Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu yasalar, bütün kulları için geçerli olup torpil işlemeyen bir kural dahilinde gerçekleşir. İsrailoğulları ile ilgili anlatımlar bu işleyişin örneklerinin canlı bir şekilde görülmesi açısından okunduğu zaman demek istediğimiz anlaşılacaktır,alemlere üstün kılınan bu kullar rablerine karşı hata ettikleri zaman torpil çalışmayıp azabın en şiddetlisine çarptırılmaları yaşanmış hayat örnekleri ile gösterilmektedir.
Kur'an okumalarında yapıldığını düşündüğümüz yanlış , israiloğulları ile ilgili anlatımların sadece onlara has olduğu zannı ile okunup, başlarına gelenlerin sadece onları kapsadığı , bizlerin onların yaptığı gibi yanlışlar yaptığımızda kuralın bize işlemeyeceği zannıdır, halbuki kurallar herkes için geçerli olup dün israiloğullarının yaptıklarını bugün bizler yaparsak aynı durum başımıza gelecektir bundan maalesef kaçış yoktur.
Araf s.163-167. ayetleri arasında anlatılan deniz kıyısındaki şehrin halkının cumartesi yasağını delmek için yaptıkları sonucu başlarına gelenler, sadece onlara has olmayıp kim olursa olsun , yasak delme çabası içine girenlerin başına gelecekleri haber veren bir olaydır. İlgili ayetleri bize dönük mesajlar olarak okuduğumuz zaman kıssa yaşanmış bitmiş bir olay olarak görülmekten çok yaşanma olasılığı her zaman muhtemel olan bir durum olarak görülecektir.
[007.163] Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani
onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi
tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi,
cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan
çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.
[007.164] İçlerinden bir topluluk: «Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli
bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dedi. (Öğüt
verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar
ümidiyle (öğüt veriyoruz).
[007.165] Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri
kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba
uğrattık.
[007.166] Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara: «Aşağılık birer
maymun olun» dedik.
[007.167] Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak
kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk
verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder.
Allah cc israiloğullarına yapmış oldukları zulümler nedeni ile helal olan bazı şeyleri haram ettiğini nisa s.160-161. ayetlerde beyan etmektedir. Bu haramlıklardan biriside haftanın bir günü çalışmamak olarak emredilerek onların imtihanı sağlanıyordu,ancak çalışmayı Allah cc nin emrine tercih edecek kadar seven israiloğulları bu yasağı açıkça çiğnememiş olmak için bir nevi delme yoluna giderek kendilerince Allah cc yi aldatttıklarını sanıyorlardı.
Ayetlere baktığımız zaman 3 ayrı insan tipi ortaya çıktığını görmekteyiz , 1-yasağa riayet etmeyenler 2-yasağa riayet etmeyenleri uyaranlar 3- yasağa riayet etmeyenleri uyaranları "siz karışmayın" diye uyaranlar.165. ayete baktığımız zaman 2. guruba dahil olanların kurtulduğu diğerlerinin azaba uğradığı , 166. ayette bu azabın "aşağılık maymunlar" olmak şeklinde cereyan ettiği beyan edilmektedir.
Tefsirlere baktığımız zaman gerçek maymun şekline dönüşüp dünüşmedikleri konusunda tartışmaların yapıldığını görmekteyiz , bu tartışmalar yapılan anlatımın sadece kişilere özel bir anlatım olarak okunması neticesinde olduğunu düşündüğümüzü beyan edip , bu anlatımlar sünnetullah'ın işleyişi açısından ele alarak okunduğu zaman bu tür tartışmaların vakit kaybından başka bir şey getirmediği görülecektir.
Burada yine şunu tekrarlamak istiyoruz ; kur'an yaşanmış hayat içinden verdiği örneklerle bizlerin ibret alması yönünde mesajlar içeren bir kitap olup anlatımları sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsederek okuduğumuz zaman ölü bir metin haline gelecek ve dinamik hayata herhani mesajı olmayan ütopik bilgilere haiz olan bir kitaba dönüşecektir. Deniz kıyısındaki şehir halkının başına gelenleri bugün ile bağ kurarak okursak bize dönük mesajları olduğu görülecektir.
Olayı sadece cumartesi yasağı çerçevesi içinde değilde daha geniş bir çerçevede düşünüp , Allah cc nin bütün kullarını imtihan etmek için bir takım emirler vermiş olması çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman, bu çerçevenin içine bizlerinde girdiği görülür. Yukardaki ayetlerde gördüğümüz 3 ayrı insan tipi her toplumda görülebilecek karakterlerdendir , bu ayetleri kendimize yönelik mesjlar olarak okuduğumuzda hata yapanları uyaranların haricindekilerin aynı azaba düşürülecekleri değişmez bir kuraldır.
Maymun olmayı gerçek bir maymun olarak olup olmadığından ziyade insan olmanın gereği olan emirlere tabi olmanın dışına çıklıdığı zaman dönüşülen hal olarak okuduğumuzda, aynı hale emre tabi olmayanların dönüşmesi olarak anlayabiliriz.
[007.179] And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık;
onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları
vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte
bunlar gafillerdir.
[025.044] Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut
akıllanacağını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta gidişçe
daha sapıktırlar.
Yukardaki ayetlerde insan olmanın gereği olan vahye tabi olmak yerine , inkarı seçenlerin içinde oldukları halin tasvir edildiği ayetler olup maymunlaşmak sadece belli bir zaman ve mekan ve ırka has bir olay olmayıp genel bir durumdur.
167. ayet sünnetullah diyebileceğimiz bir duruma işaret ederek bu durumda olanların dünya hayatlarındada azaba uğrayacağı beyan edilmiş olup , sadece israiloğulları ile sınırlı değildir. Allah cc kişisel ve toplumsal uygulamaları olan emirleri ile sadece ahiret merkezli güzel bir hayat değil dünya merkezli güzel bir hayatıda öngörür. Toplumun düzenini ve ıslahını sağlayan bu emirler hayata aktarıldığı zaman kişiler ve o kişilerin oluşturduğu uluslar dünya ve ahirette mutlu bir yaşam sürerler. Ulusların eceli kuralı dahilinde , bu emirlere aykırı olarak yapılan eylemler kişileri ve o kişilerin oluşturduğu toplumun helakına bir şekilde yol açacak olup ayette bu duruma dikkat çekilmektedir.
Bu sünnetullah, dün nasıl geçerli ise bugün ve yarın geçerli olacak olup hangi şartlar altında geçerli olacağı ilgili ayetlerde israiloğulları örneği üzerinden verilmiştir. Bugün halkının müslüman olduğunu iddia eden topraklarda hüküm süren yaşantıya baktığımız zaman, "deniz kıyısındaki şehrin halkından farkımız nedir?" diye kendimize sorduğumuz zaman alacağımız cevap acaba ne olacaktır.
Allah cc nin emirlerini alenen veya dolaylı olarak çiğneyen insanların oluşturduğu topluluklar , onları bu kötülüklerinden alıkoymak isteyenlerin yok denecek az olduğu, neme lazımcılığın düşünce özgürlüğü adı altında bayraklaştırılmaya çalışıldığı bir toplum portresi ortadadır. Hayvan veya ondan daha aşağı olarak vasfedilen bu tür insanları acaba sadece israiloğulları bünyesindemi aramak lazım yoksa önce kendimize bakıp bu şartları ne kadar taşıdığımızı görüp yeniden silkinip maymunluktan kurtulamaya çalışmamızmı lazımdır?.
Maymunları uzakta aramaya gerek yoktur , ülkemizdeki son yıllarda daha fazla tırmanan ahlaki çöküşe baktığımız zaman bunun acı örneklerini her köşebaşında görmek mümkündür. Zinanın tv dizileri ile masum gösterilerek halk içinde yaygınlaştırma çabaları meyvelerini vermiş, artık zina olağan bir eylem haline gelmiş hatta yapmayanlar aşağılanır hale gelmiştir. Uyuşturucu kullanma yaşı ilk okullaara kadar düşmüş ve bir çok anne baba çocuklarının bu alışkanlıkları yüzünden perişan hale gelmiştir. Lut kavminin helakına sebeb olan sapkın davranışlarda artık örgütlenip demokratik haklarını !!! arama yollarında önemli yol kat etmişlerdir.
Saymakla bitmeyecek şekilde Allah cc nin yasaklarının alenen çiğnendiği bir toplum haline gelmemiz yıkımı hak eder hale gelmiş olmamızı gerektiren bir hal olup bu yıkım başımıza gökten taş yağması şeklinde değil insanların bu hale gelerek toplumu ifsad etmeleri şeklinde kendini göstermiş ve araf s. 167 ayette bahsedilen durumun gerçekleşerek aşağılık maymunlar haline gelmiş olduğumuzu göstermektedir.
Günümüzde savaşların şekli değişiklik arz etmiş olup, sadece silahlı ordular ile ülkeleri işgal etmek şeklinde değil , onları ahlaki ve ekonomik yönden çökerterek işgal etmek şekline dönüşmüştür. Bu çeşit bir savaş örneğini üzerinde yaşadığımız topraklar üzerinde alenen görmekteyiz. İnsanların tek kredi kartı olmasının ayıp olduğu banka kredisi ile tatile gitmeyenlerin kınandığı,borçlu olmayana öcü gözü ile bakıldığı bir toplum oluşturularak işgal edilmiş , araf s. 167. ayetinde bahsedilen duruma düşürülmüşüzdür.
Maymunluktan insanlığa yeniden dönmek için Allah cc nin bizler için koymuş olduğu kurallara riayet eden bir toplum tesisi şarttır. Kısa bir süre içinde maymunlaşan bu toplumun yeniden insana dönüşmesi için uzun bir süre gerektiğini bilmekle birlikte , kıssada anlatılan neme lazımcıların gurubuna girerek aynı tehlikenin bizleride sarmasını beklememeliyiz. Aynı tehlike bana dokunmasın deyip kenarda duranıda bir gün bir şekilde mutlaka yakalayacak olup herkes elini taşın altına koymak zorundadır.
Sonuç olarak; prototip bir kavim olarak israiloğullarının başlarından geçenler sadece onlara has değil her zaman ve mekan dahilinde insanların düşeceği durumun onlara nasıl geri döneceği haberinin verilmiş olması şeklinde okunması, yapılan anlatımların sadece onlara değil evrensel bir mesaj olarak okumamızı sağlayacaktır. Deniz kıyısındahi şehir halkının maymuna dönüşmesi sadece onlara has olmayıp Allah cc nin emirlerine aykırı hareket eden toplumların başlarına gelecek olan durumun anlatılması olup bu durum evrensel bir kuraldır. Gerçek olarak maymuna dönüşüp dönüşmedikleri tartışmaları olayı sadece yaşanmış zaman ve mekan içinde düşünmeyi beraberinde getireceğinden yapılan anlatımın canlı bir hayata mesajı olması yönünde okunması hem kısır tartışmalara yol açmamış, hemde kur'anı ölü bir metin haline düşürmemiş olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
23 Temmuz 2014 Çarşamba
22 Temmuz 2014 Salı
İbrahim a.s Örneğinde Kıssaları Hayata Taşımak (Ateşe Atılması)
Kıssalar ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız en önemli konu olan , kıssaların anlatılma amacının sonrakilere örnek olması meselesi, atamız İbrahim as kıssasında da unutulmaması gerekmektedir. Kıssa okumalarında en büyük sorun , anlatılan kıssanın sadece anlatıldığı zaman ve mekan içinde bırakılarak okunması olup, kıssanın mesaj verme özelliğini kaybettirmektedir. "Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" veya "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu şeklinde izah edebileceğimiz okuma metodlarını , modernist okumaların bir açmazı olarak gördüğümüzü ifade edelim . Bu şekil bir okuma İbrahim as kıssasındaki onun ateşe atılması konusu etrafındada yapılarak olayın gerçek olarak yaşanmadığı , mecaz bir anlatım olduğu şeklinde düşüncelerin ortaya atıldığı konu ile alakalı olanların malumudur.
İbrahim as, kavminin hükümdarı , babası ve kavmi ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetleri buraya almaktan ziyade bu mücadelenin bizlere dönük nasıl bir mesaj içermiş olabileceği konusunda düşünmeye çalışarak bu mücadelesinin ateşe atılmak sureti ile sona ermiş olması akabinde gelişen olayların bizler tarafından nasıl anlaşılabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
İnsanları ve cinleri sadece kendilerine kul olsunlar diye yaratan Allah cc , şeytanın ayartmaları sonucu bir çok kulunun bu yoldan sapması üzerine elçiler gönderip onlara vahyederek yaratılış amaçlarını onlara hatırlatmış ve kendinden başkalarını ilah ve rab olarak kabul etmemelerini istemiştir. Kur'anda kıssası anlatılan elçiler bu yolda canla başla gayret ederek insanlara vahyi tebliğ etmeye çalışmalarına rağmen , bir çok insan bu vahyi red etmiş , red etmekle kalmamış kendi ilahlarını yüceltmeye devam ederek o elçilere güç ile karşı koymuşlardır.
Elçiler ve onlara tabi olanlar bu engellemelere karşı can siperane karşı durarak vazifelerini yerine getirmişlerdir , elçilerin bu sünnetleri bizler için önemli bir mesaj olarak okunması gerekmesine rağmen kıssa içinde anlatılan bazı olayların akli olarak izah edilememesinden hareketle bu olayların olmadığı , anlatımın hakiki değil mecazi olabileceği düşüncesi bir kısım insanlarda hakim olmuştur. Kur'anda mecazın varlığı red edilmeyecek bir olgu olmasına rağmen , hangi anlatımın mecaz olabileceği veya olamayacağı konusuna dikkat edilmesi gerekmektedir.
İbrahim as ın, kendisine tevdi edilen elçilik görevini yılmadan bıkmadan usanmadan sonuna kadar yerine getirmeye çalışarak kavminin şirk koşmakta olduğu putları kırması onun bize örneklik olması açısından okunması gerekmekte , başına gelebilecek muhtemel tehlikeleri hiçe sayarak bunu yapması ve Allah cc nin yolunda canını dahi hiçe saymış olmasını mecaz bir anlatım olarak görmek mümkün değildir. İbrahim as ı ateşe kadar götüren olayları bir bütün olarak okuyup bütün olanları gerçek olarak anlamak kıssayı doğru anlamanın gereğidir , şayet ateşe atılmaya kadar geçen olayları hakiki ateşe atılma ve sonrasını mecaz anlayacak olursak bu çelişkili bir okuma olacaktır. Başına gelen olay canlı ve gerçek olarak yaşanmış olan, kavminin putlarına karşı yapmış olduğu eylem sonucunda olmuş olması ve akıbetinin ateşe atılmış olmasının mecaz görülmesini gerektirecek bir yönü yoktur. İbrahim as ın ateşe atılmasına kadar gelişen olayları doğru bir biçimde okuyup gereki olan mesajı aldıktan sonra onun ateşe atılmasını ve ateşten kurtarılmasını daha kolay anlayabileceğimizi düşünüyoruz.
Allah cc bir çok kur'anda ayetinde elçilerine ve inananlara karşı yardım etmesinin kendi üzerine bir vazife olduğunu beyan etmektedir. Allah cc nin üzerine borç olarak beyan ettiği bu yardım bir kurala bağlanmış olup kimseye yattığı yerden gelmemektedir. İbrahim as başta kavmin hükümdarı , babası ve kavmi ile bir ömür mücadele ederek geri adım atmadan vazifesini yerine getirmiş olması Allah cc nin yardım vaadini hak ettiğini göstermektedir.
Kavminin bütün putlarını kırarak en büyük putu hariç tutması , ve putların ne kadar aciz birer varlık olduklarını kendi dilleri ile kavmine itiraf ettirmiş olması bardağı taşıran son damla olmuş ve kavmi tarafından ateşte yakılmak sureti ile öldürülmek istenmiştir. İbrahim as a yapılacak olan bu korkunç muamele ve onun böyle cezadan kurtulmak için af talep etmemiş olması yine örneklik olarak okunması gerekmektedir. Yaratılmış olan insanların onu yakmak için kurdukları ateş tezgahının büyüklüğünün ahiret ateşi ile mukayesesi bile yapılmayacak kadar küçük olduğunu çok iyi bilen İbrahim as böyle bir cezadan kurtulmak için af dileyip ahirette ebedi olarak ateş içinde kalmaktan kurtulmuştur.
Aynı şekilde Musa as kıssasını hatırlayacak olursak , firavunun büyücüleri karşısındaki galibiyeti sonucunda büyücülerin Musa as iman etmiş olmaları karşısında firavunun öfekelenerek onları korkunç bir şekilde cezalandırma tehditlerine boyun eğmemişler ve dünyadaki saadeti terkederek ahiret saadetini tercih etmişlerdir. Bu anlatımlar bizler için canlı hayat içinde yaşanmış örneklikler olarak okunması gerekirken başka taraflara çekilip mesajından uzaklaştırılarak okunması sonucu kur'an ölü bir metin haline sokulmuş ve yaşanan hayata herhangi bir mesajı olup olmadığı konusu göz ardı edilmiştir.
Allah cc bir çok ayette dünya hayatının geçici olduğu, asıl olanın ahiret yurdu olduğu, dünya hayatındaki kazanımlarımızın ebedi hayatımızdaki yerimizi belirlediğini beyan etmiştir. Dünya hayatındaki hayal edebileceğimiz en büyük servet dahi ahireti satmamıza değecek kadar değerli olmadığı yine kitabın içindeki ayetlerde beyan edilip, canını cennet karşılığı satanların yaptığı alışverişin ne kadar karlı olduğu haberi verilmiştir. Atamız İbrahim as işte böyle bir alışverişe gözünü kırpmadan girmiş ve bizlere örnek olmuştur. Şayet dünya ateşi içinde yanmayı göze almayıp af dilemek yoluyla kurtulmayı seçseydi, kurtulduğu ateşi arayacağı sonsuz bir hayatın onu beklediğini çok iyi biliyordu.
Allah cc nin kendisine dünya ve ahirette yardım edeceği vaadine hiç tereddüt etmeden iman eden İbrahim as ın atıldığı ateş ona "soğuk ve selamet" bir yer olmuş olmasını mecaz olarak görmek Allah cc nin yardım vaadini , İbrahim as ın örnekliğini göz önüne almadan kur'an perspektifinden olaya bakmamanın bir tezahürü olduğunu düşünmekteyiz. Allah cc nin sünneti olarak ifade edilen elçilerine yardım sözünün lafta kalmadığı kimsenin güç yetiremeyeceği bir durumda onlara yardıma koşmuş olmasını ifade eden, ateşin soğuk ve selamet olmasını sünnetullahın çiğnenmesi olarak görmek yapılabilecek en büyük yanlış anlama örneğidir.
Sünnetullahı , Allah cc nin değişmez kuralı olarak okuyup ateşin yakma özelliğini göz önüne getirip elçilere ve inananlara yardım sünnetini görmezden gelmek kitabı tersten okumaya bir örnektir. İbrahim as örneğinde insanların tehdidine boyun eğmeyerek canını hiçe sayanların alacakları vaad edilen karşılık yine lafta kalmamış gerçek olduğu göz ile canlı olarak gösterilmiştir. İbrahim as ölümden kurtulmak için dünyadaki ateşte yanmayı göze alarak ahirette "soğuk ve selamet" bir yurtta ebedi olarak yerleşmeye hak kazanmıştır.
Ateşin "soğuk ve selamet" olmasını sünnetullah yasaları gereği yakmama özelliği açısından değilde , kafirlerin tehditlerine boyun eğmeyerek ölümü göze alanların ahirette karşılaşacakları vaad edilen yerin gerçek hayat içinde canlı bir örneği olarak gösterilmesi açısından okuduğumuz zaman "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu dediğimiz kıssadan herhangi bir mesaj alma kaygısı olmadan okunması yanlışına da düşülmemiş olacaktır.
Ateşin "soğuk ve selamet" olması demek dünya hayatında kafirleri boyun eğmemek suretiyle onlara karşı canını ortaya koyanlara vaad edilen cennetlerin lafta kalmayan kuru iddialar olmadığı , İbrahim as örneğinde canlı bir ispatı olduğunu göstermesi açısından okunduğu zaman , metin üzerinde tahrifat yapma pahasına bile bu olayı aklileştirme çabalarının ne kadar boş olduğunu gösterecektir. İbrahim as ın ateşe atılıp ateşin ona "soğuk ve selamet" olmasını kafirlere itaat etmeyerek ateşten kurtulmayı ve cennet nimetleri ile karşılıklandırılma olarak anlamak kıssayı bağlamı içinde okumak anlamına gelecektir.
Bu göz ile okunan bir kıssa yaşanmış bitmiş bir masal olarak değil ileriye dönük mesajları olan örneklikler olarak görülecek olup kur'anı ölü bir metin haline dönüştürme hatasına düşülmemiş olacaktır. Mecaz olarak okunan bu olay , İbrahim as ı bu olaya götüren eylemleride doğru anlamamayı beraberinde getirecek olup bunun örneği maalesef görülmektedir.Kendilerini özellikle "hanif" olarak lanse eden bir takım insanların İbrahim as ın dün kırdığı putların benzerlerinin önünde secde ve kıyam etmeleri onların bu kıssaları ne kadar anladıklarını !! göstermektedir.
Sonuç olarak; kur'an kıssaları içinde anlatılan bazı olayların sünnetullah dediğimiz yasalara aykırı olarak görülerek yine sünnetullah olan , Allah cc nin yardım sözünün gerçekleşmesi , kullarına vaad ettiği ahiret nimetlerinin gerçek olduğunun haberi gibi mesajlar içermiş olması gözü ile okunarak, olmuş bitmiş bir olay olmaktan kurtarılıp yaşanan hayata dair mesajları olan örneklikler olarak okunması kitabı ölü bir metin olarak okunmaktan kurtaracaktır. Tarih boyunca elçilerin örnekliğinde gösterilen şirk ile mücadele örneği atamız İbrahim as örnekliğinde bizlere can ve mal noktasında takınmamız gereken tavrı öğreterek insanların ateşine karşı çıkmanın, Allah cc tarafından "soğuk ve selamet" olan bir yurtta edebi olarak yaşamayı beraberinde getirdiği anlatılmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
İbrahim as, kavminin hükümdarı , babası ve kavmi ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetleri buraya almaktan ziyade bu mücadelenin bizlere dönük nasıl bir mesaj içermiş olabileceği konusunda düşünmeye çalışarak bu mücadelesinin ateşe atılmak sureti ile sona ermiş olması akabinde gelişen olayların bizler tarafından nasıl anlaşılabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
İnsanları ve cinleri sadece kendilerine kul olsunlar diye yaratan Allah cc , şeytanın ayartmaları sonucu bir çok kulunun bu yoldan sapması üzerine elçiler gönderip onlara vahyederek yaratılış amaçlarını onlara hatırlatmış ve kendinden başkalarını ilah ve rab olarak kabul etmemelerini istemiştir. Kur'anda kıssası anlatılan elçiler bu yolda canla başla gayret ederek insanlara vahyi tebliğ etmeye çalışmalarına rağmen , bir çok insan bu vahyi red etmiş , red etmekle kalmamış kendi ilahlarını yüceltmeye devam ederek o elçilere güç ile karşı koymuşlardır.
Elçiler ve onlara tabi olanlar bu engellemelere karşı can siperane karşı durarak vazifelerini yerine getirmişlerdir , elçilerin bu sünnetleri bizler için önemli bir mesaj olarak okunması gerekmesine rağmen kıssa içinde anlatılan bazı olayların akli olarak izah edilememesinden hareketle bu olayların olmadığı , anlatımın hakiki değil mecazi olabileceği düşüncesi bir kısım insanlarda hakim olmuştur. Kur'anda mecazın varlığı red edilmeyecek bir olgu olmasına rağmen , hangi anlatımın mecaz olabileceği veya olamayacağı konusuna dikkat edilmesi gerekmektedir.
İbrahim as ın, kendisine tevdi edilen elçilik görevini yılmadan bıkmadan usanmadan sonuna kadar yerine getirmeye çalışarak kavminin şirk koşmakta olduğu putları kırması onun bize örneklik olması açısından okunması gerekmekte , başına gelebilecek muhtemel tehlikeleri hiçe sayarak bunu yapması ve Allah cc nin yolunda canını dahi hiçe saymış olmasını mecaz bir anlatım olarak görmek mümkün değildir. İbrahim as ı ateşe kadar götüren olayları bir bütün olarak okuyup bütün olanları gerçek olarak anlamak kıssayı doğru anlamanın gereğidir , şayet ateşe atılmaya kadar geçen olayları hakiki ateşe atılma ve sonrasını mecaz anlayacak olursak bu çelişkili bir okuma olacaktır. Başına gelen olay canlı ve gerçek olarak yaşanmış olan, kavminin putlarına karşı yapmış olduğu eylem sonucunda olmuş olması ve akıbetinin ateşe atılmış olmasının mecaz görülmesini gerektirecek bir yönü yoktur. İbrahim as ın ateşe atılmasına kadar gelişen olayları doğru bir biçimde okuyup gereki olan mesajı aldıktan sonra onun ateşe atılmasını ve ateşten kurtarılmasını daha kolay anlayabileceğimizi düşünüyoruz.
