki kendileri gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamışlar. (Bu,) Bir tebliğdir. Artık fasık (ELFASİKUNE) olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı?
[057.016] İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir (ELFASİKUNE).
[057.026] And olsun ki Nuh'u ve İbrahim'i Biz gönderdik; ikisinin soyundan gelenlere peygamberlik ve kitap verdik; soylarından gelenlerin kimi doğru yoldadır, birçoğu da yoldan çıkmıştır (ELFASİKUNE).
[057.027] Onların izleri üzerinden peygamberlerimizi ard arda gönderdik; Meryem oğlu İsa'yı da ardlarından gönderdik ve ona İncil'i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet duyguları koyduk; üzerlerine bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya attıkları ruhbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler; içlerinde inanmış olan kimselere ecirlerini verdik; ama çoğu yoldan çıkmışlardır (ELFASİKUNE).
[059.019] Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir (ELFASİKUNE).
[002.026] Şüphesiz Allah, bir sivrisineği olsun, ondan üstün olanını olsun (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden hak olduğunu bilirler; küfredenler ise, «Allah, bu örnekle neyi amaçlamıştır?» derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete ulaştırır. O bununla ancak fasıkları (ELFASIKİNE) saptırır.
[005.025-26] Musa: «Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış (ELFASIKİNE) toplumun arasını ayır» dedi. Allah: «Orası onlara kırk yıl haram kılındı; yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış (ELFASIKİNE)kavim için tasalanma» dedi.
[005.106-108] Ey İnananlar! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken içinizden iki adil kimseyi; şayet yolculukta olup başınıza da ölüm musibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, şüpheleniyorsanız, «Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şahidliğini gizlemeyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkarlardan oluruz» diye yemin eden sizden olmayan iki kişiyi şahid tutun. Eğer bu şahidlerin günah işlemiş oldukları ortaya çıkarsa ölene daha yakın hak sahibi diğer iki kişi bunların yerine geçer ve «Bizim şahidliğimiz ikisininkinden de daha doğrudur, biz aşırı gitmedik, yoksa şüphesiz zulmedenlerden oluruz» diye Allah'a yemin ederler. Bu, şahidliği gerektiği gibi yapmalarını veya yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmemesinden korkmalarını daha iyi sağlar. Allah'tan sakının, dinleyin. Allah fasık (ELFASIKİNE)kimselere yol göstermez.
[007.101-102] İşte o kentlerin haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler.Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk. (ELFASIKİNE)
[007.145] Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalarda yazdık. (Ve dedik ki): Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların (ELFASIKİNE) yurdunu göstereceğim.
[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri (ELFASIKİNE) doğru yola eriştirmez.»
[009.053] De ki: «İstekli yahut isteksiz olarak verin, nasıl olsa kabul edilmeyecektir. Siz şüphesiz fasık (ELFASIKİNE) bir topluluksunuz.»
[009.080] Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, Allah'ı ve Peygamberini inkar etmelerinden ötürüdür. Allah fasık (ELFASIKİNE) topluluğu doğru yola eriştirmez.
[009.096] Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile Allah fâsıklar (ELFASIKİNE) topluluğundan asla razı olmaz.
[021.074] Lut'a da. Ona hüküm ve ilim verdik, onu çirkin işler yapan o memleketten kurtardık. Doğrusu onlar, yoldan çıkmış (elfasıkine) kötü bir kavim idiler.
[027.012] Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz ayet ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış (elfasıkine) bir kavim olmuşlardır.
[028.032] [FK] Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek. İşte bunlar, Firavun'a ve onun adamlarına karşı Rabb'inin verdiği iki delildir. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavimdirler» (elfasıkine) denildi.
[043.054] Bu şekilde (Firavun) kavmini küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler, çünkü yoldan çıkmış (ELFASIKİNE) bir kavim idiler.
[051.046] Daha önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar da yoldan çıkmış (ELFASIKİNE) bir toplum idiler.
[059.005] Hurma ağaçlarından her hangi bir şey kesmeniz veya kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve O'nun, yoldan çıkanları (ELFASIKİNE) cezalandırması içindir.
[061.005-6] Bir zaman Musa kavmine: Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz? demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah, fâsıklar (ELFASIKİNE) topluluğunu doğru yola iletmez.Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık (ELFASIKİNE) olan bir kavme hidayet vermez.
[002.197] Hac, bilinen aylardır. Böylelikle kim onlarda haccı farz eder, (yerine getirir) se, (bilsin ki) hacda kadına yaklaşmak, fısk (ELFÜSÜKU) yapmak ve kavgaya girişmek yoktur. Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin, kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden korkup-sakının.
[002.282] Ey İnananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. İçinizden bir katip doğru olarak yazsın; katip onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, aptal veya aciz, ya da yazdıramıyacak durumda ise, velisi, doğru olarak yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahid tutun; eğer iki erkek bulunmazsa, şahidlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahidler çağırıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük veya küçük olsun, onu süresiyle beraber yazmaya üşenmeyin; bu, Allah katında en doğru, şahidlik için en sağlam ve şüphelenmenizden en uzak olandır. Ancak aranızdaki alışveriş peşin olursa, onu yazmamanızda size bir sorumluluk yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahid tutun. Katibe de şahide de zarar verilmesin; eğer zarar verirseniz, o zaman yoldan çıkmış (ELFUSÜKÜ) olursunuz. Allah'tan sakının, Allah size öğretiyor; Allah her şeyi bilir.
[049.007] Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı (ELFUSÜKU) ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
[049.011] Ey inananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak (ELFUSÜKU) ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir.
Sonuç olarak ; Kur'an içinde geçen "Fasık" kelimesi ve türevlerini alt alta koyup okuduğumuzda, kelimenin doğru yoldan çıkarak yanlış yola girmeyi ifade ettiğini görmekteyiz. "İman" ile Fısk" ın bir arada durması gibi bir durum asla mümkün olmayıp , birisinin olduğu yerde diğerinin olması imkansızdır. Kişi hem iman sahibi hem de fasık olamaz ,"Fasık Müslüman" veya "Fasık imam" deyimini kullanmak , "Kafir Müslüman" , "Münafık Müslüman" , "Müşrik Müslüman" terimlerini bir arada kullanmak ne kadar doğru ise , o deyimleri kullanmak ta o kadar doğrudur.
Bu tür hataların kaynağı , başta birilerini temize çıkarmak adına yapılması ile birlikte , yine klasik düşünce içinde bulunan , günahkar Müslümanların günahları kadar cehennemde ceza gördükten sonra , cennete girecekleri düşüncesi ile bağlantılıdır. Bu tür düşünceler, kaynağını Yahudi düşüncesinden almış bir düşünce olup , Yahudilerin bu iddiaları Kur'an tarafından ret edilmektedir (2.80 / 3.24).
Bu kavramın yanına getirilen "Müslüman" eki , birilerine yaranmak amacının yanı sıra , "Alim" kisvesine sahip olanların , yönetici tabakasına karşı olan tutumlarını göstermesi açısından ibret vericidir. Kelle korkusu , cehennem ateşine tercih eden alimler var oldukça , İslam ümmetinin ayağa kalkmasının mümkün olmayacağını bir kere daha hatırlatmak isteriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Geçmişte yönetim kademesinde olanların yapmış olduğu icraatları temize çıkarmak gibi bir görev yüklenen bir takım "Saray Uleması" , bazı kavramları siparişe uygun bir biçimde yeniden dizayn ederek keselerini doldurmuşlardır. Onların yapmış olduğu bu ameliyeler sonucu çıkarmış oldukları kurallar , maalesef sanki dinin bir kuralı gibi gösterilerek bugüne kadar gelinmiştir.
"Fasık" kavramı, sözünü ettiğimiz bu ameliyeye kurban edilen kavramlardan bir tanesi olarak karşımızda durmakta ve , "Fasık Müslümanın durumu" veya "Fasık imam arkasında namaz kılınır mı ?" veya "Fasık olan ulul emr'e itaat gerekli mi değil mi?" gibi tartışma konuları, hala kitaplardaki yerlerini korumaktadır.
İtikadi fırkalardan olan , Harici , Mutezile ve Mürcie ve ehli sünnet'in bu konudaki yaklaşımlarının ortak yönünü, bu kavramın anlam alanını kaydıran yaklaşımlar olarak söylemek mümkündür.
Bu yazımızda , "Fasık" kavramının geçtiği ayetleri paylaşarak , bu kavramın anlam alanı hakkında, Kur'an içinde bir gezinti yapmaya çalışacağız.
"Fasık" kelimesi ; "Çıkmak" anlamındaki Fe-se-ka kelimesinden türemiştir. Bu kullanım, Arapların taze hurma kabuğundan çıktığında söyledikleri "Fesekarrutabu" sözünden gelmektedir. Kur'an bu kelimeye ıstılahi bir anlam yükleyerek, "Dinden çıkmak" şeklinde bir anlama döndürmüştür.
[018.050] Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: «Âdem'e secde edin!» demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinden oldu, Rabbinin emrinden dışarı çıktı (FEFESEKA). Şimdi siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir.
[010.033] İşte böylece Rabbinin yoldan çıkanlar (FESEKU)hakkındaki «Onlar inanmazlar» sözü gerçekleşmiş oldu.
[017.016] Bir kasabayı da helak etmek istediğimiz zaman; varlıklılarına emir veririz de, orada fasıklık yaparlar (FESEKU). Bunun üzerine artık oraya söz hak olur. Ve Biz de onları yerle bir ederiz.
[032.020] Ama yoldan çıkanların (FESEKU), işte onların varacağı yer ateştir. Oradan çıkmak isteyişlerinin her defasında geri çevrilirler ve onlara: «Yalanlayıp, durduğunuz ateşin azabını tadın» denir.
[046.020] İnkar edenler, ateşe sunuldukları gün, onlara: «Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz; ama bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın (TEFSUKUNE)karşılığında alçaltıcı bir azap göreceksiniz»
[002.059] Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler. Biz de, zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı (YEFSUKUNE) gökten azab indirdik.
[006.049] Ayetlerimizi inkar edenlere yoldan çıkmalarından ötürü (YEFSUKUNE)azab dokunacaktır.
[007.163] Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka günler gelmiyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle (YEFSUKUNE)böylece deniyorduk.
[007.165] Onlar kendilerine yapılan hatırlatmaları unutunca kötülükten sakındıranları kurtardık ve zalimleri, yoldan çıkmaları (YEFSUKUNE) yüzünden ağır bir azaba uğrattık.
[029.034] «Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık (YEFSUKUNE) gökten (feci) bir azap indireceğiz.»
[005.003] Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır (FISKUN). Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
[006.121] Üzerlerine Allah'ın ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü onu yemek yoldan çıkmaktır (FISKUN). Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, muhakkak ki, Allah'a ortak koşanlardan olursunuz.
[049.006] Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri (FASIKUN) size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.
[032.018] Öyle ya, mümin olan, yoldan çıkmış kimse (FASİKAN) gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar.
[002.099] And olsun ki, sana apaçık ayetler indirdik. Onları sadece yoldan çıkmışlar(ELFASİKUNE) inkar eder.
[003.081-82] Allah peygamberlerden ahid almıştı: «And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahidlerdenim» demişti.Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların (ELFASİKUNE)ta kendileridir.
[003.110] Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde inananlar olmakla beraber, çoğu yoldan çıkmıştır (ELFASİKUNE).
[005.047] İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır (ELFASİKUNE).
[005.049] Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma, Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmasınlar diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır (ELFASİKUNE).
[005.059] De ki, «Ey kitap ehli! Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inanmamızdan ve çoğunuzun fasık olmasından(ELFASİKUNE) ötürü mü bizden hoşlanmıyorsunuz?»
[005.081] Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilen Kuran'a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu fasıktır (ELFASİKUNE).
[009.008] Nasıl olabilir ki, size üstün gelselerdi ne bir yakınlık, ne de bir ahd gözetirlerdi. Kalpleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye uğraşırlar; çokları fasıktırlar (ELFASİKUNE).
[009.067] Münafıkların erkekleri de kadınları da birbirlerinin tıpkısıdırlar; kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyarlar ve ellerini sıkı tutarlar. Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu. Gerçekten münafıklar, yoldan çıkmışların ta kendileridir(ELFASİKUNE).
[009.084] Onlardan ölen kimseye salat etme, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini inkar ettiler, fasık olarak öldüler (ELFASİKUNE).
[024.004] İffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir (ELFASİKUNE).
[024.055] Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır (ELFASİKUNE).
[046.035] Artık sen sabret; peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi, onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki kendileri gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamışlar. (Bu,) Bir tebliğdir. Artık fasık (ELFASİKUNE) olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı?
[057.016] İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir (ELFASİKUNE).
[057.026] And olsun ki Nuh'u ve İbrahim'i Biz gönderdik; ikisinin soyundan gelenlere peygamberlik ve kitap verdik; soylarından gelenlerin kimi doğru yoldadır, birçoğu da yoldan çıkmıştır (ELFASİKUNE).
[057.027] Onların izleri üzerinden peygamberlerimizi ard arda gönderdik; Meryem oğlu İsa'yı da ardlarından gönderdik ve ona İncil'i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet duyguları koyduk; üzerlerine bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya attıkları ruhbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler; içlerinde inanmış olan kimselere ecirlerini verdik; ama çoğu yoldan çıkmışlardır (ELFASİKUNE).
[059.019] Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir (ELFASİKUNE).
[002.026] Şüphesiz Allah, bir sivrisineği olsun, ondan üstün olanını olsun (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden hak olduğunu bilirler; küfredenler ise, «Allah, bu örnekle neyi amaçlamıştır?» derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete ulaştırır. O bununla ancak fasıkları (ELFASIKİNE) saptırır.
[005.025-26] Musa: «Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış (ELFASIKİNE) toplumun arasını ayır» dedi. Allah: «Orası onlara kırk yıl haram kılındı; yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış (ELFASIKİNE)kavim için tasalanma» dedi.
[005.106-108] Ey İnananlar! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken içinizden iki adil kimseyi; şayet yolculukta olup başınıza da ölüm musibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, şüpheleniyorsanız, «Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şahidliğini gizlemeyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkarlardan oluruz» diye yemin eden sizden olmayan iki kişiyi şahid tutun. Eğer bu şahidlerin günah işlemiş oldukları ortaya çıkarsa ölene daha yakın hak sahibi diğer iki kişi bunların yerine geçer ve «Bizim şahidliğimiz ikisininkinden de daha doğrudur, biz aşırı gitmedik, yoksa şüphesiz zulmedenlerden oluruz» diye Allah'a yemin ederler. Bu, şahidliği gerektiği gibi yapmalarını veya yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmemesinden korkmalarını daha iyi sağlar. Allah'tan sakının, dinleyin. Allah fasık (ELFASIKİNE)kimselere yol göstermez.
[007.101-102] İşte o kentlerin haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler.Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk. (ELFASIKİNE)
[007.145] Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalarda yazdık. (Ve dedik ki): Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların (ELFASIKİNE) yurdunu göstereceğim.
[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri (ELFASIKİNE) doğru yola eriştirmez.»
[009.053] De ki: «İstekli yahut isteksiz olarak verin, nasıl olsa kabul edilmeyecektir. Siz şüphesiz fasık (ELFASIKİNE) bir topluluksunuz.»
[009.080] Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, Allah'ı ve Peygamberini inkar etmelerinden ötürüdür. Allah fasık (ELFASIKİNE) topluluğu doğru yola eriştirmez.
[009.096] Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile Allah fâsıklar (ELFASIKİNE) topluluğundan asla razı olmaz.
[021.074] Lut'a da. Ona hüküm ve ilim verdik, onu çirkin işler yapan o memleketten kurtardık. Doğrusu onlar, yoldan çıkmış (elfasıkine) kötü bir kavim idiler.
[027.012] Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz ayet ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış (elfasıkine) bir kavim olmuşlardır.
[028.032] [FK] Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek. İşte bunlar, Firavun'a ve onun adamlarına karşı Rabb'inin verdiği iki delildir. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavimdirler» (elfasıkine) denildi.
[043.054] Bu şekilde (Firavun) kavmini küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler, çünkü yoldan çıkmış (ELFASIKİNE) bir kavim idiler.
[051.046] Daha önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar da yoldan çıkmış (ELFASIKİNE) bir toplum idiler.
[059.005] Hurma ağaçlarından her hangi bir şey kesmeniz veya kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve O'nun, yoldan çıkanları (ELFASIKİNE) cezalandırması içindir.
[061.005-6] Bir zaman Musa kavmine: Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz? demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah, fâsıklar (ELFASIKİNE) topluluğunu doğru yola iletmez.Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık (ELFASIKİNE) olan bir kavme hidayet vermez.
[002.197] Hac, bilinen aylardır. Böylelikle kim onlarda haccı farz eder, (yerine getirir) se, (bilsin ki) hacda kadına yaklaşmak, fısk (ELFÜSÜKU) yapmak ve kavgaya girişmek yoktur. Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin, kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden korkup-sakının.
[002.282] Ey İnananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. İçinizden bir katip doğru olarak yazsın; katip onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, aptal veya aciz, ya da yazdıramıyacak durumda ise, velisi, doğru olarak yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahid tutun; eğer iki erkek bulunmazsa, şahidlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahidler çağırıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük veya küçük olsun, onu süresiyle beraber yazmaya üşenmeyin; bu, Allah katında en doğru, şahidlik için en sağlam ve şüphelenmenizden en uzak olandır. Ancak aranızdaki alışveriş peşin olursa, onu yazmamanızda size bir sorumluluk yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahid tutun. Katibe de şahide de zarar verilmesin; eğer zarar verirseniz, o zaman yoldan çıkmış (ELFUSÜKÜ) olursunuz. Allah'tan sakının, Allah size öğretiyor; Allah her şeyi bilir.
