25 Ağustos 2019 Pazar

Uzun Günlerde Oruç Konusu Üzerine Bir Düşünce

Kameri aylardan olan Ramazan ayında, günün belirli bir vakit aralığında yemek, içmek ve cinsel ilişkiden geri durmanın emredildiği kulluk görevinin adı olan orucun, kuzey yarım kürenin kutba yakın bölgelerinde yaşayan Müslümanlar için yaz aylarında gündüzlerin uzun olmasından dolayı 21 saati bulması, bazı Müslümanlar için sorun olmaktadır. Bu soruna bir kısım Müslümanların iftar vaktini Mekke'ye göre ayarlamak sureti ile çare bulmaya çalıştığına şahit olmaktayız. Yani Mekke'de iftar saati olduğunda onlar da aynı saatte oruçlarını açmaktadırlar.

Kanaatimizce bu çarenin Kur'an'i bir karşılığı bulunmamaktadır, hatta orucun erken açılması sonucunda görevin yerine getirilememiş olması sıkıntısı ortaya çıkmaktadır. Başlangıç ve bitiş  zamanı Allah (c.c) tarafından kayıt altına alınan (Bakara s. 187) bir görevin, bitiş zamanını erkene almak doğru bir yöntem değildir. Yazımızın amacı, bu bölgelerde yaşayan ve Ramazan ayının yaz aylarına denk gelmesi sonucu, uzun günlerde oruç tutmak zorunda kalan Müslümanlar için bu soruna Kur'an'i bir çözüm teklifi sunmaya çalışmak olacaktır.

Uzun günlerde 21 saate varabilen bir oruç zamanına takat yetiremeyecek olanlar için, Kur'an'dan iki tane farklı yol bulmanın mümkün olabileceğini düşünmekteyiz.

                         Allah kişiye ancak gücünün yeteceğini yükler. (Bakara s. 286)

1. yolu, Bakara s. 184. ayetinde geçen وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ cümlesinden çıkarmanın mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. يُطِيقُونَهُ kelimesi, oruç tutmaya herhangi sıhhi ve seferi bir engeli olmadığı halde bir takım mücbir sebeplerden dolayı oruç tutmaya gücü yetmeyenleri ifade etmektedir. Örneğin, şoför, fırıncı, tarla amelesi v.s gibi devamlı olarak ağır işlerde çalışan ve sıcak ve uzun vaktinden dolayı oruç tutmakta zorlananlar için fidye vermek gibi bir yolu, Bakara s. 184. ayetindeki bu cümleden çıkarabiliriz.

Yani uzun günlerde oruç tutmakta zorlananlar fidye vermek sureti ile bu görevi yerine getirmiş olacaklardır.

2. yolu ise Bakara s. 184. ve 185. ayetlerinde geçen, hasta ve seferde olanlar için verilen ruhsat üzerinden bulmanın mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. Şöyle ki;

Bu ayetlerde kronik bir hastalığı olmayan ve belirli bir süre sonra iyileşecek hastalığı olanlar ve seferde olanların Ramazan ayı sonrasındaki diğer günlerde oruçlarını tutabilecekleri ruhsatı verilmektedir.

Bu ruhsat uzun günlerde oruç tutmak konusu ile nasıl bağdaştırılabilir?.

Uzun günlerde oruç tutmak zorunda kalan bir Müslümanın herhangi bir hastalığı olmasa dahi, bu orucu tutması halinde sağlığını kaybederek hasta olması ihtimalini de göz ardı etmemek gerektiğini düşünmekteyiz.

Bu ihtimali dikkate aldığımızda ise bu kişilerin Ramazan ayı dışında oruç tutabilmeleri söz konusu olabilir. Kış aylarında gündüzlerin daha kısa olması oruç tutmalarını kolaylaştıracağı için, bu kimseler kısa günlerde oruçlarını tutabilir.

Sonuç olarak: Kuzey kutbuna yakın ülkelerde yaşayan ve Ramazan ayının yaz günlerine denk gelmesi sonucu uzun saatler oruç tutmak durumunda olan bazı Müslümanların Mekke saatini iftar vakti olarak tayin etmeleri, doğru bir yöntem değildir. Bu soruna Kur'an içinden iki yol bulmak mümkündür. 1. fidye vermek, 2. kısa günlerde oruç tutmak.

Teklif ettiğimiz bu yöntem, elbette kendi düşüncemiz olup,  fetva niteliği taşımamaktadır. Yazımızın amacı sadece, "Şayet ben böyle bir durumda olsam nasıl bir yol bulabilirdim?" sorusuna aranmaya çalışılan bir cevap sadedindedir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

11 Temmuz 2019 Perşembe

Süleymaniye Vakfı Mealinde Nur s. 33. Ayetine verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an, kendi iç bütünlüğünde anlam örgüsüne sahip bir kitap olmasından dolayı, indi düşüncelerini Kur'an'a onaylatmak isteyenlerin ayaklarının tökezleyerek deşifre olmasını sağlamaktadır. Çünkü bu kimseler, bir ayette geçen kelimeyi doğru çevirirken, başka bir ayette geçen aynı kelimeyi, indi düşüncelerini kitaba onaylatmak amacı içinde olduklarından dolayı farklı çevirmek suretiyle, çelişkili bir anlama imza atmaktadırlar.

Bu yazımızda, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde Nur s. 33. ayetine verilen anlam üzerinde durmaya, ön yargılı bir okumanın nasıl bir çelişkiye imza atılmasını sağladığını göstermeye çalışacağız.

Ayetin Arapça metni, ve vakıf tarafından yapılan meali şöyledir: 

وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّىٰ يُغْنِيَهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ ۗ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا ۖ وَآتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ ۚ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar kendilerine hakim olsunlar. Eliniz altındaki esirlerden hürriyet sözleşmesi (kitabet) yapmak isteyenlerde bir iyi tutum biliyorsanız sözleşmeyi yapın. Allah’ın size verdiği maldan da onlara verin. Eğer evlenmek isterlerse dünya hayatının geçici menfaatinin peşine düşerek kızlarınızı isyana zorlamayın. Kim onları zorlarsa, zorlanmalarından sonra Allah onları bağışlar, ikram eder.[*] 


 Yapılan mealin altına vakıf tarafından yazılan dipnot ise şöyledir: Yazılan dipnotta


[*] Bakirelerle ilgili müteşâbih âyet:
Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır.
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ
“Evlenmek isterlerse kızlarınızı, şu hayatın malını arzu ederek aşırı davranışlara zorlamayın.” (Nur 24/33)
Ayette geçen فَتَيَات = genç kızlar, bakire kızlardır.
إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا (in eredne tehassunen) =evlenmek isterlerse, anlamına gelir.
تَحَصُّنً = tehassun kelimesinin buradaki anlamı muhsana olmaktır. Muhsana, Nisa 4/24. âyette evli,  Nisa 4/25. âyette de namuslu anlamında kullanılmıştır. Gençliğinin baharında olan genç kızlar zaten namuslu olacakları için âyetin anlamı “evlenmek isterlerse” şeklindedir. Bu âyet evlenme ile ilgili olduğundan başka bir anlama çekilmesi imkânsızdır.
Kur'ân, makrû’ (مقروء) = bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. (Lisan’ul-arab) Kelimenin çoğulu yoktur; tekil için de çoğul için de kullanıldığı için kur’ân = قُرْآن kelimesine “kur’ânlar” diye de anlam verilebilir.
Ayet kümeleri, işlenen konu açısından aralarında benzerlik bulunan ayetlerin, bir araya getirilmesiyle oluşturulur. Küme tamamlanmadan istenen açıklamaya ulaşılamaz. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Onu kur’ânlar halinde böldük ki insanlar müks içinde iken onu onlara okuyasın. (İsrâ 17/106)
Müks = مُكْث, “durup beklemek” demektir. Ayetlerin açıklamasına ancak bir ilim heyeti birlikte ulaşabilir. İlgili ayetlerden biri de şöyledir:
Bu bir kitaptır ki, ayetleri; bilenlerden oluşan bir topluluk için Arapça kur’ânlar halinde açıklanmıştır. (Fussilet 41/3)
Bu yöntem sahabeden sonra unutulmaya başlandığı için ayetlere verilen meallerde büyük yanlışlar vardır. Buradaki meal, o yanlışlardan biridir.

Yazılan dipnotta geçen "Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi, vakfın ön yargılı bir okumasının örneğini göstermektedir. Çünkü vakıf bu ayetten evlenecek genç kızlara baskı yapılmaması gerektiğini, ayete söyletmeyi amaçlamaktadır.

Vakıf mealinde, ayet içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin, "genç kız, bakire kız" anlamına sahip olduğu belirtilmektedir. Aynı kelime Nisa s. 25. ayetinde de geçmekte, fakat aynı kelimeye vakıf Nisa s. 25. ayetinde farklı bir anlam vermektedir.,

Nisa s. 25. ayetine vakıf tarafından verilen anlam şu şekildedir:

Mümin, iffetli ve hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hakimiyetiniz altında olan MÜMİN ESİR KIZLARINIZI nikahlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz[1*]. Onları (esir kadınları), iffetli /muhsana olmaları, zinadan uzak durmuş ve gizli dostlar edinmemiş olmaları şartıyla onları, ailelerinin[2*] izni ile nikahlayın ve mehirlerini kendilerine, marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak verin. Evlendikten / muhsana olduktan[3*] sonra da zina etmiş olarak karşınıza çıkarlarsa onlara verilecek ceza, hür kadınlara verilen o cezanın yarısı kadardır[4*]. Bu ruhsat[5*], içinizden zor duruma düşmekten korkanlar içindir. Ama sabretmeniz daha iyi olur. Allah bağışlar ve merhamet eder. 

Mealde altını çizdiğimiz kelimelere dikkat edilirse, Nisa s. 25. ayeti içinde geçen مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِcümlesine, vakıf tarafından doğru şekilde "mümin esir kızlarınız" anlamı verilmiştir. Yani فَتَيَاتِكُمُ kelimesi, savaşta ele geçirilen kadın köle veya cariye olarak bildiğimiz bir anlama sahip olarak çevrilmiştir. Fakat aynı kelime Nur s. 33. ayetinde aynı anlamda çevrilmemiş, genç kız anlamı verilerek çevrilmiştir. 

Burada, "Bir kelime bütün ayetlerde aynı anlamda olmak zorunda mı, neden bir ayette farklı bir ayette farklı anlamda kullanılmış olmasın?" şeklinde bir soru sorulabilir. Arapçada bir kelimenin çok anlama sahip olmasından dolayı böyle bir durum elbette mümkündür ve bunun örnekleri Kur'an'da bulunmaktadır. Fakat bahsi geçen kelimenin, bir ayette esir kız, bir ayette genç kız anlamında kullanılmış olması kanaatimizce mümkün değildir. Kelimenin doğru anlamı esir kız yani genellikle cariye olarak bildiğimiz şeklindeki kullanımıdır. Her iki ayette de bu anlamın kullanılması gerekirken, vakıf tarafından yapılan mealde maalesef bunu görememekteyiz.

