14 Nisan 2013 Pazar

Musa ve İlim Verilen Kul Kıssası

Musa ve ilim verilen kul kıssası kur'anın en çok istismar edilen kıssalarından biri ve kerameti kendinden menkul bazı din baronlarının bir kısım insanlar üzerindeki hegomonyasını artırmak amaçlı olarak yüzyıllardır "hızır" efsanesi eşliğinde insanlara yutturulmaya çalışılmaktadır. Hızır mitolojisi sadece islamda değil diğer dinlerdede bulunan mitolojik şahsiyetlerden birisidir. Bu oluşturulmuş şahsın etrafında uydurulan din söylemleri akıllara durgunluk verecek seviyelerde olup kur'anın hiçbir ayetinden onay almadığı gibi kur'ana aykırı bir durumdur. Bu yazımızda bu şahıs olduğu iddia edilen "ilim verilen kul" şeklinde kur'anda geçen kişi ile musa nın yolculuğunun bizlere nasıl bir mesaj içerdiğini paylaşmaya çalışacağız.   

Musa ve ilim verilen kul kıssası kur'andaki kıssaların içinde ayrı bir yeri olan ve anlaşılma açısından biraz müşkilatlar taşıyan bir kıssadır. Çünkü yer,zaman,mekan ve şahsiyetler bakımından gaybi denilebilecek unsurlar mevcuttur. Musa isminin elçi olan musa'mı yoksa başka bir musa'mı olduğu tefsirlerde tartışılan bir konudur. Evet elçi musadır denilse, " ozaman kavminden neden ayrıldı tur dağına çıktığında onun yokluğunu firsat bilen kavmi buzağıya  tapındı öyleyse kavmini neden terketti?" şeklinde bir soru sorulduğunda cevabının nasıl verileceği merak konusudur, "hayır musa elçi olmadan evvel çıktı" denilebilsede cevabımız ,"kıssadaki musa adındaki şahsın kimliğinin pek fazla önemi yoktur" olursa daha doğru olacaktır. Bu kıssanın yanlış anlaşılma sebeblerinden biride kıssayı yaşandığı zaman sınırları içinde anlamaya çalışmak olduğu görülür halbuki kıssayı zaman, mekan, şahıs isimleri etrafında değil nasıl bir mesaj vermek istediği şeklinde anlamaya çalışmak ayrıntı dediğimiz şeyler etrafında vakit kaybetmemizi önleyecektir.

Kur'an kıssalarını daha doğru anlamak için kıssanın görsel bir anlatım tarzı olduğunu düşünüp sanki bir tiyatro veya sinema eserini izler gibi izleyip, sahnedeki şahısların kimliği üzerinde takılmadan o şahısların kimliği üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmak gerekmektedir. Musa ve salih kul kıssasıda bu tür bir anlatım olup sahısların kimliğini değil o kimlik üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmamız bizden istenmektedir.

Bu kıssayı  yaşandığı zaman ,mekan ve şahıslar etrafında düşünüp verilmek istenen mesajı anlamaya çalışmamak bu kıssa üzerindeki istismar edilen konulara kapı aralamak anlamına gelmektedir. Kıssa iki bölüm olarak anlatılmaktadır, ilk bölüm musa ile arkadaşının yolda geçen zamanları ikinci bölümde ise vardıkları yerdeki şahıs ile olan yolculuk,bu yolculukta musa'nın arkadaşı sahneden çekilmektedir. 

-----18.060] [E0] Bir vakit de Musâ fetâsına demişti ki: durmıyacağım tâ iki denizin cemolduğu yere kadar varacağım, yâhud senelerce gideceğim.
-----018.061] [E0] Bunun üzerine ikisi bir vaktaki iki deniz arasının cemolduğu yere vardılar balıklarını unuttular o vakıt o, denizde bir deliğe yolunu tutmuştu.
 -----018.062] [E0] Bu sûretle vakta ki geçtiler fetâsına getir, dedi: Kuşluk yemeğimizi, hakikaten biz bu seferimizden yorgunluğa giriftar olduk.
-----018.063] [E0] Gördünmü? dedi: kayaya sığındığımız vakıt doğrusu ben balığı unuttum, ve bana onu söylememi her halde Şeytan unutturdu, o âcayib bir sûrette denizdeki yolunu tutmuştu.
-----018.065] [E0] Derken kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona nezdimizden bir rahmet vermiş ve ledünnimizden bir ılim öğretmiştik.

Kıssanın ilk bölümü musa'nın arkadaşına hedeflediği menzile varmak için ne gerekiyorsa yapacağını bildirmektedir. Musa adındaki şahsın elçi musa'mı yoksa başka bir musa'mı olduğu tefsirlerde tartışılmıştır ancak bu tartışma bizce gereksiz bir tartışma olup musa yerine herhangi bir isim olabilirdi. Kıssalarda bizlere anlatılan şeyler tarihi bilgi değil o kıssada anlatılanlardan hisse çıkarmak amaçlıdır. Burada hisse olarak, hedeflediğimiz menzile varmak için kararlılık ve bu yolda gerekli olan çalışmadır. Musa kendisinden ilim öğrenmek için aradığı şahsın yanına gelmesini beklememiş aksine kendisi onu aramaya çıkmış ve yolda önüne çıkan engelleri arkadaşı hata yapmış olsada onu kırmadan telafi ederek sonunda hedeflerine ulaşmışlardır.     

Kıssanın ikinci bölümü ile ilgili ayetlerin mealleride şu şekildedir.
-----018.066] [E0] Musâ, ona öğretildiğin ılimden bana bir rüşd öğretmen şartiyle sana ittiba edebilirmiyim? dedi.
-----018.067] [E1] O: «Doğrusu sen benimle beraber olmaya sabredemezsin.
-----018.068] [E0] Havsalanın almadığı şey'e nasıl sabredeceksin?
-----018.069] [E0] İnşaallah dedi: beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine âsı olmam.
-----018.070] [E0] O halde dedi: eğer bana tabi, alacaksan bana hiç bir şeyden suâl etme tâ ben sana ondan bir söz açıncıya kadar.
-----018.071] [E0] Bunun üzerine ikisi bir gittiler, nihayet gemiye bindiklerinde tuttu gemiyi yaraladı, â, dedi: ehalisini gark etmek için mi yaralandın onu? Alimallah müdhiş bir şey yaptın.
-----018.072] [E0] Demedim mi, dedi: doğrusu sen benimle sabredemezsin?
-----018.073] [E0] Beni dedi: unuttuğumla muâhaze etme ve bana bu işimden dolayı güçlük çıkarma.
-----018.074] [E0] Yine gittiler, nihayet bir oğlana rast geldiler tuttu onu öldürüverdi, â! Dedi: ter temiz bir nefsi bir nefis mukabili olmaksızın öldürdün mü? alimallah çok münker bir şey yaptın.
-----018.075] [E0] doğrusu sen benimle sabredemezsin demedim mi sana? dedi.
-----018.076] [E0] Eğer, dedi: bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana musahib olma, doğrusu tarafımdan son özre erdin.
-----018.077] [E0] Bunun üzerine yine gittiler, nihayet bir karyenin ehline vardılar ki bunları müsafir etmekten imtina ettiler, derken orada yıkılmak isteyen bir divar buldular, tuttu onu doğrultuverdi, isteseydin, dedi: her halde buna karşı bir ücret alırdın.
-----018.078] [E0] İşte dedi: bu, seninle benim aramın ayrılması. Sana o sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereyim
-----018.079] [E2] «Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.»
-----018.080] [E0] Evvelâ gemi, denizde çalışan bir takım biçarelerin idi, ben onu ayıblandırmak istedim ki: ötelerinde bir Melik vardı, her sağlam gemiyi gasben alıyordu.
-----018.081] [E0] Oğlana gelince: ebeveyni mü'minlerdi, onun için bunları tuğyan ve küfrile sarmasından sakındık da istedik ki kendilerinin rabbı ona bedel bunlara temizlikçe daha hayırlısını ve merhametce daha yakınını versin.
-----018.082] [E0] Gelelim divara: şehir de iki yetîm oğlanın idi, altında onlar için saklanmış bir defîne vardı ve babaları salih bir zat idi, onun için rabbın irade buyurdu ki ikisi de rüştlerine ersinler ve defînelerini çıkarsınlar, hep bunlar rabbından bir rahmet olarakdır ve ben hiç birini kendi re'yimden yapmadım ve işte senin sabredemediğin şeylerin te'vili.

Kıssanın ikinci bölümünde musa aradığı kişiyi bulmuştur ve onun ilminden öğrenmek için ona tabi olmak istemektedir. Bu kıssada en çok istismara uğrayan taraf musa'nın tabi olmak istediği kul hakkında oluşmuş olup bu konu üzerinde yazımızın girişinde durmaya çalışmıştık. İlim verilen kulun melekmi insanmı olduğu tartışmasıda aynı şekilde kıssanın ilk bölümünde musanın hangi musa olduğu tartışması kabilinden bir tartışma olup o şahsın kimliğide çok önemli değildir. Ancak bu şahsın kimliği, kafasında soru işareti olarak kalacak kimseler için şahsın kimliği hakkında onun melek değil insan olduğu daha ağır basmaktadır. 65. ayette "tarafımızdan rahmet verilmiş" denilmesi , 77. ayette vardıkları kasaba halkından yiyecek istemeleri o kişinin insan olma ihtimalini güçlendirmektedir.   

Kıssada özellikle bu şahsın kimliği üzerinden yaptıklarını değerlendirecek olursak bir çok soruyu beraberinde getirecek olan müşkilat ortaya çıkacaktır. Özellikle çocuğun öldürülmesi konusundan yola çıkılarak gelecekleri için tehlike arzettiğini düşündükleri bebekleri dahi boğdurmaktan geri durmayan osmanlı sultanlarına fetvayı veren saray alimleri bu kıssayı örnek almışlardır.   

Kıssayı anlamada en büyük problem bu şahsın kimliği üzerinden verilmek istenen mesajın anlaşılmamasıdır. Kıssadaki iki şahsiyetten biri olan musa'nın temsil ettiği, olayların zahiri yönünü bilen bir kul , ilim verilen kulun temsil ettiği ise Allah cc nin kulları için öngürmüş olduğu emir ve yasakların sorgulanmadan "semi'na ve ata'na"(duyduk ve itaat ettik) denilerek kabul edilmesinin gerektiğidir. Çünkü kul Allah cc nin kendisi için öngördüğü emir ve yasakların ebedi hayatı için gerekli olan faydalarını idrak etmeyebilir. Kul , "rabbim benim için en doğrusunu bilir" deyip ona teslim olmak durumundadır.    