[049.007] Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı (ELFUSÜKU) ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
[049.011] Ey inananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak (ELFUSÜKU) ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir.
Sonuç olarak ; Kur'an içinde geçen "Fasık" kelimesi ve türevlerini alt alta koyup okuduğumuzda, kelimenin doğru yoldan çıkarak yanlış yola girmeyi ifade ettiğini görmekteyiz. "İman" ile Fısk" ın bir arada durması gibi bir durum asla mümkün olmayıp , birisinin olduğu yerde diğerinin olması imkansızdır. Kişi hem iman sahibi hem de fasık olamaz ,"Fasık Müslüman" veya "Fasık imam" deyimini kullanmak , "Kafir Müslüman" , "Münafık Müslüman" , "Müşrik Müslüman" terimlerini bir arada kullanmak ne kadar doğru ise , o deyimleri kullanmak ta o kadar doğrudur.
Bu tür hataların kaynağı , başta birilerini temize çıkarmak adına yapılması ile birlikte , yine klasik düşünce içinde bulunan , günahkar Müslümanların günahları kadar cehennemde ceza gördükten sonra , cennete girecekleri düşüncesi ile bağlantılıdır. Bu tür düşünceler, kaynağını Yahudi düşüncesinden almış bir düşünce olup , Yahudilerin bu iddiaları Kur'an tarafından ret edilmektedir (2.80 / 3.24).
Bu kavramın yanına getirilen "Müslüman" eki , birilerine yaranmak amacının yanı sıra , "Alim" kisvesine sahip olanların , yönetici tabakasına karşı olan tutumlarını göstermesi açısından ibret vericidir. Kelle korkusu , cehennem ateşine tercih eden alimler var oldukça , İslam ümmetinin ayağa kalkmasının mümkün olmayacağını bir kere daha hatırlatmak isteriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
10 Ocak 2016 Pazar
Salih (a.s) Kıssasının Günümüze Dair Düşündürdükleri
Kur'an kıssaları bizlere, geçmiştekilerin başlarından geçenleri anlatarak , o olaylardan ibretler çıkarmamızı amaçlayan anlatımlardır. Salih (a.s) , kıssası anlatılan elçilerden olup , onun kavminin başına gelen helak olayı , insanın arzı ifsad etmesinin bir neticesi olarak evrensel mesajlar olarak karşımızda durmaktadır. Ne var ki bir kısım tefsirlere bakıldığında kıssaya yoğunlaşma noktası, devenin taştan çıkıp çıkmadığı üzerinde olup , "Kıssadan hisse almak" deyimi maalesef pek hesaba katılmamıştır.
Kur'an kıssaları kur'anın mesajını genişleten anlatım uslubu olup , bir kıssanı anlattığı mesajı belki de 10 cilt kitap yazılsa anlatmak mümkün olmayacaktır. Salih (a.s) ın kavmine gönderilen deveyi daha önce başka bir açıdan okumaya çalışarak , Allah (c.c) tarafından bir kullara uygulanan imtihan konusu ile ilişkilendirmeye çalışmıştık. Bu yazımızda "Deve" üzerinden verilmek istenen mesajı günümüze dair bir mesaj olarak okumaya çalışacağız.
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2013/10/salih-asn-devesi-ibrahim-asn-oglu-ve.html
Salih (a.s) ın kavmi dahil olmak üzere, helak edilen bütün kavimlerin ortak özelliklerinin, Allah (c.c) ye ortak koşmak yani "Şirk" olduğunu görmekteyiz. Kavimlerde ortaya çıkan bu durum, sadece o kavimlerin taştan tahtadan putlara tapması olarak sınırlandırıldığında , "Şirk" kavramının anlam alanı oldukça daraltılmış olacaktır.
"Şirk" kavramının anlamı sadece, Allah (c.c) yi toptan ret ederek taştan tahtadan putlara tapmak ile sınırlı değildir. Böyle bir sınırlama, bu kavramın evrensel bir olgu olduğunu unutturarak , özellikle biz Müslümanları bu kavramın dışında tuttuğu gibi bir aldanışa sebep olacaktır.
"Şirk" kavramını , "Allah (c.c) ile birlikte başka ilahlar edinmek" şeklinde izah ettikten sonra bu kavram, sadece taştan tahtadan putlara tapmak şeklinde bir sınırlamadan çıkmış olacaktır, "İlah" kavramının ifade ettiği anlamı, sadece Allah (c.c) ye tahsis etmeyerek , bu tahsise onunla birlikte başkalarını da ortak etmek, dün nasıl kavimlerin helakına sebep oldu ise , bugünde aynı helake sebep olacaktır.
Salih (a.s) ın kavminin helakı, bu konuda örnek helak olarak önümüzde durmakta ve bizlerin bu kıssadan ibret alarak , arz üzerinde yaşama hakkına sadece biz insanların sahip olmadığını , bizim dışımızda olan bitki ve hayvan neslinin, en az bizim kadar bu hakka sahip olduğunu anlatmaktadır.
Salih (a.s) kıssasını okuduğumuzda, onun ilk sözleri diğer elçiler gibi , "Allah tan başkasına kulluk etmeyin" şeklinde olmuştur. Onun kavminin şirk konularından bir tanesi , yaşadıkları arzı babalarının mülkü gibi görerek , arz üzerinde nasıl tasarruf edeceklerine Allah (c.c) değil , kendilerinin karar verme yetkilerinin olduğunu zannetmeleri idi.
Onun kıssasında geçen ,"Naqatullah" (Allah'ın devesi) , "Arzullah" (Allah'ın arzı) (7.73/ 11.64) deyimlerinin , kıssanın anahtar deyimlerinden olduğunu düşünmekteyiz. Bu deyimler , yaşadığımız dünyada insan dışında olan unsurları ifade eden iki deyim olarak evrensel bir boyuta çekildiğinde , onun kıssası yaşadığımız dünyanın bir çok bölgesinde halen yaşanmakta olduğu karşımıza çıkacaktır.
Allah (c.c) nin "Deve" nin ve "Arz" ın kendisine ait olduğunu beyan eden bir deyim kullanmasını , yaşadığımız dünyada bizim menfaatimiz için yaratılmış olan şeylerin mülkiyetinin bizim değil, geçici bir süre için emrimize verildiğinin hatırlatılması olarak okumak durumundayız. Allah (c.c) nin arz üzerinde yaratmış olduğu her şey, bir denge unsuru olup , biz insan eli ile bu denge bozulduğunda fesad meydana gelmektedir.
[030.041] İnsanların elleriyle kazandıkları yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Allah'da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.
Daha tok yaşamak , daha fazla ve çeşitli gıdalar temin etmek için avlanan hayvanlardan bir çoğunun bugün nesli tükenmek gibi bir tehlike altında olması ,insanoğlunun ne kadar açgözlü olduğunun bir göstergesidir. Daha fazla üretmek için yapılan sanayileşme hamleleri , yaşayan insanın fiziki olarak sağlığını bozmakla birlikte , onu yaratılış gayesinin sadece daha fazla üretmek gibi bir vazife olduğu gibi bir düşünce içine itmiştir.
[017.016] Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.
[027.048] Ve şehirde dokuz kişi var idi ki, yerde fesada çalışıyorlardı, ıslah da bulunmuyorlardı.
Kur'an kıssalarında "Mele" , "Müstekbir" , "Mütref" gibi kavramlarla anılan insanların torunları , bugün "Sanayileşmiş ülkeler" deyiminin çerçevesine dahil olan ve o ülkelerdeki kişiler olarak halen yaşamaktadır. Bu ülkelerdeki varlıktan şımarmış olan zenginler , daha fazla üretim yaparak kasalarını doldurmak için hiç bir kural tanımamakta ve yaşam felsefesi olarak "Kazanma sadece kazanmak" sloganını seçmişlerdir.
"Ekolojik denge" deyimi , İnsan , Hayvan , bitki gibi canlıların hayati faaliyetlerini sürdürmek için gerekli olarak şartların sağlanmasını ifade etmektedir. Bu durumu misallendirecek olursak ; Bitki -Fare -Yılanlar doğada dengeli bir biçimde yaşadığında , yılanlar fareleri , fareler bitkileri yiyerek hayatiyetleri devam ettirecektir. Eğer biz yılanları yok etmeye çalışırsak , fare nesli çoğalarak bitkilere aşırı bir zarar verecektir. Fareleri yok edersek, bu sefer yılanlar açlık tehlikesi ile karşıya karşıya kalacaklardır.
Bugün daha fazla kazanmak adına üretilen tarım ilaçlarının, bu dengeyi bozduğu bilinmektedir. Mevcut tarım ilaçlarının insan bünyesine yapmış olduğu tahrifat işin cabası olup , yediğimiz ürünlerin bir çoğu bize fayda yerine zarar verir olmuştur.
Salih (a.s) kıssası , bizlerin ekolojik dengeyi bozarak , arz üzerinde fesad çıkarmasının , bu fesadın neye mal olacağını anlatan bir kıssa olarak karşımızda durmasına rağmen , daha çok kazanma adına, Allah'ın develeri ve arzı fesada boğularak , gün be gün helaka doğru yaklaşılmaktadır. Bugün dünyanın genelinde yaşanan çevre felaketleri daha büyük bir helakın habercisi olmasına rağmen , maalesef , Salih (a.s) kavmi içindeki 9 lu çetenin bugün yaşayan torunları , bu felakete karşı ciddi bir önlem almaya yanaşmamaktadırlar.
Gün be gün yaklaşan helaka karşı nasıl bir önlem alınarak bunun önü alınabilir ?.
Allah (c.c) nin arz üzerine koymuş olduğu yasalar gereğince , yaşadığımız topraklardaki ekolojik dengenin bozulması , dün nasıl toplumsal helaklara yol açtı ise , bugünde aynı fesad devam ettiği için bu yasa işleyecektir. Bu yasanın işlememesi için yapılacak ilk şey , bizim dışımızda olan hayvan ve bitki neslinin, en az bizim kadar arz üzerinde yaşama hakkı olduğuna inanan ve bu yolda çalışmalar yapan insanların iş başına geçmesidir.
[002.205] Ve yanından ayrılınca yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekinleri, nesli helâk etmeğe çalışır. Allah Teâlâ ise fesadı sevmez.
Bakara s. 205. ayetinde Elçi ile yani vahiy ile alakasını kesmiş münafık karakterinin , iktidara gelince nasıl bir icraat yapacağı anlatılmaktadır. "Ekin ve Nesil" olarak ifade edilen şeyleri ifsad etmek için çalışması, bu insanların ortak karakteri olarak ortaya çıkmaktadır. "Nesil" kelimesini insan ve hayvanı , "Ekin" kelimesini bitkisel hayatı ifsad etmesi olarak okuduğumuz zaman , ayetin evrensel bir mesaj taşıdığı görülmektedir.
Arz üzerinde kendisini vahiyden soyutlamış , sadece kendisini düşünen ve dünyaya endeksli bir hayat süren insanların hakim olması, bu helakın hızlanmasına sebep olacaktır. Arz üzerinde var olma sebebini, sadece Allah'a kul olmak üzerine kurulu bir hayat sürmek olduğunun bilicinde olan insanlar iş başına geçtiğinde , bu helakın önü alınarak, fesada değil ıslaha yönelik bir dünya hayatı sürdürülmüş olacaktır.
Tek bir ilaha kul olmak demek sadece belirli ritüellere hasredilmiş bir dini hayat anlamına asla gelmez. Allah (c.c) kendisine kul olma şartını sadece belirli zaman ve mekanlarda yapılan şekilsel ibadetler ile sınırlamamıştır. Allah (c.c) yarattığı insanın bütün yaşamında karşılacağı sorunlar konusunda yol göstermiş ve bu yol üzerinde gidilmesini şart koşmuştur .
Bu şartlardan bir tanesi de , yaşadığımız toprakları sadece kendimizin yaşam alanı olarak değil , hayvan ve bitkilerinde ortak yaşama alanı olarak görmektir. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) nin belirleyici olduğu bir hayatta , İnsan -Hayvan-Bitki nesli fesad edilerek değil , ıslah edilerek bir arada yaşar. Bitki ve hayvanların fesada uğratılarak, ıslaha yönelik bir hayat yaşanmaması sonucunda , insan nesli de tehlikeye girerek yok oluşa gidecektir. Salih (a.s) kıssası işte bu yok oluşun canlı bir örneğidir.
Allah'a kul olmuş bir insan, elinde olan imkanların , kendisine geçici bir süre için verildiğini , bu imkanları kullanmasına göre ebedi olan hayatının belirleneceğini çok iyi bildiği için , bu imkanları babasının malı gibi değil Allah (c.c) nin malı olduğu bilinci içinde yönetecektir.
Bugün "Şirk" kavramının pratik hayata yansıyan taraflarından birisi , insanın ekolojik dengeyi Allah (c.c) nin belirleyiciliğinde değil , Salih (a.s) ın kavmindeki 9 lu çetenin torunlarının belirleyiciliğinde kullanmasıdır. Allah (c.c) yi birleyici bir yaşam demek , hayatın bütün boyutlarında geçerli olması gerektiği ve bu birlemenin yapılmaması neticesinde, akıbetin helak olması kaçınılmazdır.
Kur'anda anlatılan helak olaylarının şekli, bizlere din dilinin anlatım uslubu dahilinde yapılan anlatımlar olduğu için , artık bu tür helakların yaşanmamış olması , bizleri helak sürecinin artık bittiği gibi bir düşünce içine itmiştir. Halbuki bizler anlatılan kıssayı , helak biçimini dikkate alarak değilde , o kavimleri helak olmasına götüren sebepleri dikkate alarak okumuş olsaydık , helakın devam eden bir süreç olduğunu kolayca anlayabilirdik.
Salih (a.s) ın kavminin helakı , sadece o kavme has bir helak olmayıp , kıyamete kadar o kavmin işlemiş olduğu cürümlerin aynısını işleyenlerin , o kavmin akıbetine düçar olacağını anlatmaktadır. Kavimlerin helakı, sebep - sonuç ilişkisi dahilinde işleyen bir kural olup , o kavimlerin helak olmasına sebep olan amelleri işleyenler , o kavimlerin başlarına gelen aynı sonuçlara katlanmak zorunda kalacaklardır.
Sonuç olarak ; Kur'an kıssaları sadece "Eskilerin masalları" olarak okunmayarak , toplumsal işleyiş yasalarının tezahürünün geçmiş kavimler örneğinde gösterilerek , aynı suçları işleyenlerin kıyamete kadar, aynı akıbet ile karşı karşıya kalacaklarını anlatan mesajlar olarak okunduğunda , Salih (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan amillerin aynısı bugün işlenerek benzer akıbet kaçınılmaz olarak yaklaşmaktadır.
Salih (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep , o kavmin ekolojik dengenin korunmasında belirleyici olarak Allah (c.c) yi değil o şehrin fesadçı elebaşlarına uymuş olması idi. Dünkü 9 lu çetenin torunları, aynı cürümü bugünde işleyerek , yaşadığımız arzın fesadına sebep olmaktadır.
Bu gün Salih (a.s) ın kavminin işlemiş oldukları suçlar aynı şekilde hayata yansıtılmış olarak devam etmekte , "kulak çekmek" mahiyetinde bu işlenenlerin karşılığı azar azar gösterilmekte olmasına rağmen , "illaki şamar isteriz" şeklinde istekler hal ile dillendirilerek , ekolojik denge hız kesilmeden bozulmaya devam edilmektedir.
Arz üzerinde kendisini vahyin belirleyiciliğine teslim etmiş kullar iş başına geçmediği müddetçe EKİN ve NESİL bozulmaya devam ederek , helak kaçınılmaz olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kur'an kıssaları kur'anın mesajını genişleten anlatım uslubu olup , bir kıssanı anlattığı mesajı belki de 10 cilt kitap yazılsa anlatmak mümkün olmayacaktır. Salih (a.s) ın kavmine gönderilen deveyi daha önce başka bir açıdan okumaya çalışarak , Allah (c.c) tarafından bir kullara uygulanan imtihan konusu ile ilişkilendirmeye çalışmıştık. Bu yazımızda "Deve" üzerinden verilmek istenen mesajı günümüze dair bir mesaj olarak okumaya çalışacağız.
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2013/10/salih-asn-devesi-ibrahim-asn-oglu-ve.html
Salih (a.s) ın kavmi dahil olmak üzere, helak edilen bütün kavimlerin ortak özelliklerinin, Allah (c.c) ye ortak koşmak yani "Şirk" olduğunu görmekteyiz. Kavimlerde ortaya çıkan bu durum, sadece o kavimlerin taştan tahtadan putlara tapması olarak sınırlandırıldığında , "Şirk" kavramının anlam alanı oldukça daraltılmış olacaktır.
"Şirk" kavramının anlamı sadece, Allah (c.c) yi toptan ret ederek taştan tahtadan putlara tapmak ile sınırlı değildir. Böyle bir sınırlama, bu kavramın evrensel bir olgu olduğunu unutturarak , özellikle biz Müslümanları bu kavramın dışında tuttuğu gibi bir aldanışa sebep olacaktır.
"Şirk" kavramını , "Allah (c.c) ile birlikte başka ilahlar edinmek" şeklinde izah ettikten sonra bu kavram, sadece taştan tahtadan putlara tapmak şeklinde bir sınırlamadan çıkmış olacaktır, "İlah" kavramının ifade ettiği anlamı, sadece Allah (c.c) ye tahsis etmeyerek , bu tahsise onunla birlikte başkalarını da ortak etmek, dün nasıl kavimlerin helakına sebep oldu ise , bugünde aynı helake sebep olacaktır.