Peki vakıf neden bu kelime için farklı bir kullanım ihtiyacı duymuştur?. Bu sorunun cevabını dipnotta görmek mümkündür. Yapılan dipnottaki " Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi her şeyi açıklamaktadır. Genç kızlara evlilik konusunda baskı yapılması elbette kabul edilebilir bir durum değildir, ancak bunu zorlamalarla ayetten çıkarmaya kalkmak ise, hiç kabul edilebilir değildir. 

Nur s. 33. ayet içinde kafaları karıştıran bir diğer cümle, cariyelerin yani esir kızların fuhşa zorlanması ile ilgilidir. Cümlenin metni şu şekildedir: وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

Cümlenin genel olarak yapılan çevirileri ise şu şekildedir:

"Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın."
 Cümle içinde geçen عَلَى الْبِغَاءِ kelimesi, vakıf tarafından isyan anlamında çevrilmiş olmasına karşın, فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin esir kız anlamında kullanılması gerektiğini dikkate aldığımızda, bu kelimenin, kadının kendisi için için belirlenmiş haddi aşmış olmasını ifade eden fuhuş anlamında kullanılmış olması daha isabetli görünmektedir. Çünkü Kur'anda bu şekilde kullanımı görülmektedir. 

الْبِغَاءِ kelimesinin kadın ile birlikte kullanıldığı zaman, kadının iffeti namusu ile ilgili kullanıldığına dair iki ayet örneğini, Meryem suresi içinde görmekteyiz. Bu suredeki ayetlerin mealini yine vakıf mealinden alıntı yaparak vermek istiyoruz.

(Meryem 19/20) --- Meryem dedi ki “Benim nereden çocuğum olacak; bana erkek eli değmedi. Yoldan çıkmış (bağıyyen)biri de değilim.” 

(Meryem 19/28) --- Ey Harun’un[*] kızkardeşi! Baban kötü bir kişi değildir, anan da yoldan çıkmamıştır (bağıyyen).” 

Meallerden de görüldüğü üzere vakıf, ayet içinde geçen bağıyyen kelimesini kadının iffeti namusu ile ilgili bir anlam vererek doğru şekilde çevirmiş, fakat Nur s. 33. ayeti içinde geçen الْبِغَاءِ kelimesini ise, isyan anlamı vererek çevirmiştir. Vakıf, Nur s. 33. ayeti içinde geçen kelimeye de Meryem s. 20. ve 28. ayetleri doğrultusunda bir anlam vermesi gerekirken, isyan anlamı vermiş olması, ön yargılarını ayete söyletmek istemelerinin bir sonucudur. 

Yine bu cümle içinde bulunan وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚve ekseriyetle "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" olarak çevrilen cümle, eğer bir cariye kendi isteği ile fuhuş yapmak isterse, Kur'an buna müsaade mi ediyor? şeklinde bazı zihinlerde soru işaretlerine maruz kalmaktadır. 

Öncelikli olarak burada sorulması gereken soru, cümlenin çevirisinde herhangi bir sorun olup olmadığı noktasında olmalıdır. Yoksa mevcut mealler üzerinden gidilerek varılan bir sonuç, bizleri tıpkı bu cümlenin çevirisinde olduğu gibi yanlış iddialara ve düşüncelere sevk edebilir. 


Nur s. 33. ayetinin Muhammed Esed tarafından yapılmış olan çevirisinin daha makul olduğunu düşünerek, önce ayetin onun tarafından yapılmış olan çevirisini verecek, daha sonra ayet üzerinden tarihi arka planı okumaya çalışacağız. 

Muhammed Esed: 

Nur s. 33 ---- Evlenmeye imkan bulamayanlar, Allah kendilerine lütfuyla bu imkanı verinceye kadar iffetli davransınlar. Yasal olarak sahip bulunduğunuz kimselerden azatlık sözleşmesi yapmak isteyen olursa, kendilerinde iyi niyet görüyorsanız bu sözleşmeyi onlar için yazın; ve Allah’ın size bahşettiği kendi zenginliğinden onlara (paylarını) verin. Ve eğer evlenerek iffetlerini korumak istiyorlarsa, sakın, dünya hayatının geçici hazları peşine düşerek, (hürriyeti sizin elinizde bulunan) cariyelerinizi fuhşa zorlamayın; kim onları buna zorlarsa, bilsin ki, maruz kaldıkları bu zorlanmadan ötürü, Allah (onları) acıyıp esirgeyecek ve bağışlayacaktır!

Esed tarafından yapılan bu çeviri metnin gerçeğine daha yakın olup, ayet içinde geçen تَحَصُّنًا kelimesine, evlenmek sureti ile namuslu kalmak anlamı verilmiştir.

Kölelik sistemi nuzül dönemi insanlık aleminin bir gerçeği olup, Arap toplumu da bu gerçeği yaşamakta idi. Kadın ve erkek köle edinmek, savaşların bir parçası olup, Kur'an bu gerçeği kabul ederek, bir takım ıslah düzenlemelerine gitmiştir. Nur s. 33. ayeti de bu düzenlemenin bir parçasıdır. Şöyle ki: 

Köle statüsüne sahip olan bir kimse ücretli olarak çalışarak hürriyeti elde etme hakkını kazanabiliyor, cariye olarak bildiğimiz köle kadınlar ise bazı kimseler tarafından fuhuş sektöründe kullanılabiliyordu. Ayet, fuhuş sektöründe kullanılan cariyelerin bu işlerde kullanılmasını, evlenmek isteyenlere mani olunarak fuhuş sektöründe zorla çalıştırılmasını yasaklamaktadır.

Maalesef bir çok mealde yanlış anlamalara yol açabilecek olan "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" şeklinde bir çeviri yapılarak, bir çok kimsenin kafasında soru işaretlerinin oluşmasına yol açılmıştır. 

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Nur s. 33. ayeti maalesef ön yargılara kurban edilmek istenilmiş, fakat Kur'an kendi iç bütünlüğünde bir anlam örgüsüne sahip olmasından dolayı, vakıf tarafından yapılan bu ayet meali yine kendi yaptıkları diğer ayet mealleri tarafından ret edilmektedir. 

Ayet  içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ ve الْبِغَاءِ kelimeleri Kur'an bütünlüğüne riayet edilmemek sureti ile çevrilmiş, fakat vakıf bu hatası ile yine Kur'an tarafından tökezletilmiştir. Kendi yaptıkları meallerden örnekler vererek yaptıkları hatayı ortaya koymaya çalışmış olmamız, vakfın meal çalışmasında dikkatli davranmadığını göstermektedir.

Tavsiyemiz, vakfın ön yargılarını kırması ve yaptıkları ayet meallerinin diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz edip etmediğinin kontrole tabi tutulmasıdır.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

12 Haziran 2019 Çarşamba

Hud s. 46. Ayeti: Nuh (a.s.)ın Oğlu Zina Mahsulü müydü?

Yazımıza başlık olarak koyduğumuz sorunun, bazı okuyucular tarafından garip karşılanacağını bilmekteyiz. Ancak Nuh (a.s.) kıssasını, eski tefsirlerden okuyanlara bu soru garip gelmeyecektir. Çünkü o tefsirlerde bu doğrultuda yorumların nakledilmiş olduğu görülecek, hatta Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde, ilgili ayete bu doğrultuda bir meal verilmiş olduğu görülecektir.

İlgili ayetin yorumlarında 3 farklı yaklaşım olduğu, yine bu tefsirleri okuyanlar tarafından görülecektir. Yazımızın konusu bu farklı yaklaşımlar üzerinde olacaktır.

Hud s. 46. ayetinin Arapça metni ve ilgili ayete verilen 3 farklı meal şöyledir: 

قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ ۖ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ ۖ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ ۖ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ

1- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."

2- (Allah) "Ey Nuh! Kesinlikle o senin ailenden sayılamaz; dolayısıyla bu (bu tarz yaklaşım) doğru olmayan bir davranıştır; bundan böyle, iç yüzünü bilmediğin bir şeyi Benden isteme: Elbet Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim!" dedi.

3- Allah dedi ki " Bak Nuh! O, senin ailenden değildir. O uygunsuz bir iş ürünüdür. Bilmediğin şeyi bana sorma. Kendini bilmezlerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum".

1. sıradaki meal örneği, Nuh (a.s.) ın oğlunun inkarcı bir kişi olduğunu merkeze alarak yapılan, ve birçok meal yapıcısı tarafından kabul gören bir meal örneğidir. 2. sıradaki meal örneği, Nuh (a.s) ın Allah (c.c.) ye karşı yapmış olduğu isteğin yanlış olduğunu merkeze alarak yapılan örneğidir. 3. sıradaki meal örneği ise, Nuh (a.s.) ın oğlunun zina mahsulü olduğunu merkeze alarak yapılan meal örneğidir. Bizim, bu meal örneklerin birisi doğru diğeri yanlıştır gibi bir iddiamız olmamakla birlikte, hangi mealin daha isabetli olabileceği konusunda görüşlerimizi paylaşmaya gayret edeceğiz. 

İlgili ayette farklı yorumların oluşmasına yol açan cümle, ayet içindeki إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ cümlesidir. Kur'an ile hemhal olanların karşısına çıkan en büyük sorunlardan bir tanesi, Kur'an içindeki herhangi bir ayetin, farklı kişiler tarafından yapılan tefsir ve meallerinin birbirinden farklı olmasıdır. Bu farklılıkların birçok sebebi olmakla birlikte, Arap dilinin gramatik yapısından kaynaklanan kıraat farklılıkları ve kişilerin sahip oldukları Kur'an algılarının bu konuda büyük rol oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Kur'andaki herhangi bir ayetin çeviri ve yorumunda göz önünde tutulması gereken en önemli hususlardan bir tanesi de, o ayetin Arap dilindeki karşılığının ilgili ayetin öncesi ve sonrası, ve Kur'an'ın bütünlüğü ile uyum sağlamasıdır. Kıraat farklılıklarından veya farklı Kur'an algılarından doğan okumalar, herhangi bir ayete birden farklı anlam verilmesine sebep olmakta, bu durum ise okuyucunun kafasında hangi yorumun doğru olduğu konusunda soru işareti oluşturmaktadır. Yukarıdaki cümle bu duruma bir örmek olup, hangi yorumun daha isabetli olabileceğini ilgili kıssanın bütünü üzerinden giderek anlamaya çalışacağız. 