Çocuğun öldürülmesi konusunu sadece kıssa içinde anlamak durumunda kaldığımız müddetçe bazı problemler ortaya çıkacaktır. Ortada bir çocuk vardır , ilim verilen kul onu öldürür, hemen musa bir insanın hangi şartlar altında öldürülebileceğini söyleyerek ona itiraz eder doğru olanda budur . Bilindiği üzere, büyüyünce kafir olacağı için çocukların öldürülmesi diye bir şey Allah cc nin kitabında yoktur, çünkü  bu bir gaybi konu olup birileri kafir yapma korkusu ile şimdiden o kişinin öldürülmesininde Allah cc nin ktabında yeri yoktur. Dahası, ilim verilen kulun çocuğu öldürme gerekçesi " istedik ki kendilerinin rabbı ona bedel bunlara temizlikçe daha hayırlısını ve merhametce daha yakınını versin. " demesidir . Bunu demesini sadece kıssa içinde ele alacak olursak kelamcıların yüzyıllardır tartıştıkları meseleler gündeme gelecektir. Yeni doğacak olan çocuğun öldürülen çocuk gibi kafir olmayacağının garantisi nedir? , çünkü Allah cc yaratmış olduğu kullarına irade vererek onlara göstermiş olduğu iki yoldan birini şeçme konusunda serbest bırakmıştır. Allah cc nin, doğacak olan çocuğun diğer yaratılanlardan ayrı olarak iradesini zorla mü'min olma yolunda bir baskı kurması düşünülemez , bunu düşünmek cebriye inancının buradan destek alması anlamına gelir.   

Aynı şekilde kasabadaki duvarı düzeltme gerekçesini açıklarken "şehir de iki yetîm oğlanın idi, altında onlar için saklanmış bir defîne vardı ve babaları salih bir zat idi, onun için rabbın irade buyurdu ki ikisi de rüştlerine ersinler ve defînelerini çıkarsınlar,"demiştir. Şimdi buradada ,"babaları salih olması o çocuklarında büyüyünce salih olacaklarının garantisimidir? sorusu gündeme gelebilir.    

Çocuğun öldürülme olayının bir'de kıssada sahne almayan anne babası tarafında nasıl karşılanmış olacağı yönü vardır. Kıssada bu yön anlatılmamış olsa bile hiç bir anne babanın ölen bir çocuğu için üzüntü duymamasını imkansız olmasından yola çıkarak onlarında büyük bir üzüntüye düştmüş olacağını söyleyebiliriz. Ancak çocuk büyüyünce anne babasına asi olup ahkaf s 17. ayetinde anlatılan kafir çocuk misali "Anasına-babasına: «Of size! Siz bana, benden önce nice kuşaklar geçmiş iken, tekrar çıkarılacağımı mı va'd ediyorsunuz?» diyen kimseye anası-babası Allah'a eleman çekerek (sığınarak): «Yazık sana; iman et! Kesinlikle Allah'ın va'di gerçektir.» diyorlar da o, yine: «Bu eskilerin uydurmalarından başka birşey değildir!» diyor." diyenlerden olacağını anne babası önceden bilmiş o çocuğun keşke daha bu günahları işlemeden ölmesine razı olmazlarmıydı?, veya ahirette cehenneme atılan bir kul "rabbim beni neden çocuk iken öldürmedin?" diye bir itirazda bulunmazmı ?   

Bu tür müşkilatlar kıssayı, sadece olayın geçtiği zaman , mekan ve şahıslarla sınırlı anlamak durumunda kaldığımız takdirde doğru anlamamız güçleşecektir. Kıssayı eğer görsel bir anlatım usulu ile okuyarak kıssadaki şahısların kimliğini değil o kimlikler üzerinden bizlere verilen mesajı okumaya çalışırsak doğru bir anlam yakalamamız kolaylaşacaktır.   

Kur'an kıssaları anlatım tekniği açısından birden fazla mesaj taşıması düşünülebilecek kıssalar olarak okunabilecek kıssaları olur "musa ve alim kul" kıssasıda bu türden mesajlar taşıyan bir kıssadır.

Öncelikle kıssa içindeki musa'nın Allah cc nin kullarının durumu olarak görülmelidir. Alim kulu ayrıcalığı olan bir kişi olarak gördüğümüz takdirde o kula benzetilerek gaybı bildiğini iddia eden ve diğer insanlar üzerinde hegomonyasını bu şekilde kurmak isteyen insanların türemesi içten bile değildir. Alim kul tiplemesi burada teşbihi bir tipleme olup Allah cc nin kulları üzerinde yapmış olduğu tasarrufun biz kullar açısından yanlış olduğu düşünülse bile yarınımız için doğru bir tasarruf olduğunun alim kulun yaptıklarının üzerinde sembolik olarak gösterilmesidir.

Kıssa'da anlatılan alim kul tasviri üzerinden yola çıkılarak , Allah cc nin bazı kullarına gaybı bildirdiği, o kulların kur'ana aykırı bir iş yapmış olsalar dahi " bie hikmeti vardır" şeklinde hoşgörü ile karşılanması şeklinde bir anlayış bu kıssa üzerinde yapılabilecek en büyük bir istismardır. İlim verilen kul tasviri Allah cc nin insanları üzerindeki yapmış olduğu tasarrufun o an için hoş olmayan durumlar doğursa bile ilerisi için hayırlı sonuçlar doğrucağını anlatır. Bu kıssadaki mesaj bütün  insanların musa'nın konumunda olduğu hiç bir kula "ledün ilmi" adı altında gayri meşru işler yapabilme yetkisi verilmediğidir. Musa dikat edileceği üzere "yaptığının bir hikmeti vardır" diyerek ona boyun eğmememiş ve bildikleri üzerinden ona itiraz etmiştir.

Bu kıssayı birde yöneten yönetilen,hoca talebe,amir memur vs ilişkileri açısında okumakda mümkündür.İnsan olarak herşeyi bilmemiz mümkün olmadığından bazı şeyleri bizden daha iyi bildiğini düşündüğümüz kişilerden öğrenmek durumunda olmamız bir gerçektir. İnsanların tabiatları gereği birlikte yaşama ihtiyacı olduğu ve bu birlikte yaşamanın belli kurallara bağlı olduğu bu birlikte yaşam içinde yöneten ve yönetilen sınıfı olmasıda bir gerçektir.    

Talebe olarak hocamıza, yönetilen olarak yönetenimize, memur olarak amirimize tabi olurken onlarında uyması gereken şartlar olduğunu onların her zaman hatırlaması için onların dediklerine uymamızın belli kurallar dahilinde olması gerektiği yani teba olarak başımızdakilerin her zaman ensesinde olmamız yine  bu kıssadan çıkarılabilecek sonuçlardan birisidir.     

Olayın birde yönetici tarafından bakılması yönü vardır. Bir yönetici eğer insanları yönetmek için o insanlardan onay almışsa onun diğer insanlardan belirgin özelliği onun ileri görüşlü olması gerektiğidir. Yönetimi altında bulunan insanların o gün için zararlarına olan bir durum, eğer gelecek için fayda sağlayacaksa yönetici o insanların tepkilerinden çekinmeden onu uygulamalıdır. Eğer "insanlar ne der" diye çekinerek yerine getirmediği bir vazife ilerde o toplum için sıkıntı yarattığı takdirde sorumlu olan kişi yöneticidir.   

Çocuğun öldürülmesi meselesi'nide yöneticinin feraset sahibi olması gerekmesi yönünden ele almak mümkündür. Büyük tepkiyi göze alarak, bugün yapmış olduğu icraatın yanlış olduğunu zanneden topluma karşı direnen feraset sahibi bir yöneticinin doğru icraatı ilerideki günler için bilineceği  için günlük menfaatlerini düşünen halk tarafından olumlu olarak karşılanmayabilir, ancak yönetici bu tepkilere göüğüs gerecek cesarette olmalıdır.  

Sonuç olarak, anlatılan kıssadan hisse alınması gerekmesi,kıssada anlatılan kişi ve olayların sadece kıssa içinde anlaşılmaması gerektiği düşüncesinden yola çıkarak "musa ve ilim verilen kul" kıssası ile anladıklarımızı sizlerle paylaşmak istedik, eksiğimiz mutlaka olabileceği gibi yanlışlarımızda olabilir , yazdıklarımız okuyup anladıklarımızdan yapmaya çalıştığımız çıkarımlar olup "sadece bu kadardır" şeklinde bir iddiamızın asla olmadığını hatırlatmak isteriz.    

                                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Necm s. Ayetlerinin Miraç İle İlişiklendirilmesi Üzerine Bir Kaç Söz

Bazı yazılarımızda sıkça vurguladığımız bir durum olan "rivayete uygun ayet arama" hastalığı , "miraç" adı altında uydurulmuş olan muhammed as ın isra s. 1. ayetinde anlatılan mescidi haram'dan mescidi aksa'ya olan yolculuğunun bazı insanlar için az gelmesi sonucunda onu göklere çıkartıp Allah cc ile konuşturmaya kadar varan anlatımlara destek olmak içinde uygulanmıştır. İsra ve miraç hadisesi hakkında uydurulanlar bilindiği üzere "akıllara zarar" kabilinden olup rivayet kitaplarında, özellikle buharinin sahihin'deki miraç hadisi ile ilgili anlatılanlar daha ilk devir hadisçileri tarafından tenkide uğramıştır. 

İsra s. 1. ayetinde anlatılan yolculuk arz üzerinde olmasına rağmen özellikle türkiyede bu olay için özel günler ihdas edilmiş bu olay öyle bir anlatılmış'ki insanların bu olay ile ilgili olarak "acaba oldumu olmadımı?" şeklinde sormaları bile haram ilan edilmiş ve büyük bir mahalle baskısı oluşturulmuştur. İsra s. 1. ayetinde götürdüğü yeri adı ile bildiren rabbimiz daha büyük bir olay olan miracı bu ayetinde anlatmamış diye sorgulamak çoğumuz için "cısss yanarsın"kabilinden kırmızı nokta haline gelmiştir. İsra s. 1. ayetinde bu olay ile ilgili en ufak bir bilgi dahi olmamasına rağmen necm suresine el atılmış ve bu sureden bir şey çıkarılmaya çalışılmıştır.     

Bu tür olayların altında peygamberlerin yarıştırılması ve eziklik psikolojisinin yatmış olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz. Kime sorsak bütün peygamberlere iman ettiğini iddia eder ama muhammed as için " bizim peygamberimiz" şeklinde bir söz sarfetmekten çekinmez. Muhammed as için kullandığımız "bizim peygamberimiz" sözünün arka planında, şuur altımızda yerleştirilmiş olan onun Allah  cc indinde özel yeri olduğu onun "habibullah" veya levleke levlek" sırrına mazhar olduğu uydurmaları yatmaktadır. Müşriklerin istemiş olduğu "melek peygamber" isteği bizim müslümanlarda karşılığını bulmuş ve insanüstü , yarı ilah bir peygamber tasavvuru inşa edilmiş bu bu tasavvura uygun alt yapı mucizeleri oluşturularak bizlere sunulmuş ve bunların etrafına aşılmaz tel örgüler konularak önüne yeşil sarıklı ulu hocalar muhafız olarak dikilmiştir.