Salih (a.s) ın kavminin helakı, bu konuda örnek helak olarak önümüzde durmakta ve bizlerin bu kıssadan ibret alarak , arz üzerinde yaşama hakkına sadece biz insanların sahip olmadığını , bizim dışımızda olan bitki ve hayvan neslinin, en az bizim kadar bu hakka sahip olduğunu anlatmaktadır.
Salih (a.s) kıssasını okuduğumuzda, onun ilk sözleri diğer elçiler gibi , "Allah tan başkasına kulluk etmeyin" şeklinde olmuştur. Onun kavminin şirk konularından bir tanesi , yaşadıkları arzı babalarının mülkü gibi görerek , arz üzerinde nasıl tasarruf edeceklerine Allah (c.c) değil , kendilerinin karar verme yetkilerinin olduğunu zannetmeleri idi.
Onun kıssasında geçen ,"Naqatullah" (Allah'ın devesi) , "Arzullah" (Allah'ın arzı) (7.73/ 11.64) deyimlerinin , kıssanın anahtar deyimlerinden olduğunu düşünmekteyiz. Bu deyimler , yaşadığımız dünyada insan dışında olan unsurları ifade eden iki deyim olarak evrensel bir boyuta çekildiğinde , onun kıssası yaşadığımız dünyanın bir çok bölgesinde halen yaşanmakta olduğu karşımıza çıkacaktır.
Allah (c.c) nin "Deve" nin ve "Arz" ın kendisine ait olduğunu beyan eden bir deyim kullanmasını , yaşadığımız dünyada bizim menfaatimiz için yaratılmış olan şeylerin mülkiyetinin bizim değil, geçici bir süre için emrimize verildiğinin hatırlatılması olarak okumak durumundayız. Allah (c.c) nin arz üzerinde yaratmış olduğu her şey, bir denge unsuru olup , biz insan eli ile bu denge bozulduğunda fesad meydana gelmektedir.
[030.041] İnsanların elleriyle kazandıkları yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Allah'da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.
Daha tok yaşamak , daha fazla ve çeşitli gıdalar temin etmek için avlanan hayvanlardan bir çoğunun bugün nesli tükenmek gibi bir tehlike altında olması ,insanoğlunun ne kadar açgözlü olduğunun bir göstergesidir. Daha fazla üretmek için yapılan sanayileşme hamleleri , yaşayan insanın fiziki olarak sağlığını bozmakla birlikte , onu yaratılış gayesinin sadece daha fazla üretmek gibi bir vazife olduğu gibi bir düşünce içine itmiştir.
[017.016] Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.
[027.048] Ve şehirde dokuz kişi var idi ki, yerde fesada çalışıyorlardı, ıslah da bulunmuyorlardı.
Kur'an kıssalarında "Mele" , "Müstekbir" , "Mütref" gibi kavramlarla anılan insanların torunları , bugün "Sanayileşmiş ülkeler" deyiminin çerçevesine dahil olan ve o ülkelerdeki kişiler olarak halen yaşamaktadır. Bu ülkelerdeki varlıktan şımarmış olan zenginler , daha fazla üretim yaparak kasalarını doldurmak için hiç bir kural tanımamakta ve yaşam felsefesi olarak "Kazanma sadece kazanmak" sloganını seçmişlerdir.
"Ekolojik denge" deyimi , İnsan , Hayvan , bitki gibi canlıların hayati faaliyetlerini sürdürmek için gerekli olarak şartların sağlanmasını ifade etmektedir. Bu durumu misallendirecek olursak ; Bitki -Fare -Yılanlar doğada dengeli bir biçimde yaşadığında , yılanlar fareleri , fareler bitkileri yiyerek hayatiyetleri devam ettirecektir. Eğer biz yılanları yok etmeye çalışırsak , fare nesli çoğalarak bitkilere aşırı bir zarar verecektir. Fareleri yok edersek, bu sefer yılanlar açlık tehlikesi ile karşıya karşıya kalacaklardır.
Bugün daha fazla kazanmak adına üretilen tarım ilaçlarının, bu dengeyi bozduğu bilinmektedir. Mevcut tarım ilaçlarının insan bünyesine yapmış olduğu tahrifat işin cabası olup , yediğimiz ürünlerin bir çoğu bize fayda yerine zarar verir olmuştur.
Salih (a.s) kıssası , bizlerin ekolojik dengeyi bozarak , arz üzerinde fesad çıkarmasının , bu fesadın neye mal olacağını anlatan bir kıssa olarak karşımızda durmasına rağmen , daha çok kazanma adına, Allah'ın develeri ve arzı fesada boğularak , gün be gün helaka doğru yaklaşılmaktadır. Bugün dünyanın genelinde yaşanan çevre felaketleri daha büyük bir helakın habercisi olmasına rağmen , maalesef , Salih (a.s) kavmi içindeki 9 lu çetenin bugün yaşayan torunları , bu felakete karşı ciddi bir önlem almaya yanaşmamaktadırlar.
Gün be gün yaklaşan helaka karşı nasıl bir önlem alınarak bunun önü alınabilir ?.
Allah (c.c) nin arz üzerine koymuş olduğu yasalar gereğince , yaşadığımız topraklardaki ekolojik dengenin bozulması , dün nasıl toplumsal helaklara yol açtı ise , bugünde aynı fesad devam ettiği için bu yasa işleyecektir. Bu yasanın işlememesi için yapılacak ilk şey , bizim dışımızda olan hayvan ve bitki neslinin, en az bizim kadar arz üzerinde yaşama hakkı olduğuna inanan ve bu yolda çalışmalar yapan insanların iş başına geçmesidir.
[002.205] Ve yanından ayrılınca yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekinleri, nesli helâk etmeğe çalışır. Allah Teâlâ ise fesadı sevmez.
Bakara s. 205. ayetinde Elçi ile yani vahiy ile alakasını kesmiş münafık karakterinin , iktidara gelince nasıl bir icraat yapacağı anlatılmaktadır. "Ekin ve Nesil" olarak ifade edilen şeyleri ifsad etmek için çalışması, bu insanların ortak karakteri olarak ortaya çıkmaktadır. "Nesil" kelimesini insan ve hayvanı , "Ekin" kelimesini bitkisel hayatı ifsad etmesi olarak okuduğumuz zaman , ayetin evrensel bir mesaj taşıdığı görülmektedir.
Arz üzerinde kendisini vahiyden soyutlamış , sadece kendisini düşünen ve dünyaya endeksli bir hayat süren insanların hakim olması, bu helakın hızlanmasına sebep olacaktır. Arz üzerinde var olma sebebini, sadece Allah'a kul olmak üzerine kurulu bir hayat sürmek olduğunun bilicinde olan insanlar iş başına geçtiğinde , bu helakın önü alınarak, fesada değil ıslaha yönelik bir dünya hayatı sürdürülmüş olacaktır.
Tek bir ilaha kul olmak demek sadece belirli ritüellere hasredilmiş bir dini hayat anlamına asla gelmez. Allah (c.c) kendisine kul olma şartını sadece belirli zaman ve mekanlarda yapılan şekilsel ibadetler ile sınırlamamıştır. Allah (c.c) yarattığı insanın bütün yaşamında karşılacağı sorunlar konusunda yol göstermiş ve bu yol üzerinde gidilmesini şart koşmuştur .
Bu şartlardan bir tanesi de , yaşadığımız toprakları sadece kendimizin yaşam alanı olarak değil , hayvan ve bitkilerinde ortak yaşama alanı olarak görmektir. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) nin belirleyici olduğu bir hayatta , İnsan -Hayvan-Bitki nesli fesad edilerek değil , ıslah edilerek bir arada yaşar. Bitki ve hayvanların fesada uğratılarak, ıslaha yönelik bir hayat yaşanmaması sonucunda , insan nesli de tehlikeye girerek yok oluşa gidecektir. Salih (a.s) kıssası işte bu yok oluşun canlı bir örneğidir.
Allah'a kul olmuş bir insan, elinde olan imkanların , kendisine geçici bir süre için verildiğini , bu imkanları kullanmasına göre ebedi olan hayatının belirleneceğini çok iyi bildiği için , bu imkanları babasının malı gibi değil Allah (c.c) nin malı olduğu bilinci içinde yönetecektir.
Bugün "Şirk" kavramının pratik hayata yansıyan taraflarından birisi , insanın ekolojik dengeyi Allah (c.c) nin belirleyiciliğinde değil , Salih (a.s) ın kavmindeki 9 lu çetenin torunlarının belirleyiciliğinde kullanmasıdır. Allah (c.c) yi birleyici bir yaşam demek , hayatın bütün boyutlarında geçerli olması gerektiği ve bu birlemenin yapılmaması neticesinde, akıbetin helak olması kaçınılmazdır.
Kur'anda anlatılan helak olaylarının şekli, bizlere din dilinin anlatım uslubu dahilinde yapılan anlatımlar olduğu için , artık bu tür helakların yaşanmamış olması , bizleri helak sürecinin artık bittiği gibi bir düşünce içine itmiştir. Halbuki bizler anlatılan kıssayı , helak biçimini dikkate alarak değilde , o kavimleri helak olmasına götüren sebepleri dikkate alarak okumuş olsaydık , helakın devam eden bir süreç olduğunu kolayca anlayabilirdik.
Salih (a.s) ın kavminin helakı , sadece o kavme has bir helak olmayıp , kıyamete kadar o kavmin işlemiş olduğu cürümlerin aynısını işleyenlerin , o kavmin akıbetine düçar olacağını anlatmaktadır. Kavimlerin helakı, sebep - sonuç ilişkisi dahilinde işleyen bir kural olup , o kavimlerin helak olmasına sebep olan amelleri işleyenler , o kavimlerin başlarına gelen aynı sonuçlara katlanmak zorunda kalacaklardır.
Sonuç olarak ; Kur'an kıssaları sadece "Eskilerin masalları" olarak okunmayarak , toplumsal işleyiş yasalarının tezahürünün geçmiş kavimler örneğinde gösterilerek , aynı suçları işleyenlerin kıyamete kadar, aynı akıbet ile karşı karşıya kalacaklarını anlatan mesajlar olarak okunduğunda , Salih (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan amillerin aynısı bugün işlenerek benzer akıbet kaçınılmaz olarak yaklaşmaktadır.
Salih (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep , o kavmin ekolojik dengenin korunmasında belirleyici olarak Allah (c.c) yi değil o şehrin fesadçı elebaşlarına uymuş olması idi. Dünkü 9 lu çetenin torunları, aynı cürümü bugünde işleyerek , yaşadığımız arzın fesadına sebep olmaktadır.
Bu gün Salih (a.s) ın kavminin işlemiş oldukları suçlar aynı şekilde hayata yansıtılmış olarak devam etmekte , "kulak çekmek" mahiyetinde bu işlenenlerin karşılığı azar azar gösterilmekte olmasına rağmen , "illaki şamar isteriz" şeklinde istekler hal ile dillendirilerek , ekolojik denge hız kesilmeden bozulmaya devam edilmektedir.
Arz üzerinde kendisini vahyin belirleyiciliğine teslim etmiş kullar iş başına geçmediği müddetçe EKİN ve NESİL bozulmaya devam ederek , helak kaçınılmaz olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
8 Ocak 2016 Cuma
"Sidretü'l Münteha" Nedir ? "Cennetü'l Me'va" Nerededir ?
Miraç konusu , bilindiği üzere imanın şartı haline getirilmiş bir konu olup , bu olayın gerçekleşmediğini iddia etmek , dinden çıkma sebebi sayılabilecek kadar kemikleşmiş bir hale getirilmiştir. Bu konu ile ilgili delil olarak getirilen ayetlerin hiç birinde böyle bir çıkışın gerçekleştiğine dair, en küçük bir bilgi olmaMAsına rağmen , bazı ayetlerde neredeyse tahrifata gidilerek bu konunun tasdik edilmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
Necm suresi ayetlerinin, miraç konusunda delil olarak getirildiği, konu ile alakalı olanların malumudur. Bu yazımızda "Sidretü'l Münteha" ve "Cennetü'l Me'va" deyimlerinin miraç konusu ile alakalandırılması konusuna değinmeye çalışacağız.
[053.012] Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız.
[053.013] Andolsun, onu bir de diğer İNİŞTE görmüştü.
[053.014] Sidretü'l-Münteha'nın yanında.
[053.015] Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
[053.016] Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
[053.017] Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.
[053.018] Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.
Necm suresi 1.ve 18. ayetler arasında , Muhammed (a.s) ın okuduğu vahyin kaynağı ve bu vahyin ona getiren ile ilgili bilgiler verilmektedir. Konumuz bu surenin bazı ayetlerinin miraç ile alakalandırılması çerçevesinde , 14. ve 15. ayetlerini ele almaya çalışmak olacaktır.
Klasik söylemde miraç olayı , İsra s. 1. ayetinde haber verilen , Muhammed (a.s) ın Mescidi'l Haram dan , Mescidi'l Aksa ya, oradan da göklere çıkarıldığı şeklindedir. Yine klasik söylemde miraç olayının daha geniş biçimde , Necm suresi içindeki ayetlerde anlatılmakta olduğu söylenmektedir.
Ancak burada şöyle bir problem ortaya çıkmaktadır ; İsra s. iniş zamanı olarak , Necm suresinden sonra inen bir sure olup, nasıl olur da İsra suresinden önce inen bir surede, iddia edilen olayın ayrıntılarını anlatılabilir ?. Bu düşüncemizin sebebi nuzül sırası rivayetlerine dayanarak değil , Necm suresi ayetlerinin daha erken Mekke dönemi ayetlerinin uslup özelliğine sahip olmasına istinadendir.
Ayrıca , Necm su 13. ayetindeki "Nezleten" (İnişte) kelimesi dikkatlerden kaçırılarak , Muhammed (a.s) ın gördüğü her ne ise , onu miraca çıktığı zaman değil , görme olayının İNDİĞİ zaman gerçekleştiğinin bildirilmesi çok önemli bir noktadır.
Maalesef ilgili ayetleri miraca delil olarak okumaya ayarlı kafalar, bu kelimeyi de hallederek !! "Nezleten" kelimesinin inişi değil ,zıt anlamı yani çıkışı ifade ettiğini savunmuşlardır. Hal böyle olunca 13. ayetin anlamı "Onu diğer çıkışta görmüştü" şeklinde okunarak miraca delil olma yönünde önemli bir engel aşılmış olmaktadır !!. Bu kelime böyle okununca artık iş, Muhammed (a.s) ın miraca çıkıp çıkmadığının değil , kaç kere çıktığının!! tartışılmasına kalmıştır.
Ayrıca miraç konusunda ortaya atılan en önemli delil , Necm suresinin 14. ve 15. ayetlerinde geçen deyimler olup , bu deyimler ile kast edilen yerlerin gökte olduğu iddia edilmektedir.
"Cennetü'l Me'va" kelimesinin diğer ayetlerde, ahiret gününde iman edenlere verileceği vaad edilen yer olarak geçtiği için , buradan hareketle bu yerin ahirette olduğu , dolayısı ile Muhammed (a.s) ın miraca çıktığı zaman bu cenneti gördüğü iddialara şahit olmaktayız.
Necm s. 13. ayetinin beyanı gereğince , Muhammed (a.s) ın kendisine vahyi getiren melek elçiyi göz ile , o elçinin İNİŞİNDE görmüş olduğuna bahsedilen yerin elçinin indiği yerde , yani Mekke de bir yer olması gerekmektedir.
Tefsirlerde , Muhammed (a.s) ın gördüğünün kim olduğu yönünde yapılan tartışmalar da, Allah (c.c) veya Cibril olduğu yönünde görüşler mevcut olmakla birlikte , ilgili ayetleri bağlam gözeterek okuduğumuzda , görülenin "Melek elçi" olarak bildiğimiz kimsenin olması daha doğru bir yaklaşımdır
"Sidretü'l Münteha nedir ?.
Bu konuda tefsirlerde sayfalarca malumat bulunmakta olup, biz bu malumatlar ile hacmi büyütmeden , bu deyimin nasıl bir anlamı olduğu üzerinde duracağız.
"Essidrü" kelimesi ; "Arabistan kirazı" olarak ta bilinen bir ağaç ismi olup , Muhammed (a.s) a biat edilen bir ağaç olduğu söylenmektedir. Ancak bu söylenti, miraç yanlılarınca "Bid'at bir yorum" olarak ifade edilmektedir.
"Essederu" kelimesi ; İnsanın veya hayvanın hayretten şaşkınlaşmasını , iyi görememesini ifade etmektedir.
"Sidretü'l Münteha" deyimini , ilgili ayetlerin miraç konusu ile hiç bir alakası olmadığı konusunu düşünerek okuduğumuzda , Muhammed (a.s) ın kendisine vahiy getiren melek elçiyi gördüğü andaki , "İLERİ DERECEDE DUYULAN HAYRET VE ŞAŞKINLIĞI" ifade etmekte olduğunu veya , "Cennetü'l Me'va" olarak bilinen bir bahçenin içindeki en son ağacın olduğu bir yerin tarif edildiğini söyleyebiliriz.
"Cennetü'l Me'va" nerededir ?.
İlgili ayetlerin miraç ile alakası olmadığını düşündüğümüzde , bu deyim ile ifade edilen mekanın göklerde değil, yerde olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Kur'ana baktığımızda , Cennet ve oradaki nimetler ile ilgili ayetlerin , bizlerin Dünya hayatında yaşar iken , bildiğimiz arzu ettiğimiz nimetlerin anlatımları olduğu görülmektedir. Allah (c.c) bizlere Cennet'te vereceği nimetlerden bahsederken , şahit olduğumuz hayat içinde olan , bizlerin sevdiği yiyecekler ve hayat tarzının orada yaşanacağını haber vermektedir.