Hud s 25- 49. ayetleri arasında anlatılan Nuh kıssasının kısaca özeti şöyledir: Putlara tapan kavmini uyarmak için gönderilen Nuh (a.s.), yıllarca bu görevini yerine getirmeye gayret etmiş fakat başarılı olamamıştır. Allah (c.c.) ona bir gemi yapmasını ve gemiye hayvanlardan birer çift ile ailesi ve kendisine inananları bindirerek tufan başlayınca yola çıkmasını emreder. 

Bu emri verirken 37. ayetteki "zalimler konusunda bana başvurma, çünkü onlar kesinlikle boğulacaklardır." emri, إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ   cümlesinin isabetli anlamını tespit etmekte bize yol gösterecektir. Geminin hareket etme zamanı geldiğinde ailesine dahil olan oğlu gemiye binmeyi ret eder ve suda boğulur. Bunun üzerine 45. ayette Nuh (a.s.) Allah'a şöyle nida eder: "Ey Rabbim, oğlum ailemin bir bireyi idi, senin vaadin de gerçektir ve sen kesinlikle hüküm verenlerin en yerinde hüküm verenisin."

Nuh (a.s.) ın bu nidasının cevabını 46. ayette görmekteyiz. Fakat ayet içindeki إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ cümlesinin çeviri ve yorumlarında farklılık görmekteyiz. Cümledeki إِنَّهُ kelimesi tefsirciler tarafından şu şekilde yorumlanmaktadır: Bir kısım tefsirci, kelimeyi Nuh (a.s.) ın oğluna raci ederek , onun gemiye binmeyi ve iman etmeyi ret etmekle kötü bir iş yaptığı şeklinde yorumlamakta, diğer bir kısım tefsirci ise kelimeyi Nuh (a.s.) ın sözüne raci ederek, senin bu isteğin uygun olmayan bir istektir şeklinde yorumlamaktadır. 

Biz, cümledeki إِنَّهُ kelimesini, Nuh (a.s.) oğluna raci ederek yorumlayanların daha isabetli olduğunu kanaatindeyiz şöyle ki: Nuh (a.s.) ın oğlu babasının bütün ısrarlarına rağmen gemiye binmeyi ret ederek, sığındığı dağın kendisini boğulmaktan kurtaracağını iddia etmiştir. Onun bu iddiası, aynı zamanda babasına iman etmediğini de göstermektedir. Bu noktada ayet içinde geçen "ehl" kelimesi önem kazanmaktadır.

Ehl; Kendilerini bir kan bağının, nesebin, inancın, dinin, evin, ülkenin, sanatın bir araya getirdiği kimseler ile ilgili olarak kullanılan bir kelimedir. Hud s. 40. ayeti içinde geçen ehleke (aileni) kelimesi, bir kan bağının nesebin bir araya getirdiği kimseler anlamında kullanılırken, 46. ayette ise inancın dinin bir araya getirdiği kimseler anlamında  kullanılmıştır. Nuh kıssasının anlatıldığı Enbiya s. 76. ve Saffat s. 76. ayetlerine baktığımızda ehl kelimesinin, kan bağı nesep anlamında değil, aynı inancı paylaşan insanlar ile ilgili kullanıldığını görebiliriz. 

Dolayısı ile Allah (c.c.) Nuh (a.s.) a hitaben إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ buyurmakla, oğlunun onunla aynı inancı paylaşmadığını beyan etmektedir. Bu cümle içindeki إِنَّهُ kelimesinin, Nuh'un oğlu anlamında kullanılmış olması, 46. ayet içinde ikinci kez geçen kelimenin yine Nuh'un oğlu anlamında kullanılmış olması şeklinde yapılan yorumları güçlendirmektedir. Dolayısı ile, Allah (c.c.) Nuh (a.s.) a hitaben إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍbuyurmakla, onun oğlunun inkarcılığına işaret etmektedir. 

Gelelim tefsirlerde nakledilenNuh (a.s.) ın oğlunun zina mahsulü olduğu şeklindeki yorumlara:

Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerde, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde bu doğrultuda bir çeviri yapıldığını yukarıda belirtmiş, Vakıf tarafından yapılan meali yukarıda 3. sıradaki meal örneği olarak vermiştik. Vakıf tarafından verilen dipnotta ise bu görüşün Taberiye ait olduğu belirtilerek Tahrim s. 10. ayete atıf yapılmaktadır. Taberi tefsirinin Tahrim s. ile ilgili olarak yapılan, Türkçeye Hisar yayınları tarafından yapılan çevirisinin 8. cilt 360. sayfasında ise şunlar yer almaktadır:

"Abdullah b. Abbas'a göre kocalarına ihanet ettikleri beyan edilen Hz Nuh ve Hz Lut'un ihanetleri dini meselelerdendir. Başka hususta değildir. Zira hiçbir peygamberin hanımı ahlaksızlığa düşmemiştir. Burada Hz Nuh'un karısının ihaneti onun kafir olması ve Nuh'u delilikle suçlamasıdır. Lut'un karısının ihaneti Lut'un gizlediği misafirler, Lutilik yapan ahlaksızlara bildirmesidir.

Görüldüğü üzere Taberi tefsirinin Türkçeye yapılan çevirisinde Vakfın iddia ettiği gibi bir görüş bulunmamaktadır. Şayet Vakıf bu görüşünü Tahrim s. 10. ayete dayandırarak kendi indi görüşleri olarak ortaya koymuş olsa dahi, ilgili ayette Nuh'un karısının zinaya saptığına dair herhangi bir delil yine bulunmamaktadır. Ayrıca Taberi'nin Hud suresi tefsirinde Nuh kıssası ile ilgili ayetlerde bu konuda herhangi bir görüş bulunmamaktadır. Vakfı böyle bir anlam vermeye yönelten noktanın ayet içinde geçen "ehl" kelimesinin sadece kan bağı anlamı dikkate alınmış olması olduğunu düşünmekteyiz. Vakıf şayet Kur'an bütünlüğünü dikkate almış olsaydı Enbiya ve Saffat surelerinde geçen "ehl" kelimesinin, inanç bağı anlamında kullanılmış olduğunu görerek, bu yönde yapılan bir mealin isabetsiz olacağı kanaatine varabilecekti.

Not: Yazımızda Taberi tefsirinin Türkçe tercümesinde vakıf tarafından iddia edilen görüşün olmadığı yönünde bir ifademiz olmuştu. Taberi tefsirinin Arapçasında Hud s. 46. ayeti ile ilgili tefsirde, böyle bir görüş ifade edilmiş olmakla birlikte, bu görüş Taberi'ye ait değil, başka kişilerin ortaya attığı bir görüş olarak tefsirde yazmaktadır. Taberi'nin kendisi bu görüşte olmadığı gibi, bu görüşün yanlış olduğunu savunmaktadır. Vakıf dipnotunda "Taberi tefsirinde bunun zina mahsulü olduğu yazılı" şeklinde bir ifad,e sanki bu görüşü Taberi savunuyormuş gibi bir durum oluşturmaktadır. Vakfın bu dipnotu, "Taberi tefsirinde bu yönde görüşler yazmaktadır" şeklinde değiştirmesi daha gerçekçi olacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR. 

6 Mayıs 2019 Pazartesi

Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. Ayetlerinde Geçen "Min Dabbetin" Kelimesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Elimizde bulunan Kur'an çevirilerinin bir çoğunda karşımıza çıkan sorunların başında, ilgili ayete verilen anlamın Kurân bütünlüğü ile çelişmesi gelmektedir. Bu çelişkinin bir nedeni ise, ayet içindeki  herhangi bir kelimenin sahip olduğu anlamlardan hangisinin ayet metni ve Kur'an bütünlüğüne uygun olabileceğinin dikkate alınmamasıdır. 

Bu yazımızda ele almaya çalışacağımız Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerinin çevirilerinde karşımıza çıkabilecek olan bir sıkıntı, söylemek istediğimizin daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. Konumuz ile ilgili ayetlerin metni ve çevirileri şöyledir.

Nahl s. 61. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَىٰ ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا

Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir. 

Her iki ayete bakıldığında ortak noktanın, Allah (c.c) nin insanları yaptıkları zulümler nedeniyle hemen cezalandırmayarak onları belirli bir süreye kadar ertelemesi olduğu görülecektir.

Peki bu ayetlerdeki çeviri problemi nedir?.
Bu ayetlerdeki çeviri problemi her iki ayette geçen  مِنْ دَابَّةٍ kelimesine ayet bütünlüğüne uygun bir şekilde anlam verilmemesidir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz tüm çevirilerde bu kelimenin CANLI anlamı verilerek çevrildiğini gördük. Ayete verilen bu anlam her ne kadar Dabbe kelimesinin anlamına uygun olmuş olsa da, dikkatli bir meal okuyucusunun kafasında bir takım soru işaretleri oluşmasına sebebiyet verecektir. Şöyle ki...

Ayet içinde geçen Dabbe kelimesinin karşılığı olan Canlı anlamı, insan dahil yeryüzündeki bütün mahlukatı içine almaktadır. Ayetlerde geçen Dabbe kelimesine Canlı şeklinde verilen anlam, insan haricinde olan mahlukatın ne gibi bir zulüm işleyerek helak olmayı hak edebilecekleri sorusunu beraberinde getirecektir. Halbuki İnsan haricinde olan hiç bir varlık yaptıkları yüzünden Allah indinde sorumlu olmayacaktır. Yani sadece insan, yaşamında yaptıklarından sorumlu tutulacak ve hesap gününde cennet veya cehennem ile ödüllendirilecektir.  

Allah (c.c) insana akıl vererek ona yaşamında bir takım sorumluluklar vermiştir. Fakat hayvanlar böyle değildir. Allah (c.c) onlara herhangi bir sorumluluk yüklememiştir. Onlar sadece fıtri melekeleri ile hareket ederler ve bu hareketleri neticesinde günah veya sevap kazanmazlar. Dolayısı ile Kur'an'ın odak kavramlarınlarından olan Zulüm, onlar için geçerli bir kavram olmayıp, sadece insan için geçerlidir, ve yaptığı zulüm neticesinde dabbe cinsinden olan varlık grubuna dahil olan insanlar zulümleri nedeniyle azabı hak ederler.

Ayetlerin başına dikkat ettiğimizde her iki ayette de النَّاسَ (insanlar) kelimesinin olduğunu görürüz. Dabbe kelimesine verilecek anlamda maalesef meallerde bu nokta  göz önüne alınmayarak, kelimenin en geniş anlamı verilmiştir. Halbuki bu ayet içinde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğramış, yeryüzünde gezen dabbe cinsinden olan sadece zalim insana has bir anlam kazanmıştır.

Bu noktayı dikkate alarak ilgili ayetlerdeki مِنْ دَابَّةٍ kelimesine verilen CANLI anlamı yerine, İNSAN anlamı vermek daha uygun olacaktır. 

Nahl s. 61 ----Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir insan bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45 ----Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir insan bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir.