Miraç uydurmasıda işte bu tasavvurun bir yansıması olup musa as ın Allah cc ile konuşmasına nazire olarak, " sizin peygamberiniz bunu yaptıysa bizim peygamberimizde miraca çıkmıştır" denilerek bir nebze ezikliğimizin! giderilmesine çalışılmıştır. Sıra artık oluşturulmuş olan bu olaya uygun ayet aramaya gelmiştir, "arayan bulur" mantığıyla yapılan çalışmalar semeresini vermiş en uygun ayetler NECM suresinde bulunmuştur.   

Necm s nin isra. s. den önce inmiş olması bile önemli değildi ve ona bile " kardeşim sen miracı bir keremi sanırsın birkaç defa olmuştur" şeklinde bir kulp bile ayarlanmıştır. Necm suresini okuduğumuz zaman ayetlerin siyak ve sibakı böyle bir olayı anlatmaktan uzak olup hiçbir şekilde bu olay ile ilgili bir anlatıma rastlamak mümkün değildir.    

Necm s. 1-18. ayetleri mealini görüp bu konu ile ne kadar ilgili olduğunu görmeye çalışalım.  

1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki;
2. Arkadaşınız  sapmadı ve bâtıla inanmadı.
3. O,arzusuna göre de konuşmaz.
4. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.
5. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri  öğretti.
6. Ve üstün yaratılışlı doğruldu:
7. Kendisi en yüksek ufukta iken.
8. Sonra  yaklaştı sarktı.
9. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.
10. Verdi kuluna verdiği vahyi
11. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.
12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?
13. Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü,
14. Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında .
15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.  

Nuzül süreci mekke dönemini hatırlayacak olursak, belli bir zaman mekke halkı içinde yaşayan muhammed as bir gün mekkelilerin karşısına çıkıp onlara Allah cc nin kendisini elçi seçtiğini ilan eder. Mekkenin müstekbirleri bu elçiliği red edip onun mecnun, şair vs gibi suçlamalarda bulunurlar. Necm suresi ayetleri onların bu tür suçlamalarını  red ederek muhammed as ın mekkelilere olan tebliğinin hevasından değil Allah cc nin ona vahyettikleri olduğunu bildirir. Muhammed as bu vahyi direk Alah cc değil şura s. 51. ayetinde gördüğümz üzere bir elçi vasıtası ile vahyedilmektedir. Necm s. ayetleri , muhammed as ın bu elçiden vahyi almasının anlatıldığı ayetlerdir.   

"Sizin mecnun diye iftira attığınız arkadaşınızın size söylemiş olduğu sözler Allah cc nin elçisi vasıtası ile ona vahyetmiş olduğu sözler olup bu elçi sizin iddia ettiğiniz gibi onun halusünasyon şeklinde gördüğü bir hayal olmayıp, gözü ile gördüğü bir varlıktır" şeklinde mesaj taşıyan bu ayetler, muhammed as ın bu vahiy meleğini miraca çıktığı zaman gördüğü iddiasına dönüşmüştür.   

Necm s. 7-8.ayetlerinde vahiy meleğinin yere doğru inişinden bahsetmesi miraç uydurucuları için hiç bir şey ifade etmemektedir'ki muhammed as ı yukarı çıkarmışlardır.İşin daha garip olan olanı "nezleten" (iniş) kelimesini "çıkış" anlamında olduğu dahi iddia edilmiştir. Birbirleri ile olan yakınlığı "iki yay arası" deyimi ile anlatılmıştır. Bu yakınlık gökte değil yerdedir, ilerleyen ayetlerde muhammed as ın bu elçiyi bundan öncede gördüğü anlatılır. Tekvir suresi 23. ayetinde "Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür." buyurularak bu görüş zamanı bildirilir , tekvir s. necm suresinden önce nazil olan bir sure olup ilk olarak görmesi ile ilgili anlatımlar necm suresinin 13-18. ayetlerinde anlatılmaktadır.   

13-18. ayetler arasında anlatılan vahiy meleğini önceki görüşü necm suresinin inişinden önceki bir görüşü anlatmasına rağmen zorlama te'villerle miraçı kur'andan delillendirmek isteyen zihniyet olayın miraçta olduğunu iddia edecek kadar gözünü karartabilmiştir. Eğer necm suresindeki bu ayetler miracı anlatıyorsa vahiy meleğini gördüğü zaman neden "önceden" ibaresi ile anlatılmakta olduğunu miraç savunucuları ya hiç düşünmediler yada "nasılsa millet kur'andan anlamaz biz ne dersek ona inanırlar" mantığı ile yutturmaya çalışmışlardır. Vahiy meleğini ilk gördüğü zamanı anlatan bu ayetler maalesef sanki muhammed as ı miraçta gördüklerini anlatıyor zannı verilerek miracın kur'ani dayanağı!!! oturtulmaya çalışılmıştır.

"Sidretul münteha ve cennetül me'va" deyimleri üzerinde gerekli ayarlamalar yapılarak bu anlatılanların gökyüzünde olduğu iddiaları tefsirlerde yerini almıştır. Ayette, yere inen vahiy meleğini gören muhammed as ın gökte olduğu söylenen bu yere çıkarılmasının  bir çelişki olduğu hiç hesaba bile katılmadan miraç uydurmasına dayanak edilemeye gayret edilmesi maalesef bir çok tefsirde yerini alıp "la yus'el" (sorgulanamaz) duruma getirilmiştir.   

"Sidretül münteha" deyiminin öncesindeki "inde" edatının mekan değil zaman zarfı olarak kullanılmış olması ve "şaşkınlığın doruk noktası" olarak anlaşılması daha doğru olsa gerektir. Yerde olduğu anlatılan bir vahiy alışı ile ilgili deyimlerin gökte olduğunu iddia etmek ancak"rivayete uygun ayet aramak" hastalığının bir neticesidir.   

"Sidretül münteha ve cennetül me'va" terimleri, vahiy meleğinin necm suresindeki görülme zamanı için kullanılmadığınıda burada dikkat çekmek isterim, müfessirler bu olayın sanki necm suresi ayetlerinde anlatılan görülme ile ilgisi olduğunu düşünüp miraç olayınıda bu şekilde anlatmışlardır. 13. ayette "bundan önce gördü" denildikten sonra o görme ile ilgili anlatımlar yapılmakta olup illaki miraç olayını anlattırıcağız diye yapılan zorlamalar muhammed sav in bir kaç defa miraça  çıktığına dair söylemlere dahi sebeb olmuştur. Çünkü miraç olayı ile zorlama bir bağlantı kurulmaya çalışılması mecburen çelişkili bir durum ortaya koymaktadır. Tekvir s. 23. ayetinde anlatılan görülme ilk vahyi aldığı sıradaki görülmenin anlatıldığı durum olması daha doğru görülmektedir. Öyleyse bu vahyi gökte almadığına göre bu terimlerin bizlere  ifade ettiği durum muhammed as ın kendisine görünen vahiy meleğinin yeryüzüne indiği andaki durumu ve onu herhangi bir gözün algılamasının imkansız olması ve bu hal üzerinde yere inen cibril'i muhammed as ın gördüğü , yani muhammed as ın kendisine verilen bu vahyin Allah cc nin elçisi tarfından verildiği anlatımıdır.   

"Cennetül me'va" kelimesinin kur'anın diğer ayetlerinde bizlere vaad edilen cennet olarak anlatılması bizlere necm suresinde geçen bu kelimenin ahiretteki cennet olduğu zannı vermesine rağmen "cennet" kelimesinin kur'anın diğer ayetlerinde "bahçe " anlamında kullanıldığı unutulmamalıdır. "Yukarda olan cennetül me'vayı aşağıya indirdiniz" şeklinde yapılacak olan bir itiraza cevabımız ise "anlatılanlar aşağıda olduğu için bu teriminde aşağıda olan bir yer için kullanılmış olması konu bütünlüğüne daha uygundur" şeklinde olacaktır .  
Her ne kadar bu düşüncemize itirazlar gelecek olsada itiraz edenlere tavsiyemiz ilgili kur'an ayetlerini miraç düşüncesini hiç hesaba katmadan okumaları ve bu düşünce bu ayetlerden çıkarmı çıkmazmı şeklinde bir sorgulama yapmalarıdır. 

İsra s. 1 den miraca delil çıkaranlar , aynı surenin 93. ayetini hiç okumazlarmı ? o ayette "
«Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız" diyen müşriklere karşı Allah cc neden muhammed as a " öyle demeyin miraca çıktım hatta bakara s. son iki ayetini bile getirdim daha neden inanmıyorsunuz?" dedirtmedide aynı ayetin devamında " sübhanallah ben ancak beşer bir Resulüm" demesi emredildi bunu hiç düşünmezlermi?

Sonuç olarak, bizlere miraç adı altında anlatılan olayın kur'andan desteklenmesi ve bu desteğin necm suresi ayetlerinden çıkarılmaya çalışılması içinde çelişkiler barındıran bir anlayıştan başkası değildir. Ayetlerin siyak ve sibakı tebliğ sürecinde bu tebliğe karşı çıkan müşriklerin elçi sav i mecnun vs gibi yaftalarla iftira edip onun tebliğinin önünü kesme çalışmalarına karşı indirlmiş olan ayetlerdendir. Kur'anın hiç bir yerinde bizlere bildirilmeyen miraç uydurmasına uygun ayet bulma çabasının bir ürünü olan bu tür çalışmalar içinde çelişkiler barındıran iddialar olup her zaman iddia sahibinin yüzünde patlamaya mahkumdur.    

                                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

9 Nisan 2013 Salı

Mü'min s. 46. Ayeti Çerçevesinde Kabir Azabı Konusu Hakkında Bir Mülahaza

Kabir azabı konusu kur'anda , delaleti ve subuti kat'i ayetlerle bize bilgi veren bir konu olmadığı halde zorlama te'villerle akide konusu haline getirilmiş bir konudur. Kur'andan herhangi bir konu hakkında bilgi edinmek için kur'an ve konu bütünlüğü gözetilerek ilgili ayetlerin hepsinin bir araya getirildikten sonra o konu hakkında nasıl bir bilgi verildiğine bakılması gerektiği halde önkabullu okumalar geliştirilerek, "bu konu hakında hangi ayetleri delil getirebiliriz" şeklinde bir okuma ile yapılan okumalar bizlere sağlıklı bilgi vermekten uzaktır. Kabir azabı konusuda bu tür okumalar neticesinde kur'andan delil çıkarılmaya çalışılmış bir konu olup özellikle mü'min s. 46 ayeti etrafında delil serdedilmeye çalışılmıştır. Bu konu ile ilgili olarak " ölüm ile diriliş arasının kur'anda anlatımı" başlıklı bir yazımızda bu konu ile ilgili ayetleri ele alıp ölüm ile diriliş arasındaki zamanın kur'anda nasıl anlatıldığını ayetler çerçevesinde görmüştük, Bu yazımızda sadece mü'min s. 46 . ayetini ele alıp kabir azabı konusunda bir delil olup olmayacağı ve bu ayet ile ilgili diğer ayetleri de ele alarak anlamaya çalışacağız.   

