Allah cc nin Adem as dan Muhammed as a kadar insanlar içinden seçmiş olduğu elçiler vasıtası ile göndermiş olduğu vahyin ortak adlarından birisi " zikr" yani hatırlatmadır. Kur'an bu süreç içinde inmiş olan bir zikr yani hatırlatma olup önceki vahiylerde olan emirler ve yasaklar yine bu zikr içinde'de hatırlatılmıştır. Nur s. 31. ayet içindeki hatırlatmalar önceki vahiylerde kadınlara yapılan hatırlatmaların bir devamı olup iman edenleri bağlayıcı hükümler içermektedir.
Ve kul lil mu’minâti yağdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne,
ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi
humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li
buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi
buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev
nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti
miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ
yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min
zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu’minûne
leallekum tuflihûn(tuflihûne).
[024.031] [E0] Mü'min kadınlara da söyle: gözlerini sakınsınlar, ırzlarını
muhafaza etsinler, ziynetlerini açmasınlar, zâhir olanı başka ve baş örtülerini
yakalarının üzerine vursunlar, ziynetlerini açmasınlar, ancak kendi kocalarına
yâhud kendi babalarına kocalarının babalarına yâhud kendi oğullarına, yâhud
kendi biraderlerine, yâhud kendi biraderlerinin oğullarına, yâhud hemşirelerinin
oğullarına yâhud kendi kadînlarına yâhud kendi ellerindeki memlûklerine, yâhud
ihtiyacı olmıyan erkeklerden uyuntulara, yahud henüz kadınların avretlerine
muttali' olmıyan çocuklara, müstesna, gizledikleri ziynetleri bilinsindiye
ayaklarını da vurmasınlar, hepiniz Allaha tevbe edin ey mü'minler ki felâh
bulabilesiniz.
Nur s. 31. ayetindeki hatırlatmaları şu şekilde sıralayabiliriz.
1- gözlerini sakınacaklar.
2-ırzlarını muhafaza edecekler.
3. zahir olan harici ziynetlerini açmayacaklar.
4. başörtülerini yakalarının üstüne vuracaklar. (ayet'teki istisna edilenler haricindekiler)
5- zinetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmayacaklar.
İlk iki hatırlatma nur s. 30. ayetinde aynı şekilde erkeklerde yapılmakta olup kadınlara ilave olarak emredilen başörtülerini yakalarının üstüne vuracaklar emri konusunda bazı farklı düşünceler ortaya atılıp başın eşarp veya başka bir şeyle örtülmesi gibi bir emrin olmadığı gibi sözler zaman zaman duyulmaktadır. Yazımızda üzerinde durmaya çalışacağımız konu baş örtme konusu olup ahzab s. 59. ayetini'de yazı içinde ele almaya çalışacağız.
Öncelikle şunu hatırlatmak yerinde olacaktır; bu ayet içinde verilen emirler ilk defa inen emirler olmayıp daha önce bilinen ve uygulanan emirlerdir. "Gözlerini sakınsınlar" veya "ırzlarını muhafaza etsinler" buyurulurken sanki böyle bir emri ilk defa duyuyorlar gibi bir durum hasıl olmayıp hatırlatma sadedinde olup, ayetin nazil olduğu zamandaki mü'min kadınların tümünün gözlerini sakınmaması veya ırzlarını muhafaza etmemesi gibi bir durum yoktur. Kadınlar için vaaz edilen bu emirler kadın'ın fıtratına uygun olan bir durum olup bunun örneğini Musa as ın medyen'e geldiğinde hayvanlarını erkeklerin sulaması için onlardan geri duran iki kadın örneğinde görmekteyiz.
[028.023] Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok
insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken
iki kadın gördü. Onlara «Derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler: «Çobanlar
sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız
da çok yaşlıdır.»
[028.024] Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi.
Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra
muhtacım, dedi.
[028.025] Derken o ikinin birisi bir edeb-ü haya üzere yürüyerek ona geldi,
«babam seni da'vet ediyor bize su çekiverdiğin ecrini sana ödemek için» dedi
bunun üzerine varıp ona kıssayı anlatınca, korkma, dedi, kurtuldun o kavmden, o
zalimlerden.
Kasas suresinde anlatılan kıssada'ki bu ayetlere bakacak olursak kadınların erkekler ile karışmamak gibi uygulamaları ve Musa as ın yanına gelirken "haya üzere" gelmeleri bizlere kadınların evlerinin dışındaki ve mahremi olan erkeklere karşı nasıl davranmalarının bir örneğini göstermekte olup bu emirler sadece kur'an a has olmayıp kadının yaratılışından itibaren ona verilen fıtrat ve emirler dahilinde yapılan uygulamalar olduğu görülür.
"Zinetlerini görünen müstesna olmak üzere açmasınlar" emri ile kastedilen zinet takılan yerler olup , el,kol, ayak,yüz gibi yerlerin kadınların zinetlerini taktıkları yerler olduğu düşünülecek olursa hariç tutulan yer el ve yüz bölgesidir. Kadınların zinet eşyası takmalarının fıtri bir olgudur, ancak her kadın zinet eşyasına sahip olmak istemekle birlikte bu isteği gerçekleşmeyen kadınların'da olduğu muhakkaktır. İnsanlar arasından bazı ekonomik farklılıklar özellikle kadınlar üzerinde yansımasını bulup zengin kadınların bu zenginliklerini dışa vurmak gibi bir isteği olmasıda bir gerçekliktir. Ayet insanlar arasındaki rızık yönünden farklar olması gerçeğini göz ardı etmeden farklı rızık seviyesinde olan insanların birbirileri karşısında herhangi bir gösteriş durumuna girmelerini önlemek amacı ile zinetlerin ev dışında şakur şukur gösteriş amaçlı ortaya dökülmemesini istemektedir. Bunun yanısıra kadınların dışarıya çıkarken hem zinetlerini ortaya dökmemek hem zinet takılan bölgeleri ortaya dökmemek gibi bir sorumlulukları olduğu anlaşılmaktadır.
"Başörtülerini yakalarının üstlerine vursunlar"
Bu cümle içinde geçen "humur" , "cuyub" ve "yadridne" kelimelerini biraz açmak istiyoruz.
"Hamr" kelimesi sözlükte "bir nesneyi örtmek gizlemek yada saklamak" anlamına gelen bşr kelime olup , örtünmede gizlemede kullanılan şeye "hımarün" denir. Hımar kelimesi yaygın kullanımda kadının başını örttüğü kapattığı şeyin adı haline gelmiştir, çoğulu "humurun" şeklinde gelir.
(Ahmeretil mer'etü) , (tehammeret) =kadın (başına)bir hımarun giydi (taktı).
(Hammetül inae)= kabın üstünü örttüm. (el müfredat)
"Ceyb" kelimesi'de "yaka" anlamına gelen bir kelime olup çoğulu "cuyub" şeklinde gelir.
"Darabe" kelimesi'de "bir nesneyi başka bir şeyin üstüne düşürmek" anlamında bir kelimedir.
Bu ayet indiği zaman "hımar" adı bilinen ve kadınların başlarını örttükleri örtünün adı olan kelime, bilinen bir kelime olmasından dolayı ne denilmek istendiği anlaşılmış ve bugüne kadar kadınların kendilerine nikah haram olan yakınları dışında kimseye açılmaması gerektiğini bilmişler ve uygulamışlardır. Kadınlar toplum içinde bu ölçülere riayet ederek yerini alacaklardır. Kadınlara erkeklerden farklı olarak başlarına örtü alma emri kur'an ile ilk defa nazil olan bir emir olmayıp diğer emirler gibi kadınlara hatırlatma sadedinde emirler olup kur'anın hatırlatıcı bir kitap olması özelliği olarak fıtratlarını hatırlatan ve davranışlarını yeniden düzenleyen bir ayettir.
Bu konu ile alakalı olan ayetlerden olan nur s. 60. ayetini'de kısaca hatırlayalım.
[024.060] Bir nikah ümidi kalmayan, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların ise,
zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında
kendilerine bir vebal yoktur. Yine de iffetli olmaları kendileri için daha
hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.
Bu ayet aynı surenin 59 ve 60. ayetlerinde anlatılan düzenlemelere ek olarak nikah ümidi kalmamış olan yaşlı kadınların zinetlerini dışa vurmak amacı taşımadan ev içindeki halleri ile dışarıya çıkabileceklerine izin verilmiş olup,31. ayet ile bu ayeti birlikte düşüncek olursak , kadınlara zinetlerini açmamaları ve başlarını örtmeleri emri ile kastedilen şeyin onların erkeklerin dikkatlerini çekmeyecek şekilde toplum içinde yer almalarını sağlamak amaçlıdır.
Ahzab s. 59. ayetide kadınların evlerinin dışında nasıl bir halde dışarı çaıkacaklarını düzenleyen bir ayettir.
[033.059] Ey o nebi! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin
kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların
tanınmalarına, eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla
beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor
Ahzab s. 59. ayetinde nebi as a hitaben eşleri,kızları ve mü'minlerin kadınlarının dışarıya çıktıkları zaman üzerlerine tanınmalarını ve kendilerine eza verecek bakış ve davranışlardan korunmalarını sağlamak için üzerlerini örtmeleri emredilmiştir.
Kur'an bazı emirlerine riayet konusunda tereddütlü davranma konusu başörtüsü konusundada ortaya çıkmış olup kur'an ıstılahında MUHKEM ayetlerden olan bu ayetler bazı insanların eğip bükmeye çalıştıkları ayetler haline gelmiştir. Mü'minler olarak Allah cc nin herhangi bir emri karşı karşısında sergilememiz gereken tavır "duyduk ve itaat ettik" olmalı iken günümüzde kadının iş hayatındaki yerinin başını örtmeye müsait olmaması nedeni ile bu ayetler üzerinde spekülasyona gidilerek "ayete uymak" yerine "ayeti uydurmak" yoluna gidilmiş başı örtmek gibi bir emrin kur'anda yer almadığı söylenir olmaya başlamıştır.
Sonuç olarak; Allah cc kur'andaki emir ve yasakları sadece o kitap ile değil ondan önceki kitaplar ve elçiler vasıtasıyla'da bildirmiş olup, "zikr" yani hatırlatma özelliğinin olması nedeniyle bu emirler son vahiy olan kur'andada yerini bulmuştur. Nur s. 31 ayet içindeki emirler ilk defa inen emirler değil kadınlara kulluk bilinçlerinin hatırlatılması bağlamındaki ayetlerdendir. Ayet muhkem ayetlerden olup hiç bir tarafa çekilemeyecek kadar emri açık bir ayet olmasına karşın ayete uymak konusunda bazı tereddütlü düşünceler ayeti uydurmak amacı ile kur'anda kadınların örtünmesi hakkındaki bu ayetleri farklı şekilde yorumlayarak günümüzdeki durumu meşru hale getirmeye çalışmaktadırlar. Her hangi bir kişi başını örtmek istemeyebilir buna kimse onu zorlayamaz ancak bu halinin doğru olduğunu kur'an ayetlerini hevasını göre yorumlayanların düşüncelerinden bulduğu zannettiği desteğe göre meşru olduğunu iddia ederse hem örtünmeme hemde ayeti eğip bükme günahına ortak olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
21 Mart 2014 Cuma
19 Mart 2014 Çarşamba
İblis Melek mi Yoksa Cin mi idi?
Yazımıza başlık olarak kullandığımız soru, Adem ve iblis kıssası ile ilgili olarak ortaya atılan sorulardandır. Bu soruya sebeb olarak kıssada " meleklere adem'e secde edin dedik" şeklindeki ayetin yanında kehf. 50. ayetinde "kane minelcinni" ibaresinin, o cinlerden'di şeklinde çevrilmesi sonucu tefsir kitaplarında tartışma konusu olmuştur.
İblis'in melek'mi cin'mi olduğu sorusu bu kıssa ile ilgili yazmış olduğumuz daha önceki yazılarda vurgulamaya çalıştığımız gibi , kıssanın mesaj içerikli okunmaması sonucu ortaya atılmış bir soru olup tabiri caizse tavuk'mu yumurtadan çıkar yumurta'mı tavuktan çıkar? sorusunun cevabını aramak gibi bir şeydir.
Adem ve iblis kıssasında geçen anlatımların mesajı genel olarak şeytan vasfını alan iblis'in şahsında isyankar bir kişinin akıbeti ve Allah katındaki konumu ile ilgilidir. İblis adı ile anlatılan kişinin ontolojik mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi verilmez , mesaj içerikli bir anlatım olmasından ötürü bu türlü ayrıntılarada gerek yoktur.
Biz yazı başlığındaki sorunun ortaya atılmasına sebeb olan kehf s. 50. ayetindeki "kane minelcinni" ibaresinin çevirisi ile ilgili yine kıssa bütünlüğünü gözeterek doğru olduğunu düşündüğümüz anlamı verip düşüncelerimizi ortaya koymaya çalışacağız.
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
[018.050] Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!
Kehf s. 50. ayetinde kıssa'da geçen "kane minelcinni" ibaresi hemen hemen bütün meallerde " o cinlerden'di" şeklinde çevrilerek havanda su dövmek misali iblis melekmi yoksa cinmi şeklinde sonu gelmez tartışmalara sebebiyet vermiştir. Diğer surelerde geçen anlatımlar'da iblis'in secde etmemesi ile ilgili ayetlerde geçen "kane" kelimesinin çevirisi bize kehf. s. 50. ayetinde geçen "kane" kelimesinin kıssa bütünlüğüne uygun olarak nasıl çevrilmesi gerektiği hakkında bilgi verecektir.
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
[002.034] Hani Biz meleklere demiştik ki: «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde edivermişlerdi. Yanlız İblîs (Şeytan) kaçınmış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştu.
İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne). Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne). Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
[038.071-76] Rabbin meleklere şöyle demişti: «Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.» Bütün melekler secde etmişlerdi, fakat İblis; o, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu.Allah: «Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?» dedi.İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
Bakara s. ve sad s. de geçen anlatımlara baktığımız zaman "kane minelkafirine" (o kafirlerden oldu) şeklinde çevrilmiş olup "kafirler'den idi" şeklinde çevrilmemiştir. Kıssa'nın bütünlüğünü gözeterek yapılan bir çeviride kehf s. 50. ayetindeki "kane minel cinni" O CİN'DEN OLDU şeklinde çevrilmesi gerekirdi. Bu şekil bir çeviride iblisin mahiyetinin ne olduğu şeklinde gereksiz bir tartışmanın kapısı açılmamış olurdu.
Tabi burada esas konu "cin" kelimesinin kur'anda geçen ayetlerde nasıl ve ne amaçla kullanıldığı olup, iblis ile cinleri aynı konuma getirerek nasıl bir mesaj verilmek istendiğidir, bunu öğrenmek için ise kur'anın cinler ile ilgili ayetlerine göz atmak gerekmektedir.
[006.100] Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.
[006.112] Böylece biz, her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.
[006.128] Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir.
[006.130] «Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran resulller gelmedi mi?» «Kendi hakkımızda şahidiz» derler. Dünya hayatı onları aldattı da inkarcı olduklarına, kendi aleyhlerinde şahidlik ettiler.
[007.037-38] Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.Allah, « Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin» der. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lanet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için, «Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver» derler, Allah, «Hepsinin kat kattır, ama bilmezsiniz» der.
[007.179] And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.
[034.040-41] Allah bir gün onların hepsini diriltip toplar, sonra meleklere: «Bunlar mı size tapıyordu?» der.Melekler: «Haşa, bizim dostumuz onlar değil, Sensin. Hayır; onlar bize değil cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanıyorlardı» derler.
[041.029] İnkar edenler: «Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan, bizi saptıranları göster, onları ayaklarımızın altına alalım da en altta kalanlardan olsunlar» derler.
Yukarıda vermiş örnek ayet meallerinin delaleti ile , Allah cc nin kendisine kulluk etmeleri için yaratmış olduğu varlıklardan cinler'in insanları küfr ve şirk'e teşvik etmeleri ,insanların bir kısmınında bunlara uymaları ve birlikte cehennemmi haketmeleri anlatılır.
Kehf s. 50. ayetindeki "İBLİSİN CİNDEN OLMASI" nı ne anlama gelebileceğini yukarıdaki ayetler yardımı ile düşünebiliriz. Nuzül dönemi arka planına bakacak olursak Mekke toplumunun cinleri Allah cc ye şirk koştukları (6.100. ayet) anlatılmaktadır.
Adem kıssasında anlatılan iblis olgusu'nun, sonradan şeytan vasfını alması kur'anın bir çok yerinde bizlere düşman olduğu belirtilmesi ve ondan korunma yolları anlatılması şeytan ve cin arasında bağ kurulması cinlerinde iblis'in zürriyetinden yani onunla inanç yolu ile bağları olduğu hatırlatılması yapılmaktadır.
Burada yine hatırlatmak isteriz ki; "Adem kıssasında geçen iblis ve şeytan terimlerinin bizlere kur'an bütünlüğündeki mesajları nedir?" sorusunun sorulmadan sadece kıssa içinde dönüp dolaşmak yolu ile okunması bize kıssanın anlatım amacını doğru olarak anlamamızı zorlaştıracaktır. Şeytan veya iblis'in mahiyetinin melek mi yoksa cin mi olduğundan çok şeytan ismi ile vasıflananların bizleri nereye götüreceğinin anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Sonuç olarak; kehf s. 50. ayetinde ki "kane minelcinni" ibaresinin kıssa'nın diğer ayetlerinde geçen "kane minelkafirin" ibresinden farklı şekilde çevrilmesi sonucunda , bitmek bilmeyen bir tartışmanın kapısı aralanmış olup iblis'in melek mi yoksa cin'mi olduğu tartışılmaya başlanmıştır. "Kane minel kafirin" ibaresinin "kafirlerden oldu" şeklinde çevrilmesi paralel olarak "kane minel cinni" ibaresinin o cinlerden idi şeklinde değil!de O CİNDEN OLDU şeklinde çevrilerek cin kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde cinlerin insanları saptırması ile bağı kurulmuş olsaydı bugün bu tür bir tartışmanın ne kadar gereksiz olduğu anlaşılırdı.
Adem ve iblis kıssası sadece adem ve iblis arasında geçmiş ve ileriye dönük herhangi bir mesajı olmayan bir kıssa değil kıyamete kadar her insanın her an yaşadığı bir kıssadır. Kıssada anlatılan kişilerin şahsiyetine takılıp mesajı ıskalamak yüzyıllardır cevabı aranan fakat üzerinde bir sonuç çıkmayan bir sorunun sorulmasına sebeb olmuştur. Özellikle bu kıssayı doğru anlamak için kıssada anlatılan şahsiyetlerden çok o şahsiyetler üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmak gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
İblis'in melek'mi cin'mi olduğu sorusu bu kıssa ile ilgili yazmış olduğumuz daha önceki yazılarda vurgulamaya çalıştığımız gibi , kıssanın mesaj içerikli okunmaması sonucu ortaya atılmış bir soru olup tabiri caizse tavuk'mu yumurtadan çıkar yumurta'mı tavuktan çıkar? sorusunun cevabını aramak gibi bir şeydir.