Adn , Firdevs , Me'va , Naim gibi isimler verilerek anlatılan Cennetlerin, benzetme yolu ile yapılmış bir anlatım tarzının sonucu olarak , Mekke li ilk muhatapların bildiği ve göz ile gördüğü , çölde yaşayan insanları ferahlatan mekanların isimleri olması muhtemeldir.
Örneğin ; İstanbul şehrinde "Emirgan Korusu" olarak bilinen mekan , bu şehirde yaşayanlar için bir mesire ve dinlenme mekanıdır. Eğer , Kur'anda iman edip salih amel işleyenlere verilecek karşılıktan bahsedilirken "İman edenler için Emirgan Korusu vardır" şeklinde bir ayet olmuş olsaydı , biz böyle bir koruluğun ne kadar güzel olduğunu, yaşadığımız hayat içinde gördüğümüz ve bildiğimiz güzel bir mekan olduğu için anlayarak bize verilecek olan karşılığı, bu koruluğun güzelliği üzerinden anlama imkanına sahip olurduk.
Bu örnek üzerinden hareketle , Kur'anda isimleri geçen Cennetler , ilk muhatapların yaşadıkları zaman içinde bildikleri gördükleri ve orada yaşamak için can attıkları yerler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Necm suresi 12. ve 18. ayetlerini toparlayacak olursak ; Muhammed (a.s) kendisine vahiy getiren elçiyi Mekke de , "Cennetü'l Me'va" olarak bilinen bir yerde, baş gözü ile görmüş ve bu görme hali, "Sidretü'l Münteha" yani , ileri derecede hayrete düşmüş olmasını ifade eden bir deyim ile veya , kendisine vahiy getiren elçiyi "Cennetü'l Me'va" olarak bilinen bahçenin içindeki en son ağacın orada görmüş olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç olarak ; Miraç olayı olarak bilinen , fakat Kur'anın bu konuda herhangi bir beyanda bulunmadığı olay , Necm suresindeki bazı ayetler delil gösterilmek sureti ile Kur'ani bir temele oturtulmak istenmektedir. Ancak bu oturtma çalışmaları ön yargılı bir okumanın sonucu olduğu için, neresinden tutulsa elde kalmaktadır.
İlgili ayetler içinde sadece "Nezleten" kelimesi dikkate alınarak bir okuma yapılsa idi , böyle bir düşüncenin bu ayetlerden asla çıkmayacağı görülebilirdi , fakat miracı onaylatmaya ayarlanarak ayetleri okuyan kafalar bu kelimeyi ters çevirerek , bu kelimenin anlamının tersi olarak okunması yani "İniş" değil "Çıkış" olarak okunması gerektiğini ileri sürerek gerekli onayı almışlardır!!!. Beşer ve Melek görüşmesinin miraçta olduğu Kur'ana tasdik ettirildikten sonra, "Sidretü'l Münteha" ve "Cennetü'l Me'va" deyimlerinin gök ile ilişkisi de kurulmuştur.
Ancak bu olayın Melek elçinin inişinde yani , Muhammed (a.s) vahyetmek için indiği yerde, yani Mekke de olduğu anlaşıldıktan sonra ,bu iki terimin gök ile değil, yer ile alakasının kurulması gerektiği ortadadır. Bu ayetleri miraca ayarlı kafalar tarafından okuma biçimi , ön yargıların gözleri nasıl kör ettiğinin açık ve net bir göstergesi olarak bir kez daha görülmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Necm suresi ayetlerinin, miraç konusunda delil olarak getirildiği, konu ile alakalı olanların malumudur. Bu yazımızda "Sidretü'l Münteha" ve "Cennetü'l Me'va" deyimlerinin miraç konusu ile alakalandırılması konusuna değinmeye çalışacağız.
[053.012] Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız.
[053.013] Andolsun, onu bir de diğer İNİŞTE görmüştü.
[053.014] Sidretü'l-Münteha'nın yanında.
[053.015] Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
[053.016] Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
[053.017] Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.
[053.018] Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.
Necm suresi 1.ve 18. ayetler arasında , Muhammed (a.s) ın okuduğu vahyin kaynağı ve bu vahyin ona getiren ile ilgili bilgiler verilmektedir. Konumuz bu surenin bazı ayetlerinin miraç ile alakalandırılması çerçevesinde , 14. ve 15. ayetlerini ele almaya çalışmak olacaktır.
Klasik söylemde miraç olayı , İsra s. 1. ayetinde haber verilen , Muhammed (a.s) ın Mescidi'l Haram dan , Mescidi'l Aksa ya, oradan da göklere çıkarıldığı şeklindedir. Yine klasik söylemde miraç olayının daha geniş biçimde , Necm suresi içindeki ayetlerde anlatılmakta olduğu söylenmektedir.
Ancak burada şöyle bir problem ortaya çıkmaktadır ; İsra s. iniş zamanı olarak , Necm suresinden sonra inen bir sure olup, nasıl olur da İsra suresinden önce inen bir surede, iddia edilen olayın ayrıntılarını anlatılabilir ?. Bu düşüncemizin sebebi nuzül sırası rivayetlerine dayanarak değil , Necm suresi ayetlerinin daha erken Mekke dönemi ayetlerinin uslup özelliğine sahip olmasına istinadendir.
Ayrıca , Necm su 13. ayetindeki "Nezleten" (İnişte) kelimesi dikkatlerden kaçırılarak , Muhammed (a.s) ın gördüğü her ne ise , onu miraca çıktığı zaman değil , görme olayının İNDİĞİ zaman gerçekleştiğinin bildirilmesi çok önemli bir noktadır.
Maalesef ilgili ayetleri miraca delil olarak okumaya ayarlı kafalar, bu kelimeyi de hallederek !! "Nezleten" kelimesinin inişi değil ,zıt anlamı yani çıkışı ifade ettiğini savunmuşlardır. Hal böyle olunca 13. ayetin anlamı "Onu diğer çıkışta görmüştü" şeklinde okunarak miraca delil olma yönünde önemli bir engel aşılmış olmaktadır !!. Bu kelime böyle okununca artık iş, Muhammed (a.s) ın miraca çıkıp çıkmadığının değil , kaç kere çıktığının!! tartışılmasına kalmıştır.
Ayrıca miraç konusunda ortaya atılan en önemli delil , Necm suresinin 14. ve 15. ayetlerinde geçen deyimler olup , bu deyimler ile kast edilen yerlerin gökte olduğu iddia edilmektedir.
"Cennetü'l Me'va" kelimesinin diğer ayetlerde, ahiret gününde iman edenlere verileceği vaad edilen yer olarak geçtiği için , buradan hareketle bu yerin ahirette olduğu , dolayısı ile Muhammed (a.s) ın miraca çıktığı zaman bu cenneti gördüğü iddialara şahit olmaktayız.
Necm s. 13. ayetinin beyanı gereğince , Muhammed (a.s) ın kendisine vahyi getiren melek elçiyi göz ile , o elçinin İNİŞİNDE görmüş olduğuna bahsedilen yerin elçinin indiği yerde , yani Mekke de bir yer olması gerekmektedir.
Tefsirlerde , Muhammed (a.s) ın gördüğünün kim olduğu yönünde yapılan tartışmalar da, Allah (c.c) veya Cibril olduğu yönünde görüşler mevcut olmakla birlikte , ilgili ayetleri bağlam gözeterek okuduğumuzda , görülenin "Melek elçi" olarak bildiğimiz kimsenin olması daha doğru bir yaklaşımdır
"Sidretü'l Münteha nedir ?.
Bu konuda tefsirlerde sayfalarca malumat bulunmakta olup, biz bu malumatlar ile hacmi büyütmeden , bu deyimin nasıl bir anlamı olduğu üzerinde duracağız.
"Essidrü" kelimesi ; "Arabistan kirazı" olarak ta bilinen bir ağaç ismi olup , Muhammed (a.s) a biat edilen bir ağaç olduğu söylenmektedir. Ancak bu söylenti, miraç yanlılarınca "Bid'at bir yorum" olarak ifade edilmektedir.
"Essederu" kelimesi ; İnsanın veya hayvanın hayretten şaşkınlaşmasını , iyi görememesini ifade etmektedir.
"Sidretü'l Münteha" deyimini , ilgili ayetlerin miraç konusu ile hiç bir alakası olmadığı konusunu düşünerek okuduğumuzda , Muhammed (a.s) ın kendisine vahiy getiren melek elçiyi gördüğü andaki , "İLERİ DERECEDE DUYULAN HAYRET VE ŞAŞKINLIĞI" ifade etmekte olduğunu veya , "Cennetü'l Me'va" olarak bilinen bir bahçenin içindeki en son ağacın olduğu bir yerin tarif edildiğini söyleyebiliriz.
"Cennetü'l Me'va" nerededir ?.
İlgili ayetlerin miraç ile alakası olmadığını düşündüğümüzde , bu deyim ile ifade edilen mekanın göklerde değil, yerde olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Kur'ana baktığımızda , Cennet ve oradaki nimetler ile ilgili ayetlerin , bizlerin Dünya hayatında yaşar iken , bildiğimiz arzu ettiğimiz nimetlerin anlatımları olduğu görülmektedir. Allah (c.c) bizlere Cennet'te vereceği nimetlerden bahsederken , şahit olduğumuz hayat içinde olan , bizlerin sevdiği yiyecekler ve hayat tarzının orada yaşanacağını haber vermektedir.
Adn , Firdevs , Me'va , Naim gibi isimler verilerek anlatılan Cennetlerin, benzetme yolu ile yapılmış bir anlatım tarzının sonucu olarak , Mekke li ilk muhatapların bildiği ve göz ile gördüğü , çölde yaşayan insanları ferahlatan mekanların isimleri olması muhtemeldir.
Örneğin ; İstanbul şehrinde "Emirgan Korusu" olarak bilinen mekan , bu şehirde yaşayanlar için bir mesire ve dinlenme mekanıdır. Eğer , Kur'anda iman edip salih amel işleyenlere verilecek karşılıktan bahsedilirken "İman edenler için Emirgan Korusu vardır" şeklinde bir ayet olmuş olsaydı , biz böyle bir koruluğun ne kadar güzel olduğunu, yaşadığımız hayat içinde gördüğümüz ve bildiğimiz güzel bir mekan olduğu için anlayarak bize verilecek olan karşılığı, bu koruluğun güzelliği üzerinden anlama imkanına sahip olurduk.
Bu örnek üzerinden hareketle , Kur'anda isimleri geçen Cennetler , ilk muhatapların yaşadıkları zaman içinde bildikleri gördükleri ve orada yaşamak için can attıkları yerler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Necm suresi 12. ve 18. ayetlerini toparlayacak olursak ; Muhammed (a.s) kendisine vahiy getiren elçiyi Mekke de , "Cennetü'l Me'va" olarak bilinen bir yerde, baş gözü ile görmüş ve bu görme hali, "Sidretü'l Münteha" yani , ileri derecede hayrete düşmüş olmasını ifade eden bir deyim ile veya , kendisine vahiy getiren elçiyi "Cennetü'l Me'va" olarak bilinen bahçenin içindeki en son ağacın orada görmüş olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç olarak ; Miraç olayı olarak bilinen , fakat Kur'anın bu konuda herhangi bir beyanda bulunmadığı olay , Necm suresindeki bazı ayetler delil gösterilmek sureti ile Kur'ani bir temele oturtulmak istenmektedir. Ancak bu oturtma çalışmaları ön yargılı bir okumanın sonucu olduğu için, neresinden tutulsa elde kalmaktadır.
İlgili ayetler içinde sadece "Nezleten" kelimesi dikkate alınarak bir okuma yapılsa idi , böyle bir düşüncenin bu ayetlerden asla çıkmayacağı görülebilirdi , fakat miracı onaylatmaya ayarlanarak ayetleri okuyan kafalar bu kelimeyi ters çevirerek , bu kelimenin anlamının tersi olarak okunması yani "İniş" değil "Çıkış" olarak okunması gerektiğini ileri sürerek gerekli onayı almışlardır!!!. Beşer ve Melek görüşmesinin miraçta olduğu Kur'ana tasdik ettirildikten sonra, "Sidretü'l Münteha" ve "Cennetü'l Me'va" deyimlerinin gök ile ilişkisi de kurulmuştur.
Ancak bu olayın Melek elçinin inişinde yani , Muhammed (a.s) vahyetmek için indiği yerde, yani Mekke de olduğu anlaşıldıktan sonra ,bu iki terimin gök ile değil, yer ile alakasının kurulması gerektiği ortadadır. Bu ayetleri miraca ayarlı kafalar tarafından okuma biçimi , ön yargıların gözleri nasıl kör ettiğinin açık ve net bir göstergesi olarak bir kez daha görülmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
7 Ocak 2016 Perşembe
Mealci Selefiliğin Yeni Buluşu !! : "Zina Haram Değildir" İddiası
Son yıllarda Kur'anın din konusunda belirleyici bir kitap olarak öne çıkarılma çalışmaları , olumlu bir gelişme olarak görülmekle birlikte , bu olumlu gelişmeye sekte vuran düşünceler ve iddiaları da görmekteyiz. Olumsuzluk olarak nitelediğimiz bu düşüncelerden birisi , geçmişte yapılan hataların tekrarı olarak karşımıza çıkarak , bağlam gözetmeden ve sadece meali baz alarak hüküm çıkarma çalışmaları girişimleridir.
Geçmişte "Zahirilik" adında ortaya çıkan bu tür okumaların yeni adı "Literalcilik" olarak ortaya çıkarak kendisini göstermektedir. Bu tür literal okumalar sonucu varılan bir çalışma örneği olan "Hamr'ın haram olmadığı" düşüncesini daha önceden ele alarak , bu konuda Kur'an içinde ayetler arasında bağlantısını kurarak , ortaya atılan düşüncenin yanlış olduğunu göstermeye çalışmıştık.
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/09/selefi-mealciligin-yeni-hezeyan-hamrn.html
Verdiğimiz linkte , hamr konusunda ortaya atılan düşüncenin yanlışlığı ile ilgili bir çalışmamız bulunmaktadır.
Bu yazımızda , Kur'anda direk olarak "Zina haramdır" diye bir ifade bulunmadığı için , bu fiile "Haram" hükmünü vermenin yanlış olduğu iddiası değerlendirilmeye çalışılacaktır. Bu tür iddia sahiplerinin zinanın haram olmadığını iddia etmiş olmaları , bu fiilin "Helal" olduğunu iddia ettikleri anlamında değil , yine Allah (c.c) tarafında yasaklanmış olduğu , ancak bu yasağa "Haram" denilmesinin yanlış olduğu yönünde olduğunu hatırlatmak isteriz.
[025.068] Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâh'ı çağırmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.
[017.032] Zinaya yaklaşmayın, şüphe yok o, 'çirkin bir hayasızlık' ve kötü bir yoldur.
Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde , "Zina" fiilinin yasaklandığını açık olarak görmekle birlikte "Zina haramdır" şeklinde bir ifadeye rastlamamaktayız. Bu noktadan hareketle, bu fiile "Haram" denilmesinin yanlış olduğu iddia edilmektedir.
Kur'anda herhangi bir konu ile ilgili bilgi sahibi olmak için , o konu ile ilgili bütün ayetleri dikkate almakla birlikte ilgili konunun geçtiği kelimelerin diğer ayetler ile bağının da kurulması gerekmektedir. Literal bir okuma ile yapılan hüküm çıkarmalar , eksik olduğu gibi iddia sahibini yanıltacak , dolayısı ile hatalı bir iddia da bulunmasına sebep olacaktır.
İsra s. 32. ayetinin arapça metni şu şekildedir ;
Ve lâ takrebûz zinâ innehu kâne FAHİŞEH (fâhışeten), ve sâe sebîlâ(sebîlen)
Bu ayet içinde anahtar kelime "Fahişeten" kelimesi olup bu kelimenin geçtiği bir kaç ayeti okuyarak ,ortaya atılan iddianın yanlışlığı anlaşılacaktır.
Kul teâlev etlu mâ HARREME rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl FEVAHİŞE mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne)
[006.151] De ki: Gelin, Rabbınızın size neleri haram kıldığını ben söyleyeyim; O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya-babaya iyilik edin. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de onların da rızkını veren Biziz. Kötülüğün gizlisine de, açığına da yaklaşmayın. Hak ile olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı bir cana kıymayın. İşte aklınızı başınıza alasınız diye size, bunları emretti.
Kul innemâ HARREME rabbiyel FEVAHİŞE mâ zahere minhâ ve mâ batane vel isme vel bagye bi gayril hakkı ve en tuşrikû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânen ve en tekûlû alallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
[007.033] De ki; Allah sadece açık- gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediklerinizi söylemeyi haram kıldı.
Yukarıdaki ayetlere baktığımızda "Fevahişe" olarak genellenen cürümlerin "Haram" olduğu ifade edilmektedir. Bu ayetleri baz alarak "Zina" denilen fiilin nasıl bir hükme dahil olduğunu anlamak kolaylaşacaktır.
İsra s. 32. ayetinde , Allah (c.c) "Zina" fiilini "Fahişeten" olarak nitelemektedir. Bu kelimeyi Enam s. 151 ve Araf s. 33. ayetleri ile bağladığımızda , o ayetlerde "Haram" olarak nitelenen şeylere "Fevahişe" kelimesi içine giren fiilerin dahil olduğunu görmekteyiz.