Allah cc bir çok kur'anda ayetinde elçilerine ve inananlara karşı yardım etmesinin kendi üzerine bir vazife olduğunu beyan etmektedir. Allah cc nin üzerine borç olarak beyan ettiği bu yardım bir kurala bağlanmış olup kimseye yattığı yerden gelmemektedir. İbrahim as başta kavmin hükümdarı , babası ve kavmi ile bir ömür mücadele ederek geri adım atmadan vazifesini yerine getirmiş olması Allah cc nin yardım vaadini hak ettiğini göstermektedir.
Kavminin bütün putlarını kırarak en büyük putu hariç tutması , ve putların ne kadar aciz birer varlık olduklarını kendi dilleri ile kavmine itiraf ettirmiş olması bardağı taşıran son damla olmuş ve kavmi tarafından ateşte yakılmak sureti ile öldürülmek istenmiştir. İbrahim as a yapılacak olan bu korkunç muamele ve onun böyle cezadan kurtulmak için af talep etmemiş olması yine örneklik olarak okunması gerekmektedir. Yaratılmış olan insanların onu yakmak için kurdukları ateş tezgahının büyüklüğünün ahiret ateşi ile mukayesesi bile yapılmayacak kadar küçük olduğunu çok iyi bilen İbrahim as böyle bir cezadan kurtulmak için af dileyip ahirette ebedi olarak ateş içinde kalmaktan kurtulmuştur.
Aynı şekilde Musa as kıssasını hatırlayacak olursak , firavunun büyücüleri karşısındaki galibiyeti sonucunda büyücülerin Musa as iman etmiş olmaları karşısında firavunun öfekelenerek onları korkunç bir şekilde cezalandırma tehditlerine boyun eğmemişler ve dünyadaki saadeti terkederek ahiret saadetini tercih etmişlerdir. Bu anlatımlar bizler için canlı hayat içinde yaşanmış örneklikler olarak okunması gerekirken başka taraflara çekilip mesajından uzaklaştırılarak okunması sonucu kur'an ölü bir metin haline sokulmuş ve yaşanan hayata herhangi bir mesajı olup olmadığı konusu göz ardı edilmiştir.
Allah cc bir çok ayette dünya hayatının geçici olduğu, asıl olanın ahiret yurdu olduğu, dünya hayatındaki kazanımlarımızın ebedi hayatımızdaki yerimizi belirlediğini beyan etmiştir. Dünya hayatındaki hayal edebileceğimiz en büyük servet dahi ahireti satmamıza değecek kadar değerli olmadığı yine kitabın içindeki ayetlerde beyan edilip, canını cennet karşılığı satanların yaptığı alışverişin ne kadar karlı olduğu haberi verilmiştir. Atamız İbrahim as işte böyle bir alışverişe gözünü kırpmadan girmiş ve bizlere örnek olmuştur. Şayet dünya ateşi içinde yanmayı göze almayıp af dilemek yoluyla kurtulmayı seçseydi, kurtulduğu ateşi arayacağı sonsuz bir hayatın onu beklediğini çok iyi biliyordu.
Allah cc nin kendisine dünya ve ahirette yardım edeceği vaadine hiç tereddüt etmeden iman eden İbrahim as ın atıldığı ateş ona "soğuk ve selamet" bir yer olmuş olmasını mecaz olarak görmek Allah cc nin yardım vaadini , İbrahim as ın örnekliğini göz önüne almadan kur'an perspektifinden olaya bakmamanın bir tezahürü olduğunu düşünmekteyiz. Allah cc nin sünneti olarak ifade edilen elçilerine yardım sözünün lafta kalmadığı kimsenin güç yetiremeyeceği bir durumda onlara yardıma koşmuş olmasını ifade eden, ateşin soğuk ve selamet olmasını sünnetullahın çiğnenmesi olarak görmek yapılabilecek en büyük yanlış anlama örneğidir.
Sünnetullahı , Allah cc nin değişmez kuralı olarak okuyup ateşin yakma özelliğini göz önüne getirip elçilere ve inananlara yardım sünnetini görmezden gelmek kitabı tersten okumaya bir örnektir. İbrahim as örneğinde insanların tehdidine boyun eğmeyerek canını hiçe sayanların alacakları vaad edilen karşılık yine lafta kalmamış gerçek olduğu göz ile canlı olarak gösterilmiştir. İbrahim as ölümden kurtulmak için dünyadaki ateşte yanmayı göze alarak ahirette "soğuk ve selamet" bir yurtta ebedi olarak yerleşmeye hak kazanmıştır.
Ateşin "soğuk ve selamet" olmasını sünnetullah yasaları gereği yakmama özelliği açısından değilde , kafirlerin tehditlerine boyun eğmeyerek ölümü göze alanların ahirette karşılaşacakları vaad edilen yerin gerçek hayat içinde canlı bir örneği olarak gösterilmesi açısından okuduğumuz zaman "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu dediğimiz kıssadan herhangi bir mesaj alma kaygısı olmadan okunması yanlışına da düşülmemiş olacaktır.
Ateşin "soğuk ve selamet" olması demek dünya hayatında kafirleri boyun eğmemek suretiyle onlara karşı canını ortaya koyanlara vaad edilen cennetlerin lafta kalmayan kuru iddialar olmadığı , İbrahim as örneğinde canlı bir ispatı olduğunu göstermesi açısından okunduğu zaman , metin üzerinde tahrifat yapma pahasına bile bu olayı aklileştirme çabalarının ne kadar boş olduğunu gösterecektir. İbrahim as ın ateşe atılıp ateşin ona "soğuk ve selamet" olmasını kafirlere itaat etmeyerek ateşten kurtulmayı ve cennet nimetleri ile karşılıklandırılma olarak anlamak kıssayı bağlamı içinde okumak anlamına gelecektir.
Bu göz ile okunan bir kıssa yaşanmış bitmiş bir masal olarak değil ileriye dönük mesajları olan örneklikler olarak görülecek olup kur'anı ölü bir metin haline dönüştürme hatasına düşülmemiş olacaktır. Mecaz olarak okunan bu olay , İbrahim as ı bu olaya götüren eylemleride doğru anlamamayı beraberinde getirecek olup bunun örneği maalesef görülmektedir.Kendilerini özellikle "hanif" olarak lanse eden bir takım insanların İbrahim as ın dün kırdığı putların benzerlerinin önünde secde ve kıyam etmeleri onların bu kıssaları ne kadar anladıklarını !! göstermektedir.
Sonuç olarak; kur'an kıssaları içinde anlatılan bazı olayların sünnetullah dediğimiz yasalara aykırı olarak görülerek yine sünnetullah olan , Allah cc nin yardım sözünün gerçekleşmesi , kullarına vaad ettiği ahiret nimetlerinin gerçek olduğunun haberi gibi mesajlar içermiş olması gözü ile okunarak, olmuş bitmiş bir olay olmaktan kurtarılıp yaşanan hayata dair mesajları olan örneklikler olarak okunması kitabı ölü bir metin olarak okunmaktan kurtaracaktır. Tarih boyunca elçilerin örnekliğinde gösterilen şirk ile mücadele örneği atamız İbrahim as örnekliğinde bizlere can ve mal noktasında takınmamız gereken tavrı öğreterek insanların ateşine karşı çıkmanın, Allah cc tarafından "soğuk ve selamet" olan bir yurtta edebi olarak yaşamayı beraberinde getirdiği anlatılmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
21 Temmuz 2014 Pazartesi
Uli Ba'sin Şedidin (Şiddetli Kuvvet Sahibi) Olmak İsra s. 2-8. Ayetleri
Kur'an yaşanmış hayat içinden verdiği örnekler ile diri ve yaşanır bir hayat klavuzu olduğunu özellikle israiloğulları üzerinden verdiği örneklerle göstermektedir. Talut kıssası , zulme uğrayan israiloğullarının içinde bulundukları bu zulümden nasıl kurtulduklarının örneğini vererek zulmün nasıl bertaraf edilebileceğinin canlı örneğini göstermiştir (bakara s.246-252). Aynı kur'an aynı israiloğulları üzerinden bu sefer onların kendileri fesad çıkardığı zaman başlarına gelecek olan şeyin diğer kulllar eliyle yani "şiddetli kuvvet sahibi" kullar eliyle bu fesadlarının önleneceğini haber vermektedir. Bu haber rivayetlerde anlatılan kıyamete yakın bir zamanda olacak olan müslüman yahudi savaşını haber vermemekte aksine yeryüzünde geçerli olan bir sünneti anlatmaktadır. Bizler maalesef uydurma rivayetlerle uyumaya yatkın bir toplum olduğumuz için isa ve mehdi bekleyip onların başımıza geçmesini bu şekilde israiloğullarının zulmünün bitirileceğini beklediğimiz için 3.5 yahudi milyarlık müslümanlarla kedi fare oynar gibi oynamaktadır.
[017.004] Biz İsrail oğullarına Kitap'da şu hükmü verdik: «Muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.»
[017.005] o ikiden (iki fesattan) birini vadesi (vakt-i cezası) gelince üzerinize Bizim çok şiddetli kuvvet sahibi( uli ba'sin şedidin) olan kullarımızdan göndereceğiz. Artık evlerin aralarını bile araştıracaklardır. Bu, bir yerine getirilmiş hükümden ibaret bulunmuştur.
[017.006] Sonra sizi tekrar onların üzerine galip kıldık, size mal ve oğullarla yardımda bulunduk ve toplum olarak daha çoğalttık.
[017.007] İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.
[017.008] Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz Biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır.
Ayetleri rivayetler kanalı ile anlama hastalığı bu ayetler ile ilgili o yine nüksederek hemen buhari ve müslim hadisi ile ayet anlaşılmaya!!! çalışılmıştır.
"Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)
Halbuki ayetleri kur'an bütünlüğü ile anlamaya çalıştığımız zaman ortaya bambaşka bir durum çıkacaktır.
İsra s. 4. ayeti içinde geçen "elkitab" kelimesinin yanlış anlaşılarak bazı tefsirlerde tevrat olarak yorumlandığını görmemiz bu kelime ile ifade edilmek istenen şeyin ne olduğunun bile anlaşılamamasının kur'an ile alakamızın ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir.
"Elkitab" kelimesi kur'anda en fazla yer tutan kelimelerden birisi olup, anlam alanı geniş bir kelimedir. İsra s. 4 ayetinden geçen kelime Allah cc nin indirmiş olduğu kitap anlamında değil ,Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kurallar bütününü ifade eden bir kelimedir.
Elkitab kelimesinin bu anlamından yola çıkarak ayetleri anlayacak olursak ilgili ayetlerde geçen durum sadece israiloğullarını ilgilendiren bir durum olmaktan çıkarak , Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralların israiloğulları örneğinde bizlere anlatılması olarak karşımıza çıkar.
[002.251] Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
[022.040] Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.
Yukarıdaki iki ayet içinde geçen " insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı" cümlesi Allah cc nin arz üzerindeki cari olan bir kuralından bahsetmektedir. Fesad yaymak insana has bir özellik olup bu fesadın ortadan kaldırılması yine insanlar eli olması şeklinde bir sünnet konulduğu bizlere beyan edilmektedir.
İsra s. 2-8. ayetleri, ulusların düşüsü ve yükselişi olarak görülen durumun bir özetini yaparak bu durumun israiloğulları üzerinden örneğini vermektedir. Bir ulus fesad yolu ile yükselmeye başladığı zaman ezilen uluslar onların bu zulümlerini ortadan kaldırmak için güç yolu ile onlara müdahale eder ve yükselen ulus düşüşe geçer , o düşüşün arkasından yükselip önceki başlarına gelenler onlara ders olmayıp ellerine geçirdikleri bu gücü yine fesad çıkarmak için harcadıklarında aynı düşüş yine gerçekleşecektir. Tarih içinde bu şekil yükseliş ve düşüşlerin bir çok örnekleri görülmüş olup kur'an bu durumu israiloğullarının yükselişi ve düşüşü açısından örnekler, bu ayetler çerçevesinde günümüzü düşünürsek şöyle bir resim ortaya çıkar.
Geçen yüzyılda hitler almanyasında büyük bir soykırıma uğratılan yahudiler bunun ardından batılı devletlerin gayreti ile şimdiki topraklara yerleştirilmişlerdir. Büyük bir soykırım ile zulme uğrayan israiloğulları kendi başlarına gelen bu zulmü işgal ettiği topraklardaki müslüman nüfus üzerinde uygulayarak başlarına gelenden ders çıkarmamış , düşüşlerinin ardından zulüm ile yükselmek şeklindeki hal ile hallenmişlerdir.
Zulüm ile yükselmenin düşüşü getireceği kuralı evrensel bir kural olup bugünde işleyecektir ancak bu işleyişin belirli bir kuralı olduğu unutulur rivayetlerdeki olacak olan savaşı beklersek bu ancak bizim daha fazla ezilmemizi artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
İsrailin zulüm ile yükselişinin sünnetullah gereği bir düşüşü mutlaka olacaktır,ama bu düşüşün nasıl olacağı yine kur'an ayetlerinde bildirilmiştir. "Uli ba'sin şedidin" şiddetli kuvvet sahibi olan kullar eliyle israil veya benzerlerinin bu zulümlerini def edileceği sünnetullah gereği olup Allah cc kendisi gelip melekleri ile savaşmayacaktır.
[008.060] Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın! Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.
Enfal s. 60. ayetinde 1400 kusur sene önce emredilen savaş atları hazırlanma emri bugün en kuvvetli savaş araçları hazırlama emrine eşittir. Düşmanlarımızı alt etmek günün gereği olan her türlü yüksek teknoloji ürünü savaş araçları ile mümkün olup bunun dışında düşmanı alt etmenin başka bir yolu yoktur.
Bugün israil bombardımanı altında ölen kadın ve çocukların filistin veya bir başka bölgede önünün alınması Allah cc nin öğrettiği yol ile olacak olup sadece dua bu zulmü asla önlemeyecektir. Errahman olan Allah cc koyduğu kurallara göre oynayanları başarıya eriştirecek olup bugün oyunu kuralına göre oynayan taraf israil ve benzeri müstekbirler oldukları için müslümanlara kan kusturmaktadırlar.
[002.193] Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.
[008.039] Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.
Bakara ve enfal suresindeki bu ayetler sadece indiği zamana has ayetler değil , evrensel boyutu olan ayetlerdir. Bu emirleri Allah cc kitabına süs olsun diye koymamış , aksine onun dinine iman ettiğini iddia edenlerin , onun dinini inkar edenlere karşı yapmaları gerekenleri hatırlamaktadır.
Müslümanlar olarak Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler zannedip sadece onları okuyarak cennete gidileceği inancı bizleri büyük bir tembelliğe sevketmiş , kainat ayetlerini mushaf içindeki ayetlere iman etmeyenlerin okuması neticesinde dengesiz bir güç meydana gelmiştir. Ahiret saadetinin yolunun dünyadan geçtiği asla unutulmadan Allah cc nin ayetlerini bir bütünlük içinde olarak hem mushaf hem kainat içindeki ayetleri birbirinden ayırmadan "şiddetli güç sahibi" olmak zalimlerin yükselişlerini önleyerek düşüşe geçirmek biz müslümanların üzerine bir vazifedir.
Sonuç olarak; isra s. 2-8. ayetleri Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralın işleyişinin canlı bir örneğini israiloğulları üzerinden vererek zulüm ile yükselenlerin düşüşlerinin diğer kullar eli ile olacağını beyan edip , bu kullarında bu düşüşü gerçekleştirmek için "şiddetli güç sahibi " olmaları şartını getirmiştir. Bu şart dışında herhangi bir eylem zalimleri asla durdurmaya yetmeyecek olup , zulmün devamını sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bugün müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz düşüşten kurtulmak için sünnetullahın gereklerine yapışmaktan başka bir çaremiz yoktur. Tek taraflı kavli bir dua yetmeyip fiili dua dediğimiz eylemlerin pratiğe geçirilmesi ve zalimlerin kullandığı savaş araçlarını yapacak teknolojik güce erişmek için gerekli olan kainat ayetlerini okumak gerekmektedir. Kainat ayetlerini okumadan sadece mushaf içindeki ayetleri okumak bizlere dünya ve ahirette herhangi bir fayda sağlamayacak olup , fitneyi yeryüzünden kaldırmak dini Allaha has kılmak şeklinde yüklenmiş olduğumuz görevi yerine getirmeyi sağlamayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[017.004] Biz İsrail oğullarına Kitap'da şu hükmü verdik: «Muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.»
[017.005] o ikiden (iki fesattan) birini vadesi (vakt-i cezası) gelince üzerinize Bizim çok şiddetli kuvvet sahibi( uli ba'sin şedidin) olan kullarımızdan göndereceğiz. Artık evlerin aralarını bile araştıracaklardır. Bu, bir yerine getirilmiş hükümden ibaret bulunmuştur.
[017.006] Sonra sizi tekrar onların üzerine galip kıldık, size mal ve oğullarla yardımda bulunduk ve toplum olarak daha çoğalttık.
[017.007] İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.
[017.008] Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz Biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır.
Ayetleri rivayetler kanalı ile anlama hastalığı bu ayetler ile ilgili o yine nüksederek hemen buhari ve müslim hadisi ile ayet anlaşılmaya!!! çalışılmıştır.
"Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)
Halbuki ayetleri kur'an bütünlüğü ile anlamaya çalıştığımız zaman ortaya bambaşka bir durum çıkacaktır.
İsra s. 4. ayeti içinde geçen "elkitab" kelimesinin yanlış anlaşılarak bazı tefsirlerde tevrat olarak yorumlandığını görmemiz bu kelime ile ifade edilmek istenen şeyin ne olduğunun bile anlaşılamamasının kur'an ile alakamızın ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir.
"Elkitab" kelimesi kur'anda en fazla yer tutan kelimelerden birisi olup, anlam alanı geniş bir kelimedir. İsra s. 4 ayetinden geçen kelime Allah cc nin indirmiş olduğu kitap anlamında değil ,Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kurallar bütününü ifade eden bir kelimedir.
Elkitab kelimesinin bu anlamından yola çıkarak ayetleri anlayacak olursak ilgili ayetlerde geçen durum sadece israiloğullarını ilgilendiren bir durum olmaktan çıkarak , Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralların israiloğulları örneğinde bizlere anlatılması olarak karşımıza çıkar.
[002.251] Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
[022.040] Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.
Yukarıdaki iki ayet içinde geçen " insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı" cümlesi Allah cc nin arz üzerindeki cari olan bir kuralından bahsetmektedir. Fesad yaymak insana has bir özellik olup bu fesadın ortadan kaldırılması yine insanlar eli olması şeklinde bir sünnet konulduğu bizlere beyan edilmektedir.
İsra s. 2-8. ayetleri, ulusların düşüsü ve yükselişi olarak görülen durumun bir özetini yaparak bu durumun israiloğulları üzerinden örneğini vermektedir. Bir ulus fesad yolu ile yükselmeye başladığı zaman ezilen uluslar onların bu zulümlerini ortadan kaldırmak için güç yolu ile onlara müdahale eder ve yükselen ulus düşüşe geçer , o düşüşün arkasından yükselip önceki başlarına gelenler onlara ders olmayıp ellerine geçirdikleri bu gücü yine fesad çıkarmak için harcadıklarında aynı düşüş yine gerçekleşecektir. Tarih içinde bu şekil yükseliş ve düşüşlerin bir çok örnekleri görülmüş olup kur'an bu durumu israiloğullarının yükselişi ve düşüşü açısından örnekler, bu ayetler çerçevesinde günümüzü düşünürsek şöyle bir resim ortaya çıkar.
Geçen yüzyılda hitler almanyasında büyük bir soykırıma uğratılan yahudiler bunun ardından batılı devletlerin gayreti ile şimdiki topraklara yerleştirilmişlerdir. Büyük bir soykırım ile zulme uğrayan israiloğulları kendi başlarına gelen bu zulmü işgal ettiği topraklardaki müslüman nüfus üzerinde uygulayarak başlarına gelenden ders çıkarmamış , düşüşlerinin ardından zulüm ile yükselmek şeklindeki hal ile hallenmişlerdir.
Zulüm ile yükselmenin düşüşü getireceği kuralı evrensel bir kural olup bugünde işleyecektir ancak bu işleyişin belirli bir kuralı olduğu unutulur rivayetlerdeki olacak olan savaşı beklersek bu ancak bizim daha fazla ezilmemizi artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
İsrailin zulüm ile yükselişinin sünnetullah gereği bir düşüşü mutlaka olacaktır,ama bu düşüşün nasıl olacağı yine kur'an ayetlerinde bildirilmiştir. "Uli ba'sin şedidin" şiddetli kuvvet sahibi olan kullar eliyle israil veya benzerlerinin bu zulümlerini def edileceği sünnetullah gereği olup Allah cc kendisi gelip melekleri ile savaşmayacaktır.
[008.060] Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın! Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.
Enfal s. 60. ayetinde 1400 kusur sene önce emredilen savaş atları hazırlanma emri bugün en kuvvetli savaş araçları hazırlama emrine eşittir. Düşmanlarımızı alt etmek günün gereği olan her türlü yüksek teknoloji ürünü savaş araçları ile mümkün olup bunun dışında düşmanı alt etmenin başka bir yolu yoktur.
Bugün israil bombardımanı altında ölen kadın ve çocukların filistin veya bir başka bölgede önünün alınması Allah cc nin öğrettiği yol ile olacak olup sadece dua bu zulmü asla önlemeyecektir. Errahman olan Allah cc koyduğu kurallara göre oynayanları başarıya eriştirecek olup bugün oyunu kuralına göre oynayan taraf israil ve benzeri müstekbirler oldukları için müslümanlara kan kusturmaktadırlar.
[002.193] Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.
[008.039] Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.
Bakara ve enfal suresindeki bu ayetler sadece indiği zamana has ayetler değil , evrensel boyutu olan ayetlerdir. Bu emirleri Allah cc kitabına süs olsun diye koymamış , aksine onun dinine iman ettiğini iddia edenlerin , onun dinini inkar edenlere karşı yapmaları gerekenleri hatırlamaktadır.
Müslümanlar olarak Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler zannedip sadece onları okuyarak cennete gidileceği inancı bizleri büyük bir tembelliğe sevketmiş , kainat ayetlerini mushaf içindeki ayetlere iman etmeyenlerin okuması neticesinde dengesiz bir güç meydana gelmiştir. Ahiret saadetinin yolunun dünyadan geçtiği asla unutulmadan Allah cc nin ayetlerini bir bütünlük içinde olarak hem mushaf hem kainat içindeki ayetleri birbirinden ayırmadan "şiddetli güç sahibi" olmak zalimlerin yükselişlerini önleyerek düşüşe geçirmek biz müslümanların üzerine bir vazifedir.
Sonuç olarak; isra s. 2-8. ayetleri Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralın işleyişinin canlı bir örneğini israiloğulları üzerinden vererek zulüm ile yükselenlerin düşüşlerinin diğer kullar eli ile olacağını beyan edip , bu kullarında bu düşüşü gerçekleştirmek için "şiddetli güç sahibi " olmaları şartını getirmiştir. Bu şart dışında herhangi bir eylem zalimleri asla durdurmaya yetmeyecek olup , zulmün devamını sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bugün müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz düşüşten kurtulmak için sünnetullahın gereklerine yapışmaktan başka bir çaremiz yoktur. Tek taraflı kavli bir dua yetmeyip fiili dua dediğimiz eylemlerin pratiğe geçirilmesi ve zalimlerin kullandığı savaş araçlarını yapacak teknolojik güce erişmek için gerekli olan kainat ayetlerini okumak gerekmektedir. Kainat ayetlerini okumadan sadece mushaf içindeki ayetleri okumak bizlere dünya ve ahirette herhangi bir fayda sağlamayacak olup , fitneyi yeryüzünden kaldırmak dini Allaha has kılmak şeklinde yüklenmiş olduğumuz görevi yerine getirmeyi sağlamayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
20 Temmuz 2014 Pazar
Hadid s. 22-23. Ayetlerini Uhud Harbi Örneğinde Anlamak
Kader konulu tartışmalar ümmetin yüzyıllardır üzerinde tartıştığı , fakat fikirbirliğine varamamış olması nedeniyle gündemden düşmeyen konulardandır. İlk kur'an nesli bizlerin tartıştığı türden kader konulu bir tartışmaya girmemiş olup , bu tartışmaların başlangıcı Muhammed as ın vefatı sonrası meydana gelen olaylar sonrası diyebiliriz. Tarihimizde meydana gelen fitne olaylarının başını çekenler işlemiş oldukları cinayetleri örtbas etmek için bu cinayetlere kılıf uydurarak masum göstermek amacıyla "saray alimi" denilen kişileri kullanarak sultanlara uygun fetva vermelerini sağlamışlar, kendilerini temize çıkarmak amacıyla "kadere iman" başlığı altında imanın şartlarına yeni bir kategori ekleterek bu yanlış düşünceleri bu güne kadar taşımışlardır.