Adem ve iblis kıssasında geçen anlatımların mesajı genel olarak şeytan vasfını alan iblis'in şahsında isyankar bir kişinin akıbeti ve Allah katındaki konumu ile ilgilidir. İblis adı ile anlatılan kişinin ontolojik mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi verilmez , mesaj içerikli bir anlatım olmasından ötürü bu türlü ayrıntılarada gerek yoktur.
Biz yazı başlığındaki sorunun ortaya atılmasına sebeb olan kehf s. 50. ayetindeki "kane minelcinni" ibaresinin çevirisi ile ilgili yine kıssa bütünlüğünü gözeterek doğru olduğunu düşündüğümüz anlamı verip düşüncelerimizi ortaya koymaya çalışacağız.
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
[018.050] Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!
Kehf s. 50. ayetinde kıssa'da geçen "kane minelcinni" ibaresi hemen hemen bütün meallerde " o cinlerden'di" şeklinde çevrilerek havanda su dövmek misali iblis melekmi yoksa cinmi şeklinde sonu gelmez tartışmalara sebebiyet vermiştir. Diğer surelerde geçen anlatımlar'da iblis'in secde etmemesi ile ilgili ayetlerde geçen "kane" kelimesinin çevirisi bize kehf. s. 50. ayetinde geçen "kane" kelimesinin kıssa bütünlüğüne uygun olarak nasıl çevrilmesi gerektiği hakkında bilgi verecektir.
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
[002.034] Hani Biz meleklere demiştik ki: «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde edivermişlerdi. Yanlız İblîs (Şeytan) kaçınmış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştu.
İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne). Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne). Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
[038.071-76] Rabbin meleklere şöyle demişti: «Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.» Bütün melekler secde etmişlerdi, fakat İblis; o, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu.Allah: «Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?» dedi.İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
Bakara s. ve sad s. de geçen anlatımlara baktığımız zaman "kane minelkafirine" (o kafirlerden oldu) şeklinde çevrilmiş olup "kafirler'den idi" şeklinde çevrilmemiştir. Kıssa'nın bütünlüğünü gözeterek yapılan bir çeviride kehf s. 50. ayetindeki "kane minel cinni" O CİN'DEN OLDU şeklinde çevrilmesi gerekirdi. Bu şekil bir çeviride iblisin mahiyetinin ne olduğu şeklinde gereksiz bir tartışmanın kapısı açılmamış olurdu.
Tabi burada esas konu "cin" kelimesinin kur'anda geçen ayetlerde nasıl ve ne amaçla kullanıldığı olup, iblis ile cinleri aynı konuma getirerek nasıl bir mesaj verilmek istendiğidir, bunu öğrenmek için ise kur'anın cinler ile ilgili ayetlerine göz atmak gerekmektedir.
[006.100] Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.
[006.112] Böylece biz, her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.
[006.128] Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir.
[006.130] «Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran resulller gelmedi mi?» «Kendi hakkımızda şahidiz» derler. Dünya hayatı onları aldattı da inkarcı olduklarına, kendi aleyhlerinde şahidlik ettiler.
[007.037-38] Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.Allah, « Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin» der. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lanet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için, «Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver» derler, Allah, «Hepsinin kat kattır, ama bilmezsiniz» der.
[007.179] And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.
[034.040-41] Allah bir gün onların hepsini diriltip toplar, sonra meleklere: «Bunlar mı size tapıyordu?» der.Melekler: «Haşa, bizim dostumuz onlar değil, Sensin. Hayır; onlar bize değil cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanıyorlardı» derler.
[041.029] İnkar edenler: «Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan, bizi saptıranları göster, onları ayaklarımızın altına alalım da en altta kalanlardan olsunlar» derler.
Yukarıda vermiş örnek ayet meallerinin delaleti ile , Allah cc nin kendisine kulluk etmeleri için yaratmış olduğu varlıklardan cinler'in insanları küfr ve şirk'e teşvik etmeleri ,insanların bir kısmınında bunlara uymaları ve birlikte cehennemmi haketmeleri anlatılır.
Kehf s. 50. ayetindeki "İBLİSİN CİNDEN OLMASI" nı ne anlama gelebileceğini yukarıdaki ayetler yardımı ile düşünebiliriz. Nuzül dönemi arka planına bakacak olursak Mekke toplumunun cinleri Allah cc ye şirk koştukları (6.100. ayet) anlatılmaktadır.
Adem kıssasında anlatılan iblis olgusu'nun, sonradan şeytan vasfını alması kur'anın bir çok yerinde bizlere düşman olduğu belirtilmesi ve ondan korunma yolları anlatılması şeytan ve cin arasında bağ kurulması cinlerinde iblis'in zürriyetinden yani onunla inanç yolu ile bağları olduğu hatırlatılması yapılmaktadır.
Burada yine hatırlatmak isteriz ki; "Adem kıssasında geçen iblis ve şeytan terimlerinin bizlere kur'an bütünlüğündeki mesajları nedir?" sorusunun sorulmadan sadece kıssa içinde dönüp dolaşmak yolu ile okunması bize kıssanın anlatım amacını doğru olarak anlamamızı zorlaştıracaktır. Şeytan veya iblis'in mahiyetinin melek mi yoksa cin mi olduğundan çok şeytan ismi ile vasıflananların bizleri nereye götüreceğinin anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Sonuç olarak; kehf s. 50. ayetinde ki "kane minelcinni" ibaresinin kıssa'nın diğer ayetlerinde geçen "kane minelkafirin" ibresinden farklı şekilde çevrilmesi sonucunda , bitmek bilmeyen bir tartışmanın kapısı aralanmış olup iblis'in melek mi yoksa cin'mi olduğu tartışılmaya başlanmıştır. "Kane minel kafirin" ibaresinin "kafirlerden oldu" şeklinde çevrilmesi paralel olarak "kane minel cinni" ibaresinin o cinlerden idi şeklinde değil!de O CİNDEN OLDU şeklinde çevrilerek cin kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde cinlerin insanları saptırması ile bağı kurulmuş olsaydı bugün bu tür bir tartışmanın ne kadar gereksiz olduğu anlaşılırdı.
Adem ve iblis kıssası sadece adem ve iblis arasında geçmiş ve ileriye dönük herhangi bir mesajı olmayan bir kıssa değil kıyamete kadar her insanın her an yaşadığı bir kıssadır. Kıssada anlatılan kişilerin şahsiyetine takılıp mesajı ıskalamak yüzyıllardır cevabı aranan fakat üzerinde bir sonuç çıkmayan bir sorunun sorulmasına sebeb olmuştur. Özellikle bu kıssayı doğru anlamak için kıssada anlatılan şahsiyetlerden çok o şahsiyetler üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmak gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
18 Mart 2014 Salı
Meleklerin Adem'e Secdesi
Adem ve iblis kıssasında tartışılan konulardan birisi Adem'in yaratıldığı zaman Allah cc tarafından bütün meleklerin ona secde etmeleri emridir. " Secde neden Adem'e yapılması emredildi? halbuki Allah cc den başkasına secde etmek haramdır" şeklindeki soruları zaman zaman duymakta olup bu konunun tefsirlerde'de tartışıldığını müşahede etmekteyiz. Bu soruya " orada yapılan secde emri Adem' e değil Ademi yarattığım için bana secde edin şeklinde anlaşılması gerekir" şeklinde cevaplar gelmektedir. Bu şekildeki cevaplar ilgili ayetleri okumada tercih edilen yorumdur, "kesinlikle yanlıştır asla böyle bir anlam verilemez" şeklinde bir itirazımız olmamakla beraber bunun biraz zorlama yorumlar olduğunu ve kıssanın mesajına yönelik değil kıssanın zaman ve mekanı içinden dışarı çıkamayan yorumlar olduğunu'da söylemek istiyoruz.
Kur'anda geçen Adem'e secde emri ve iblis'in bu secdeyi red etme gerekçesi ile ilgili ayetleri önce görelim.
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
[002.034] Hani Biz meleklere demiştik ki: «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde edivermişlerdi. Yanlız İblîs (Şeytan) kaçınmış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştu.
*************************************
Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne). Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
[007.011] Andolsun ki, sizi yarattık, sonra size suret verdik. Sonra da, «Âdem'e secde ediniz,» diye meleklere emrettik, derhal secde ettiler. Ancak iblis, o secde edenlerden olmadı.
[007.012] Allah, «Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?» dedi, «Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm» cevabını verdi.
*****************************************
Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), ebâ en yekûne meas sâcidîn(sâcidîne). Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne meas sâcidîn(sâcidîne). Kâle lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
[015.028-33] Rabbin meleklere: «Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın» demişti. İblis hariç bütün melekler secdeye kapandılar. O ise kibirlenip, secde edenler arasında yer almadı. Allah: «Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan nedir?» dedi.O: «Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem» dedi.
**********************************************
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).
[017.061] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti.
**********************************************
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
[018.050] Hani meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.
Kehf s. 50. ayetinde'ki iblisin cinlerden olması meselesi onun melekmi yoksa cinmi şeklinde bir tartışmayı beraberinde getirmiş olup meallerde "kane minelcinni" ibaresinin (cinlerdendi) şeklindeki çevrisinde problem olduğunu düşünmekle beraber alıntıladığımız mealin o şekilde yapılmış olduğu için bu konuyu inşallah ayrı bir makale'de ele alacağız.
**********************************************
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ.
[020.116] [ON] Ve o vakit ki, meleklere dedik, «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde ediverdiler. İblis müstesna, o kaçındı.
********************************************
İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne). Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne). Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
[038.071-76] Rabbin meleklere şöyle demişti: «Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.» Bütün melekler secde etmişlerdi, fakat İblis; o, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu.Allah: «Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?» dedi.İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
**********************************************
Bakara s. 34. ayette "liademe" , Araf s. 11. ayette "liademe" , Hicr s. 29. ayette " lehu sacidin" , İsra s. 61. ayette "liademe" , Kehf s. 50. ayette "liademe" , Taha s. 116. ayette "liademe" , Sad s. 72. ayette "lehu sacidin" şeklindeki ibarelerin çevirilerine baktığımız zaman "ADEME" şeklindeki çevrilerin kıssa ve kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğu görülmektedir. "ADEM İÇİN" şeklinde yapılan çevirilerin secde etmenin Allah cc den başkasına yapılamayacağı şeklindeki düşüncelerin bir yansıması olduğu görülmektedir.
"Liademe" kelimesinin "ademe" veya "adem için" şeklindeki çevrilerinin hangisinin daha doğrı olduğunu anlayabilmek için iblis'in secde etmeme gerekçesini anlatan ayetler bize yardımcı olacaktır.
Araf s. de geçen bölüme baktığımız zaman , iblisin "ben ondan hayırlıyım" şeklindeki itirazı , Hicr s. de geçen bölümdeki itirazına baktığımız zaman " salsal ve hamein mesnun" dan yarattığın bir insana secde edecek değilim" şeklindeki sözleri aynı şekilde secde emrinin ademe olduğu,
İsra s. de geçen bölümde "çamur'dan yarattığına'mı?" şeklindeki sözünden yine secde emrinin adem'e olduğu görülecektir ayet'teki "limen"kelimesinin kur'an içinde diğer geçtiği yerlerin çevirilerine bakıldığında "adem için" şeklindeki çevirinin uygun olmadığı görülecektir.
Sad s. de geçen bölümde iblis'in "ben ondan hayırlıyım" şeklindeki itirazı secdenin adem'e yapılması emredildiğini göstermektedir.
Kıssanın kur'an içinde geçen ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah cc secde emrini Adem'e yapılmasını emretmektedir "Adem için" şeklinde çevrilip Adem'i yarattığı için secde'nin Allah'a yapılması emredilmektedir şeklindeki yorumların kur'an bütünlüğüne uygun olmadığı görülmektedir.
Hal böyle iken , "secde emri Allah'a mı yoksa Ademe mi?" şeklinde bir sorunun aslında kıssayı mesaj içerikli okumamaktan kaynaklanan bir soru olduğunu'da söylemeden geçemeyeceğiz , makaleyi okuyanlar madem öyle sen neden yukarıdaki yazılanları yazdın şeklinde bir soru soracak olursa bizde cevaben " önce konunun kur'an genelinde nasıl anlatılmış olduğunun doğru bir biçimde anlaşılması gerekir" deriz.
Kıssa'nın mesaj içeren yönünü dikkate alacak olursak şunları söyleyebiliriz; secde emrinin kime olduğu değil, bu emri kimin verdiğine bakılmalı ve o'nun kulu olduğumuz hatırlanarak o ne emir verirse başımız üste deyip emri tatbik etmekten başka bir çıkar yol olmadığı bilinmelidir. Allah cc nin Adem'e secde edin emrinden alınacak mesaj, bizlerinde onun herhangi bir emri karşısında iblis haricindeki meleklerin yaptığı gibi emre uymaktan başka bir şey olmamalıdır. Şayet iblis gibi hevamızı ölçü edinerek onun verdiği bir emir karşısında itaatsizlik göstermemiz bizim ebedi olarak cehennem ehli olmamızdan başka bir getirisi olmaz.
Sonuç olarak; Adem ve iblis kıssa'sının mesaj içeriği göz önüne alınmadan okunması sonucu ortaya çıkan müşkillerden birisi secde'nin Ademe'mi yoksa Adem'i, yarattığı için Allah'a mı yapılması emredildiğidir.Kıssayı sadece yaşandığı zaman içinde düşünüp mesajını anlamaya yönelik bir okuma yapılmaması sonucu böyle bir soru gündeme gelmiş olup cevabı konusunda da farklı düşünceler ortaya atılmıştır. Kıssanın geçtiği ayetleri bütünlük içinde okuduğumuz zaman secde emrinin Adem'e olduğu daha doğru bir düşünce olmakla beraber kıssa'nın mesajının , Allah cc nin bir emri karşısında yapılması gereken şeyin ne olması gerektiği olarak okunması ve iblis'in emre karşı çıkma gerekçesi gibi bizlerinde Allah cc nin herhangi bir emrine heva merkezli bir itiraz değil meleklerin yaptığı gibi şartsız bir teslimiyet içinde olmamız gerektiğidir. Rabbimiz bizleri emirlerine karşı semi'na ve aseyna diyenlerden değil , semi'na ata'na diyenlerden kılsın amin.
EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.
Kur'anda geçen Adem'e secde emri ve iblis'in bu secdeyi red etme gerekçesi ile ilgili ayetleri önce görelim.
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
[002.034] Hani Biz meleklere demiştik ki: «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde edivermişlerdi. Yanlız İblîs (Şeytan) kaçınmış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştu.
*************************************
Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne). Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
[007.011] Andolsun ki, sizi yarattık, sonra size suret verdik. Sonra da, «Âdem'e secde ediniz,» diye meleklere emrettik, derhal secde ettiler. Ancak iblis, o secde edenlerden olmadı.
[007.012] Allah, «Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?» dedi, «Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm» cevabını verdi.
*****************************************
Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), ebâ en yekûne meas sâcidîn(sâcidîne). Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne meas sâcidîn(sâcidîne). Kâle lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
[015.028-33] Rabbin meleklere: «Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın» demişti. İblis hariç bütün melekler secdeye kapandılar. O ise kibirlenip, secde edenler arasında yer almadı. Allah: «Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan nedir?» dedi.O: «Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem» dedi.
**********************************************
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).
[017.061] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti.
**********************************************
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
[018.050] Hani meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.
Kehf s. 50. ayetinde'ki iblisin cinlerden olması meselesi onun melekmi yoksa cinmi şeklinde bir tartışmayı beraberinde getirmiş olup meallerde "kane minelcinni" ibaresinin (cinlerdendi) şeklindeki çevrisinde problem olduğunu düşünmekle beraber alıntıladığımız mealin o şekilde yapılmış olduğu için bu konuyu inşallah ayrı bir makale'de ele alacağız.
**********************************************
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ.
[020.116] [ON] Ve o vakit ki, meleklere dedik, «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde ediverdiler. İblis müstesna, o kaçındı.
********************************************
İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne). Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne). Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
[038.071-76] Rabbin meleklere şöyle demişti: «Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.» Bütün melekler secde etmişlerdi, fakat İblis; o, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu.Allah: «Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?» dedi.İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
**********************************************
Bakara s. 34. ayette "liademe" , Araf s. 11. ayette "liademe" , Hicr s. 29. ayette " lehu sacidin" , İsra s. 61. ayette "liademe" , Kehf s. 50. ayette "liademe" , Taha s. 116. ayette "liademe" , Sad s. 72. ayette "lehu sacidin" şeklindeki ibarelerin çevirilerine baktığımız zaman "ADEME" şeklindeki çevrilerin kıssa ve kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğu görülmektedir. "ADEM İÇİN" şeklinde yapılan çevirilerin secde etmenin Allah cc den başkasına yapılamayacağı şeklindeki düşüncelerin bir yansıması olduğu görülmektedir.
"Liademe" kelimesinin "ademe" veya "adem için" şeklindeki çevrilerinin hangisinin daha doğrı olduğunu anlayabilmek için iblis'in secde etmeme gerekçesini anlatan ayetler bize yardımcı olacaktır.
Araf s. de geçen bölüme baktığımız zaman , iblisin "ben ondan hayırlıyım" şeklindeki itirazı , Hicr s. de geçen bölümdeki itirazına baktığımız zaman " salsal ve hamein mesnun" dan yarattığın bir insana secde edecek değilim" şeklindeki sözleri aynı şekilde secde emrinin ademe olduğu,
İsra s. de geçen bölümde "çamur'dan yarattığına'mı?" şeklindeki sözünden yine secde emrinin adem'e olduğu görülecektir ayet'teki "limen"kelimesinin kur'an içinde diğer geçtiği yerlerin çevirilerine bakıldığında "adem için" şeklindeki çevirinin uygun olmadığı görülecektir.
Sad s. de geçen bölümde iblis'in "ben ondan hayırlıyım" şeklindeki itirazı secdenin adem'e yapılması emredildiğini göstermektedir.
Kıssanın kur'an içinde geçen ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah cc secde emrini Adem'e yapılmasını emretmektedir "Adem için" şeklinde çevrilip Adem'i yarattığı için secde'nin Allah'a yapılması emredilmektedir şeklindeki yorumların kur'an bütünlüğüne uygun olmadığı görülmektedir.
Hal böyle iken , "secde emri Allah'a mı yoksa Ademe mi?" şeklinde bir sorunun aslında kıssayı mesaj içerikli okumamaktan kaynaklanan bir soru olduğunu'da söylemeden geçemeyeceğiz , makaleyi okuyanlar madem öyle sen neden yukarıdaki yazılanları yazdın şeklinde bir soru soracak olursa bizde cevaben " önce konunun kur'an genelinde nasıl anlatılmış olduğunun doğru bir biçimde anlaşılması gerekir" deriz.