Peki öyleyse , İsra s. 32. ayetinde "Fahişeten" olarak nitelenen "Zina" fiili için , "Fevahişe" yi "HARAM" kategorisine koyan Rabbimizin beyanı gereğince " ZİNA FİİLİ HARAMDIR" demekten bizi alıkoyan nedir ?.
Kur'an okuyucusu , bir konu ile ilgili aradığı hükmü , direk olarak karşısında bulmak isterse , bu istediğini her konu için bulma ihtimali maalesef biraz zayıftır. Okuyucu, ayetler arasında gezerek arama yaptığı ve kelimelerin birbiri ile bağını kurabildiği zaman , bu aradığını daha kolay bulacaktır.
Sonuç olarak ; zahiriliğin , yeni bir versiyonu olan literal Kur'an okumalarının vardığı traji komik çıkarımlardan birisi olan, zina fiilinin haram olmadığı düşüncesinin , meali baz almak yerine orjinal ibareleri baz alarak yapılan bir çalışma neticesinde yanlış olduğu görülmektedir. Kur'an ile ilgili konuşmak için gerekli olan çalışmalardan birisi , ilgili konunun Kur'an bütünlüğünde değerlendirilmesi gereğidir. Böyle bir çalışmadan yoksun olarak yapılan bazı çıkarımlar , hata barındırma ihtimalini yükseltmekle birlikte , çıkarım sahibini komik bir duruma düşürecektir.
Bu konuyu ele alma sebebimiz , bu tür iddia sahiplerinin komik durumunu ortaya koymak değil , bir konu hakkında nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda örnek bir çalışma sunmaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Geçmişte "Zahirilik" adında ortaya çıkan bu tür okumaların yeni adı "Literalcilik" olarak ortaya çıkarak kendisini göstermektedir. Bu tür literal okumalar sonucu varılan bir çalışma örneği olan "Hamr'ın haram olmadığı" düşüncesini daha önceden ele alarak , bu konuda Kur'an içinde ayetler arasında bağlantısını kurarak , ortaya atılan düşüncenin yanlış olduğunu göstermeye çalışmıştık.
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/09/selefi-mealciligin-yeni-hezeyan-hamrn.html
Verdiğimiz linkte , hamr konusunda ortaya atılan düşüncenin yanlışlığı ile ilgili bir çalışmamız bulunmaktadır.
Bu yazımızda , Kur'anda direk olarak "Zina haramdır" diye bir ifade bulunmadığı için , bu fiile "Haram" hükmünü vermenin yanlış olduğu iddiası değerlendirilmeye çalışılacaktır. Bu tür iddia sahiplerinin zinanın haram olmadığını iddia etmiş olmaları , bu fiilin "Helal" olduğunu iddia ettikleri anlamında değil , yine Allah (c.c) tarafında yasaklanmış olduğu , ancak bu yasağa "Haram" denilmesinin yanlış olduğu yönünde olduğunu hatırlatmak isteriz.
[025.068] Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâh'ı çağırmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.
[017.032] Zinaya yaklaşmayın, şüphe yok o, 'çirkin bir hayasızlık' ve kötü bir yoldur.
Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde , "Zina" fiilinin yasaklandığını açık olarak görmekle birlikte "Zina haramdır" şeklinde bir ifadeye rastlamamaktayız. Bu noktadan hareketle, bu fiile "Haram" denilmesinin yanlış olduğu iddia edilmektedir.
Kur'anda herhangi bir konu ile ilgili bilgi sahibi olmak için , o konu ile ilgili bütün ayetleri dikkate almakla birlikte ilgili konunun geçtiği kelimelerin diğer ayetler ile bağının da kurulması gerekmektedir. Literal bir okuma ile yapılan hüküm çıkarmalar , eksik olduğu gibi iddia sahibini yanıltacak , dolayısı ile hatalı bir iddia da bulunmasına sebep olacaktır.
İsra s. 32. ayetinin arapça metni şu şekildedir ;
Ve lâ takrebûz zinâ innehu kâne FAHİŞEH (fâhışeten), ve sâe sebîlâ(sebîlen)
Bu ayet içinde anahtar kelime "Fahişeten" kelimesi olup bu kelimenin geçtiği bir kaç ayeti okuyarak ,ortaya atılan iddianın yanlışlığı anlaşılacaktır.
Kul teâlev etlu mâ HARREME rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl FEVAHİŞE mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne)
[006.151] De ki: Gelin, Rabbınızın size neleri haram kıldığını ben söyleyeyim; O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya-babaya iyilik edin. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de onların da rızkını veren Biziz. Kötülüğün gizlisine de, açığına da yaklaşmayın. Hak ile olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı bir cana kıymayın. İşte aklınızı başınıza alasınız diye size, bunları emretti.
Kul innemâ HARREME rabbiyel FEVAHİŞE mâ zahere minhâ ve mâ batane vel isme vel bagye bi gayril hakkı ve en tuşrikû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânen ve en tekûlû alallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
[007.033] De ki; Allah sadece açık- gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediklerinizi söylemeyi haram kıldı.
Yukarıdaki ayetlere baktığımızda "Fevahişe" olarak genellenen cürümlerin "Haram" olduğu ifade edilmektedir. Bu ayetleri baz alarak "Zina" denilen fiilin nasıl bir hükme dahil olduğunu anlamak kolaylaşacaktır.
İsra s. 32. ayetinde , Allah (c.c) "Zina" fiilini "Fahişeten" olarak nitelemektedir. Bu kelimeyi Enam s. 151 ve Araf s. 33. ayetleri ile bağladığımızda , o ayetlerde "Haram" olarak nitelenen şeylere "Fevahişe" kelimesi içine giren fiilerin dahil olduğunu görmekteyiz.
Peki öyleyse , İsra s. 32. ayetinde "Fahişeten" olarak nitelenen "Zina" fiili için , "Fevahişe" yi "HARAM" kategorisine koyan Rabbimizin beyanı gereğince " ZİNA FİİLİ HARAMDIR" demekten bizi alıkoyan nedir ?.
Kur'an okuyucusu , bir konu ile ilgili aradığı hükmü , direk olarak karşısında bulmak isterse , bu istediğini her konu için bulma ihtimali maalesef biraz zayıftır. Okuyucu, ayetler arasında gezerek arama yaptığı ve kelimelerin birbiri ile bağını kurabildiği zaman , bu aradığını daha kolay bulacaktır.
Sonuç olarak ; zahiriliğin , yeni bir versiyonu olan literal Kur'an okumalarının vardığı traji komik çıkarımlardan birisi olan, zina fiilinin haram olmadığı düşüncesinin , meali baz almak yerine orjinal ibareleri baz alarak yapılan bir çalışma neticesinde yanlış olduğu görülmektedir. Kur'an ile ilgili konuşmak için gerekli olan çalışmalardan birisi , ilgili konunun Kur'an bütünlüğünde değerlendirilmesi gereğidir. Böyle bir çalışmadan yoksun olarak yapılan bazı çıkarımlar , hata barındırma ihtimalini yükseltmekle birlikte , çıkarım sahibini komik bir duruma düşürecektir.
Bu konuyu ele alma sebebimiz , bu tür iddia sahiplerinin komik durumunu ortaya koymak değil , bir konu hakkında nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda örnek bir çalışma sunmaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
5 Ocak 2016 Salı
İHSAN ŞENOCAK : Allah (c.c) nin Buhari ve Müslim'e İmanı Emrettiğini İddia Eden Bir Müfteri
Son yıllarda Türkiye geneline baktığımızda , geleneksel düşüncede hakim olan din konusunda rivayetlerin belirleyiciliğine karşı , Kur'anın belirleyici ve hakem olmasını savunan düşüncenin filizlendiğine şahit olmaktayız. Ancak bu filizlenmeye, din konusunda rivayetlerin belirleyici olmasını savunanlar tarafından şiddetli bir biçimde karşı çıkıldığı da malumdur.
Kur'anın din konusunda belirleyici ve hakem olmasına karşı çıkanların bayraktarlığını yapan şahsiyetlerden bir tanesi de İhsan Şenocak adlı bir kişidir. Yapmış olduğu konuşmalarda , din konusunda Kur'anın belirleyici ve hakem olmasını savunan kişileri hedef alarak onları acımasız bir biçimde eleştiren bu kişi, rivayetleri savunmak adına Allah adına yalan ve iftira atmayı dahi göze alacak kadar gözü kararmış bir halde, Kur'ana karşı rivayetleri savunmaya devam etmektedir.
Bu yazımızda, onun bu konudaki konuşmasından bir kesit sunup, nasıl bir şirk içinde olduğunu göstererek, kendisini ve kendisi ile aynı düşünceyi paylaşanları şirklerinden dönmeye davet edeceğiz.
İzlemiş olduğunuz video da , İhsan Şenocak adlı kişi , "Buhari ve Müslim'i hakem kılmayı Müslüman olmanın şartı olarak görmekte ve bu şartı söylerken ,"BEN DEMİYORUM ALLAH DİYOR KARDEŞİM" diyerek Allah (c.c) adına yalan ve iftira uydurmaktadır.
"Buhari" ve "Müslim" adlı rivayet kitapları din de belirleyici ve hakem midir?.
Adını verdiğimiz kitaplar bilindiği üzere , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözlerin toplandığı kitapların iki tanesinin ismidir. Zaman içinde özellikle bu iki ismi taşıyan kitaplar, İslam dünyasında Kur'anın önüne geçirilerek , din de belirleyici ve hakem kılınan marka isimler haline getirilmiş , bu kitaplara yapılacak en küçük bir itirazın, kişinin dinden çıkarak "Kafir" damgası yemesine sebep olacağı şeklinde bir düşünce geliştirilmiştir.
"Buhari" ve "Müslim" in bu kadar savunulmasının amacı nedir ?.
İhsan Şenocak ve benzer kişilerin, bu kitapları böyle hararetli bir şekilde savunmasının altında yatan sebeplerin en başta geleni , bu kitaplar içindeki bir takım rivayetlerin , Kur'an ile uyum arz etmeyen bir yapıya sahip olmasına rağmen , bu rivayetlerin dini inanç haline getirilmiş olmasıdır. Kur'an hakem kılınarak bu rivayetler tahlil edildiği takdirde , bu kişilerin savunduğu din anlayışı büyük bir çöküş içine gireceğini kendileri de bildiği için, bu kadar hararetli bir savunma içine girmişlerdir.
Kardeşim Allah (c.c) kitabında "Allah a ve resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerini inkar mı ediyorsunuz siz ?.
Allah (c.c) nin kitabında, kendisine ve resulüne iman etmemizi emreden ayetlerin hiçbiri inkar edilemez. Ancak , "Resule itaat" emrini hadis kitaplarında onun söylediği rivayet edilen sözlere bağlamaya itirazımız vardır neden mi ? ;
Herhangi hadis kitabında rivayet edilen bir hadis , Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığı anda yazılmış bir söz değildir. Onu dinleyen sahabenin , duyduklarından akıllarında kalanı, bir başkasına aktararak, onun vefatından onlarca yıl sonra yazıya geçirilmiş olan sözlerdir. Sahabe ve ondan sonrakiler tarafından yapılan bu aktarımlarda , insan olmanın bir neticesi olarak , yanlış anlamak , unutmak gibi durumların yanı sıra , konuşmanın yarısında gelerek bir kısmını dinleyememenin vermiş olduğu bazı yanlış anlama ve aktarımlar söz konusudur.
Kur'an , kendisinde böyle bir problem asla söz konusu olmayan , indiği anda yazıya geçirilerek , en küçük bir hataya dahi yer verilmeyen bir kitap olarak elimizde bulunmaktadır. Problem olan nokta , hadis kitaplarının aynı Kur'an gibi olduğu muamelesine tabi tutulmasıdır. Bu kitaplar eğer üzerinde mahalle baskısı oluşturulmadan Kur'ana eş değer görülmemiş olsaydı , bu kadar kavganın meydana gelmesine gerek dahi kalmazdı. Bu kavganın baş müsebbipleri , zaman içinde bu kitaplara aşırı bir değer yükleyerek Kur'anın önüne geçirenlerdir.
Allah (c.c) bizlere "Buhari" ve "Müslim" e itaat etmemizi mi emrediyor?.
Allah (c.c) nin bizlerden böyle bir itaat istediği iddiası , İhsan Şenocak'ın okuduğu bir ayetin o anlama geldiğini iddia etmesinden başka bir şey değildir. Bu düşünce hocanın indi düşüncesi olup "Ben böyle olduğunu düşünüyorum" demiş olsa idi bu hoşgörülebilir di, fakat "BEN DEMİYORUM ALLAH DİYOR KARDEŞİM" şeklinde bir iddia ALLAH ADINA KONUŞMAK anlamına gelip , Allah (c.c) adına konuşmak Muhammed (a.s) ile bitmiş olup ,böyle bir konuma ondan sonra kimse sahip olmayacaktır.
İhsan Şenocak'ın okumuş olduğu "Hayır; Rabb'ine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar." mealindeki Nisa s. 65. ayetinin nasıl anlaşılması gerekmektedir?.
Ayetleri bağlam gözetmeden , veya bağlamından kopararak okuma metodu , kendi ön yargılarını Kur'ana kabul ettirmek isteyenlerin en çok başvurdukları bir yöntem olup , bu yöntemi iddia sahibi olan zat çok açık bir biçimde kullanmaktadır şöyle ki;
İlgili ayetlerin bize dönük herhangi bir mesajı olmadığını iddia etmemekle birlikte , öncelikle ilk hitabın dikkate alınması gerektiğini düşünerek , sonra ki aşamada bize dönük nasıl bir mesajı olduğu anlaşılmaya çalışılabilir.
Nisa s. 65. ayeti , 60. ve 70. ayetler arası bir bağlama sahip olarak bütünlük içinde okunması gereken bir ayettir. 60. ayetten itibaren "Münafık" olarak bahsedilen kişilerin , iman ettiklerini iddia ettikleri kitabın hakemliğini ret ettiklerini görmekteyiz. Ayetleri bağlamı dahilinde okuduğumuzda , münafıkların çekiştikleri şeylerde , iman ettikleri kitabın hakemliğine başvurmadıkça iman etmiş sayılmayacağı beyan edilmektedir.
Ayeti bağlamından koparıp , sonra bu hakemliğin bu gün hadis kitaplarına düştüğünü "Ben demiyorum Allah diyor kardeşim" şeklinde cezbeye gelmiş sofiler misali söylemek, zalimlikten başka bir şey değildir.
Ayet içinde geçen "seni hakem tayin edip" cümlesi , Muhammed (a.s) ın kendisine inen kitabın haricinde bir hakemliği olduğunu mu, ve bu gün bu hakemliğin Buhari" ve "Müslim" gibi hadis kitaplarına düştüğünü mü ifade etmektedir ?.
[004.105] Doğrusu Biz sana gerçeğin ta kendisi olan kitab (Kur'an)'ı indirdik ki insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma!
[003.023] Kendilerine Kitapdan bir pay verilenleri, görmedin mi? Onlar aralarında hüküm vermek için Allah'ın Kitabına çağırılmışlar, sonra onlardan bir takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.
[024.051] Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: «İşittik, itaat ettik» demek, ancak müminlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır.
[005.048] Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
[005.049] O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.
[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.
[006.114] «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!
Yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerde , Muhammed (a.s) ın kendisine inmiş olan kitabın hakemliğine uyduğunu görmekteyiz. Problem "Elçiye itaat edin" şeklindeki emirlerin bu gün nasıl okunması gerektiğinde düğümlenmektedir. İhsan Şenocak adlı kişi bu düğümü Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarının çözeceğini iddia etmektedir.
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/12/hasr-s-7-ayeti-resulun-verdigini-almak.html
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2016/01/tevbe-s-29-ayeti-allah-ve-elcisinin.html
Yukarıdaki linkler , "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaştığımız yazılardır.
Nisa s. 65. ayetine dönecek olursak, bu benzeri ayetler bu gün nasıl anlaşılmalıdır ?.
Muhammed (a.s) ın hakem olmasının anlamı , öncelikle onun "Resul" olmasının ne anlama geldiğinin anlaşılmasından sonra mümkün olacaktır.
Resuller , Allah (c.c) nin insanlar içinden seçtiği insanlar olup , onların görevi aldıkları vahyi insanlara aktarmaktır. Bu aktarmayı postacılık ile aynı anlama geldiğini söylemek istemediğimizi hatırlatarak , aynı vahyin muhatabı kendilerinin de olması nedeniyle , okudukları vahyi hayatlarına en doğru pratize eden "Üsvetün hasene" yani güzel örneklerdir.
Muhammed (a.s) bu örneklerin sonuncusu olup , yaşadığı zaman zarfı içinde ,kendisine inen kitabı hakem yapan bir hayatı devam ettirmiştir. Onun vefatı sonrasında ,"Vahiy merkezli din" yerine "Elçi merkezli din" anlayışı hakim kılınarak , bu gün meydana gelen elçinin konumu tartışmalarının önü açılmıştır.
Vahyin belirleyiciliği yerine , rivayetlerin belirleyici olmasına sebep olan bu din algısı , resulun görevini daha yukarılara taşıyarak , onu din koyucu bir konuma getirmiş , ve onun söylemiş olduğu rivayet edilen sözleri "Vahiy" ile eşdeğer hale getirmiştir. Bu eşdeğer kılma çalışmaları , yine bazı Kur'an ayetlerinin ön yargılar sonucu ve bağlamından koparılarak okunması ve ona atfen yalan ve iftira türünden hadisler uydurularak yapılmıştır.
"Buhari ve Müslim tapıcılığı" olarak ifade edebileceğimiz durum , bu tür bir din algısının yansıması olup , "Buhari çökerse din çöker" , "Buhari yere gök , göğe yer dese inanacaksınız" türünden bildiğimiz söylemler bu düşüncenin yansımasıdır.
