İnsanlar için vaz edilmiş yaşam sistemleri ve düşüncelerin, insanlar tarafından rağbet görebilmesinin yolu , o düşünce ve sistemlerin yaşayan insanın sorunlarına çareler sunmasından geçmektedir. Sunulan bu çareler elbette doğru veya yanlış olabilir , ancak asıl önemli olan nokta , bu sistem ve düşüncelerin yaşayan insanın bilgi ve kültürüne uygun söylem üreterek , insanlara cazip ve çekici gelebilmesidir.
Allah (c.c), insanların tek Rab ve İlahı olması nedeniyle , yaşayan insanların hayat içindeki tabi olmaları gereken kuralları vaz etme yetkisinin kendisinde olduğunu beyan ederek , bu kuralları genel hatları ile elçiler aracılığı ile bildirmiştir. "İslam" , Allah (c.c) nin bizler için seçtiği ve bundan başka hiç bir sistemi kabul etmeyeceği dinin adı olarak, son elçi ile kuralları tamamlanmış bir dindir.
Allah (c.c) bizlerden bunun dışında başka bir din yani yaşam ve düşünce sistemi arayışına gitmememizi, ve kendisinin vaz etmiş olduğu bu sistemin insanlar için yeterli olduğunu söylemesine rağmen , insanların bir çoğu başka dinler yani başka yaşam sistemleri vaz etmeye veya başka sistemlere tabi olmaya devam etmektedirler.
Bu noktada ortaya çıkan sorun şu dur ; İnsanlar Allah (c.c) nin kendileri için önerdiği yaşam sistemi yani İslam dinini neden kabul etmeyerek, başka dinlere yani sistemlere yöneliyorlar ?.
Bu soruya pek çok farklı noktalardan bakılarak cevap verilebilir . Yazımızda bu sorunun cevabı, insanlara Allah (c.c) nin önerdiği sistemin , kendisine "Ben Müslümanın" diyenler tarafından, yaşayan insanların ihtiyaçlarına uygun bir söylem şeklinde sunulmadığı üzerinden bakılarak, "İslam Dini" adı altında biz Müslümanlar tarafından yaşanan dinin, insanlığın sorunlarına dair bir söylem üretemediği, ve bunun suçlusunun dinin kendisinin değil , bu dine bağlı olduğunu iddia edenler olduğu merkeze alınarak verilmeye, ve bu noktadaki, bazı sorunlar ele alınmaya çalışılacaktır.
[003.110] Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman
edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu.
İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.
"Ben Müslümanım" diyen bir kişi , kendisine Allah (c.c) tarafından yüklenmiş olan bazı görev ve sorumlulukları kabul etmiş sayılarak , bu görevleri yerine getirmek mecburiyetindedir. Bunun aksi bir durumun kişiyi, dünya ve ahiret hayatında sıkıntılı bir duruma düşüreceği belirtilmiştir.
[008.039] Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla
savaşın. Eğer vazgeçerlerse; muhakkak ki Allah, yaptıklarını görendir.
Enfal s. 39. ayetinde "Din yalnız Allah için oluncaya" kadar ibaresi ile bizlere, yüklendiğimiz bir görev haber verilmektedir. "Din" kavramının tarifinin kısaca , "İnsanların yaşamları içinde tabi oldukları kurallar bütünü" olduğu göz önüne alındığında , Dünya üzerinde yaşayan insanların sadece Allah (c.c) nin dini olan İslama tabi olmaları için çalışmak gibi bir görevimiz olduğu anlaşılmaktadır.
Bu noktada ,"Neden Allah'ın dışındakilerin dini değil de , sadece Allah (c.c) nin dininin yeryüzünde hakim olması gerekmektedir?" sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.
[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa
idi elbette ikisi de fesada uğrardı. Arş'ın rabbi olan Allah, Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.
Bu sorunun cevabını Enbiya s. 22. ayette bulmaktayız. Dünya tarihi , Allah (c.c) dışında ilahlık iddiasında olanların , bu amaç uğruna dökmüş oldukları kan gözyaşı ve zulüm örnekleri ile dolu olup , şu anda yaşadığımız dünyada dönen olaylar aynı iddianın sonucunda çıkan olaylar sonucu dökülen mazlumların kan ve gözyaşı selinde boğulmaktadır.
Sahte ilahların savaşında en fazla zarar gören kesim olan mazlumlar, kendilerini bu tür savaşlar arasında ezilmekten , kan , gözyaşı ve zulüm görmekten kurtaracak bir sistem beklentisi içindedirler. İnsanlara bu kurtuluşu vaat eden sistemlerin hepsi , başka bir sahte ilah adayının önermesi olup , bu sistemler hayata geçtiği zaman meydana gelen durum, aynı kaosun devamından başka bir şey olmamaktadır.
Bu noktada biz Müslümanların devreye girerek , dünyanın bu gidişine "Dur" diyebilecek bir sistemin , insanların tek Rab ve İlahı olan Allah (c.c) tarafından önerilmiş olduğunu anlatmak için harekete geçmemiz gerekmektedir.
Kur'anın tüm zamanlar için geçerli olan adalet , infak , zengini daha zengin fakiri daha fakir yapma esasına dayanmayan bir iktisadi hayat , zalimlere karşı olmak , mazlumların yanında olmak , dengeli bir hayat , ahlaki çözülmelere karşı olan , insan hayatına değer veren , insan dışındaki canlı hayatına saygı duyan temel düsturlarının, dünyada yaşayan ve fesat düzenlerinde yaşamaktan bıkmış olan insanlara anlatılması gerekmektedir.
İşte olay burada düğümlenmektedir ;
"Kendisi himmete muhtaç bir dede , nerde kaldı gayrıya himmet ede" misali , Maalesef kendisine "Ben Müslümanım" diyenlerin büyük bir bölümü, mensup olduğu dinin böyle düsturları olduğundan bile habersizdir. Dünya üzerinde yaşayan bir çok Müslüman, kendisini sahte ilah ve rablerin ihdas ettiği sistemlere teslim etmiş bir vaziyette , daha kötüsü o sistemlerden bırakın rahatsızlık duymayı , celladına aşık köleler misali o sistemlerden memnun bir vaziyette hayatını sürdürmektedir.
Müslümanların kendileri başta olmak üzere , mensup oldukları dinin yaşanan hayata ve dünyanın bozuk gidişatına dair bir söylemi olduğunu öğrenerek , sonra bu söylemi insanlığa yayarak , çarenin Allah (c.c) nin dini olan İslamda olduğunu bütün dünya insanlarının bilmesi için çalışması ve gayret etmesi gerektiği muhakkaktır.
Bu noktada , İslamın yaşayan insanın ihtiyaçlarına dair olan evrensel söyleminin nasıl bir yöntem ile anlatılacağı konusunun çözülmesi gerekmektedir. Bu gün dünya üzerinde insanları İslam dinine davet eden, ve kendilerini "Davetçi" olarak lanse eden insanların büyük bir çoğunluğu , bu dinin 1500 sene önceki yaşantı , kıyafetten ibaret olduğundan yola çıkarak , giydikleri pantolon paçasının topuktan kaç cm yukarıda olması gerektiği , sakal , sarık , cübbe , 3 taş ile taharet alma , rivayet , tarikat ve şeyh merkezli bir din olduğunu anlatarak, cehaletin paçalardan aktığı bir dine davet etmektedirler.
Böyle bir dine davet edilen insanların haklı olarak , bırakın davete icabet ettiğini , böyle bir dinden fellik fellik kaçtığını , hatta İslam dinini bu anlatılanlar olduğunu zannederek , bu dine düşman olmaktadırlar.
İslamın böyle bir din olmadığı , bu dinin yaşanan hayata dair sözleri olduğu , bu dinin hayatın içindeki sıkıntılara çözümler önerdiği, bilgisi ve şuurunun , önce bizler tarafından anlaşılması ve içselleştirilmesi gerekmektedir. Ancak bu konuda çok büyük sıkıntıların olduğu bir gerçektir.
Bu dinin kitabı olan Kur'an, insanları sadece Allah (c.c) nin belirleyici olduğu bir hayat sistemi altında yaşamaya davet etmektedir. Bu sistem insanlara dünya ve ahirette mutlu ve huzur içinde bir yaşam garantisi sunmaktadır. Dünyada hakim olan fitne ve fesadın kökünün kazınabilmesi , sadece Kur'anın önerdiği sistemin hayata geçmesi ile mümkün olacaktır.
Ancak biz Müslümanların bu konuda yeterli bilgi ve şuur seviyesinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu dinin insanlığı dünya ve ahirette mutluluğa çağırdığı bilgisinin insanlara uygun bir bir dil ile anlatılması çok önemli bir konudur. Mevcut olan klasik söylemin , insanları İslama yöneltmesi şöyle dursun , onların İslamdan kaçmasına sebep olan bir söylem olduğunu burada üzülerek hatırlatmak istiyoruz.
Bu dinin söyleminin insanlar nezdinde karşılık bulması için , yeni bir din dilinin , yani tebliğde kullanılacak yeni argümanların geliştirilmesi acilen gereklidir. "Reform" olarak niteleyebileceğimiz bu yöntem, dinin kendisinde değil , biz Müslümanların din anlayışından başlaması gerekmektedir. Çünkü dinin kendisinde reform yapılma ihtiyacı olmayıp , bu reformun biz Müslümanların zihninde yapılması gerekmektedir.
"Reform" kelimesi , biz Müslümanların aklında , dinin kurallarında bazılarına hoş görünmek için yumuşatmalara gidilmesi anlamında kullanıldığı için, haklı olarak itici gelebilir. Ancak bizim teklifimiz dinin kendisinde değil , Müslümanların din anlayışında olması gerektiği noktasındadır.
Dinin kendisinden tavizler vererek , insanlara "Müdahene" (Tavizkar tutum) etmek , hiç bir elçinin kullandığı yöntem değildir. Bizler böyle bir müdaheneye gerek duymadan , sahip olduğumuz inanç değerlerini insanlığa anlatmak zorundayız , bizim vazifemiz bu dur . Kabul edip etmemek muhatapların insiyatifine kalmış olup , kimse üzerinde baskıcı veya tavizci bir yöntem izlemeye hakkımız ve yetkimiz yoktur.