Kıssa'nın mesaj içeren yönünü dikkate alacak olursak şunları söyleyebiliriz; secde emrinin kime olduğu değil, bu emri kimin verdiğine bakılmalı ve o'nun kulu olduğumuz hatırlanarak o ne emir verirse başımız üste deyip emri tatbik etmekten başka bir çıkar yol olmadığı bilinmelidir. Allah cc nin Adem'e secde edin emrinden alınacak mesaj, bizlerinde onun herhangi bir emri karşısında iblis haricindeki meleklerin yaptığı gibi emre uymaktan başka bir şey olmamalıdır. Şayet iblis gibi hevamızı ölçü edinerek onun verdiği bir emir karşısında itaatsizlik göstermemiz bizim ebedi olarak cehennem ehli olmamızdan başka bir getirisi olmaz.
Sonuç olarak; Adem ve iblis kıssa'sının mesaj içeriği göz önüne alınmadan okunması sonucu ortaya çıkan müşkillerden birisi secde'nin Ademe'mi yoksa Adem'i, yarattığı için Allah'a mı yapılması emredildiğidir.Kıssayı sadece yaşandığı zaman içinde düşünüp mesajını anlamaya yönelik bir okuma yapılmaması sonucu böyle bir soru gündeme gelmiş olup cevabı konusunda da farklı düşünceler ortaya atılmıştır. Kıssanın geçtiği ayetleri bütünlük içinde okuduğumuz zaman secde emrinin Adem'e olduğu daha doğru bir düşünce olmakla beraber kıssa'nın mesajının , Allah cc nin bir emri karşısında yapılması gereken şeyin ne olması gerektiği olarak okunması ve iblis'in emre karşı çıkma gerekçesi gibi bizlerinde Allah cc nin herhangi bir emrine heva merkezli bir itiraz değil meleklerin yaptığı gibi şartsız bir teslimiyet içinde olmamız gerektiğidir. Rabbimiz bizleri emirlerine karşı semi'na ve aseyna diyenlerden değil , semi'na ata'na diyenlerden kılsın amin.
EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.
16 Mart 2014 Pazar
Şeytan Cennete Nasıl Girdi ?
Adem ve iblis kıssası Kur'an da 7 adet sure içinde anlatılan bir kıssa olup, sadece yaşandığı zaman ve mekan açısından değerlendirilmeye tabi tutulduğu, Kur'an muhataplarına nasıl bir mesaj içeriyor? sorusunun cevabı aranmadığı müddetçe sorulan soruların cevabını doğru olarak almakta sıkıntıların çıkması kaçınılmazdır. Bu yazımızda ele almaya çalışacağımız konu kıssanın yaşandığı zaman ve mekan içinde okunmaya çalışılıp mesajının ne olduğu düşünülmeden sorulmuş sorulardan biri olan şeytanın cennete nasıl girdiği konusudur.
Kıssayı önce kısaca hatırlayalım; Allah cc Adem'i yaratmış ve bütün Meleklere onun için secde etmelerini emretmiş ve İblis secde etmeyerek kafirlerden olmuş ve huzurdan kovulmuştu. Bunun üzerine Allah cc ye Cennet'e yerleştirmiş ve onlara sadece oradaki bir ağaca yaklaşmamalarını emretmiştir. Şeytan Adem ile eşine vesvese vererek onların Cennet'ten çıkmalarına sebeb olmuştur. Kıssa ile ilgili yorumlara baktığımızda Şeytan'ın cennete nasıl girdiği ve onları nasıl isyana teşvik ettiği sorusu sorulmuş farklı cevaplar verilerek sorunun cevabı aranmaya çalışılmıştır.
Bu sorunun cevabını bulmak için önce Şeytan'ın nasıl bir varlık olduğunun cevabını bulmak zorundayız, bu cevabı bulmak için kur'anın anlatım uslublarından olan temsili anlatım uslubunu anlamak zorundayız.
Adem ve iblis kıssası'nın yaşandığı zaman ve mekan açısından gaybi bir durum arzettiği malumdur. Kur'anın anlattığı diğer kıssalar gibi zaman ve mekan olgusu bu kıssada görülmez. Görsel anlatım metodu muhataplara verilmek istenen mesajın zihinlerde kalıcı olmasını ve anlamayı kolaylaştırma açısından kullanılan bir metod olup kur'anında pek çok yerde kullandığı bir metod'tur.
Önce iblis sonra Şeytan adı ile anılan varlığın bizler için önemli olan yönü onun ontolojisi yani var olup olmadığı değil bizleri vesvese yolu ile saptırmasının Adem as üzerinden görsel bir metod ile anlatılması mesajının iyice kavranması olmalıdır.
Bu kıssayı'da görselleştirilerek anlatım metodu'nun kullanılmış olmasını düşünerek okumak, verilmek istenen mesajın ne olabileceği şeklinde bir sorunun cevabını aramak durumundayız. Allah cc ile şeytan arasında geçen konuşmaları birebir yaşanmışlığı içinde anlamaya kalkmaktan ziyade şeytan'ın insana nasıl oyunlar oynayacağının bilgisi olarak şeklinde kıssayı okumak gerekmektedir.
Adem ve iblis kıssası yaşanmış bitmiş bir kıssa değil kıyamete kadar dünyaya gelen her insanın yaşadığı bir kıssa olup bizlerin kıssası olduğu özellikle araf s. 11 . de "andolsun sizi yarattık, size suret verdik sonra meleklere Adem' secde edin dedik" şeklindeki cümleden anlamaktayız. Özellikle kıssanın araf suresindeki anlatımları bu kıssanın bütün insanların kıssası olduğunun çok veciz bir anlatımıdır.
[007.020] Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.
[020.120] Ama şeytan ona vesvese verip: «Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi.
Bu iki ayete dikkat edecek olursak şeytanın vesvese ile onların ayağını kaydırması anlatılmakta olup gözle görünen 3. bir şahıs olarak Adem ile eşinin karşısına çıkması şeklinde bir durum söz konusu değildir. Vesvese kelimesi ; "kalpte meydana gelen şüphe tereddüt vehim" anlamında kullanılan bir kelimedir. Şeytan vesvese ile yani kalplerinde şüphe ve tereddüt doğurarak Adem ile eşini bu şekilde ayartmıştır. Şeytan Adem'e yukardaki sözleri söylerken Adem tarafından ona herhangi bir karşılık verilmemesi şeytanın Adem ile eşinin karşısına gözle görünür bir varlık olarak çıkmadığının bir delili olarak düşünülebilir.
Şeytan'ın Cennet'e nasıl girdiği konusu aslında Adem ile eşinin konulduğu söylenen Cennet'in Allah cc nin mü'minlere vaad ettiği ahirette'ki cennet zannedilmesi sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. Halbuki kıssanın mesajını anlamak için bu Cennet'in nerede olduğu konusu çok fazla bir önem arz etmemektedir.
Adem ile iblis kıssasında Şeytan'ın Adem'den daha fazla sahnede görünmesi ve onunla ilgili anlatımların daha fazla olması kıssanın mesajının şeytan denilen olgu'nun bizler için kıyamete kadar sürecek olan bir düşmanlığı olması ve bizimde onun düşmanlığına karşı almamız gereken tedbirlerin neler olduğunun bilgilerinin verilmesidir.
Kıssa'da önce "İblis" adı ile anılan sonra şeytan adı ile anılmaya başlaması şeytan kelimesinin daha genel bir kullanımı olduğu sadece iblis'in bu işi üstlenmediği onun iğvasına kapılıp insanı hak yoldan ayırmaya çalışan her kişi , kurum vs. onun askeri olan herkesin şeytan vasfını alabileceğini unutulmamalıdır.
Sonuç olarak; Adem ile eşini ayartarak onların Cennet'ten kovulmasına sebeb olan Şeytan'ın oraya nasıl girdiği konusu kıssanın mesaj içerikli okunmaması neticesinde akla gelen sorulardan olup , kıssa ile ilgili ayetlerde okuduğumuz gibi Adem ile eşinin karşısına gözle görünen bir varlık şeklinde değil onlara vesvese vererek onların ayağını kaydırmıştır. Şeytan adı anılan olgu bizlere bu şekilde kıyamete kadar vesvese vererek bizi haktan saptırmak için elinden geleni ardına koymayacak olup bizlerinde ona dost olmamak için Allah cc nin bizlere indirmiş olduğu vahiyde ondan korunma yollarını öğrenip hayatımızda tatbik etmemiz gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kıssayı önce kısaca hatırlayalım; Allah cc Adem'i yaratmış ve bütün Meleklere onun için secde etmelerini emretmiş ve İblis secde etmeyerek kafirlerden olmuş ve huzurdan kovulmuştu. Bunun üzerine Allah cc ye Cennet'e yerleştirmiş ve onlara sadece oradaki bir ağaca yaklaşmamalarını emretmiştir. Şeytan Adem ile eşine vesvese vererek onların Cennet'ten çıkmalarına sebeb olmuştur. Kıssa ile ilgili yorumlara baktığımızda Şeytan'ın cennete nasıl girdiği ve onları nasıl isyana teşvik ettiği sorusu sorulmuş farklı cevaplar verilerek sorunun cevabı aranmaya çalışılmıştır.
Bu sorunun cevabını bulmak için önce Şeytan'ın nasıl bir varlık olduğunun cevabını bulmak zorundayız, bu cevabı bulmak için kur'anın anlatım uslublarından olan temsili anlatım uslubunu anlamak zorundayız.
Adem ve iblis kıssası'nın yaşandığı zaman ve mekan açısından gaybi bir durum arzettiği malumdur. Kur'anın anlattığı diğer kıssalar gibi zaman ve mekan olgusu bu kıssada görülmez. Görsel anlatım metodu muhataplara verilmek istenen mesajın zihinlerde kalıcı olmasını ve anlamayı kolaylaştırma açısından kullanılan bir metod olup kur'anında pek çok yerde kullandığı bir metod'tur.
Önce iblis sonra Şeytan adı ile anılan varlığın bizler için önemli olan yönü onun ontolojisi yani var olup olmadığı değil bizleri vesvese yolu ile saptırmasının Adem as üzerinden görsel bir metod ile anlatılması mesajının iyice kavranması olmalıdır.
Bu kıssayı'da görselleştirilerek anlatım metodu'nun kullanılmış olmasını düşünerek okumak, verilmek istenen mesajın ne olabileceği şeklinde bir sorunun cevabını aramak durumundayız. Allah cc ile şeytan arasında geçen konuşmaları birebir yaşanmışlığı içinde anlamaya kalkmaktan ziyade şeytan'ın insana nasıl oyunlar oynayacağının bilgisi olarak şeklinde kıssayı okumak gerekmektedir.
Adem ve iblis kıssası yaşanmış bitmiş bir kıssa değil kıyamete kadar dünyaya gelen her insanın yaşadığı bir kıssa olup bizlerin kıssası olduğu özellikle araf s. 11 . de "andolsun sizi yarattık, size suret verdik sonra meleklere Adem' secde edin dedik" şeklindeki cümleden anlamaktayız. Özellikle kıssanın araf suresindeki anlatımları bu kıssanın bütün insanların kıssası olduğunun çok veciz bir anlatımıdır.
[007.020] Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.
[020.120] Ama şeytan ona vesvese verip: «Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi.
Bu iki ayete dikkat edecek olursak şeytanın vesvese ile onların ayağını kaydırması anlatılmakta olup gözle görünen 3. bir şahıs olarak Adem ile eşinin karşısına çıkması şeklinde bir durum söz konusu değildir. Vesvese kelimesi ; "kalpte meydana gelen şüphe tereddüt vehim" anlamında kullanılan bir kelimedir. Şeytan vesvese ile yani kalplerinde şüphe ve tereddüt doğurarak Adem ile eşini bu şekilde ayartmıştır. Şeytan Adem'e yukardaki sözleri söylerken Adem tarafından ona herhangi bir karşılık verilmemesi şeytanın Adem ile eşinin karşısına gözle görünür bir varlık olarak çıkmadığının bir delili olarak düşünülebilir.
Şeytan'ın Cennet'e nasıl girdiği konusu aslında Adem ile eşinin konulduğu söylenen Cennet'in Allah cc nin mü'minlere vaad ettiği ahirette'ki cennet zannedilmesi sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. Halbuki kıssanın mesajını anlamak için bu Cennet'in nerede olduğu konusu çok fazla bir önem arz etmemektedir.
Adem ile iblis kıssasında Şeytan'ın Adem'den daha fazla sahnede görünmesi ve onunla ilgili anlatımların daha fazla olması kıssanın mesajının şeytan denilen olgu'nun bizler için kıyamete kadar sürecek olan bir düşmanlığı olması ve bizimde onun düşmanlığına karşı almamız gereken tedbirlerin neler olduğunun bilgilerinin verilmesidir.
Kıssa'da önce "İblis" adı ile anılan sonra şeytan adı ile anılmaya başlaması şeytan kelimesinin daha genel bir kullanımı olduğu sadece iblis'in bu işi üstlenmediği onun iğvasına kapılıp insanı hak yoldan ayırmaya çalışan her kişi , kurum vs. onun askeri olan herkesin şeytan vasfını alabileceğini unutulmamalıdır.
Sonuç olarak; Adem ile eşini ayartarak onların Cennet'ten kovulmasına sebeb olan Şeytan'ın oraya nasıl girdiği konusu kıssanın mesaj içerikli okunmaması neticesinde akla gelen sorulardan olup , kıssa ile ilgili ayetlerde okuduğumuz gibi Adem ile eşinin karşısına gözle görünen bir varlık şeklinde değil onlara vesvese vererek onların ayağını kaydırmıştır. Şeytan adı anılan olgu bizlere bu şekilde kıyamete kadar vesvese vererek bizi haktan saptırmak için elinden geleni ardına koymayacak olup bizlerinde ona dost olmamak için Allah cc nin bizlere indirmiş olduğu vahiyde ondan korunma yollarını öğrenip hayatımızda tatbik etmemiz gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
15 Mart 2014 Cumartesi
Nur s. 35-36. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu
Mesel kelimesi sözlükte , "bir başkasının benzeri üzerine resmedilmiş,biçimlendirilmiş,şekil verilmiş,hakkedilmiş olan" anlamına gelmekte olup,verilmek istenen mesajın başka bir şeye benzetilerek verilmesidir. Mesel yolu ile anlatım şekli kur'anda bir çok ayette örneğini bulabileceğimiz bir uslub olup bu yazımızda nur s. 35 ve 36. ayetleri arasındaki anlatımlardaki mesajı anlamaya çalışacağız.
Merhum prof. dr. Zeki Duman'ın nur s. 35. ayeti ile ilgili yazdığı yazıdan bir alıntı yaparak hem onu rahmetle anmak hemde kur'anın semboller ile anlatımındaki amacını ondan öğrenelim .
"Hiç şüphe yok ki, edebî ve kutsal metinlerde sembolik anlatımın asıl amacı, soyut anlatım ve idealleri, fikirleri ya da kelimelerle ifade edilmesi mümkün olmayan derin, ince ve soyut manaları, okuyucu tarafından tecrübe edilebilir bir teşbih, temsil ve sembol ile somut bir biçimde idraklere yaklaştırmak ve farklı anlayış düzeyine sahip insanların kendi anlayış derecelerine göre bir anlam çıkarabilmelerine imkân tanımaktır."
[024.035] Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
[024.036] (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;
Bu iki ayet , 35. ayet içindeki " Allah, göklerin ve yerin nûrudur." cümlesinin temsili bir anlatımını içermektedir. "Nur" kelimesi , "karanlıkta görmeye yarayan ışık" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'anda 50. ye yakın yerde kullanılmış , bir kaç ayet haricinde bütün kullanımları mecaz anlamdadır. Kandilin ,karanlıktan kurtulmak için kullanıldığını hatırlayacak olursak , "zulumat" (karanlık) kelimesinin yine bir çok ayette mecaz anlam olarak, yani küfür karanlığından kurtulmak için Allah cc nin nuruna ihtiyaç olduğu vurgusu yapılmaktadır.
36. ayette geçen "buyutin" (evler) kelimesinin anlamını biraz açmak gerekmektedir ; " insanın gece sığındığı yer" anlamına gelen bu kelime gecenin, mecaz anlamında kullanılarak küfür karanlığından sığınmak için girilen evlerde aydınlanmak için Allah cc den başkasının nuru (vahyi) işe yaramaz mesajı verilmektedir.
"Mişkat" kelimesi; "duvarda karşı tarafa geçişi olmayan delik veya oyuk" anlamında bir kelime olup elektriğin olmadığı zamanlarda gaz lambalarının konulduğu duvar oyuğu anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu kelime ile mecaz olarak insanın gögüs boşluğu olarak tanımlanabilir.
"Misbah" kelimesi; sa-be-ha kelimesinden türemiş olup "sabahlanacak yani aydınlanacak alet , lamba,kandil,çerağ" anlamında bir kelimedir. Mişkat kelimesini "insanın gögüs boşluğu" , misbah kelimesi'nide "insanın göğüs boşluğuna yerleştirilen aydınlatıcı" olarak tanımlarsak , Allah cc nin bütün insanların göğüs boşluğuna yerleştirmiş olduğu fıtrat olarak düşünebiliriz.
"Zücace" kelimesi ise ; "cam" anlamında olup ayette "ışığı sönmekten korumak için kullanılan" alet anlamında bu kelime , " insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçiler" anlamında kullanılmış olduğu düşünülebilir. Zücacenin "kevkebün düriyyun" (inci gibi yıldız) olarak tanımlanmasını elçilerin önemine dair getirilmiş bir deyim olarak anlayabiliriz.
"doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur"
Şimdi sıra bu lambanın beslendiği kaynağın anlatıldığı cümlede.
Bu cümle , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruyan elçilerin o ateşin yanmasını sağlayan maddenin yani vahyin kaynağını anlatmaktadır. "Doğuya da batıya da nisbet edilmemesi" şeklindeki cümleden "doğu -batı" gibi yön terimlerinin dünyaya ait terimler olduğu hatırlanacak olursa Allah cc nin bizlere nur olan yani karanlıklarda kaybolmamamızı sağlayan vahyinin kaynağını açıklamaktadır.
"Mübarek zeytin ağacı"deyimi ile neyin anlatılmak istendiğini daha kolay anlamak için mü'minun s. 20. ayeti bizlere yol göstermektedir. "Bir de Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç ki, hem yağ hem de yiyenlere bir katık ile biter." Ağacın tur dağında yetişmesi ile tur dağının israiloğulları ve Musa as ile bağını hatırlayacak olursak , bu vahyin Muhammed as dan önceki elçilerden olan Musa as ın beslendiği kaynak ile bağlantısı kurularak, israioğullarına Musa as ile vahyeden Allah cc nin aynı vahyi şimdi Muhammed as ile " mübarek zeytin ağacı" teşbihi ile anlatarak ve surenin medinede inmiş olduğunuda hatırlayarak medinedeki muhataplardan olan israiloğullarına Allah cc tarafından , " sizin iman ettiğinizi iddia ettiğiniz Musa'ya nasıl mübarek bir vahiy indirdimse aynı vahyi şimdide Muhammed'e indirdim" şeklinde bir mesaj verilmektedir.