Mü'min s. 46. ayetinde " Ateş; onlar, sabah akşam ona karşı sunulur dururlar. Kıyamet kopacağı gün de: «Tıkın Firavun ailesini en şiddetli azaba!» (denilir)." buyurulmasından hareketle kıyamet öncesi ateşe sunulmaları onların sanki kabirde azab görmeleri şeklide anlaşılmıştır.    

Bu ayetin siyak sibakı 23. ayette başlayan , musa as ve firavun ailesinden imanını gizleyen bir adamın firavun ve melesine olan tebliği ile alakalıdır. 

-----23. Andolsun ki biz Musa'yı mucizelerimiz ve apaçık hüccetle, gönderdik.
-----24. Firavun'a,Hâmân'a ve Karun'a da onlar: "Bu, çok yalancı bir sihirbazdır! "dediler.
-----25. İşte o (Musa), tarafımızdan kendilerine hakkı getirince: Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınları sağ bırakın! dediler. Ama kâfirlerin tuzağı elbette boşa çıkar.
-----26. Firavun: Bırakın beni, dedi. Musa'yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.
-----27. Musa da: Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım, dedi.
-----28. Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi: Siz bir adamı "Rabbim Allah'tır" diyor diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiğinin (azâbın), bir kısmı olsun gelip size çatar. Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.
-----29. Ey kavmim! Bugün, yeryüzüne hakim kimseler olarak hükümranlık sizindir. Ama Allah'ın azabı bize gelip çatarsa, kim bize yardım eder? Firavun: Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum dedi.
-----30. İman etmiş olan dedi ki : "Ey kavmim! Doğrusu ben ben üzerinize önceki toplulukların günü gibi, bir günün gelmesinden korkuyorum."
-----31. "Nuh kavminin, Âd, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir."
-----32. "Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağrışma gününden, korkuyorum.
-----33. "O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız.Fakat sizi Allah'tan (O'nun azabından) kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur."
-----34. Andolsun ki, (Musa'dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat edince "Allah ondan sonra peygamber göndermez" dediniz. İşte Allah o aşırı giden şüphecileri böyle saptırır.
-----35. Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.
-----36. Firavun:" Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara erişirim."
-----37."Göklerin yollarına erişirim de Musa'nın Tanrısı'nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi. Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı tamamen boşa çıktı.
-----38. O iman eden kimse: Ey kavmim! dedi, siz bana uyun, sizi doğru yola götüreceğim.
-----39. Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur.
-----40. Kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Kim de kadın veya erkek, mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.
-----41. Ey kavmim! Nedir bu hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.
-----42. Siz beni, Allah'ı inkâr etmeye ve hiç tanımadığım nesneleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, azîz ve çok bağışlayan Allah'a davet ediyorum.
-----43. Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur. Dönüşümüz Allah'adır, aşırı gidenler de ateş ehlinin kendileridir.
-----44. Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını çok iyi görendir.
-----45. Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu zatı korudu, Firavun'un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi.
----46. Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)!
-----47. (Kâfirler) ateşin içinde birbirleriyle çekişirlerken zayıf olanlar, o büyüklük taslayanlara: Biz size uymuştuk. Şimdi ateşin birazını bizden savabilir misiniz? derler.
-----48. O büyüklük taslayanlar ise: Doğrusu hepimiz bunun içindeyiz. Şüphe yok ki Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi, derler.
-----49. Ateşte bulunanlar cehennem bekçilerine: Rabbinize dua edin, bizden, bir gün olsun azabı hafifletsin! diyecekler
-----50. (Bekçiler:) Size peygamberleriniz açık açık deliller getirmediler mi? derler. Onlar da: Getirdiler, cevabını verirler. (Bekçiler ise): O halde kendiniz yalvarın, derler. Halbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır.
-----51. Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.
-----52. O gün zalimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır!  

Firavun bilindiği gibi küfrün ve zulmün sembol şahsiyetlerinden birisi olarak kur'anda ismi geçmektedir. Firavun ve benzeri kafirlerin karargahları kıyamet sonrası ebedi cehennem olarak müteaddit ayetlerde belirtilmiştir. Yine kıyamet sonrası insanların kabirlerden çıkışlarının anlatıldığı ayetlerde " bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?" diye sordukları yine kur'anın haberidir, eğer bu kişiler kabirlerinde azab görmüş olsalar bu azabı dile getirmezlermiydi ?diye akletmek kabir azabını savunanların düşünmediği sorular olduğu muhakkaktır. Kabir azabının sadece firavuna has olduğunuda düşünmek yanlış olduğuna göre "kıyamet öncesi sabah akşam ateşe sunulmaları nasıl anlaşılmalı" sorusunun cevabının verilmesi gerekir.    
  

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz mü'min s. musa as kıssası içindeki 37. ayetteki "İşte
 böylece Firavun'a kötü ameli süslü gösterildi de yoldan çıkarıldı. Çünkü Firavun düzeni hep boşa çıkar." cümlesi bizlere 46. ayetin nasıl anlaşılması gerektiği yönünde bir bilgi verecektir.  

"Firavunun yoldan çıkarılması ve amelinin süslenmesi" nin ne demek olduğu bunun ile ilgili diğer ayetlerden bir kaç örnek okumamız gerekmektedir.   

----- 7.186Allah'ın saptırdığını yola getirecek yoktur. O, sapanları taşkınlıkları içinde bocalayıp dururlarken bırakır.
-----13.033Herkesin yaptığını gözeten Allah, bunu yapamayan putlarla bir olur mu? Onlar Allah'a ortak koştular. De ki: «Onlara bir ad bulun bakalım; yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz? Yoksa kuru sözlere mi aldanıyorsunuz? Fakat inkar edenlere, kurdukları düzenler güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkonuldular. Zaten Allah'ın saptırdığına yol gösteren bulunmaz.
-----39.023 Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitap'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu Kitap'tan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem de kalbleri Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır. İşte bu Kitap, Allah'ın doğruluk rehberidir, onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz.

Doğru yola gelme konusunda herhangi bir isteği bulunmayanların artık dünyada iken cehennemi hakettiklerinin belli olduğuna dair ayet örneklerini çoğaltmak mümkündür. Kur'an bizlere , tebbet suresinde ebu lehebin iman etmeyeceğini daha kendisi hayatta iken bildirmektedir. İbrahim as ın babasınında aynı şekilde kendisi hayatta  iken iman etmeyeceği ibrahim as a bildirilmiştir.  

-----9.113 Ne Peygambere ne iyman edenlere, akrıba bile olsalar Cehennemlik oldukları onlara tebeyyün ettikten sonra müşrikler için istiğfar etmek yoktur.
-----9.114 İbrahimin babası hakkındaki istiğfarı da sırf ona vermiş olduğu bir va'dden dolayı idi, böyle iken onun için Allah düşmanı olduğu kendisine tebeyyün edince ondan teberri etti, her halde İbrahim çok yanık, çok halîm idi.

Mü'min s. 46. ayetindeki "sabah akşam ateşe arzolunmaları" meselesinide bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir. 23 - 52. ayetler arasına baktığımız zaman firavun ve çevresinin dünya ve ahiretteki hallerinin anlatıldığı görülmektedir. Mü'min s. 46. ayet bu anlatımın dünya hayatından ahirete geçiş kısmını kapsamaktadır. "Onlar, sabah akşam ateşe arzolunurlar" mealindeki ilk cümle firavunun ebu leheb veya ibrahim as ın babası gibi artık dünyada iken cehennemi hakettiklerinin haberi olup öldükten sonra kıyamete kadar geçecek sürede başına gelecek olanın haberi değildir. "Kıyamet kopacağı gün de: «Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!» (denilecektir)." şeklindeki ikinci cümle ise dünyada iken cehennemi hakettiği belli olan firavunun kıyamet sonrası durumu anlatılmaktadır.    

Mü'min s. 46. ayetini bağlamından kopararak yapılan bir okuma ve oluşturulmuş önkabullere uygun ayetler arama çabasının bir neticesi olarak kabir azabına delil olduğu düşüncesi bu ayetin siyak ve sibakı ile uygunluk arzetmemektedir. Kıssayı, anlatıldığı zaman ile ilgili olarak düşünecek olursak firavun ve imanını gizleyen kişi daha hayatta olup, firavun'un bu inkarı ile artık geri dönülmez bir yola girdiği anlaşılmaktadır. Yani firavun ve çevresinin ölen kadar iman etmeyeceği ebu leheb ve ibrahim as ın babası ile ilgili ayetlerde gördüğümüz gibi bilinmektedir. Bu konu Allah cc nin bilmesi , kader ve irade konuları ile ilgili olup firavunun iman etmeyeceğinin belli olması onun iradesinin kullanmasına engel olmadığı gibi Allah cc nin onu iman etmemesi için zorladığı anlamına gelmez.

 -----043.077] Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.

Zuhruf. 77. ayetinde cehennemde azab gören birisinin cehennem bekçisine olan feryadı dile getirilerek o kişinin ölümü istediği görülmektedir. Eğer bu kişi ölümden önce kabirde bir azab görmüş olsaydı ölümü istermiydi? çünkü ölüm sonra beklediği kabirdede azab görmüş olsaydı böyle bir istekte bulunmazdı.   

-----040.011] Onlar: «Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?» derler.

 Mü'min s. 11. ayetinde yine cehennem ehlinin feryadı dile getirilmekte ve onlar rablerinden onun öldüren ve dirilten kudretini dile getirerek artık ölümü istemektedirler, aynı şekilde ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar herhangi bir azab görmüş olsalardı acaba ölümü isterlermiydi?  

Firavun ve yandaşlarının kıyamet öncesi sabah akşam ateşe arzolunmaları eğer kabir azabına delil ise o zaman sadece firavun ve yandaşlarına özel bir durummudur'ki diğer cehennem ehli cehennem azabından kurtulmak için ölmeyi istiyorlar. Cehennem azabından çıkmak için ölüm isteyen bu insanlar şayet firavun ve yandaşları gibi kabirde azab görmüş olsalardı, " zaten bundan öncede azab gördük bu azabtan nasılsa kurtuluş yok ses etmeden azabımız çekelim" demezlermiydi?