Burada, "Peki Allah (c.c) neden مِنْ دَابَّةٍ kelimesi yerine النَّاسَ kelimesini kullanmadı?"şeklinde bir soru gelebilir. Buna da Enfal s. 22. ve 55. ayetlerinden cevap verebiliriz.

[008.022]  Şüphesiz Allah katında canlıların (eddevabbi) en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.

[008.055]  Allah katında, canlıların (eddevabbi) en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.

Enfal suresindeki bu ayetlere baktığımızda, inkarcı insanların Dabbe kelimesinin çoğulu ile ifade edilmiş olduğunu görmekteyiz. Yani bu ayetlerde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğrayarak, sadece inkarcı insan için kullanılmıştır. Meal yapıcıları bu ayetleri dikkate alarak Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerine anlam vermiş olsalardı, daha isabetli bir ayet çevirisi yapabilmeleri mümkün olurdu.

Sonuç olarak: Kur'an meali yapabilmek için Arap dilini bilmekten önce, Kur'an bütünlüğüne hakim olma şartı gelmektedir. Bütünlüğe dikkat edilmeden yapılan meal çalışmalarının bir çok hata ve çelişkiye sahip olduğu ret edilmez bir gerçektir. Kur'an bütünlüğüne vakıf olmayan bir meal yapıcısı, kelimelerin Arap dilinde belki doğru anlamını verebilir, fakat bu anlam ilgili ayet içinde bazı sıkıntılara yol açabilir. Yazımızda bu noktaya dikkat çekmeye çalıştık.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Allah, insanları zulümleri yüzünden helâk etseydi yeryüzünde yürür bir tek mahlûk kalmazdı, fakat onlara azâp etmeyi mukadder bir zamâna tehîr etti; vakitleri gelince de ne bir an geri kalırlar, ne bir an önce gelip çatar o mukadder vakit.

25 Şubat 2019 Pazartesi

NİSA SURESİ MEALİ

1- Ey insanlar Efendinize karşı korunun. O, sizi bir benlikten* takdir etti ve ondan da eşini takdir etti ve  ikisinden birçok adamlar ve kadınlar yaydı. Ve Allah' a karşı korunun. O'nunla birbirinizden sorguda bulunuyorsunuz ve yakınlık (bağlarını koparmak)tan da (korunun). Şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde gözeticidir.

*İnsanın yaratılış öyküsü Kur'an'dan öğrendiğimize göre, Adem ile temsil edilmektedir. Adem, yaratılan ilk insan değil, insanın yaratıldığı öz'ün somut hale getirilerek edebi bir üslüp dahilindeki anlatımıdır. Eşinin ondan yaratılması ise kadın ve erkek cinsinin aynı öz'den yaratıldığının beyan edilmesidir. Klasik anlatımla önce Adem, sonra onun kaburga kemiğinden eşi yaratılmış değildir. 

2- Ve yetimlere mallarını verin. Temiz olanı, murdar olanla değiştirmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu büyük günahtır.

3- Ve eğer yetimler hakkında hakkaniyetli olamamaktan kaygı duyarsanız, o takdirde sizin için temiz (evlenilmesi yasak olmayan) kadınlardan ikişer ve üçer ve dörder nikâhlayın. Ve eğer denkliği sağlayamamaktan kaygı duyarsanız, o takdirde de bir (eşle) veya sağ ellerinizin sahip olduğuyla (yetinin). İşte bu doğruluktan ayrılmamanıza daha yakındır.

4- Ve kadınlara (nikâh) bağışlarını incitmeden verin. Eğer benliklerinden olarak ondan bir şey sizin için temiz sayarlarsa (size verirlerse), o takdirde artık onu afiyetle iç huzuru ile yeyin.

5- Ve Allah'ın sizin için ayakta kalma vesilesi kıldığı (yetimlere ait olan) mallarınızı, (o malı idare edemeyecek) ahmaklara vermeyin. (O malların geliri ile) onları rızıklandırın ve giydirin ve onlara benimsenen söz deyin.

6- Ve yetimleri evlilik çağına ulaştıkları zamana kadar yıpratın. Eğer onlardan bir erginlik sezinlerseniz, o takdirde mallarını hemen onlara defedin. Büyüyecekler (de mallar elimizden gidecek) diye o malları savurganlık ve aceleyle yemeyin. Ve kim zengin durumda ise, artık iffetli olsun. Ve kim fakir durumda ise, artık benimsenen şekilde yesin. Mallarını onlara defettiğiniz zaman, artık üzerlerine tanık bulundurun. Ve hesaplayıcı olarak Allah yeterlidir.

7- Anne baba ve yakınlık bağı olanların bıraktığından adamlar için hisse vardır. Anne baba ve yakınlık bağı olanların bıraktığından kadınlar için de hisse vardır. Terk edilenden pek az veya çok olsun ondan (kadınlara verilmesi) belirli hisse vardır.

8- Ve pay dağıtımı sırasında, (miras düşmeyen) yakınlığın sahipleri ve yetimler ve düşkünler de hazır bulunduğu zaman, artık onları da ondan rızıklandırın ve onlara benimsenen söz söyleyin.

9- Ve arkalarında zayıf bir soy bırakmış olsalardı onlardan dolayı kaygı duyacak olanlar, (miras düşmeyenlere haksızlık etmekten) kaygı duysun. Artık Allah'tan korunsunlar ve doğru söz desinler.

10- Şüphesiz ki, yetimlerin mallarını haksızlık yaparak yiyenler, ancak ve ancak karınlarına ateş yiyorlar. Ve onlar alevli ateşe yaslanacaklar.

11- Allah size çocuklarınız hakkında erkeğe iki kadın hissesi öneriyor. Eğer kadınlar ikinin üstünde iseler, artık onlara bırakılanın üçte ikisi vardır. Ve eğer bir kadın ise, artık ona yarısı vardır. Ve eğer onun çocuğu varsa, babası annesi için her birine bıraktığının altıda biri vardır. Eğer onun çocuğu yoksa ve ona babası annesi varis oluyorsa, artık annesine üçte bir vardır. Eğer onun kardeşleri varsa, artık annesine altıda biri vardır. (Bu paylaşım) önerdiği öneriden ve (ödenecek) borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size menfaat bakımından daha yakın olduğunu siz algılayamazsınız. (Bunlar) Allah'tan belirlemedir. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilici en bilgedir. 

12- Ve eşlerinizin eğer çocukları yoksa, bıraktığının yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa önerdiği öneriden ve (ödenecek) borçtan sonra bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri vardır. Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri, önerdiğiniz öneriden ve borçtan sonra onlarındır. Eğer adam veya kadına anne baba ve çocukları olmadığı halde varis olunuyor, onun da erkek veya kız kardeşi bulunuyor ise, onlardan her birine altıda bir vardır. Eğer (kardeşler) bundan fazla iseler, önerilen öneriden ve borçtan sonra zora sokulmaksızın üçte birine onlar ortaktırlar. (Bunlar) Allah'tan bir öneridir. Ve Allah her şeyi bilici yumuşak davranıcıdır.
   
13- İşte bu Allah'ın sınırlarıdır. Ve kim Allah'a ve O'nun elçisine itaat ederse, onu orada ölüm görmemek üzere kalıcı olarak altından nehirler akar cennetlere girdirir. Ve işte bu büyük kurtuluştur.

14- Ve kim Allah'a ve O'nun elçisine karşı çıkar ve O'nun sınırlarını aşarsa, onu orada ölüm görmemek üzere kalıcı olarak ateşe girdirir. Ve ona küçük düşürücü azap vardır.

15- Ve kadınlarınızdan fuhuş (işlediği gerekçesi) ile gelenlere, artık onlara karşı içinizden dört tanık isteyin. Eğer bunlar tanıklık ederlerse, artık onları ölüm onların ömürlerini tamamlayıncaya veya  Allah onlara yol açıncaya kadar  evlerde sıkıca tutun.

16- Ve içinizden onunla (fuhuş işledikleri gerekçesi ile) gelen iki erkeğin ikisini de artık (sert önlemlerle) rahatsızlık verin. Eğer (itaatle) döner ve (durumlarını) düzeltirlerse, artık o ikisin( e cezai müeyyidede)den kayıtsız kalın. Şüphesiz ki Allah (lütufla) çokça dönücü çok merhamet edicidir.

17- (Kabulu) Allah'ın üzerine olan dönüş, ancak ve ancak o kimseler içindir ki, bilgisizce hareket ederek bir kötülük işlerler, sonra hemen (ölüm anı gelmeden önce itaatle) dönerler. İşte Allah'ta onlara (lütuf ile) döner. Ve Allah her şeyi bilici en bilgedir.

18- Ve (kabul olan) dönüş, kötülükleri işleyerek ta ki ölüm onlardan birisininin hazırında olduğu zaman: "Şüphesiz ki ben şimdi döndüm" diyen için ve (gerçeği) örtücü olarak ölen kimseler için değildir. İşte onlara acı azap hazırladık.

19- Ey inananlar kadınları zorla miras olarak almanız size serbest olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, apaçık bir hayasızlık (suçu) getirmedikçe onlara sertlik göstermeyin. Onlarla benimsenen şekilde geçinin. Eğer onları çirkin görecek olursanız, siz bir şeyi çirkin görseniz de Allah onda çok hayır kılmış olabilir.

20- Ve eğer bir eşin yerini başka bir eşle değiştirmek isterseniz ve onlardan birine kantar kantar (mehir) vermiş olsanız bile, artık sakın ondan hiçbir şey almayın. Onu dehşetli bir yalan ve apaçık bir günah (yüklenmiş olarak) alır mısınız?

21- Ve onu nasıl  alırsınız? Birbiriniz ile içli dışlı olmuş ve onlar da sizden (haklarını gözetme hususunda) sağlam bir yeminle bağlanmış söz almışlardı.

22- Ve kadınlardan babalarınızın nikâhladıklarını nikâhlamayın. Geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz ki o hayasızlık ve gazabı gerektiren ve kötü bir yoldur.

23- Size analarınız ve kızlarınız ve kız kardeşleriniz ve halalarınız ve teyzeleriniz ve erkek  kardeş kızları ve kız kardeş kızları ve sizi emzirmiş olan süt anneleriniz ve süt kız kardeşleriniz ve kadınlarınızın anneleri ve kendileri ile (zifafa) girdiğiniz kadınlarınızın sizin odalarınızda sizin himayenizdeki üvey kızlarınız (ile nikâhlanmak) yasaklaştırıldı. Eğer anneleri ile (zifafa) girmemişseniz, artık size bir sorumluluk yoktur. Ve kendi sırtınızdan olan oğullarınızın eşleri (helâlleri). Ve iki kız kardeşi de (aynı anda nikâh altında) birlikte toplamanız da (size yasak kılındı) geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

24- Ve kadınlardan sağ ellerinizin sahip olduğu (savaş esiri olarak alınanlar) hariç, (evlenerek) korunmuş olanlar ile de (nikahlanmanız yasak kılındı). (Bunlar) Allah'ın size yazgısıdır. Ve bunların dışındakiler ise, korunarak zinadan kaçınmışlar olarak mallarınız ile (mehirlerini vererek) peşine düşmeniz size serbestleştirilmiştir. Onlardan hangisinden yararlandıysanız onlara belirlenen ödüllerini verin. (Mehr)in belirlenmesinden sonra karşılıklı hoşnutlukla kararlaştırdığınız (erkeğin mehri arttırması veya kadının mehrin bir kısmından geçmesi) miktarda sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Allah her şeyi bilici en bilgedir.