Maksadımız kader konusunu irdelemekten ziyade bu konuya delil getirilen ayetlerden olan hadid s. 22-23. ayetlerini, yaşanmış bir olay olan uhud harbi ile bağını kurarak kur'an tarafından bakarak nasıl okunabileceğini görmektir. Kur'an klasik anlamda kader konusuna getirilen tarifi asla kabul etmemekle birlikte , ayetlerde geçen "yazmak" kelimesinin istismar edilmesi nedeniyle çok farklı bir boyuta çekildiği görülmektedir.
Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
[057.022] [E0] Ne Arzda, ne de nefislerinizde bir musıbet başa gelmezki biz onu fi'le çıkarmazdan evvel bir kitabda yazılmış olmasın, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır.
Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrehû bi mâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
[057.023] [E0] Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez.
Bu ve benzeri ayetler insanların haşa sanki Allah cc nin elinde bir kukla gibi onun istediği gibi , onların herhangi bir dahli olmadığı bir inanca yönlendirmiş ve büyük bir atalete düşürmüştür.
Kur'an yaşanan hayat içinde 23 sene içinde peyderpey inen bir kitap olması onun dinamik bir hayat içinden örnekleri olduğunu göstermesinin yanında , bizlerin bu örnekleri okuyarak hem itikadımızı hemde yol haritamızı çizmemizi sağlar. Uhud harbi yaşanmış bir örnek olup , bu harbin öncesi ve sonrası ile ilgili ayetler bizler için önemli mesajlar taşımaktadır.
Hadid s.22-23. ayetleri , Allah cc nin arz üzerinde koyduğu bir takım kurallar olduğunu , meydana gelen bütün olayların sebeb sonuç ilişkisi dahilinde cereyan ettiğini beyan etmesi bakımından okunduğu zaman, meydana gelen bazı olayların çalışma gayret etme gibi bir sebebe bağlanarak , başarı gibi bir sonuca nasıl gittiğini göstermesi açısından uhud harbi ile birlikte okunarak daha doğru anlaşılabilir. Uhud harbini en doğru olarak yine kur'andan al-i imran suresinde okuyabiliriz.
[003.121] Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir.
[003.122] O zaman içinizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. İnananlar, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
[003.123] Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah size Bedir'de yardım etmişti. Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız.
[003.124] O zaman sen müminlere: «Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun.
[003.125] Evet. Sabreder, sakınırsanız ve onlar da üzerinize gelirlerse; Rabbınız, size nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.
[003.126] Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.
[003.127] Küfredenlerden bir kolu kessin veya perişan etsin de hayal kırıklığına uğramış olarak dönüp gitsinler diye.
[003.128] Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok. Allah ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır.
[003.129] Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Uhud harbi öncesi diyebilecğimiz ayetler bu şekilde olup , harbin sonrasını anlatan ayetler şunlardır.
[003.140] Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez.
[003.141] Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.
[003.142] Yoksa içinizden Allah cihad edenleri ve sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?
[003.143] Andolsun ki, siz ölümü onunla karşılaşmadan evvel temenni ediyordunuz. İşte siz bekleyip durduğunuz halde onu görüverdiniz.
[003.144] Muhammed; sadece bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür veya öldürülürse; geriye mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse; Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah, şükredenlerin mükafatını verecektir.
[003.145] Allah'ın izni olmaksızın hiç kimsenin ölmesi söz konusu değildir. O süresi belirli bir yazıya bağlıdır. Kim dünya kazancını isterse ona ondan veririz. Kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri ödüllendireceğiz.
[003.146] Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.
[003.147] Dedikleri ancak şu idi: «Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et».
[003.148] Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de fazlasiyle verdi. Allah işlerini iyi yapanları sever.
[003.152] And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur.
[003.153] Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır.
[003.154] Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı. Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.
[003.155] İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak istemişti. Allah, and olsun ki, onları affetti. Allah bağışlayandır. Halim'dir.
[003.156] Ey İnananlar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: «Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür.
[003.157] Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.
[003.158] And olsun ki, ölseniz de, öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız.
[003.159] Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.
[003.160] Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.
[003.165] (Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi «Bu nasıl oluyor!» dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter.
[003.166] İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah'ın emriyleydi. Bu; mü'minleri belirtmek içindi.
[003.167] hem de münafıkları belli edeceği için ki, bunlara «Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!» denilmişti. Onlar: «Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik» dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.
[003.168] Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler. De ki: «Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın».
[003.169] Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.
[003.170] Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini, müjdelemek isterler.
[003.171] Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.
[003.172] Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve Peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır.
[003.173] İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.
[003.174] Sonra da kendilerine hiçbir keder dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah'ın hoşnutluğunun ardınca gittiler. Allah, daha da çok bir lütuf sahibidir.
Yukardaki ayet meallerine sadece uhud harbinin gidişatını öğrenmek açısından bakmayıp , Allah cc nin harb ile ilgili olarak koymuş olduğu evrensel kuralın nasıl işlediği açısından baktığımız zaman önemli mesajların olduğu görülecektir. Bedir de galip gelen müslüman ordusunun , uhud yenilgisini hazırlayan olaylar ilgili ayetlerde anlatılarak galibiyet için gerekli olan şartların yerine getirilmeyerek gevşemek ve isyan etmek sureti ile mağlubiyetin geldiği anlatılmaktadır. Gevşeyen ve isyan eden müslüman ordusunun bu zaafından faydalanan müşrik ordusu müslümanlara galebe çalarak onları yenilgiye uğratmış olmalarını hadid s. 22-23. ayetlerine bağlayarak bu iki ayeti anlamak kolaylaşacaktır.
Hadid s. 22. ayeti arz üzerinde veya bizim üzerimizde meydana bir olayın belirli bir kural dahilinde sebeb sonuç ilişkisi kuralı dahilinde meydana geldiğini beyan ederek uhud harbi ayetleri örneğinde bunları göstermekte , 23. ayet ise kaybedilene üzülüp birbirini suçlamak yerine mağlubiyeti getiren sebebleri anlayıp böyle bir hatanın tekrar edilmemesi gerektiğini anlatmaktadır.
Hadid s. 22. ayetinde başımıza gelen olayın "bir kitapta olması" demek, bu olayın böyle olacağının önceden ezeli olarak yazılmış olduğu şeklinde anlaşılmasını gerektirmez. Burada Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmiş olması tartışmaları gündeme gelecek olup onun başımıza gelecek olanları önceden bilmesi ile olaylara müdahil olmaması birlikte düşünülmelidir, aksi takdirde madem böyle bir olayın başımıza geleceği önceden yazılmış bizim bu olayda herhangi bir suçumuz neden olsun deyip başımıza gelen olaylardaki suçu direk Allah cc ye yüklerizki bu çok yanlış bir durumdur.
Hadid s. 23. de "Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez" şeklinde buyurulması ile al-i imran 153-154. ayetleri ile bağlamak mümkündür. Bedir harbinde galip gelen ordunun bu savaştaki galibiyetinin onları kuru bir güvene sevketmemesi gerektiği sebeblere riayet etmemenin sonucunda böyle bir durum başlarına geldiği , ancak uhud yenilgisininde bitiş olarak görülmemesini hatırlatır. Al-i imran s. 140 da "günlerin insanlar arasında tedavül edilmesi" demek seçilmiş bir insan gurubu olmadığı müslüman ve kafir ayrımı olmadan oyunu kuralına göre oynayanın başarılı olacağı haberi verilmektedir. Rum s. ilk ayetleri bunun yaşanmış bir örneğini vererek iki kafir ordudan birinin Allah cc nin yardımı ile galip gelmiş olmasını ancak böyle izah edebiliriz.
Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmesi onun kendi sahasına giren bir durum olup , bizlerin bunu tartışmaktan ziyade kainat yasalarını okuyarak sebeb sonuç ilişkisi dahilinde olayların geliştiğini unutmadan sebeblere yapışmak olmalıdır. Allah cc ye "bilmezlik" gibi sıfat yakıştırmak kabul edilir bir şey olmamakla birlikte , kur'an ayetlerinde "kitab"(yazma) kelimesi ile ifade edilen ayetleri ezelden başımıza gelecek olan şeyin yazılması olarak değil kuralların konulmuş olması olarak anladığımızda bu tür tartışmalara gerek bile olmadığı görülecektir.
Hadid s. 22-23. ayetini, klasik anlamda başımıza gelenlerin ezelde yazıldığı şeklinde anlayarak uhud harbi ile ilişklendirecek olursak uhud harbi sonrası başımıza gelenlerde bizlerin bir suçu olmadığı nasılsa böyle bir mağlubiyetin önceden yazılmış olduğu siz ne yaparsanız yapın bu mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunun bildirilmesi gerekirdi , ama ayetlerde böyle bir anlatım asla görülmemekte , gelen yenilginin müslüman ordusunun zaafı neticesinde yani ordunun içindeki askerlerin gevşemesi neticesinde geldiği beyan edilmektedir.
Başımıza gelen herhangi iyi bir şeyi kendimizden , kötü bir şeyi kendi dışımızdaki birine yüklemek şeklinde işin içinden sıyırılarak mesuliyetten kaçmak insanın genel karaktedir. Kur'an geneline baktığımızda başımıza gelen herhangi bir olayın mesuliyetinden sıyrılmak için suçu başkasına atmayı müşriklerin bu şirklerini Allah cc ye yüklemelerinden anlamaktayız.
[006.148] Müşrikler, «Allah dileseydi babalarımız ve biz şirk koşmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık» diyecekler; onlardan öncekiler de, Bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara «Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz» de.
Allah cc sanki onlara müşrik olun şeklinde bir zorlamaya tabi tutmuş, onlarında bu zorlama neticesinde müşrik olduklarını beyan etmeleri , yaptıkları zulmü kendilerinin değil Allah cc nin ezelde yazdığı için işlediklerini söyleyen zalim emevi sultanlarının fikir babalarının kim oldukları enam s. 148 ve benzeri ayetlerde ortaya çıkmaktadır.
Allah cc insanları yaptıkları karşısında ahirette cennet veya cehennem ile karşılıklandırması , o insanların hak etmeleri sayesinde olduğu bir çok ayette beyan edilmektedir. Allah cc insanların cennete ve cehenneme gideceğini ezelde yazmış demek kişinin iradesini ortadan kaldırıcı bir düşünce olup haşa Allah cc nin adaleti ile bağdaşır bir durum değildir. Kullarının yaptıkları karşılığında nereye gideceğini önceden bilip bilmediği konusu bizlerin alanına giren bir konu olmayıp tartışmanın herhangi bir getirisi yoktur. Bu durum onun kendi alanına has bir durum olup oturup bunları konuşmak gereksiz fikir ayrılıklarını beraberinde getirecektir.
Kader konusunda yapmış olduğumuz hatalardan biriside kelimenin anlamının, "her şeyin üzerine konulmuş olan kurallar bütünü" olduğunu unutarak , Allah cc nin bilgisinin sınırları üzerinde mütalaalar yapmaktır. Bizler önce kul olarak sınırlarımızı tesbit etmek sonra bu sınırlara riayet etmek durumundayız. Allah cc nin yapacaklarımız önceden bilip bilmemesi tartışmalarını bu sınırları zorlamak olarak düşündüğümüzü , bu konu ile ilgili bilgilerin yine kur'anda mevcut olduğunu , yunan felsefesinden etkilenerek ortaya atılan düşüncelerin kur'ana onaylatılması olarak gördüğümüz zorlama düşünceler ile vakit kaybedilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Hadid s. 22-23 ve benzeri ayetleri doğru anlamaya en büyük engel kur'ana rağmen ortaya atılmış kader inancını kur'ana onaylatma çabası çerçevesinde bir okumaya tabi tutup , bu düşüncelere payanda yapılmaya çalışılmasıdır. Herhangi bir dış fikir baz alınmadan sadece kur'an genelinde ayetleri tefekkür etmeye çalıştığımızda kaçamak düşünceleri onaylayan bir noter kitabı değil , yaşanan hayatı okumaya yarayan bir klavuz ortaya çıkacaktır.
Uhud harbi tarih içinde kalmış yaşanmış bitmiş hadise değil , o hadise içindeki olayların her zaman başımıza gelmesi muhtemel olaylar olup geçmişten ders çıkarmak şeklinde bir mesajı olduğu unutulmamalıdır. Müslümanlar olarak kendimizi seçilmiş has kullar olarak görmeyi bırakıp dünyadaki bütün insanlar için geçerli olan kuralların bizler içinde geçerli olduğunu unutmadan dün uhud harbini ve elimizdeki mushafta yazılı olan hadid s. 22. 23 ayetlerini bugünde birlikte okumamız gerekmektedir.
Yaşadığımız bu günler içinde özellikle israil tarafından filistinli müslümanlara uygulanan zulüm bizlerin uhud ve benzeri yenilgilerden ders çıkarmadığımızı göstermektedir. Bedir harbinde kurallara riayet ederek galip gelen ordunun , uhud harbinde kurallara riayet etmediği için yenilmesi kurallar dahilinde hareket eden kim olursa müslüman veya kafir farketmeden galip gelen tarafın o taraf olacağı hatırdan çıkarılmış, bugün israil ve benzeri müstekbirlerin nasıl alt edileceği ,kur'andan alınan örneklerle değil sadece sözlü dualar ile yapılabileceği şeklinde bir düşünce hasıl olmuş, fakat bu tür tek taraflı bir eylem oyunun kuralına uygun olmadığı için lafla peynir gemisi yürütülmeye çalışılır olmuştur.
Sonuç olarak ; hadid s. 22-23. ayetleri insanı başına gelenlerden Allah cc nin sorumlu olduğu inancına götüren ayetler değil , aksine başına gelenlerden insanın sorumlu olduğu ve arz üzerinde geçerli olan yasalar çerçevesinde cereyan eden olaylar olduğunu anlatmaktadır. Allah cc nin herşey üzerine bir kader koymuş olması demek geçerli olan yasalar anlamına gelmekte olup , bu yasalar onun "Errahman" ismi mucibince müslüman ve kafir ayrmı yapmadan bütün insanlar üzerinde geçerlidir. Geçmişimizdeki kara sayfaları yazanlar Allah cc nin ayetleri üzerinde oynamalar yaparak kendi karalıklarını örtmek için kullanmış olmaları kendi karalarını örtmemiş , ama bu güne bizlere öyle bir itikad düşüncesi aşılamışki silmek mümkün olmamaktadır. Allah cc kainata koymuş yasalarda en ufak bir boşluk olmadığı yaş kuru ne varsa bir kurala bağlı olduğunu hatırlatması bizlerin o kurallar çerçevesi içinde hareket etmemizi gerektirmektedir. Kur'anın canlı hayat içinden verilen örneklerle dolu mesajlar içermesi dikkate alınarak okunması sonucunda uhud harbi yaşanmış bitmiş bir harb değil sebeb sonuç ilişkisi içinde meydana gelmiş canlı örnek olarak evrensel mesajları olan bir olay , hadid s. 22-23. ayetlerinin bu ve benzeri olayların belirli yasalar içinde cereyan ettiğini anlatan ayetler olarak okumak kitabımızı ölü bir metin olarak değil canlı bir hayat klavuzu olarak okumamızı sağlayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Maksadımız kader konusunu irdelemekten ziyade bu konuya delil getirilen ayetlerden olan hadid s. 22-23. ayetlerini, yaşanmış bir olay olan uhud harbi ile bağını kurarak kur'an tarafından bakarak nasıl okunabileceğini görmektir. Kur'an klasik anlamda kader konusuna getirilen tarifi asla kabul etmemekle birlikte , ayetlerde geçen "yazmak" kelimesinin istismar edilmesi nedeniyle çok farklı bir boyuta çekildiği görülmektedir.
Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
[057.022] [E0] Ne Arzda, ne de nefislerinizde bir musıbet başa gelmezki biz onu fi'le çıkarmazdan evvel bir kitabda yazılmış olmasın, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır.
Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrehû bi mâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
[057.023] [E0] Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez.
Bu ve benzeri ayetler insanların haşa sanki Allah cc nin elinde bir kukla gibi onun istediği gibi , onların herhangi bir dahli olmadığı bir inanca yönlendirmiş ve büyük bir atalete düşürmüştür.
Kur'an yaşanan hayat içinde 23 sene içinde peyderpey inen bir kitap olması onun dinamik bir hayat içinden örnekleri olduğunu göstermesinin yanında , bizlerin bu örnekleri okuyarak hem itikadımızı hemde yol haritamızı çizmemizi sağlar. Uhud harbi yaşanmış bir örnek olup , bu harbin öncesi ve sonrası ile ilgili ayetler bizler için önemli mesajlar taşımaktadır.
Hadid s.22-23. ayetleri , Allah cc nin arz üzerinde koyduğu bir takım kurallar olduğunu , meydana gelen bütün olayların sebeb sonuç ilişkisi dahilinde cereyan ettiğini beyan etmesi bakımından okunduğu zaman, meydana gelen bazı olayların çalışma gayret etme gibi bir sebebe bağlanarak , başarı gibi bir sonuca nasıl gittiğini göstermesi açısından uhud harbi ile birlikte okunarak daha doğru anlaşılabilir. Uhud harbini en doğru olarak yine kur'andan al-i imran suresinde okuyabiliriz.
[003.121] Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir.
[003.122] O zaman içinizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. İnananlar, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
[003.123] Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah size Bedir'de yardım etmişti. Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız.
[003.124] O zaman sen müminlere: «Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun.
[003.125] Evet. Sabreder, sakınırsanız ve onlar da üzerinize gelirlerse; Rabbınız, size nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.
[003.126] Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.
[003.127] Küfredenlerden bir kolu kessin veya perişan etsin de hayal kırıklığına uğramış olarak dönüp gitsinler diye.
[003.128] Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok. Allah ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır.
[003.129] Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Uhud harbi öncesi diyebilecğimiz ayetler bu şekilde olup , harbin sonrasını anlatan ayetler şunlardır.
[003.140] Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez.
[003.141] Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.
[003.142] Yoksa içinizden Allah cihad edenleri ve sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?
[003.143] Andolsun ki, siz ölümü onunla karşılaşmadan evvel temenni ediyordunuz. İşte siz bekleyip durduğunuz halde onu görüverdiniz.
[003.144] Muhammed; sadece bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür veya öldürülürse; geriye mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse; Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah, şükredenlerin mükafatını verecektir.
[003.145] Allah'ın izni olmaksızın hiç kimsenin ölmesi söz konusu değildir. O süresi belirli bir yazıya bağlıdır. Kim dünya kazancını isterse ona ondan veririz. Kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri ödüllendireceğiz.
[003.146] Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.
[003.147] Dedikleri ancak şu idi: «Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et».
[003.148] Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de fazlasiyle verdi. Allah işlerini iyi yapanları sever.
[003.152] And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur.
[003.153] Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır.
[003.154] Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı. Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.
[003.155] İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak istemişti. Allah, and olsun ki, onları affetti. Allah bağışlayandır. Halim'dir.
[003.156] Ey İnananlar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: «Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür.
[003.157] Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.
[003.158] And olsun ki, ölseniz de, öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız.
[003.159] Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.
[003.160] Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.
[003.165] (Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi «Bu nasıl oluyor!» dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter.
[003.166] İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah'ın emriyleydi. Bu; mü'minleri belirtmek içindi.
[003.167] hem de münafıkları belli edeceği için ki, bunlara «Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!» denilmişti. Onlar: «Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik» dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.
[003.168] Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler. De ki: «Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın».
[003.169] Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.
[003.170] Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini, müjdelemek isterler.
[003.171] Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.
[003.172] Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve Peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır.
[003.173] İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.
[003.174] Sonra da kendilerine hiçbir keder dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah'ın hoşnutluğunun ardınca gittiler. Allah, daha da çok bir lütuf sahibidir.
Yukardaki ayet meallerine sadece uhud harbinin gidişatını öğrenmek açısından bakmayıp , Allah cc nin harb ile ilgili olarak koymuş olduğu evrensel kuralın nasıl işlediği açısından baktığımız zaman önemli mesajların olduğu görülecektir. Bedir de galip gelen müslüman ordusunun , uhud yenilgisini hazırlayan olaylar ilgili ayetlerde anlatılarak galibiyet için gerekli olan şartların yerine getirilmeyerek gevşemek ve isyan etmek sureti ile mağlubiyetin geldiği anlatılmaktadır. Gevşeyen ve isyan eden müslüman ordusunun bu zaafından faydalanan müşrik ordusu müslümanlara galebe çalarak onları yenilgiye uğratmış olmalarını hadid s. 22-23. ayetlerine bağlayarak bu iki ayeti anlamak kolaylaşacaktır.
Hadid s. 22. ayeti arz üzerinde veya bizim üzerimizde meydana bir olayın belirli bir kural dahilinde sebeb sonuç ilişkisi kuralı dahilinde meydana geldiğini beyan ederek uhud harbi ayetleri örneğinde bunları göstermekte , 23. ayet ise kaybedilene üzülüp birbirini suçlamak yerine mağlubiyeti getiren sebebleri anlayıp böyle bir hatanın tekrar edilmemesi gerektiğini anlatmaktadır.
Hadid s. 22. ayetinde başımıza gelen olayın "bir kitapta olması" demek, bu olayın böyle olacağının önceden ezeli olarak yazılmış olduğu şeklinde anlaşılmasını gerektirmez. Burada Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmiş olması tartışmaları gündeme gelecek olup onun başımıza gelecek olanları önceden bilmesi ile olaylara müdahil olmaması birlikte düşünülmelidir, aksi takdirde madem böyle bir olayın başımıza geleceği önceden yazılmış bizim bu olayda herhangi bir suçumuz neden olsun deyip başımıza gelen olaylardaki suçu direk Allah cc ye yüklerizki bu çok yanlış bir durumdur.
Hadid s. 23. de "Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez" şeklinde buyurulması ile al-i imran 153-154. ayetleri ile bağlamak mümkündür. Bedir harbinde galip gelen ordunun bu savaştaki galibiyetinin onları kuru bir güvene sevketmemesi gerektiği sebeblere riayet etmemenin sonucunda böyle bir durum başlarına geldiği , ancak uhud yenilgisininde bitiş olarak görülmemesini hatırlatır. Al-i imran s. 140 da "günlerin insanlar arasında tedavül edilmesi" demek seçilmiş bir insan gurubu olmadığı müslüman ve kafir ayrımı olmadan oyunu kuralına göre oynayanın başarılı olacağı haberi verilmektedir. Rum s. ilk ayetleri bunun yaşanmış bir örneğini vererek iki kafir ordudan birinin Allah cc nin yardımı ile galip gelmiş olmasını ancak böyle izah edebiliriz.
Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmesi onun kendi sahasına giren bir durum olup , bizlerin bunu tartışmaktan ziyade kainat yasalarını okuyarak sebeb sonuç ilişkisi dahilinde olayların geliştiğini unutmadan sebeblere yapışmak olmalıdır. Allah cc ye "bilmezlik" gibi sıfat yakıştırmak kabul edilir bir şey olmamakla birlikte , kur'an ayetlerinde "kitab"(yazma) kelimesi ile ifade edilen ayetleri ezelden başımıza gelecek olan şeyin yazılması olarak değil kuralların konulmuş olması olarak anladığımızda bu tür tartışmalara gerek bile olmadığı görülecektir.
Hadid s. 22-23. ayetini, klasik anlamda başımıza gelenlerin ezelde yazıldığı şeklinde anlayarak uhud harbi ile ilişklendirecek olursak uhud harbi sonrası başımıza gelenlerde bizlerin bir suçu olmadığı nasılsa böyle bir mağlubiyetin önceden yazılmış olduğu siz ne yaparsanız yapın bu mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunun bildirilmesi gerekirdi , ama ayetlerde böyle bir anlatım asla görülmemekte , gelen yenilginin müslüman ordusunun zaafı neticesinde yani ordunun içindeki askerlerin gevşemesi neticesinde geldiği beyan edilmektedir.
Başımıza gelen herhangi iyi bir şeyi kendimizden , kötü bir şeyi kendi dışımızdaki birine yüklemek şeklinde işin içinden sıyırılarak mesuliyetten kaçmak insanın genel karaktedir. Kur'an geneline baktığımızda başımıza gelen herhangi bir olayın mesuliyetinden sıyrılmak için suçu başkasına atmayı müşriklerin bu şirklerini Allah cc ye yüklemelerinden anlamaktayız.
[006.148] Müşrikler, «Allah dileseydi babalarımız ve biz şirk koşmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık» diyecekler; onlardan öncekiler de, Bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara «Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz» de.