Kur'anın diğer ayetlerinde ölüm ile diriliş arası vakti arasında azab konusu ile ilgili hiçbir karine dahi bulunmazken sadece rivayetlere uygun ayet arama çabası olan bu tür çıkarımlar bizlere ayet ile rvayet arasında bir tercih sunmaktadır. "Ayet var diyorsun ama rivayet var kardeşim" türünden itirazlar rivayeti ayete tercih edenlerin harcı olup mü'min olma iddiamıza gölge düşüren davranışlardır. Mü'min olmak demek rivayetlere uygun ayet aramak çabasında olmak değil gelen her haberi ayetler ışığında anlamak demektir ayetin desteklemediği bir rivayet ve düşüncenin doğru olamayacağı açık olarak bizler tarafından bilinmedikçe bu tür konular etrafında yapılan tartışmaların arkası gelmeyecektir.   

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

5 Nisan 2013 Cuma

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (2) (Kur'an Algıları)

Özeleştiri mahiyetinde başlamış olduğumuz yazı dizilerine kur'an algıları konusu ile devam etmektedir. Kur'an müslümanlığı iddiasında olan nir kısım kardeşlerimiz için kur'an yaşanacak bir hayat öngören kitap oarak değil kur'ana olan yaklaşımlarından dolayı ötekileştirdikleri müslümanlara karşı onların yanlışlarını ortaya dökme aracı olarak kullandıkları bir malzeme haline gelmiştir. Diğer müslümanlardan hem daha fazla kur'an okuyan bu insanlar nasıl olurda bazı konular ile ilgili yaklaşımlarından dolayı "siz başkasına iyliği emrederken kendiniz ondan öğüt almazsınız" şeklinde bir hitaba muhatap   olabiliyorlar?.  

Şirk'in en büyük zulüm olduğunu defalarca okuyan bizler tasavvuf düşüncesindeki , şeyhe olan saygının veya resul sav e yüklemiş oldukları yarı ilahlık görevinin şirk olduğunu bas bas bağırırda içinde bulunduğumuz tağuti düzenin kurucularına ve onun devamı için çaba gösterenlere karşı aynı tepkiyi göstermeyiz?. Onların şirkleri şirk oluyorda bizlerin tağuti rejim kurucularına ve onların bekçilerine olan tavrımız nedir diye acaba hiç düşündükmü?   
Durum böyle iken kur'anın mesajının ne olduğunu yeniden düşünmek kur'an  müslümanlığımızı'da  bu yapıya uygun bir hale getirmemiz gerekmektedir.

Allah bütün yarattıklarını kendisine ibadet için yarattığını gönderdiği elçi ve kitapların kendisine kul olmaktan alıkoyan her türlü engeli ortadan kaldırmak amaçlı olduğunu bize kitabında bildirmektedir. Yani kur'anın çağrısı sadece Allah cc ye kul olmak ve ona rakiplik iddiasında bulunan diğer sahte ilahları red etmek üzerine kuruludur. Kur'an müslümanlığı iddiasında bulunup "sahte ilah" deyiminin içini doldurmakta yaşadığımız sorun en baştaki sorunumuz olduğunu düşünmekteyiz. Sahte ilah bazılarımız için tasavvuf şeyhleri, müşrik ise bu şeyhlere kendisini kaptırmış müridler olmaktan öte geçememektedir.  

Allah cc,"benden başka ilaha  ibadet etmeyin " şeklinde buyururken bizlere sadece tasavvuf anlayışındaki şirk'i red edinmi demiş yoksa tüm şirk anlayışlarını  red edinmi demiş?, buna herkesin cevabı tüm şirk anlayışıların red edin şeklinde olacağı muhakkaktır ama senin şirkin kötü benim şirkim iyi şeklinde bir tutum içinde olmamızda kendimize yakışır bir durum değildir.  

Atamız ibrahim as   örnekliği bizlerin sahte ilahlara karşı nasıl davranacağımızı bir çok ayette öğretmektedir."Hanif müslüman"adını kendisine layık görüp onun kırdığı putların bugünkü versiyonlarının düşünce şirklerine karşı onlara ihtiram duruşunda bulunup ruku ve kıyam etmek kur'an müslümanlığının hangi ayetinde bulunabilir?   

Öncellediğimiz ve elimizden düşürmediğimiz bu kitap bizlere bu şirki öğretmiyor ise bizim bu kitabı muaviye ordusu misali mızraklamızın ucuna takıp ayetlerini sadece tasavvuf erbabına karşı kullanmamızın ne faydası olabilir?   

Ademas dan muhammed as a gelen bütün elçilerin çağrısı bu yönce  iken bizlerin kur'an algılarımızı yeniden gözden geçirip, " bu kitap bizden nasıl bir müslüman olmamızı istiyor?" sorusunun cevabını aramak için yeniden bu kitaba eğilmemiz gerekmektedir. Hiç bir resul ve arkadaşları inen kitaba karşı bizim günümüzde uyguladığımız yanlışları yapmamıştır. Allah cc, "ins ve cinni bana ibadet etsinler diye yarattım" buyururken kendinden başka bütün varlıkları kastettiğini anlamak yerine "cin" nedir?, kimdir? tipi, eni ,boyu üzerinde tartışıp vakit kaybetmemiz kur'anı okuma örneklerinden biridir.   

"Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak " misali okumalar bizlere doğru bir kur'an algısı öneren okumalar değildir. Bu tür okuma yöntemleri şeytanın önerdiği ve "zararsız müslüman" projelerinin bir ürününden başka bir şey olamaz. Dünyadaki şeytani güçlerin projelerinden olan " zararsız müslüman" istekleri diyalogcu, tasavvufçu, mesnevici , ve içi boşaltılmış kur'an müslümanlığı ile bir şekilde yerine getirilmektedir.   

Tasavvuf veya farklı islam  algılarının müslümanlar için ne gibi bir tehlike teşkil ettiğinin şuurundaki müslümanlar tarafından gündeme getirilen " kur'an müslümanlığı" düşüncesinin bu gün geldiği durum "tu kaka" dediğimiz müslümanların kur'an algısından farklı olmaması bizlerin kur'anı yaşamaktan önce doğru düzgün okuma ihtiyacımız olduğunun bir göstergesidir. Kur'an hayat kitabıdır diye ortaya çıkıp onu hayattan çıkarmak için elinden geleni yaptığının farkında olunmadan okunan bir kur'anın kişiye vakit kaybından başka bir getirisi olmaz.   

Üzerimizdeki eziklik psikolojisini atarak , bu kitabın Allah cc nin kitabı olduğunu ve tüm insanları kula kulluktan kurtarıp tek ve gerçek ilah olanın yoluna iletmek için indirildiğini içindeki hükümlerin kıyamete kadar geçerli olduğunu yeniden düşünüp çağa uymadığı düşünülen bazı hükümleri "kitabına uydurma çalışmalarını" bırakıp Allah cc nin bizler için öngördüğü hükümler olduğuna önce kendimiz inanmalı sonrada diğerlerine "güzel söz" uslubu dahilinde tebliğ etmeliyiz.   

Bizler gibi düşünmeyeni ötekileştirip  kendimizi sırça köşklere atıp haftanın belli günleri "kur'an anla(ma)ma" çalışmalarını bırakıp herkese ulaştırmamız gereken bir kitabı yine o kitabtan öğrendiğimiz metod ile önce kendimiz doğru anlayıp sonra başkalarına tebliğ etmedikçe "kur'an müslümanlığı" iddiamız entel faaliyet olarak kalmaya mahkumdur.



1 Nisan 2013 Pazartesi

İsra s. 1. Ayeti Elmescidi Aksa ve Miraç

İsra s. 1. ayeti ile ilgili düşüncelere baktığımız zaman hem geleneksel hemde modernist anlamda bazı yanlış olduğunu düşündüğümüz görüşlerin mevcut olduğunu görmekteyiz. Geleneksel düşüncedeki ekseriyet bu görüşün miraç ile ilgili olduğunu söylemesine rağmen aynı düşünce içindeki bir kısım tefsirciler bu ayetin miraç ile ilgisi olmadığını söylemişlerdir. Ayet içindeki "el mescidil aksa" kelimesi ile ilgili yorumlarda yine eski tefsirlerde buradaki kast edilen yer ile ilgili farklı düşünceler olduğunu görmekteyiz , biraz günümüze dönecek olursak bu yerin göklerdeki meleklerin secde ettikleri bir yer olduğunu düşünenlerin olduğunuda görmekle birlikte isra kelimesinin miraç kelimesi ile karıştırıldığınıda maalesef bu şekilde görüyoruz.   


Sübhanellezı esra bi abdihı leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezı barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semıul besıyr
 [017.001] [E1] Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!
Ayette geçen "el mescidilaksa" nın neresi olabileceği konusunda kur'an da geçen diğer ayetlerin yardımına ihtiyacımız vardır. İsra s 1. ayetinden sonraki ayetler israiloğullarına hitap eden ayetler olduğunu görmekteyiz.  "İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz." mealindeki 7. ayetteki "mescid" kelimesi israiloğullarının yaşamış olduğu topraklarda bir mescid'den bahsedildiğini görmekteyiz.   

"Barekna havlehu" çevresi bereketli olan yerin neresi olabileceğini yine kur'andaki diğer ayetlerin yardımı ile bulabileceğimiz görülür.   

-----007.137 Hor görülen yahudileri, bereketlendirdiğimiz(barekna) yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.
-----021.071 Onu da, Lut'u da alemler için bereketlendirdiğimiz (barekna) yere ulaştırıp kurtardık.
-----021.081 Bereketli kıldığımız( barekna) yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.
-----027.008  Oraya geldiğinde şöyle seslenilmişti: «Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır(burike)! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münezzehtir!»
-----028.030Oraya gelince, o mübarek yerdeki(mübareketin) vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.
Neml 8. ve kasas 30. ayetindeki hitap musa as ın tuva vadisine geldiği sırada Allah cc nin ona seslenmesidir.   

Meallerini verdiğimiz ayetlerin delaleti ile  çevresi bereketlendirilmiş olan mescidin gökte değil dünya üzerinde ve israiloğulların yaşadığı yerler ile alakası olan bir mevkide olduğunu görmekteyiz. Muhammed as ın yaşamış olduğu zamanda bu gün mescidilaksa olarak bilinen bir mescidin olmadığı ve yerinin çöplük olduğu yönündeki rivayetler , o zaman mescidin yıkılmış olması ve yerinin çöplük olarak kullanılmış olsa bile orasının mescid olmadığını göstermez. Burada kastedilen mescid, o gün üzerinde adı "mescidilaksa" olarak bilinen bir tabelası olmasa bile o topraklar üzerinde daha önceden kurulmuş bir mescidin olduğudur. Bir mekana kudsiyetini veren şey o mekan üzerinde kurulmuş olan yapı değil o yerin sahip olduğu topraktır. Bugün kabe olarak bildiğimiz kutsal mekanın kutsal olan tarafı onun yapı taşları değil üzerine kurulmuş olan toprağıdır. Ömer ra . ın hilafeti sırasında bina olarak yapılmış olması kur'anın "mescidilaksa" olarak belirtttiği mekanın orası olmadığını göstermez.   