Bugün "Ben Müslümanım" diyenlerin inandıkları Kur'an , sevap makinası olarak işlev gören , dokunulmazlığı olan , herkesin anlayamayacağı , sayfalarının kutsandığı , yaşanan zamanın sorunlarına dair söylemi olmayan sadece ölülere okunan ÖLÜ BİR KİTAP haline getirilmiştir. Kur'anın ölülere okunan bir kitap olmak durumundan çıkarılarak , dirilere okunan ve yaşanan zamana dair sözleri olan bir kitap haline gelmesi gerekmektedir.
Sıkıntının en fazla baş gösterdiği konu ise , Kur'anın dinde belirleyici bir kitap olmaktan çıkarılmış olmasıdır. Kur'anın devreden çıkarılması sonucunda , elçi merkezli bir din anlayışının tezahürleri dinde belirleyici kılınarak , rivayet kitaplarının öne , Kur'anın arka planda kaldığı bir din anlayışı hakim olmuştur. Bugün Türkiye geneline baktığımızda , rivayet kitaplarının oluşturduğu karizmatik yapının yıkılarak , Kur'anın öne çıkması için mücadele edenler "Sapık" olarak görülmekte ve suçlanmaktadır.
Görülmektedir ki ,biz Müslümanların tüm insanlığı kucaklayan bir söylem üretebilmemiz için, önce kendi içimizde bir mücadelenin yapılarak , önümüze taş koyan kişi ve unsurların temizlenmesi gerekmektedir.
Din anlayışında reform (yenilik) yapılmasının önündeki en büyük engel , rivayet ve kişi merkezli haline gelmiş olan din algısıdır. Yenilenme hareketine bu dinin , kişi ve rivayet kitapları merkezli din algısının tahakkümünden acilen kurtarılması yapılması gereken ilk çalışmadır.
Tarih boyunca insanlar, kendilerini peşine takan "Rol Model" şahsiyetlere ihtiyaç duymuş , ve bu kimselerin peşinden giderek ideallerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bizlerin ihtiyacı olan bu şahsiyetler, Kur'an içinde bizlerin onları yeniden keşfederek, onların rol modelliğinden hareketle ,yeniden küfre , zulme , isyana "Dur" dememizi beklemektedir.
Peygamberler tarih boyunca mazlum insanlar için "Rol Model" olmuş ve bizler içinde olması gereken şahsiyetlerdir. Çünkü bu şahsiyetlerin örnekliği üzerinden yürütülen mücadele , mazlumlara umut ışığı olmuştur. Şimdi aynı mazlumlar, kendilerine rol model şahsiyetlerin yeniden diriltilmesini beklemektedir.
İşte bu peygamberler, kıssalar ile bizlere anlatılarak , insanlara nasıl örnek oldukları , ve onların yaptıkları mücadelenin nasıl bir zemine oturduğu, önce bizler tarafından doğru bir biçimde okunarak, yaşayan insanlara sunulması gerekmektedir. Kıssaları zalimlere karşı verilen savaşların örneklikleri olarak okumayan hangi okuma yöntemi olursa olsun , Kur'anın dünyaya dair bir sözü olduğunu net olarak anlatamaz.
Klasik din algısında Muhammed (a.s) ın ölmediği , kabrinde bir takım tasarruflarda bulunduğu , kendisine okunan salavatları işittiği gibi Kur'an ile taban tabana zıt düşüncelerin mevcut olduğu herkesin malumudur.
Rivayetleri merkeze alan din algısının en büyük problemi, kabrinde yaşayan bir peygamber portresi altında "ÖLÜ BİR PEYGAMBER" algısına sahip olmasıdır. Çünkü böyle bir peygamber portresinin, yaşayan insanların sorunlarına dair herhangi bir çözüm teklifi yoktur.
Böyle ÖLÜ BİR PEYGAMBERE insanlığın ihtiyacı da yoktur. İnsanlığın ihtiyacı olan peygamber portresi , rivayet ve şemail kitaplarını çizdiği değil , Allah (c.c) nin kitabının çizdiği peygamber portresidir.
Bizler sahip olduğumuz peygamberi öldürerek , misyonu bitmiş , zalimlere baş kaldırmamış , zulme boyun eğmiş , insanlara sadece hangi el ile yemek yemesini , hangi ayak ile tuvalete gireceğini öğretmiş v.s bir peygamberi insanlığa artık sunamayız.
"Peygamber Düşmanlığı" silahı , rivayet kitaplarının kurduğu saltanata karşı sesini çıkaran ve bu kitapların sebep olduğu yanlış inançları dile getirerek , Kur'anın öne çıkmasını savunun insanlar için kullanılan bir deyimdir. Halbuki asıl peygamber düşmanlığı , Kur'anın öne çıkmasına sadece bu kitapların saltanatı son bulacağı için engel olmaya çalışanların yaptığıdır.
Peygambere dostluk ve sevgi yapılmak, eğer samimi olarak isteniyor ise , bu kitapların dinde belirleyiciliğinin devamı için koparılan yaygaraların kesilmesi , ve "YAŞAYAN PEYGAMBER" portresinin bulunduğu kitaba acilen yönelinmesi gerekmektedir. Rivayet türü kitapların Müslümanların gündeminde Kur'anın önünde yer alması için var gücüyle yırtınanların yaptıkları asıl PEYGAMBER DÜŞMANLIĞIndan başkası değildir.
Kulluk sorumluluğumuzun gereği olan "Marufu emr , Münkerden nehy" vazifesinin, bizden öncekiler tarafından nasıl hayata geçtiği , "YAŞAYAN PEYGAMBER" portrelerinin yer aldığı KUR'AN KISSALARInda bulunmaktadır. Rivayet kitaplarında ise bu kıssalar, sadece "Eskilerin masalları" şeklinde yer aldığı için , bu kitaplardaki peygamber portlerininin bize ve dünya insanlarına herhangi bir faydası yoktur.
Sonuç olarak ; "Ben Müslümanım" demek ile , Allah (c.c) ye verdiğimiz sözlerden en başta geleni, "Din yalnız onun oluncaya kadar mücadele etmek" olup , dünyanın bugünkü gidişatına baktığımız zaman , bu mücadelenin "Din yalnız tağutun oluncaya kadar mücadele etmek" düşüncesinde olanlar tarafından sürdürüldüğünü görmekteyiz.
"İslam Dini" Allah (c.c) nin bizlerden razı olduğu tek din olması nedeniyle , insanların tamamının altında toplanması gereken tek dindir. Ancak bunun böyle olması gerektiği , önce biz Müslümanlar tarafından idrak edilmesi gerekmektedir. Bu idrakı oluşturacak olan biz Müslümanların büyük bir çoğunluğunda ise maalesef inandığımız değerlerin insanların sorunlarına çareler sunmuş olduğu bile bilinmemektedir.
"Rivayet Kitapları" olarak adlandırdığımız, Kur'an dışında bize din öğreten kitapların ortak noktası , insanlığın çaresi olan dini söylemi dillendirememiş olmalarıdır. Kur'an , dün olduğu gibi bugün , yarın , ta ki kıyamete kadar , sahte ilahların istila etmek istediği dünyanın , tek ilahın hakim olması neticesinde refah ve huzura kavuşacağını beyan eden bir kitap olarak , bu söylemin insanlara duyurulmasını istemektedir.
Rivayet kitapları , böyle bir söylemden uzak din anlayışını insanlara anlattığı için , Müslümanların bu kitapların oluşturduğu karizmatik yapıdan acilen kurtulmaları ve bu kitaplar içindeki en başta gelen şahsiyet olan Muhammed (a.s) ın , artık bu dünyaya herhangi bir sözü olmayan "Ölü bir Peygamber" olmaktan kurtarılması gerekmektedir.
"Yaşayan Peygamber" bu kitaplarda değil , sadece Kur'anın içinde bulunmakta olup , rivayet kitapları tarafından örtülmüş olan kalın duvarların kırılarak , yaşayan peygamberlerin insanlığa duyurulmasını beklemektedir. Bu kitapların hakimiyetine karşı çıkanlar "Peygamber Düşmanlığı" suçlaması ile karşı karşıya bırakılarak , bu kitapların oluşturduğu din anlayışının devam için her türlü yola baş vurulmaktadır. Peygambere dost olmak onu sevmek demek , ona atfen uydurulan sözlerin bulunduğu kitapları savunmaya çalışmak ile değil , bu kitapların gerçek mahiyetini ortaya çıkarmaya çalışmak ile olacaktır.
Eğer birilerine "Peygamber Düşmanı" yaftası takılması gerekirse , ölü bir peygamber portresi çizerek , insanlığın ihtiyacı olan , zulme ve haksızlığa boyun eğmeyerek , müstekbirlere savaş açan bir peygamber portresi yerine kıl tüy ile uğraşan bir peygamber portresini bize sunanlar, bu yaftayı etmektedirler.
RABBİMİZ BİZLERİ ZULÜM VE GÖZYAŞININ HAKİM OLDUĞU DÜNYADA , BU GİDİŞE DUR DEMEK İÇİN KİTABI REHBER , ELÇİLERİ MODEL ALAN KULLARINDAN KILSIN.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
18 Şubat 2016 Perşembe
17 Şubat 2016 Çarşamba
Allah (c.c) "Resule İtaat Edin" Emri İle Bizi Buhari ve Müslim'e mi Mahkum Etti ?
Kur'anın bir çok yerinde Allah (c.c) bizlere, "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklinde emirler vermektedir. Bu emirlerin , Muhammed (a.s) hayatta iken anlaşılması ve yaşanmasında, sahabe tarafından herhangi bir problem teşkil etmemesine karşın , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında bu emirlerin, "Resulüne itaat edin" kısmının nasıl anlaşılması gerektiği konusunda bazı ihtilaflar meydana gelmiş , ve bu ihtilaflar halen sürmektedir.
"Resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerin , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması neticesinde , ve bu emirlerin kıyamete kadar geçerli olmasına istinaden , bu emirlerin şu anda hayata geçirilmesi, başta "Buhari" ve "Müslim" olmak üzere , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözlerin toplandığı kitaplara iman etmekle yerine getirilmiş olacağı "Hadis Ehli" fırkası mensuplarınca iddia edilmektedir.