Allah cc sanki onlara müşrik olun şeklinde bir zorlamaya tabi tutmuş, onlarında bu zorlama neticesinde müşrik olduklarını beyan etmeleri , yaptıkları zulmü kendilerinin değil Allah cc nin ezelde yazdığı için işlediklerini söyleyen zalim emevi sultanlarının fikir babalarının kim oldukları enam s. 148 ve benzeri ayetlerde ortaya çıkmaktadır.
Allah cc insanları yaptıkları karşısında ahirette cennet veya cehennem ile karşılıklandırması , o insanların hak etmeleri sayesinde olduğu bir çok ayette beyan edilmektedir. Allah cc insanların cennete ve cehenneme gideceğini ezelde yazmış demek kişinin iradesini ortadan kaldırıcı bir düşünce olup haşa Allah cc nin adaleti ile bağdaşır bir durum değildir. Kullarının yaptıkları karşılığında nereye gideceğini önceden bilip bilmediği konusu bizlerin alanına giren bir konu olmayıp tartışmanın herhangi bir getirisi yoktur. Bu durum onun kendi alanına has bir durum olup oturup bunları konuşmak gereksiz fikir ayrılıklarını beraberinde getirecektir.
Kader konusunda yapmış olduğumuz hatalardan biriside kelimenin anlamının, "her şeyin üzerine konulmuş olan kurallar bütünü" olduğunu unutarak , Allah cc nin bilgisinin sınırları üzerinde mütalaalar yapmaktır. Bizler önce kul olarak sınırlarımızı tesbit etmek sonra bu sınırlara riayet etmek durumundayız. Allah cc nin yapacaklarımız önceden bilip bilmemesi tartışmalarını bu sınırları zorlamak olarak düşündüğümüzü , bu konu ile ilgili bilgilerin yine kur'anda mevcut olduğunu , yunan felsefesinden etkilenerek ortaya atılan düşüncelerin kur'ana onaylatılması olarak gördüğümüz zorlama düşünceler ile vakit kaybedilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Hadid s. 22-23 ve benzeri ayetleri doğru anlamaya en büyük engel kur'ana rağmen ortaya atılmış kader inancını kur'ana onaylatma çabası çerçevesinde bir okumaya tabi tutup , bu düşüncelere payanda yapılmaya çalışılmasıdır. Herhangi bir dış fikir baz alınmadan sadece kur'an genelinde ayetleri tefekkür etmeye çalıştığımızda kaçamak düşünceleri onaylayan bir noter kitabı değil , yaşanan hayatı okumaya yarayan bir klavuz ortaya çıkacaktır.
Uhud harbi tarih içinde kalmış yaşanmış bitmiş hadise değil , o hadise içindeki olayların her zaman başımıza gelmesi muhtemel olaylar olup geçmişten ders çıkarmak şeklinde bir mesajı olduğu unutulmamalıdır. Müslümanlar olarak kendimizi seçilmiş has kullar olarak görmeyi bırakıp dünyadaki bütün insanlar için geçerli olan kuralların bizler içinde geçerli olduğunu unutmadan dün uhud harbini ve elimizdeki mushafta yazılı olan hadid s. 22. 23 ayetlerini bugünde birlikte okumamız gerekmektedir.
Yaşadığımız bu günler içinde özellikle israil tarafından filistinli müslümanlara uygulanan zulüm bizlerin uhud ve benzeri yenilgilerden ders çıkarmadığımızı göstermektedir. Bedir harbinde kurallara riayet ederek galip gelen ordunun , uhud harbinde kurallara riayet etmediği için yenilmesi kurallar dahilinde hareket eden kim olursa müslüman veya kafir farketmeden galip gelen tarafın o taraf olacağı hatırdan çıkarılmış, bugün israil ve benzeri müstekbirlerin nasıl alt edileceği ,kur'andan alınan örneklerle değil sadece sözlü dualar ile yapılabileceği şeklinde bir düşünce hasıl olmuş, fakat bu tür tek taraflı bir eylem oyunun kuralına uygun olmadığı için lafla peynir gemisi yürütülmeye çalışılır olmuştur.
Sonuç olarak ; hadid s. 22-23. ayetleri insanı başına gelenlerden Allah cc nin sorumlu olduğu inancına götüren ayetler değil , aksine başına gelenlerden insanın sorumlu olduğu ve arz üzerinde geçerli olan yasalar çerçevesinde cereyan eden olaylar olduğunu anlatmaktadır. Allah cc nin herşey üzerine bir kader koymuş olması demek geçerli olan yasalar anlamına gelmekte olup , bu yasalar onun "Errahman" ismi mucibince müslüman ve kafir ayrmı yapmadan bütün insanlar üzerinde geçerlidir. Geçmişimizdeki kara sayfaları yazanlar Allah cc nin ayetleri üzerinde oynamalar yaparak kendi karalıklarını örtmek için kullanmış olmaları kendi karalarını örtmemiş , ama bu güne bizlere öyle bir itikad düşüncesi aşılamışki silmek mümkün olmamaktadır. Allah cc kainata koymuş yasalarda en ufak bir boşluk olmadığı yaş kuru ne varsa bir kurala bağlı olduğunu hatırlatması bizlerin o kurallar çerçevesi içinde hareket etmemizi gerektirmektedir. Kur'anın canlı hayat içinden verilen örneklerle dolu mesajlar içermesi dikkate alınarak okunması sonucunda uhud harbi yaşanmış bitmiş bir harb değil sebeb sonuç ilişkisi içinde meydana gelmiş canlı örnek olarak evrensel mesajları olan bir olay , hadid s. 22-23. ayetlerinin bu ve benzeri olayların belirli yasalar içinde cereyan ettiğini anlatan ayetler olarak okumak kitabımızı ölü bir metin olarak değil canlı bir hayat klavuzu olarak okumamızı sağlayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
17 Temmuz 2014 Perşembe
Meal ve Tefsir Yolu ile Kur'ana İstediğini Söyletmek
Kur'anın iniş dili arapça olması nedeniyle bu dilinde başka dili konuşanların bu kitabı anlamaları , arapçayı öğrenmek veya arapçayı bilen birisinin yaptığı çeviriyi okumaktır. Tefsirler ise kur'an ayetlerinin daha açık ve geniş olarak yorumlanması olarak tarif edebileceğimiz bir çalışma türü olup, insanların kur'anı öğrenmeleri için önlerine konulmuş hazır lokma diyebileceğimiz kitaplardır.
Yazımızın amacı hiç bir meal ve tefsiri mahkum etmek amacı taşımamakla birlikte , bunlardaki bazı sorunlara dikkat çekmek amaçlıdır. Din konusunda yazılmış eserlerin okunarak bilgi sahibi olunması doğal, hatta kaçınılmaz bir durumdur. Yanlış olan durum , okunan bu eserlerin göklere çıkarılma derecesine varıp nihai düşünce veya bunun üzerine başka düşünce asla olamaz vs gibi bir seviyede görülmüş olmaya başlanılmasıdır. Din konusunda yazılmış eserler, yazan kişinin yorumu olup hata olma ihtimali taşıması bu eserlerin yüceltilerek temel eser haline getirilmemesini gerektirir. Müslümanlar olarak başta gelen yanlışlarımızdan biri olarak bu durum karşımızda durmakta ve , herhangi bir şahsın din konusunda yazdığı eserler onu sevenleri tarafından neredeyse putlaştırılmış ve Allah cc nin kitabının önüne geçirilmiştir.
Bu yanlışı ortadan kaldırmanın şu an içinde bulunduğumuz duruma göre kolay bir olmadığı görülmektedir. Herkesin kendi yanında olan kitapla din konusunda karşısındakine galebe çalmaya çalışması, haliyle fırkacılığı beraberinde getirmiştir. Bunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün görülmemekle beraber en aza indirmek gibi bir çalışma içine girilebilir.
Din konusunda en temel eseri, Allah cc nin kitabı olarak görmediğimiz, din konusunda yazılan eserlerin hepsinin yazan kişinin düşüncesinin yansıması olduğunu kabul etmediğimiz , yazılan bu eserleri kur'an ile uyum sağlayıp sağlamadığı konusunu gözden ırak tutmadığımız müddetçe aramızdaki ayrılıklar hiç bir zaman azalmaz , aksine dahada derinleşerek devam eder. Kur'an tefsiri adı ile yazılan eserlerde yapılan tefsirin , kişisel görüş olduğu hiç bir zaman unutulmadan, yazılmış olan tefsiri Allah cc nin murat ettiği anlam olarak görmek bizleri yanlış düşüncelere sevkedebilir. Tefsir okuyucusu , okuduğu tefsirdeki ayet yorumlarını Allah cc nin dediği şeklinde anlamak yerine , kişisel yorum olduğunu hatırdan çıkarmaz ve yapılan yorumda hata olma ihtimalini göz ardı etmeden okur ise o tefsiri, kur'an gibi görmek tehlikesine düşmemiş olur.
Aynı durum kur'an çevirileri içinde geçerlidir,son yıllarda hayli çoğalan kur'an çevirilerine baktığımızda benzer sorunlarla karşılaşılmaktadır. Öncelikle şunu belirtmek isterizki herhangi bir şahsın mealini yüceltmek,herhangi bir şahsın mealini kötülemek gibi bir niyet ile kaleme alınmış bir yazı değildir, ancak her fırkanın kendi mealini oluşturup başka mealleri kabul etmemek gibi bir duruma düşülmüş olması işin vehametinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Kur'anın fırka ,mezhep,meşrep vs gibi ayrılıkları tasvip etmeyen ayetlerinin okunarak fırkalara özel meal yapılmış olmasının bu mealleri yapanların , öncelledikleri konunun ayetin doğru çevirisinden çok tabi olduğu mezhebin veya meşrebin görüşlerine uygun olması şeklinde bir ön kabulden yola çıkarak meal yapması kabul edilebilir bir şey değildir.
Bu mealleri yapanlar israiloğulları ile ilgili ayetlerdeki onların tevrata yapmış oldukları muameleyi okuyup aynı muameleyi endirek olarak kur'ana yapmalarının vebali büyük olup hesab günü bunun hesabını vermeleri kolay değildir. İsrailoğulları kendi kitaplarını metin olarak tahrif ederek bu işi yapmışlar , müslümanların bir kısmı metni korunan kitaplarını mealler üzerinden tahrif ederek anlamını çarpıtmışlar , o meali okuyan kişi çarpıtılmış meali sanki Allah cc nin kelamı gibi kabul etmiş, okuduğu çeviriyi asli çeviri zannedip, bir başka mealdeki farklı çeviri doğru olsa bile kabul etmeme durumuna düşmüştür.
Yazmızda yapılmış olan yanlış meallerden örnekler vererek o meali yapan kişileri zan altında bırakmaktan ziyade genel durum tesbiti yaparak , bu sağlıksız durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz ? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız.
Kur'an meali yapmaya soyunan kişinin sadece arapçayı bilmesi yeterli değildir, sadece arapça ile iş bitseydi bütün arapların en iyi müfessir olması gerekirdi. Meal hazırlama iddiasında olan kişinin "kur'an bütünlüğü" deyiminin içini çok iyi doldurması ve kur'ana hakimiyeti son derece yüksek olmalı ve ayetler arasındaki bağlantıyı çok iyi kavrayabilmelidir. Gördüğümüz meallerde yapılan bu tür hatalar, kur'an bütünlüğü dediğimiz şeyin ,ayetler arası anlam birliği konusundaki yapılan yanlışları gördükçe bunun olmazsa olmazlardan olduğunun bilinmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kur'an meali yapmaya soyuna kişinin , fırka mezhep , meşrep görüşlerini baz alarak kur'an meali yapması demek kur'anın tahrifi tehlikesini beraberinde getirmesi tehlikesini taşıması açısından dikkat edilmesi bir durumdur. İşin vehameti o kadar büyük boyutlara ulaşmıştırki her fırkanın büyüğü o fırkanın okuyacağı bir meal yapmış ve o fırka bu meali en doğru meal olarak görmekte ve hata payı asla bırakmamaktadır. Bu tür hatalarını somut örnekler ile vermeye kalkmak yazının hacmini büyültmesi ve kişiselleştirme açısından olaya yaklaşmadığımız için genel durum değerlendirmesi yapmakla yetineceğiz.
Mezhep ve meşrep taassubu ile yapılan mealler öyle bir kural tanımazlık şeklinde yapılır olmuşki ne gramer kaideleri , nede kur'an bütünlüğüne uyup uymaması gibi düşünce içinde olamadan yapılır olmuştur, masum okuyucu böyle yapılan bir kur'an ayeti çevirisini kur'andan zannedip okur olmuştur.
Yorumu merkeze alan kur'an çevirileri bu konuda biraz daha geniş davranma yetkisini aldıklarını zannederek ayetin orjinal metni üzerinden değilde , orjinal metinden anladıklarını meal adı altında yazıp neredeyse tefsir yapacak kadar uzun ayet mealleri yapmış olmaları dikkat çekicidir. Bu tür meallerin tamamını red etmesekte tasvip ettiğimizide söyleyemeyiz , çünkü bazılarının elinde çok tehlikeli bir silah olarak kullanılma ihitmali yüksek olan bir meal tarzı olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Metne sadık kalarak yapılan kur'an meallerinin gramer kaideleri ve kelimenin aslına sadık kalınarak yapılması açısından saha sağlıklı olduğunu ,yorum merkezli meal çevirilerine göre çeviriyi yapan kişinin kişisel tercihinin ikinci planda kaldığı bir meal türü olması nedeni ile meal okuyucularına tavsiye etmekteyiz.
"Kur'anın ne söylediği değil ne söylemek istediği önemlidir" sloganı , kur'ana istediğini söyletmek isteyenlerin elinde önemli bir slogan haline gelmiştir. Kendi düşüncesini, "kur'an bunu demek istiyor" şeklinde lanse edenlerden özellikle kaçınılmasını tavsiye etmekteyiz, çünkü bu tür insanların istisnası olmakla bir çoğu kendi yanlış düşüncelerinin insanlar tarafından kabul görmesi için böyle bir slogan arkasına saklanmaktadırlar.
Kişisel yanlışları ortaya koymak tek taraflı bir gerçeği ortaya çıkarmış olmanın yanısıra çare sunmanın gereğininde unutulmamasını gerektirir, herkes bir şekilde yaptığı hatadan dolayı eleştiriye tabi tutulabilir ama doğru olduğu düşünülen şeyin ne olduğu ortaya konulmaldırki okuyucu iki arada bir derede misali ortada kalmasın. Yapılan meallerden sonra , bu mealleri okuyanlar nasıl bir gözle mealleri okumalıdırlarki , bilerek yada bilmeyerek yapılan yanlışlar görülebilsin , yapılan ayet meali kişinin o ayet ile ilgili anlayışının bir sonucu olduğu düşünülüp hata ihtimali her zaman akılda tutulsun .
Kur'ana hakimiyet , illaki kur'anı defalarca okumak ile elde edilelebilecek bir şeydir, okunurken tek bir mealden değil farklı meallerden okunarak elde edilen bir hakimiyet, yapılan farklı ayet meallerindeki hatayı ortaya çıkarması açısından doğru bir yoldur. Kur'anı anlamaya soyunan bir kişi önce kendi kafasındaki ön kabulleri atarak okumaya başladığı bir kur'anın onu ne kadar değiştireceği görecek ve fırkacılık taassubu içinde yapılan meallerdeki cinayetleri görerek , dün o fırkanın yılmaz bir savaşçısı olan kişinin , bugün o ve benzeri bütün fırkalara düşman bir savaşçı olduğunu kendi üzerinde görecektir.
Kur'an kendisini anlama metodunu yine kendi içinde anlatan bir kitabtır , kimsenin "kur'anı anlama metodu" başlığı altında metodlar sunarak okuyucuları kendi anlayışını kur'an zannettirmeye hakkı yoktur. Bu yazıyı yazan kişi dahil herkes bir şekilde kur'an adına söz söyleyemeye soyunabilir , ancak hiç kimse kendi anlayışını "kur'an işte bunu diyor" şeklinde dikte etmeye hakkı yoktur. Kişiler okudukları ayetler ile ilgili yorumlarda bulunma hakkına sahip olmakla birlikte okudukları ayetlerdeki yorumların kendilerini bağladığını karşısındaki insanların bu yorumlara katılmak veya katılmamak gibi bir hakları olduğunu asla unutmamalıdır.
Müslümanlar olarak kendimiz hakkında bir öz eleştiri yapacak olursak ; genelde okumayı araştırmayı sevmeyen bir topluluk olmamız , bizim yerimize bir başkasının okuyup araştırmış olması , bizim o araştırmayı sahiplenerek kendi görüşümüz olarak sunmamız yani kolay olanı seçmemiz bizlerin müritlik psikolojisinden kurtulamadığımızı göstermektedir. Bu açığı gören bazı uyanıklar müritlik itiyadında olan bazılarımızı rahatlıkla elde edebilmekte ve onları çeşitli yollarla etkileyerek kendilerinin her dediğini onlara yutturabilmektedirler. Bu durum kur'anı öncellediğini ve şeyh mürit ilişkisinin hakim olduğu tasavvufa soşiddetli bir biçimde karşı çıkanlar içinde bir tehlike olarak karşımızdadır.
Kur'anı okuyarak bir şekilde düşünce sahibi olan zevatın bir kısmı bu düşüncelerini satmak için bir çeşit şeyhliğe soyunmakta , kur'an hakkında orjinal!! düşünce arayan bir takım saf müslümanlarda bu düşüncelerin doğruluğunu araştırmadan sahiplenerek kraldan fazla kralcı bir yaklaşım sergileyerek modern bir tarikat yapısı oluşturmaktadırlar.
Kur'an anlayışları açısından kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan bir halde olmamız en çok bu konuda kararsız ve araştırma evresinde olanları sıkıntıya sokmaktadır, farklı yorumlar karşısında ne yapacağını ve hangi yorumu kabul edeceğini şaşırmış olan insanlara yol göstermek maksadı ile , şuraya,buraya veya bana gel demek yerine ona başkalarının düşüncelerinden arınmış olarak kur'ana yaklaşmalarını karşısına çıkan düşüncelerin hepsinin kendi okuması sonucu elde ettiği bilgi birikimi ile karşılaştırmasını tavsiye etmekteyiz. Her gün bir balık vererek kişileri kendisine muhtaç bırakmak yöntemi ile müritlerinden ayrılmak istemeyenlere karşı , balık tutmasını öğreterek kimseye muhtaç olmayan bir talebe neslinin yetişmiş olması en çok kerameti kendinden menkul şeyh efendileri rahatsız edecektir.
Misalen; benim okuduğum kur'an anlayışına göre karşısındaki düşünceyi karşılaştıran kişi ,eğer benim düşüncemde bir hata var ise o hataya göre karşılaştırma yapacağından doğru bir sonuca varamaz, başkasının okuduğu kur'an anlayışı ile karşısındakini karşılaştırmakta aynı sonucu getirecek olup , kişinin kendi okuduğu kur'an sonucunda vardığı karar ile karşısındakinin düşüncesini değerlendirmesi kişiyi bağımlı haline getirmekten kurtaracaktır. Bu durumun daha fazla farklı anlayışlara yol açma tehlikesi olduğu düşünülmemeli aksine , kur'an içinden çıkarılmış bir düşünce metodu ile okunan kur'anda kişisel farklı düşüncelerin en aza indirgendiği görülecektir.
Sonuç olarak; Allah cc nin dinini öğrenerek hayatına yansıtmak isteyen kişi bu dini öğrenmek için , dinin temel kaynağı olan kur'an ile ilgili yapılmış olan tefsir ve mealleri okuyacak olması bu bilgi kaynakları konusunda ön fikir sahibi olmasını gerektirmektedir. Fırka taassubu içinde yapılan meal ve tefsirler okuyucunun dinin öğrenmesini değil dinin yanlış öğrenmesine sebeb olacak eserler olması tehlikesinin iyi bilinerek bu düşünce içinde yapılmış olan meal ve tefsirler ile kafaların doldurulmaması gerekmektedir. Meal ve tefsir kirliliği içinde bir durumda olduğumuz unutulmadan , kişiler aşağılama ve yüceltme gibi işlemlere tabi tutulmadan din hakkında yazdıkları , her türlü kirlilikten arınmış saf bir kur'an anlayışı ile okunup iyice tetkik edilmelidir.Yazımızın amacı bütün meal ve tefsirleri mahkum etmek amaçlı olmayıp meal ve tefsirlerdeki bu tür yaklaşımlara dikkat çekmek amaçlıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Yazımızın amacı hiç bir meal ve tefsiri mahkum etmek amacı taşımamakla birlikte , bunlardaki bazı sorunlara dikkat çekmek amaçlıdır. Din konusunda yazılmış eserlerin okunarak bilgi sahibi olunması doğal, hatta kaçınılmaz bir durumdur. Yanlış olan durum , okunan bu eserlerin göklere çıkarılma derecesine varıp nihai düşünce veya bunun üzerine başka düşünce asla olamaz vs gibi bir seviyede görülmüş olmaya başlanılmasıdır. Din konusunda yazılmış eserler, yazan kişinin yorumu olup hata olma ihtimali taşıması bu eserlerin yüceltilerek temel eser haline getirilmemesini gerektirir. Müslümanlar olarak başta gelen yanlışlarımızdan biri olarak bu durum karşımızda durmakta ve , herhangi bir şahsın din konusunda yazdığı eserler onu sevenleri tarafından neredeyse putlaştırılmış ve Allah cc nin kitabının önüne geçirilmiştir.
Bu yanlışı ortadan kaldırmanın şu an içinde bulunduğumuz duruma göre kolay bir olmadığı görülmektedir. Herkesin kendi yanında olan kitapla din konusunda karşısındakine galebe çalmaya çalışması, haliyle fırkacılığı beraberinde getirmiştir. Bunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün görülmemekle beraber en aza indirmek gibi bir çalışma içine girilebilir.
Din konusunda en temel eseri, Allah cc nin kitabı olarak görmediğimiz, din konusunda yazılan eserlerin hepsinin yazan kişinin düşüncesinin yansıması olduğunu kabul etmediğimiz , yazılan bu eserleri kur'an ile uyum sağlayıp sağlamadığı konusunu gözden ırak tutmadığımız müddetçe aramızdaki ayrılıklar hiç bir zaman azalmaz , aksine dahada derinleşerek devam eder. Kur'an tefsiri adı ile yazılan eserlerde yapılan tefsirin , kişisel görüş olduğu hiç bir zaman unutulmadan, yazılmış olan tefsiri Allah cc nin murat ettiği anlam olarak görmek bizleri yanlış düşüncelere sevkedebilir. Tefsir okuyucusu , okuduğu tefsirdeki ayet yorumlarını Allah cc nin dediği şeklinde anlamak yerine , kişisel yorum olduğunu hatırdan çıkarmaz ve yapılan yorumda hata olma ihtimalini göz ardı etmeden okur ise o tefsiri, kur'an gibi görmek tehlikesine düşmemiş olur.
Aynı durum kur'an çevirileri içinde geçerlidir,son yıllarda hayli çoğalan kur'an çevirilerine baktığımızda benzer sorunlarla karşılaşılmaktadır. Öncelikle şunu belirtmek isterizki herhangi bir şahsın mealini yüceltmek,herhangi bir şahsın mealini kötülemek gibi bir niyet ile kaleme alınmış bir yazı değildir, ancak her fırkanın kendi mealini oluşturup başka mealleri kabul etmemek gibi bir duruma düşülmüş olması işin vehametinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Kur'anın fırka ,mezhep,meşrep vs gibi ayrılıkları tasvip etmeyen ayetlerinin okunarak fırkalara özel meal yapılmış olmasının bu mealleri yapanların , öncelledikleri konunun ayetin doğru çevirisinden çok tabi olduğu mezhebin veya meşrebin görüşlerine uygun olması şeklinde bir ön kabulden yola çıkarak meal yapması kabul edilebilir bir şey değildir.
Bu mealleri yapanlar israiloğulları ile ilgili ayetlerdeki onların tevrata yapmış oldukları muameleyi okuyup aynı muameleyi endirek olarak kur'ana yapmalarının vebali büyük olup hesab günü bunun hesabını vermeleri kolay değildir. İsrailoğulları kendi kitaplarını metin olarak tahrif ederek bu işi yapmışlar , müslümanların bir kısmı metni korunan kitaplarını mealler üzerinden tahrif ederek anlamını çarpıtmışlar , o meali okuyan kişi çarpıtılmış meali sanki Allah cc nin kelamı gibi kabul etmiş, okuduğu çeviriyi asli çeviri zannedip, bir başka mealdeki farklı çeviri doğru olsa bile kabul etmeme durumuna düşmüştür.
Yazmızda yapılmış olan yanlış meallerden örnekler vererek o meali yapan kişileri zan altında bırakmaktan ziyade genel durum tesbiti yaparak , bu sağlıksız durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz ? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız.