Musa as ın ,ailesi ile birlikte medyen'den ayrıldıktan sonra bir ışık görüp oradan bir haber getirmek için o ışığa yöneldikten sonraki olayı anlatan ayetler konuyu anlamamızı daha kolaylaştıracaktır.
[028.030] Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.
Tin suresinde üzerine yemin edilenlere baktığımız zaman bu bağı görmek o suredede mümkündür.
[095.001-3] İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki,
incir,zeytin ve sina dağı emin belde olarak tanımlanan mekke'de inen vahy ile daha önce orada inen vahyin kaynağının Allah cc olduğunun hatırlatılmasıdır.
"nûr üstüne nûr" olması ise daha önceki elçilerden olan Musa as a verilen kitap nasıl "nur" ise Muhammed as a verilen kitap'ta aynı şekilde "nur" yani Musa as a verilen nur'un üstüne nur'dur yani her iki vahiy'de karanlıkta kalan insanların yolunu bulmaları için Allah cc tarafından gönderilmiştir.
[005.044] Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046] Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[014.005] Andolsun ki, Musa'yı ayetlerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır.
Ayetlerin içinde geçen "nur" kelimesine dikkat edecek olursak Musa as ile Muhammed as arasındaki ortak bağın her ikisinede Allah cc den kullarının yollarını bulmaları için "NUR" indirilen elçiler olmasıdır.
"Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir".Bu cümledeki "Allah'ın dilemesi" deyimini kur'an bütünlüğünde anlamak gerekir , Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi davranması şeklinde değil, kendisinin kulları üzerinde yegane hükümdar olduğunun hatırlatılması olarak anlamak gerekir .Bu konuyu merhum Zeki Duman hocanın bu ayet ile ilgili yazmış olduğu makaleden alıntıladığımız paragraf'tan okuyalım.
"İşte bu gerekçelerle biz, hidayet ve dalâlet, iman ve küfür konularında Allah’ın dilemesinin, insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine ve kendi hür eylemlerine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Kul bilgi ve bilinç ile hidayeti ister, iradesini o yöne teksif eder ve kararlılıkla hidayetin gereklerini yaparsa, Allah o kul için: “Ben seni hidayete erdirmem!” demez! Çünkü kendi adalet ilkesi ve insanın yaratılış amacı bunu gerektirir. Dalâlete yönelenler için de durum böyledir… Kanaatimizce, Allah’ın dilemesinin insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine bağlı olması Allah’a ne eksiklik getirir ne de acziyet… Çünkü herkesin kendi eliyle ahiretteki yerini kazanması ilkesini koyan da Allah’tır, O’nun adaleti de vaadi de kendisinin vazgeçilmez ilkesidir… Öyleyse Allah’ın adalet vasfı ve koyduğu ilkesi sebebiyle kulun eylemini gerçekleştirmesi, ancak O’nun yüceliğine delalet eder!"
[024.036] (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder.
36. ayetin mesajı ise, 35. ayette mişkat-misbah-zücace -mübarek zeytin ağacı sembolleri üzerinden verilen mesajın içeriğinin "beyt" kelimesinin ifade ettiği mana ile pekiştirilerek verilmesidir. Beyt kelimesinin "karanlıktan sığınılan yer" anlamından hareketle , küfür karanlığından sığınmak için girilen evin içinde aydınlanılması gereken ışığın başkalarının lambasından çıkan beşeri ışıklar ile değil ,Allah cc tarafından indirilen zikir'in ve o zikri bizlere ulaştıran elçilerin örnekliğindeki nur ile olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak; "Allah göklerin ve yerin nurudur" diye başlayan ve Allah cc nin yaratmış olduğu herşeye yol gösteren olduğu ifade edildikten sonra bu nur olmaklığın insan üzerinde nasıl tezahür ettiği nur s. 35.36. ayetlerinde mesel yolu ile anlatılmakta olup , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçilerin birbiri ile bağları olduğu hatırlatılmakta olup temsili anlatımın kur'an içindeki örneklerinin belkide en güzeli olan bir ayettir. Bu ayeti okurken kur'andaki kelimelerin birbiri ile nasıl bir iç içelik serdettiğinide görmüş olduk. Meselli anlatım dediğimiz " muhataplara aşina oldukları objeler üzerinden mesajlar aktarmanın örneği zeytin ağacı, lamba , zeytin yağı gibi semboller üzerinden verilerek muhatapların anlaması kolaylaştırılmıştır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Merhum prof. dr. Zeki Duman'ın nur s. 35. ayeti ile ilgili yazdığı yazıdan bir alıntı yaparak hem onu rahmetle anmak hemde kur'anın semboller ile anlatımındaki amacını ondan öğrenelim .
"Hiç şüphe yok ki, edebî ve kutsal metinlerde sembolik anlatımın asıl amacı, soyut anlatım ve idealleri, fikirleri ya da kelimelerle ifade edilmesi mümkün olmayan derin, ince ve soyut manaları, okuyucu tarafından tecrübe edilebilir bir teşbih, temsil ve sembol ile somut bir biçimde idraklere yaklaştırmak ve farklı anlayış düzeyine sahip insanların kendi anlayış derecelerine göre bir anlam çıkarabilmelerine imkân tanımaktır."
[024.035] Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
[024.036] (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;
Bu iki ayet , 35. ayet içindeki " Allah, göklerin ve yerin nûrudur." cümlesinin temsili bir anlatımını içermektedir. "Nur" kelimesi , "karanlıkta görmeye yarayan ışık" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'anda 50. ye yakın yerde kullanılmış , bir kaç ayet haricinde bütün kullanımları mecaz anlamdadır. Kandilin ,karanlıktan kurtulmak için kullanıldığını hatırlayacak olursak , "zulumat" (karanlık) kelimesinin yine bir çok ayette mecaz anlam olarak, yani küfür karanlığından kurtulmak için Allah cc nin nuruna ihtiyaç olduğu vurgusu yapılmaktadır.
36. ayette geçen "buyutin" (evler) kelimesinin anlamını biraz açmak gerekmektedir ; " insanın gece sığındığı yer" anlamına gelen bu kelime gecenin, mecaz anlamında kullanılarak küfür karanlığından sığınmak için girilen evlerde aydınlanmak için Allah cc den başkasının nuru (vahyi) işe yaramaz mesajı verilmektedir.
"Mişkat" kelimesi; "duvarda karşı tarafa geçişi olmayan delik veya oyuk" anlamında bir kelime olup elektriğin olmadığı zamanlarda gaz lambalarının konulduğu duvar oyuğu anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu kelime ile mecaz olarak insanın gögüs boşluğu olarak tanımlanabilir.
"Misbah" kelimesi; sa-be-ha kelimesinden türemiş olup "sabahlanacak yani aydınlanacak alet , lamba,kandil,çerağ" anlamında bir kelimedir. Mişkat kelimesini "insanın gögüs boşluğu" , misbah kelimesi'nide "insanın göğüs boşluğuna yerleştirilen aydınlatıcı" olarak tanımlarsak , Allah cc nin bütün insanların göğüs boşluğuna yerleştirmiş olduğu fıtrat olarak düşünebiliriz.
"Zücace" kelimesi ise ; "cam" anlamında olup ayette "ışığı sönmekten korumak için kullanılan" alet anlamında bu kelime , " insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçiler" anlamında kullanılmış olduğu düşünülebilir. Zücacenin "kevkebün düriyyun" (inci gibi yıldız) olarak tanımlanmasını elçilerin önemine dair getirilmiş bir deyim olarak anlayabiliriz.
"doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur"
Şimdi sıra bu lambanın beslendiği kaynağın anlatıldığı cümlede.
Bu cümle , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruyan elçilerin o ateşin yanmasını sağlayan maddenin yani vahyin kaynağını anlatmaktadır. "Doğuya da batıya da nisbet edilmemesi" şeklindeki cümleden "doğu -batı" gibi yön terimlerinin dünyaya ait terimler olduğu hatırlanacak olursa Allah cc nin bizlere nur olan yani karanlıklarda kaybolmamamızı sağlayan vahyinin kaynağını açıklamaktadır.
"Mübarek zeytin ağacı"deyimi ile neyin anlatılmak istendiğini daha kolay anlamak için mü'minun s. 20. ayeti bizlere yol göstermektedir. "Bir de Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç ki, hem yağ hem de yiyenlere bir katık ile biter." Ağacın tur dağında yetişmesi ile tur dağının israiloğulları ve Musa as ile bağını hatırlayacak olursak , bu vahyin Muhammed as dan önceki elçilerden olan Musa as ın beslendiği kaynak ile bağlantısı kurularak, israioğullarına Musa as ile vahyeden Allah cc nin aynı vahyi şimdi Muhammed as ile " mübarek zeytin ağacı" teşbihi ile anlatarak ve surenin medinede inmiş olduğunuda hatırlayarak medinedeki muhataplardan olan israiloğullarına Allah cc tarafından , " sizin iman ettiğinizi iddia ettiğiniz Musa'ya nasıl mübarek bir vahiy indirdimse aynı vahyi şimdide Muhammed'e indirdim" şeklinde bir mesaj verilmektedir.
Musa as ın ,ailesi ile birlikte medyen'den ayrıldıktan sonra bir ışık görüp oradan bir haber getirmek için o ışığa yöneldikten sonraki olayı anlatan ayetler konuyu anlamamızı daha kolaylaştıracaktır.
[028.030] Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.
Tin suresinde üzerine yemin edilenlere baktığımız zaman bu bağı görmek o suredede mümkündür.
[095.001-3] İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki,
incir,zeytin ve sina dağı emin belde olarak tanımlanan mekke'de inen vahy ile daha önce orada inen vahyin kaynağının Allah cc olduğunun hatırlatılmasıdır.
"nûr üstüne nûr" olması ise daha önceki elçilerden olan Musa as a verilen kitap nasıl "nur" ise Muhammed as a verilen kitap'ta aynı şekilde "nur" yani Musa as a verilen nur'un üstüne nur'dur yani her iki vahiy'de karanlıkta kalan insanların yolunu bulmaları için Allah cc tarafından gönderilmiştir.
[005.044] Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046] Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[014.005] Andolsun ki, Musa'yı ayetlerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır.
Ayetlerin içinde geçen "nur" kelimesine dikkat edecek olursak Musa as ile Muhammed as arasındaki ortak bağın her ikisinede Allah cc den kullarının yollarını bulmaları için "NUR" indirilen elçiler olmasıdır.
"Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir".Bu cümledeki "Allah'ın dilemesi" deyimini kur'an bütünlüğünde anlamak gerekir , Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi davranması şeklinde değil, kendisinin kulları üzerinde yegane hükümdar olduğunun hatırlatılması olarak anlamak gerekir .Bu konuyu merhum Zeki Duman hocanın bu ayet ile ilgili yazmış olduğu makaleden alıntıladığımız paragraf'tan okuyalım.
"İşte bu gerekçelerle biz, hidayet ve dalâlet, iman ve küfür konularında Allah’ın dilemesinin, insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine ve kendi hür eylemlerine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Kul bilgi ve bilinç ile hidayeti ister, iradesini o yöne teksif eder ve kararlılıkla hidayetin gereklerini yaparsa, Allah o kul için: “Ben seni hidayete erdirmem!” demez! Çünkü kendi adalet ilkesi ve insanın yaratılış amacı bunu gerektirir. Dalâlete yönelenler için de durum böyledir… Kanaatimizce, Allah’ın dilemesinin insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine bağlı olması Allah’a ne eksiklik getirir ne de acziyet… Çünkü herkesin kendi eliyle ahiretteki yerini kazanması ilkesini koyan da Allah’tır, O’nun adaleti de vaadi de kendisinin vazgeçilmez ilkesidir… Öyleyse Allah’ın adalet vasfı ve koyduğu ilkesi sebebiyle kulun eylemini gerçekleştirmesi, ancak O’nun yüceliğine delalet eder!"
[024.036] (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder.
36. ayetin mesajı ise, 35. ayette mişkat-misbah-zücace -mübarek zeytin ağacı sembolleri üzerinden verilen mesajın içeriğinin "beyt" kelimesinin ifade ettiği mana ile pekiştirilerek verilmesidir. Beyt kelimesinin "karanlıktan sığınılan yer" anlamından hareketle , küfür karanlığından sığınmak için girilen evin içinde aydınlanılması gereken ışığın başkalarının lambasından çıkan beşeri ışıklar ile değil ,Allah cc tarafından indirilen zikir'in ve o zikri bizlere ulaştıran elçilerin örnekliğindeki nur ile olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak; "Allah göklerin ve yerin nurudur" diye başlayan ve Allah cc nin yaratmış olduğu herşeye yol gösteren olduğu ifade edildikten sonra bu nur olmaklığın insan üzerinde nasıl tezahür ettiği nur s. 35.36. ayetlerinde mesel yolu ile anlatılmakta olup , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçilerin birbiri ile bağları olduğu hatırlatılmakta olup temsili anlatımın kur'an içindeki örneklerinin belkide en güzeli olan bir ayettir. Bu ayeti okurken kur'andaki kelimelerin birbiri ile nasıl bir iç içelik serdettiğinide görmüş olduk. Meselli anlatım dediğimiz " muhataplara aşina oldukları objeler üzerinden mesajlar aktarmanın örneği zeytin ağacı, lamba , zeytin yağı gibi semboller üzerinden verilerek muhatapların anlaması kolaylaştırılmıştır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
13 Mart 2014 Perşembe
Nur Kelimesi ve Kur'anda Geçtiği Ayetler
"Ennur" kelimesi sözlükte, "görmeye yardım eden yayılmış ışık" anlamına gelmektedir.Kur'anda 48 yerde geçen bu kelime kur'anda bir çok ayette, hem hakiki anlamda hemde mecaz anlamında kullanılmaktadır. Görmek fiilinin kur'anda bir çok ayette mecaz kullanımını dikkate alacak olursak bu iki kelimenin (nur ve görmek) kullanıldığı ayetler bizlere kur'anın anlam örgüsünün, içinde geçen kelimeler ile nasıl bir bağı olduğunu ortaya koymaktadır.
[2.257] Allah iman edenlerin velisidir onları zulümattan nura çıkarır, küfredenlerin ise velileri Taguttur onları nurdan zulümata çıkarırlar, onlar işte eshabı nar, hep orada kalacaklardır.
[005.015] Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren resulumuz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
[005.016] Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan nura çıkarır. Onları doğru yola iletir.
[005.044] Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046] Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[009.032] Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
[014.001] Elif, Lam, Ra. Bir kitap sana indirdik ki, insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan nura çıkarasın; doğruca o yüce ve övülmeye layık olanın yoluna ki, bütün izzet ve hamd O'nundur.
[014.005] Andolsun ki, Musa'yı mucizelerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır
[024.035] Allah, göklerin ve yerin nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir; Allah her şeyi bilir.
[24.039-40] İnkar edenlerin işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder, fakat oraya geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Orada Allah'ı bulur ve O da hesabını görür. Allah hesabı çabuk görendir.Veya derin denizin karanlıklarına benzer. Onu üstüste dalgalar ve dalgaların üstünde de bulutlar örter; karanlıklar üstünde karanlıklar; insan elini uzattığı zaman, nerdeyse onu bile göremez. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz.
[033.043] Karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet ve istiğfar eden Allah ve melekleridir. İnananlara merhamet eden O'dur.
[35.019-22] Görenle görmeyen (âma) bir olmaz. Karanlıklarla nur, gölge ile sıcak, dirilerle ölüler de bir olmaz! Allah, dilediği kimseye hakkı işittirir, Sen kabirde olanlara sesini elbette işittiremezsin.
[039.022] Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı? Kalbleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte bunlar apaçık sapıklıktadırlar.
[039.069] Ve yeryüzü, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, nebiler ve şahitler getirilmiş, onlara hiçbir haksızlık yapılmadan, aralarında hak ile hüküm verilmektedir.
[057.009] Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir.
[061.008] Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. İnkarcılar ne kadar istemeseler de, Allah nurunu, dinini tamamlayacaktır.
[064.008] Artık Allah'a ve O'nun ResûIüne ve indirmiş olduğumuz nûra imân ediniz ve Allah yapar olduğunuz şeylerden haberdardır.
[065.011] İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah'ın apaçık ayetlerine size okuyan bir resulde (gönderdik) . Kim iman edip salih bir amelde bulunursa, (Allah) onu içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir.
[004.174] Ey İnsanlar! Rabbiniz'den size açık bir delil geldi, size apaçık bir nur, Kuran indirdik.
[006.091] «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir» demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar.
[006.122] Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir.
[042.052] İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.
[057.012] O gün mümin erkeklerle, mümin kadınları önlerinden ve sağ taraflarından nurları koşarken göreceksin: «Bu gün müjdeniz altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. İçlerinde ebedi olarak kalacaksınız.» (denir). İşte büyük kurtuluş budur!
[057.013] O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar o iman edenlere şöyle diyeceklerdir: «Bize bakın da sizin nurunuzdan alalım?» Onlara: «Arkanıza dönün de nur arayın!» denilir. Aralarına kapılı bir sur çekilir ki, onun içinde rahmet, dışında da azap vardır.
[057.019] Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır.
[057.028] Ey o bütün iyman edenler! Allahdan korkun ve Resulüne iyman edin ki sizlere rahmetinden iki nasîb versin ve size bir nur bahşeylesin ki onunla yürüyesiniz hem de size mağfiret buyursun. Allah gafurdur rahîmdir
[066.008] Ey iman edenler, Allah'a öyle tevbe bir tevbe edin ki, nasûh (gayet ciddi, samimi) bir tevbe olsun! Olaki Rabbiniz kusurlarınızı örter, Allah'ın peygamberi ve onun beraberinde iman edenleri utandırmayacağı günde sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onların nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşacak, şöyle diyecekler: «Ey Rabbimiz, bizlere nurumuzu tamamla ve bizi bağışla; şüphesizki sen her şeye kadirsin!»
[003.184] şimdi seni tekzib ettilerse senden evvel de bir çok Resuller tekzib olundu ki o beyyineler ve o hikmetil sahifeler, ve o nurlu kitab ile gelmişlerdi
[022.008] İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye, ne de münir bir Kitab'a dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.
[031.020] Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve münir bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır.
[035.025] Seni tekzib ediyorlarsa bunlardan evvelkiler de tekzib etmişlerdi, onlara Peygamberleri beyyinelerle, suhuflarla ve münir kitab ile gelmişlerdi
[033.045-6] Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.
Yukarda meallerini verdiğimiz ayet meallerinde "ennur" kelimesinin hakiki anlamına uygun olarak mecaz anlam şeklinde yani Allah cc nin karanlıklar olarak tanımladığı yollarını bulamayan insanlara yollarını bulmaları için elçileri vasıtası ile nurlu kitaplar göndermiştir. Bu kelimenin hakiki anlamda kullanılışı ie ilgili ayet mealleride aşağıdadır.