"İsra " hadisesinin göğe doğru bir yolculuk olduğunu iddia eden düşünceye gelince  o konu hakkındada bir kaç kelime etmek gerekmektedir. Bu kelime, gece yola gitmek yürümek anlamına gelmektedir. Bu kelimenin geçtiği ayet meallerinden bir kaçı şöyledir. 

------011.081 [E0] Ya Lut! Dediler: emîn ol biz rabbının Resulleriyiz, onlar sana ihtimali yok el uzatamazlar, sen hemen ehlinle geceden bir kısmında yürü, içinizden hiç biri geri kalmasın, ancak karın, çünkü ona da onlara gelen musıbet gelecek, haberin olsun mev'ıdleri sabahdır, sabah, yakın değil mi?
-----015.065 [E0] Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.
-----020.077[E0] Ve filhakıka Musâya şöyle vahyettik: kullarımla geceleyin yürü de onlara denizde kuru bir yol aç, yetişilmekten korkmazsın ve perva etmezsin.
-----026.052 [E0] Hem Musâya şu vahyi yerdik: kullarımı gece yürüt çünkü ta'kıb edileceksiniz.
-----044.023] [E0] Hemen; buyurdu; kullarımı geceleyin yürüt, çünkü siz ta'kıyb olunacaksınız.

İsra olayı eğer gökte bulunan  bir mescide doğru çıkmayı anlatmış olsaydı bu çıkış "isra" kelimesi ile değil "miraç" kelimesi ile ifade edilmesi gerekirdi. İsra kelimesi yerdeki bir yürüyüşü ifad eden bir kelimedir, "miraç" kelimesi ise yerden göğe doru çıkışı anlatan bir kelimedir. Bu kelimenin geçtiği bir kaç ayete bakacak olursak mealleri şu şekildedir.  

----- 070.004 Melekler de, ruh da miktarı ellibin yıl olan bir günde ona yükselip çıkarlar.
-----032.005 Gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler, sonra, işler sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir gün içinde O'na yükselir.
-----034.002 Yere gireni ve oradan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, merhametlidir, mağfiret sahibidir.
-----057.004 Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O'dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.
-----015.014 Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da ordan yukarı yükselseler de,
-----043.033Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.
Ayetlerden anlaşılacağı üzere "isra" kelimesi ile ifade edilen olayın yukarı doğru bir çıkış olmasının imkansız olduğu görülmektedir.

İsra s. 1. ayetinin muhammed as ın medineye hicreti ile olduğu yönündeki düşüncelerede katılmanın mümkün olmadığını ifade etmek isteriz şöyleki, musa ve lut as ların kendilerine iman edenlerle beraber gece yola çıkarılması geride kalanların helakı ile sonuçlanmıştır , bu helak edilme olayları bir sünnetullah dahilindedir, eğer isra s. 1. ayeti bu durumu anlatmış olsaydı geride kalanların helak edilmesi sünnetullahın bir gereği idi halbuki muhammed as medineye kendisi ile birlikte bütün iman edenlerle birlikte hicret etmemiştir aksine mekkede onunla birlikte hicret etmeyen müslümanlardan bir kısmı kalmıştır.

                      "Linuriyehu min ayatina"(ayetlerimizden göstermek için) 

İsra s. 1. ayetinde kulunu mescidil haramdam mescidil aksaya götürme sebebinin bir kısım ayetlerini kendisine gösterme amaçlı olduğunu görmekteyiz. Benzer bir durum musa as ın taha suresinde anlatılan kıssasının 23. ayeti öncesi elindeki asanın yılan olması ve elinin beyazlaması ile ilgili olarak "ki sana en büyük âyetlerimizden gösterelim" denilmiştir. Necm s . 18. ayetinde yine muhammed as ın kendisine vahiy getiren elçiyi görmesi ile ilgili olarak " Andolsun ki, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü."denilmiştir. Elçilere bu tür ayetlerin gösterilmesi elçiliklerinin pekiştirilmesi, nasıl bir ilahın elçisi olduklarını idrak etmeleri, elçiliğini yaptıkları ilahın gözetimi altında olduklarının kendilerine aynel yakin olarak gösterilmesidir.     

İsra s. 1. ayeti ile ilgili olduklarını düşündüğümüz ayet meallerini sıraladıktan sonra bu ayetin verdiği mesaj üzerinde durabiliriz. İlerleyen ayetlerde musa as dan bahsedilmesinin ilk ayetteki " bi abdihi"(kulunu) ibraresinin musa as olduğu düşüncesini katılmadığımızı , buradaki kulun muhammed as olduğunu söylemek istiyoruz. Mescidil haram adlı mekan muhammed as ın ikamet ettiği mekan olması nedeniyle onu oradan alıp mescidil aksaya götürmesi yani kendisinden önceki elçilerden olan musa as  ve onun kavmi israiloğulları ile muhammed as ın daha yakın bir ilişkiye gireceğinin bir ön bilgisi verilmiş olması, mekke müşriklerinin ağır baskısı altında bunalan müslümanlara ve muhammed as a nasıl bir ilahın elçisi ve gözetimi altında bulunduklarının hatırlatılması,mescidil haram gibi başka bir kutsal olan yerin olduğunu bilmesi , hatta medineye hicretten sonra mescidil aksa yönüne yüzünü dönmesi bu ayetten çıkarmış olma ihtimalinide düşünmek gerekir.   

Al-i imran s 96. ayetinde " Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kabe'dir." şeklinde buyurulmasından, iki yerinde mübarek bir yer olduğu açıktır. Mekkede iken kabeyi kıble edinen muhammed as medineye hicret ettikten sonra kabe harici bir yöne döndüğü bakara suresindeki kıble ile ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır. İki yerinde mübarek olduğunu bilen muhammed as medinedeki yahudilerinde musa as a iman etme iddiasından hareketle onlar içinde mübarek bilinen mescidilaksa ya dönerek kendisine verilen kitap ve elçiliğin musa as ve ona verilen ile mahiyet açısından aynı olduğu mesajını vermek istemiştir.

İsra s. 1. ayetinin miraç hadisesi ile ilgili olduğu iddiası ayetin hiç bir kelimesinden dahi en ufak bir karine dahi çıkmayacak kadar ilgisiz bir konudur. Devamında miraç hadisesi gerçekleşmiş olsaydı bu olay daha büyük bir olay olması hasebiyle ayetin içinde" mescidi haram'dan mescidil aksaya oradan göklere çıkaran" şeklinde söylenmesi gerekmezmiydi ? mescidi aksaya götürdüğünü buyuran Allah cc göklere çıkardığını söylememesini nasıl izah edebiliriz?. Necm s nin bu olayı anlattığı iddiasıda havada kalan bir iddia olup nuzul zamanı isra suresinden önce olan bir sure olması, surede anlatılan vahiy elçisini gören muhammed as ın onu inişinde görmesi bu olayın necm suresi ile bir ilgisinin olmadığını gösterir.    

İsra s. 1 den miraca delil çıkaranlar , aynı surenin 93. ayetini hiç okumazlarmı ? o ayette "
«Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız" diyen müşriklere karşı Allah cc neden muhammed as a " öyle demeyin miraca çıktım hatta bakara s. son iki ayetini bile getirdim daha neden inanmıyorsunuz?" dedirtmedide aynı ayetin devamında " sübhanallah ben ancak beşer bir Resulüm" demesi emredildi bunu hiç düşünmezlermi?

                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

29 Mart 2013 Cuma

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (1)

"Kur'an müslümanlığı" deyimi türkiye müslümanlarının aşağı yukarı 40 yıldır gündemlerinde olan bir deyim olup, hadis,mezhep,tasavvuf vs müslümanlıklarına alternatif amaçlı samimi bir çıkış olarak bizimde ilk yıllardan beri içinde olmaya çalıştığımız bir deyimdir. Allah cc nin fussilet s 33. ayetinde bizler için seçmiş olduğu müslüman isminin önüne herhangi bir isim koymanın pek doğru olmamasına rağmen kur'anın öncellenmesini teşvik amaçlı olarak bu deyim bizler için çok cazip gelmişti ve bugünde cazipliği devam etmektedir.  

Hareketin ilk başladığı zamanlardan bu yana bir özeleştiri yapmak gerektiğini düşündüğüm için bu yazıyı ve aynı başlık altında farklı konuların nasıl anlaşıldığını ve nasıl anlaşılmasını gerektiği konusunda düşünce serdetmek için bu yazı bir giriş mahiyetindedir. Kur'an müslümanlığı düşüncesinin çıkış amaçları bugünde müslümanların içinde bulunduğu sıkıntılara bir alternatif olma iddiasında çıkmıştır. Rivayetlerin kur'anın önüne geçirildiği , falan şeyhin falan alimin otoritesi , bunların karizmatik durumları kur'anın önünde en büyük engel olduğunu farkedenler kur'anın öncellenmesi gerektiğini, bu kişi  kurum ve düşüncelerin sağlamlığının kur'anla ölçülmesi gerektiğini savunmuşlardır.   

40 yıl önce böyle samimi düşüncelerle ortaya çıkan hareketin bugün geldiği noktaya bakacak olursak " nerede yanlış yaptıkta bu kadar farklı kur'an anlayışı ortaya çıktı" dedirtecek kadar ayrışımın olması bizleri derinden üzmektedir. İnsanları birleştirmek inen bir kitabın, sadece onun öncellediklerinin iddia edenler tarafından bu faarklı anlaşılması geldiğimiz noktanın acı bir sonucu olsa gerektir.   

Eline bir kur'an alan kişinin , namaz yok, hacc yok, faiz helal,başörtüsü yok, içki helal diyerek koşup gelmesi kur'anın bir hayat kitabı olmaktan çıkarılıp kelimelerinin tahlil edildiği bir oyuncak haline sokulan bir kitap haline getirildiğinin bir işaretidir. Muhammed as ın bazı çevrelerde yarı ilah pozisyonuna sokulmasına tepki olarak bazı çevrelerdede muhammed ismi üzerinde bir alerji oluştuğunu görmekteyiz.  

"Kur'an müslümanlığı" deyiminin içini dolduran kişilere elbette sözümüz olamaz ancak üzüntümüz  bu deyimi içi boş sadece entel faaliyet olarak görüp eseri kişinin üzerinde görülmeyen bir etiket olarak taşıyanlar içindir. Gelenekteki yanlış inançlara tepki olarak gündeme gelen bu düşünce gelenekteki doğruları atarak yerine kendi anladıkları yanlışları doğru olarak koyarak doğru sandıkları yanlışlar üzerinden ürettikleri kur'an anlayışlarının kendileri için bir şey ifade etmediğini gördükçe "deizm" bataklığına saplanmaktadırlar.   

Mezheplerin müslümanlar üzerindeki ayrıştırıcı etkisi ile bütün mezheplere hayır deyip, iş kur'anı anlamaya gelince kur'an dışı oluşturulmuş düşüncelerle kurana bakanların her biri ayrı bir mezhep oluşturduklarının farkında bile değillerdir.   