Kur'an meali yapmaya soyunan kişinin sadece arapçayı bilmesi yeterli değildir, sadece arapça ile iş bitseydi bütün arapların en iyi müfessir olması gerekirdi. Meal hazırlama iddiasında olan kişinin "kur'an bütünlüğü" deyiminin içini çok iyi doldurması ve kur'ana hakimiyeti son derece yüksek olmalı ve ayetler arasındaki bağlantıyı çok iyi kavrayabilmelidir. Gördüğümüz meallerde yapılan bu tür hatalar, kur'an bütünlüğü dediğimiz şeyin ,ayetler arası anlam birliği konusundaki yapılan yanlışları gördükçe bunun olmazsa olmazlardan olduğunun bilinmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kur'an meali yapmaya soyuna kişinin , fırka mezhep , meşrep görüşlerini baz alarak kur'an meali yapması demek kur'anın tahrifi tehlikesini beraberinde getirmesi tehlikesini taşıması açısından dikkat edilmesi bir durumdur. İşin vehameti o kadar büyük boyutlara ulaşmıştırki her fırkanın büyüğü o fırkanın okuyacağı bir meal yapmış ve o fırka bu meali en doğru meal olarak görmekte ve hata payı asla bırakmamaktadır. Bu tür hatalarını somut örnekler ile vermeye kalkmak yazının hacmini büyültmesi ve kişiselleştirme açısından olaya yaklaşmadığımız için genel durum değerlendirmesi yapmakla yetineceğiz.
Mezhep ve meşrep taassubu ile yapılan mealler öyle bir kural tanımazlık şeklinde yapılır olmuşki ne gramer kaideleri , nede kur'an bütünlüğüne uyup uymaması gibi düşünce içinde olamadan yapılır olmuştur, masum okuyucu böyle yapılan bir kur'an ayeti çevirisini kur'andan zannedip okur olmuştur.
Yorumu merkeze alan kur'an çevirileri bu konuda biraz daha geniş davranma yetkisini aldıklarını zannederek ayetin orjinal metni üzerinden değilde , orjinal metinden anladıklarını meal adı altında yazıp neredeyse tefsir yapacak kadar uzun ayet mealleri yapmış olmaları dikkat çekicidir. Bu tür meallerin tamamını red etmesekte tasvip ettiğimizide söyleyemeyiz , çünkü bazılarının elinde çok tehlikeli bir silah olarak kullanılma ihitmali yüksek olan bir meal tarzı olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Metne sadık kalarak yapılan kur'an meallerinin gramer kaideleri ve kelimenin aslına sadık kalınarak yapılması açısından saha sağlıklı olduğunu ,yorum merkezli meal çevirilerine göre çeviriyi yapan kişinin kişisel tercihinin ikinci planda kaldığı bir meal türü olması nedeni ile meal okuyucularına tavsiye etmekteyiz.
"Kur'anın ne söylediği değil ne söylemek istediği önemlidir" sloganı , kur'ana istediğini söyletmek isteyenlerin elinde önemli bir slogan haline gelmiştir. Kendi düşüncesini, "kur'an bunu demek istiyor" şeklinde lanse edenlerden özellikle kaçınılmasını tavsiye etmekteyiz, çünkü bu tür insanların istisnası olmakla bir çoğu kendi yanlış düşüncelerinin insanlar tarafından kabul görmesi için böyle bir slogan arkasına saklanmaktadırlar.
Kişisel yanlışları ortaya koymak tek taraflı bir gerçeği ortaya çıkarmış olmanın yanısıra çare sunmanın gereğininde unutulmamasını gerektirir, herkes bir şekilde yaptığı hatadan dolayı eleştiriye tabi tutulabilir ama doğru olduğu düşünülen şeyin ne olduğu ortaya konulmaldırki okuyucu iki arada bir derede misali ortada kalmasın. Yapılan meallerden sonra , bu mealleri okuyanlar nasıl bir gözle mealleri okumalıdırlarki , bilerek yada bilmeyerek yapılan yanlışlar görülebilsin , yapılan ayet meali kişinin o ayet ile ilgili anlayışının bir sonucu olduğu düşünülüp hata ihtimali her zaman akılda tutulsun .
Kur'ana hakimiyet , illaki kur'anı defalarca okumak ile elde edilelebilecek bir şeydir, okunurken tek bir mealden değil farklı meallerden okunarak elde edilen bir hakimiyet, yapılan farklı ayet meallerindeki hatayı ortaya çıkarması açısından doğru bir yoldur. Kur'anı anlamaya soyunan bir kişi önce kendi kafasındaki ön kabulleri atarak okumaya başladığı bir kur'anın onu ne kadar değiştireceği görecek ve fırkacılık taassubu içinde yapılan meallerdeki cinayetleri görerek , dün o fırkanın yılmaz bir savaşçısı olan kişinin , bugün o ve benzeri bütün fırkalara düşman bir savaşçı olduğunu kendi üzerinde görecektir.
Kur'an kendisini anlama metodunu yine kendi içinde anlatan bir kitabtır , kimsenin "kur'anı anlama metodu" başlığı altında metodlar sunarak okuyucuları kendi anlayışını kur'an zannettirmeye hakkı yoktur. Bu yazıyı yazan kişi dahil herkes bir şekilde kur'an adına söz söyleyemeye soyunabilir , ancak hiç kimse kendi anlayışını "kur'an işte bunu diyor" şeklinde dikte etmeye hakkı yoktur. Kişiler okudukları ayetler ile ilgili yorumlarda bulunma hakkına sahip olmakla birlikte okudukları ayetlerdeki yorumların kendilerini bağladığını karşısındaki insanların bu yorumlara katılmak veya katılmamak gibi bir hakları olduğunu asla unutmamalıdır.
Müslümanlar olarak kendimiz hakkında bir öz eleştiri yapacak olursak ; genelde okumayı araştırmayı sevmeyen bir topluluk olmamız , bizim yerimize bir başkasının okuyup araştırmış olması , bizim o araştırmayı sahiplenerek kendi görüşümüz olarak sunmamız yani kolay olanı seçmemiz bizlerin müritlik psikolojisinden kurtulamadığımızı göstermektedir. Bu açığı gören bazı uyanıklar müritlik itiyadında olan bazılarımızı rahatlıkla elde edebilmekte ve onları çeşitli yollarla etkileyerek kendilerinin her dediğini onlara yutturabilmektedirler. Bu durum kur'anı öncellediğini ve şeyh mürit ilişkisinin hakim olduğu tasavvufa soşiddetli bir biçimde karşı çıkanlar içinde bir tehlike olarak karşımızdadır.
Kur'anı okuyarak bir şekilde düşünce sahibi olan zevatın bir kısmı bu düşüncelerini satmak için bir çeşit şeyhliğe soyunmakta , kur'an hakkında orjinal!! düşünce arayan bir takım saf müslümanlarda bu düşüncelerin doğruluğunu araştırmadan sahiplenerek kraldan fazla kralcı bir yaklaşım sergileyerek modern bir tarikat yapısı oluşturmaktadırlar.
Kur'an anlayışları açısından kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan bir halde olmamız en çok bu konuda kararsız ve araştırma evresinde olanları sıkıntıya sokmaktadır, farklı yorumlar karşısında ne yapacağını ve hangi yorumu kabul edeceğini şaşırmış olan insanlara yol göstermek maksadı ile , şuraya,buraya veya bana gel demek yerine ona başkalarının düşüncelerinden arınmış olarak kur'ana yaklaşmalarını karşısına çıkan düşüncelerin hepsinin kendi okuması sonucu elde ettiği bilgi birikimi ile karşılaştırmasını tavsiye etmekteyiz. Her gün bir balık vererek kişileri kendisine muhtaç bırakmak yöntemi ile müritlerinden ayrılmak istemeyenlere karşı , balık tutmasını öğreterek kimseye muhtaç olmayan bir talebe neslinin yetişmiş olması en çok kerameti kendinden menkul şeyh efendileri rahatsız edecektir.
Misalen; benim okuduğum kur'an anlayışına göre karşısındaki düşünceyi karşılaştıran kişi ,eğer benim düşüncemde bir hata var ise o hataya göre karşılaştırma yapacağından doğru bir sonuca varamaz, başkasının okuduğu kur'an anlayışı ile karşısındakini karşılaştırmakta aynı sonucu getirecek olup , kişinin kendi okuduğu kur'an sonucunda vardığı karar ile karşısındakinin düşüncesini değerlendirmesi kişiyi bağımlı haline getirmekten kurtaracaktır. Bu durumun daha fazla farklı anlayışlara yol açma tehlikesi olduğu düşünülmemeli aksine , kur'an içinden çıkarılmış bir düşünce metodu ile okunan kur'anda kişisel farklı düşüncelerin en aza indirgendiği görülecektir.
Sonuç olarak; Allah cc nin dinini öğrenerek hayatına yansıtmak isteyen kişi bu dini öğrenmek için , dinin temel kaynağı olan kur'an ile ilgili yapılmış olan tefsir ve mealleri okuyacak olması bu bilgi kaynakları konusunda ön fikir sahibi olmasını gerektirmektedir. Fırka taassubu içinde yapılan meal ve tefsirler okuyucunun dinin öğrenmesini değil dinin yanlış öğrenmesine sebeb olacak eserler olması tehlikesinin iyi bilinerek bu düşünce içinde yapılmış olan meal ve tefsirler ile kafaların doldurulmaması gerekmektedir. Meal ve tefsir kirliliği içinde bir durumda olduğumuz unutulmadan , kişiler aşağılama ve yüceltme gibi işlemlere tabi tutulmadan din hakkında yazdıkları , her türlü kirlilikten arınmış saf bir kur'an anlayışı ile okunup iyice tetkik edilmelidir.Yazımızın amacı bütün meal ve tefsirleri mahkum etmek amaçlı olmayıp meal ve tefsirlerdeki bu tür yaklaşımlara dikkat çekmek amaçlıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
15 Temmuz 2014 Salı
Maide s. 20-26. Ayetleri ve Yahudileşen Müslümanlar
İsrailoğulları üzerinden yapılan anlatımların, onların nasıl bir kavim olduğunu anlamak açısından olduğu gibi , insan olmaları tarafı ile ortak yönlerimiz olduğu ve tarih içinde yapmış oldukları bazı işlerin aynısının biz müslümanlar tarafından tekrarlanabileceğinden hareketle, yapılan hareketlerin nasıl karşılığını bulduğunu görmek ve ibret alınması açısından okunması gerekmektedir. İsrailoğulları ile ilgili anlatımları özetleyecek olursak , Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralların onların üzerinde canlı bir örnek olarak nasıl uygulandığının gösterildiği prototip bir kavimdir diyebiliriz.
Kur'anı hayat içindeki geçenlerden örnekler veren , muhataplarına başlarına gelecek olan olaylarda onlara yol gösteren bir kitap olarak okumak gerektiğini her defasında dile getirmeye çalışmaktayız. Maide s. 20-26. arasına baktığımız zaman arz üzerindeki işleyişin nasıl yürüdüğünü görmekteyiz, olayın sadece israiloğulları ile ilgili olarak bir yaşanmışlık şeklinde görmeyip sünnetullahın nasıl tecelli edeceğinin koordinatlarının verilmesi olarak okunduğu zaman bizlere çok önemli mesajlar verdiği görülecektir.
[005.020] Musa kavmine şöyle demişti: «Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. O, içinizden nebiler çıkardı. Sizi hükümdarlar yaptı. Ve âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.»
[005.021] «Ey kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz.»
[005.022] Onlar şu cevabı verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.
[005.023] Korkanların içinden Allah'ın kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.
[005.024] «Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız» dediler.
[005.025] Musa: «Ey Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum, artık bizimle bu fâsık kavmin arasını ayır» dedi.
[005.026] Allah dedi ki; «Kırk yıl boyunca orası onlara yasaklandı. Bu süre içinde orada burada şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Yoldan çıkmış bu kavim için sakın üzülme.
Maide s. 20-26. ayet mealleri bu şekildedir , ayetlere baktığımızda Allah cc nin israiloğullarına yazmış olduğu ancak içinde çıkarılması gereken bir topluluk olan şehre girmek için savaşmak istemedikleri , sen ve rabbin gidin savaşın " diyerek elçilerini yarı yolda bıraktıkları görülmektedir.
Ayetleri sadece yaşandığı zaman ve mekan içinde alarak, bahsedilen mukaddes yerin neresi olduğu gibi yorumlardan ziyade aynı olayın bugün bizler tarafından nasıl yaşandığı üzerinde düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız. Ayetlerin tefsiri gibi bir kaygıdan çok bu ayetler bugün bize ne anlatıyor , müslümanlar olarak okuduğumuz bu metinler nasıl canlı bir metin olur şeklinde kaygılarla ayetlere yaklaşacağız.
Hakları zalimlerin ellerinden alınan mazlumların bu haklarını geri alma yollarından birisi savaşarak geri almak şeklinde olduğu dünyanın bir gerçeğidir. Kur'an bu konu ile ilgili olarak bir çok ayette bilgi vermekte , evlerinden yurtlarından çıkarılan insanların kaybettiklerini geri alma yolları savaş olarak gösterilmiştir. İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda bakara s. içinde geçen talut ve calut kıssasında bunun örneğinin yaşanarak nasıl hayata geçirildiği anlatılmaktadır.
Maide s. 20-26. ayetlerde savaşmak sureti ile elde edilmesi şartı konulan bir şehre girmek için gerekli olan şartı yerine getirmeyerek emre isyan edenlerin o şehre giremeyerek başıboş ve dağınık bir halde yeryüzüne dağıtıldığını anlatılmaktadır. Bu ve benzeri olaylardan çok iyi ders çıkaran israiloğulları kendi hakları olduğu iddia ettikleri ve üzerinde müslümanların yaşadıkları toprakları geri almanın yolunun kendilerinin savaşmasından geçtiğini anlamışlar ve bu anlayışlarını yıllardır acımasızca tatbik ederek müslümanlara kan kusturmaktadır.
Şimdi gelelim maide s. 20-26. ayetlerini Musa as ve israiloğulları adlarını bir tarafa bırakarak bugün nazil olmuş şeklinde bir okumaya.
"Mukaddes arz" olarak bahsedilen yerde yaşayanları israiloğulları olarak , başlarında elçileri olan insanları müslümanlar olarak görüp bu ayetlerin bize ne ifade ettiğini , bizlerin bu ayetlere karşı tutumumuzu şöyle bir hatırlayalım. 1948 yılından beri işgal ettiği topraklarda acımasızca insanları katleden israiloğullarının bu zulmünün önlenme yolu savaşarak onları çıkarmaktan geçtiğini arz üzerinde cari olan kurallardan anlamaktayız.
İsrailoğullarını o topraklardan çıkarmanın yolu savaşmak olduğunu öğrenmemize rağmen, dün israiloğullarının elçilerine söyledikleri sözü kal dili ile söylememiş olsakta hal dili ile bugün aynısını söylemekteyiz. Bizim yerimize Allah cc nin savaşarak israiloğullarının zulmünün önlenmesi için ellerimizi mümkün olduğu kadar yükseğe , seslerimizi mümkün olduğunca gür çıkarmamıza rağmen bu yardımın gelmemesi bizlerin bir yerlerde yanlış yaptığımızı hatırlatması gerekmektedir.
Halbuki ayetleri çok dikkatli okuduğumuz zaman Allah cc nin savaşması gibi bir durum asla sözkonusu olmaz ve olmayacaktır, böyle bir istekte bulunan israiloğullarının akıbeti yıllarca bölük börçük bir yaşantıya mahkum edilmiş olmaları bizlere ders olmamış bugünkü halimizin sebebini kendimizin israiloğullarına denk bir savaş gücü oluşturmayarak sadece gökten gelecek olan yardıma bel bağlamış olmamızda yattığını görmez olmuşuz.
Aynı israiloğulları geçmişlerinden ders çıkararak düşman olarak gördükleri müslümanlara galebe çalmanın yolunun Allah cc nin değil , kendilerinin savaşması olduğunu anlamışlar ve bu anlayışlarını tatbik sahasına dökerek başarılı olmuşlardır. Müslümanlar Allah cc nin kendilerine rehber olarak gönderdiği kitap içindeki kıssaları köy kahvelerinde okunası şeyler yada hayata herhangi bir mesajı olmayan mecazi anlatımlar bellemiş ibret alınacak gözü ile bakmayıp , özellikle israiloğulları ile ilgili anlatımların sadece onların ne menem bir kavim olduğunu anlatan ayetler zannedip onlara lanet okuma fırsatı verdiği zannı uyanmış onların yaptıklarının aynını bizlerinde yaptığı zaman aynı lanete bizlerinde uğrayacağı akla bile gelmemiştir.
Dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun zalimlerin , bertaraf edilme yolu mazlumlarında savaşarak onlara karşı koymalarından geçmektedir. Bugün başta filistinde yaşananlar olmak üzere israiloğullarının yaptığı okumayı bizler yapmış olsaydık ibret alınası ayetler olduğunu görür ve onların hal ve kal diliyle dediğini bizler hal dili ile söylemez ve her gün çoluk çocuk kadın erkek demeden öldürülen insanlara seyirci kalmazdık. Bedir harbinde sahabenin "biz sana israiloğullarının Musa ya dediği gibi sen ve rabbin gidin savaşın demeyeceğiz" demesi sonucunda yapılan savaşta gelen galibiyetin nasıl gelmiş olabileceği düşünülmeli ve bedir harbi sadece yaşanmış bitmiş bir harp olarak görülmemelidir.
Ramazan ayı olması münasebeti ile filistinde yapılan zulme karşı çıkma adına bazı hocaların "yetiş yaaa Muhammed" türünden sözlerle mezardaki bir ölüden yardım umma şirkine düşmüş olmaları işin vehametini gözler önüne sermektedir. Varsayalımki Muhammed as mezarından kalktı ve aramıza geldi , yapacağı ilk iş müslümanlara Allah cc nin arz üzerinde cari olan kurallarını hatırlatarak sadece kendisinin değil topyekün bir savaş ile bu zulmün ortadan kaldırılacağını söyleyecek olsa ki muhakkak böyle diyecektir, "yetiş yaaa Muhammed" diyen sayın hocalar en önce kaçacak delik arayacaklar ve bir çok medeni ayet örneğinde gördüğümüz gibi ya evlerini ya işlerini ya çocuklarını bahane ederek sıvışma yollarını arayacaklardır.
Sonuç olarak; maide s. 20-26. ayetler arası yaşanmışlık içinden örnekler vererek , zulme karşı nasıl durulacağının şartlarını ,eğer bu şartlara riayet edilmezse zulmün devam edeceğinin mesajı veren ayetler olarak okunması gereken ayetlerdir. Dün israiloğullarının başlarından geçenler anlatılarak, bugün müslümanların karşısında oldukları bu sorunun aşılması için ne yapılması gerektiği öğreten ayetlerden örnek bir ayet gurubu olan bu ayetler, biz müslümanların sadece yaşanmış bitmiş masallar olarak görmeden bizlere yol haritası olduğu olarak okunmasını beklemektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kur'anı hayat içindeki geçenlerden örnekler veren , muhataplarına başlarına gelecek olan olaylarda onlara yol gösteren bir kitap olarak okumak gerektiğini her defasında dile getirmeye çalışmaktayız. Maide s. 20-26. arasına baktığımız zaman arz üzerindeki işleyişin nasıl yürüdüğünü görmekteyiz, olayın sadece israiloğulları ile ilgili olarak bir yaşanmışlık şeklinde görmeyip sünnetullahın nasıl tecelli edeceğinin koordinatlarının verilmesi olarak okunduğu zaman bizlere çok önemli mesajlar verdiği görülecektir.
[005.020] Musa kavmine şöyle demişti: «Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. O, içinizden nebiler çıkardı. Sizi hükümdarlar yaptı. Ve âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.»
[005.021] «Ey kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz.»
[005.022] Onlar şu cevabı verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.
[005.023] Korkanların içinden Allah'ın kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.
[005.024] «Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız» dediler.
[005.025] Musa: «Ey Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum, artık bizimle bu fâsık kavmin arasını ayır» dedi.
[005.026] Allah dedi ki; «Kırk yıl boyunca orası onlara yasaklandı. Bu süre içinde orada burada şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Yoldan çıkmış bu kavim için sakın üzülme.
Maide s. 20-26. ayet mealleri bu şekildedir , ayetlere baktığımızda Allah cc nin israiloğullarına yazmış olduğu ancak içinde çıkarılması gereken bir topluluk olan şehre girmek için savaşmak istemedikleri , sen ve rabbin gidin savaşın " diyerek elçilerini yarı yolda bıraktıkları görülmektedir.
Ayetleri sadece yaşandığı zaman ve mekan içinde alarak, bahsedilen mukaddes yerin neresi olduğu gibi yorumlardan ziyade aynı olayın bugün bizler tarafından nasıl yaşandığı üzerinde düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız. Ayetlerin tefsiri gibi bir kaygıdan çok bu ayetler bugün bize ne anlatıyor , müslümanlar olarak okuduğumuz bu metinler nasıl canlı bir metin olur şeklinde kaygılarla ayetlere yaklaşacağız.
Hakları zalimlerin ellerinden alınan mazlumların bu haklarını geri alma yollarından birisi savaşarak geri almak şeklinde olduğu dünyanın bir gerçeğidir. Kur'an bu konu ile ilgili olarak bir çok ayette bilgi vermekte , evlerinden yurtlarından çıkarılan insanların kaybettiklerini geri alma yolları savaş olarak gösterilmiştir. İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda bakara s. içinde geçen talut ve calut kıssasında bunun örneğinin yaşanarak nasıl hayata geçirildiği anlatılmaktadır.
Maide s. 20-26. ayetlerde savaşmak sureti ile elde edilmesi şartı konulan bir şehre girmek için gerekli olan şartı yerine getirmeyerek emre isyan edenlerin o şehre giremeyerek başıboş ve dağınık bir halde yeryüzüne dağıtıldığını anlatılmaktadır. Bu ve benzeri olaylardan çok iyi ders çıkaran israiloğulları kendi hakları olduğu iddia ettikleri ve üzerinde müslümanların yaşadıkları toprakları geri almanın yolunun kendilerinin savaşmasından geçtiğini anlamışlar ve bu anlayışlarını yıllardır acımasızca tatbik ederek müslümanlara kan kusturmaktadır.
Şimdi gelelim maide s. 20-26. ayetlerini Musa as ve israiloğulları adlarını bir tarafa bırakarak bugün nazil olmuş şeklinde bir okumaya.
"Mukaddes arz" olarak bahsedilen yerde yaşayanları israiloğulları olarak , başlarında elçileri olan insanları müslümanlar olarak görüp bu ayetlerin bize ne ifade ettiğini , bizlerin bu ayetlere karşı tutumumuzu şöyle bir hatırlayalım. 1948 yılından beri işgal ettiği topraklarda acımasızca insanları katleden israiloğullarının bu zulmünün önlenme yolu savaşarak onları çıkarmaktan geçtiğini arz üzerinde cari olan kurallardan anlamaktayız.
İsrailoğullarını o topraklardan çıkarmanın yolu savaşmak olduğunu öğrenmemize rağmen, dün israiloğullarının elçilerine söyledikleri sözü kal dili ile söylememiş olsakta hal dili ile bugün aynısını söylemekteyiz. Bizim yerimize Allah cc nin savaşarak israiloğullarının zulmünün önlenmesi için ellerimizi mümkün olduğu kadar yükseğe , seslerimizi mümkün olduğunca gür çıkarmamıza rağmen bu yardımın gelmemesi bizlerin bir yerlerde yanlış yaptığımızı hatırlatması gerekmektedir.
Halbuki ayetleri çok dikkatli okuduğumuz zaman Allah cc nin savaşması gibi bir durum asla sözkonusu olmaz ve olmayacaktır, böyle bir istekte bulunan israiloğullarının akıbeti yıllarca bölük börçük bir yaşantıya mahkum edilmiş olmaları bizlere ders olmamış bugünkü halimizin sebebini kendimizin israiloğullarına denk bir savaş gücü oluşturmayarak sadece gökten gelecek olan yardıma bel bağlamış olmamızda yattığını görmez olmuşuz.
Aynı israiloğulları geçmişlerinden ders çıkararak düşman olarak gördükleri müslümanlara galebe çalmanın yolunun Allah cc nin değil , kendilerinin savaşması olduğunu anlamışlar ve bu anlayışlarını tatbik sahasına dökerek başarılı olmuşlardır. Müslümanlar Allah cc nin kendilerine rehber olarak gönderdiği kitap içindeki kıssaları köy kahvelerinde okunası şeyler yada hayata herhangi bir mesajı olmayan mecazi anlatımlar bellemiş ibret alınacak gözü ile bakmayıp , özellikle israiloğulları ile ilgili anlatımların sadece onların ne menem bir kavim olduğunu anlatan ayetler zannedip onlara lanet okuma fırsatı verdiği zannı uyanmış onların yaptıklarının aynını bizlerinde yaptığı zaman aynı lanete bizlerinde uğrayacağı akla bile gelmemiştir.
Dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun zalimlerin , bertaraf edilme yolu mazlumlarında savaşarak onlara karşı koymalarından geçmektedir. Bugün başta filistinde yaşananlar olmak üzere israiloğullarının yaptığı okumayı bizler yapmış olsaydık ibret alınası ayetler olduğunu görür ve onların hal ve kal diliyle dediğini bizler hal dili ile söylemez ve her gün çoluk çocuk kadın erkek demeden öldürülen insanlara seyirci kalmazdık. Bedir harbinde sahabenin "biz sana israiloğullarının Musa ya dediği gibi sen ve rabbin gidin savaşın demeyeceğiz" demesi sonucunda yapılan savaşta gelen galibiyetin nasıl gelmiş olabileceği düşünülmeli ve bedir harbi sadece yaşanmış bitmiş bir harp olarak görülmemelidir.
Ramazan ayı olması münasebeti ile filistinde yapılan zulme karşı çıkma adına bazı hocaların "yetiş yaaa Muhammed" türünden sözlerle mezardaki bir ölüden yardım umma şirkine düşmüş olmaları işin vehametini gözler önüne sermektedir. Varsayalımki Muhammed as mezarından kalktı ve aramıza geldi , yapacağı ilk iş müslümanlara Allah cc nin arz üzerinde cari olan kurallarını hatırlatarak sadece kendisinin değil topyekün bir savaş ile bu zulmün ortadan kaldırılacağını söyleyecek olsa ki muhakkak böyle diyecektir, "yetiş yaaa Muhammed" diyen sayın hocalar en önce kaçacak delik arayacaklar ve bir çok medeni ayet örneğinde gördüğümüz gibi ya evlerini ya işlerini ya çocuklarını bahane ederek sıvışma yollarını arayacaklardır.
Sonuç olarak; maide s. 20-26. ayetler arası yaşanmışlık içinden örnekler vererek , zulme karşı nasıl durulacağının şartlarını ,eğer bu şartlara riayet edilmezse zulmün devam edeceğinin mesajı veren ayetler olarak okunması gereken ayetlerdir. Dün israiloğullarının başlarından geçenler anlatılarak, bugün müslümanların karşısında oldukları bu sorunun aşılması için ne yapılması gerektiği öğreten ayetlerden örnek bir ayet gurubu olan bu ayetler, biz müslümanların sadece yaşanmış bitmiş masallar olarak görmeden bizlere yol haritası olduğu olarak okunmasını beklemektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
13 Temmuz 2014 Pazar
Enfal s. 12. Ayeti ve Meleklerin Yardımının Nasıllığı
Kur'an yaşanmışlık içinden canlı örnekler sunarak, aynı olaylar başımıza geldiği zaman nasıl davranmamız gerektiği konusunda bizlere hatırlatmalar içeren bir kitaptır. Bakara s. 251 , hacc s. 40. ayetlerine baktığımız zaman "Allah'ın bir kısım insanı diğer insanların eliyle defetmesi" şeklinde bir sünnet koyduğunu görmekteyiz. Bu sünnet zulme uğrayan insanların , bu zulümden kurtulmak için zalimlere güç ile karşı koyması şeklinde yerine gelmektedir. Allah cc nin gücü ve kudreti zalimlerin topunu anında helak etmeye elbette yeter ama yine koymuş olduğu sünnet gereği belirli bir günün vaktine kadar ertelemesi bizlerin o zalimlerin yaptıkları zulmün o zamana kadar ertelememiz anlamına gelmemelidir,aksi takdirde o zalimler meydanı boş bularak bizleri ortadan kaldırmak için ellerinden geleni arkalarına koymayacaklardır, yaşadığımız günlerde olan olaylar bunun en bariz örneğidir.
Bedir ve uhud harbi tarihimizde önemli harplerden ikisi olup bu savaşlar öncesi ve sonrası durum değerlendirmeleri sayılabilecek ayetler al-i imran ve enfal surelerinde mevcuttur. Bu savaşlar ile ilgili anlatılan ayetler bizler için birer örneklik olup , aynı hal ile hallendiğimiz zaman nasıl davranmamız gerektiğini anlatmaktadır. Bu savaşlar ile ilgili yaklaşımlara baktığımız zaman şahsi kahramanlıkların öne çıkarılıp birer masal mesabesine indirgendiği ve gelecek için herhangi bir örnekliği olup olmadığı akla bile getirilmediği görülecektir.
Bedir ve uhud harbi , kurala bağlanmış olan Allah cc nin yardımının nasıl tezahür edeceğinin gerçek hayat içinde yaşanmış canlı birer örnekleridir. Bedir de galibiyet için gerekli olan kurallara riayet eden taraf müslümanlar , uhud da galibiyet için gerekli olan şartlara riayet eden müşriklerdir. Allah cc nin cari olan sünneti oyunu kuralına göre oynayan üzerinde gerçekleşmiştir.
Zalimlerden kurtulmak için onlara aynı güç ile mukabele emri yine bizlere rabbimizin emri olup(enfal s. 60) bunun dışında bir yol bizleri galibiyete taşımayacaktır. Bedir harbi ile ilgili ayetlere baktığımız zaman meleklerin yardımı ile ilgili ayetlerin tefsirlerinde gelen meleklerin resmen savaştıkları şeklinde yaklaşımlar görmekle birlikte , bu yaklaşımları kabul etmeyenleri de görmekteyiz.
Meleklerin resmen savaşa dahil olarak müşrik ordusunu yenmiş olması düşüncesi biraz daha ağır basarak kabul görmüş , hala böyle melekler beklenerek düşmanlarımızı yerle bir etmesi beklenir olmuştur. Çanakkale , kıbrıs gibi harplerde bırakın melekleri , evliya adı verilen kişilerin , urfadaki balıkların bile savaştıkları efsaneleri hatırlanacak olursa hali pür melalimiz ortaya çıkacaktır.
[008.009] Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz. O, «Ben size, birbiri peşinden bin melekle yardım ederim» diye cevap vermişti.
[008.010] Allah bunu ancak bir müjde olması ve kalblerinizin yatışması için yapmıştı. Yardım ancak Allah katındandır. Doğrusu Allah güçlüdür, hakimdir.
[008.011] O zaman size -tarafından bir güven olmak üzere- bir uyku sardırıyordu ve üzerinize gökten su indiriyordu ki, bununla sizi temizlesin, şeytanın murdarlığını sizden gidersin, kalplerinize güç versin ve bununla ayaklarınızı sağlamlaştırsın! Allah
[008.012] Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun onların boyunları üstüne, vurun her parmağına» dedi.
Enfal s. 12. ayetini tek olarak okuduğumuz zaman meleklerin resmen savaşa dahil oldukları gibi bir anlayış hasıl olmaktadır , ancak olaya bütünlük içinde baktığımız zaman meleklerin inerek savaşa dahil olmaları mümkün görülmemekte , aksine mü'minlerin gayreti ile bu savaşta galibiyetin geleceği anlaşılmaktadır.
Al-i imran s. 124-125-126. ayetlerinde uhud harbi ile ilgili olarak melekler ile yardım vaadi görülmektedir , ancak uhud harbi bilindiği gibi yenilgi ile sonuçlanmıştır. Bedir de melekler ile yardım edilipte uhud da melekler ile yardım edilmemesini nasıl izah edebiliriz?. İzahı zor değildir , kur'an geneline bakıp Allah cc nin yardımının nasıl yerine geldiğini görebilirsek bunu da bu şekilde izah edip, meleklerin elinde kılıç ile değil insanların gayreti ile olduğu görülecektir.
Enfal s. 11. ayetine baktığımız zaman , gökten su indirilerek mü'minlerin temizlenmesi , şeytanın murdarlığının giderilmesi anlatılmaktadır, bunun ne anlama gelebileceğini anladıktan sonra 12. ayetin anlaşılması kolaylaşacaktır. Coğrafi yapı itibarı ile sıcak bir iklime sahip olan bölgede insanların en büyük ihtiyacı su dur. Allah cc gökten yağmur şeklinde su indirerek müslüman ordusunu bedenen güçlendirmiş , yağmurun havayı serinletmiş olması ve sıcak iklimin insana verdiği rehaveti ortadan kaldırması müslüman ordusu için büyük avantaj olmuş , böyle bir yardımın tesadüfi olmadığını Allah cc den istedikleri yardımın karşılığı olduğunu anlayan müslümanlar düşman ordusuna canla başla saldırmışlar ve sonucunda galip gelmişlerdir.
Yağan yağmurun müslüman ordusu üzerindeki olumlu etkisi "şeytanın murdarlığını sizden gidersin" şeklinde bir cümle ile ifade edilerek, kötülüğün simgesi olarak kur'anda gördüğümüz şeytanın etkisinin orduya rehavet ,üşengeçlik , bıkkınlık gibi etkilerden yağan yağmur ile kurtulmaları , o yağmurun orduya çeviklik ve dinamiklik kazandırdığı anlatılır.
Kur'an Allah cc nin bir çok ayette vermiş olduğu yardım vaadinin sadece iddia sadedinde değil , ispatlı olarak hak edenlerin üzerine indirildiğini anlatmak için melekler şeklinde bir ifade kullanır. Bedir günü yağan yağmur , galibiyeti arzu eden tarafın bu arzuları rablerine bildirmelerinin karşılığı olarak yardım isteklerinin karşılığı olarak yağmış , ve bu yağmuru avantaja dönüştüren ordu büyük bir moral desteği kazanmış , düşman ordusuna galebe çalmıştır.
Bedirdeki müslüman ordusu , Allah melek indireceğim sözü verdi hani melekler biz yağmuru ne edelim" diyerek gökten kendileri yerine savaşacak bir ordu asla beklememiş olmaları bizlere örnek olmamış , merhum Akif'in deyimiyle " çekip kumandası altında ordu ordu melek , senin hesabına küffarı haksar edecek" beklentisi içine düşer olmuşuz.
Kur'anın bir hayat rehberi , yaşanmış olayları anlatmasındaki amacın sonrakilere ibret olması gibi bir okuma metodu ile değil masal kitabı okur gibi okumamız sonucu , kişisel kahramanlıklar öne geçmiş , hz alinin cenkleri , kesikbaş hikayeleri ümmeti uyuşturarak böyle efsanevi kahramanlar beklenir olmuş gelmeyincede, "gelene kadar bekleriz" acziyetine düşülmüş ve bu bekleyiş kıyamete kadar sürse de asla gerçekleşmeyecektir.
Yukardaki ayetler bedir harbi sonrası inmiş olup ,savaş sonrası durum değerlendirmesi olarak okunabilecek ayetlerdir. Allah cc nin meleklere vahyederek "ben sizinleyim inananları destekleyin" şeklindeki emrini hiçbir sahabe "acaba melekler inip bizim yanımızdamı savaştı" diye sormamıştır, savaş öncesi inen yağmur Allah cc nin yardımı olarak görülmüş ve bu yağmurun kendilerine büyük bir avantaj olduğunu iyi anlayarak bu avantajı kullanmışlardır.
Allah cc nin melek olarak vasfettiği şey müslümanlar üzerine yağan yağmur olup bu yağmurun üzerlerindeki etkisi ile daha dinç hale gelen müslümanlar kafirlerin boyunlarına ve parmak uçlarına vurarak onları mağlub etmişlerdir. Savaş sonrası inen ayetler bu yağmurun yardımın bir karşılığı olduğunu anlatmaktadır, gelelim bugüne;
Allah cc nin , insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile defetme sünneti kıyamete kadar baki kalacak bir sünnettir ve bu sünnet bizlerin bu günkü zulum ve baskılardan kurtulmamız içinde geçerlidir. Allah cc hiç bir zaman savaşmak için kendi ordusunu göndermeyeceğine göre bizler zulüm ve baskıdan kurtulmak için onun tarafından koyulmuş olan kurallara uyarak düşman ordusuna galebe çalmamız gerekmektedir. Düşmanın tankına , topuna , uçağına karşı sadece iman gücü ile savaşmak maalesef para etmeyip bunun örneklerini acı bir şekilde yaşamaktayız.
Sonuç olarak ; enfal s. 12. ayetinin başta rivayetler kanalı ile yanlış anlaşılmasının arkasından rehavete düşen islam dünyası , israiloğullarından örnek alarak kendi yerlerine Allah cc nin gökten melekler indirmesi beklemeye devam etmektedirler. Aynı israiloğullarını bugün örnek almanın daha doğru olduğunu düşünerek, onların müslümanlara galebe çalmak için Allah cc nin savaşmasını beklemeyerek güçlü savaş araçları ile bu işi yapmaları, bugün bize örnek olması gerekirken Musa as a yaptıklarını bugün bizlerin yapar olması onların bu hareketleri karşısında başlarına gelenlerden ibret aldırmamaktadır. Allah cc ne bedir ve uhud ne başka bir yerde melek indirip savaştırmamış , savaşı yarattığı insanlar üzerine farz kılmıştır. İnsanlık içinde bulunduğu fesad ve zulümden kurtulmak için zalimlere baş kaldırıp güç ile savaşmadıkları müddetçe hiç bir zaman kurtuluşun gelmeyeceği bilinmelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Bedir ve uhud harbi tarihimizde önemli harplerden ikisi olup bu savaşlar öncesi ve sonrası durum değerlendirmeleri sayılabilecek ayetler al-i imran ve enfal surelerinde mevcuttur. Bu savaşlar ile ilgili anlatılan ayetler bizler için birer örneklik olup , aynı hal ile hallendiğimiz zaman nasıl davranmamız gerektiğini anlatmaktadır. Bu savaşlar ile ilgili yaklaşımlara baktığımız zaman şahsi kahramanlıkların öne çıkarılıp birer masal mesabesine indirgendiği ve gelecek için herhangi bir örnekliği olup olmadığı akla bile getirilmediği görülecektir.
Bedir ve uhud harbi , kurala bağlanmış olan Allah cc nin yardımının nasıl tezahür edeceğinin gerçek hayat içinde yaşanmış canlı birer örnekleridir. Bedir de galibiyet için gerekli olan kurallara riayet eden taraf müslümanlar , uhud da galibiyet için gerekli olan şartlara riayet eden müşriklerdir. Allah cc nin cari olan sünneti oyunu kuralına göre oynayan üzerinde gerçekleşmiştir.
Zalimlerden kurtulmak için onlara aynı güç ile mukabele emri yine bizlere rabbimizin emri olup(enfal s. 60) bunun dışında bir yol bizleri galibiyete taşımayacaktır. Bedir harbi ile ilgili ayetlere baktığımız zaman meleklerin yardımı ile ilgili ayetlerin tefsirlerinde gelen meleklerin resmen savaştıkları şeklinde yaklaşımlar görmekle birlikte , bu yaklaşımları kabul etmeyenleri de görmekteyiz.
Meleklerin resmen savaşa dahil olarak müşrik ordusunu yenmiş olması düşüncesi biraz daha ağır basarak kabul görmüş , hala böyle melekler beklenerek düşmanlarımızı yerle bir etmesi beklenir olmuştur. Çanakkale , kıbrıs gibi harplerde bırakın melekleri , evliya adı verilen kişilerin , urfadaki balıkların bile savaştıkları efsaneleri hatırlanacak olursa hali pür melalimiz ortaya çıkacaktır.
[008.009] Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz. O, «Ben size, birbiri peşinden bin melekle yardım ederim» diye cevap vermişti.
[008.010] Allah bunu ancak bir müjde olması ve kalblerinizin yatışması için yapmıştı. Yardım ancak Allah katındandır. Doğrusu Allah güçlüdür, hakimdir.
[008.011] O zaman size -tarafından bir güven olmak üzere- bir uyku sardırıyordu ve üzerinize gökten su indiriyordu ki, bununla sizi temizlesin, şeytanın murdarlığını sizden gidersin, kalplerinize güç versin ve bununla ayaklarınızı sağlamlaştırsın! Allah
[008.012] Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun onların boyunları üstüne, vurun her parmağına» dedi.
Enfal s. 12. ayetini tek olarak okuduğumuz zaman meleklerin resmen savaşa dahil oldukları gibi bir anlayış hasıl olmaktadır , ancak olaya bütünlük içinde baktığımız zaman meleklerin inerek savaşa dahil olmaları mümkün görülmemekte , aksine mü'minlerin gayreti ile bu savaşta galibiyetin geleceği anlaşılmaktadır.
Al-i imran s. 124-125-126. ayetlerinde uhud harbi ile ilgili olarak melekler ile yardım vaadi görülmektedir , ancak uhud harbi bilindiği gibi yenilgi ile sonuçlanmıştır. Bedir de melekler ile yardım edilipte uhud da melekler ile yardım edilmemesini nasıl izah edebiliriz?. İzahı zor değildir , kur'an geneline bakıp Allah cc nin yardımının nasıl yerine geldiğini görebilirsek bunu da bu şekilde izah edip, meleklerin elinde kılıç ile değil insanların gayreti ile olduğu görülecektir.
Enfal s. 11. ayetine baktığımız zaman , gökten su indirilerek mü'minlerin temizlenmesi , şeytanın murdarlığının giderilmesi anlatılmaktadır, bunun ne anlama gelebileceğini anladıktan sonra 12. ayetin anlaşılması kolaylaşacaktır. Coğrafi yapı itibarı ile sıcak bir iklime sahip olan bölgede insanların en büyük ihtiyacı su dur. Allah cc gökten yağmur şeklinde su indirerek müslüman ordusunu bedenen güçlendirmiş , yağmurun havayı serinletmiş olması ve sıcak iklimin insana verdiği rehaveti ortadan kaldırması müslüman ordusu için büyük avantaj olmuş , böyle bir yardımın tesadüfi olmadığını Allah cc den istedikleri yardımın karşılığı olduğunu anlayan müslümanlar düşman ordusuna canla başla saldırmışlar ve sonucunda galip gelmişlerdir.
Yağan yağmurun müslüman ordusu üzerindeki olumlu etkisi "şeytanın murdarlığını sizden gidersin" şeklinde bir cümle ile ifade edilerek, kötülüğün simgesi olarak kur'anda gördüğümüz şeytanın etkisinin orduya rehavet ,üşengeçlik , bıkkınlık gibi etkilerden yağan yağmur ile kurtulmaları , o yağmurun orduya çeviklik ve dinamiklik kazandırdığı anlatılır.
Kur'an Allah cc nin bir çok ayette vermiş olduğu yardım vaadinin sadece iddia sadedinde değil , ispatlı olarak hak edenlerin üzerine indirildiğini anlatmak için melekler şeklinde bir ifade kullanır. Bedir günü yağan yağmur , galibiyeti arzu eden tarafın bu arzuları rablerine bildirmelerinin karşılığı olarak yardım isteklerinin karşılığı olarak yağmış , ve bu yağmuru avantaja dönüştüren ordu büyük bir moral desteği kazanmış , düşman ordusuna galebe çalmıştır.
Bedirdeki müslüman ordusu , Allah melek indireceğim sözü verdi hani melekler biz yağmuru ne edelim" diyerek gökten kendileri yerine savaşacak bir ordu asla beklememiş olmaları bizlere örnek olmamış , merhum Akif'in deyimiyle " çekip kumandası altında ordu ordu melek , senin hesabına küffarı haksar edecek" beklentisi içine düşer olmuşuz.
Kur'anın bir hayat rehberi , yaşanmış olayları anlatmasındaki amacın sonrakilere ibret olması gibi bir okuma metodu ile değil masal kitabı okur gibi okumamız sonucu , kişisel kahramanlıklar öne geçmiş , hz alinin cenkleri , kesikbaş hikayeleri ümmeti uyuşturarak böyle efsanevi kahramanlar beklenir olmuş gelmeyincede, "gelene kadar bekleriz" acziyetine düşülmüş ve bu bekleyiş kıyamete kadar sürse de asla gerçekleşmeyecektir.
Yukardaki ayetler bedir harbi sonrası inmiş olup ,savaş sonrası durum değerlendirmesi olarak okunabilecek ayetlerdir. Allah cc nin meleklere vahyederek "ben sizinleyim inananları destekleyin" şeklindeki emrini hiçbir sahabe "acaba melekler inip bizim yanımızdamı savaştı" diye sormamıştır, savaş öncesi inen yağmur Allah cc nin yardımı olarak görülmüş ve bu yağmurun kendilerine büyük bir avantaj olduğunu iyi anlayarak bu avantajı kullanmışlardır.
Allah cc nin melek olarak vasfettiği şey müslümanlar üzerine yağan yağmur olup bu yağmurun üzerlerindeki etkisi ile daha dinç hale gelen müslümanlar kafirlerin boyunlarına ve parmak uçlarına vurarak onları mağlub etmişlerdir. Savaş sonrası inen ayetler bu yağmurun yardımın bir karşılığı olduğunu anlatmaktadır, gelelim bugüne;
Allah cc nin , insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile defetme sünneti kıyamete kadar baki kalacak bir sünnettir ve bu sünnet bizlerin bu günkü zulum ve baskılardan kurtulmamız içinde geçerlidir. Allah cc hiç bir zaman savaşmak için kendi ordusunu göndermeyeceğine göre bizler zulüm ve baskıdan kurtulmak için onun tarafından koyulmuş olan kurallara uyarak düşman ordusuna galebe çalmamız gerekmektedir. Düşmanın tankına , topuna , uçağına karşı sadece iman gücü ile savaşmak maalesef para etmeyip bunun örneklerini acı bir şekilde yaşamaktayız.
Sonuç olarak ; enfal s. 12. ayetinin başta rivayetler kanalı ile yanlış anlaşılmasının arkasından rehavete düşen islam dünyası , israiloğullarından örnek alarak kendi yerlerine Allah cc nin gökten melekler indirmesi beklemeye devam etmektedirler. Aynı israiloğullarını bugün örnek almanın daha doğru olduğunu düşünerek, onların müslümanlara galebe çalmak için Allah cc nin savaşmasını beklemeyerek güçlü savaş araçları ile bu işi yapmaları, bugün bize örnek olması gerekirken Musa as a yaptıklarını bugün bizlerin yapar olması onların bu hareketleri karşısında başlarına gelenlerden ibret aldırmamaktadır. Allah cc ne bedir ve uhud ne başka bir yerde melek indirip savaştırmamış , savaşı yarattığı insanlar üzerine farz kılmıştır. İnsanlık içinde bulunduğu fesad ve zulümden kurtulmak için zalimlere baş kaldırıp güç ile savaşmadıkları müddetçe hiç bir zaman kurtuluşun gelmeyeceği bilinmelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
12 Temmuz 2014 Cumartesi
İsrail , Müslümanlar ve Demiri Kullanmanın Önemi
Batılıların gayretleri 1948 yılında kurulan İsrail'in o günden bu yana yerini sağlamlaştırmak amacı ile işgal ve şiddet merkezli eylemler içinde Müslümanlara kan kusturmaktan geri kalmadığı malumdur. Bu yazının yazıldığı anda bile Gazze üzerine bombalar yağmakta, masum insanlar ölmektedir. Bizlerin, İsrail'in yaptığı bu zulme karşılık olarak sadece protesto ve beddua faaliyetlerinden başka bir şeyin elimizden gelmemesi, ve bunun Gazze'ye herhangi bir faydası olmaması karşısında, "Neden bunlar başımıza geliyor?" sorusunu sorup, takkemizi sarığımızı önümüze alıp düşünmemiz gerekmektedir.
Davud yıldızı, bilindiği gibi İsrail bayrağının sembolüdür , Davud as ın Kur'an'da anlatılan kıssasına baktığımız zaman, onun askeri bir deha olduğu karşımıza çıkmaktadır. Davud as , Talut ordusunda bir askerdir, Calut'u öldürerek büyük bir iş başarmış, ve bu başarısı karşısında Allah cc ona mülk, hikmet, nübüvvet vermiştir (bakara s. 251). Rivayet o dur ki Davud as Calut'u sapan taşı ile öldürmüştür.
Davud as ın Kur'an'da anlatılan kıssasına baktığımız zaman onun demiri işleyerek savaş sanatında kullandığı anlatılmaktadır. Davud as elindeki bu askeri gücü insanları ve tabiatı ifsat etmek için asla kullanmamış , aksine Rabbinin ona verdiği bu gücü hak yolda kullanarak güç sahiplerine örnek olmuştur.
[057.025] Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.