25- Ve içinizden kim korunmuş inanan kadınları nikahlamaya uzunlukça (maddi bakımdan) güç yetiremezse, artık sağ ellerinizin sahip olduğu inanan genç kızlarınızdan (nikahlasın). Ve Allah sizin inancınızı en iyi bilendir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyleyse korunarak zinadan kaçınmış ve gizli dostlar tutmamışlar olarak, onları sahiplerinin duyumuyla ödüllerini benimsenen şekilde vererek nikâhlayın. Artık (evlenerek) korundukları zaman eğer hayasızlık (suçu) getirirlerse, artık onlara korunmuş (evli) inanan kadınların üzerindeki (100 celde) azaptan yarısı vardır. Bu içinizden (günaha düşmekten dolayı)  sıkıntıdan endişe duyan içindir. Ve eğer direnerek gayret ederseniz, sizin için daha hayırlıdır. Ve Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

26- Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yasalarına iletmek ve size (lütufla) dönmek istiyor. Ve Allah her şeyi bilici en bilgedir.

27- Ve Allah size (lütufla) dönmek istiyor. Ve düşkünlüklerine uyanlar ise, sizin büyük sapma ile sapmanızı istiyor.

28- Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek istiyor. Ve insan zayıf olarak takdir edilmiştir. 

29- Ey inananlar, mallarınızı aranızda gerçek olmayan yollarla yemeyin. Ancak içinizden karşılıklı hoşnutlukla (olan) ticaret ile olması hariç. Ve benliklerinizi de(meşru bir sebep olmadıkça) öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah size karşı çok merhamet edicidir.

30- Ve kim düşmanlık ve haksızlığa saparak bunu yaparsa, ileride biz onu ateşe yaslandıracağız. Ve işte bu Allah'ın üzerine kolaydır. 

31- Eğer vazgeçirtildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız, biz de sizden kötülüklerinizi örter ve sizi değerli girilecek yere girdiririz.

32- Ve Allah'ın onunla kiminizi kiminizin üzerine üstünleştirdiği şeylerin beklentisini dile getirmeyin. Adamlar için kazandıklarından hisse ve kadınlar için de kazandıklarından hisse vardır. Ve Allah'ın lütfundan sorun. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilicidir.

33- Anne baba ve yakınlık bağı olanların bıraktığından, hak sahibi yönelenler (varisler) tayin ettik. (Hukuken mirasçı olmaya hakkı olmadığı halde)yeminlerinizin bağladığı (mirastan hisse verilmesi sözü verilen) kimselere de hisselerini verin. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerinde tanıktır.

34- Adamlar, Allah'ın (insanların) bir kısmını bir kısmının üzerine üstünleştirmiş olmasından ve (ailesi için) mallarından dağıtmalarından dolayı, kadınların üzerinde koruyucu ve yöneticidirler. Düzgün işler işleyen kadınlar, itaatten ayrılmayan, Allah'ın ( kendi haklarını) korumasına mukabil duyularla algılanmaması gereken(avret mahallerini) koruyan kadınlardır. Ve kalkışmasından kaygı duyduğunuz kadınlara öğüt verin ve onları yataklarında ayrı bırakın ve (kalkışmaya devam ederlerse) onlara vurun. Eğer size itaat ederlerse, artık onlara karşı yol peşine düşmeyin. Şüphesiz ki Allah yücedir büyüktür.

35- Ve eğer ikisinin arasının bölünmesinden kaygı duyarsanız, artık erkeğin ev halkından karar veren bir kişiyi ve kadının ev halkından karar veren bir kişiyi harekete geçirin. Bu iki kişi eğer (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah ta o ikisinin arasını uygunlaştırır. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilici her şeyi haber alıcıdır.

36- Ve Allah'a kulluk edin ve hiçbir şeyi O'na ortaklaştırmayın. Ve anne babaya ve yakınlığın sahiplerine ve yetimlere ve düşkünlere ve yakınlığın sahibi komşuya ve uzak komşuya ve yakın arkadaşa ve yolun oğluna (yolda kalmışa) ve sağ ellerinizin sahip olduklarına güzel davranın. Şüphesiz ki Allah kendini beğenmiş övünen kimseyi sevmez.

37- Onlar ki cimrilik ederler ve insanlara da cimri olmayı buyururlar ve Allah'ın kendi lütfundan onlara verdiklerini gizlerler. Ve (gerçeği) örtücüler için alçaltıcı azap hazırladık.

38- Ve Onlar mallarını insanlara gösteriş için dağıtırlar ve ne Allah'a ve  ne de sonraki güne inanırlar. Ve şeytan kime arkadaş olursa, artık o ne kötü bir arkadaştır.

39- Ve onlar Allah'a ve sonraki güne inansalar ve Allah'ın kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (gösteriş yerine hayır yolunda) dağıtsalardı ne olurdu? Ve Allah onları en iyi bilicidir.

40- Şüphesiz ki Allah, zerre ağırlığınca dahi haksızlık yapmaz. Ve eğer bir güzellik olursa, onu kat kat artırır ve kendi katından büyük ödül verir.

41- Her toplumdan bir tanık getirdiğimiz ve seni de şunların üzerine tanık getirdiğimiz zaman nasıl olacak?

42- O gün (gerçeği) örtenler ve elçiye karşı çıkanlar yerle eşitlenmeyi arzu eder ve Allah'a karşı hiçbir sözü de gizleyemezler.

43- Ey inananlar, sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de yolculuk haliniz hariç olmak üzere yıkanıncaya kadar, namaza yaklaşmayın. Ve eğer hasta veya sefer halinde veya biriniz tuvaletten gelmiş veya kadınlara dokunmuş (cinsel ilişkide bulunmuş) fakat su bulamamışsanız, o takdirde temiz toprağa yönelip yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah, (günahlardan) çok geçicidir çok bağışlayıcıdır.

44- Kendilerine kitaptan bir hisse verilenleri görmedin mi? Onlar sapkınlığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.

45- Ve Allah düşmanlarınızı en iyi bilendir. Ve Allah yönelen olarak size yeterlidir. Ve Allah yardımcı olarak ta size yeterlidir.

46- Yahudilerden bir kısmı kelimeyi konulduğu yerinden kaydırıyorlar ve dillerini eğip bükerek ve itaat sistemine dil uzatarak: "İşittik ve karşı çıktık, işit işitemez olası" ve "Bize çobanlık et" diyorlar. Ve eğer onlar: "İşittik ve itaat ettik ve işit ve bize bak" demiş olsalardı, onlar için şüphesiz ki daha hayırlı ve en sağlam bir davranış olurdu. Fakat Allah onları (gerçeği) örtmeleri yüzünden dışlamıştır. Artık pek azı dışında inanmazlar.

47- Ey kitap verilmiş (Yahudi)ler, bir takım yüzleri silip enselerine geri döndürmezden*, veya onları dinlenme (günü) nin arkadaşlarını (yasaklarını çiğneyenleri) dışladığımız gibi dışlamazdan önce, sizin beraberinizde olanı doğrulayıcı olarak indirdiğimize inanın. Allah'ın (azap) buyruğu (her zaman) yapılagelmiştir. 

(*) Bu bir deyim olup, "Doğru yolu bir daha bulamayacak bir şekilde saptırmazdan, türlü türlü mahrumiyet ve zilletlere uğratmazdan önce" anlamındadır. (Kurtubi)

48- Şüphesiz ki Allah, O'nun ortaklaştırılmasını (hesap gününde) bağışlamaz. Ve bunun aşağısında olanı dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'ı ortaklaştırırsa, kesinlikle büyük günah yakıştırmış olur.

49- Benliklerini arındırmaya çalışanları görmedin mi? Aksine, Allah dilediğini arındırır. Ve onlar çekirdek lifi kadar dahi haksızlığa uğratılmazlar.

50- Bak, Allah'ın üzerine nasıl yalan yakıştırıyorlar. Ve apaçık bir günah olarak bu yeterlidir.

51- Kendilerine kitaptan hisse verilmiş olan (Yahudi)leri görmedin mi? Put'a ve taşkınlık yapana inanıyorlar ve o (gerçeği) örtenler için: "Bunlar inananlardan daha (doğru) yoldadır" diyorlar. 

52- İşte bunlar Allah'ın dışladığı kimselerdir. Ve Allah kimi dışlarsa, artık onun için bir yardımcı bulamazsın.

53- Yoksa onların hükümranlıktan bir hisseleri mi var? Öyle olsaydı o takdirde insanlara bir zırnık dahi vermezlerdi.

54- Yoksa onlar Allah'ın kendi lütfundan insanlara verdiklerini çekemiyorlar mı? Oysa biz İbrahim ailesine kitap ve bilgelikvermiştik. Ve onlara büyük hükümranlık ta vermiştik.

55- İçlerinden ona (İbrahim'e) inanmış olan da vardır ve ondan uzaklaşmış olan da vardır. Ve alevli ateş olarak cehennem yeterlidir.

56- Şüphesiz ki ayetlerimizi örtenleri ileride ateşe yaslandıracağız. Derileri her ne zaman pişip kızardıkça, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah çok güçlü enbilgedir.
 
57- Ve İnanan  ve düzgün işler işleyenleri ise orada ebedi olarak ölüm görmemek üzere kalıcı olacakları altından nehirler akar cennetlere girdireceğiz. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Ve onları koyu gölgeye girdireceğiz.

58- Şüphesiz ki Allah size emanetleri sahibine ödemenizi ve insanlar arasında karar verdiğiniz zaman denkliğe uygun karar vermenizi buyuruyor. Şüphesiz ki Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi işitici her şeyi görücüdür.

59-  Ey inananlar, Allah'a itaat edin ve elçiye  itaat edin ve içinizden olan buyruk sahiplerine de. Eğer bir konuda birbirinizle çekişecek olursanız, artık onun çözümünü Allah'a ve elçisine geri döndürün, eğer Allah'a ve sonraki güne inanıyorsanız. İşte bu daha hayırlı ve geri dönüşümü bakımından en güzeldir.