[002.017] bunların meseli şunun meseline benzer ki bir ateş yakmak istedi, vaktaki çevresindekileri aydınlattı, tam o sırada Allah nurlarını gideriverip kendilerini zulmetler içinde bıraktı, artık bunlar görmezler [006.001] Hamd o Allahın hakkıdır ki Gökleri ve yeri yarattı zulmetleri ve nuru yaptı, sonra da Hakkı tanımayanlar bunları kendilerini yaratana denk tutuyorlar.
[010.005] Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır; bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor.
[013.016] De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah'tır.» De ki: «Artık O'ndan başka velîler mi edindiniz ki, kendi nefisleri için bile ne bir menfa-ate ve ne de bir mazarrata mâlik olamazlar.» De ki: «Hiç kör ile gören müsavî olur mu? Veya zulmetler ile nûr müsavî olur mu?» Yoksa Allah'a öyle ortaklar mı kıldılar ki, onlar da Allah'ın yarattığı gibi yarattılar da artık onlara bir yaratma benzeyişi mi oldu? De ki: «Her şeyin yaratıcısı Allah Teâlâ'dır. Ve O, birdir, kahredicidir.»
[025.061] Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne yücedir.[071.016] Ve Ay'ı bunların içinde bir nur yapmış, güneşi de bir lamba kılmış.
Kur'andaki "zulumat" (karanlıklar) kelimesinin mecaz kullanımına karşılık "nur" kelimesi mecaz kullanım olarak, aydınlık yani vahiysiz kalan bir kimsenin gece karanlığında nasıl yolunu bulması için aydınlığa ihtiyacı varsa, nur kelimesi ile ifade edilen vahiy karanlıklar içinde kalanların imdadına yetişerek onlara yollarını aydınlatmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[2.257] Allah iman edenlerin velisidir onları zulümattan nura çıkarır, küfredenlerin ise velileri Taguttur onları nurdan zulümata çıkarırlar, onlar işte eshabı nar, hep orada kalacaklardır.
[005.015] Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren resulumuz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
[005.016] Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan nura çıkarır. Onları doğru yola iletir.
[005.044] Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046] Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[009.032] Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
[014.001] Elif, Lam, Ra. Bir kitap sana indirdik ki, insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan nura çıkarasın; doğruca o yüce ve övülmeye layık olanın yoluna ki, bütün izzet ve hamd O'nundur.
[014.005] Andolsun ki, Musa'yı mucizelerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır
[024.035] Allah, göklerin ve yerin nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir; Allah her şeyi bilir.
[24.039-40] İnkar edenlerin işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder, fakat oraya geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Orada Allah'ı bulur ve O da hesabını görür. Allah hesabı çabuk görendir.Veya derin denizin karanlıklarına benzer. Onu üstüste dalgalar ve dalgaların üstünde de bulutlar örter; karanlıklar üstünde karanlıklar; insan elini uzattığı zaman, nerdeyse onu bile göremez. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz.
[033.043] Karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet ve istiğfar eden Allah ve melekleridir. İnananlara merhamet eden O'dur.
[35.019-22] Görenle görmeyen (âma) bir olmaz. Karanlıklarla nur, gölge ile sıcak, dirilerle ölüler de bir olmaz! Allah, dilediği kimseye hakkı işittirir, Sen kabirde olanlara sesini elbette işittiremezsin.
[039.022] Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı? Kalbleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte bunlar apaçık sapıklıktadırlar.
[039.069] Ve yeryüzü, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, nebiler ve şahitler getirilmiş, onlara hiçbir haksızlık yapılmadan, aralarında hak ile hüküm verilmektedir.
[057.009] Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir.
[061.008] Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. İnkarcılar ne kadar istemeseler de, Allah nurunu, dinini tamamlayacaktır.
[064.008] Artık Allah'a ve O'nun ResûIüne ve indirmiş olduğumuz nûra imân ediniz ve Allah yapar olduğunuz şeylerden haberdardır.
[065.011] İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah'ın apaçık ayetlerine size okuyan bir resulde (gönderdik) . Kim iman edip salih bir amelde bulunursa, (Allah) onu içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir.
[004.174] Ey İnsanlar! Rabbiniz'den size açık bir delil geldi, size apaçık bir nur, Kuran indirdik.
[006.091] «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir» demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar.
[006.122] Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir.
[042.052] İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.
[057.012] O gün mümin erkeklerle, mümin kadınları önlerinden ve sağ taraflarından nurları koşarken göreceksin: «Bu gün müjdeniz altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. İçlerinde ebedi olarak kalacaksınız.» (denir). İşte büyük kurtuluş budur!
[057.013] O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar o iman edenlere şöyle diyeceklerdir: «Bize bakın da sizin nurunuzdan alalım?» Onlara: «Arkanıza dönün de nur arayın!» denilir. Aralarına kapılı bir sur çekilir ki, onun içinde rahmet, dışında da azap vardır.
[057.019] Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır.
[057.028] Ey o bütün iyman edenler! Allahdan korkun ve Resulüne iyman edin ki sizlere rahmetinden iki nasîb versin ve size bir nur bahşeylesin ki onunla yürüyesiniz hem de size mağfiret buyursun. Allah gafurdur rahîmdir
[066.008] Ey iman edenler, Allah'a öyle tevbe bir tevbe edin ki, nasûh (gayet ciddi, samimi) bir tevbe olsun! Olaki Rabbiniz kusurlarınızı örter, Allah'ın peygamberi ve onun beraberinde iman edenleri utandırmayacağı günde sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onların nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşacak, şöyle diyecekler: «Ey Rabbimiz, bizlere nurumuzu tamamla ve bizi bağışla; şüphesizki sen her şeye kadirsin!»
[003.184] şimdi seni tekzib ettilerse senden evvel de bir çok Resuller tekzib olundu ki o beyyineler ve o hikmetil sahifeler, ve o nurlu kitab ile gelmişlerdi
[022.008] İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye, ne de münir bir Kitab'a dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.
[031.020] Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve münir bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır.
[035.025] Seni tekzib ediyorlarsa bunlardan evvelkiler de tekzib etmişlerdi, onlara Peygamberleri beyyinelerle, suhuflarla ve münir kitab ile gelmişlerdi
[033.045-6] Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.
Yukarda meallerini verdiğimiz ayet meallerinde "ennur" kelimesinin hakiki anlamına uygun olarak mecaz anlam şeklinde yani Allah cc nin karanlıklar olarak tanımladığı yollarını bulamayan insanlara yollarını bulmaları için elçileri vasıtası ile nurlu kitaplar göndermiştir. Bu kelimenin hakiki anlamda kullanılışı ie ilgili ayet mealleride aşağıdadır.
[002.017] bunların meseli şunun meseline benzer ki bir ateş yakmak istedi, vaktaki çevresindekileri aydınlattı, tam o sırada Allah nurlarını gideriverip kendilerini zulmetler içinde bıraktı, artık bunlar görmezler [006.001] Hamd o Allahın hakkıdır ki Gökleri ve yeri yarattı zulmetleri ve nuru yaptı, sonra da Hakkı tanımayanlar bunları kendilerini yaratana denk tutuyorlar.
[010.005] Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır; bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor.
[013.016] De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah'tır.» De ki: «Artık O'ndan başka velîler mi edindiniz ki, kendi nefisleri için bile ne bir menfa-ate ve ne de bir mazarrata mâlik olamazlar.» De ki: «Hiç kör ile gören müsavî olur mu? Veya zulmetler ile nûr müsavî olur mu?» Yoksa Allah'a öyle ortaklar mı kıldılar ki, onlar da Allah'ın yarattığı gibi yarattılar da artık onlara bir yaratma benzeyişi mi oldu? De ki: «Her şeyin yaratıcısı Allah Teâlâ'dır. Ve O, birdir, kahredicidir.»
[025.061] Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne yücedir.[071.016] Ve Ay'ı bunların içinde bir nur yapmış, güneşi de bir lamba kılmış.
Kur'andaki "zulumat" (karanlıklar) kelimesinin mecaz kullanımına karşılık "nur" kelimesi mecaz kullanım olarak, aydınlık yani vahiysiz kalan bir kimsenin gece karanlığında nasıl yolunu bulması için aydınlığa ihtiyacı varsa, nur kelimesi ile ifade edilen vahiy karanlıklar içinde kalanların imdadına yetişerek onlara yollarını aydınlatmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
4 Mart 2014 Salı
Samiri'nin Elçinin İzinden Avuçlaması
Samiri adını , Kur'anda Musa as kıssası içinde geçen , Musa as ın 40 günlüğüne Tur'a çıkmasının ardından İsrailoğullarına buzağı heykeli yapıp , o buzağıyı " bu sizin ilahınız" diyerek İsrailoğullarını şirke sürükleyen bir kişilik olarak görmekteyiz. Bu isim sadece İsrailoğullarına has olmayıp, firavun,karun,haman vs gibi sembolleşmiş isimler arasında yerini bulmuştur. "Samirilik", Allah cc nin dinini bozmak için onun dininden az bir şey alıp batıl ile karıştırarak halka sunmanın genel adı olmuştur. Musa as kıssası içinde anlatılan bu kıssadaki bazı kelimeler olayın boyutunun evrenselliğini anlatması bakımından dikkat çekicidir.
Samiri kelimesinin anlamı olayın evrensel boyutunu göstermesi bakımından önemlidir.
"Essümretü": beyaz ve siyahtan mürekkep renklerden biri(esmer) . "Semreü" sözcüğü kinayeli olarak "buğday" anlamına kullanılmıştır.
"Essemretü": bir tür ağaç,renginden dolayı böyle adlandırılmış olması muhtemeldir.
"Essemrü": gece siyahlığı, gece biriyle konuşmaya veya sohbet etmeye "semerün" denmiştir.
"Semere fülanün": filan kişi gece biriyle konuştu veya sohbet etti. (El müfredat )
Bu kelime mü'minun s. 67. ayetinde şu şekilde geçmektedir.
[023.067] Kafa tutardınız ve geceleyin(samiren) hezeyanlar savururdunuz.
Samiri'nin ihaneti Araf s. ve Taha surelerindeki Musa as kıssası içinde anlatılmakta olup bu yazımızda Taha s. içindeki ayetler üzerinde durarak kıssanın evrensel mesajını anlamaya çalışacağız.
Musa as Tur'a çıkmadan önce kardeşi Harun as ı yerine vekil bırakarak şunları der.
[007.142] Musa'ya otuz gece vade verdik. Sonra bunu on ile tamamladık. Böylece Rabbının ta'yin ettiği vakit, kırk gece olarak tamamlandı. Musa kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmim içinde, benim yerime geç. Islah et ve fesadçıların yoluna uyma.
Taha s. deki ayetlerde şu şekildedir.
[020.083] «Ey Musa, seni kavminden çabucak ayrılıp gelmeye sevk eden nedir?»
[020.084] Musa: «Onlar, benim izimin( eseri) üzerindeler ve ben, hoşnut olasın diye, sana gelmekte acele ettim ey Rabbim!» dedi.
Taha s. 84. ayette geçen "Eser" kelimesi 96. ayette de geçecek olması ve anahtar bir terim olması nedeniyle bu kelimenin anlamı üzerinde durmak gerekmektedir. "Eser" kelimesi ; sözlükte, " bir nesnenin mevcudiyetine delalet edecek bir şeyin husule gelmesi , ortaya çıkması" demektir. Musa as "benim eserim üzerindeler" derken , "onlara senin bana vahyettiklerini tebliğ ettim üstüne de kardeşim Harun'u vekil bıraktım" demek istemektedir.
[020.085] Allah: «Doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı» dedi.
Bu ayette, kavmini bırakıp Tur'a çıkan Musa as a Allah cc Samirinin yaptıklarını haber vermektedir , bu durumun bir imtihan olduğu ise İsrailoğullarına Harun as'ın ağzından şu şekilde dile getirilmektedir.
[020.090] And olsun ki Harun daha önce onlara: «Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin» demişti.
[020.086] Musa, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndü. «Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?» dedi.
[007.150] Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak dönünce «Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?» dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun: «Ey annem oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zalim milletle bir sayma» dedi.
Musa as ı bu derece sinirlenmesine sebep olan olay Araf ve Taha surelerinde şu şekilde anlatılmaktadır.
[007.148] Musa'nın arkasından kavmi tutmuş takılarından bir dana, böğüren bir heykel edinmişlerdi. Onun kendilerine bir söz söylemediğini ve bir yol göstermediği görmemişler miydi? Fakat onu tanrı edindiler ve zalimdiler.
[020.088] Derken onlara bir buzağı böğürmesi olan bir ceset çıkardı. Dediler ki: «Bu sizin ilâhınızdır ve Mûsa'nın ilâhıdır, fakat unutmuş.»
[020.089] Görmüyorlar mı idi ki, onlara ne bir söz iade edebiliyordu ve ne de onlar için bir zarara ve bir faideye malik bulunuyordu.
Ayetlerdeki bazı kelimelere dikkat edecek olursak, buzağının ,"böğürmesi" şeklinde bir kelime ile ifade edilmesi sahte ilahlar da olan bir vasfın, yani muhataplarının anlamadığı bir dilden konuşması, "onlara yol göstermemesi" demek ilah olan bir varlığın kullarına yol gösterme özelliği olması gerekmesi olarak anlaşılabilir,yine aynı şekilde "kendileri için ne bir zarar ve yarara sahip olmadıkları" şeklindeki ifade kendilerine bile hayrı olmayanları ilah olarak benimseyenlerin düştükleri trajikomik durumu ortaya koymaktadır.
Yazımızın ana konusu olan "Samirinin elçinin izinden bir avuç alması" ile ilgili ayetleri okuyup sonra ayetlerin mesajına geçebiliriz.
[020.095] Ya ey sâmirî, senin derdin ne?
[020.096] O da: Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç alıp onu attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.
Samirinin, gerekçe olarak ortaya sürmüş olduğu ifadeler sadece o güne has bir ifade olmayıp dün,bugün ve yarın bütün Samirilerin insanları Allah ile aldatmak yolundaki taktikleridir. Tefsirlere baktığımız zaman özellikle 96. ayet ile yapılan tefsirler ayetin mesajının nasıl yanlış anlaşılacağına dair örnekler ile doludur. Samirinin Cebraili gördüğü ve onun izinden bir avuç toprak aldığı gibi yorumlar tefsirlerde yerini almış olup bu anlayış meallere de yansımıştır. Bu şekil yapılmış meallerden bir kaç örnek vermek istiyoruz.
Ahmet Varol :
Dedi ki: 'Ben onların görmediklerini gördüm ve elçinin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (buzağı heykelinin içine) attım. Nefsim de böyle yapmayı bana hoş gösterdi.'
Ali Fikri Yavuz :
Sâmirî şöyle dedi: “- Ben İsrail oğullarının görmedikleri Cibrîl’i gördüm de, O Rasûlün izinden bir avuç toprak aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Böylece bunu, bana, nefsim hoş gösterdi.”
Bekir Sadak :
Samiri: «Onlarin gormedikleri bir sey gordum ve o sana gelen elcinin bastigi yerden bir avuc avucladim. Bunu ziynet esyasinin eritildigi potaya attim. Nefsim boyle yaptirdi» dedi.
Hayrat Neşriyat :
(Sâmirî:) '(Ben, onların) görmedikleri şeyi gördüm ve (sana gelen) o elçinin(Cebrâîl’in atının) izinden bir avuç (toprak) avuçlayıverdim de onu (eritilmiş ziynet eşyâlarının içine) attım; böylece bunu nefsim bana hoş gösterdi' dedi.
Yazımızın başında söylediğimiz gibi "Eser" kelimesi burada da "eserirresul" (resulun izi) şeklinde karşımıza çıkmakta olup ayetin mesajını anlama hususunda anahtar terim durumundadır.
Musa as Tur'a çıkarken yerine kardeşi Harun'u bırakmış ve İsrailoğullarının içlerinde olduğu süre içinde onlara elçilik görevi gereği izleyecekleri yolları tebliğ etmiştir buna rağmen kavmi onun bu tebliğini pek ciddiye almamış ve eski alışkanlıklarına dönme itiyadında olduklarını her defasında dile getirmişlerdir. Allah cc ile buluştuğu zaman "onlar izim üzerindedirler" diyerek yokluğunda da gerekli olan bilgileri onlara anlattığını söylemiştir.
Buzağı putu Mısırlılarında Allah cc ye şirk koştukları bir put olup israiloğulları mısır esaretinde "celladına aşık mahkumlar" gibi onların putlarına aşık olmuşlardır. Musa as ın yokluğunu fırsat bilen Samiri bu putu yaparak İsrailoğullarına "işte sizinde Musanın'da ilahı bu" diyerek İsrailoğullarının içinde olan şirk hastalığını açığa çıkarmıştır.
"Errresulun izi" tabiri ile verilmek istenen mesajı şu şekilde anlamak mümkündür , "Musa nın izi" veya "senin izin" tabirinin kullanılmayıp "erresulun izi" terkibinin kullanılması mesajın evrensel bir boyutu olduğu şeklinde anlaşılabilir.
Resuller tarih boyunca Allah cc nin kullarına olan mesajlarını taşımaları nedeniyle insanlık tarihinin en önemli isimlerinden olup bu önem sadece yaşadıkları zaman çerçevesi ile sınırlı değildir. Resullerin ilettikleri bilgiler evrensel boyutlara haiz olup kıyamete kadar gelecek insanlar için ebedi hayatları için gerekli olan bilgileri içermektedir.
Tarih boyunca Allah ile aldatan insanların bu aldatmacalarını gerçekleştirmek için yine dini motifleri kullanmışlardır. Samiri buzağıyı meydana getirirken "resulun izinden alıp attım" demesi tabirinden alınması gereken mesaj şu olabilir; Bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu göstermesi misali , Allah ile aldatanların bu aldatmayı yapmaları "buzağı" objesi ile tarif edilmiş buzağının içinde "resullerin izinden" atılması yanlışların içine birazcık doğruların katılarak " işte sizin dininiz budur" denilerek insanlar çağdaş samirilerin yapmış oldukları buzağılara kulluk ettirilmektedirler.
Buzağı ve samiri sembolleri sadece yaşadığı zaman ile sınırlı olmayıp tarihin her devrinde Allah ile aldatmanın sembol hayvanı ve sembol ismi olmuştur. Çağdaş samiriler insanlara sundukları buzağıları hoş göstermek için süslü sözlerle bezenmiş dini motifleri her zaman kullanagelmişlerdir. Bu durumu kıssada buzağının yapılması sırasında kullanılan malzeme ile ilgili olarak kulllanılna ifadeden anlamaktayız.
[020.087] Dediler ki: Biz sana olan vâdimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.
Ayet içinde geçen "zinetilgavm"(kavmin zineti) tabiri ile bu zinetlerin hangi kavmin zinetleri olduğu konusundan ziyade, "zinet" kelimesinin diğer ayetlerde kullanımına bakmak gerekmektedir.
[015.039] (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim(leüzeyyene) ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!
[003.014] Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir(züyyine ). Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.
[006.043] Hiç değilse, onlara şiddetimiz geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değil miydiler? Lakin kalbleri katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel gösterdi (zeyyene)
[027.024] Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de(zeyyene) onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.