Hadid s. 25. ayetine baktığımız zaman ayet içinde KİTAB-MİZAN-DEMİR şeklinde, 3 kelime göze çarpmaktadır. Bu üç kelime saç ayağı mesabesinde olup, birbirinden asla ayrılmadan okunması gerekmektedir. Okumadan kastımız tabi ki dil ile zikretmek anlaşılmamalı, bu kelimelerin içleri doldurularak hayat içindeki işlevi yerine getirilmelidir. Oku emrini yanlış anlayıp sadece yazılı bir metinden okumayı anlayıp, okuduğumuz yazılı metindeki ayetleri bile hakkı ile okuyamadığımız için kur'an sevap makinesine dönüşmüş bir kitap kalacak, ve bize hayat içindeki olayları okumayarak, ona göre tedbirler alma şeklindeki emirleri göz ardı edilecektir.
İsraile baktığımız zaman, Davud as ı örnek aldığını onun sembolu olan Davud yıldızını bayrağına sembol yapmasından anlamaktayız. İsrail Allah cc nin kevni ayetlerini okuyarak, özellikle demir ayetini okuyarak, bugün Müslümanlar üzerinde acımasızca kullandığı askeri gücünü elde etmiştir. Ancak DEMİRİ tek taraflı olarak okuması sonucu KİTAB- MİZAN ikilisini arkaya atmış ve bu güç İsrail'in elinde zulüm ve fesat için kullanılır olmuştur. Hadid s. 25. ayetinde geçen 3 unsurun birbirinden ayrılmadan okunması gerektiği, maalesef İsrail örneğinde çok acı örnekleri ile ortaya çıkmıştır.
Aynı elçiye biz Müslümanlarda iman etmekteyiz , ancak Davud as ın demiri kullanarak nasıl bir güç elde ettiği ve bu gücü nasıl kullandığı gibi bir okuma modeli geliştirmekten yoksun olarak sadece sesinin güzelliği üzerinde durarak asıl mesajı ötelemiş olmamız, bu günkü zelil duruma düşmüş olmamızdan anlaşılmaktadır.
Müslümanlar Davud as ın calutu sapan taşı ile öldürmesini örnek alarak , israilin davud as ı örnek alarak yapmış oldukları güçlü savaş araçlarına karşı koymaya çalışması aslında bizim acziyetimizin , israil ve müslümanların Davud as ı okumadaki farklılıklarının bir göstergesidir.
Hadid s. 25. ayetinde demirin indirilmiş olması, onun insanların elinde kitap ve mizan ile birlikte şekil almasının ne kadar önemli olduğu, bugün bu gücü elinde bulunduranların tek taraflı bir okuma yapmış olmalarından dolayı, demiri bir zulüm ve fesat aracı haline getirmiş olmasından anlaşılmaktadır. Allah cc nin ayetlerini sadece Muhammed as a inen Kur'an içinde zannedip diğer ayetleri okumayan biz Müslümanlar, Kur'an içindeki ayetleri okumayıp sadece kainat ayetlerini okuyan İsrail, A.B.D gibi zalimlerin elinde mazlum duruma düşürülmüşlerdir.
Allah cc nin Errahman ismi, mü'min kafir ayırt etmeden, yeryüzünde koymuş olduğu kurallara riayet edenlere bu çalışmalarının karşılığını vermesi demek anlamına gelmektedir. Kainat ayetlerini okumak sureti ile çalışan gayret eden İsrail bu çalışmasının karşılığını almış ve bulunduğu topraklar üzerinde güç ve hakimiyet elde etmiştir.
Biz Müslümanlar ise İsrail'in güç ve hakimiyetini bizim üzerimizde acımasızca kullanmasına karşın sadece Allah cc nin yardımını istiyoruz. Ne acıdır ki Allah cc nin koymuş olduğu kurallar gereği çalışana yardım etmesi unutularak el açıp dua etmekle bu yardımın geleceği zannedilir olmuştur. Kur'anda İsrailoğulları üzerinden verilen örneklere baktığımızda, bu örneklerin arz üzerinde cari olan kuralların (Sünnetullah) işleyişinin nasıllığı konusunda bilgi verildiğini ve bu bilgilerden hareketle yardım istenmesi gerektiği anlatılmaktadır.
Maide s. 20-26. ayetler arasına baktığımız İsrailoğullarının kendileri için yazılmış olan yere girmeleri için o yerdeki insanların çıkarılmaları gerekmekteydi. Bu durum bir menfaate sahip olmak için gerekli olan sebepleri yerine getirmenin şart olduğu mesajını vermesine rağmen, onlar karşılık olarak Musa as a "Sen ve rabbin gidin savaşın" demişler, bunun üzerine o şehre giremeden arz üzerinde bölük börçük bir halde zillet içinde yıllarca dolaşmışlardır. Bedir harbinde sahabenin "biz sana İsrailoğulları'nın Musa ya dediği gibi demeyeceğiz" diyerek galibiyet için gerekli olan savaşma şartını yerine getirdikleri, bunun sonunda galibiyetin hak edildiği bilinmektedir.
Bizler dün İsrailoğulları'nın Musa as a dediğini kavli olarak olmasa da fiili olarak söyleyerek, bizim yerimize Allah cc nin savaşmasını istemekte, bu şekilde İsrail'in yerle bir edilmesini beklemekteyiz. Eğer İsrail adlı devletin yaptığı zulüm önlenmek isteniyorsa, kainat içinde geçerli olan kurallar dahilinde hareket ederek KİTAP-MİZAN-DEMİR üçlüsünü birlikte kullanmak sureti ile gücü ele geçirmekten başka bir yol yoktur.
Kitabın ayetlerinden gerekli mesajlar çıkarılmadan okunması neticesinde seçkin kavim inancı İsrailoğullarından bize geçmiş, Müslümanlar olarak Allah cc nin seçkin kulları olduğumuz inancı yerleşerek, istediklerimizin çalışmadan sadece kavli dua ile gerçekleşeceği zannı bizlerde hakim olmuştur. Halbuki aynı İsrailoğulları kendilerinin seçkin kullar olduğunu hiç bir zaman unutmayarak bu seçkin olma düşüncesinin karşılığının, yatarak çalışmadan gökten gelen yardım ile olmayacağını anlayarak, oyunu kuralına göre oynamışlar, ve KİTAP ve MİZAN ikilisini arkalarına atarak, sadece DEMİRi kullanarak acımasız bir güç elde etmişler ve bu gücü nasıl kullanacaklarını beyan eden kitabın emirerine karşı gelerek mazlumlar üzerinde kullanmışlar ve bu gücü acımasızca kullanmaya hala devam etmektedirler.
Bizler oyunu kuralına göre oynamayıp sadece tek taraflı dua ile gökten gelecek yardımı beklediğimiz müddetçe kıyamete kadar bu zelil durumdan asla kurtulamayacağız. Sadece İsraile beddua seansları ile bizim yerimize Allah cc nin savaşmasını bekleyerek günlerimizi geçireceğiz.
Müslümanlar olarak Davud as ın Calutu öldürdüğü rivayet edilen sapan taşı ile İsrail zulmünün bertaraf edileceğini düşünmek, sadece rivayet merkezli din anlayışının eseri olup , Davud as ın demiri işleyip güçlü savaş araçları yapmış olmasından hareketle bizlerin de bu zulmü bertaraf etmek için sapan taşı ile savaşmanın herhangi bir faydası olmayacağı artık öğrenilmelidir. Demir ayetini okuyup onun üzerinde gerekli işlemleri yapmadıkça ve demir zalimlerin elinde kaldığı müddetçe bizlerin hiç bir şekilde bu zulümden kurtulamayacağımız artık bilinmelidir.
Sonuç olarak;Bizlere İsrailoğullarını anlatarak evrensel değişmez kuralların (Sünnetullah)nasıl çalıştığını öğreten kitabımızın bu öğretileri göz ardı edilerek İsrailoğulları sadece lanetli bir kavim olarak görülmüş, ve onların tarih içinde geçirdikleri tecrübeler bizlere örnek olmamış Davud as ın demiri işleyerek güç elde etmesi, ve bu gücü hayırlarda kullanması bizlere örnek olmamış sadece rivayetlerde geçen, sapan taşı ile Calut'u öldürmesi örnek alınmış ve taşla İsrail zulmü önlenebilir sanılır olmuştur. Kitap-mizan ikilisini arkaya atarak, sadece demiri kullanan İsrail, bu gücü fesat ve zulüm haline dönüştürmüş olup, bizlerin bu zulmü beddua ile önleme çalışmaları sonuçsuz kalmış ve sonuçsuz kalmaya devam edecektir. Müslümanlar demiri ellerine geçirip kitap ve mizan ile birleştirip üçlü bir şekilde kullanmaya başlamadan bu zulümler asla arz üzerinde eksik olmayacak ve bizler de bu zulüm altında inlemeye devam edeceğiz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Davud yıldızı, bilindiği gibi İsrail bayrağının sembolüdür , Davud as ın Kur'an'da anlatılan kıssasına baktığımız zaman, onun askeri bir deha olduğu karşımıza çıkmaktadır. Davud as , Talut ordusunda bir askerdir, Calut'u öldürerek büyük bir iş başarmış, ve bu başarısı karşısında Allah cc ona mülk, hikmet, nübüvvet vermiştir (bakara s. 251). Rivayet o dur ki Davud as Calut'u sapan taşı ile öldürmüştür.
Davud as ın Kur'an'da anlatılan kıssasına baktığımız zaman onun demiri işleyerek savaş sanatında kullandığı anlatılmaktadır. Davud as elindeki bu askeri gücü insanları ve tabiatı ifsat etmek için asla kullanmamış , aksine Rabbinin ona verdiği bu gücü hak yolda kullanarak güç sahiplerine örnek olmuştur.
[057.025] Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.
Hadid s. 25. ayetine baktığımız zaman ayet içinde KİTAB-MİZAN-DEMİR şeklinde, 3 kelime göze çarpmaktadır. Bu üç kelime saç ayağı mesabesinde olup, birbirinden asla ayrılmadan okunması gerekmektedir. Okumadan kastımız tabi ki dil ile zikretmek anlaşılmamalı, bu kelimelerin içleri doldurularak hayat içindeki işlevi yerine getirilmelidir. Oku emrini yanlış anlayıp sadece yazılı bir metinden okumayı anlayıp, okuduğumuz yazılı metindeki ayetleri bile hakkı ile okuyamadığımız için kur'an sevap makinesine dönüşmüş bir kitap kalacak, ve bize hayat içindeki olayları okumayarak, ona göre tedbirler alma şeklindeki emirleri göz ardı edilecektir.
İsraile baktığımız zaman, Davud as ı örnek aldığını onun sembolu olan Davud yıldızını bayrağına sembol yapmasından anlamaktayız. İsrail Allah cc nin kevni ayetlerini okuyarak, özellikle demir ayetini okuyarak, bugün Müslümanlar üzerinde acımasızca kullandığı askeri gücünü elde etmiştir. Ancak DEMİRİ tek taraflı olarak okuması sonucu KİTAB- MİZAN ikilisini arkaya atmış ve bu güç İsrail'in elinde zulüm ve fesat için kullanılır olmuştur. Hadid s. 25. ayetinde geçen 3 unsurun birbirinden ayrılmadan okunması gerektiği, maalesef İsrail örneğinde çok acı örnekleri ile ortaya çıkmıştır.
Aynı elçiye biz Müslümanlarda iman etmekteyiz , ancak Davud as ın demiri kullanarak nasıl bir güç elde ettiği ve bu gücü nasıl kullandığı gibi bir okuma modeli geliştirmekten yoksun olarak sadece sesinin güzelliği üzerinde durarak asıl mesajı ötelemiş olmamız, bu günkü zelil duruma düşmüş olmamızdan anlaşılmaktadır.
Müslümanlar Davud as ın calutu sapan taşı ile öldürmesini örnek alarak , israilin davud as ı örnek alarak yapmış oldukları güçlü savaş araçlarına karşı koymaya çalışması aslında bizim acziyetimizin , israil ve müslümanların Davud as ı okumadaki farklılıklarının bir göstergesidir.
Hadid s. 25. ayetinde demirin indirilmiş olması, onun insanların elinde kitap ve mizan ile birlikte şekil almasının ne kadar önemli olduğu, bugün bu gücü elinde bulunduranların tek taraflı bir okuma yapmış olmalarından dolayı, demiri bir zulüm ve fesat aracı haline getirmiş olmasından anlaşılmaktadır. Allah cc nin ayetlerini sadece Muhammed as a inen Kur'an içinde zannedip diğer ayetleri okumayan biz Müslümanlar, Kur'an içindeki ayetleri okumayıp sadece kainat ayetlerini okuyan İsrail, A.B.D gibi zalimlerin elinde mazlum duruma düşürülmüşlerdir.
Allah cc nin Errahman ismi, mü'min kafir ayırt etmeden, yeryüzünde koymuş olduğu kurallara riayet edenlere bu çalışmalarının karşılığını vermesi demek anlamına gelmektedir. Kainat ayetlerini okumak sureti ile çalışan gayret eden İsrail bu çalışmasının karşılığını almış ve bulunduğu topraklar üzerinde güç ve hakimiyet elde etmiştir.
Biz Müslümanlar ise İsrail'in güç ve hakimiyetini bizim üzerimizde acımasızca kullanmasına karşın sadece Allah cc nin yardımını istiyoruz. Ne acıdır ki Allah cc nin koymuş olduğu kurallar gereği çalışana yardım etmesi unutularak el açıp dua etmekle bu yardımın geleceği zannedilir olmuştur. Kur'anda İsrailoğulları üzerinden verilen örneklere baktığımızda, bu örneklerin arz üzerinde cari olan kuralların (Sünnetullah) işleyişinin nasıllığı konusunda bilgi verildiğini ve bu bilgilerden hareketle yardım istenmesi gerektiği anlatılmaktadır.
Maide s. 20-26. ayetler arasına baktığımız İsrailoğullarının kendileri için yazılmış olan yere girmeleri için o yerdeki insanların çıkarılmaları gerekmekteydi. Bu durum bir menfaate sahip olmak için gerekli olan sebepleri yerine getirmenin şart olduğu mesajını vermesine rağmen, onlar karşılık olarak Musa as a "Sen ve rabbin gidin savaşın" demişler, bunun üzerine o şehre giremeden arz üzerinde bölük börçük bir halde zillet içinde yıllarca dolaşmışlardır. Bedir harbinde sahabenin "biz sana İsrailoğulları'nın Musa ya dediği gibi demeyeceğiz" diyerek galibiyet için gerekli olan savaşma şartını yerine getirdikleri, bunun sonunda galibiyetin hak edildiği bilinmektedir.
Bizler dün İsrailoğulları'nın Musa as a dediğini kavli olarak olmasa da fiili olarak söyleyerek, bizim yerimize Allah cc nin savaşmasını istemekte, bu şekilde İsrail'in yerle bir edilmesini beklemekteyiz. Eğer İsrail adlı devletin yaptığı zulüm önlenmek isteniyorsa, kainat içinde geçerli olan kurallar dahilinde hareket ederek KİTAP-MİZAN-DEMİR üçlüsünü birlikte kullanmak sureti ile gücü ele geçirmekten başka bir yol yoktur.
Kitabın ayetlerinden gerekli mesajlar çıkarılmadan okunması neticesinde seçkin kavim inancı İsrailoğullarından bize geçmiş, Müslümanlar olarak Allah cc nin seçkin kulları olduğumuz inancı yerleşerek, istediklerimizin çalışmadan sadece kavli dua ile gerçekleşeceği zannı bizlerde hakim olmuştur. Halbuki aynı İsrailoğulları kendilerinin seçkin kullar olduğunu hiç bir zaman unutmayarak bu seçkin olma düşüncesinin karşılığının, yatarak çalışmadan gökten gelen yardım ile olmayacağını anlayarak, oyunu kuralına göre oynamışlar, ve KİTAP ve MİZAN ikilisini arkalarına atarak, sadece DEMİRi kullanarak acımasız bir güç elde etmişler ve bu gücü nasıl kullanacaklarını beyan eden kitabın emirerine karşı gelerek mazlumlar üzerinde kullanmışlar ve bu gücü acımasızca kullanmaya hala devam etmektedirler.
Bizler oyunu kuralına göre oynamayıp sadece tek taraflı dua ile gökten gelecek yardımı beklediğimiz müddetçe kıyamete kadar bu zelil durumdan asla kurtulamayacağız. Sadece İsraile beddua seansları ile bizim yerimize Allah cc nin savaşmasını bekleyerek günlerimizi geçireceğiz.
Müslümanlar olarak Davud as ın Calutu öldürdüğü rivayet edilen sapan taşı ile İsrail zulmünün bertaraf edileceğini düşünmek, sadece rivayet merkezli din anlayışının eseri olup , Davud as ın demiri işleyip güçlü savaş araçları yapmış olmasından hareketle bizlerin de bu zulmü bertaraf etmek için sapan taşı ile savaşmanın herhangi bir faydası olmayacağı artık öğrenilmelidir. Demir ayetini okuyup onun üzerinde gerekli işlemleri yapmadıkça ve demir zalimlerin elinde kaldığı müddetçe bizlerin hiç bir şekilde bu zulümden kurtulamayacağımız artık bilinmelidir.
Sonuç olarak;Bizlere İsrailoğullarını anlatarak evrensel değişmez kuralların (Sünnetullah)nasıl çalıştığını öğreten kitabımızın bu öğretileri göz ardı edilerek İsrailoğulları sadece lanetli bir kavim olarak görülmüş, ve onların tarih içinde geçirdikleri tecrübeler bizlere örnek olmamış Davud as ın demiri işleyerek güç elde etmesi, ve bu gücü hayırlarda kullanması bizlere örnek olmamış sadece rivayetlerde geçen, sapan taşı ile Calut'u öldürmesi örnek alınmış ve taşla İsrail zulmü önlenebilir sanılır olmuştur. Kitap-mizan ikilisini arkaya atarak, sadece demiri kullanan İsrail, bu gücü fesat ve zulüm haline dönüştürmüş olup, bizlerin bu zulmü beddua ile önleme çalışmaları sonuçsuz kalmış ve sonuçsuz kalmaya devam edecektir. Müslümanlar demiri ellerine geçirip kitap ve mizan ile birleştirip üçlü bir şekilde kullanmaya başlamadan bu zulümler asla arz üzerinde eksik olmayacak ve bizler de bu zulüm altında inlemeye devam edeceğiz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
11 Temmuz 2014 Cuma
Truva Atının İçindeki Samiriler
Truva atı, tarih içinde yaşanan bir savaşta kaleyi kuşatma ile zaptedemeyen bir ordunun içten zaptetmek için kullandığı bir tahta at maketi olup sembolleşmiş bir objedir. Samiri ise kur'anda geçen bir isimdir , bu isim ise din adına insanları kandırmak için yanlışları bir avuç doğru katarak sunan tiplerin sembol adı olmuştur. Bugün bu iki sembol bir araya gelerek özellikle din alanında kendini göstermekte , müslüman dünyasında faaliyet gösterip fesadı yaygınlaştırmak için var güçleri ile çalışmaktadır. Kaleyi içten fethetmek savaşarak fethetmekten daha kolay bir yol olup , bu tür taktiği müslümanları içten yıkmak konusunda gayretleri olanlar kullanmaktadırlar. Truva atlarının içlerine doldurdukları çağdaş samiriler ile bu işi yapmaya çalışmakta oldukları gözden kaçmayan bir husus olup dikkatli olunması gerekmektedir.
Çağdaş samirileri , 1-geleneksel islam inancı içindekiler 2- geleneksel islam inancına karşı olanlar ,şeklinde ayırmak mümkündür. Bu yazımız, 2. başlık altında toplanan samirilerin kaleyi içten çökertme planları konusunda olacaktır. Geleneksel islam inancındaki yanlışları görerek sorgulamaya başlayan insan önce bu dinin kitabını araştırmaya başlar , bu hayırlı eylemi şerli bir eyleme dönüştürmek isteyenler iş başına geçerek hedef saptırma yöntemi ile kur'anın esas mesajını anlamamaları için kur'an hakkında 1- onun orjinal şekilde elimizde olup olmadığı , 2- türkçeye çevrilmiş meallerde hata olduğu gibi yollarla zihinleri bulandırmaya çalıştıklarına şahid olmaktayız.
Kur'anın tahrif olup olmadığı konusu truva atı içindeki samirilerin zihin bulandırma yöntemlerinden birisi olup bu konu etrafında suni gündemler yaratarak müslümanların tek dayanakları olan kur'an hakkındaki düşüncelerini ifsad ederek eldeki tek dayanağı yıkarak şüphe içinde bırakmak ve daha sonra hedeflerindeki kişilere , "eldeki tek dayanak bu haldeyse bizim güvenecek bir şeyimiz yok" dedirtmeyi başardıktan sonra amaçlarına kavuşmuş olmaktadırlar. Bu şekil bir gündemi ortaya atanlar hans , corc , albert gibi isimler olsa hemen, "bunlar zaten kafir ve islam düşmanı böyle bir düşünce içinde olmaları normaldir" denilebilir, ancak bu düşüncelerinin kendi isimleri altında kabul görmeyeceğini çok iyi bilenler bu düşüncelerini bizim gibi ahmet ,mehmet , hasan gibi isimler taşıyanlara yaptırarak masum bir düşünce olarak lanse etme yoluna gitmişler ve bir kısım insanda bunlara kanmıştır.
Kur'anın farklı dillere çevrilmiş olması ,arap dilini bilmeyenlerin kur'anı okumak ve anlamak için faydalandıkları bir yöntemdir. Geleneksel düşüncede özellikle rivayet merkezli din anlayışının hakim olması meal ve tefsirlere yansımış rivayetlerin kur'ana onaylatılması gibi bir durum hasıl olmuştur. Bu onay işlemi, ayet aralarına gerekli parantezler açılarak yapılmaya çalışılmış ,o düşünce kur'andanmış gibi gösterilmeye çalışılmış ve kur'andan olmayan bir çok düşünce kur'andan sanılır olmuştur.
Bu taktiğin başarılı olduğunu görenler aynı taktiği geleneksel islam inancına karşı olma adına uygulamaya giderek "bütün mealler hatalı" sloganı ile yola çıkarak kendi meallerini sunmaya çalışmışlardır. Türkiyede yapılmış meallerin belki hiçbiri hatadan beri değildir ancak toptancı bir mantıkla "hepsi hatalı" demek doğruyu ortaya koyarken , hatalı meallere rahmet okutturacak hatalar yapmak bu hataları gündeme getirenlerin ne kadar samimi!! olduklarının göstergesidir. Hatalı olduğu iddia edilen meallerin yapıcılarının bir çoğu bu hatalarını herhangi bir art niyet taşımadan yapmalarına karşın , meallerin hatalarını düzeltme iddiasında !! olanların yaptıkları hataları masum görmek mümkün değildir.İsrailoğullarının kendi kitaplarına yaptığı muameleden daha beter bir şekilde kelimelerin yerlerini değiştirerek farklı anlamlar yükleyerek "doğrusu budur" demeleri bu tür anlamların bir kısım insan tarafından kabul görmesine sebeb olmuştur, onların bu işi samiri edası ile ,yani yanlışların içine bir avuç doğru katarak yapmış olmalarından dolayı, her gördüğünü araştırmadan kabul eden bir takım saf insanların kabulleri haline gelmiştir.
Geçmişimizin rivayet merkezli bir din algısı temeline oturtularak, kur'anın ikinci plana itilmiş olması kara bir leke olarak önümüzde olduğu açık bir gerçektir. Rivayetleri dinin ana kuralları haline getirmeye çalışanlara karşı, bu rivayetlerin sadece yaşanmışlık hakkında bilgi kaynağı olabileceği düşüncesi hakim olması gerekirken hepsini atalım şeklinde geliştirilen mantık samimi bir yaklaşım gibi görünsede istismara açık bir alan olması truva atı içindeki samirilerin iştahını kabartmış ve geçmişte yapılan bu hatalar üzerinde geliştirmeye çalıştıkları "hepsini at" düşüncesi bir kısım kur'an ehli olduğunu iddia edenler tarafından kabul görülmüştür.
Kur'an bilindiği gibi yaşayan bir toplum içinde 23 senede nazil olan bir kitaptır. 23 senelik bu nuzül süreci içindeki yaşanmışlıklar bizlerin bu kitabı anlaması açısından önemli bir veridir. Yaşanmışlığı göze almadan okunan bir kitap, bizlerin o kitap doğrultusunda yol izleme noktasında bir takım bilgiler vermekten uzak sadece ütopik bilgiler ile donanmış bir kitap haline getirecektir. Yaşanmışlığı olmayan bir kitap haline gelen kur'an müslümanlar için yol gösterici olmaktan çıkarak sadece çerez durumuna düşen bir kitap haline gelecek ve bundan fayda görecek kesim bu doğrultudaki düşünceleri "sadece kur'an" sloganı ile kitlelere sunmaktadır.
Sadece kur'an söylemi kişiyi mushafperest olmaktan ileriye götürmeyen bir söylem olarak karşımızda durmaktadır. İlk bakışta kulağa hoş gelen bir söylem gibi görünmesine rağmen yaşanmışlıktan kopan bir kitap içindeki bazı emirler sanki bugün bize inmiş gibi kendi bakış açımızla yorumlanmaya başlanıp samirilerin hoşuna gidecek şekilde hayattan çıkarılmıştır.