60- Sana indirilmiş olana ve senden önce indirilmiş olana inandıklarını iddia etmekte olanları görmüyor musun? Taşkınlık yapanın karar veren olmasını istiyorlar. Oysa ki onu (taşkınlık yapanı) kesinlikle örtmekle buyurulmuşlardı. Ve şeytan onları uzak sapkınlıkla saptırmak istiyor.

 61- Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiği zaman, o ikiyüzlülerin senden tamamıyla uzaklaşmakta olduklarını görürsün.

62- Kendi elleri ile sunduğu nedeniyle bir erişme eriştiği zaman nasıl olacak? Sonra sana: "Biz güzellik ve uygunlaştırmaktan başka  bir şey istemedik" diye, Allah (adın)a dostluk yemini ederek gelirler.

63- İşte onlar, kalplerinde olanı Allah'ın bildiği kimselerdir. Artık onlardan yana kayıtsız kal, onlara öğüt ver ve onların benliklerine ulaşacak söz söyle.

64- Ve elçiden hiç birini Allah'ın duyumuyla itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik. Ve eğer onlar benliklerine haksızlık yaptıklarında, sana gelip Allah'a bağışlanma istemiş ve elçi de onlar için bağışlanma istemiş olsaydı, Allah'ı kesinlikle (lütufla) dönücü  ve çok merhamet edici olarak bulurlardı.

65- Hayır Efendine andolsun ki, onlar aralarındaki dallanıp budaklanan meselelerde seni karar verici olarak tayin edinceye, sonra senin yerine getirdiğinde bir benliklerinde bir burukluk bulmadan tam bir teslimiyetle teslim oluncaya kadar, inanmış olmazlar.

66- Ve eğer onlara benliklerinizi (savaşmak suretiyle) öldürün, yurtlarınızdan çıkın diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç onu yapmazlardı. Ve eğer onlar onunla öğütleniyor olduklarını yapmış olsalardı, onlar için kesinlikle haklarında daha hayırlı ve kalıcılıkları daha şiddetli olurdu.

67- 68- Ve o takdirde onlara katımızdan kesinlikle büyük ödül verir ve onları kesinlikle dosdoğru yola iletirdik.

69- Ve kim Allah'a ve elçiye itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerini nimetlendirdiği habercilerden ve doğru söyleyenlerden ve tanıklardan ve düzgün işler işleyenlerden olanların beraberindedir. Ve ne güzeldir işte onların yoldaşlığı.

70- İşte bu Allah'tan bir lütuftur. Ve her şeyi bilici olarak Allah yeterlidir.

71- Ey inananlar, sakınma tedbirinizi alın. Küçük birlikler halinde sefere çıkın veya toplu halde sefere çıkın.

72- Ve İçinizden ağırdan alanlar mutlaka vardır. Eğer size bir erişme eriştiğinde: "Allah gerçekten beni nimetlendirdi de (iyi ki) o zaman onların beraberinde tanık olmamışım" der.

73- Ve eğer size Allah'tan bir lütuf erişirse de, sizin ile onun arasında sanki hiç sevgi bağı yokmuş gibi: "Keşke onların beraberinde olsaydım da, büyük başarıyı bende başarsaydım" der.

74-  Şimdiki yaşamı sonraki karşılığında satanlar, artık Allah'ın yolunda savaşsın. Ve kim Allah'ın yolunda savaşır da öldürülür veya üstün gelirse, artık ona ileride büyük ödül vereceğiz.

75- Ve size ne oluyor ki; Allah'ın yolunda ve: "Efendimiz bizi halkı haksızlık yapan bu şehirden çıkar ve katından bize bir yönelen tayin et ve katından bize bir yardımcı tayin et"  diyen, adamlardan ve kadınlardan ve çocuklardan (oluşan) zayıf bırakılmışların yolunda savaşmıyorsunuz?

76- İnananlar Allah'ın yolunda savaşırlar. Ve (gerçeği) örtenler ise taşkınlık yapanın yolunda savaşırlar. Öyleyse siz şeytanın yönelenleri ile savaşın. Şüphesiz ki şeytanın plânı zayıftır.

77- Kendilerine: "Savaştan (şimdilik)ellerinizi uzak tutun ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin" denilmiş olanları görmedin mi? Üzerlerine savaş yazıldığında  birden içlerinden bir kısmı, insanlardan Allah'ın endişesi gibi bir endişeyle hatta daha şiddetli endişe duyarlar. Ve: "Efendimiz savaşı bize niçin yazdın, bizi yakın bir süre sonuna kadar sonralamalı değilmiydin?" dediler. De ki: "Şimdikinin yararı pek azdır. Ve sonraki ise korunan kimse için daha hayırlıdır. Ve siz çekirdek lifi kadar dahi haksızlığa uğratılmasınız."

78- Her nerede olursanız ölüm size yetişir; Ve eğer ki sağlam kalelerde olsanız bile. Ve eğer onlara bir güzellik erişmiş olsa: "Bu Allah'ın yanındandır" derler. Ve eğer onlara bir kötülük erişmiş olsa: "Bu senin yanındandır" derler. De ki: "Hepsi Allah'ın yanındandır." Bu topluluğa ne oluyor ki sözü kavramaya yanaşmıyorlar?

79- Güzellikten sana isabet eden, Allah'tandır. Ve kötülükten sana isabet eden ise, o da  benliğindendir. Ve biz seni insanlara elçi olarak gönderdik. Ve tanık olarak Allah yeterlidir.

80- Kim elçiye itaat ederse, kesinlikle Allah'a itaat etmiştir. Ve kim (başka tarafa) yönelirse, artık biz seni onlara koruyucu olarak göndermedik.

81- Ve (senin yüzüne karşı) "itaat" diyorlar. Senin yanından (çıkıp yandaşlarına) belirdikleri zaman ise onlardan bir grup senin dediğinin tersine evlerde tezgâh kurdu. Allah onların evlerde tezgâhladıklarını yazmaktadır. Artık onlardan yana kayıtsız kal ve Allah'ı üstlenici edin. Ve üstlenici olarak Allah yeterlidir.

82- Onlar halâ Kuran'ı derinlemesine düşünmezler mi? Ve eğer o Allah'tan başkasının yanından olmuş olsa idi, kesinlikle onda pek çok aykırılık bulurlardı.

83- Ve onlara güvenden veya kaygıdan bir buyruk geldiği zaman, onu yayarlar. Ve eğer onu (yaymadan önce) elçiye veya içlerindeki buyruk sahiplerine geri döndürmüş olsalardı, içlerinden doğru sonuç çıkarabilenler onu kesinlikle bilirdi. Ve eğer Allah'ın sizin üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç kesinlikle şeytana uymuştunuz.

84-Artık sen Allah'ın yolunda savaş. Benliğinden başkasıyla yükümlü değilsin. İnananları da teşvik et. Allah'ın (gerçeği) örtenlerin verdiği sıkıntıyı (bu şekilde) uzak tutması umulur. Ve Allah sıkıntı verme bakımından en şiddetli ve ibretlik ceza verme bakımından da en şiddetlidir.

85- Kim güzel bir eşlikçilikle eşlikçilikte bulunursa, ona bundan bir hisse olur. Ve kim kötü bir eşlikçilikle eşlikçilikte bulunursa, ona da bundan bir garanti olur. Allah her şeyin üzerinde ihtiyaç karşılayıcıdır.

86- Ve bir selâmla(esenlik temennisi) selâmlandığınız zaman, ondan daha güzeliyle veya onu (aynısıyla) geri çevirerek selâmlayın. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerinde hesaplayıcıdır.

87- Allah, O'ndan başka tanrı yoktur. And olsun ki sizi onda belirsizlik olmayan kalkışın gününe mutlaka toplayacaktır. Ve sözce Allah'tan daha doğru söyleyen kimdir?

88- Size ne oluyor ki ikiyüzlüler hakkında iki birliğe ayrıldınız? Oysa Allah onları kazandıkları yüzünden baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını doğru yola siz mi iletmek istiyorsunuz? Ve Allah kimi saptırmışsa, artık onun için asla bir yol bulamazsın.

89- Kendileri (gerçeği) örttükleri gibi, sizin de (gerçeği) örtüp, böylelikle eşit olmanızı arzu ettiler. Allah'ın yolunda göç edinceye kadar, artık onlardan yönelenler tutmayın. Eğer (başka tarafa) yönelecek olurlarsa, artık onları bulduğunuz yerde tutun ve onları öldürün. Onlardan ne bir yönelen ve ne de bir yardımcı tutun.

90- Ancak sizinle onlar arasında yeminle bağlanmış söz bulunan bir topluluğa bitişenler veya sizinle veya kendi toplulukları ile savaşmaktan göğüsleri sıkışmış olarak size gelenler hariç. Ve eğer Allah dileseydi onları sizin üzerinize yetkilendirir, böylece onlar da sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzaklaşır ve sizi barışla karşılarlarsa, artık Allah onlar karşı size bir yol bırakmamıştır.

91- Sonrakileri de hem sizden hem de kendi topluluklarından güvende olmak istiyor olarak bulacaksın. Her ne zaman kargaşaya geri döndürülseler, ona hemen baş aşağı atlarlar. Eğer sizden uzaklaşmaz ve sizi barışla karşılamaz ve ellerini sizden uzak tutmazlarsa, artık onları ele geçirdiğiniz yerde tutun ve onları öldürün. İşte size onlara karşı apaçık bir yetki bıraktık.

92- Ve bir inanan için bir inananı yanılgı dışında öldürmesi olamaz. Ve kim bir inananı yanılgı ile öldürürse, artık bir inanan köleyi hürleştirme ve (öldürdüğü kişinin) ailesine bağışlamaları hariç teslim edilecek diyet vardır. Eğer (öldürülen) inanan olmakla birlikte size düşman bir topluluktan ise, artık inanan bir köleyi hürleştirme vardır. Ve eğer (öldürülen) sizinle onlar arasında yeminle bağlanmış söz bulunan bir topluluktan ise, artık ev halkına teslim edilecek diyet ve inanan bir köleyi hürleştirme vardır. Fakat kim bunu bulamazsa, artık Allah'tan bir (lütufla) dönüş olarak arka arkaya iki ay oruç vardır. Ve Allah her şeyi bilici en bilgedir.

93- Ve kim bir inananı kasten öldürürse, artık onun karşılığı orada ölüm yüzü görmemek üzere kalıcı olacağı cehennemdir. Ve Allah ona hiddetlenmiş ve onu dışlamış ve ona büyük azap hazırlamıştır. 