Bu iddia , özellikle son yıllarda Kur'anın öne çıkmasını hedefleyen düşünce hareketine karşı bir söylem halinde daha da hız artırarak , bu kitaplara karşı çıkmanın kişinin imanına halel getireceği , küfre düşüreceği , bu kitaplara iman etmenin haşa Allah (c.c) nin emri olduğu , bunlara iman etmeden gerçek bir Mü'min olmanın imkansız olduğu gibi sözler, daha yüksek sesle dile getirilir olmuştur.
Yazımızda , imana halel getiren durumun , Buhari ve Müslim gibi kitaplara iman etmemek değil , bu kitaplara iman etmek ve bunun çığırtkanlığını yapmak olduğunu dile getirmeye çalışarak , bu söylemin kişinin imanında açacağı derin yaralara dikkat çekmeye gayret edeceğiz.
Bu konudaki problemin asıl kaynağı, "Resul" kelimesinin anlam çerçevesinin yanlış anlaşılması veya anlaşılmak istenilmemesinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar, eğer bu kelimenin anlamını ilk yıllardan beri doğru olarak anlamış olsalardı, böyle bir kavganın gündemimize oturarak aramızdaki düşmanlığın körüklenmesine sebep kalmazdı.
"Allah VE Resulüne itaat edin" ayetlerindeki "VE" bağlacının, Allah ile Resulünü ayırdığı dolayısı ile , Resulünün Allah tan bağımsız bir yetkiye sahip olduğu düşüncesi , "Resul" kelimesinin anlamına tamamen terstir. Bu düşünce, Allah ile Resulünün arasını ayırmak anlamına gelerek , sadece Allah'ın elçisi olan bir kişiyi, Allah ile dinde ortak bir duruma getirmektedir.
"Resul" kelimesi ; "Bir kimsenin sözünü , başka bir kimseye ileten kişi" anlamında bir kelimedir. Bu kelime, bizlere kendisini "Hükümdar" tasviri içinde tanıtan Rabbimizin emirlerini, bizlere tebliğ etmesi için, bizler içinden seçtiği insanlar için kullanılmaktadır.
"Resul" sıfatını alan kişi , taşıdığı mesajı sadece ve sadece karşısındakilere aktarmakla mükellef olup , bu mesaja İLAVE veya EKSİLTME şeklinde herhangi bir müdahalede bulunamaz. Yeryüzünde yaşayan bir hükümdarın elçisinin bile , aldığı mesaja herhangi bir müdahalede bulunması o elçi için ölüm sebebidir.
[069.044-6] Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.
Bu bağlamda Muhammed (a.s) hem mesajın taşıyıcısı , hem de mesajın muhatabı olması nedeniyle o mesajı aktarmak ve yaşamak ile mükellef bir kişi olup onun "Postacı" olduğunu iddia etmek , ona karşı atılmış en büyük yalan ve iftira olacaktır.
Resuller yeryüzünde Allah (c.c) nin sözlerini insanlara aktaran kişiler olup , bunun dışında onların getirdikleri mesaja ilave ve eksiltme yapma yetkisine sahip olduğunu iddia etmek , Allah ve Resulüne yapılmış en büyük bir iftiradır.
Resullerin görev ve yetki sınırı , Allah (c.c) den aldıkları mesajı YAŞAMAK ve İLETMEK ile sınırlı olup , o mesajın içeriğine İLAVE veya EKSİLTME gibi müdahalede bulunma hakları asla yoktur. Resulü yüceltmek adına yapılmış böyle bir iddia , Resulü Allah (c.c) ile eşitlemek , yani Resulü ilah konumuna çıkarmak, Allah (c.c) yi ise Resul konumuna yani İlahı kul durumuna düşürmek anlamına gelecektir.
Muhammed (a.s) ın sünnetinin Kur'an ayetini neshedebileceği yani hükmünü kaldırabileceği düşüncesi , "Ehli Hadis" düşüncesi içinde savunulan bir düşüncedir. Bu demektir ki ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin kendisine indirdiği vahydeki hükümler konusunda muhayyerdir .
Recm cezası etrafında geliştirilen teori , onun böyle bir yetkisi olduğuna dair olan düşüncenin bir ürünüdür. Kur'anda böyle bir ceza olmamasına rağmen "Mütevatir sünnet Kur'an ayetini nesheder" düşüncesi böyle bir cezanın İslam ceza hukuku içinde yer almasını sağlamıştır.
Muhammed (a.s) ın dinde haram helal koyma yetkisi olduğu iddiası, "Ehli Hadis" fırkasının hararetle savunduğu düşüncelerden bir tanesidir. Bu iddia, Allah (c.c) nin dininin eksik olduğu , ve bu eksikliğin Muhammed (a.s) tarafından tamamlandığı iddiasını beraberinde getirmektedir. Hükümde muhayyerlik veya hükümde artırmaya gidebilme yetkisine sahip bir peygamber , Allah (c.c) nin değil kitabının değil , hadis ehlinin oluşturduğu ve Hristiyanlık düşüncesindeki İsa (a.s) ın ilah ve rab olduğu düşüncesinin, Müslümanlar arasındaki yansımasının bir sonucudur.
Çocukluk çağından beri öğrendiğimiz kelime-i şehadet içindeki, "Muhammed onun KULU ve RESULÜDÜR" kısmı, pratik hayat içinde hadis ehli tarafından , "Muhammed onun DİNDE ORTAĞI ve HÜKÜM KOYUCUSUDUR" şekline dönüştürülmüştür.
"Ehli Hadis" düşüncesinin yaptığı en büyük hata , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininin "İLETENİ ve YAŞAYANI olmaktan yani bir kul olmaktan çıkararak , onu Allah (c.c) nin dininin TAMAMLAYICISI ve HÜKÜM KOYUCUSU yani bir ilah olarak görmesi olmuştur.
"Ehli Hadis" fırkası şemsiyesi altında toplanmış, ve "Selefiyye" olarak bilinen insanların düşüncelerinin temelini oluşturan , Allah (c.c) nin dışındaki kimselerin hüküm koymalarının "Küfür ve Şirk" olduğu düşüncesinden Muhammed (a.s) ı istisna ederek ona ayrıcalık tanıma düşünceleri hem çelişki, hem de bu konuda tekfir ettikleri insanlar ile aynı duruma düşmeleri anlamına gelmektedir.
Allah (c.c) nin yarattığı bütün insanlar "Kul" statüsüne tabi olup , bu statüden kimse istisna edilemez. İsa (a.s) ın bu statüden istisna edilme düşüncesi, nasıl ki Hristiyanları "Küfür ve Şirk" e düşürmüş ise, bu statüden Muhammed (a.s) ı istisna etmek isteyen Müslümanları da aynı şekilde "Küfür ve Şirk" batağına düşürecektir.
"Biz Muhammed (a.s) ın ilah olduğunu iddia etmiyoruz o beşer bir resuldür" şeklinde gelecek olan bir itiraza cevabımız şu olacaktır ;
[003.079-80] Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.O, melekleri ve peygamberleri sizin Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslümanlar olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?
[009.031] Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.
Tevbe s. 31. ayeti ile ilgili tefsirlere baktığımızda Adiyy Bin Hatem adlı eski Hristiyan bir sahabenin "Biz böyle yapmıyorduk" şeklindeki itirazına , Muhammed (a.s) tarafından "Onlara haram ve helal kılma noktasında uyup uymadıkları" sorusuna "Evet" cevabını verdiğinde "İşte Rab edinmek bu dur" dediğini görmekteyiz.
Kendisinden başka Rabler edinmemizi istemeyen Rabbimiz, neden Muhammed (a.s) ı bundan istisna ederek , onun tarafından haram ve helal kılınmasına izin versin ?.
Allah (c.c) nin dışında kim tarafından olursa olsun , Resul konumuna sahip olsa da o kişi önce "Kul" statüsüne tabi olan bir kişi olup , Allah (c.c) nin dininde onun yetki sahibi olduğu iddiası, tekfirciliği bir silah olarak kullanan ve bunu kendilerine amentü haline getirmiş olan "Selefiyye" fırkasına dönerek kendilerinin "Kafir" ve "Müşrik" olduklarına kendileri tarafından şahit olunması anlamına gelecektir.
Resulün dindeki konumu "Şari" yani hüküm koyuculuk değil , konulan hükmü uygulayıcılıktır. Onun bu uygulamaları rivayet kitaplarında yer alabilir , ve bunlar okunabilir bunda herhangi bir mahzur yoktur. Ancak bu kitapların , dinin tamamlayıcısı muamelesine tabi tutulması doğru bir tutum değildir. Bu kitapların İslam dünyasında hükmünün kalkarak Resulün sünnetinin ortadan kalkacağı korkusu , bu kitapların taraftarları tarafından yayılmış bir mahalle baskısı ve korku imparatorluğudur.
Resul bizlere elbette "En güzel örnek" tir, onun bu örnekliğini hiç bir Müslüman inkar edemez. Ancak bu örnekliğin nerede ve nasıl olduğu ve olması gerektiği konusundaki yaklaşımlarda ihtilaf bulunmaktadır. Onun örnekliğini sahihliği konusunda şüpheler bulunan rivayet kitaplarında aramak , onun gerçek sünnetinin ne olduğunu bizlere asla öğretemez. Kur'an Muhammed (a.s) dahil bütün Resullerin sünnetinin öğrenileceği en doğru kaynak olarak , rivayet kitapları ile örtülmüş olan din algısının bizlerin üzerinden kalkarak onun dinde belirleyici olmasını beklemektedir.
[017.111] De ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.
Allah (c.c) nin mülkünde asla ortak edinmeyeceğini beyan eden bir kitaba iman ettiğini iddia eden "Ehli Hadis" fırkası , mülkte ortaklık anlamına gelen Muhammed (a.s) ın da Allah (c.c) gibi haram helal koyma yetkisine sahip olduğunu iddia etmesi bu düşünce sahiplerinin "ŞİRK" içine düşmelerine sebep olmaktadır.