Bu satırları yazan acaba kur'an müslümanlığından istifamı etti diye bir düşünce aklına gelenlere derimki, eskisinden daha kavi ve daha heyecanlı olarak kur'an müslümanlığı düşüncesinden bir milim dahi geri atmak niyetinde değiliz. Amacımız , bu hareketin başıboş biçimde herkesin kendi anlayışını din edindiği bir hareket olmaktan çıkıp ortak bir anlayış zemini oluşturmak çabasıdır. Bundan önceki yazılarımızı takip edenler bilirler'ki yazılarımızda sahih bir kur'an anlayışı üzerinden yola çıkıp ortak bir anlayış zemini üzerinde ısrarla durmaktayız. Tabiki , "senin teklif ettiğin anlayışın sahih olduğuna dair delilin nedir" diyenede yanlışlarımızın kur'an açısından ne olduğunu gösterdikleri zaman onlara teşekkür etmekten bir an geri durmadığımızın bilinmesini isteriz.    

Kur'an müslümanlığını yeniden düşünmek başlığı altında giriş olarak ve genel olarak sıkıntılarımızı ortaya koymaya çalıştığımız bu giriş yazısının bundan sonraki devamında düşüncelerimizi ortak bir noktada toplama amaçlı olarak bazı alt başlıklar açıp , elçi , namaz,oruç,hacc , vahiy, kur'an kıssaları vs. gibi konuları yazıya taşıyıp düşünce birliği sağlanmasına çalışılacaktır. 
                                              gayret bizden başarı Allah cc dendir.

28 Mart 2013 Perşembe

Nuh s. 27. Ayetinin Meali Üzerine Kısa Bir Düşünce

Bu yazımızda nuh as ın kıssasının anlatıldığı nuh s. 27. ayeti ile ilgili yapılmış olan iki farklı meali üzerinde durup hangi mealin kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğu hakkındaki düşüncemizi ortaya koyacağız. Bu ayet ile ilgili yapılmış olan iki farklı meal şu şekildedir.  

----- «Doğrusu Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler.»
-----Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar.

Ayetin mealindeki farklı çeviri arapça metindeki "ve la yelidu" kelimesinin çevirisindedir. Kelime arapça gramer olarak "fiili muzari nefi istikbal" geniş ve gelecek zamanın olumsuzudur. Ancak bu kelime geniş zaman kullanımı yerine gelecek zaman ile ilgili kullanılmış ve dolayısı ile nuh as ın hud s . deki anlatılan kıssasında 31. ayette "«Size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem; doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum; küçük gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir diyemem; içlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz haksızlık edenlerden olurum.»" demiş olmasına rağmen kavmi ile gelecekte olan bir şeyi haber söylemiş olması yani kavmi için helak isterken gelecek ile olarak" kafir ve facirden başkasını doğurmazlar" demesi "ben gaybı bilmem" diyen bir elçi için çelişki arzetmektedir. Şu bir gerçektir' kafir bir ebeveynden mü'min bir çocuk , mü'min bir ebeveynden'de kafir bir çocuk dünyaya gelebilir.    

Öyleyse bu ayetin mealini geniş zaman olarak "doğurmuyorlar" şeklinde çevirmek daha doğru olacaktır. Çünkü gaybı bimeyen bir elçi şahid olduğu bir durum ile ilgili konuşmaktadır ve kavminin bireylerinin gelecekte kafir ve facir bir nesil dünyaya getireceğini değil, içlerinde olduğu 950 yıl boyunca şahid olduğu bir durumu dile getirmektedir ve "facir ve kafirden başkasını doğurmuyorlar " demektedir.  

Dikkatli bir meal okuyucusu bu ayetin "doğurmazlar" şeklinde yapılmış olan meallerini okurken "başka ayette ben gaybı bilmem diyen nuh as burada gaybı nasıl bilmiş" diye bir soru aklına gelebilir ancak bu ayet ile ilgili meallere baktığımızda doğru olduğunu düşündüğümüz mealin incelemiş olduğumuz mealler içinde sadece elmalılı hamdi yazır'ın yapmış olduğu mealde görebildik ve maalesef onunda sadeleştirme adı altında yapılan bir mealininde bir cinayete kurban edilerek diğer mealler gibi yapıldığını gördük.   

Nuh s 27. ayeti ile ilgili olarak doğru ve kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu düşündüğümüz elmalılı hamdi yazır'ın meali şudur.  

071.027 [E0] Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar.

                                    EN DOĞRUSUN ALLAH (C.C) BİLİR.

26 Mart 2013 Salı

İbrahim a.s-Mekke-Mescidilharam-Kabe- Hacc

Bu yazımızda başlıktan anlaşılacağı üzere , kur'anın bu kelimeler temelinde insanlara yüklemiş olduğu ritüel ibadetin kur'anda anlatıldığı ayetleri alıntılayacağız, bu ayetleri alıntılarken kronolojik bir sıra takip etmeyede gayret edeceğiz inş.

Bu kelimelerin kullanılması ibrahim as ın,müşrik olan kavmini lut as ile birlikte terketmesi ve ardından ibrahim as ın kavminin helak edilip, ibrahim as ın başka topraklara gelmesi ile kur'anda anlatılmaya başlanmaktadır. İbrahim asın kavminin helak edilme olayı diğer elçilerin kıssası içinde anlatılmasının aksine diğer ayetlerde anlatılmıştır ve çoğumuzun gözünden kaçmıştır. İbrahim as ın kavminin healk edilmesi hacc. 42-43-44 ve tevbe 70. ayetlerinde bildirilmektedir. 

------022.042-4(Resûlüm!) Eğer onlar (inkârcılar) seni yalanlıyorlarsa, (şunu bil ki) onlardan önce Nuh'un kavmi, Âd, Semûd, İbrahim'in kavmi, Lût'un kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerini) yalanladılar. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kâfirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım. Nasıl oldu benim onları reddim (cezalandırmam)!
-----009.070 Onlara kendilerinden önceki toplumlara, yani Nuh, Ad, Semud kavmine, İbrahim kavmine, Medyen halkına ve yurtları altüst edilenlere ilişkin bilgiler gelmedi mi? Bu toplumlara, peygamberleri açık anlamlı mesajlar getirmişlerdi. Allah'ın onlara zulmetmesi sözkonusu değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.

İbrahim as ın hayatı kur'anda iki safha halinde anlatılmış olup bu kelimeler hayatının ikinci safhasında kur'anda anlatılmaktadır. Hayatının ikinci safhası ankebut suresinde anlatılan  kıssasının 16-27. ayetlerdeki bölümün 26. ayetinde, " Bunun üzerine ona bir tek Lut iman etti. İbrahim de: «Ben Rabbime hicret edeceğim, şüphesiz ki O, güçlüdür, hikmet sahibidir.» dedi." ve saffat suresinde anlatılan kıssasının 99. ayetinde, "İbrahim dedi ki: «Ben Rabb'ime gidiyorum, O beni doğru yola iletecek.»"buyurularak başlamaktadır.

Evlenip aradan uzun bir zaman geçtiği halde çocuğunun olmadığını saffat s. 100. ayetinde ettiği duadan ve bu duanın kabul olunduğu vaktin çocuk sahibi olma yaşını geçtikleri zaman olduğunu , hud,hicr ve zariyat surelerinde "ibrahim'in misafirleri nin haberi" olarak geçen bölümde görmekteyiz bu bölüm ile ilgili ayetler bu konu ile ilgili olarak yazmış olduğumuz yazıda mevcuttur. İlk oğlu dünyaya geldikten sonra geçirmiş oldukları imtihandan yüz akı ile geçmeleri neticesi ibrahim asın ishak adında oğlu dünyaya gelmiştir.  İsmail as ile birlikte beytin temellerini yükseltmeleri bakara s 124-132. ayetleri şöyle anlatılmaktadır.  

-----124 - Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim'i Rabbi, birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince, Rabbi ona, "Ben seni bütün insanlara imam yapacağım." buyurdu. İbrahim, "Zürriyetimden de yap!" dedi. Rabbi ona "zâlimler benim ahdime nail olamaz!" buyurdu.
-----125 - Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"
-----126 - Ve o vakit İbrahim "Ey Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandır" diye yalvardı. Allah buyurdu ki: "küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım, sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir duraktır!"
-----127 - Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin, bilen sensin.
-----128 - Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.
-----129 - Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, hikmet sahibi Sensin.
-----130 - İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir.
-----131 - Rabbi ona, "İslâm ol!" emrini verince, o "Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum." dedi.
-----132 - Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyyet etti, Yakub da öyle yaptı: "Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca müslüman olarak can verin!" dedi.  

İbrahim s 35-41. ayetlerde beytin temellerinin yükseltilmesi sonrası şu şekilde anlatılır.   

 -----35 - Hatırla ki; Bir zaman İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!
-----36 - "Rabbim! Çünkü onlar (putlar) insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa, o bendendir; kim bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan ve çok merhamet edensin.
-----37 - "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namazı dosdoğru kılmaları için, senin Beyt-i Haram'ının yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmını onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.
-----38 - "Ey Rabbimiz! Sen bizim gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da şüphesiz bilirsin. Çünkü yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz.
-----39 - "İhtiyarlık halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lutfeden Allah'a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitir.
-----40 - "Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! duamı kabul et!
-----41 - "Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde beni, ana-babamı ve müminleri bağışla!"   

Mekke'de yapılmış  olan bu beyt ile ilgili olarak al-i imran s. 96-97 de şunları görüyoruz.  
 

 -----3.096 Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke) de, o, kutlu ve bütün insanlar (alemler) için hidayet olan (Kâbe) dir.
-----3.097Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.

İbrahim s. 37. ayetinde gördüğümüz duanın kabul olduğu ve bu dua neticesinde kıyamete kadar sürecek olan insanlar için yapılmış olan beytin ziyaret edilmesi ve bu ziyaret esnasında yapılacak olan ibadetler hacc c. ayetlerinde şöyle anlatılır.