Elçinin sözlerini Kur'an ile eşdeğer tutmak düşüncesi , Elçiyi ilah , veya Allah (c.c) nin elçisinin seviyesine indirilmesi gibi bir itikadi bozukluğu beraberinde getirir. Elçinin söylemiş olduğu sözlerin içinde bulunduğu kitaplar , o kitaplardaki rivayetleri toplayan kişilerin içtihatları sonucunda belirlenmiş olan rivayetler olup , sahih olup olmaması kişilerin içtihatları ile belirlenmiştir.
Bizler bu gün , kişisel içtihatların belirlediği rivayetlerin toplandığı kitapları , Allah (c.c) nin kitabı olarak görür , bu kitaplara iman edilmesi gibi bir şartın Allah (c.c) tarafından emredildiği gibi bir iddia içinde olduğumuz takdirde bu iddianın bize getirisi "Küfr" ve "Şirk" ten başka bir şey olmayacaktır.
İhsan Şenocak'ın iddiasına göre , Allah (c.c) eğer Müslüman olmak için , Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarına iman etmeyi şart koştu ise , Buhari ve Müslim gibi hadis kitapları tedvin edilmeden önce yaşayanlar Müslüman değilmiydi ?.
Sonuç olarak ; İhsan Şenocak adlı kişinin cezbe halindeki dervişler misali ağzından çıkan sözler, aklı başında bir müslüman tarafından söylenecek sözler değildir. Rivayetleri kotarmak için ortaya atılan düşünceyi seslendirirken ,"BUHARİ HAKEM OLMADIKÇA , MÜSLİM HAKEM OLMADIKÇA, ALLAH'A YEMİN OLSUN Kİ MÜSLÜMAN OLAMAZSINIZ ALLAH DİYOR KARDEŞİM BEN DEMİYORUM" şeklindeki sözler , "«Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?»" beyanı gereğince , tek hakem olması gereken kitabın, KUR'AN olduğunu ret ederek bu kitaba, kişilerin içtihatları ile belirlenen Muhammed (as) ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözleri ortak koşması nedeniyle Allah adına yalan ve iftira atmak denilen cürüm'ün işlenmesi anlamına gelmektedir.
[011.018] Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kim vardır? Bunlar Rabblarının huzuruna götürülürler ve şahidler: Rabblarına yalan uyduranlar bunlardır, derler. Bilin ki; Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
"Ben demiyorum Allah diyor" ifadesi asla kullanılmaması gereken bir söz olup , sahibini "Allah (c.c) adına konuşmak" konumuna getirir ki , böyle bir yetki seçilmiş elçiler haricinde kimseye verilmemiştir.
İhsan Şenocak'ı "Müfteri" olarak itham etmiş olmamız, ona ve onun gibi düşünenlere hakaret mahiyetinde bir söz olmayıp , söylenen sözün , kişiyi nasıl bir duruma düşürdüğünü göstermek içindir.
Ona ve onun gibi düşünenlere tavsiyemiz şu dur ; Yol yakın iken tevbe edip , kendinizi Kur'anın hakem kılındığı bir din anlayışına teslim ediniz. Eğer bu yolda devam ederseniz , Allah (c.c) uydurduğunuz yalanlar hesap gününde yakanızı bırakmayacak ve bunun cezası ağır biçimde size ödetilecektir.
Bu yazı, başta sözün sahibi olmak üzere, bu sözü sahiplenenlere bir tebliğ mahiyetindedir .
ŞAHİD OL YA RAB , ŞAHİD OL YA RAB, ŞAHİD OL YA RAB
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kur'anın din konusunda belirleyici ve hakem olmasına karşı çıkanların bayraktarlığını yapan şahsiyetlerden bir tanesi de İhsan Şenocak adlı bir kişidir. Yapmış olduğu konuşmalarda , din konusunda Kur'anın belirleyici ve hakem olmasını savunan kişileri hedef alarak onları acımasız bir biçimde eleştiren bu kişi, rivayetleri savunmak adına Allah adına yalan ve iftira atmayı dahi göze alacak kadar gözü kararmış bir halde, Kur'ana karşı rivayetleri savunmaya devam etmektedir.
Bu yazımızda, onun bu konudaki konuşmasından bir kesit sunup, nasıl bir şirk içinde olduğunu göstererek, kendisini ve kendisi ile aynı düşünceyi paylaşanları şirklerinden dönmeye davet edeceğiz.
İzlemiş olduğunuz video da , İhsan Şenocak adlı kişi , "Buhari ve Müslim'i hakem kılmayı Müslüman olmanın şartı olarak görmekte ve bu şartı söylerken ,"BEN DEMİYORUM ALLAH DİYOR KARDEŞİM" diyerek Allah (c.c) adına yalan ve iftira uydurmaktadır.
"Buhari" ve "Müslim" adlı rivayet kitapları din de belirleyici ve hakem midir?.
Adını verdiğimiz kitaplar bilindiği üzere , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözlerin toplandığı kitapların iki tanesinin ismidir. Zaman içinde özellikle bu iki ismi taşıyan kitaplar, İslam dünyasında Kur'anın önüne geçirilerek , din de belirleyici ve hakem kılınan marka isimler haline getirilmiş , bu kitaplara yapılacak en küçük bir itirazın, kişinin dinden çıkarak "Kafir" damgası yemesine sebep olacağı şeklinde bir düşünce geliştirilmiştir.
"Buhari" ve "Müslim" in bu kadar savunulmasının amacı nedir ?.
İhsan Şenocak ve benzer kişilerin, bu kitapları böyle hararetli bir şekilde savunmasının altında yatan sebeplerin en başta geleni , bu kitaplar içindeki bir takım rivayetlerin , Kur'an ile uyum arz etmeyen bir yapıya sahip olmasına rağmen , bu rivayetlerin dini inanç haline getirilmiş olmasıdır. Kur'an hakem kılınarak bu rivayetler tahlil edildiği takdirde , bu kişilerin savunduğu din anlayışı büyük bir çöküş içine gireceğini kendileri de bildiği için, bu kadar hararetli bir savunma içine girmişlerdir.
Kardeşim Allah (c.c) kitabında "Allah a ve resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerini inkar mı ediyorsunuz siz ?.
Allah (c.c) nin kitabında, kendisine ve resulüne iman etmemizi emreden ayetlerin hiçbiri inkar edilemez. Ancak , "Resule itaat" emrini hadis kitaplarında onun söylediği rivayet edilen sözlere bağlamaya itirazımız vardır neden mi ? ;
Herhangi hadis kitabında rivayet edilen bir hadis , Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığı anda yazılmış bir söz değildir. Onu dinleyen sahabenin , duyduklarından akıllarında kalanı, bir başkasına aktararak, onun vefatından onlarca yıl sonra yazıya geçirilmiş olan sözlerdir. Sahabe ve ondan sonrakiler tarafından yapılan bu aktarımlarda , insan olmanın bir neticesi olarak , yanlış anlamak , unutmak gibi durumların yanı sıra , konuşmanın yarısında gelerek bir kısmını dinleyememenin vermiş olduğu bazı yanlış anlama ve aktarımlar söz konusudur.
Kur'an , kendisinde böyle bir problem asla söz konusu olmayan , indiği anda yazıya geçirilerek , en küçük bir hataya dahi yer verilmeyen bir kitap olarak elimizde bulunmaktadır. Problem olan nokta , hadis kitaplarının aynı Kur'an gibi olduğu muamelesine tabi tutulmasıdır. Bu kitaplar eğer üzerinde mahalle baskısı oluşturulmadan Kur'ana eş değer görülmemiş olsaydı , bu kadar kavganın meydana gelmesine gerek dahi kalmazdı. Bu kavganın baş müsebbipleri , zaman içinde bu kitaplara aşırı bir değer yükleyerek Kur'anın önüne geçirenlerdir.
Allah (c.c) bizlere "Buhari" ve "Müslim" e itaat etmemizi mi emrediyor?.
Allah (c.c) nin bizlerden böyle bir itaat istediği iddiası , İhsan Şenocak'ın okuduğu bir ayetin o anlama geldiğini iddia etmesinden başka bir şey değildir. Bu düşünce hocanın indi düşüncesi olup "Ben böyle olduğunu düşünüyorum" demiş olsa idi bu hoşgörülebilir di, fakat "BEN DEMİYORUM ALLAH DİYOR KARDEŞİM" şeklinde bir iddia ALLAH ADINA KONUŞMAK anlamına gelip , Allah (c.c) adına konuşmak Muhammed (a.s) ile bitmiş olup ,böyle bir konuma ondan sonra kimse sahip olmayacaktır.
İhsan Şenocak'ın okumuş olduğu "Hayır; Rabb'ine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar." mealindeki Nisa s. 65. ayetinin nasıl anlaşılması gerekmektedir?.
Ayetleri bağlam gözetmeden , veya bağlamından kopararak okuma metodu , kendi ön yargılarını Kur'ana kabul ettirmek isteyenlerin en çok başvurdukları bir yöntem olup , bu yöntemi iddia sahibi olan zat çok açık bir biçimde kullanmaktadır şöyle ki;
İlgili ayetlerin bize dönük herhangi bir mesajı olmadığını iddia etmemekle birlikte , öncelikle ilk hitabın dikkate alınması gerektiğini düşünerek , sonra ki aşamada bize dönük nasıl bir mesajı olduğu anlaşılmaya çalışılabilir.
Nisa s. 65. ayeti , 60. ve 70. ayetler arası bir bağlama sahip olarak bütünlük içinde okunması gereken bir ayettir. 60. ayetten itibaren "Münafık" olarak bahsedilen kişilerin , iman ettiklerini iddia ettikleri kitabın hakemliğini ret ettiklerini görmekteyiz. Ayetleri bağlamı dahilinde okuduğumuzda , münafıkların çekiştikleri şeylerde , iman ettikleri kitabın hakemliğine başvurmadıkça iman etmiş sayılmayacağı beyan edilmektedir.
Ayeti bağlamından koparıp , sonra bu hakemliğin bu gün hadis kitaplarına düştüğünü "Ben demiyorum Allah diyor kardeşim" şeklinde cezbeye gelmiş sofiler misali söylemek, zalimlikten başka bir şey değildir.
Ayet içinde geçen "seni hakem tayin edip" cümlesi , Muhammed (a.s) ın kendisine inen kitabın haricinde bir hakemliği olduğunu mu, ve bu gün bu hakemliğin Buhari" ve "Müslim" gibi hadis kitaplarına düştüğünü mü ifade etmektedir ?.
[004.105] Doğrusu Biz sana gerçeğin ta kendisi olan kitab (Kur'an)'ı indirdik ki insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma!
[003.023] Kendilerine Kitapdan bir pay verilenleri, görmedin mi? Onlar aralarında hüküm vermek için Allah'ın Kitabına çağırılmışlar, sonra onlardan bir takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.
[024.051] Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: «İşittik, itaat ettik» demek, ancak müminlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır.
[005.048] Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
[005.049] O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.
[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.
[006.114] «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!
Yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerde , Muhammed (a.s) ın kendisine inmiş olan kitabın hakemliğine uyduğunu görmekteyiz. Problem "Elçiye itaat edin" şeklindeki emirlerin bu gün nasıl okunması gerektiğinde düğümlenmektedir. İhsan Şenocak adlı kişi bu düğümü Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarının çözeceğini iddia etmektedir.
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/12/hasr-s-7-ayeti-resulun-verdigini-almak.html
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2016/01/tevbe-s-29-ayeti-allah-ve-elcisinin.html
Yukarıdaki linkler , "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaştığımız yazılardır.
Nisa s. 65. ayetine dönecek olursak, bu benzeri ayetler bu gün nasıl anlaşılmalıdır ?.
Muhammed (a.s) ın hakem olmasının anlamı , öncelikle onun "Resul" olmasının ne anlama geldiğinin anlaşılmasından sonra mümkün olacaktır.
Resuller , Allah (c.c) nin insanlar içinden seçtiği insanlar olup , onların görevi aldıkları vahyi insanlara aktarmaktır. Bu aktarmayı postacılık ile aynı anlama geldiğini söylemek istemediğimizi hatırlatarak , aynı vahyin muhatabı kendilerinin de olması nedeniyle , okudukları vahyi hayatlarına en doğru pratize eden "Üsvetün hasene" yani güzel örneklerdir.
Muhammed (a.s) bu örneklerin sonuncusu olup , yaşadığı zaman zarfı içinde ,kendisine inen kitabı hakem yapan bir hayatı devam ettirmiştir. Onun vefatı sonrasında ,"Vahiy merkezli din" yerine "Elçi merkezli din" anlayışı hakim kılınarak , bu gün meydana gelen elçinin konumu tartışmalarının önü açılmıştır.
Vahyin belirleyiciliği yerine , rivayetlerin belirleyici olmasına sebep olan bu din algısı , resulun görevini daha yukarılara taşıyarak , onu din koyucu bir konuma getirmiş , ve onun söylemiş olduğu rivayet edilen sözleri "Vahiy" ile eşdeğer hale getirmiştir. Bu eşdeğer kılma çalışmaları , yine bazı Kur'an ayetlerinin ön yargılar sonucu ve bağlamından koparılarak okunması ve ona atfen yalan ve iftira türünden hadisler uydurularak yapılmıştır.
"Buhari ve Müslim tapıcılığı" olarak ifade edebileceğimiz durum , bu tür bir din algısının yansıması olup , "Buhari çökerse din çöker" , "Buhari yere gök , göğe yer dese inanacaksınız" türünden bildiğimiz söylemler bu düşüncenin yansımasıdır.
Elçinin sözlerini Kur'an ile eşdeğer tutmak düşüncesi , Elçiyi ilah , veya Allah (c.c) nin elçisinin seviyesine indirilmesi gibi bir itikadi bozukluğu beraberinde getirir. Elçinin söylemiş olduğu sözlerin içinde bulunduğu kitaplar , o kitaplardaki rivayetleri toplayan kişilerin içtihatları sonucunda belirlenmiş olan rivayetler olup , sahih olup olmaması kişilerin içtihatları ile belirlenmiştir.
Bizler bu gün , kişisel içtihatların belirlediği rivayetlerin toplandığı kitapları , Allah (c.c) nin kitabı olarak görür , bu kitaplara iman edilmesi gibi bir şartın Allah (c.c) tarafından emredildiği gibi bir iddia içinde olduğumuz takdirde bu iddianın bize getirisi "Küfr" ve "Şirk" ten başka bir şey olmayacaktır.
İhsan Şenocak'ın iddiasına göre , Allah (c.c) eğer Müslüman olmak için , Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarına iman etmeyi şart koştu ise , Buhari ve Müslim gibi hadis kitapları tedvin edilmeden önce yaşayanlar Müslüman değilmiydi ?.
Sonuç olarak ; İhsan Şenocak adlı kişinin cezbe halindeki dervişler misali ağzından çıkan sözler, aklı başında bir müslüman tarafından söylenecek sözler değildir. Rivayetleri kotarmak için ortaya atılan düşünceyi seslendirirken ,"BUHARİ HAKEM OLMADIKÇA , MÜSLİM HAKEM OLMADIKÇA, ALLAH'A YEMİN OLSUN Kİ MÜSLÜMAN OLAMAZSINIZ ALLAH DİYOR KARDEŞİM BEN DEMİYORUM" şeklindeki sözler , "«Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?»" beyanı gereğince , tek hakem olması gereken kitabın, KUR'AN olduğunu ret ederek bu kitaba, kişilerin içtihatları ile belirlenen Muhammed (as) ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözleri ortak koşması nedeniyle Allah adına yalan ve iftira atmak denilen cürüm'ün işlenmesi anlamına gelmektedir.
[011.018] Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kim vardır? Bunlar Rabblarının huzuruna götürülürler ve şahidler: Rabblarına yalan uyduranlar bunlardır, derler. Bilin ki; Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
"Ben demiyorum Allah diyor" ifadesi asla kullanılmaması gereken bir söz olup , sahibini "Allah (c.c) adına konuşmak" konumuna getirir ki , böyle bir yetki seçilmiş elçiler haricinde kimseye verilmemiştir.
İhsan Şenocak'ı "Müfteri" olarak itham etmiş olmamız, ona ve onun gibi düşünenlere hakaret mahiyetinde bir söz olmayıp , söylenen sözün , kişiyi nasıl bir duruma düşürdüğünü göstermek içindir.
Ona ve onun gibi düşünenlere tavsiyemiz şu dur ; Yol yakın iken tevbe edip , kendinizi Kur'anın hakem kılındığı bir din anlayışına teslim ediniz. Eğer bu yolda devam ederseniz , Allah (c.c) uydurduğunuz yalanlar hesap gününde yakanızı bırakmayacak ve bunun cezası ağır biçimde size ödetilecektir.
Bu yazı, başta sözün sahibi olmak üzere, bu sözü sahiplenenlere bir tebliğ mahiyetindedir .
ŞAHİD OL YA RAB , ŞAHİD OL YA RAB, ŞAHİD OL YA RAB
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
4 Ocak 2016 Pazartesi
İsra s. 58. Ayeti Çerçevesinde Firavun ve Süleyman (a.s) ın Yönetimlerinin Akıbetinin Günümüze Dair Mesajı
Kur'an , içinde barındırdığı ayetlerin bir kısmında, kıssa yollu anlatımlar vasıtası ile , "Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların , o toplumlar üzerinde nasıl işlediğini anlatarak , bizlere mesajlar vermektedir. Allah (c.c) nin sünnetinde değişme olmayacağından yola çıkarak düşündüğümüzde , bu yasalar dün nasıl işledi ise , bu gün de yarın da, ta ki kıyamete kadar işleyecektir.