Gelelim, böyle yanlış ve şirk içeren düşünceler içinde olan "Ehli Hadis" fırkasının "Resule itaat emrinin hayata geçirilmesi bugün hadis kitaplarına itaat etmek şeklinde olur" tezinin ne derece doğru olabileceği konusuna ;
Hadisler bilindiği üzere, Kur'an gibi Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığı an da yazıya geçmeyen bir müktesebat olup , rivayet ile bu kitapları oluşturan kimselere ulaşmıştır. Elimizde olan bu kitaplardaki rivayetlerin sahihliği, "Ehli Hadis" fırkasının tercih ettiği, o sözleri rivayet eden kişilerin "Cerh ve Tadil" metoduna göre belirlenmiştir. Yani hadisin metni değil, hadisi rivayet eden kişiler merkeze alınarak , ilgili rivayetin sahih olup olmadığı konusunda kişisel içtihatlar yapılmıştır.
Buhari ve Müslim gibi kitaplardaki rivayetlerin senet zincirinde olan bazı kişiler, daha ilk yıllarda tenkide tabi tutularak , başkaları tarafından güvenilmez olarak görülebilmişlerdir. Kısacası rivayet zincirinde olan kişilerin güvenilirliği, kişisel tercihler neticesinde yapılmış olup , o kitabın derleyicisinin belirlediği şartlar, bu konuda baz alınmıştır.
Uzun yıllar önce, bugün İslam dünyasında Kur'anın önüne geçen kitaplardaki bazı rivayetler ve bu rivayet zincirindeki bazı kişiler, hadisçiler tenkide tabi tutularak , eleştirel yaklaşımlar getirilmiştir. Bu yaklaşımlar, adı geçen kitapların asla bir dokunulmazlığı olmadığını göstermektedir. İlerleyen zamanlarda değişen algılar , bu kitapları sorgulanamaz bir hale getirmiş , bu konuda müthiş bir mahalle baskısı ile kişiler sindirilmiş , bu kitaplara en küçük bir dil uzatmanın, kişiyi küfre düşüreceği korkusu ile kimse bu kitaplara eleştirel bir yaklaşım getirmeye cesaret dahi edememiştir.
Bugün Türkiye genelinde yapılan mücadelenin hadis tarafında olanlar , bu kitaplara öyle bir misyon yüklemektedirler ki , bu kitaplar kesinlikle sorgulanamaz ve eleştirilemez. Bu kitaplar, "Ne derse ne yazıyorsa doğrudur" şeklinde bir bakış açısı ile savunulmaktadır. Mücadelenin hadis tarafında olanların, bu kitaplar hakkında söyledikleri akla zarar sözler , konu ile alakalı olanların malumudur.
Buhari ve Müslim gibi rivayet kitapları sadece , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözleri ihtiva eden kitaplar olup , bu kitapların içindeki Muhammed (a.s) atfedilen sözlerin doğru veya yanlış olma ihtimalleri vardır. "Kesinlikle doğrudur" şeklinde bir ifadenin sadece, Allah (c.c) nin kitabı için kullanılabileceğini hatırlatarak , diğer kitaplar için böyle bir ifadenin kullanılması ve böyle bir muamele yapılması , Allah (c.c) kitabına ortak kitaplar ihdas etmek anlamına gelecektir.
Bu kitaplar içindeki sözlerin üzerinde herhangi bir şüphe duyulmaması noktasında geliştirilen argümanlar , kişileri itikadi yönden sıkıntıya sokacak , bu bu kitapların musanniflerini yüceltmek durumuna getirecektir.
Allah (c.c) nin, dinini eksik bırakarak bu eksikliğin Muhammed (a.s) ın hadisleri ile doldurulduğu iddiası , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininde ortak bir hale getirmek anlamına nasıl geliyorsa , Muhammed (a.s) ın hadislerinin toplandığı kitaplara iman etmenin farz olduğu iddiası da , aslında Resule değil bu sözleri toplayan kişilere iman edilmesinin farz olduğunu iddia etmek anlamına, yani Buhari ve Müslim gibi kişileri Allah (c.c) ye ortak koşmak anlamına gelir.
Çünkü bu kitaplardaki sözlerin Resule aidiyet noktasındaki belirlemesi , o kitapların musannifleri tarafından yapılmış, doğru veya yanlışlığı kişilerin insiyatifine göre belirlenmiştir. Kişinin sahih olarak görerek aldığı bir rivayet sahih olmayabileceği gibi , sahih görmeyerek almadığı bir rivayetinde sahih olabilme ihtimali mevcuttur.
Buhari ve Müslim gibi kitapların Müslümanların hayatında nerede ve nasıl bir yeri olmalıdır?.
Bu kitapların İslam kültürünün bir gerçeği olduğunu unutmadan, bunlara öyle bir yer verilmesi gerekir ki, bu kitapların isimleri duyulduğu ve anıldığı vakit , Müslümanların elleri ve ayakları titremesin, ve yüzlerinin rengi değişmesin.
Bu kitaplar Müslümanların hayatında, onlara dininin kurallarını vaz eden kitaplar olarak değil , geçmişteki yaşanmışlıklardan kesitler sunan, içinde doğru veya yanlış olma ihtimalini taşıyan bilgileri ihtiva eden, bir siyer kitabı olarak yer almalıdır.
Allah (c.c) dinini eksik bırakarak resulüne eksikliği doldurması gibi bir yetki vermediği gibi , bizleri bu eksikliği tamamladığı iddia edilen hadis kitaplarına da mahkum etmemiştir. Bu konular açıldığı zaman "Hadi bana Kur'anda namazı göster" , "Hadi bana zekatın kaçta kaç verileceğini göster" hadi bana ..... göster" v.s diyerek , Kur'anın eksik olduğunu ispatlamaya çalışarak , rivayet kitaplarını kutsamak adına , Allah (c.c) nin dininin eksik olduğunu utanmadan söyleyebilmektedirler.
Namaz, Muhammed (a.s) ile farz olan bir ibadet olmayıp , insanlığın kadim bir ibadet şeklidir. Hadis ehli taraftarları, bu ibadetin Muhammed (a.s) ile farz olduğu gibi bir cehalet içine girerek , miraç masalları ile, haşa Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) ile pazarlığa oturtmaktan haya etmemişlerdir. Zekat miktarı zaman ve zemine göre değişebilen bir miktar olup , rivayet kitaplarında olan miktar, evrensellik arz eden bir miktar değildir . Belirlenen miktar , o zamanın değerlerine göre belirlenmiş olup , toplumun ihtiyaç durumuna göre artar veya eksilebilir.
Bu kitaplar, İslam dünyasında bu hali ile saltanat sürmeye devam ettiği müddetçe , çok başlılığın getirdiği zararlar, biz Müslümanlara daha büyük etkiler yaparak , hala 1400 sene öncesinin din anlayışını savunan ve onun kavgalarını yapan insanlar olarak, yaşanan zamandan uzak bir halde kendimizle kavgaya devam ederek , düşmanlarımıza kendimizi güldürmekten başka bir şey yapmış olmayız.
Ayrıca bu kitapları Kur'an ile eş tutmanın kişiye verdiği itikadi zararın boyutları ahirete de yansıyarak , telafisi imkansız olan bir duruma sokacaktır. Bu kimseleri, o kitaplarda yazan şefaat masalları veya cehennemde biraz yanıp çıkacağız gibi rivayetler tarafından belirlenmiş din algısı bile kurtaramayacak , dünya hayatında yaptıkları şirk ve küfür amellerinin cezasını ebedi olarak ödeyeceklerdir.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) dinini, Resulü ile bizlere bildirmiş, bu konuda herhangi bir eksik bırakarak , "Buraları Resulüm doldursun" şeklinde kimseye bir yetki vermemiştir. Resulün sözleri olduğu iddia edilen kitaplara bizi mahkum ederek, "Resule itaat Buhari ve Müslime itaat ile gerçekleşir" şeklinde küfür ve şirk içeren sözleri söylememize ve bunları savunmamızı gerektirecek herhangi bir emirde vermemiştir.
Bugün iyice gün yüzüne çıkmış olan Kur'an-Hadis savaşının , Hadis tarafında olanlar tarafından koparılan yaygaralar , bu kitapların saltanatının sallanmaya ve bu kitaplar üzerinden oluşmuş olan din algısının sorgulanmaya başlanmasından doğan bir rahatsızlığın iyice su yüzüne çıkmış şeklidir.
Allah (c.c) dininde asla eksik bırakarak bu eksiğin giderilmesini , ne elçisine bırakmamış ne de elçisinin sözlerinin yer aldığı rivayet kitaplarına bizi mahkum etmemiştir. Elçinin sünneti, eğer bu kimselerin çok umurlarında ise , o elçinin gerçek sünneti Kur'an içinde ayan beyan ortada durmaktadır. Ancak Kur'an yerine hadis kitaplarını din edinenler için bu gerçek maalesef görülememektedir.
RABBİMİZ BİZLERİ RİVAYET KİTAPLARINA KUL OLMAYA ÇAĞIRAN PEYGAMBER DÜŞMANLARINDAN MUHAFAZA ETSİN.
"Resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerin , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması neticesinde , ve bu emirlerin kıyamete kadar geçerli olmasına istinaden , bu emirlerin şu anda hayata geçirilmesi, başta "Buhari" ve "Müslim" olmak üzere , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözlerin toplandığı kitaplara iman etmekle yerine getirilmiş olacağı "Hadis Ehli" fırkası mensuplarınca iddia edilmektedir.
Bu iddia , özellikle son yıllarda Kur'anın öne çıkmasını hedefleyen düşünce hareketine karşı bir söylem halinde daha da hız artırarak , bu kitaplara karşı çıkmanın kişinin imanına halel getireceği , küfre düşüreceği , bu kitaplara iman etmenin haşa Allah (c.c) nin emri olduğu , bunlara iman etmeden gerçek bir Mü'min olmanın imkansız olduğu gibi sözler, daha yüksek sesle dile getirilir olmuştur.
Yazımızda , imana halel getiren durumun , Buhari ve Müslim gibi kitaplara iman etmemek değil , bu kitaplara iman etmek ve bunun çığırtkanlığını yapmak olduğunu dile getirmeye çalışarak , bu söylemin kişinin imanında açacağı derin yaralara dikkat çekmeye gayret edeceğiz.