-----26 - Bir zamanlar Kâbe'nin yerini İbrahim'e şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyama) duranlar, ruku edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et.
-----27 - İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya incelmiş binekler üstünde (uzak yollardan) her derin vadiyi aşarak sana gelsinler.
-----28 - Ta ki kendilerine ait birtakım menfaatlere şahid olsunlar; Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de onlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun.
-----29 - Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Kâbeyi tavaf etsinler.
-----30 - Emir budur, Allah'ın yasaklarına kim saygı gösterirse, bu, kendisi için Rabbinin katında şüphesiz hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar helal kılınmıştır. O halde o pis putlardan kaçının ve yalan sözden sakının.
-----31 - Allah için, O'na eş koşmayan, O'nun birliğine inanmış kimseler olun. Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma sürüklediği şeye benzer.
-----32 - Bu böyledir; kim Allah'ın nişanelerine, kurbanlıklarına saygı gösterirse, şüphesiz o kalblerin takvasındandır.
-----33 - Sizin için onlarda belli bir süreye kadar bir takım faydalar vardır. Sonra bunlar Beyt-i atik (kâbe) de son bulurlar.
-----34 - Her ümmet için Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar diye bir mabed yapmışızdır. Hepinizin ilâhı bir tek ilâhtır. Onun için yalnız O'na teslim olan müslümanlar olun. (Ey Muhammed!) Allah'a itaat eden alçak gönüllüleri müjdele.
-----35 - Ki Allah anıldığı vakit onların kalpleri titrer. Onlar başlarına gelene sabreden, namaz kılan kimselerdir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.
-----36 - Kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Ön ayaklarının biri bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. Böylece onları sizin buyruğunuza verdik ki, şükredesiniz.
-----37 - Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz. (Ey Muhammed!) Vazifelerini güzelce yapan iyilik sevenleri müjdele.    

Diğer zamanlarda yapılması helal olan bazı şeyler hacc mekanında belli bir zamanda kişiye haram olup bu haramlılığa "ihram yasakları" denir , kişi bu zaman zarfı içinde özel bir giysi giyer ve bu konu maide suresinde şöyle anlatılır. 

----- 1 - Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helal saymamanız şartıyla, çeşitli hayvanlar size helal kılındı. Ancak haram oldukları size okunacak olanlar müstesna. Şüphesiz Allah dilediği hükmü verir.
----2 - Ey iman edenler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kabe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.
-----95 - Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe'ye ulaşacak bir kurban olmak üzere buna yine içinizden iki adaletli kişi hükmeder; yahut (ceza olmak üzere) bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah damia gâliptir, intikam sahibidir.
-----96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe size haram edilmiştir. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun.
-----97 - Allah, Kâbe'yi, o Beyt-i haram'ı, haram ayı, kurbanı ve (kurbanlardaki) gerdanlıkları insanlar için bir nizam kıldı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini ve Allah'ın herşeyi hakkıyle bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir.

İbrahim as ile başlayan hacc ibadeti zamanla tevhidi boyuttan uzaklaşmış ve şirk unsurlarının dahil edilerek bozulduğu bir ibadet haline gelmiştir. Kur'anın nazil olması ile birlikte bu ibadetteki ritüeller aynen devam edilmekte ancak onun tevhidi boyutu ön plana çıkarılmaktadır.  Bakara s 196-203. ayetler arası bu ritüellerden bahsetmektedir.   

 -----196 - Hac ve umreyi de Allah için tamam yapın. Eğer bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Bununla beraber bu kurban, kesileceği yere varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olana veya başından bir rahatsızlığı bulunana tıraş için oruç veya sadaka yahut da kurbandan ibaret bir fidye gerekir. Engellemeden kurtulduğunuz zaman da her kim hacca kadar umre ile sevab kazanmak isterse, ona da kolayına gelen bir kurban gerekir. Bunu bulamayana ise üç gün hacda, yedi de döndüğünüzde ki tam on gün oruç tutması lazım gelir. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah'ın azabı gerçekten çok şiddetlidir.
-----197 - Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun!
-----198 - Rabbinizin lütfunu istemenizde size bir günah yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman Meş'ar-i Haram yanında (Müzdelife'de) Allah'ı zikredin. O'nu, size gösterdiği şekilde zikredin. Doğrusu siz, bundan önce gerçekten sapmışlardandınız.
-----199 - Sonra insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin. Allah'tan bağışlanmanızı isteyin. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
-----200 - Nihayet hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman, önceleri babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. İnsanlardan kimisi: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!" der. Onun için ahirette hiçbir kısmet yoktur.
-----201 - Yine onlardan: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru!" diyenler vardır.
-----202 - İşte onlar için, kazandıklarından bir nasib vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.
-----203 - Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin (tekbir alın). Bunlardan kim iki gün içinde (Mina'dan) dönmek için acele ederse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Ama bu, takva sahipleri içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki, siz ancak O'nun huzuruna varıp toplanacaksınız.    

Bakara s 197. ayetindeki "hac bilinen aylardadır" cümlesinden bazıları, bu önceden bilindikliğe yeni anlamalar yüklemeye çalışarak nüfus kalabalıklığını öne sürüp izdihamı önlemek için haccın 4 aya yayılması gerektiğini söylemektedirler. Hacc, madem bilinen bir zamanda ise ve bizde bu bilinmişliğe uymak durumundaysak bu düşüncenin dayanağı aylar kelimesinin çoğul olarak kullanımını yanlış anlamaktan kaynaklanan bir düşünce  olduğu açıktır. O zaman şunuda sormak durumundayız madem hacc 4 ay ise ayetin devamındaki yasaklar(kadına yaklaşmamak gibi) 4 ay boyuncamı sürmesi gerekir.   

Ayrıca haram aylar konusuda yanlış anlaşılan konulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'anın haram ayların hangileri olduğu yolunda bir bilgi vermemesi bunun daha önceden bilinen ve uygulanan bir durum olduğu içindir. Zilkade-zilhicce-muharrem ve recep aylarının haram aylar bilinip uygulanmasına karşın yeni nesil haram ay mucidleri bu ayların yerine başka haram ay koymak hevesindedirler. Ancak tevbe suresinde haram ayı okuyan bu yeni nesil mucidler ayetin devamındaki "haram ayları ertelemenin ne analam geldiğini okumaya unutuyorlar.

Allah cc hacc zamanındaki belli günlerde koymuş olduğu yasakların hikmetini maide s. 94. ayetinde şu şekilde açıklamaktadır.
Ey İnananlar! Gıyabında Kendisinden, kimin korktuğunu ortaya koymak için, (ihramlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle Allah and olsun ki sizi dener. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici azab vardır.
"Gıyabında korkmak" diye belirtilen husus insanlar için güzel bir terbiye metodu olup kerkesin başına bir polis koymanın mümkün olamayacağı düşüncesinden hareketle, insanların vicdanlarında bu işi halletmek düşüncesinin bir ürünüdür. Allah cc bu haramlılığı bir görevliye devredin deseydi insanlar belki bu görevlinin gözünden kaçarak haram olan fiili işlemek itiyadında olabilirlerdi , ama Allah cc nin kendisini her yerde ve her zaman gördüğü bilincinde olan insanlar için böyle bir polisiye tedbire ihtiyaç yoktur. 

Yukarda mealini vermiş olduğumuz ayetler bize hacc ibadetinin ibrahim as dan bu yana yapılan zamanı ve mekanı belli olan ibadetlerden olduğunu öğretmektedir. Hiç kimse kalkıp bunun yerini ve zamanını değiştirelim şeklinde bir düşünce ortaya atamaz , "hacc bilinen aylardadır" cümlesine dayanarak "bak aylardadır diyor neden tek ayın içine sığdırılıyor" diye bir cümle atmak kişinin eğer samimiyetsiz değilse cahiliyetini ortaya koymasından başka bir işe yaramaz ibrahim as dan bu yana zamanı bilinen bir ibadetin nufüs fazlalığı gerekçe gösterilerek belli zamanlara yayma düşüncesi ancak yaşar nuri öztürk gibi kişilerin düşüncesini taklit etmekten başka bir şey değildir.

"Elmescidil haram" (haram mescid)kabe'nin içinde olduğu mekanın adıdır, "haram" denilmesi oraya girenin canına herhangi bir zarar verilmesinin yasak oluşundandır. Bu yasaklılık al-i imran s 97. ayetinde görülebilir. Kıble konusu ile ilgili ayetlerdede gördüğümüz bu kelime bizlere , herkesin yüzünü döndüğü bir kıblesi olduğu ve bizlerinde yüzümüzü o tarafa çevirmek şeklinde bir emri kapsamaktadır. Mescidil haram terkibi belli bir mekanı gösterdiğine göre bizlerin yüzümüzün o tarafa çevrilmesi ne anlama gelmektedir?.    


Yazımızın başından verdiğimiz ayet meallerindende görüleceği gibi tevhid çağrısının elçilerinden olan atamız ibrahim as ın yerleştiği ve  bu inancın temellerini attığı bir şehir olan mekkedeki bu mescid ve içindeki kabenin bir hacc mekanı olması müslümanların birlik ve beraberlik göstergelerinden biridir. Her ne kadar bugün içi boşaltılmış bir şekilde yapılan bu ibadetin olması gereken hali oradaki sembolik mekan ve ritüellerin tevhid eksenli bir ibadet olduğunun  unutulmamasıdır. Namazların hemen ardından kabenin eşiğine yüz sürmek için insanların birbirini ezercesine koşturmaları bu ibadetin gereği gibi anlaşılmadığının bir işaretidir. Müslümanların günlük hayatlarında yapmış oldukları ritüel ibadetlerden olan namazlarında yönelinmesi gereken mekan olması tevhidi boyut ile alakalıdır. Hiç kimse kalkıp ben bu yön harici istediğim yöne dönerim diyemez, bakara suresindeki ilgili ayetlerde (148) herkesin yüzünü döndüğü bir kıblesi olduğunun belirtilmesi onların mescidi harama yönelmedikleri dolayısı ile tevhid inancından kendileri soyutlamaları anlatılır. Bizde onlar gibi tevhid inancından kendimizi soyutlamadan yüzümüzü mecdi haramdan yani tevhidden çevirmeden hayatımızın her anında oranın konumuna uygun eylemlerde bulunmalıyız. Yüzümüzün o tarafa çevrili olması sadece ritüel ibadetlerimizde olması gereken değil ritüeller haricindeki vakitlerimizde geçirdiğimiz zamanlardaki eylemlerimiz içinde geçerlidir.   

Bakara s 177. ayetinde " Yüzlerinizi Doğu ve Batı tarafına çevirmeniz «bir» değildir. Lakin asıl «bir»; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitablara, peygamberlere iman eden, malını seve seve yakınlarına, yetimlere, miskinlere, yolculara, dilenenlere, kölelere, esirlere veren, namazı kılan, zekatı veren, muahede yaptıklarında ahidlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve şiddetli savaş anında sabredenlerinkidir. İşte sadık olanlar da onlardır ve müttakiler de onlardır."  buyurulması bu durumu açıklayan bir ayettir yüzünü çevirmekten kastın sadece şekilsel bir tarafının olmadığı aksine bu çevirmenin kişiyi bazı şeyleri yapmaya mecbur tutmasıdır, kuru kuruya bir çevirmenin Allah cc indinde herhangi bir değeri yoktur.

Sonuç olarak atamız ibrahim as ın haniflerden olmasının anlamı olan bu ibadetlerin şeklen ve içinin dolu olarak uygulaması bizler için ve kıyamete kadar gelecek olan kendisini müslüman olarak isimlendiren insanlar içinde olmazsa olmazlardan olup hiç kimsenin bunu değiştirmek veya red etmek şeklinde bir tercihi yoktur.    

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.