[029.038] Ad ve Semud milletlerini de yok ettik. Bunu, oturdukları yerler göstermektedir. Şeytan kendilerine, işlediklerini güzel gösterdi; onları doğru yoldan alıkoydu. Oysa kendileri bunu anlayacak durumda idiler.
Şeytanın süslemesi (zinetlemesi) tabiri buzağıyı yaparken kullanılan malzemenin zinet eşyası olması yapılanları şeytanın süslü göstermesi şeklinde bir teşbih olup samiri burada şeytanın rolunu üstlenmiştir.
Samiri ve yaptığı buzağı sadece o güne has bir olay olmayıp bugün aynı kişi ve objeler müslümanların arasında yaygın halde bulunmaktadır. İnsanları Allah ile aldatmak için çabalayan müslüman kılıklı şeytanlar yapmış oldukları buzağının içine dinin doğrularından az bir şey karıştırarak ve çoğunluk olarak şeytanın süslemelerinin olduğu sözler ile insanlara din olarak Allah cc nin söylmediği şeyleri ona iftira atarak söylemektedirler, bunları derkende aynen samiri gibi söyleyerek "işte sizin dininiz budur siz bizden dahamı iyi bileceksiniz" tabirini kullanmaktadırlar.
[020.099-100] Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir zikir verdik; kim ondan yüz çevirirse bilsin ki kıyamet günü bir günah yükü yüklenecektir.
Taha s. nin bu ayetlerini gerideki ayetler ile anlayacak olursak şunları söylemek mümkündür; Musa as ın kavminin zinet eşyalarını yüklenerek yapmış olduğu buzağı onların dünyada yüklenmiş oldukları günahlara tekabül etmektedir. Günahların süslü gösterilmesi ile kavmin süs eşyalarının kullanılarak buzağı yapılması dünyada yapılan salih olmayan amellerin kıyamet günü alınacak karşılığının dünyada yapılan buzağı gibi olacağının bir anlatımı olarak görmek mümkündür. Süs eşyalarını yani en değerli eşyalarını atarak meydana getirdikleri bir obje onlara karşılık olarak hiçbir şey vermemekte olup aynı şekilde dünyada iken yapmış olduğumuz günahlar ahirette karşımıza işe yaramaz değersiz külleri savrulmuş bir şey olarak karşımıza çıkacaktır.
Sonuç olarak; Samiri ve onun yaptığı buzağısı sadece anlatılan zaman has bir olay olmayıp çağlar boyunca Allah ile aldatanların genel olarak kullandıkları taktikler olarak bizlere sunulmaktdır. Samiri ismi , fravun,karun,haman gibi sembolleşmiş bir isim olarak dün ,bugün ve yarın taa kıyamete kadar yaşayacak din adına aldatıcıların sembol isimi olarak yerini almıştır. Aynı şekilde buzağı objeside evrensel bir obje olarak yerini almış olup çağdaş samirilerin insanları aldatmak için zinetlendirerek gözlere hoş gösterdikleri bir obje olarak kıyamete kadar aramızda yaşayacaktır. Kur'an bu gibi insanların yaptıkları buzağılara onların ne kadar süslü olduklarına bakarak aldanmamamızı istemekte ve Musa as ın samiriye ve buzağıya uyguladığı muameleyi bizlerinde çağdaş samiri ve buzağılarına uygulamamızı istemektedir.
[020.097] (Musa ona şöyle) dedi: «Haydi çekil git. Artık senin için hayat boyunca, 'benimle temas yok' diye söylemen var (bir vahşi gibi yapayalnız yaşamağa mahkum olacaksın). Hem senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Bir de ibadet edip durduğun ilâhına bak; elbette biz onu yakacağız, sonra da kül edip muhakkak onu denize savuracağız.»
Bizlerinde yapmamız gerekeni ayet açıklamakta olup samirileri içimizden kovmak ve yaptıkları buzağıları yakarak hayatımızdan atmaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Samiri kelimesinin anlamı olayın evrensel boyutunu göstermesi bakımından önemlidir.
"Essümretü": beyaz ve siyahtan mürekkep renklerden biri(esmer) . "Semreü" sözcüğü kinayeli olarak "buğday" anlamına kullanılmıştır.
"Essemretü": bir tür ağaç,renginden dolayı böyle adlandırılmış olması muhtemeldir.
"Essemrü": gece siyahlığı, gece biriyle konuşmaya veya sohbet etmeye "semerün" denmiştir.
"Semere fülanün": filan kişi gece biriyle konuştu veya sohbet etti. (El müfredat )
Bu kelime mü'minun s. 67. ayetinde şu şekilde geçmektedir.
[023.067] Kafa tutardınız ve geceleyin(samiren) hezeyanlar savururdunuz.
Samiri'nin ihaneti Araf s. ve Taha surelerindeki Musa as kıssası içinde anlatılmakta olup bu yazımızda Taha s. içindeki ayetler üzerinde durarak kıssanın evrensel mesajını anlamaya çalışacağız.
Musa as Tur'a çıkmadan önce kardeşi Harun as ı yerine vekil bırakarak şunları der.
[007.142] Musa'ya otuz gece vade verdik. Sonra bunu on ile tamamladık. Böylece Rabbının ta'yin ettiği vakit, kırk gece olarak tamamlandı. Musa kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmim içinde, benim yerime geç. Islah et ve fesadçıların yoluna uyma.
Taha s. deki ayetlerde şu şekildedir.
[020.083] «Ey Musa, seni kavminden çabucak ayrılıp gelmeye sevk eden nedir?»
[020.084] Musa: «Onlar, benim izimin( eseri) üzerindeler ve ben, hoşnut olasın diye, sana gelmekte acele ettim ey Rabbim!» dedi.
Taha s. 84. ayette geçen "Eser" kelimesi 96. ayette de geçecek olması ve anahtar bir terim olması nedeniyle bu kelimenin anlamı üzerinde durmak gerekmektedir. "Eser" kelimesi ; sözlükte, " bir nesnenin mevcudiyetine delalet edecek bir şeyin husule gelmesi , ortaya çıkması" demektir. Musa as "benim eserim üzerindeler" derken , "onlara senin bana vahyettiklerini tebliğ ettim üstüne de kardeşim Harun'u vekil bıraktım" demek istemektedir.
[020.085] Allah: «Doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı» dedi.
Bu ayette, kavmini bırakıp Tur'a çıkan Musa as a Allah cc Samirinin yaptıklarını haber vermektedir , bu durumun bir imtihan olduğu ise İsrailoğullarına Harun as'ın ağzından şu şekilde dile getirilmektedir.
[020.090] And olsun ki Harun daha önce onlara: «Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin» demişti.
[020.086] Musa, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndü. «Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?» dedi.
[007.150] Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak dönünce «Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?» dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun: «Ey annem oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zalim milletle bir sayma» dedi.
Musa as ı bu derece sinirlenmesine sebep olan olay Araf ve Taha surelerinde şu şekilde anlatılmaktadır.
[007.148] Musa'nın arkasından kavmi tutmuş takılarından bir dana, böğüren bir heykel edinmişlerdi. Onun kendilerine bir söz söylemediğini ve bir yol göstermediği görmemişler miydi? Fakat onu tanrı edindiler ve zalimdiler.
[020.088] Derken onlara bir buzağı böğürmesi olan bir ceset çıkardı. Dediler ki: «Bu sizin ilâhınızdır ve Mûsa'nın ilâhıdır, fakat unutmuş.»
[020.089] Görmüyorlar mı idi ki, onlara ne bir söz iade edebiliyordu ve ne de onlar için bir zarara ve bir faideye malik bulunuyordu.
Ayetlerdeki bazı kelimelere dikkat edecek olursak, buzağının ,"böğürmesi" şeklinde bir kelime ile ifade edilmesi sahte ilahlar da olan bir vasfın, yani muhataplarının anlamadığı bir dilden konuşması, "onlara yol göstermemesi" demek ilah olan bir varlığın kullarına yol gösterme özelliği olması gerekmesi olarak anlaşılabilir,yine aynı şekilde "kendileri için ne bir zarar ve yarara sahip olmadıkları" şeklindeki ifade kendilerine bile hayrı olmayanları ilah olarak benimseyenlerin düştükleri trajikomik durumu ortaya koymaktadır.
Yazımızın ana konusu olan "Samirinin elçinin izinden bir avuç alması" ile ilgili ayetleri okuyup sonra ayetlerin mesajına geçebiliriz.
[020.095] Ya ey sâmirî, senin derdin ne?
[020.096] O da: Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç alıp onu attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.
Samirinin, gerekçe olarak ortaya sürmüş olduğu ifadeler sadece o güne has bir ifade olmayıp dün,bugün ve yarın bütün Samirilerin insanları Allah ile aldatmak yolundaki taktikleridir. Tefsirlere baktığımız zaman özellikle 96. ayet ile yapılan tefsirler ayetin mesajının nasıl yanlış anlaşılacağına dair örnekler ile doludur. Samirinin Cebraili gördüğü ve onun izinden bir avuç toprak aldığı gibi yorumlar tefsirlerde yerini almış olup bu anlayış meallere de yansımıştır. Bu şekil yapılmış meallerden bir kaç örnek vermek istiyoruz.
Ahmet Varol :
Dedi ki: 'Ben onların görmediklerini gördüm ve elçinin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (buzağı heykelinin içine) attım. Nefsim de böyle yapmayı bana hoş gösterdi.'
Ali Fikri Yavuz :
Sâmirî şöyle dedi: “- Ben İsrail oğullarının görmedikleri Cibrîl’i gördüm de, O Rasûlün izinden bir avuç toprak aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Böylece bunu, bana, nefsim hoş gösterdi.”
Bekir Sadak :
Samiri: «Onlarin gormedikleri bir sey gordum ve o sana gelen elcinin bastigi yerden bir avuc avucladim. Bunu ziynet esyasinin eritildigi potaya attim. Nefsim boyle yaptirdi» dedi.
Hayrat Neşriyat :
(Sâmirî:) '(Ben, onların) görmedikleri şeyi gördüm ve (sana gelen) o elçinin(Cebrâîl’in atının) izinden bir avuç (toprak) avuçlayıverdim de onu (eritilmiş ziynet eşyâlarının içine) attım; böylece bunu nefsim bana hoş gösterdi' dedi.
Yazımızın başında söylediğimiz gibi "Eser" kelimesi burada da "eserirresul" (resulun izi) şeklinde karşımıza çıkmakta olup ayetin mesajını anlama hususunda anahtar terim durumundadır.
Musa as Tur'a çıkarken yerine kardeşi Harun'u bırakmış ve İsrailoğullarının içlerinde olduğu süre içinde onlara elçilik görevi gereği izleyecekleri yolları tebliğ etmiştir buna rağmen kavmi onun bu tebliğini pek ciddiye almamış ve eski alışkanlıklarına dönme itiyadında olduklarını her defasında dile getirmişlerdir. Allah cc ile buluştuğu zaman "onlar izim üzerindedirler" diyerek yokluğunda da gerekli olan bilgileri onlara anlattığını söylemiştir.
Buzağı putu Mısırlılarında Allah cc ye şirk koştukları bir put olup israiloğulları mısır esaretinde "celladına aşık mahkumlar" gibi onların putlarına aşık olmuşlardır. Musa as ın yokluğunu fırsat bilen Samiri bu putu yaparak İsrailoğullarına "işte sizinde Musanın'da ilahı bu" diyerek İsrailoğullarının içinde olan şirk hastalığını açığa çıkarmıştır.
"Errresulun izi" tabiri ile verilmek istenen mesajı şu şekilde anlamak mümkündür , "Musa nın izi" veya "senin izin" tabirinin kullanılmayıp "erresulun izi" terkibinin kullanılması mesajın evrensel bir boyutu olduğu şeklinde anlaşılabilir.
Resuller tarih boyunca Allah cc nin kullarına olan mesajlarını taşımaları nedeniyle insanlık tarihinin en önemli isimlerinden olup bu önem sadece yaşadıkları zaman çerçevesi ile sınırlı değildir. Resullerin ilettikleri bilgiler evrensel boyutlara haiz olup kıyamete kadar gelecek insanlar için ebedi hayatları için gerekli olan bilgileri içermektedir.
Tarih boyunca Allah ile aldatan insanların bu aldatmacalarını gerçekleştirmek için yine dini motifleri kullanmışlardır. Samiri buzağıyı meydana getirirken "resulun izinden alıp attım" demesi tabirinden alınması gereken mesaj şu olabilir; Bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu göstermesi misali , Allah ile aldatanların bu aldatmayı yapmaları "buzağı" objesi ile tarif edilmiş buzağının içinde "resullerin izinden" atılması yanlışların içine birazcık doğruların katılarak " işte sizin dininiz budur" denilerek insanlar çağdaş samirilerin yapmış oldukları buzağılara kulluk ettirilmektedirler.
Buzağı ve samiri sembolleri sadece yaşadığı zaman ile sınırlı olmayıp tarihin her devrinde Allah ile aldatmanın sembol hayvanı ve sembol ismi olmuştur. Çağdaş samiriler insanlara sundukları buzağıları hoş göstermek için süslü sözlerle bezenmiş dini motifleri her zaman kullanagelmişlerdir. Bu durumu kıssada buzağının yapılması sırasında kullanılan malzeme ile ilgili olarak kulllanılna ifadeden anlamaktayız.
[020.087] Dediler ki: Biz sana olan vâdimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.
Ayet içinde geçen "zinetilgavm"(kavmin zineti) tabiri ile bu zinetlerin hangi kavmin zinetleri olduğu konusundan ziyade, "zinet" kelimesinin diğer ayetlerde kullanımına bakmak gerekmektedir.
[015.039] (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim(leüzeyyene) ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!
[003.014] Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir(züyyine ). Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.
[006.043] Hiç değilse, onlara şiddetimiz geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değil miydiler? Lakin kalbleri katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel gösterdi (zeyyene)
[027.024] Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de(zeyyene) onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.
[029.038] Ad ve Semud milletlerini de yok ettik. Bunu, oturdukları yerler göstermektedir. Şeytan kendilerine, işlediklerini güzel gösterdi; onları doğru yoldan alıkoydu. Oysa kendileri bunu anlayacak durumda idiler.
Şeytanın süslemesi (zinetlemesi) tabiri buzağıyı yaparken kullanılan malzemenin zinet eşyası olması yapılanları şeytanın süslü göstermesi şeklinde bir teşbih olup samiri burada şeytanın rolunu üstlenmiştir.
Samiri ve yaptığı buzağı sadece o güne has bir olay olmayıp bugün aynı kişi ve objeler müslümanların arasında yaygın halde bulunmaktadır. İnsanları Allah ile aldatmak için çabalayan müslüman kılıklı şeytanlar yapmış oldukları buzağının içine dinin doğrularından az bir şey karıştırarak ve çoğunluk olarak şeytanın süslemelerinin olduğu sözler ile insanlara din olarak Allah cc nin söylmediği şeyleri ona iftira atarak söylemektedirler, bunları derkende aynen samiri gibi söyleyerek "işte sizin dininiz budur siz bizden dahamı iyi bileceksiniz" tabirini kullanmaktadırlar.
[020.099-100] Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir zikir verdik; kim ondan yüz çevirirse bilsin ki kıyamet günü bir günah yükü yüklenecektir.
Taha s. nin bu ayetlerini gerideki ayetler ile anlayacak olursak şunları söylemek mümkündür; Musa as ın kavminin zinet eşyalarını yüklenerek yapmış olduğu buzağı onların dünyada yüklenmiş oldukları günahlara tekabül etmektedir. Günahların süslü gösterilmesi ile kavmin süs eşyalarının kullanılarak buzağı yapılması dünyada yapılan salih olmayan amellerin kıyamet günü alınacak karşılığının dünyada yapılan buzağı gibi olacağının bir anlatımı olarak görmek mümkündür. Süs eşyalarını yani en değerli eşyalarını atarak meydana getirdikleri bir obje onlara karşılık olarak hiçbir şey vermemekte olup aynı şekilde dünyada iken yapmış olduğumuz günahlar ahirette karşımıza işe yaramaz değersiz külleri savrulmuş bir şey olarak karşımıza çıkacaktır.
Sonuç olarak; Samiri ve onun yaptığı buzağısı sadece anlatılan zaman has bir olay olmayıp çağlar boyunca Allah ile aldatanların genel olarak kullandıkları taktikler olarak bizlere sunulmaktdır. Samiri ismi , fravun,karun,haman gibi sembolleşmiş bir isim olarak dün ,bugün ve yarın taa kıyamete kadar yaşayacak din adına aldatıcıların sembol isimi olarak yerini almıştır. Aynı şekilde buzağı objeside evrensel bir obje olarak yerini almış olup çağdaş samirilerin insanları aldatmak için zinetlendirerek gözlere hoş gösterdikleri bir obje olarak kıyamete kadar aramızda yaşayacaktır. Kur'an bu gibi insanların yaptıkları buzağılara onların ne kadar süslü olduklarına bakarak aldanmamamızı istemekte ve Musa as ın samiriye ve buzağıya uyguladığı muameleyi bizlerinde çağdaş samiri ve buzağılarına uygulamamızı istemektedir.
[020.097] (Musa ona şöyle) dedi: «Haydi çekil git. Artık senin için hayat boyunca, 'benimle temas yok' diye söylemen var (bir vahşi gibi yapayalnız yaşamağa mahkum olacaksın). Hem senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Bir de ibadet edip durduğun ilâhına bak; elbette biz onu yakacağız, sonra da kül edip muhakkak onu denize savuracağız.»
Bizlerinde yapmamız gerekeni ayet açıklamakta olup samirileri içimizden kovmak ve yaptıkları buzağıları yakarak hayatımızdan atmaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
26 Şubat 2014 Çarşamba
Kıyamet s. 16-19. Ayetlerinin İki Farklı Yorumu Üzerine Bir Mülahaza
Kıyamet s. mushafta 75. sırada yer alan bir sure olup isminden'de anlaşılcağı üzere konusu kıyamet ve sonrası olacaklar ile ilgilidir. 16 ile 19. ayetler arasındaki cümlelerin yorumu üzerine iki farklı görüş mevcut olup yazımızda bu görüşler üzerinde durulacaktır. Önce surenin tamamının mealini verelim.
1 - Hayır, yemin ederim o kıyamet gününe.
2 - Yine hayır, yemin ederim o sürekli kendini kınayan nefse.
3 - İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?
4 - Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.
5 - Fakat insan günahı devam ettirmek ister.
6 - O kıyamet günü ne zaman? diye sorar.
7 - Ne zaman ki o göz şimşek çakar,
8 - Ay tutulur,
9 - Güneş ve ay toplanır,
10 - İşte o gün insan, "kaçacak yer neresi?" der.
11 - Hayır, hayır, yok bir siper.
12 - O gün varılıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.
13 - O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.
14 - Doğrusu insan kendi nefsini görür,
15 - Bir takım özürler ortaya atsa da.
16 - Onu hemen okumak için dilini depretme.