94- Ey inananlar, Allah'ın yolunda (savaşa) çıktığınız zaman, artık iyice açıklık kazandırın. Ve sizi barışla karşılayana, şimdiki yaşamın sunumunun peşine düşerek: "Sen inanan değilsin" demeyin. Allah'ın yanında çok ganimetler vardır. Siz de önceden öyle idiniz de Allah size büyük iyilikte bulundu. Artık iyice açıklık kazandırın. Şüphesiz ki Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

95- İnananlardan zorluğun sahibi olmadığı halde (savaşa çıkmayarak) oturanlar ile Allah'ın yolunda malları ve benlikleri ile güçlerini kullananlar, eşit değildir. Allah, malları ve benlikleri ile çabalayanları, oturanların üzerine kademece üstünleştirmiştir. Ve hepsine güzelliği söz vermiştir. Ve Allah çabalayanları oturanların üzerine daha büyük ödülle lütuflandırmıştır.

96- Kendisinden kademeler bağışlama ve rahmet vardır. Ve Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

97- Şüphesiz ki melekler, benliklerine karşı haksızlık yapanlar oldukları halde ömürlerini tamamladıklarına: "Ne haldeydiniz?" dediler. (Onlar): "Biz yeryüzünde zayıf  bırakılmışlardandık" dediler. (Melekler): "(Mekke dışındaki)Allah'ın arzı geniş değil miydi? siz de oraya hicret etseydiniz ya" dediler. İşte onların sığınağı artık cehennemdir. Ve ne kötü dönüş yeridir.

98- Ancak adamlar ve kadınlar ve çocuklardan (oluşan) çareye güç yetiremeyen zayıf bırakılmışlar ve (Medine'ye) yol bulamayanlar hariç.

99- İşte onlar, Allah'ın onlardan (azaptan) geçmesi umulur. Allah, çok geçicidir çok bağışlayıcıdır.

100- Ve kim Allah'ın yolunda göç ederse, yeryüzünde gidecek çok yer ve genişlik bulur. Ve kim de evinden Allah'a ve elçisine göç edici olarak çıkar da sonra ona ölüm yetişirse, artık onun ödülü kesinlikle Allah'ın üzerine düşmüştür. Ve Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

101- Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman (gerçeği) örtenlerin sizi kötüye düşürmesinden kaygı duyarsanız, artık namazdan kısaltma yapmanızda size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz örtücüler size apaçık düşmandır. 

102- Ve sen onların içlerinde olup ta onlara kulluk görevini (namazı) yerine getirmek için kalktığın zaman, artık içlerinden bir grup senin beraberinde kalksın ve silâhlarını alsınlar. Secde ettikleri zaman (sonraki grup) arkanızda olsunlar ve namaz kılmamış olan sonraki grup gelsin ve senin beraberinde kulluk görevini (namazı) yerine getirsinler, sakınma tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. (Gerçeği) örtenler arzu etti ki, silâhlarınızdan ve yararlandıklarınızdan duyarsız kalasınız da üzerinize bir tek saldırıyla saldırsınlar. Ve eğer yağmurdan bir rahatsızlık duyar veya hasta olursanız, silâhlarınızı koymanızda sizin üzerinize sorumluluk yoktur. Ve sakınma tedbirinizi alın. Şüphesiz ki Allah örtücülere küçük düşürücü azap hazırladı.

103- Artık kulluk görevini (namazı) yerine getirdiğiniz zaman, artık Allah'ı ayakta ve oturmuş ve yanlarınız üstü yatar olduğunuz halde (yani savaşırken bile her durumda) hatırlayın. Artık rahatladığınız zaman ise, kulluk görevini (namazı kısaltmadan) ikame edin. Şüphesiz (kulluk görevi (namaz) inananların üzerine vakitlenmiş olarak yazılıdır.

104- Ve o topluluğun peşine düşmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, şüphesiz ki onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar.  Oysa siz onların Allah'tan beklemediklerini bekliyorsunuz. Ve Allah her şeyi bilici en bilgedir.

105- Şüphesiz ki sana kitabı insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi karar vermen için gerçek (bir neden)le indirdik. Hainler için çekişen olma.

106- Ve Allah'tan bağışlama iste. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

107-Ve benliklerine hainlik edenlerden yana tartışma yapma. Şüphesiz ki Allah hainlikte direnen günahkârı sevmez.

108- İnsanlardan gizleyebilirler de Allah'tan gizlemeyemezler. Oysa O, sözden hoşnut olmayacağını evlerde tezgâhladıkları zaman onların beraberindeydi. Ve Allah onların işlemekte olduklarını çevreleyicidir.

109- Hadi siz şimdiki yaşamda onlardan yana tartışma yaptınız, peki ya kalkışın gününde Allah'a karşı onlardan yana kim tartışma yapacak ya da kim onların üstlenicisi olacak?

110- Ve kim bir kötülük veya benliğine karşı haksızlık işler sonra da Allah'tan bağışlama isterse, Allah'ı çok bağışlayıcı çok merhamet edici olarak bulur.

111- Ve kim bir günah kazanır ise, onu ancak ve ancak benliği için kazanır. Ve Allah her şeyi bilici en bilgedir.

112- Ve kim bir yanılgı ya da günah kazanır, sonra da onu (o suçtan) uzak birisine atarsa, kesinlikle dehşetli bir yalan ve apaçık günah yüklenmiştir.

113- Ve eğer Allah'ın sana lütfu ve O'nun rahmeti olmasaydı, içlerinden bir grup kesinlikle seni saptırmaya eğilim göstermişti. Oysa onlar benliklerinden başkasını saptırmıyorlar ve seni de hiç bir şeyden zora sokamıyorlar. Ve Allah sana kitabı ve bilgeliği indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir.  Ve Allah'ın senin üzerindeki lütfu büyüktür.

114- Onların başbaşa konuşmalarından çoğunda hayır yoktur. Bağışı veya benimseneni veya insanlar arasını düzeltmeyi buyurmuş olanın ki hariç. Ve kim Allah'ın hoşnutluğunun peşine düşmek için böyle yaparsa, biz ileride ona büyük ödül vereceğiz.

115- Ve kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra elçiyle bölünür ve inananların yolundan başka bir yola uyarsa, onu yöneldiği yere yöneltir (sonunda) cehenneme yaslandırırız. Ve ne kötü varış yeridir.

116- Şüphesiz ki Allah, kendisinin ortaklaştırılmasını bağışlamaz. Ve bunun aşağısında olanı dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'ı ortaklaştırırsa, artık kesinlikle uzak sapkınlıkla sapmıştır.

117- Onlar, O'nun aşağısından olan dişilerden başkasını çağırmıyorlar. Ve onlar inatçı şeytan'dan başkasını çağırmıyorlar.

118- 119- Allah onu dışlamıştır.  O da: "Kullarından belirlenmiş bir hisseye tutunacağım. Ve onları kesinlikle saptıracağım ve kesinlikle onların boş beklentilere kapılmalarını sağlayacağım, ve  kesinlikle onlara buyuruacağım da hayvanların kulaklarını yaracaklar ve kesinlikle onlara emredeceğim de, böylelikle Allah'ın takdir edişini başkalaştıracaklar" dedi. Kim şeytan'a Allah'ın aşağısından yönelen olarak tutunursa, artık kesinlikle apaçık ziyanla ziyan etmiştir.

120- Onlara sözler veriyor ve onların boş beklentilere kapılmalarını sağlıyor. Oysa şeytan onlara aldatmadan başka bir söz vermiyor.

121- İşte onların sığınakları cehennemdir. Ve ondan kaçacak bir yer de bulamayacaklar. 

122- İnanan ve düzgün işler işleyenleri Allah'ın gerçek sözü olarak orada ebedi ölüm görmemek üzere kalıcı olacakları, altıdan nehirler akar cennetlere girdireceğiz. Ve sözce Allah'tan daha doğru söyleyen kim vardır?

123- (Bu vaad) ne sizin boş beklentilerinize, ne de kitabın halkının boş beklentilerine göredir. Kim bir kötülük işlerse onunla karşılıklanır. Ve kendisi için Allah'ın aşağısından ne bir yönelen ne de bir yardımcı bulabilir.

 124- Ve erkekten veya kadından her kim inanmış olarak düzgün işler işlerse, artık onlar cennete girerler ve onlar zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.

125- Güzel davranan olarak yüzünü Allah'a teslim etmiş ve yaratılış ayarı üzerine meyilli olan İbrahim'in ortak değerine uymuş olan o kimseden, itaat sistemi bakımından daha güzel olan kimdir? Allah İbrahim'i dost tutmuştu.

126- Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Ve Allah her şeyi çevreleyicidir.

127- Senden kadınlar hakkında çözüm istiyorlar. De ki: "Allah onlar hakkında size çözümü  yapıyor. Kendileri için yazılmış (miras hakların)ı vermeyip onları nikâhlamaya ilgi duyduğunuz kadınların yetimleri ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar ve yetimlere karşı hakkaniyeti ayakta tutmanız hakkında size kitapta peşi sıra okunan var. Hayırdan ne işliyorsanız, artık şüphesiz ki Allah onu en iyi bilicidir."

128- Ve eğer bir kadın kocasının kalkışmasından veya kendisine kayıtsız kalmasından kaygı duyarsa, artık karı ve kocanın düzgünlükle aralarını düzeltmelerinde her ikisinin de üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve (arayı) düzeltmek daha hayırlıdır. Ve benlikler cimriliğe hazırlanmıştır. Ve eğer güzel davranır ve korunursanız, artık şüphesiz ki Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

129- Kadınlar arasında denkliğe bunu yapmaya ne kadar istekli olsanız bile asla güç yetiremezsiniz. Öyleyse bütün meylinizle bir kadına meyletmeyin ki diğerini askıdaymış gibi bırakmayın. Ve eğer düzeltir ve korunursanız, artık şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

130- Ve eğer ayrılacak olurlarsa, Allah her birine genişliğinden vererek zenginleştirir. Ve Allah geniştir en bilgedir.

131- Ve göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. And olsun ki sizden önce kitap verilmiş olanlara da ve size de "Allah'a karşı korunun" diye önerdik. Ve eğer (gerçeği) örterseniz, artık şüphesiz  göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Ve Allah zengindir övgüye layık olandır.

132- Ve göklerde olanlar ve yerde  olanlar Allah'ındır. Ve üstlenici olarak Allah yeterlidir.

133- Eğer dilerse sizi giderir de ey insanlar ve yerinize sonrakileri getirir. Ve Allah buna güç yetiricidir.

134- Kim şimdikinin ödülünü isterse, artık şimdikinin ve sonrakinin ödülü Allah'ın yanındadır. Ve Allah her şeyi işitici her şeyi görücüdür.

135- Ey inananlar benliğiniz veya anne babanız ve yakınlık bağı olanlar aleyhine dahi olsa, Allah için hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar olun. Eğer zengin veya fakir de olsa, Allah her ikisine de daha yakındır. Öyleyse denkliği sağlamada keyfi arzunuza uymayın. Ve eğer eğip büker veya (şahitlikten) yana kayıtsız kalırsanız, artık şüphesiz ki Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

136- Ey inananlar, Allah'a ve O'nun elçisine ve elçisine indirdiği kitaba ve önceden indirdiği kitaba inanın. Ve kim Allah'ı ve O'nun meleklerini ve O'nun elçilerini ve O'nun kitaplarını ve sonraki günü (ret ederek) örterse, artık kesinlikle uzak sapkınlıkla sapmıştır.