Kur'an, kıssa yollu anlatım ile geçmişlerin yaşamış olduğu tecrübeleri bizlere anlatır, bu tecrübeler bize yaşadığımız hayat içinde ışık tutar. Kıssaların mesajını ötelemeye yönelik yorumlar ile birlikte okunan bir kuran bu kıssaları eskilerin masalları haline getirip bize faydası olmayan metinler haline getirecektir.
Hadis ve sünnet meselesi en baştan beri tartışılan bir mesele olup bu tartışmanın boyutu değişerek, atalım mı atmayalım mı tartışmasına dönüşmüştür. İnsanlık kendinden öncekilerin yaşamış oldukları hayat içinde elde ettikleri tecrübi bilgilerin üstüne kendi bilgisini ilave ederek gelişim gösterir , bu gelişim fizik , kimya, tıp vs gibi bilim dallarında olduğu dini bilgi alanında da geçerlidir. Bizden öncekilerin dini tecrübeleri bizler için olumlu veya olumsuz örneklikler açısından değerlendirilir. Özellikle hadis konusunda geleneğin açmış olduğu yanlış yol bugün samiri türü insanlar tarafından istismar edilerek toptan atılması yönünde düşünceler geliştirilmeye çalışılmıştır, uydurma rivayetlerin bile geçmişteki olumsuz yaşantı örnekleri hakkında bilgi vermesi açısından değer taşıdığı göz önüne alınacak olursa geçmiş bilgi kazanımlarını kaldırıp atmak bu kitabın yaşanmış bir örneği olmadığını dolayısı ile hayat dair bir şey söyleyemeyeceği düşüncesini oluşturur.
Yaşanmış örneklikten koparılan bir kitap içinde özellikle tevatüren gelen namaz , hacc gibi yaşanmış örnekler geçmişten kopuk olarak anlaşılmaya çalışıldığında geçmiş örnekler bir tarafa atılıp okuyanın anlayışına göre bir şekil aldığında, her okuyanın ayrı bir anlam bindirmesi şeklinde kendini göstermektedir. Kur'anın nazil olduğu elçi bile bu tür ibadetleri kendinden önceki örnekleri uygulayarak yapmış olması onlar için hiç bir değer ifade etmemekte, elçi Muhammed as ın örnekliği ile ilgili ayetler hiçe sayılarak haşa adam yerine bile konmamaktadır.
Namaz , hacc gibi ritüel ibadetler sosyal boyutları olan ve insanların birlik beraberlik açısından kaynaşmalarını sağlaması açısından önemlidir , bu önemi müslümanlardan daha iyi farkedenler beraberliği bozmanın yolu olarak bu ritüeller üzerinde şüphe tohumları atarak ortadan kaldırma girişimlerini kur'anın önceki yaşanmışlığını red ederek gerçekleştirmek istemektedirler.
Allah cc insanları sadece kendisini tek ilah olarak kabul etmelerini istemektedir. Bu durum tarih boyunca gelen elçilerin ve son elçi Muhammed as ın hayatında açıkça görülür. Kıssaları mesaj içerikli okumaktan çıkarıp masal olarak okuma ve Muhammed as ın yaşantısı hakkındaki yanlış anlamalar kalkan edinilerek red edilmesi sonucu tarih boyunca süren muvahhid ve müşrikler arasındaki mücadeleler ve onların örnekliği arkaya atılmıştır. Tağutları red ederek Allah cc yi tek ilah kabul etme esasına dayanan muvahhidlik, atamız İbrahim as ın kırdığı putlar önünde saygı durmak şekline dönüşmüş ve başka ilahlara kul olmanın şirk olduğu unutulmuş müşriklik sadece tarikat ehli insanlara hasredilmiştir.
Allah cc yi tek ilah olarak bilme esasına dayanan muvahhidliği ters çevirenler , muvahhid olmak demeyi hadis ve sünneti red etmek olarak anlamışlar ve kur'anın yaşanan hayata dair olan şirki yok etme tek ilahın otoritesine hakim kılma inancı hepten unutulmuş , böyle bir kitap , böyle bir müslüman tipi müstekbilerin korkulu rüyası olmaktan çıkmış en sevdikleri tipler olmuştur.
Tumturaklı isimler ile faaliyet gösteren bir çok internet sitesine baktığımızda kur'anın yaşantıya dair herhangi bir emrini gündeme getirmeyip , sadece eskilerin hadis ve sünnet üzerinde yaptıkları yanlışları kalkan edindikleri görülür. Hadis ve sünnet anlayışları konusundaki yanlışları düzeltmek tabi ki gerekmektedir ki temiz bir kur'an anlayışı gündeme gelsin , ancak istisnaları olmakla birlikte kur'anı bütüncül olarak görmeyip sadece belli ayetleri üzerinden (onları da doğru anlayıp anlamadıkları tartışılır) hadisleri red etmek ön kabulu ile okunan ayetler kişiyi saf bir kur'an algısından uzaklaştırıp tarikatçı mantığı içinde kur'ana yaklaşmaktan başka bir işe yaramaz.
Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler olarak görüp kainat ayetlerini görmemezlikten gelmek şeklinde tezahür eden düşünce kur'anı öncelleme iddiasında olan kişiler içinde geçerlidir. Özellikle enam s. 38. ayetindeki "biz kitab'ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" cümlesini kur'an zannetmeleri, Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler zannederek mushafperest bir kimliğe bürünenlerin en büyük açmazı olarak karşımızda durmaktadır. Halbuki kitap terimini yaratılmış olan her şeyin içinde bulunduğu kainat olarak anlayıp , bu kitap içindeki her şeyin bir kurala bağlanarak başıboş bırakılmadığı anlaşılır ve kitap konusunda böyle bir yanlışa düşülmezdi.
Kur'an iman için gerekli olan bilgilerin tümünü toplaması noktasında eksiksiz bir kitap'tır , ancak hayatın değişen dinamiklerine çare bulmak noktasında sadece kur'an içinden çare bulmaya kalktığımızda işler karışacaktır. Kur'an 1500 sene önce yaşayan bir toplumun yaşamı içinde nazil olmuş ve bir takım hükümler o toplumun standartları çerçevesinde nazil olmuştur. Kur'an bugün hayat içinde uygulanacak bir kitap olduğu takdirde yaşanan hayat standartlarının değişmesi ile ilgili hükümlerin bir çoğunun kur'anda olmadığı görülecektir. Bunun çaresi yine insana düşmektedir, insanlar yaşadıkları toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak kur'anın ana hükümleri çerçevesinde alt hükümler ihdas ederek kitabı yaşanır hale getireceklerdir. Ancak kur'anı hayat kitabı olarak değilde sadece hadisi ve sünneti red etmemizi emreden ayetlerin olduğu bir kitap olduğunu zannedenler için zaten böyle bir gereklilik söz konusu olmayıp , kur'anın yaşanan her zamana ait sözü olduğu ve bu sözü insanların kur'anı baz alarak genel hükümler üzerinden özel hükümler çıkarması gerektiği akla bile gelmemektedir.
Truva atı içine girmiş samiriler kaleyi içten fethetmek için her zaman olacaklardır, bizim vazifemiz onları iyi tanımak ve bu oyunlara gelmemektir, bunun için önce hiç bir şahsa körü körüne bir bağlanmadan hata yapma payı bırakmak ve kitabı kimsenin yönlendirmesi olmadan okumaya çalışmaktır. Özellikle anti tez şeklinde karşı çıkmak noktasından olaya girenlerin doğruyu ikame etme adına uyguladıkları metod iyi anlaşılmalıdır. Hepimiz bir şekilde yanlış olduğunu düşündüğümüz bir şeyi eleştirip yerine doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi koymaya çalışıyoruz, bunu yaparken tek doğrunun biz olduğunu iddia ettiğimiz zaman bu iddianın arkasında yatan bir hinlik aranmalıdır.
Hata aralığı bırakmadan sadece "tek doğru budur" şeklinde sunulan her görüşün arkasında kişinin şahsi yorumu olup yanlış payıda içermektedir. Kişi eğer böyle yanlışa düşmekten kendisini beri görüyorsa bu görüşü ya Allah tan aldığı bir vahye dayanıyor olmalı ki bu mümkün değil yada art niyetini gizlemek için kişileri kendi düşüncesine esir etmek karizmatik bir yapıya bürünüyordur, bu tür taktikler tarikat şeyhlerinin taktikleri olup, modern şeyhlerde bu taktiğin faydalarını gördükleri için onlarda böyle bir sistem uygulama yoluna gitmekte ve eski tarikatlara küfreden yeni nesil tarikat müritleri türetmişlerdir.
Sonuç olarak; kişinin söylemi ve eylemi niyetini açığa vurur düşüncesinden hareketle , kur'an ile ilgili söz söylemek iddiasında olan bir takım zevatın , gelenekteki bazı yanlış düşüncelerin arkasına sığınarak onları eleştirmeleri , kur'an meallerindeki hatalardan hareketle yanlışın yerine doğruyu koymak iddiaları şeklinde tezahür bir takım eylemleri yanlışlıkla suçladıklarına rahmet okutturacak durumdadır. Kelimeleri asıl anlamlarından değiştirerek hevalarına göre anlam yüklemeleri sonucunda bir takım kur'an ayetlerini eğio bükmeleri bu kişileri truva atı içine sokulmuş olan samiriler durumuna düşürmüştür. Bu türlerin oyunlarına karşı dikkatli olunmalı ve söz kimden gelirse gelsin doğruluğu kur'an ölçeğinde araştırılmadan kabul edilmemelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Çağdaş samirileri , 1-geleneksel islam inancı içindekiler 2- geleneksel islam inancına karşı olanlar ,şeklinde ayırmak mümkündür. Bu yazımız, 2. başlık altında toplanan samirilerin kaleyi içten çökertme planları konusunda olacaktır. Geleneksel islam inancındaki yanlışları görerek sorgulamaya başlayan insan önce bu dinin kitabını araştırmaya başlar , bu hayırlı eylemi şerli bir eyleme dönüştürmek isteyenler iş başına geçerek hedef saptırma yöntemi ile kur'anın esas mesajını anlamamaları için kur'an hakkında 1- onun orjinal şekilde elimizde olup olmadığı , 2- türkçeye çevrilmiş meallerde hata olduğu gibi yollarla zihinleri bulandırmaya çalıştıklarına şahid olmaktayız.
Kur'anın tahrif olup olmadığı konusu truva atı içindeki samirilerin zihin bulandırma yöntemlerinden birisi olup bu konu etrafında suni gündemler yaratarak müslümanların tek dayanakları olan kur'an hakkındaki düşüncelerini ifsad ederek eldeki tek dayanağı yıkarak şüphe içinde bırakmak ve daha sonra hedeflerindeki kişilere , "eldeki tek dayanak bu haldeyse bizim güvenecek bir şeyimiz yok" dedirtmeyi başardıktan sonra amaçlarına kavuşmuş olmaktadırlar. Bu şekil bir gündemi ortaya atanlar hans , corc , albert gibi isimler olsa hemen, "bunlar zaten kafir ve islam düşmanı böyle bir düşünce içinde olmaları normaldir" denilebilir, ancak bu düşüncelerinin kendi isimleri altında kabul görmeyeceğini çok iyi bilenler bu düşüncelerini bizim gibi ahmet ,mehmet , hasan gibi isimler taşıyanlara yaptırarak masum bir düşünce olarak lanse etme yoluna gitmişler ve bir kısım insanda bunlara kanmıştır.
Kur'anın farklı dillere çevrilmiş olması ,arap dilini bilmeyenlerin kur'anı okumak ve anlamak için faydalandıkları bir yöntemdir. Geleneksel düşüncede özellikle rivayet merkezli din anlayışının hakim olması meal ve tefsirlere yansımış rivayetlerin kur'ana onaylatılması gibi bir durum hasıl olmuştur. Bu onay işlemi, ayet aralarına gerekli parantezler açılarak yapılmaya çalışılmış ,o düşünce kur'andanmış gibi gösterilmeye çalışılmış ve kur'andan olmayan bir çok düşünce kur'andan sanılır olmuştur.
Bu taktiğin başarılı olduğunu görenler aynı taktiği geleneksel islam inancına karşı olma adına uygulamaya giderek "bütün mealler hatalı" sloganı ile yola çıkarak kendi meallerini sunmaya çalışmışlardır. Türkiyede yapılmış meallerin belki hiçbiri hatadan beri değildir ancak toptancı bir mantıkla "hepsi hatalı" demek doğruyu ortaya koyarken , hatalı meallere rahmet okutturacak hatalar yapmak bu hataları gündeme getirenlerin ne kadar samimi!! olduklarının göstergesidir. Hatalı olduğu iddia edilen meallerin yapıcılarının bir çoğu bu hatalarını herhangi bir art niyet taşımadan yapmalarına karşın , meallerin hatalarını düzeltme iddiasında !! olanların yaptıkları hataları masum görmek mümkün değildir.İsrailoğullarının kendi kitaplarına yaptığı muameleden daha beter bir şekilde kelimelerin yerlerini değiştirerek farklı anlamlar yükleyerek "doğrusu budur" demeleri bu tür anlamların bir kısım insan tarafından kabul görmesine sebeb olmuştur, onların bu işi samiri edası ile ,yani yanlışların içine bir avuç doğru katarak yapmış olmalarından dolayı, her gördüğünü araştırmadan kabul eden bir takım saf insanların kabulleri haline gelmiştir.
Geçmişimizin rivayet merkezli bir din algısı temeline oturtularak, kur'anın ikinci plana itilmiş olması kara bir leke olarak önümüzde olduğu açık bir gerçektir. Rivayetleri dinin ana kuralları haline getirmeye çalışanlara karşı, bu rivayetlerin sadece yaşanmışlık hakkında bilgi kaynağı olabileceği düşüncesi hakim olması gerekirken hepsini atalım şeklinde geliştirilen mantık samimi bir yaklaşım gibi görünsede istismara açık bir alan olması truva atı içindeki samirilerin iştahını kabartmış ve geçmişte yapılan bu hatalar üzerinde geliştirmeye çalıştıkları "hepsini at" düşüncesi bir kısım kur'an ehli olduğunu iddia edenler tarafından kabul görülmüştür.
Kur'an bilindiği gibi yaşayan bir toplum içinde 23 senede nazil olan bir kitaptır. 23 senelik bu nuzül süreci içindeki yaşanmışlıklar bizlerin bu kitabı anlaması açısından önemli bir veridir. Yaşanmışlığı göze almadan okunan bir kitap, bizlerin o kitap doğrultusunda yol izleme noktasında bir takım bilgiler vermekten uzak sadece ütopik bilgiler ile donanmış bir kitap haline getirecektir. Yaşanmışlığı olmayan bir kitap haline gelen kur'an müslümanlar için yol gösterici olmaktan çıkarak sadece çerez durumuna düşen bir kitap haline gelecek ve bundan fayda görecek kesim bu doğrultudaki düşünceleri "sadece kur'an" sloganı ile kitlelere sunmaktadır.
Sadece kur'an söylemi kişiyi mushafperest olmaktan ileriye götürmeyen bir söylem olarak karşımızda durmaktadır. İlk bakışta kulağa hoş gelen bir söylem gibi görünmesine rağmen yaşanmışlıktan kopan bir kitap içindeki bazı emirler sanki bugün bize inmiş gibi kendi bakış açımızla yorumlanmaya başlanıp samirilerin hoşuna gidecek şekilde hayattan çıkarılmıştır.
Kur'an, kıssa yollu anlatım ile geçmişlerin yaşamış olduğu tecrübeleri bizlere anlatır, bu tecrübeler bize yaşadığımız hayat içinde ışık tutar. Kıssaların mesajını ötelemeye yönelik yorumlar ile birlikte okunan bir kuran bu kıssaları eskilerin masalları haline getirip bize faydası olmayan metinler haline getirecektir.
Hadis ve sünnet meselesi en baştan beri tartışılan bir mesele olup bu tartışmanın boyutu değişerek, atalım mı atmayalım mı tartışmasına dönüşmüştür. İnsanlık kendinden öncekilerin yaşamış oldukları hayat içinde elde ettikleri tecrübi bilgilerin üstüne kendi bilgisini ilave ederek gelişim gösterir , bu gelişim fizik , kimya, tıp vs gibi bilim dallarında olduğu dini bilgi alanında da geçerlidir. Bizden öncekilerin dini tecrübeleri bizler için olumlu veya olumsuz örneklikler açısından değerlendirilir. Özellikle hadis konusunda geleneğin açmış olduğu yanlış yol bugün samiri türü insanlar tarafından istismar edilerek toptan atılması yönünde düşünceler geliştirilmeye çalışılmıştır, uydurma rivayetlerin bile geçmişteki olumsuz yaşantı örnekleri hakkında bilgi vermesi açısından değer taşıdığı göz önüne alınacak olursa geçmiş bilgi kazanımlarını kaldırıp atmak bu kitabın yaşanmış bir örneği olmadığını dolayısı ile hayat dair bir şey söyleyemeyeceği düşüncesini oluşturur.
Yaşanmış örneklikten koparılan bir kitap içinde özellikle tevatüren gelen namaz , hacc gibi yaşanmış örnekler geçmişten kopuk olarak anlaşılmaya çalışıldığında geçmiş örnekler bir tarafa atılıp okuyanın anlayışına göre bir şekil aldığında, her okuyanın ayrı bir anlam bindirmesi şeklinde kendini göstermektedir. Kur'anın nazil olduğu elçi bile bu tür ibadetleri kendinden önceki örnekleri uygulayarak yapmış olması onlar için hiç bir değer ifade etmemekte, elçi Muhammed as ın örnekliği ile ilgili ayetler hiçe sayılarak haşa adam yerine bile konmamaktadır.
Namaz , hacc gibi ritüel ibadetler sosyal boyutları olan ve insanların birlik beraberlik açısından kaynaşmalarını sağlaması açısından önemlidir , bu önemi müslümanlardan daha iyi farkedenler beraberliği bozmanın yolu olarak bu ritüeller üzerinde şüphe tohumları atarak ortadan kaldırma girişimlerini kur'anın önceki yaşanmışlığını red ederek gerçekleştirmek istemektedirler.
Allah cc insanları sadece kendisini tek ilah olarak kabul etmelerini istemektedir. Bu durum tarih boyunca gelen elçilerin ve son elçi Muhammed as ın hayatında açıkça görülür. Kıssaları mesaj içerikli okumaktan çıkarıp masal olarak okuma ve Muhammed as ın yaşantısı hakkındaki yanlış anlamalar kalkan edinilerek red edilmesi sonucu tarih boyunca süren muvahhid ve müşrikler arasındaki mücadeleler ve onların örnekliği arkaya atılmıştır. Tağutları red ederek Allah cc yi tek ilah kabul etme esasına dayanan muvahhidlik, atamız İbrahim as ın kırdığı putlar önünde saygı durmak şekline dönüşmüş ve başka ilahlara kul olmanın şirk olduğu unutulmuş müşriklik sadece tarikat ehli insanlara hasredilmiştir.
Allah cc yi tek ilah olarak bilme esasına dayanan muvahhidliği ters çevirenler , muvahhid olmak demeyi hadis ve sünneti red etmek olarak anlamışlar ve kur'anın yaşanan hayata dair olan şirki yok etme tek ilahın otoritesine hakim kılma inancı hepten unutulmuş , böyle bir kitap , böyle bir müslüman tipi müstekbilerin korkulu rüyası olmaktan çıkmış en sevdikleri tipler olmuştur.
Tumturaklı isimler ile faaliyet gösteren bir çok internet sitesine baktığımızda kur'anın yaşantıya dair herhangi bir emrini gündeme getirmeyip , sadece eskilerin hadis ve sünnet üzerinde yaptıkları yanlışları kalkan edindikleri görülür. Hadis ve sünnet anlayışları konusundaki yanlışları düzeltmek tabi ki gerekmektedir ki temiz bir kur'an anlayışı gündeme gelsin , ancak istisnaları olmakla birlikte kur'anı bütüncül olarak görmeyip sadece belli ayetleri üzerinden (onları da doğru anlayıp anlamadıkları tartışılır) hadisleri red etmek ön kabulu ile okunan ayetler kişiyi saf bir kur'an algısından uzaklaştırıp tarikatçı mantığı içinde kur'ana yaklaşmaktan başka bir işe yaramaz.
Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler olarak görüp kainat ayetlerini görmemezlikten gelmek şeklinde tezahür eden düşünce kur'anı öncelleme iddiasında olan kişiler içinde geçerlidir. Özellikle enam s. 38. ayetindeki "biz kitab'ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" cümlesini kur'an zannetmeleri, Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler zannederek mushafperest bir kimliğe bürünenlerin en büyük açmazı olarak karşımızda durmaktadır. Halbuki kitap terimini yaratılmış olan her şeyin içinde bulunduğu kainat olarak anlayıp , bu kitap içindeki her şeyin bir kurala bağlanarak başıboş bırakılmadığı anlaşılır ve kitap konusunda böyle bir yanlışa düşülmezdi.
Kur'an iman için gerekli olan bilgilerin tümünü toplaması noktasında eksiksiz bir kitap'tır , ancak hayatın değişen dinamiklerine çare bulmak noktasında sadece kur'an içinden çare bulmaya kalktığımızda işler karışacaktır. Kur'an 1500 sene önce yaşayan bir toplumun yaşamı içinde nazil olmuş ve bir takım hükümler o toplumun standartları çerçevesinde nazil olmuştur. Kur'an bugün hayat içinde uygulanacak bir kitap olduğu takdirde yaşanan hayat standartlarının değişmesi ile ilgili hükümlerin bir çoğunun kur'anda olmadığı görülecektir. Bunun çaresi yine insana düşmektedir, insanlar yaşadıkları toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak kur'anın ana hükümleri çerçevesinde alt hükümler ihdas ederek kitabı yaşanır hale getireceklerdir. Ancak kur'anı hayat kitabı olarak değilde sadece hadisi ve sünneti red etmemizi emreden ayetlerin olduğu bir kitap olduğunu zannedenler için zaten böyle bir gereklilik söz konusu olmayıp , kur'anın yaşanan her zamana ait sözü olduğu ve bu sözü insanların kur'anı baz alarak genel hükümler üzerinden özel hükümler çıkarması gerektiği akla bile gelmemektedir.
Truva atı içine girmiş samiriler kaleyi içten fethetmek için her zaman olacaklardır, bizim vazifemiz onları iyi tanımak ve bu oyunlara gelmemektir, bunun için önce hiç bir şahsa körü körüne bir bağlanmadan hata yapma payı bırakmak ve kitabı kimsenin yönlendirmesi olmadan okumaya çalışmaktır. Özellikle anti tez şeklinde karşı çıkmak noktasından olaya girenlerin doğruyu ikame etme adına uyguladıkları metod iyi anlaşılmalıdır. Hepimiz bir şekilde yanlış olduğunu düşündüğümüz bir şeyi eleştirip yerine doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi koymaya çalışıyoruz, bunu yaparken tek doğrunun biz olduğunu iddia ettiğimiz zaman bu iddianın arkasında yatan bir hinlik aranmalıdır.
Hata aralığı bırakmadan sadece "tek doğru budur" şeklinde sunulan her görüşün arkasında kişinin şahsi yorumu olup yanlış payıda içermektedir. Kişi eğer böyle yanlışa düşmekten kendisini beri görüyorsa bu görüşü ya Allah tan aldığı bir vahye dayanıyor olmalı ki bu mümkün değil yada art niyetini gizlemek için kişileri kendi düşüncesine esir etmek karizmatik bir yapıya bürünüyordur, bu tür taktikler tarikat şeyhlerinin taktikleri olup, modern şeyhlerde bu taktiğin faydalarını gördükleri için onlarda böyle bir sistem uygulama yoluna gitmekte ve eski tarikatlara küfreden yeni nesil tarikat müritleri türetmişlerdir.
Sonuç olarak; kişinin söylemi ve eylemi niyetini açığa vurur düşüncesinden hareketle , kur'an ile ilgili söz söylemek iddiasında olan bir takım zevatın , gelenekteki bazı yanlış düşüncelerin arkasına sığınarak onları eleştirmeleri , kur'an meallerindeki hatalardan hareketle yanlışın yerine doğruyu koymak iddiaları şeklinde tezahür bir takım eylemleri yanlışlıkla suçladıklarına rahmet okutturacak durumdadır. Kelimeleri asıl anlamlarından değiştirerek hevalarına göre anlam yüklemeleri sonucunda bir takım kur'an ayetlerini eğio bükmeleri bu kişileri truva atı içine sokulmuş olan samiriler durumuna düşürmüştür. Bu türlerin oyunlarına karşı dikkatli olunmalı ve söz kimden gelirse gelsin doğruluğu kur'an ölçeğinde araştırılmadan kabul edilmemelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)