17 - Kuşkusuz onu toplamak ve okumak bize aittir.
18 - O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et.
19 - Sonra onu açıklamak da bize aittir.
20 - Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da
21 - Ahireti bırakıyorsunuz.
22 - Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar.
23 - Rabbine bakar.
24 - Yüzler de var ki o gün asıktır.
25 - Anlar ki kendisine belkıran (bel kemiklerini kıran belalı bir iş) yapılır.
26 - Hayır hayır, ne zaman ki can köprücük kemiklerine dayanır,
27 - "Tedavi edebilecek kimdir?" denilir.
28 - Can çekişen bunun o ayrılık anı olduğunu anlar.
29 - Bacak bacağa dolaşır..
30 - İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir.
31 - Fakat o, ne sadaka verdi, ne namaz kıldı.
32 - Fakat yalanladı ve döndü.
33 - Sonra da çalım sata sata ailesine gitti.
34 - Gerektir o bela sana, gerek.
35 - Evet, gerektir o bela sana gerek.
36 - İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?
37 - O, dökülen erlik suyundan bir damla (sperm) değil miydi?
38 - Sonra bir aleka (embriyon) oldu da Rabbi onu biçime koydu, sonra şekil verdi.
39 - Ondan da iki cinsi; erkek ve dişiyi var etti.
40 - Peki, bunu yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi.
Surede geçen -16.19. ayetler ile ilgili görüşler , Muhammed as a vahiy gelirken nasıl davranması gerektiğini beyan eden ayetler şeklinde ağırlıklı olarak bir tefsirlerde yer aldığını görmekteyiz ve bu görüşlerin daha tutarlı olduğunu düşünüyoruz. Taha s. 114. ayeti bu konuyu destekler mahiyette bir ayettir.
[020.114] [E0] Demek ki Allah o hak şehinşah yüksek, çok yüksek, maamafih sana vahyi tamam edilmeden evvel Kur'anı acele etme ve de ki «rabbım artır beni ılimce»
Surenin 16-17-18-19. ayetlerine baktığımız ağırlıklı yorumun , Muhammed as a indirilen vahiy ile alakalı olduğu şeklinde olup bizimde katıldığımız bir görüştür. Ancak günümüzden yaklaşık 1000 sene önce yaşamış olan "Kaffal" adındaki müfessirin bu konuda farklı bir yorumu bulunmakta olup , Razi tefsirinde onun bu ayet ile görüşü şu şekildedir.
" Kaffâl'ın yaptığı açıklama da şöyledir: "Cenâb-ı Hakk'ın, "Dilini onunla depretme" hitabı, Hz. Peygamber (s.a.s)'e yapılmış bir hitap değildir. Tam aksine bu, "O gün insana, önden yolladığı şeylerle geri bıraktığı haber verilecek.., "(Kıyame, 12} ifadesindeki "insan"a yöneltilmiş bir hitabtır. Dolayısıyla bu, o insana, fiillerinin kötü olduğunu haber verdiğinde söylenmiş bir sözdür. Zira, ona (amel defteri), kitabı gösterilerek, kendisine, "Oku kitabını... Hesap sorucu olarak, bu gün, nefsin sana yeter" (isra. 14) denilecek, o da okumaya başladığında, dili, korkunun dehşetinden ve hızlı okumasından dolayı kekeleyecek de, bunun üzerine ona, "Onunla acele etmek için, dilini depretme, kımıldatma!.. Çünkü, ya va'din, yahut da hikmeti muktezasınca, senin amellerini, senin aleyhine olarak bir araya getirmek ve onları sana okumak Bize ait bir iştir. Öyleyse, Biz onları sana okuduğumuzda, bütün bu işleri senin yaptığını kabul etmek suretiyle, o okunana uy... Sonra biz, onun durumunu ve cezasının derecelerini açıklarız..." denilecek. Yaptığımız bu tefsire göre, netice-i kelam şudur: Bu ifade ile, o kafire, bütün amellerinin tafsilatlı bir biçimde okunacağı kastedilmiştir. Ki bunda, o kimse için, dünyada alabildiğine bir tehdit, ahirette de alabildiğine bir dehşet salma amacı yatmaktadır. Kaffâl sözüne devamla şöyle der: "Bu, her ne kadar hakkında eser (hadis) bulunmayan bir izah ise de, aklen kendisine karşı çıkılamayacak derecede güzeldir."
Müfessir Kaffal bu görüşünü , konu ile ilgili olan bazı ayetleri israiliyyat dediğimiz bilgi ile yoğurarak ortaya koymuştur. Surenin siyak ve sibakı kıyamet ile ilgili olması konu ile ilgili ayetlerinde illaki siyak ve sibak bağlamı içinde okunmasının gerektiği şeklinde bir mecburiyeti gerektirmez. Kur'anın hiç bir yerinde kıyamet günü amel defterlerinin bir başkası tarafından defter sahibine okunması şekilde delil olabilecek bir ayet yoktur. Siyak ve sibaktan bağımsız olarak bazı surelerde bu şekilde anlatım örnekleri bulunmaktadır.
Mesela taha suresine baktığımız zaman Musa as kıssasında 54-55. ayetler, ankebut s. de İbrahim as kıssasının anlatıldığı 18-23. ayetler , lokman s. 14-15. ayetler , hud s. de Nuh as ın kıssasının anlatıldığı 35. ayet bu gibi siyak sibak uygunsuzluğuna örnek olarak verilebilecek ayetlerdir.
[017.013-14] Her insanın işlediklerini boynuna dolarız. Ve onun için kıyamet gününde açılmış bulacağı bir kitab çıkarırız.Kitâbını oku, bugün senin nefsin senin üzerine muhasip olmaya kifâyet eder.
[017.071] Bir gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız. O gün kitabı sağından verilenler, işte onlar kitablarını okurlar. Onlara kıl kadar haksizlik edilmez.
[018.049] Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
[045.029] İşte kitabımız, yüzünüze karşı hakkı söylüyor, çünkü biz sizin yaptıklarınızı hep istinsah ediyorduk.
[023.062] Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
Verdiğimiz örnek ayetlerin delaleti ile kıyamet günü amel defterlerinin kişiye bir başkası tarafından değil bizzat kendileri tarafından görüleceği beyan edilmekte olup diğer bir çok ayette ise "kitabı sağından verilenler" veya "kitabı solundan verilenler" şeklinde bilgi verilmektedir.
Maalesef farklı bir görüş ortaya koyma adına olsa gerektir ki , Kaffal'ın bu görüşü şaz bir görüş olarak kabul edilmiş olmasına rağmen bazı kişilerin bu şaz görüşü yeniden ortaya attıklarını görmekteyiz. Bu görüşü ortaya atar iken takındıkları tavrı anlamakta zorluk çektiğimizi bu arada söylemek gerekmektedir şöyle ki;
Sayın Mehmet Okuyan hocamız Akabe vakfında yapmış olduğu "Envar'ülkuran" derslerinin girişinde bu ayetler ile ilgili olarak Kaffal'ın bu görüşünü sanki yeni ve kendisinin yeni ulaştığı bir görüş gibi ortaya koyarak sanki bu ayetlerin en doğru yorumu budur gibi bir söylem ile bunu anlatmıştır. Sayın hocamıza acizane bir uyarımız şudur ki ; hiçbir ayet ile ilgili görüşünde en doğru görüşün kendi söylediğinin doğpru olduğu yolunda kesin ifadeler kullanmamasıdır. Kul olmak hasebiyle yanılma payını daimi olarak açık bırakması gerekmektedir bu hem ilmi üsluba hemde mütevaziliğe daha uygun bir tutumdur.
Sonuç olarak ; kıyamet suresinin 16-19. ayetlerinin Muhammed as a vahiy alması ile ilgili olarak nasıl davranması gerektiğini beyan eden ayetler olduğu şeklindeki görüşün kur'anın diğer ayetlerinin yardımı ile daha doğru bir görüş olduğunun görünmesine rağmen , 1000 küsur sene önce Kaffal adlı müfessirin görüşlerinin yeniden ısıtılarak ortaya sürülmüş, bu ayetlerin kişiye amel defterlerinin okunurken nasıl davranmasını anlatan ayetler olduğu yolundaki görüşünün şaz bir görüş olarak kalmasına rağmen yüzlerce yıl sonra farklı bir görüş aramak adına onun bu görüşünün yeni ve tek doğru bir görüş olarak lanse edilmesi ilmi bir yaklaşım değildir. Allah cc nin ayetleri ile ilgili görüş beyan edilirken kur'an bütünlüğünün gözetilmesi gerekmekte olup, varılan sonucun tek doğru görüş olduğu şekildeki yaklaşımlardan kaçınmak gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
1 - Hayır, yemin ederim o kıyamet gününe.
2 - Yine hayır, yemin ederim o sürekli kendini kınayan nefse.
3 - İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?
4 - Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.
5 - Fakat insan günahı devam ettirmek ister.
6 - O kıyamet günü ne zaman? diye sorar.
7 - Ne zaman ki o göz şimşek çakar,
8 - Ay tutulur,
9 - Güneş ve ay toplanır,
10 - İşte o gün insan, "kaçacak yer neresi?" der.
11 - Hayır, hayır, yok bir siper.
12 - O gün varılıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.
13 - O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.
14 - Doğrusu insan kendi nefsini görür,
15 - Bir takım özürler ortaya atsa da.
16 - Onu hemen okumak için dilini depretme.
17 - Kuşkusuz onu toplamak ve okumak bize aittir.
18 - O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et.
19 - Sonra onu açıklamak da bize aittir.
20 - Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da
21 - Ahireti bırakıyorsunuz.
22 - Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar.
23 - Rabbine bakar.
24 - Yüzler de var ki o gün asıktır.
25 - Anlar ki kendisine belkıran (bel kemiklerini kıran belalı bir iş) yapılır.
26 - Hayır hayır, ne zaman ki can köprücük kemiklerine dayanır,
27 - "Tedavi edebilecek kimdir?" denilir.
28 - Can çekişen bunun o ayrılık anı olduğunu anlar.
29 - Bacak bacağa dolaşır..
30 - İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir.
31 - Fakat o, ne sadaka verdi, ne namaz kıldı.
32 - Fakat yalanladı ve döndü.
33 - Sonra da çalım sata sata ailesine gitti.
34 - Gerektir o bela sana, gerek.
35 - Evet, gerektir o bela sana gerek.
36 - İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?
37 - O, dökülen erlik suyundan bir damla (sperm) değil miydi?
38 - Sonra bir aleka (embriyon) oldu da Rabbi onu biçime koydu, sonra şekil verdi.
39 - Ondan da iki cinsi; erkek ve dişiyi var etti.
40 - Peki, bunu yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi.
Surede geçen -16.19. ayetler ile ilgili görüşler , Muhammed as a vahiy gelirken nasıl davranması gerektiğini beyan eden ayetler şeklinde ağırlıklı olarak bir tefsirlerde yer aldığını görmekteyiz ve bu görüşlerin daha tutarlı olduğunu düşünüyoruz. Taha s. 114. ayeti bu konuyu destekler mahiyette bir ayettir.
[020.114] [E0] Demek ki Allah o hak şehinşah yüksek, çok yüksek, maamafih sana vahyi tamam edilmeden evvel Kur'anı acele etme ve de ki «rabbım artır beni ılimce»
Surenin 16-17-18-19. ayetlerine baktığımız ağırlıklı yorumun , Muhammed as a indirilen vahiy ile alakalı olduğu şeklinde olup bizimde katıldığımız bir görüştür. Ancak günümüzden yaklaşık 1000 sene önce yaşamış olan "Kaffal" adındaki müfessirin bu konuda farklı bir yorumu bulunmakta olup , Razi tefsirinde onun bu ayet ile görüşü şu şekildedir.
" Kaffâl'ın yaptığı açıklama da şöyledir: "Cenâb-ı Hakk'ın, "Dilini onunla depretme" hitabı, Hz. Peygamber (s.a.s)'e yapılmış bir hitap değildir. Tam aksine bu, "O gün insana, önden yolladığı şeylerle geri bıraktığı haber verilecek.., "(Kıyame, 12} ifadesindeki "insan"a yöneltilmiş bir hitabtır. Dolayısıyla bu, o insana, fiillerinin kötü olduğunu haber verdiğinde söylenmiş bir sözdür. Zira, ona (amel defteri), kitabı gösterilerek, kendisine, "Oku kitabını... Hesap sorucu olarak, bu gün, nefsin sana yeter" (isra. 14) denilecek, o da okumaya başladığında, dili, korkunun dehşetinden ve hızlı okumasından dolayı kekeleyecek de, bunun üzerine ona, "Onunla acele etmek için, dilini depretme, kımıldatma!.. Çünkü, ya va'din, yahut da hikmeti muktezasınca, senin amellerini, senin aleyhine olarak bir araya getirmek ve onları sana okumak Bize ait bir iştir. Öyleyse, Biz onları sana okuduğumuzda, bütün bu işleri senin yaptığını kabul etmek suretiyle, o okunana uy... Sonra biz, onun durumunu ve cezasının derecelerini açıklarız..." denilecek. Yaptığımız bu tefsire göre, netice-i kelam şudur: Bu ifade ile, o kafire, bütün amellerinin tafsilatlı bir biçimde okunacağı kastedilmiştir. Ki bunda, o kimse için, dünyada alabildiğine bir tehdit, ahirette de alabildiğine bir dehşet salma amacı yatmaktadır. Kaffâl sözüne devamla şöyle der: "Bu, her ne kadar hakkında eser (hadis) bulunmayan bir izah ise de, aklen kendisine karşı çıkılamayacak derecede güzeldir."
Müfessir Kaffal bu görüşünü , konu ile ilgili olan bazı ayetleri israiliyyat dediğimiz bilgi ile yoğurarak ortaya koymuştur. Surenin siyak ve sibakı kıyamet ile ilgili olması konu ile ilgili ayetlerinde illaki siyak ve sibak bağlamı içinde okunmasının gerektiği şeklinde bir mecburiyeti gerektirmez. Kur'anın hiç bir yerinde kıyamet günü amel defterlerinin bir başkası tarafından defter sahibine okunması şekilde delil olabilecek bir ayet yoktur. Siyak ve sibaktan bağımsız olarak bazı surelerde bu şekilde anlatım örnekleri bulunmaktadır.
Mesela taha suresine baktığımız zaman Musa as kıssasında 54-55. ayetler, ankebut s. de İbrahim as kıssasının anlatıldığı 18-23. ayetler , lokman s. 14-15. ayetler , hud s. de Nuh as ın kıssasının anlatıldığı 35. ayet bu gibi siyak sibak uygunsuzluğuna örnek olarak verilebilecek ayetlerdir.
[017.013-14] Her insanın işlediklerini boynuna dolarız. Ve onun için kıyamet gününde açılmış bulacağı bir kitab çıkarırız.Kitâbını oku, bugün senin nefsin senin üzerine muhasip olmaya kifâyet eder.
[017.071] Bir gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız. O gün kitabı sağından verilenler, işte onlar kitablarını okurlar. Onlara kıl kadar haksizlik edilmez.
[018.049] Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
[045.029] İşte kitabımız, yüzünüze karşı hakkı söylüyor, çünkü biz sizin yaptıklarınızı hep istinsah ediyorduk.
[023.062] Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
Verdiğimiz örnek ayetlerin delaleti ile kıyamet günü amel defterlerinin kişiye bir başkası tarafından değil bizzat kendileri tarafından görüleceği beyan edilmekte olup diğer bir çok ayette ise "kitabı sağından verilenler" veya "kitabı solundan verilenler" şeklinde bilgi verilmektedir.
Maalesef farklı bir görüş ortaya koyma adına olsa gerektir ki , Kaffal'ın bu görüşü şaz bir görüş olarak kabul edilmiş olmasına rağmen bazı kişilerin bu şaz görüşü yeniden ortaya attıklarını görmekteyiz. Bu görüşü ortaya atar iken takındıkları tavrı anlamakta zorluk çektiğimizi bu arada söylemek gerekmektedir şöyle ki;
Sayın Mehmet Okuyan hocamız Akabe vakfında yapmış olduğu "Envar'ülkuran" derslerinin girişinde bu ayetler ile ilgili olarak Kaffal'ın bu görüşünü sanki yeni ve kendisinin yeni ulaştığı bir görüş gibi ortaya koyarak sanki bu ayetlerin en doğru yorumu budur gibi bir söylem ile bunu anlatmıştır. Sayın hocamıza acizane bir uyarımız şudur ki ; hiçbir ayet ile ilgili görüşünde en doğru görüşün kendi söylediğinin doğpru olduğu yolunda kesin ifadeler kullanmamasıdır. Kul olmak hasebiyle yanılma payını daimi olarak açık bırakması gerekmektedir bu hem ilmi üsluba hemde mütevaziliğe daha uygun bir tutumdur.
Sonuç olarak ; kıyamet suresinin 16-19. ayetlerinin Muhammed as a vahiy alması ile ilgili olarak nasıl davranması gerektiğini beyan eden ayetler olduğu şeklindeki görüşün kur'anın diğer ayetlerinin yardımı ile daha doğru bir görüş olduğunun görünmesine rağmen , 1000 küsur sene önce Kaffal adlı müfessirin görüşlerinin yeniden ısıtılarak ortaya sürülmüş, bu ayetlerin kişiye amel defterlerinin okunurken nasıl davranmasını anlatan ayetler olduğu yolundaki görüşünün şaz bir görüş olarak kalmasına rağmen yüzlerce yıl sonra farklı bir görüş aramak adına onun bu görüşünün yeni ve tek doğru bir görüş olarak lanse edilmesi ilmi bir yaklaşım değildir. Allah cc nin ayetleri ile ilgili görüş beyan edilirken kur'an bütünlüğünün gözetilmesi gerekmekte olup, varılan sonucun tek doğru görüş olduğu şekildeki yaklaşımlardan kaçınmak gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
19 Şubat 2014 Çarşamba
Yusuf a.s'ın Rabb'inden Gördüğü Burhan Ne İdi ?
Yusuf s. kur'anın , "ahsenel kasas" kıssaların en güzeli olarak tanımladığı bir kıssa olup surenin tamamında Yusuf as ın kıssası anlatılmaktadır. Kur'an kıssalarının muhatablarına yönelik mesajlar taşıması anlayışı üzerinden bu kıssayı okuyacak olursak bir çok mesajı ihtiva ettiği görülecektir. Kıssadaki bu mesajlar teşbihi bir anlatım üzerinden verilmekte olduğunu düşündüğümüz için suredeki bazı olaylar üzerinde durup bu mesajı anlamaya çalışacağız. İlk olarak Yusuf as ın meliğin karısı tarafından zinaya zorlanması ile ilgili ayetlerini okumaya çalışacağız.
Yusuf as kardeşleri tarafından kuyuya atıldıktan sonra onu kervancılar kuyudan çıkarmış ve değersiz bir kişi olarak görüp ucuz bir paraya mısır'da satmışlar onun alan kişi mısır'ın yöneticisi olup eşine Yusuf'a değer vermesini ister.