Bu konudaki problemin asıl kaynağı, "Resul" kelimesinin anlam çerçevesinin yanlış anlaşılması veya anlaşılmak istenilmemesinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar, eğer bu kelimenin anlamını ilk yıllardan beri doğru olarak anlamış olsalardı, böyle bir kavganın gündemimize oturarak aramızdaki düşmanlığın körüklenmesine sebep kalmazdı.
"Allah VE Resulüne itaat edin" ayetlerindeki "VE" bağlacının, Allah ile Resulünü ayırdığı dolayısı ile , Resulünün Allah tan bağımsız bir yetkiye sahip olduğu düşüncesi , "Resul" kelimesinin anlamına tamamen terstir. Bu düşünce, Allah ile Resulünün arasını ayırmak anlamına gelerek , sadece Allah'ın elçisi olan bir kişiyi, Allah ile dinde ortak bir duruma getirmektedir.
"Resul" kelimesi ; "Bir kimsenin sözünü , başka bir kimseye ileten kişi" anlamında bir kelimedir. Bu kelime, bizlere kendisini "Hükümdar" tasviri içinde tanıtan Rabbimizin emirlerini, bizlere tebliğ etmesi için, bizler içinden seçtiği insanlar için kullanılmaktadır.
"Resul" sıfatını alan kişi , taşıdığı mesajı sadece ve sadece karşısındakilere aktarmakla mükellef olup , bu mesaja İLAVE veya EKSİLTME şeklinde herhangi bir müdahalede bulunamaz. Yeryüzünde yaşayan bir hükümdarın elçisinin bile , aldığı mesaja herhangi bir müdahalede bulunması o elçi için ölüm sebebidir.
[069.044-6] Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.
Bu bağlamda Muhammed (a.s) hem mesajın taşıyıcısı , hem de mesajın muhatabı olması nedeniyle o mesajı aktarmak ve yaşamak ile mükellef bir kişi olup onun "Postacı" olduğunu iddia etmek , ona karşı atılmış en büyük yalan ve iftira olacaktır.
Resuller yeryüzünde Allah (c.c) nin sözlerini insanlara aktaran kişiler olup , bunun dışında onların getirdikleri mesaja ilave ve eksiltme yapma yetkisine sahip olduğunu iddia etmek , Allah ve Resulüne yapılmış en büyük bir iftiradır.
Resullerin görev ve yetki sınırı , Allah (c.c) den aldıkları mesajı YAŞAMAK ve İLETMEK ile sınırlı olup , o mesajın içeriğine İLAVE veya EKSİLTME gibi müdahalede bulunma hakları asla yoktur. Resulü yüceltmek adına yapılmış böyle bir iddia , Resulü Allah (c.c) ile eşitlemek , yani Resulü ilah konumuna çıkarmak, Allah (c.c) yi ise Resul konumuna yani İlahı kul durumuna düşürmek anlamına gelecektir.
Muhammed (a.s) ın sünnetinin Kur'an ayetini neshedebileceği yani hükmünü kaldırabileceği düşüncesi , "Ehli Hadis" düşüncesi içinde savunulan bir düşüncedir. Bu demektir ki ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin kendisine indirdiği vahydeki hükümler konusunda muhayyerdir .
Recm cezası etrafında geliştirilen teori , onun böyle bir yetkisi olduğuna dair olan düşüncenin bir ürünüdür. Kur'anda böyle bir ceza olmamasına rağmen "Mütevatir sünnet Kur'an ayetini nesheder" düşüncesi böyle bir cezanın İslam ceza hukuku içinde yer almasını sağlamıştır.
Muhammed (a.s) ın dinde haram helal koyma yetkisi olduğu iddiası, "Ehli Hadis" fırkasının hararetle savunduğu düşüncelerden bir tanesidir. Bu iddia, Allah (c.c) nin dininin eksik olduğu , ve bu eksikliğin Muhammed (a.s) tarafından tamamlandığı iddiasını beraberinde getirmektedir. Hükümde muhayyerlik veya hükümde artırmaya gidebilme yetkisine sahip bir peygamber , Allah (c.c) nin değil kitabının değil , hadis ehlinin oluşturduğu ve Hristiyanlık düşüncesindeki İsa (a.s) ın ilah ve rab olduğu düşüncesinin, Müslümanlar arasındaki yansımasının bir sonucudur.
Çocukluk çağından beri öğrendiğimiz kelime-i şehadet içindeki, "Muhammed onun KULU ve RESULÜDÜR" kısmı, pratik hayat içinde hadis ehli tarafından , "Muhammed onun DİNDE ORTAĞI ve HÜKÜM KOYUCUSUDUR" şekline dönüştürülmüştür.
"Ehli Hadis" düşüncesinin yaptığı en büyük hata , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininin "İLETENİ ve YAŞAYANI olmaktan yani bir kul olmaktan çıkararak , onu Allah (c.c) nin dininin TAMAMLAYICISI ve HÜKÜM KOYUCUSU yani bir ilah olarak görmesi olmuştur.
"Ehli Hadis" fırkası şemsiyesi altında toplanmış, ve "Selefiyye" olarak bilinen insanların düşüncelerinin temelini oluşturan , Allah (c.c) nin dışındaki kimselerin hüküm koymalarının "Küfür ve Şirk" olduğu düşüncesinden Muhammed (a.s) ı istisna ederek ona ayrıcalık tanıma düşünceleri hem çelişki, hem de bu konuda tekfir ettikleri insanlar ile aynı duruma düşmeleri anlamına gelmektedir.
Allah (c.c) nin yarattığı bütün insanlar "Kul" statüsüne tabi olup , bu statüden kimse istisna edilemez. İsa (a.s) ın bu statüden istisna edilme düşüncesi, nasıl ki Hristiyanları "Küfür ve Şirk" e düşürmüş ise, bu statüden Muhammed (a.s) ı istisna etmek isteyen Müslümanları da aynı şekilde "Küfür ve Şirk" batağına düşürecektir.
"Biz Muhammed (a.s) ın ilah olduğunu iddia etmiyoruz o beşer bir resuldür" şeklinde gelecek olan bir itiraza cevabımız şu olacaktır ;
[003.079-80] Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.O, melekleri ve peygamberleri sizin Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslümanlar olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?
[009.031] Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.
Tevbe s. 31. ayeti ile ilgili tefsirlere baktığımızda Adiyy Bin Hatem adlı eski Hristiyan bir sahabenin "Biz böyle yapmıyorduk" şeklindeki itirazına , Muhammed (a.s) tarafından "Onlara haram ve helal kılma noktasında uyup uymadıkları" sorusuna "Evet" cevabını verdiğinde "İşte Rab edinmek bu dur" dediğini görmekteyiz.
Kendisinden başka Rabler edinmemizi istemeyen Rabbimiz, neden Muhammed (a.s) ı bundan istisna ederek , onun tarafından haram ve helal kılınmasına izin versin ?.
Allah (c.c) nin dışında kim tarafından olursa olsun , Resul konumuna sahip olsa da o kişi önce "Kul" statüsüne tabi olan bir kişi olup , Allah (c.c) nin dininde onun yetki sahibi olduğu iddiası, tekfirciliği bir silah olarak kullanan ve bunu kendilerine amentü haline getirmiş olan "Selefiyye" fırkasına dönerek kendilerinin "Kafir" ve "Müşrik" olduklarına kendileri tarafından şahit olunması anlamına gelecektir.
Resulün dindeki konumu "Şari" yani hüküm koyuculuk değil , konulan hükmü uygulayıcılıktır. Onun bu uygulamaları rivayet kitaplarında yer alabilir , ve bunlar okunabilir bunda herhangi bir mahzur yoktur. Ancak bu kitapların , dinin tamamlayıcısı muamelesine tabi tutulması doğru bir tutum değildir. Bu kitapların İslam dünyasında hükmünün kalkarak Resulün sünnetinin ortadan kalkacağı korkusu , bu kitapların taraftarları tarafından yayılmış bir mahalle baskısı ve korku imparatorluğudur.
Resul bizlere elbette "En güzel örnek" tir, onun bu örnekliğini hiç bir Müslüman inkar edemez. Ancak bu örnekliğin nerede ve nasıl olduğu ve olması gerektiği konusundaki yaklaşımlarda ihtilaf bulunmaktadır. Onun örnekliğini sahihliği konusunda şüpheler bulunan rivayet kitaplarında aramak , onun gerçek sünnetinin ne olduğunu bizlere asla öğretemez. Kur'an Muhammed (a.s) dahil bütün Resullerin sünnetinin öğrenileceği en doğru kaynak olarak , rivayet kitapları ile örtülmüş olan din algısının bizlerin üzerinden kalkarak onun dinde belirleyici olmasını beklemektedir.
[017.111] De ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.
Allah (c.c) nin mülkünde asla ortak edinmeyeceğini beyan eden bir kitaba iman ettiğini iddia eden "Ehli Hadis" fırkası , mülkte ortaklık anlamına gelen Muhammed (a.s) ın da Allah (c.c) gibi haram helal koyma yetkisine sahip olduğunu iddia etmesi bu düşünce sahiplerinin "ŞİRK" içine düşmelerine sebep olmaktadır.
Gelelim, böyle yanlış ve şirk içeren düşünceler içinde olan "Ehli Hadis" fırkasının "Resule itaat emrinin hayata geçirilmesi bugün hadis kitaplarına itaat etmek şeklinde olur" tezinin ne derece doğru olabileceği konusuna ;
Hadisler bilindiği üzere, Kur'an gibi Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığı an da yazıya geçmeyen bir müktesebat olup , rivayet ile bu kitapları oluşturan kimselere ulaşmıştır. Elimizde olan bu kitaplardaki rivayetlerin sahihliği, "Ehli Hadis" fırkasının tercih ettiği, o sözleri rivayet eden kişilerin "Cerh ve Tadil" metoduna göre belirlenmiştir. Yani hadisin metni değil, hadisi rivayet eden kişiler merkeze alınarak , ilgili rivayetin sahih olup olmadığı konusunda kişisel içtihatlar yapılmıştır.