Kur'anın kıssa yollu anlatımlarında meydana gelen helak olaylarının işleyiş yasasını anlatan ayetlerden bir tanesi de İsra s. 58. ayetidir.
[017.058] Hiç bir karye yoktur ki; kıyamet gününden önce Biz, onu helak edecek veya şiddetli bir azapla azaplandıracak olmayalım. Bu, Kitap'da yazılmıştır.
"Kitap ta yazılmıştır" ifadesi , Allah (c.c) nin bu toplumlar üzerinde olan bir zulmünü değil, toplumların yaşadığı hayat içinde yapmış olduklarının neticesinde bir takım sıkıntılar ile karşı karşıya kalacak olmalarını anlatmaktadır. Allah (c.c) nin belirlediği yasalar dahilinde yaşayan toplumların başlarına gelenler , bu toplumların işlemekte olduklarının bir sonucu olarak gerçekleşmiş ve gerçekleşecektir.
Kur'anda "Allah'ın yazması" olarak beyan edilen konu , Allah (c.c) nin bir kitaba kullarının ne yapacağını yazarak onların iradelerini ipotek almış olması anlamına gelmez. Böyle bir durum adaletin tersi bir durum meydana getirmesi açısından Allah (c.c) için böyle bir durum söz konusu değildir. "Yazmak" demek , sebep-sonuç ilişkisi dahilinde meydana gelen olayların bir kurala bağlanmış olduğunun ifade edilmesidir.
Bu yazımızda İsra s. 58. ayetinde beyan edilen işleyiş yasalarının , biri zalim bir Firavun, diğeri de adil bir hükümdar olan, Süleyman (a.s) ın iktidarları üzerinde nasıl gerçekleştiği ve onların yıkılışları üzerinden, verilmek istenen günümüze dair mesajını okumaya çalışacağız.
Firavun kendisini ilah (28.38) ve rab (79.23) ilan ederek, mülkü altında yaşayan insanlar üzerinde ayrımcılığa dayalı bir yönetim sergilemekte idi (28.4). Ancak bu zulüm yönetimi , "Sünnetullah" ın bir gereği olarak devam edemez ve yıkılmaya mahkum idi (28.5-6). Yine Sünnetullah gereği bu yıkım, insanların eli ile olacaktı (2.251 / 22.40) .
Firavunun mülkü altında bulunan insanları hafife alan ve onlara kıymet vermeyen (43.54) bir yönetim sergileyerek, kendi iktidarını devam ettirmek istemesine karşın , Musa (a.s) önderliğinde İsrailoğulları tarafından ona karşı başlatılan ve yıllarca süre kıyam (10.87) başarı ile sonuçlanarak o ve ordusu denizde boğulmuştur(26.59 / 44.28).
Bu yazının konusu , Firavun yönetiminin yıkılmasının, ondan sonra gelen yönetim sahiplerine olan mesajı olduğu için, bu yıkımın ayrıntıları, Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetler okunarak görülebilir.
Süleyman (a.s) mülk ve saltanat sahibi elçi bir hükümdar olarak emri altında geniş bir toprak parçası (38.36) ve bunun üzerinde yaşayan insanlar bulunmaktadır. Süleyman (a.s) ın mülkü altında yaşayan tebaa dan "Cin ve Şeytanlar" (34.12 / 38.37) olarak bahsedilmesi tefsirlerde farklı yorumlar bulunmasına karşın, kıssayı mesaj içerikli olarak okuduğumuz zaman "Cin ve Şeytan" olarak isimleri geçenleri , Süleyman (a.s) ın mülkü altında yaşayan ve onun mülkünü tehdit eden unsurlar olarak okumak mümkündür.
Süleyman (a.s) mülkünü tehdit edenleri dahi askeri ve ekonomik bir güç elde ederek bunları emri altında çalıştırmasına karşın bu unsurlar onun mülkünü içten kemirerek yıkılmasına sebep olmuşlardır (34.13.14).
Şimdi bu iki hükümdarın yönetimlerinin ortak bir akıbete uğramalarının sebeplerinin tahlilini yapmaya çalışalım.
Firavun ve Süleyman (a.s) ın yönetimlerinin yıkılmasına sebep olan ortak nokta, her iki yönetimden memnun olmayan unsurlardır. Bu memnuniyetsizliğin sebebi Firavunun zalim olması olarak izah edilebilmesine karşın , Süleyman (a.s) ın yönetiminin yıkılmasına sebep onun adil olması bir yönetim sergilemesine karşın bu, adil yönetimden rahatsız olanlardır.
Firavunun zalimliği , mülkü altında yaşayan topluluklar üzerinde ayrımcı bir politika izlemesi şeklinde öne çıkmaktaydı. Ayrımcılık yaptığı bu topluluğun çoğalmaması soykırıma gidebilecek kadar zalim ve vahşi bir kişi olan Firavunun çağdaş versiyonları , bir toprak parçası üzerinde yaşayan bir kavmi öne çıkararak , diğer kavimleri geri planda bırakmak sureti ile aynı planı Hitler örneğinde görüldüğü gibi işleme koymuşlar, fakat planın sonu bu soykırımın mimarının helak olması ile sonuçlanmıştır.
Yönetim sahipleri adil bir yönetimin gereği olan, mülkü altında yaşayan insanlar arasında , dil ,din ,ırk gibi farklılıkları dikkate alarak dengeyi gözeten bir yönetim sergilemedikleri müddetçe , mülkü altında yaşayan insanların etnik farklılıklarını dikkate almayarak onları asimile etmek isteyen yönetimler , İsra s. 58. ayeti gereğince yıkıma uğramaya mahkumdur.
Süleyman (a.s) yönetimi adil bir yönetim olmasına rağmen onun yönetimi nasıl ve neden yıkıldı?.
Zalim yönetimlerin düşmanları adalet isteyenler iken , adil yönetimlerin düşmanları zalimlerdir. Süleyman (a.s) ın bu yönetim şekli bir kısım insanları rahatsız eden bir yönetim olduğu için , bu yönetimin yıkılması için bir takım faaliyetler içine girilmiştir. Askeri yönden güçlü bir orduya sahip olan Süleyman (a.s) yönetimi , bu ordunun gücüne karşı koyamayacaklarını bilen düşmanları tarafından içten yıkılmak sureti ile yıkılmıştır (34.14).
Şimdiye kadar anlatılanları, yaşadığımız ülke toprakları üzerinde yıllardır bitmeyen bir konu ile alakasını kurmaya çalıştığımızda şunları söyleyebiliriz ;
Bilindiği gibi Osmanlı imparatorluğunun yerine kurulan bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti , sahip olduğu topraklar üzerinde "Türk" ve "Kürt" adı ile 2 büyük kavme mensup insanları barındırmaktadır. Kurulan devletin ideologları , kuruluşun ilk yıllarından itibaren"Kürt" kavmine mensup olan insanları , sanki yokmuş gibi hiçe sayarak ,"Türkçülük" ideolojisi üzerine kurulu bir sistemi hayata geçirmişlerdir.
Kürt kavmine mensup olan insanların bu kimliklerini unutmaları için her türlü yolun denendiği , "Türkiye Türklerindir" , "Ne mutlu Türküm diyene" , "Türk ,öğün, çalış ,güven" v.s gibi sloganlar , Türkçe ezan okunması gibi trajikomik kanunlar ile "Türkçülük" ideolojisinin yerleştirilmeye çalışıldığı tarihen sabittir. Zaman içinde dünyada gelişen milliyetçilik akımları , geri bırakılan Kürt kavmine mensup olanlara da sirayet ederek onlar arasında kıpırdanmalar başlamıştır.
Buraya kadar yapılanların geçmiş ile bağını kuracak olursak , bu yönetim tarzının tipik bir Firavun yönetimi olarak tanımlamak mümkündür.
T.C. nin ayrımcılığa dayalı yönetim sistemi , bu topraklar üzerinde yaşayan insanları rahatsız ettiği gibi , başkalarının da Türkiye üzerindeki bir takım ayak oyunları oynayabilmeleri için hazır bir fırsatı oluşturmuştur. Aşağı yukarı 40 senedir süren ilan edilmemiş bir savaşın neticesinde , binlerce insan ölmüş ve milyarlarca dolarlık harcama ile T.C. nin büyük bir ekonomik , sosyal ve insani kayba uğraması bu yolla sağlanmış ve hala aynı yol şiddetlenerek sürmektedir.
Kısa adı "B.O.P" olan Büyük Orta doğu Projesi" nin bir ayağı olarak okuyabileceğimiz, bu gün Türkiye topraklarında yaşanan bir nevi iç savaşa dönüşmüş olaylar , Kürt kavmine mensup insanların menfaatlerini savunmak gibi bir gerekçe şeklinde ortaya konan "Büyük İsrail" projesinin bir ayağını oluşturmaktadır.
"Büyük İsrail Projesi" nin uygulama alanına sokulma planları , dün Süleyman (a.s) ın asasını kemiren kurtların, yani onun yönetimini içten yıkmaya çalışanların torunları tarafından bu gün Türkiye toprakları üzerinde uygulama alanına sokulmaktadır. T.C. yönetiminin , Süleyman (a.s) ın yönetimi gibi adil bir yönetime sahip olmadığını burada hatırlatarak , bu gün T.C. toprakları üzerinde oynanmak istenen oyunların alt yapısını , adil olmayan bu yönetim tarzının hazırladığını söyleyebiliriz.
Kurtlar sofrasında ki gözü açlıktan dönmüş olanların elinde çatal kaşık gibi bir aksesuar olarak Kürtler.
Yaşadığımız toprakları yenilmesi gereken bir sofra olarak gören kurtlar sürüsü , bu sofradaki yemeği yemek için ellerini bulaştırmak yerine , Kürt kavmine mensup insanların bir kısmını çatal kaşık yerine kullanmaktadırlar. "Böl-parçala-yönet" taktiği bu kurtların her zaman kullandığı bir taktik olup , iri bir lokma insanın boğazından nasıl geçmez ise , insanları birbirine bağlı olan toplulukların yenilmesi aynı şekilde zordur.
Dikkat edilirse , Kur'anın bir çok ayeti insanlar arasında birlik ve beraberliğin önemini hatırlatmaktadır (3.103). Irk taassubuna dayalı bir düşünceyi ret eden Kur'an , Allah (c.c) katında bir kimsenin üstün olması için "Takva" temelli (49.13) bir hayat sürmesi gerektiğini beyan etmektedir. Eğer Kur'an temelli bir hayat, devlet bazında pratize edilmiş olsa idi , yaşadığımız topraklar üzerinde bu tür kavgaların meydana gelmesi mümkün olmazdı.
Devlet politikası haline gelmiş ırk taassubunun bir devleti nereye getirebileceğinin en son örneklerinden birisinin yaşandığı Türkiye topraklarında , geçmişten ibret almamanın bir neticesi olarak tarih tekerrür etmektedir. Dün Firavun ve ordusunun helak edilmesi şeklinde gerçekleşen bu yanlış politika , bu gün Türkiye üzerinde ekonomik ve sosyal her türlü zararın gerçekleşmesi şeklinde bir helak ve yıkıma sebep olmaktadır.
Dün Süleyman (a.s) ın yönetimini içten kemirilmek sureti ile meydana gelen yıkım , bu gün Türkiye nin ekonomik ve sosyal hayatı üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Yıllardır "Terörle mücadele" adına yapılan parasal mücadele , terörle mücadele yerine , "Açlık-işsizlik-cahillik" v.s gibi eksikliklerin giderilmesi için yapılmış olsaydı , Türkiye bu gün dünyada daha farklı bir konuma sahip bir ülke olabilirdi.
Mesele burada düğümlenmektedir , kendilerinden başka güçlü devlet istemeyenler diğer devletlerin gizli ve açık her türlü yoldan önlerini keserek , kendilerine olan muhtaç durumdan kurtulmasını istememekte , bu yoldan onları sömürmeye devam etmektedirler.
Ülkelerin kaynaklarının , o ülke insanının menfaati için kullanılması , o ülkeler üzerinde kirli emelleri olan müstekbir ülkeler için en büyük tehlikeyi oluşturmaktadır. Bu tehlikenin farkında olan bu müstekbirler , o ülkenin ekonomik ve sosyal kaynaklarının , o ülkede yaşayan halkın menfaati için kullanılmaması için her türlü yolu denemektedirler . Türkiye nin yıllardır milyarlarca dolarına ve mal olan bu savaş bu tür oyunların bir uzantısıdır.
Türkiye bu sofranın en güzel yemeklerinden birini oluşturması nedeniyle , kurtların iştahını kabartan bir konuma sahiptir. Bu yemeği yiyebilmek için çeşitli oyunlar sergileyen kurtların son oyunlarından birisi "Kürt meselesi" adında ortaya konmaktadır.
Bu mesele kendiliğinden veya hiç yoktan çıkarılmış bir mesele olmayıp , Türkiye devletinin yöneticilerinin kendi elleri ile yaptıklarının bir sonucu olarak İsra s. 58. ayetindeki işleyiş kurallarının bir neticesidir. Bu mesele üzerinde ülke insanları acı bir azap veya yıkım ile karşıya gelmiş bir vaziyettedir. Bu yıkım gerçekleşecek olursa bu yıkımın altında sadece Türkler değil bu ülkede yaşayan herkes kalacak ve bu yıkımın üzerine kurulan yeni bir düzende Kürtler galiplerin piyonu olarak kalacaklardır.
Bu saatten sonra yapılacak olan her türlü askeri baskının herhangi bir sonuç vermeyeceği aksine sıkıntıları daha da artıracağını söylemek karamsarlık olarak görülmemelidir. Dünyadaki halk hareketlerine baktığımızda, bu hareketler böyle kalkışmaları askeri güç kullanarak bastırmak isteyen ülkelerin zararı ile sonuçlanmıştır.
Hangi siyasi parti olursa olsun , Türkiye toprakları üzerinde yaşayan çoğunluğun Türk ırkına mensup olmasını öne çıkarmayıp dengeleri gözeten bir siyasi sistem vaad ederek , önceki yapılan hatayı düzelteceğini yani Kürt kavmine mensup olanlarında bu topraklar üzerinde hakkı olduğunu iddia eden bir söylemi dile getirdiği takdirde, alacağı destek bu yanlışı düzeltebilecek bir çoğunlukta olmayacak , aksine o siyasi partiye olan nefreti artıracaktır. (Burada "H.D.P" adlı siyasi partiyi merkeze alarak bunları söylemediğimizi hatırlatmak istiyoruz)
Türkiye topraklarında ırk üstünlüğünü öne çıkaran düşünce zaman içinde öyle bir keskin hale gelmiştir ki , Türk ırkına mensup olanların büyük bir çoğunluğu , Kürt kavmine mensup olanlara karşı şiddetli bir düşmanlık besler hale gelmiştir. Bu durum ise çözümü daha da güç hale getirmektedir. Bu gün ne kadar silahlı güç kullanırsanız kullanın , Kürt kavmine mensup insanların bir çoğunun 50-60 sene önceki düşüncesine döndürmek imkanı artık ortadan kalkmıştır.
Çare nedir ?.
Bu sorunun cevabı çok basittir ama , hayata geçirilmesi yıllar sürecek olan bir zamana bağlıdır. Çünkü bu duruma 1-2 yıl içinde nasıl gelmedi isek , bu durumdan çıkış ta 1-2 yıl içinde olmayacaktır.
Geçmişte Firavun yönetiminin bir politikası olan "İnsan devlet için vardır" yerine Süleyman (a.s) ın politikası olan , "Devlet insan için vardır" merkezli bir uygulama bu durumun çarelerinden bir tanesidir. Süleyman (a.s) mülkü içinde barındırdığı farklı unsurları önce ekonomik ve sosyal olarak tatmin etme cihetine gittikten sonra ,askeri gücünü "Şeytanlık" edenler üzerinde kullanan bir yönetim sergilemiştir.
Dünya yüzünde her devlet kendi bünyesinde yaşayanların tamamını memnun edemez. Hak ve adalet kurallarını herkes için eşit olarak çalıştıran bir devletin içerideki düşmanları , ne akadar adil olursa o kadar da az olacaktır. İçerideki memnuniyetsizliği en aza indiren bir devlet , bu memnuniyetsizliği kullanmak isteyen dış düşmanların ellerinden en büyük kozu almış olacaktır. Maalesef T.C. geçmişte böyle bir yönetim sergilemeyerek , iç düşmanların dış düşmanların kışkırtmaları ile harekete geçmesine zemin hazırlamıştır.
Sonuç olarak ; "Sünnetullah" denilen yasaların , Kur'an içinde kıssa yollu anlatımlar ile bizlere sunularak ,tarihten ibret alınan bir yaşam sürülmesi istenmesine rağmen , maalesef ibret alınmayan bir hayatın sürülmesi, tarihin tekerrür etmesine sebep olmaktadır. İsra s. 58. ayeti , bu yasanın toplumlar üzerinde geçerli olduğunu beyan eden bir ayet olarak durmasına rağmen , bu tür ayetler gereğince okunmadığı için , mesajı olup olmadığı konusunda herhangi bir tefekkürde bulunulmamaktadır.
Üzerinde yaşadığımız topraklarda son yıllarda yaşadığımız olaylar , İsra s. 58. ayetinin bir sonucu olup , bu ayetin gereğinin helak edilmek şeklinde işlememesi için Kur'anın tarif ettiği sistemin hayata pratize edilmesi şarttır. Aksi bir durum işleyiş yasalarının yaşadığımız topraklar üzerinde geçerli olmasını gerektirecek olup , bu durumdan ülke içinde yaşayan insanların tamamı zarar görecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kur'anın kıssa yollu anlatımlarında meydana gelen helak olaylarının işleyiş yasasını anlatan ayetlerden bir tanesi de İsra s. 58. ayetidir.