137- Şüphesiz ki (önce) inanan sonra (gerçeği) örten sonra inanan sonra (yine gerçeği) örten sonra da (gerçeği) örtmeyi artıranlar (yok mu) Allah (ölümlerinden sonra) kesinlikle onları ne bağışlacak ve ne de yola iletecektir.

138- İkiyüzlülere müjdelendir, çünkü onlara acı azap vardır.

139- Onlar inananların aşağısından (gerçeği) örtücülere yönelenler olarak tutunuyorlar. Yoksa onların yanında güç peşine mi düşüyorlar? Oysa güç şüphesiz ki topluca Allah'ındır.

140- Ve O, size Kitap'ta: "Allah'ın ayetlerini, onları örtülüyor ve onları alay ediliyor olarak işittiğiniz zaman, artık başka bir söze dalıncaya kadar onların beraberinde oturmayın. Aksi takdirde şüphesiz ki siz de onların  örneği gibi olursunuz" diye (öğüt) indirmiştir. Şüphesiz ki Allah ikiyüzlüleri ve örtücüleri toplu halde cehennemde toplayıcıdır.

141- Onlar sizi bekleyip dururlar. Eğer size Allah'tan bir açılış olursa: "Biz sizin beraberinizde değilmiydik?" derler. Ve eğer (gerçeği) örtücüler için bir hisse olursa: "Sizi etkili taraf olarak inananlar(ın zararın)dan alıkoymadık mı?" derler. Artık Allah kalkışın gününde aranızda karar verecektir. Ve Allah (gerçeği) örtücülere inananların üzerine asla bir yol açmayacaktır.

142- Şüphesiz ikiyüzlüler (güya) Allah'ı aldatıyorlar, O da onların karşılığını vermektedir. Namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkmaktadırlar, insanlara karşı gösteriş yaparlar ve Allah'ı da pek az hatırlarlar.

143- Bunun (iki taraf) arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara ve ne de şunlara (karşı  net bir duruş sergilemezler). Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun için asla bir yol bulamazsın.

144- Ey inananlar, (gerçeği) örtücülere inananların aşağısından yönelenler olarak tutunmayın. Allah'a sizin aleyhinize apaçık bir yetki vermek mi istiyorsunuz?

145- Şüphesiz ki ikiyüzlüler, ateşten en aşağı seviyededir. Ve onlar için bir yardımcı asla bulamazsın.

146- (İtaatle) dönenler ve (durumlarını) düzeltenler ve Allah'a sarılanlar ve itaat sistemlerini sadece Allah'a özgüleyenler hariç. İşte onlar artık inananların beraberindedir. Ve Allah inananlara ileride büyük ödül verecektir.

147- Eğer şükreder ve inanırsanız, Allah sizin azabınızı ne yapsın? Allah şükrün karşılığını en iyi verici her şeyi bilicidir.

148- Allah haksızlığz uğrayan hariç, sözden kötü olanın açığa çıkarılmasını sevmez. Ve Allah her şeyi işitici her şeyi bilicidir.

149- Bir hayrı açığa vurur veya onu gizler veya bir kötülü(ğün karşılığını verme)kten geçerseniz, artık şüphesiz ki Allah ta çok geçicidir çok güçlüdür.

150- Şüphesiz ki onlar Allah'ı ve O'nun elçilerini (n gerçeğini) örtüyorlar ve Allah ve O'nun elçilerinin arasını ayrıştırmak istiyorlar ve: "Bazısına inanırız ve bazısını da örteriz" diyerek, bu ikisi arasında bir yol tutmak istiyorlar.

151- İşte onlar gerçek (gerçeği) örtücülerin ta kendileridir. Ve örtücüler için küçük düşürücü azap hazırladık.

152- Ve onlar ki, Allah'a ve O' nun elçilerine inandılar ve onlardan hiç birisinin arasını ayrıştırmadılar. İşte ödülleri onlara ileride verilecektir. Ve Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

153- Kitabın halkı senden gökten üzerlerine bir kitap indirmeni soruyor. Gerçekten Musa'dan bundan daha büyüğünü sorarak: "Bize Allah'ı açıkça göster" demişlerdi. Bu haksızlıklarından ötürü onları yıldırım tutmuştu. Sonra kendilerine apaçık deliller gelmesinin ardından buzağıya tutunmuşlardı. Biz bundan da geçmiş ve Musa'ya apaçık kanıt vermiştik. dedik

154- Yeminle bağlanmış sözleri sebebiyle Tur'u üstlerine yükseltmiş ve onlara: "(Şehrin) kapı(sın)dan  boyun eğerek girindemiştik. Ve onlara:  "Dinlenme (günün)de sınırı aşmayın" demiştik. Ve onlardan yeminle bağlanmış sağlam söz almıştık. 

155- Yeminle bağlanmış sözlerini bozmaları ve Allah'ın ayetlerini örtmeleri ve habercileri gerçek (bir neden) olmaksızın öldürmeleri ve: "Kalplerimiz (senin bizi çağırdığına karşı) muhafazalıdırdemeleri nedeniyle ki; Aksine öyle değil örtmeleri sebebiyle Allah onların (kalplerinin) üzerine damga vurmuştur. Pek azı hariç artık inanmazlar. 

156- Ve bir de (gerçeği) örtmeleri ve Meryem'e dehşete düşüren büyük yalan demeleri...

157- Ve: "Şüphesiz ki biz Allah'ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleri. Oysa onu öldüremediler de onu asamadılar da. Fakat onlara benzetildi. Ve şüphesiz ki onun hakkkında ayrışanlar, kesinlikle ondan yana kuşku içindedirler. Onların onun hakkında kanaate uymak dışında bilgisi yoktur. Ve şüphe duymadan inanacakları bir şekilde onu öldüremediler.

158- Aksine, Allah onu kendisine yükseltti. Ve Allah çok güçlüdür en bilgedir.

159- Ve kitabın halkından kimse yoktur ki onun (İsa'nın) ölümünden önce ona (İsa'ya) inanmasın. Ve kalkışın gününde o da (İsa) onlara tanık olacaktır.

160- Haksızlık yapmaları ve çoklarını Allah'ın yolundan uzaklaştırmaları nedeniyle, Yahudilerden olanlara serbestleştirilmiş (bazı) temiz şeyleri yasaklaştırdık.

161- Ve kesinlikle ondan vazgeçirtildikleri halde faiz almaları ve insanların mallarını gerçek olmayan yolla yemeleri (nedeniyle). Ve içlerinden (gerçeği) örtenlere acı azap hazırladık.

162- Fakat onlardan bilgide derinleşenler ve inananlar, sana indirilmiş olana ve senden önce indirilmiş olana  inanırlar ve kulluk görevlerini ayakta tutar ve arınmayı yerine getirir ve sonraki güne inanırlar. işte onlara büyük ödül vereceğiz.

163- Şüphesiz ki biz Nuh'a ve ondan sonraki habercilere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a ve Yakub'a ve torunlara ve İsa'ya ve Eyyub'a ve Yunus'a ve Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Ve Davud'a da Zebur'u verdik.

164- Ve önceden sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de (vahyettik). Ve Allah Musa ile onun işitebileceği şekilde konuştu.

165- Müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak (gönderdik) ki elçiler (tebliğ ettik) den sonra insanların Allah'ın üzerinde bir delilleri olmasın. Ve Allah çok güçlü en bilgedir.

166- Fakat Allah sana indirdiğine tanıklık eder ki O, onu bilgisiyle indirmiştir. Ve melekler de tanıklık ederler. Ve tanık olarak Allah yeterlidir.

167- Şüphesiz ki (gerçeği) örten ve Allah'ın yolundan uzaklaştıranlar, onlar kesinlikle uzak bir sapkınlıkla sapmıştır.

168- Şüphesiz (gerçeği) örten ve haksızlık yapanlar, Allah onları ne bağışlayacak ne de yola iletecektir.

169- Ancak, orada ebedi olarak ölüm yüzü görmemek üzere kalıcı olacakları cehennem yoluna (iletecektir). Ve işte bu Allah'ın üzerine kolaydır.

170- Ey insanlar, elçi size Efendinizden gerçeği getirmiştir. O halde kendi hayrınıza olarak inanın. Ve eğer (gerçeği) örterseniz, artık göklerde ve yerde olanlar şüphesiz ki Allah'ındır. Ve Allah her şeyi bilici en bilgedir.

171- Ey kitabın halkı, itaat sisteminizde ileri gitmeyin ve Allah'ın üzerine gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih yalnız ve yalnız, Allah'ın elçisi ve O'nun kelimesidir. Onu Meryem'e karşılaştırmıştır ve kendisinden bir esintidir. O halde Allah'a ve O'nun elçilerine inanın ve "üçtür" demeyin. Kendi hayrınıza olarak vazgeçin. Allah ancak ve ancak, tek tanrıdır. O çocuk sahibi olmaktan uzaktır. Göklerde olanlar ve yerde olanlar O'nundur. Ve üstlenici olarak Allah yeterlidir.

172- Ne Mesih ve  ne de yakınlaştırılmış melekler, Allah'a kul olmaktan asla kaçınmaz. Ve kim O'na kulluktan kaçınır ve büyüklenirse, artık onları toplu halde yakında kendisine sürüp toplayacaktır.

173- İnanan ve düzgün işler işleyenlere gelince, artık onların ödüllerini tastamam verecek ve kendi lütfundan daha da artıracaktır. Ve kaçınan ve büyüklenenlere gelince, artık onları acı azapla azaplandıracaktır. Onlar kendileri için Allah'ın aşağısından ne bir yönelen ve ne de bir yardımcı bulabileceklerdir.

174- Ey insanlar size Efendinizden kesinlikle sağlam kanıt geldi ve size apaçık ışık indirdik.

175- Allah'a inanan ve O'na sarılanlara gelince, artık onları kendisinden bir rahmete ve lütfa girdirecek ve onları kendi dosdoğru yoluna ilecektir.

176- Senden çözüm istiyorlar. De ki: " Allah, Kelale (babası ve çocuğu olmayan) hakkındaki çözümü size yapıyor. Eğer bir erkek yok olur (ölür), onun da çocuğu yok kız kardeşi varsa, artık bıraktığının yarısı onundur. Eğer onun (kız kardeşinin) çocuğu yoksa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer iki kız kardeş olursa, o ikisi için bıraktığının üçte ikisi vardır. Ve eğer adamlı ve kadınlı kardeşler ise, artık erkek için iki kadın hissesi kadar vardır. Allah size saparsınız diye açıklıyor. Ve Allah her şeyi bilicidir."