Buhari ve Müslim gibi kitaplardaki rivayetlerin senet zincirinde olan bazı kişiler, daha ilk yıllarda tenkide tabi tutularak , başkaları tarafından güvenilmez olarak görülebilmişlerdir. Kısacası rivayet zincirinde olan kişilerin güvenilirliği, kişisel tercihler neticesinde yapılmış olup , o kitabın derleyicisinin belirlediği şartlar, bu konuda baz alınmıştır.
Uzun yıllar önce, bugün İslam dünyasında Kur'anın önüne geçen kitaplardaki bazı rivayetler ve bu rivayet zincirindeki bazı kişiler, hadisçiler tenkide tabi tutularak , eleştirel yaklaşımlar getirilmiştir. Bu yaklaşımlar, adı geçen kitapların asla bir dokunulmazlığı olmadığını göstermektedir. İlerleyen zamanlarda değişen algılar , bu kitapları sorgulanamaz bir hale getirmiş , bu konuda müthiş bir mahalle baskısı ile kişiler sindirilmiş , bu kitaplara en küçük bir dil uzatmanın, kişiyi küfre düşüreceği korkusu ile kimse bu kitaplara eleştirel bir yaklaşım getirmeye cesaret dahi edememiştir.
Bugün Türkiye genelinde yapılan mücadelenin hadis tarafında olanlar , bu kitaplara öyle bir misyon yüklemektedirler ki , bu kitaplar kesinlikle sorgulanamaz ve eleştirilemez. Bu kitaplar, "Ne derse ne yazıyorsa doğrudur" şeklinde bir bakış açısı ile savunulmaktadır. Mücadelenin hadis tarafında olanların, bu kitaplar hakkında söyledikleri akla zarar sözler , konu ile alakalı olanların malumudur.
Buhari ve Müslim gibi rivayet kitapları sadece , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözleri ihtiva eden kitaplar olup , bu kitapların içindeki Muhammed (a.s) atfedilen sözlerin doğru veya yanlış olma ihtimalleri vardır. "Kesinlikle doğrudur" şeklinde bir ifadenin sadece, Allah (c.c) nin kitabı için kullanılabileceğini hatırlatarak , diğer kitaplar için böyle bir ifadenin kullanılması ve böyle bir muamele yapılması , Allah (c.c) kitabına ortak kitaplar ihdas etmek anlamına gelecektir.
Bu kitaplar içindeki sözlerin üzerinde herhangi bir şüphe duyulmaması noktasında geliştirilen argümanlar , kişileri itikadi yönden sıkıntıya sokacak , bu bu kitapların musanniflerini yüceltmek durumuna getirecektir.
Allah (c.c) nin, dinini eksik bırakarak bu eksikliğin Muhammed (a.s) ın hadisleri ile doldurulduğu iddiası , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininde ortak bir hale getirmek anlamına nasıl geliyorsa , Muhammed (a.s) ın hadislerinin toplandığı kitaplara iman etmenin farz olduğu iddiası da , aslında Resule değil bu sözleri toplayan kişilere iman edilmesinin farz olduğunu iddia etmek anlamına, yani Buhari ve Müslim gibi kişileri Allah (c.c) ye ortak koşmak anlamına gelir.
Çünkü bu kitaplardaki sözlerin Resule aidiyet noktasındaki belirlemesi , o kitapların musannifleri tarafından yapılmış, doğru veya yanlışlığı kişilerin insiyatifine göre belirlenmiştir. Kişinin sahih olarak görerek aldığı bir rivayet sahih olmayabileceği gibi , sahih görmeyerek almadığı bir rivayetinde sahih olabilme ihtimali mevcuttur.
Buhari ve Müslim gibi kitapların Müslümanların hayatında nerede ve nasıl bir yeri olmalıdır?.
Bu kitapların İslam kültürünün bir gerçeği olduğunu unutmadan, bunlara öyle bir yer verilmesi gerekir ki, bu kitapların isimleri duyulduğu ve anıldığı vakit , Müslümanların elleri ve ayakları titremesin, ve yüzlerinin rengi değişmesin.
Bu kitaplar Müslümanların hayatında, onlara dininin kurallarını vaz eden kitaplar olarak değil , geçmişteki yaşanmışlıklardan kesitler sunan, içinde doğru veya yanlış olma ihtimalini taşıyan bilgileri ihtiva eden, bir siyer kitabı olarak yer almalıdır.
Allah (c.c) dinini eksik bırakarak resulüne eksikliği doldurması gibi bir yetki vermediği gibi , bizleri bu eksikliği tamamladığı iddia edilen hadis kitaplarına da mahkum etmemiştir. Bu konular açıldığı zaman "Hadi bana Kur'anda namazı göster" , "Hadi bana zekatın kaçta kaç verileceğini göster" hadi bana ..... göster" v.s diyerek , Kur'anın eksik olduğunu ispatlamaya çalışarak , rivayet kitaplarını kutsamak adına , Allah (c.c) nin dininin eksik olduğunu utanmadan söyleyebilmektedirler.
Namaz, Muhammed (a.s) ile farz olan bir ibadet olmayıp , insanlığın kadim bir ibadet şeklidir. Hadis ehli taraftarları, bu ibadetin Muhammed (a.s) ile farz olduğu gibi bir cehalet içine girerek , miraç masalları ile, haşa Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) ile pazarlığa oturtmaktan haya etmemişlerdir. Zekat miktarı zaman ve zemine göre değişebilen bir miktar olup , rivayet kitaplarında olan miktar, evrensellik arz eden bir miktar değildir . Belirlenen miktar , o zamanın değerlerine göre belirlenmiş olup , toplumun ihtiyaç durumuna göre artar veya eksilebilir.
Bu kitaplar, İslam dünyasında bu hali ile saltanat sürmeye devam ettiği müddetçe , çok başlılığın getirdiği zararlar, biz Müslümanlara daha büyük etkiler yaparak , hala 1400 sene öncesinin din anlayışını savunan ve onun kavgalarını yapan insanlar olarak, yaşanan zamandan uzak bir halde kendimizle kavgaya devam ederek , düşmanlarımıza kendimizi güldürmekten başka bir şey yapmış olmayız.
Ayrıca bu kitapları Kur'an ile eş tutmanın kişiye verdiği itikadi zararın boyutları ahirete de yansıyarak , telafisi imkansız olan bir duruma sokacaktır. Bu kimseleri, o kitaplarda yazan şefaat masalları veya cehennemde biraz yanıp çıkacağız gibi rivayetler tarafından belirlenmiş din algısı bile kurtaramayacak , dünya hayatında yaptıkları şirk ve küfür amellerinin cezasını ebedi olarak ödeyeceklerdir.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) dinini, Resulü ile bizlere bildirmiş, bu konuda herhangi bir eksik bırakarak , "Buraları Resulüm doldursun" şeklinde kimseye bir yetki vermemiştir. Resulün sözleri olduğu iddia edilen kitaplara bizi mahkum ederek, "Resule itaat Buhari ve Müslime itaat ile gerçekleşir" şeklinde küfür ve şirk içeren sözleri söylememize ve bunları savunmamızı gerektirecek herhangi bir emirde vermemiştir.
Bugün iyice gün yüzüne çıkmış olan Kur'an-Hadis savaşının , Hadis tarafında olanlar tarafından koparılan yaygaralar , bu kitapların saltanatının sallanmaya ve bu kitaplar üzerinden oluşmuş olan din algısının sorgulanmaya başlanmasından doğan bir rahatsızlığın iyice su yüzüne çıkmış şeklidir.
Allah (c.c) dininde asla eksik bırakarak bu eksiğin giderilmesini , ne elçisine bırakmamış ne de elçisinin sözlerinin yer aldığı rivayet kitaplarına bizi mahkum etmemiştir. Elçinin sünneti, eğer bu kimselerin çok umurlarında ise , o elçinin gerçek sünneti Kur'an içinde ayan beyan ortada durmaktadır. Ancak Kur'an yerine hadis kitaplarını din edinenler için bu gerçek maalesef görülememektedir.
RABBİMİZ BİZLERİ RİVAYET KİTAPLARINA KUL OLMAYA ÇAĞIRAN PEYGAMBER DÜŞMANLARINDAN MUHAFAZA ETSİN.
15 Şubat 2016 Pazartesi
UYDURMA HADİSLER : Müslümanların 1400 Yıllık Ahlaki Sorunu
Hadis literatüründe , Muhammed (a.s) a ait olmayan ve ona atfen söylenmiş olan sözlere "Uydurma Hadis" denilmektedir. Bu tür hadisler, maalesef rivayet kitaplarında bolca bulunarak , şu anda yerleşik olan din algısının temelini oluşturmaktadır.Yazımızın konusu, bu hadislerin hangileri veya hangi yolla bilinebileceğine dair bir usul teklifi çerçevesinde değil, bu hadislerin aynı zamanda büyük bir gayri ahlaki sorunun sonucunda ortaya çıktığı düşüncesinden bakılarak, bu hadislerin sebep olduğu dini çöküntüyü ele almaya çalışmak olacaktır.
Kendisini Allah (c.c) nin dini olan İslam'a nispet ederek , "Ben Müslümanlardanım" diyen bir kimse , bu dinin kurallarını da kabul ederek, o kurallar ile kendisini bağlamış sayılmaktadır. Bilindiği üzere , İslam dininin en önemli özelliği, kişileri ahlak yönünden mükemmel bir insan haline getirmek olup, bu yönde bazı kurallar vaz eder. Bir toplumu oluşturan bireylerin ahlak yönünden mükemmel olmaları hem kendileri , hem de gelecek nesiller için dünya ve ahiretin garantisidir. Ahlaki yönden güvenilir olan insanların oluşturduğu bir topluluk , diğer insanlar için rol model teşkil ederek , örnek bir toplum oluşturma yönünde teşvik edicilik unsurudur.
[011.018] Üstelik bir yalanı Allah'a iftira edenden daha zalim kim olabilir? Bunlar Rablerinin huzuruna arzolunacaklar, şahitler de şöyle diyecekler: «İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir». İyi bilin ki: Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
Hud s. 18. ve bir çok ayet, Allah'a karşı yalan ve iftira uyduranları "Zalim" olarak niteleyerek , bunların akıbetlerini bir çok ayette bizlere bildirmektedir.