[012.021] Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: «Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz.» İşte böylece ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf'u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.
Yusuf as yıllar geçip sarayda büyümüş ve [012.022] Ergenlik çağına gelince; ona hüküm ve ilim verdik. Biz ihsan edenleri işte böyle mükafaatlandırırız .
Yusuf as ergenlik çağında iken onu büyüten yöneticinin karısı onunla zina etmek ve Yusuf as bunu red eder bu olay bizler için ne gibi bir mesaj taşımaktadır ? sorusunun cevabını aramaya çalışalım.
12. 23/ Ve râvedethulletî huve fî beytihâ an nefsihî ve ğallekatil ebvâbe ve kâlet heyte lek(leke), kâle ma âzallâhi innehu rabbî ahsene mesvây(mesvâye), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
Yûsuf’un bulunduğu evdeki kadın, Yûsuf’un kendisine yaklaşmasını istedi ve bütün kapıları kapadı: “- Haydi gel.” dedi. Yûsuf ise: “- Allah’a sığınırım. Doğrusu o (kocan) benim rabbimdir, bana güzel bakmıştır. Gerçek budur ki, zalimler (zina yapanlar) kutulamazlar.” dedi.
Yusuf suresine baktığımız zaman kur'anın ıstılahlaştırdığı bazı kelimelerin sözlük anlamında kullanıldığı görülür , "rabb " kelimesi bunlardan biridir, sure içinde bir kaç ayette bu kullanımı görmekteyiz. 23. ayette geçen "innehu rabbi" (muhakkak o benim rabbimdir) şeklindeki ibaredeki "rab" kelimesinin kullanılışının iki farklı şekilde yorumlandığı bilinmektedir, 1. yorum Allah için 2. yorum yönetici için , biz "rab" kelimesinin yönetici için kullanılmış olduğunu tercih edenlerin daha isabetli olduğunu düşünüyoruz.
"Rab" kelimesi sözlükte , " artmak,yükseltmek,beslemek,büyütmek,yetiştirmek" anlamlarına gelmektedir. Yusuf as ı besleyip büyütmüş olması nedeniyle , Yusuf as tarafından kendisini kelimenin sözlük anlamında kullanılışı olarak "o benim rabbim" denilmiştir.
22. ayette yöneticinin karısına " ona ikram et" şeklindeki hitabı ile Allah cc nin kullarına ikram etmesi ile paralel bir bağ kurup kişinin kendisine ikram eden birine karşı takınması gereken tavrı Yusuf as ın örnekliğinde görmekteyiz. Bu kelimenin geçtiği bir kaç ayet örneği vererek kıssadaki olayın benzeştirmesini görelim.
[017.070] Andolsun ki Biz, ademoğlunu mükerrem (kerremna) kıldık. Karada ve denizde taşıdık. Ve onları temiz nimetlerden rızıklandırdık. Yaratmış olduklarımızdan çoğuna onları üstün kıldık.
[096.003] Oku! Rabbin sonsuz kerem(elekrem) sahibidir.
[055.027] Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) baki kalacaktır.
[055.078] Celal ve ikram sahibi Rabbının adı ne yücedir.
[026.007] Yeryüzüne bir bakmadılar mı ki, biz onda her güzel (kerim) çiftten nice ürünler bitirdik.
[031.010] O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip-yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel(kerim) olan çiftten bir bitki bitirdik.
[082.006] Ey insan! Ne mağrur etti seni o kerîm Rabbına?
Allah cc kullarına karşı ikram sahibi olduğunu birçok ayette zikrederek onların bu ikrama karşı nankörlük yapmamalarını istemesine rağmen insanlardan birçoğu bu emri yerine getirmeyerek nankörlük yapmaktadırlar. Yusuf as kendisine güzel ikramda bulunan rabbına karşı nankörlik yapacak olursa zalimlerden olacağını söyleyerek bizlerede , alemlerin rabbi olan Allah cc tarafından bize ikram edilen nimetlere karşı yaptığımız nankörlüğün zalimlik olduğu mesajını vermektedir. Dünyada herhangi bir kişi tarafından ikrama uğrayan kişinin kendisine ikram eden kişiye karşı nankör olması nasıl düşünülemezse , Allah cc bizlere kur'anın bir çok ayetinde bildirilen nimetlerine karşı nankörlük etmenin nasıl bir zulum olduğu akıldan çıkarılmadan verilen ikrama karşı gerekli olan şükür yerine getirilmelidir.
[012.024] And olsun ki kadın Yusuf'a karşı istekli idi; Rabbin'in burhanını görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Doğrusu o bizim çok samimi kullarımızdandır.
Bu ayette geçen " levle en burhane rabbihi" (rabbinin burhanını görmeseydi) cümlesi üzerinde tefsir kitaplarına baktığımız zaman bazı yazılanları buraya almaya haya dahi edebileceğimiz yorumlara rastlamaktayız. Üzerinde durmak istediğimiz kelime "rabbinin burhanı" olup burhan kelimesi ile kastedilmek istenilen şeyin ne olabileceği konusunda düşüncelerimizi paylaşacağız.
Öncelikle 24. ayette geçen "rab" kelimesinin , 23. ayette'ki lügat anlamındaki kullanışı gibi aynı şekilde kullanıldığı düşünmekteyiz yani rab kelimesi bu ayettede mısır'ın yöneticisi anlamında kulanılmaktadır.
"Burhan" kelimesi sözlükte , hüccet ve delil , hakkı batıldan ,doğruyu yanlıştan ayıran güçlü delil anlamındadır. Bu kelime kur'anda elçilerin muhataplarına Allah cc ye iman etmeleri için getirmiş oldukları deliller anlamında kullanılmıştır.
[004.174] Ey insanlar! bâkın size rabbınızdan bürhan geldi, size açık bir nur indirdik
[023.117] [E0] Ve her kim Allahın beraberinde diğer bir tanrı da'vâ ederse onun ona hiç bir bürhanı yoktur ve ancak rabbının ındinde hisabı vardır, hak bu ki kâfirler felâh bulmazlar.
[002.111] [E0] bir de Yehud veya Nasradan başkası asla Cennete giremiyecek dediler, bu onların kendi kuruntuları, haydi de; doğru iseniz getirin bürhanınızı
[028.032] [E0] Elini koynuna sok çıksın bembeyaz, bir âfetsiz, ve heybetten cenahını kendine kavuştur, işte bu ikisi sana iki bürhan, rabbından Fir'avne ve cem'ıyyetine, çünkü onlar fasık bir kavm oldular.
Alemlerin rabbi olan Allah cc nin kullarına göndermiş olduğu burhanın mahiyetinde onlara verdiği nimetleri hatırlatarak nankörlük etmemeleri, ona iman etmeleri için gerekli olan bilgileri içirdiğini hatırlayacak olursak bizlerinde o burhanı görerek nankörlük yapmamamız öğütlenmektedir.
"Rea" (görmek) fiilinin sadece göz ile görmek şeklinde kullanılmış olması düşüncesinden kaynaklanan görülen burhanın ne olduğu konusunda yine tefsir kitaplarından birçok bilgi kirliliği mevcut olup örnek olarak görülen burhandan kastedilenin "cibril" olduğu söylenmektedir. "Rea" fiili sözlükte , "görüleni, görülebilir olanı idrak etmek,algılamak" anlamında olup 1-duyu organları ile 2-zan tahmin ve tahayyül ile 3-tefekkür ve düşünme ile 4-akıl ile olur " . Kelime, anlam olarak sadece göz ile algılamayı kapsamamakta olup daha geniş bir anlamı vardır.
Yusuf as'ın, "rabbinin burhanını görmesi" cümlesini , onun kendisine mısır yöneticisi tarafından verilen ikramı ve nimetleri nankör olmamak adına akletme ve tefekkür yolu ile görmesi sonucunda, onun eşi ile zina etmesinin onun kendisine verilen iyiliklere karşı nankörlük etmek olacağını görüp zinadan geri durması şeklinde anlamak mümkündür. Yusuf as eğer o yöneticinin ona karşı iyiliklerini unutup sadece nefsinin arzularına uymuş olsaydı o kadınla zina ederdi ama dürüst bir insanın kendisine verilen güveni boşa çıkarmamak adına yapması gerekeni yine bu şekil örneklikle bizlere mesaj olarak verildiğini görüyoruz.
Yöneticinin karısınının durumunuda insanı kötülüğe teşvik eden şeytan'ın durumu olarak görmek mümkündür. Şeytan adı ile anılan şey bizlere her türlü kötülüğü yapmayı teşvik etmesi bakımından insanlardan'da olabilmekte olup, özellikle kötü şeyleri yapmayı süsleyip bizlere güzel göstererek bizim ona yönelmememizi teşvik ederek bizi ateşe götürdüğü unutulmamalıdır.
Sonuç olarak, yusuf as kıssasında mesaj içerikli olarak bizlere teşbihi olarak, kişinin kendisine herhangi bir insan tarafından verilen nimete nasıl nankörlük etmek yakışmaz ise, kulun'da Allah cc tarafından kendisine verilen nimete nankörlük etmemesi gerektiği anlatılmaktadır. Yusuf as kendisini çocuk iken besleyip büyütün yani kendisine rablik eden adama karşı nankörlük yapmayı, onun kendisine yaptığı iyilikleri hatırlayarak red etmiş ve nankör bir kişi olmadığını isbatlamıştır. Kıssanın bu kısım ayetlerinin bizlere bu şekil bir mesaj içerdiğini düşünmekteyiz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Yusuf as kardeşleri tarafından kuyuya atıldıktan sonra onu kervancılar kuyudan çıkarmış ve değersiz bir kişi olarak görüp ucuz bir paraya mısır'da satmışlar onun alan kişi mısır'ın yöneticisi olup eşine Yusuf'a değer vermesini ister.
[012.021] Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: «Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz.» İşte böylece ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf'u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.
Yusuf as yıllar geçip sarayda büyümüş ve [012.022] Ergenlik çağına gelince; ona hüküm ve ilim verdik. Biz ihsan edenleri işte böyle mükafaatlandırırız .
Yusuf as ergenlik çağında iken onu büyüten yöneticinin karısı onunla zina etmek ve Yusuf as bunu red eder bu olay bizler için ne gibi bir mesaj taşımaktadır ? sorusunun cevabını aramaya çalışalım.
12. 23/ Ve râvedethulletî huve fî beytihâ an nefsihî ve ğallekatil ebvâbe ve kâlet heyte lek(leke), kâle ma âzallâhi innehu rabbî ahsene mesvây(mesvâye), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
Yûsuf’un bulunduğu evdeki kadın, Yûsuf’un kendisine yaklaşmasını istedi ve bütün kapıları kapadı: “- Haydi gel.” dedi. Yûsuf ise: “- Allah’a sığınırım. Doğrusu o (kocan) benim rabbimdir, bana güzel bakmıştır. Gerçek budur ki, zalimler (zina yapanlar) kutulamazlar.” dedi.
Yusuf suresine baktığımız zaman kur'anın ıstılahlaştırdığı bazı kelimelerin sözlük anlamında kullanıldığı görülür , "rabb " kelimesi bunlardan biridir, sure içinde bir kaç ayette bu kullanımı görmekteyiz. 23. ayette geçen "innehu rabbi" (muhakkak o benim rabbimdir) şeklindeki ibaredeki "rab" kelimesinin kullanılışının iki farklı şekilde yorumlandığı bilinmektedir, 1. yorum Allah için 2. yorum yönetici için , biz "rab" kelimesinin yönetici için kullanılmış olduğunu tercih edenlerin daha isabetli olduğunu düşünüyoruz.
"Rab" kelimesi sözlükte , " artmak,yükseltmek,beslemek,büyütmek,yetiştirmek" anlamlarına gelmektedir. Yusuf as ı besleyip büyütmüş olması nedeniyle , Yusuf as tarafından kendisini kelimenin sözlük anlamında kullanılışı olarak "o benim rabbim" denilmiştir.
22. ayette yöneticinin karısına " ona ikram et" şeklindeki hitabı ile Allah cc nin kullarına ikram etmesi ile paralel bir bağ kurup kişinin kendisine ikram eden birine karşı takınması gereken tavrı Yusuf as ın örnekliğinde görmekteyiz. Bu kelimenin geçtiği bir kaç ayet örneği vererek kıssadaki olayın benzeştirmesini görelim.
[017.070] Andolsun ki Biz, ademoğlunu mükerrem (kerremna) kıldık. Karada ve denizde taşıdık. Ve onları temiz nimetlerden rızıklandırdık. Yaratmış olduklarımızdan çoğuna onları üstün kıldık.
[096.003] Oku! Rabbin sonsuz kerem(elekrem) sahibidir.
[055.027] Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) baki kalacaktır.
[055.078] Celal ve ikram sahibi Rabbının adı ne yücedir.
[026.007] Yeryüzüne bir bakmadılar mı ki, biz onda her güzel (kerim) çiftten nice ürünler bitirdik.
[031.010] O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip-yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel(kerim) olan çiftten bir bitki bitirdik.
[082.006] Ey insan! Ne mağrur etti seni o kerîm Rabbına?
Allah cc kullarına karşı ikram sahibi olduğunu birçok ayette zikrederek onların bu ikrama karşı nankörlük yapmamalarını istemesine rağmen insanlardan birçoğu bu emri yerine getirmeyerek nankörlük yapmaktadırlar. Yusuf as kendisine güzel ikramda bulunan rabbına karşı nankörlik yapacak olursa zalimlerden olacağını söyleyerek bizlerede , alemlerin rabbi olan Allah cc tarafından bize ikram edilen nimetlere karşı yaptığımız nankörlüğün zalimlik olduğu mesajını vermektedir. Dünyada herhangi bir kişi tarafından ikrama uğrayan kişinin kendisine ikram eden kişiye karşı nankör olması nasıl düşünülemezse , Allah cc bizlere kur'anın bir çok ayetinde bildirilen nimetlerine karşı nankörlük etmenin nasıl bir zulum olduğu akıldan çıkarılmadan verilen ikrama karşı gerekli olan şükür yerine getirilmelidir.
[012.024] And olsun ki kadın Yusuf'a karşı istekli idi; Rabbin'in burhanını görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Doğrusu o bizim çok samimi kullarımızdandır.
Bu ayette geçen " levle en burhane rabbihi" (rabbinin burhanını görmeseydi) cümlesi üzerinde tefsir kitaplarına baktığımız zaman bazı yazılanları buraya almaya haya dahi edebileceğimiz yorumlara rastlamaktayız. Üzerinde durmak istediğimiz kelime "rabbinin burhanı" olup burhan kelimesi ile kastedilmek istenilen şeyin ne olabileceği konusunda düşüncelerimizi paylaşacağız.
Öncelikle 24. ayette geçen "rab" kelimesinin , 23. ayette'ki lügat anlamındaki kullanışı gibi aynı şekilde kullanıldığı düşünmekteyiz yani rab kelimesi bu ayettede mısır'ın yöneticisi anlamında kulanılmaktadır.
"Burhan" kelimesi sözlükte , hüccet ve delil , hakkı batıldan ,doğruyu yanlıştan ayıran güçlü delil anlamındadır. Bu kelime kur'anda elçilerin muhataplarına Allah cc ye iman etmeleri için getirmiş oldukları deliller anlamında kullanılmıştır.
[004.174] Ey insanlar! bâkın size rabbınızdan bürhan geldi, size açık bir nur indirdik
[023.117] [E0] Ve her kim Allahın beraberinde diğer bir tanrı da'vâ ederse onun ona hiç bir bürhanı yoktur ve ancak rabbının ındinde hisabı vardır, hak bu ki kâfirler felâh bulmazlar.
[002.111] [E0] bir de Yehud veya Nasradan başkası asla Cennete giremiyecek dediler, bu onların kendi kuruntuları, haydi de; doğru iseniz getirin bürhanınızı
[028.032] [E0] Elini koynuna sok çıksın bembeyaz, bir âfetsiz, ve heybetten cenahını kendine kavuştur, işte bu ikisi sana iki bürhan, rabbından Fir'avne ve cem'ıyyetine, çünkü onlar fasık bir kavm oldular.
Alemlerin rabbi olan Allah cc nin kullarına göndermiş olduğu burhanın mahiyetinde onlara verdiği nimetleri hatırlatarak nankörlük etmemeleri, ona iman etmeleri için gerekli olan bilgileri içirdiğini hatırlayacak olursak bizlerinde o burhanı görerek nankörlük yapmamamız öğütlenmektedir.
"Rea" (görmek) fiilinin sadece göz ile görmek şeklinde kullanılmış olması düşüncesinden kaynaklanan görülen burhanın ne olduğu konusunda yine tefsir kitaplarından birçok bilgi kirliliği mevcut olup örnek olarak görülen burhandan kastedilenin "cibril" olduğu söylenmektedir. "Rea" fiili sözlükte , "görüleni, görülebilir olanı idrak etmek,algılamak" anlamında olup 1-duyu organları ile 2-zan tahmin ve tahayyül ile 3-tefekkür ve düşünme ile 4-akıl ile olur " . Kelime, anlam olarak sadece göz ile algılamayı kapsamamakta olup daha geniş bir anlamı vardır.
Yusuf as'ın, "rabbinin burhanını görmesi" cümlesini , onun kendisine mısır yöneticisi tarafından verilen ikramı ve nimetleri nankör olmamak adına akletme ve tefekkür yolu ile görmesi sonucunda, onun eşi ile zina etmesinin onun kendisine verilen iyiliklere karşı nankörlük etmek olacağını görüp zinadan geri durması şeklinde anlamak mümkündür. Yusuf as eğer o yöneticinin ona karşı iyiliklerini unutup sadece nefsinin arzularına uymuş olsaydı o kadınla zina ederdi ama dürüst bir insanın kendisine verilen güveni boşa çıkarmamak adına yapması gerekeni yine bu şekil örneklikle bizlere mesaj olarak verildiğini görüyoruz.
Yöneticinin karısınının durumunuda insanı kötülüğe teşvik eden şeytan'ın durumu olarak görmek mümkündür. Şeytan adı ile anılan şey bizlere her türlü kötülüğü yapmayı teşvik etmesi bakımından insanlardan'da olabilmekte olup, özellikle kötü şeyleri yapmayı süsleyip bizlere güzel göstererek bizim ona yönelmememizi teşvik ederek bizi ateşe götürdüğü unutulmamalıdır.
Sonuç olarak, yusuf as kıssasında mesaj içerikli olarak bizlere teşbihi olarak, kişinin kendisine herhangi bir insan tarafından verilen nimete nasıl nankörlük etmek yakışmaz ise, kulun'da Allah cc tarafından kendisine verilen nimete nankörlük etmemesi gerektiği anlatılmaktadır. Yusuf as kendisini çocuk iken besleyip büyütün yani kendisine rablik eden adama karşı nankörlük yapmayı, onun kendisine yaptığı iyilikleri hatırlayarak red etmiş ve nankör bir kişi olmadığını isbatlamıştır. Kıssanın bu kısım ayetlerinin bizlere bu şekil bir mesaj içerdiğini düşünmekteyiz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)