[017.058] Hiç bir karye yoktur ki; kıyamet gününden önce Biz, onu helak edecek veya şiddetli bir azapla azaplandıracak olmayalım. Bu, Kitap'da yazılmıştır.
"Kitap ta yazılmıştır" ifadesi , Allah (c.c) nin bu toplumlar üzerinde olan bir zulmünü değil, toplumların yaşadığı hayat içinde yapmış olduklarının neticesinde bir takım sıkıntılar ile karşı karşıya kalacak olmalarını anlatmaktadır. Allah (c.c) nin belirlediği yasalar dahilinde yaşayan toplumların başlarına gelenler , bu toplumların işlemekte olduklarının bir sonucu olarak gerçekleşmiş ve gerçekleşecektir.
Kur'anda "Allah'ın yazması" olarak beyan edilen konu , Allah (c.c) nin bir kitaba kullarının ne yapacağını yazarak onların iradelerini ipotek almış olması anlamına gelmez. Böyle bir durum adaletin tersi bir durum meydana getirmesi açısından Allah (c.c) için böyle bir durum söz konusu değildir. "Yazmak" demek , sebep-sonuç ilişkisi dahilinde meydana gelen olayların bir kurala bağlanmış olduğunun ifade edilmesidir.
Bu yazımızda İsra s. 58. ayetinde beyan edilen işleyiş yasalarının , biri zalim bir Firavun, diğeri de adil bir hükümdar olan, Süleyman (a.s) ın iktidarları üzerinde nasıl gerçekleştiği ve onların yıkılışları üzerinden, verilmek istenen günümüze dair mesajını okumaya çalışacağız.
Firavun kendisini ilah (28.38) ve rab (79.23) ilan ederek, mülkü altında yaşayan insanlar üzerinde ayrımcılığa dayalı bir yönetim sergilemekte idi (28.4). Ancak bu zulüm yönetimi , "Sünnetullah" ın bir gereği olarak devam edemez ve yıkılmaya mahkum idi (28.5-6). Yine Sünnetullah gereği bu yıkım, insanların eli ile olacaktı (2.251 / 22.40) .
Firavunun mülkü altında bulunan insanları hafife alan ve onlara kıymet vermeyen (43.54) bir yönetim sergileyerek, kendi iktidarını devam ettirmek istemesine karşın , Musa (a.s) önderliğinde İsrailoğulları tarafından ona karşı başlatılan ve yıllarca süre kıyam (10.87) başarı ile sonuçlanarak o ve ordusu denizde boğulmuştur(26.59 / 44.28).
Bu yazının konusu , Firavun yönetiminin yıkılmasının, ondan sonra gelen yönetim sahiplerine olan mesajı olduğu için, bu yıkımın ayrıntıları, Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetler okunarak görülebilir.
Süleyman (a.s) mülk ve saltanat sahibi elçi bir hükümdar olarak emri altında geniş bir toprak parçası (38.36) ve bunun üzerinde yaşayan insanlar bulunmaktadır. Süleyman (a.s) ın mülkü altında yaşayan tebaa dan "Cin ve Şeytanlar" (34.12 / 38.37) olarak bahsedilmesi tefsirlerde farklı yorumlar bulunmasına karşın, kıssayı mesaj içerikli olarak okuduğumuz zaman "Cin ve Şeytan" olarak isimleri geçenleri , Süleyman (a.s) ın mülkü altında yaşayan ve onun mülkünü tehdit eden unsurlar olarak okumak mümkündür.
Süleyman (a.s) mülkünü tehdit edenleri dahi askeri ve ekonomik bir güç elde ederek bunları emri altında çalıştırmasına karşın bu unsurlar onun mülkünü içten kemirerek yıkılmasına sebep olmuşlardır (34.13.14).
Şimdi bu iki hükümdarın yönetimlerinin ortak bir akıbete uğramalarının sebeplerinin tahlilini yapmaya çalışalım.
Firavun ve Süleyman (a.s) ın yönetimlerinin yıkılmasına sebep olan ortak nokta, her iki yönetimden memnun olmayan unsurlardır. Bu memnuniyetsizliğin sebebi Firavunun zalim olması olarak izah edilebilmesine karşın , Süleyman (a.s) ın yönetiminin yıkılmasına sebep onun adil olması bir yönetim sergilemesine karşın bu, adil yönetimden rahatsız olanlardır.
Firavunun zalimliği , mülkü altında yaşayan topluluklar üzerinde ayrımcı bir politika izlemesi şeklinde öne çıkmaktaydı. Ayrımcılık yaptığı bu topluluğun çoğalmaması soykırıma gidebilecek kadar zalim ve vahşi bir kişi olan Firavunun çağdaş versiyonları , bir toprak parçası üzerinde yaşayan bir kavmi öne çıkararak , diğer kavimleri geri planda bırakmak sureti ile aynı planı Hitler örneğinde görüldüğü gibi işleme koymuşlar, fakat planın sonu bu soykırımın mimarının helak olması ile sonuçlanmıştır.
Yönetim sahipleri adil bir yönetimin gereği olan, mülkü altında yaşayan insanlar arasında , dil ,din ,ırk gibi farklılıkları dikkate alarak dengeyi gözeten bir yönetim sergilemedikleri müddetçe , mülkü altında yaşayan insanların etnik farklılıklarını dikkate almayarak onları asimile etmek isteyen yönetimler , İsra s. 58. ayeti gereğince yıkıma uğramaya mahkumdur.
Süleyman (a.s) yönetimi adil bir yönetim olmasına rağmen onun yönetimi nasıl ve neden yıkıldı?.
Zalim yönetimlerin düşmanları adalet isteyenler iken , adil yönetimlerin düşmanları zalimlerdir. Süleyman (a.s) ın bu yönetim şekli bir kısım insanları rahatsız eden bir yönetim olduğu için , bu yönetimin yıkılması için bir takım faaliyetler içine girilmiştir. Askeri yönden güçlü bir orduya sahip olan Süleyman (a.s) yönetimi , bu ordunun gücüne karşı koyamayacaklarını bilen düşmanları tarafından içten yıkılmak sureti ile yıkılmıştır (34.14).
Şimdiye kadar anlatılanları, yaşadığımız ülke toprakları üzerinde yıllardır bitmeyen bir konu ile alakasını kurmaya çalıştığımızda şunları söyleyebiliriz ;
Bilindiği gibi Osmanlı imparatorluğunun yerine kurulan bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti , sahip olduğu topraklar üzerinde "Türk" ve "Kürt" adı ile 2 büyük kavme mensup insanları barındırmaktadır. Kurulan devletin ideologları , kuruluşun ilk yıllarından itibaren"Kürt" kavmine mensup olan insanları , sanki yokmuş gibi hiçe sayarak ,"Türkçülük" ideolojisi üzerine kurulu bir sistemi hayata geçirmişlerdir.
Kürt kavmine mensup olan insanların bu kimliklerini unutmaları için her türlü yolun denendiği , "Türkiye Türklerindir" , "Ne mutlu Türküm diyene" , "Türk ,öğün, çalış ,güven" v.s gibi sloganlar , Türkçe ezan okunması gibi trajikomik kanunlar ile "Türkçülük" ideolojisinin yerleştirilmeye çalışıldığı tarihen sabittir. Zaman içinde dünyada gelişen milliyetçilik akımları , geri bırakılan Kürt kavmine mensup olanlara da sirayet ederek onlar arasında kıpırdanmalar başlamıştır.
Buraya kadar yapılanların geçmiş ile bağını kuracak olursak , bu yönetim tarzının tipik bir Firavun yönetimi olarak tanımlamak mümkündür.
T.C. nin ayrımcılığa dayalı yönetim sistemi , bu topraklar üzerinde yaşayan insanları rahatsız ettiği gibi , başkalarının da Türkiye üzerindeki bir takım ayak oyunları oynayabilmeleri için hazır bir fırsatı oluşturmuştur. Aşağı yukarı 40 senedir süren ilan edilmemiş bir savaşın neticesinde , binlerce insan ölmüş ve milyarlarca dolarlık harcama ile T.C. nin büyük bir ekonomik , sosyal ve insani kayba uğraması bu yolla sağlanmış ve hala aynı yol şiddetlenerek sürmektedir.
Kısa adı "B.O.P" olan Büyük Orta doğu Projesi" nin bir ayağı olarak okuyabileceğimiz, bu gün Türkiye topraklarında yaşanan bir nevi iç savaşa dönüşmüş olaylar , Kürt kavmine mensup insanların menfaatlerini savunmak gibi bir gerekçe şeklinde ortaya konan "Büyük İsrail" projesinin bir ayağını oluşturmaktadır.
"Büyük İsrail Projesi" nin uygulama alanına sokulma planları , dün Süleyman (a.s) ın asasını kemiren kurtların, yani onun yönetimini içten yıkmaya çalışanların torunları tarafından bu gün Türkiye toprakları üzerinde uygulama alanına sokulmaktadır. T.C. yönetiminin , Süleyman (a.s) ın yönetimi gibi adil bir yönetime sahip olmadığını burada hatırlatarak , bu gün T.C. toprakları üzerinde oynanmak istenen oyunların alt yapısını , adil olmayan bu yönetim tarzının hazırladığını söyleyebiliriz.
Kurtlar sofrasında ki gözü açlıktan dönmüş olanların elinde çatal kaşık gibi bir aksesuar olarak Kürtler.
Yaşadığımız toprakları yenilmesi gereken bir sofra olarak gören kurtlar sürüsü , bu sofradaki yemeği yemek için ellerini bulaştırmak yerine , Kürt kavmine mensup insanların bir kısmını çatal kaşık yerine kullanmaktadırlar. "Böl-parçala-yönet" taktiği bu kurtların her zaman kullandığı bir taktik olup , iri bir lokma insanın boğazından nasıl geçmez ise , insanları birbirine bağlı olan toplulukların yenilmesi aynı şekilde zordur.
Dikkat edilirse , Kur'anın bir çok ayeti insanlar arasında birlik ve beraberliğin önemini hatırlatmaktadır (3.103). Irk taassubuna dayalı bir düşünceyi ret eden Kur'an , Allah (c.c) katında bir kimsenin üstün olması için "Takva" temelli (49.13) bir hayat sürmesi gerektiğini beyan etmektedir. Eğer Kur'an temelli bir hayat, devlet bazında pratize edilmiş olsa idi , yaşadığımız topraklar üzerinde bu tür kavgaların meydana gelmesi mümkün olmazdı.
Devlet politikası haline gelmiş ırk taassubunun bir devleti nereye getirebileceğinin en son örneklerinden birisinin yaşandığı Türkiye topraklarında , geçmişten ibret almamanın bir neticesi olarak tarih tekerrür etmektedir. Dün Firavun ve ordusunun helak edilmesi şeklinde gerçekleşen bu yanlış politika , bu gün Türkiye üzerinde ekonomik ve sosyal her türlü zararın gerçekleşmesi şeklinde bir helak ve yıkıma sebep olmaktadır.
Dün Süleyman (a.s) ın yönetimini içten kemirilmek sureti ile meydana gelen yıkım , bu gün Türkiye nin ekonomik ve sosyal hayatı üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Yıllardır "Terörle mücadele" adına yapılan parasal mücadele , terörle mücadele yerine , "Açlık-işsizlik-cahillik" v.s gibi eksikliklerin giderilmesi için yapılmış olsaydı , Türkiye bu gün dünyada daha farklı bir konuma sahip bir ülke olabilirdi.
Mesele burada düğümlenmektedir , kendilerinden başka güçlü devlet istemeyenler diğer devletlerin gizli ve açık her türlü yoldan önlerini keserek , kendilerine olan muhtaç durumdan kurtulmasını istememekte , bu yoldan onları sömürmeye devam etmektedirler.
Ülkelerin kaynaklarının , o ülke insanının menfaati için kullanılması , o ülkeler üzerinde kirli emelleri olan müstekbir ülkeler için en büyük tehlikeyi oluşturmaktadır. Bu tehlikenin farkında olan bu müstekbirler , o ülkenin ekonomik ve sosyal kaynaklarının , o ülkede yaşayan halkın menfaati için kullanılmaması için her türlü yolu denemektedirler . Türkiye nin yıllardır milyarlarca dolarına ve mal olan bu savaş bu tür oyunların bir uzantısıdır.
Türkiye bu sofranın en güzel yemeklerinden birini oluşturması nedeniyle , kurtların iştahını kabartan bir konuma sahiptir. Bu yemeği yiyebilmek için çeşitli oyunlar sergileyen kurtların son oyunlarından birisi "Kürt meselesi" adında ortaya konmaktadır.
Bu mesele kendiliğinden veya hiç yoktan çıkarılmış bir mesele olmayıp , Türkiye devletinin yöneticilerinin kendi elleri ile yaptıklarının bir sonucu olarak İsra s. 58. ayetindeki işleyiş kurallarının bir neticesidir. Bu mesele üzerinde ülke insanları acı bir azap veya yıkım ile karşıya gelmiş bir vaziyettedir. Bu yıkım gerçekleşecek olursa bu yıkımın altında sadece Türkler değil bu ülkede yaşayan herkes kalacak ve bu yıkımın üzerine kurulan yeni bir düzende Kürtler galiplerin piyonu olarak kalacaklardır.
Bu saatten sonra yapılacak olan her türlü askeri baskının herhangi bir sonuç vermeyeceği aksine sıkıntıları daha da artıracağını söylemek karamsarlık olarak görülmemelidir. Dünyadaki halk hareketlerine baktığımızda, bu hareketler böyle kalkışmaları askeri güç kullanarak bastırmak isteyen ülkelerin zararı ile sonuçlanmıştır.
Hangi siyasi parti olursa olsun , Türkiye toprakları üzerinde yaşayan çoğunluğun Türk ırkına mensup olmasını öne çıkarmayıp dengeleri gözeten bir siyasi sistem vaad ederek , önceki yapılan hatayı düzelteceğini yani Kürt kavmine mensup olanlarında bu topraklar üzerinde hakkı olduğunu iddia eden bir söylemi dile getirdiği takdirde, alacağı destek bu yanlışı düzeltebilecek bir çoğunlukta olmayacak , aksine o siyasi partiye olan nefreti artıracaktır. (Burada "H.D.P" adlı siyasi partiyi merkeze alarak bunları söylemediğimizi hatırlatmak istiyoruz)
Türkiye topraklarında ırk üstünlüğünü öne çıkaran düşünce zaman içinde öyle bir keskin hale gelmiştir ki , Türk ırkına mensup olanların büyük bir çoğunluğu , Kürt kavmine mensup olanlara karşı şiddetli bir düşmanlık besler hale gelmiştir. Bu durum ise çözümü daha da güç hale getirmektedir. Bu gün ne kadar silahlı güç kullanırsanız kullanın , Kürt kavmine mensup insanların bir çoğunun 50-60 sene önceki düşüncesine döndürmek imkanı artık ortadan kalkmıştır.
Çare nedir ?.
Bu sorunun cevabı çok basittir ama , hayata geçirilmesi yıllar sürecek olan bir zamana bağlıdır. Çünkü bu duruma 1-2 yıl içinde nasıl gelmedi isek , bu durumdan çıkış ta 1-2 yıl içinde olmayacaktır.
Geçmişte Firavun yönetiminin bir politikası olan "İnsan devlet için vardır" yerine Süleyman (a.s) ın politikası olan , "Devlet insan için vardır" merkezli bir uygulama bu durumun çarelerinden bir tanesidir. Süleyman (a.s) mülkü içinde barındırdığı farklı unsurları önce ekonomik ve sosyal olarak tatmin etme cihetine gittikten sonra ,askeri gücünü "Şeytanlık" edenler üzerinde kullanan bir yönetim sergilemiştir.
Dünya yüzünde her devlet kendi bünyesinde yaşayanların tamamını memnun edemez. Hak ve adalet kurallarını herkes için eşit olarak çalıştıran bir devletin içerideki düşmanları , ne akadar adil olursa o kadar da az olacaktır. İçerideki memnuniyetsizliği en aza indiren bir devlet , bu memnuniyetsizliği kullanmak isteyen dış düşmanların ellerinden en büyük kozu almış olacaktır. Maalesef T.C. geçmişte böyle bir yönetim sergilemeyerek , iç düşmanların dış düşmanların kışkırtmaları ile harekete geçmesine zemin hazırlamıştır.
Sonuç olarak ; "Sünnetullah" denilen yasaların , Kur'an içinde kıssa yollu anlatımlar ile bizlere sunularak ,tarihten ibret alınan bir yaşam sürülmesi istenmesine rağmen , maalesef ibret alınmayan bir hayatın sürülmesi, tarihin tekerrür etmesine sebep olmaktadır. İsra s. 58. ayeti , bu yasanın toplumlar üzerinde geçerli olduğunu beyan eden bir ayet olarak durmasına rağmen , bu tür ayetler gereğince okunmadığı için , mesajı olup olmadığı konusunda herhangi bir tefekkürde bulunulmamaktadır.
Üzerinde yaşadığımız topraklarda son yıllarda yaşadığımız olaylar , İsra s. 58. ayetinin bir sonucu olup , bu ayetin gereğinin helak edilmek şeklinde işlememesi için Kur'anın tarif ettiği sistemin hayata pratize edilmesi şarttır. Aksi bir durum işleyiş yasalarının yaşadığımız topraklar üzerinde geçerli olmasını gerektirecek olup , bu durumdan ülke içinde yaşayan insanların tamamı zarar görecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)