"Yalan ve İftira"nın , Allah (c.c) tarafından büyük bir cürüm ve cezasının ne olduğu bir çok ayette beyan edilmiş olmasına rağmen , "Ben Müslümanlardanım" diyenlerin bir kısmı tarafından görmezden gelinerek , yalan ve iftira atmak sanki emir gibi algılanmış, bunun sonucunda yalan ve iftiralar ile dolu bir rivayet müktesebatı İslam toplumuna kazandırılmıştır.
Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında kabilecilik asabiyetinin körüklediği bir takım olaylar , Müslümanların fırkalara ayrılmak suretiyle bölünmelerine sebep olmuştur. Ortaya çıkan bu fırkaların tamamı kendisini haklı ve doğru yolda , karşı fırkayı haksız ve yanlış olarak görmekte idi. Bu fırkalar kendi haklılıklarını dini bir temele oturtmak için ayet ve hadisleri , insanlara baskı amacı olarak kullanarak, onları istismar aracı haline getirmişlerdir.
Bu fırkalar kendi haklılıklarını veya karşı fırkanın haksızlığını, bazı Kur'an ayetlerini kendilerini tasdikler veya karşılarındakini kötüler mahiyette yorumlamaya giderek , Allah (c.c) nin kitabını kirli emellerine alet etmekten çekinmemişlerdir.
Olay sadece Kur'an ayetlerinin yorumlanması ile bırakılmayarak , işin ucu Muhammed (a.s) a da dokundurulmuş , ve bu konuda ondan da yardım istenmiştir!!. Bir çok ayette "Ben gaybı bilmem" diyen bir elçinin , "Sen bilmezsen biz sana bildiririz" diyen ümmetleri sahneye çıkarak, "Ben gaybı bilirim!!" diyen bir peygamber portresi yaratılmıştır
Hal böyle olunca , artık "Ben gaybı bilirim!!" diyen Muhammed (a.s) , Hanefi mezhebi taraftarlarının elinde Ebu Hanife nin çıkacağını ve güneş gibi doğacağını , İmam Şafii nin kötü biri!! olduğunu, Şafii mezhebi taraftarlarının elinde , İmam Şafii nin güneş gibi , Ebu Hanife nin kötü biri !! olarak çıkacağını önceden haber veren , peygamber tapıcılarının elinde kainatın yüzü suyu hürmetine yaratılan biri , Haricilerin düşmanlarının elinde onların "Cehennem köpekleri" olacağını haber veren bir peygamber haline getirilmiştir.
Ortaya çıkan fırkaların itikadi meselelerdeki tartışmalarını destekleyen veya o fırkaların yanlış olduğunu söyleyen !! Muhammed (a.s) , örneğin ; Haricilerin "Büyük günah işleyen kafirdir" iddialarını ret eden Mürcie fırkasının elinde ,"Şefaatim ümmetinden büyük günah işleyenler içindir" diyerek !! , Mürcie fırkasını destekleyen , Harici fırkasını köstekleyen bir peygamber haline getirilmiştir.
Şianın bazı sahabelere karşı olan tutumuna karşı Sünni cenah tarafından "Ashabım gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız hidayete erersiniz" , Şii cenah tarafından Ali nin faziletlerine dair sözler söyletilerek , fırkaların düşüncelerine uygun bir peygamber ortaya çıkarılmıştır.
Uydurma hadisler ile ilgili kitaplarda, bu konularda bolca örnekler bulunabileceğini hatırlatarak , esas konumuz olan bu meselenin ahlaki boyutuna gelelim;
Adından anlaşılacağı üzere "Uydurma Hadis" denilince , Muhammed (a.s) adına yalan ve iftira olarak söylenen sözler akla gelmektedir. "Yalan ve İftira" kelimelerinin bizlerin hayatında asla yer almaması gerektiğine rağmen , bu kelimeler geçmişte bir kısım Müslümanın hayatında olmazsa olmaz biçimde yer almış , ve Muhammed (a.s) ın söylemediği ve asla söyleyemeyeceği sözleri , onun söylediği iddia edilerek o elçiye karşı yalan ve iftira isnat etmekten geri durmamışlardır.
Hadis literatüründe , "Uydurma Hadisler" adlı bir kategorinin olması bile , biz Müslümanlar açısından ahlaki bir zaafın göstergesi olup , bizlerin güvenilirlilik derecesi konusunda soru işaretlerin oluşmasına sebebiyet veren bir durumdur. Geçmişimizde böyle karalar karası bir sayfanın olması , bize karşı olanların elinde koz olarak yeri geldikçe kullanılmaktadır.
Bu durum , bizim dışımızdaki bazı insanların haklı olarak , "Siz kendi peygamberinize bile yalan isnat etmekten geri durmayan bir topluluksunuz , bize nasıl yalan ve iftiranın yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz?" şeklinde sözleri ile bizi karşı karşıya bırakmaktadır.
Bazı insanların geçmişte yaptıkları hatalar yüzünden, bütün Müslümanların töhmet altında bırakılamayacağını hatırlatarak , geçmişimizdeki yapılan bu hataların, özellikle "Hadis" adı altında gelen rivayetlerin daha titiz ve daha dikkatli bir biçimde okunmasını ve ele alınmasını gerekli kıldığını bizlere göstermektedir. Üstüne üstlük , "Hadis" adı altında gelen rivayetlerin ,Kur'andan önde tutulmasına dayanan bir din algısının hakim olması , bizleri bu konuda daha daha dikkatli olmamızı gerekli kılmaktadır.
Geçmişteki gayri ahlaki davranışlar neticesinde rivayet kitaplarına girmiş olan Muhammed (a.s) a atılan yalan ve iftira sözlerin büyük bir kısmı , bugünkü yerleşik din algısının temelini oluşturmuş olması , geçmişte yapılan ahlaksızlığın bizleri nerelere getirdiğinin görülmesi açısından acı bir tablodur.
Son yıllarda Kur'anın daha fazla gündem olmaya başlaması Kur'an - Hadis savaşı şeklinde bir mücadelenin başlatılmasına sebep olmuştur. Muhammed (a.s) ın Kur'ana aykırı bir söz söylemesinin mümkün olmadığından hareketle , ona atfedilen ve Kur'an ile herhangi bir çelişkisi olmayan sözlerin problem teşkil etmediğini hatırlatarak , asıl problemin ona atfedilen fakat Kur'an ile çelişen sözlerde olduğu muhakkaktır.
Çeşitli saikler sebebi sonucu, üzerinde karizmatik bir yapı oluşturulmuş olan Buhari ve Müslim gibi rivayet kitaplarında yer alan bir çok rivayetin, Kur'an ile çeliştiği bir gerçektir. Ancak bu rivayet kitapları öyle bir korunma altına alınmıştır ki neredeyse "Kur'anda şüphe olur onlarda olmaz" kabilinden bir tutum içinde, bu kitaplardaki rivayetler savunulmakta ve bu rivayetlerin elden gitmesinin dini çökmesi anlamına geldiği iddia edilerek, bu kitaplar elde tutulmaya çalışılmaktadır.
Hatta bu kitaplara iman etmenin Allah (c.c) emri olduğu yalan ve iftirası atılarak , insanların bu kitapların oluşturduğu din algısı üzerinde kalmaları için, geçmişte dedelerinin yaptıkları ahlaksızlıkların bir benzerini , bugün onların torunları yapmaktadır.
Geçmişte Muhammed (a.s) a atfen uydurulan sözler üzerine bina edilmiş din anlayışının , bugün bazı kesimler tarafından hararetli bir şekilde savunulmaya çalışılması, bir başka ahlaki sorunu doğurmaktadır. Geçmişle yüzleşerek, Muhammed (a.s) adına uydurulan yalan ve iftiraları temizlemeye çalışmayı görev edinmesi gereken insanların , yalan ve iftirayı savunmak şeklinde bir göreve soyunarak , bu yalanları temizleme düşüncesinde olanlara karşı amansız bir savaşa girişmiş olmaları da geçmişte yapılan gayri ahlakiliğin, bugünde sürmesine sebep olmaktadır.
Ahlak yönünden dünyaya örnek olmamız gereken biz Müslümanların , geçmişte yapılan hataları savunarak , o hatalar üzerine kurulu binayı var gücümüzle savunmaya çalışmak , bizleri yalan ve iftiraları savunan bir topluluk haline getirmekle birlikte , İslam dininin yaşanan dünya ile bağı olmayan bir din olarak görülmesine sebep olmaktadır. Hala uydurma rivayetler aracılığı ile İslam düşüncesi içine sokulan "Mehdi" adında bir kişinin gelerek , bizleri ve dünyayı refaha çıkaracağı düşüncesi ile avunan biz Müslümanların , bu kafa ile dünyaya ne gibi bir sözü olabilir?.
Şefaat ve kabir azabının olup olmadığı , İsa nın gelip gelmeyeceği , hadis ve sünnetin vahiy olup olmadığı , peygamberin haram helal koyma yetkisinin olup olmadığı gibi tartışmalar içinde boğulup giden biz Müslümanların, yüzlerce yıldır bitmeyen bu tür tartışmalar yerine insanlığı kucaklayan bir çağrı üreterek , tüm dünya mazlumlarının umudu olma zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.
Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki ; Geçmişte yalan ve iftiralar üzerine kurulu bir din algısının savunmasını yapmanın , ne bizlere ne de "Müslüman" olmanın getirdiği diğer insanlara karşı olan bazı sorumluluklarımızı yerine getirmeye faydası olacaktır. Bu tür kavgalar ancak bizleri birbirleri ile kavga ederek güçsüz duruma düşmemizden haz alacak kimselere fayda sağlayacak, ve onların dünyada istedikleri gibi at oynatmalarına meydan verecektir.
Sonuç olarak ; İnsanlara her türlü yönden güzel örnek olması gereken biz Müslümanlar , ahlak yönünden dünyada yaşayan bütün topluluklara örnek olmamız gerekirken, bunun tersi bir durum ile, bir insanın yapabileceği ahlaksızlığın en büyüğü olan Allah ve elçisine yalan ve iftiralar düzerek bir insanın yapabileceği en büyük zulmü işleyen örnek topluluklardan biri olarak dünya sahnesinden yer almaktayız.
"Uydurma Hadisler" adlı bir kategorinin açılarak, yalan hadislerin ayıklanması metodunu ihdas eden hadis usulünün böyle bir yola başvurması bile, biz Müslümanların ahlaki bir sorun içinde olduğunun en büyük bir göstergesidir. Bir kısım Müslüman, sadece kendi çıkarlarına hizmet ettirmek için Muhammed (a.s) ı oyuncak gibi kullanarak, istedikleri sözü ona söyletmeyi dini bir görev bilmişlerdir.
Geçmişte yapılan bu ahlaksızlığın bugün izlerinin silinmesi için yapılan çalışma ve tartışmaları , baltalamak ve bu tartışma içinde olanları "Peygamber Düşmanı" olmakla suçlamak , yavuz hırsız misali ev sahibini hırsızlıkla suçlamak anlamına gelmektedir.
Eğer ortada bir düşmanlık varsa , bu düşmanlık geçmişte Muhammed (a.s) adına uydurulan yalan ve iftiralar üzerine kurulu din algısının yıkılmaması için var gücü ile mücadele edenlere atfedilerek "Peygamber Düşmanı" etiketinin bu kişilere takılması daha doğru olacaktır.
RABBİMİZ BİZLERİ, PEYGAMBERE DOSTLUK ADI ALTINDA, ONA UYDURULAN YALANLARI SAVUNMAK SURETİ İLE , ONA DÜŞMANLIK YAPANLARIN ŞERRİNDEN MUHAFAZA ETSİN.
Kendisini Allah (c.c) nin dini olan İslam'a nispet ederek , "Ben Müslümanlardanım" diyen bir kimse , bu dinin kurallarını da kabul ederek, o kurallar ile kendisini bağlamış sayılmaktadır. Bilindiği üzere , İslam dininin en önemli özelliği, kişileri ahlak yönünden mükemmel bir insan haline getirmek olup, bu yönde bazı kurallar vaz eder. Bir toplumu oluşturan bireylerin ahlak yönünden mükemmel olmaları hem kendileri , hem de gelecek nesiller için dünya ve ahiretin garantisidir. Ahlaki yönden güvenilir olan insanların oluşturduğu bir topluluk , diğer insanlar için rol model teşkil ederek , örnek bir toplum oluşturma yönünde teşvik edicilik unsurudur.
[011.018] Üstelik bir yalanı Allah'a iftira edenden daha zalim kim olabilir? Bunlar Rablerinin huzuruna arzolunacaklar, şahitler de şöyle diyecekler: «İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir». İyi bilin ki: Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
Hud s. 18. ve bir çok ayet, Allah'a karşı yalan ve iftira uyduranları "Zalim" olarak niteleyerek , bunların akıbetlerini bir çok ayette bizlere bildirmektedir.
"Yalan ve İftira"nın , Allah (c.c) tarafından büyük bir cürüm ve cezasının ne olduğu bir çok ayette beyan edilmiş olmasına rağmen , "Ben Müslümanlardanım" diyenlerin bir kısmı tarafından görmezden gelinerek , yalan ve iftira atmak sanki emir gibi algılanmış, bunun sonucunda yalan ve iftiralar ile dolu bir rivayet müktesebatı İslam toplumuna kazandırılmıştır.
Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında kabilecilik asabiyetinin körüklediği bir takım olaylar , Müslümanların fırkalara ayrılmak suretiyle bölünmelerine sebep olmuştur. Ortaya çıkan bu fırkaların tamamı kendisini haklı ve doğru yolda , karşı fırkayı haksız ve yanlış olarak görmekte idi. Bu fırkalar kendi haklılıklarını dini bir temele oturtmak için ayet ve hadisleri , insanlara baskı amacı olarak kullanarak, onları istismar aracı haline getirmişlerdir.
Bu fırkalar kendi haklılıklarını veya karşı fırkanın haksızlığını, bazı Kur'an ayetlerini kendilerini tasdikler veya karşılarındakini kötüler mahiyette yorumlamaya giderek , Allah (c.c) nin kitabını kirli emellerine alet etmekten çekinmemişlerdir.
Olay sadece Kur'an ayetlerinin yorumlanması ile bırakılmayarak , işin ucu Muhammed (a.s) a da dokundurulmuş , ve bu konuda ondan da yardım istenmiştir!!. Bir çok ayette "Ben gaybı bilmem" diyen bir elçinin , "Sen bilmezsen biz sana bildiririz" diyen ümmetleri sahneye çıkarak, "Ben gaybı bilirim!!" diyen bir peygamber portresi yaratılmıştır
Hal böyle olunca , artık "Ben gaybı bilirim!!" diyen Muhammed (a.s) , Hanefi mezhebi taraftarlarının elinde Ebu Hanife nin çıkacağını ve güneş gibi doğacağını , İmam Şafii nin kötü biri!! olduğunu, Şafii mezhebi taraftarlarının elinde , İmam Şafii nin güneş gibi , Ebu Hanife nin kötü biri !! olarak çıkacağını önceden haber veren , peygamber tapıcılarının elinde kainatın yüzü suyu hürmetine yaratılan biri , Haricilerin düşmanlarının elinde onların "Cehennem köpekleri" olacağını haber veren bir peygamber haline getirilmiştir.
Ortaya çıkan fırkaların itikadi meselelerdeki tartışmalarını destekleyen veya o fırkaların yanlış olduğunu söyleyen !! Muhammed (a.s) , örneğin ; Haricilerin "Büyük günah işleyen kafirdir" iddialarını ret eden Mürcie fırkasının elinde ,"Şefaatim ümmetinden büyük günah işleyenler içindir" diyerek !! , Mürcie fırkasını destekleyen , Harici fırkasını köstekleyen bir peygamber haline getirilmiştir.
Şianın bazı sahabelere karşı olan tutumuna karşı Sünni cenah tarafından "Ashabım gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız hidayete erersiniz" , Şii cenah tarafından Ali nin faziletlerine dair sözler söyletilerek , fırkaların düşüncelerine uygun bir peygamber ortaya çıkarılmıştır.
Uydurma hadisler ile ilgili kitaplarda, bu konularda bolca örnekler bulunabileceğini hatırlatarak , esas konumuz olan bu meselenin ahlaki boyutuna gelelim;
Adından anlaşılacağı üzere "Uydurma Hadis" denilince , Muhammed (a.s) adına yalan ve iftira olarak söylenen sözler akla gelmektedir. "Yalan ve İftira" kelimelerinin bizlerin hayatında asla yer almaması gerektiğine rağmen , bu kelimeler geçmişte bir kısım Müslümanın hayatında olmazsa olmaz biçimde yer almış , ve Muhammed (a.s) ın söylemediği ve asla söyleyemeyeceği sözleri , onun söylediği iddia edilerek o elçiye karşı yalan ve iftira isnat etmekten geri durmamışlardır.
Hadis literatüründe , "Uydurma Hadisler" adlı bir kategorinin olması bile , biz Müslümanlar açısından ahlaki bir zaafın göstergesi olup , bizlerin güvenilirlilik derecesi konusunda soru işaretlerin oluşmasına sebebiyet veren bir durumdur. Geçmişimizde böyle karalar karası bir sayfanın olması , bize karşı olanların elinde koz olarak yeri geldikçe kullanılmaktadır.
Bu durum , bizim dışımızdaki bazı insanların haklı olarak , "Siz kendi peygamberinize bile yalan isnat etmekten geri durmayan bir topluluksunuz , bize nasıl yalan ve iftiranın yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz?" şeklinde sözleri ile bizi karşı karşıya bırakmaktadır.
Bazı insanların geçmişte yaptıkları hatalar yüzünden, bütün Müslümanların töhmet altında bırakılamayacağını hatırlatarak , geçmişimizdeki yapılan bu hataların, özellikle "Hadis" adı altında gelen rivayetlerin daha titiz ve daha dikkatli bir biçimde okunmasını ve ele alınmasını gerekli kıldığını bizlere göstermektedir. Üstüne üstlük , "Hadis" adı altında gelen rivayetlerin ,Kur'andan önde tutulmasına dayanan bir din algısının hakim olması , bizleri bu konuda daha daha dikkatli olmamızı gerekli kılmaktadır.
Geçmişteki gayri ahlaki davranışlar neticesinde rivayet kitaplarına girmiş olan Muhammed (a.s) a atılan yalan ve iftira sözlerin büyük bir kısmı , bugünkü yerleşik din algısının temelini oluşturmuş olması , geçmişte yapılan ahlaksızlığın bizleri nerelere getirdiğinin görülmesi açısından acı bir tablodur.
Son yıllarda Kur'anın daha fazla gündem olmaya başlaması Kur'an - Hadis savaşı şeklinde bir mücadelenin başlatılmasına sebep olmuştur. Muhammed (a.s) ın Kur'ana aykırı bir söz söylemesinin mümkün olmadığından hareketle , ona atfedilen ve Kur'an ile herhangi bir çelişkisi olmayan sözlerin problem teşkil etmediğini hatırlatarak , asıl problemin ona atfedilen fakat Kur'an ile çelişen sözlerde olduğu muhakkaktır.
Çeşitli saikler sebebi sonucu, üzerinde karizmatik bir yapı oluşturulmuş olan Buhari ve Müslim gibi rivayet kitaplarında yer alan bir çok rivayetin, Kur'an ile çeliştiği bir gerçektir. Ancak bu rivayet kitapları öyle bir korunma altına alınmıştır ki neredeyse "Kur'anda şüphe olur onlarda olmaz" kabilinden bir tutum içinde, bu kitaplardaki rivayetler savunulmakta ve bu rivayetlerin elden gitmesinin dini çökmesi anlamına geldiği iddia edilerek, bu kitaplar elde tutulmaya çalışılmaktadır.
Hatta bu kitaplara iman etmenin Allah (c.c) emri olduğu yalan ve iftirası atılarak , insanların bu kitapların oluşturduğu din algısı üzerinde kalmaları için, geçmişte dedelerinin yaptıkları ahlaksızlıkların bir benzerini , bugün onların torunları yapmaktadır.
Geçmişte Muhammed (a.s) a atfen uydurulan sözler üzerine bina edilmiş din anlayışının , bugün bazı kesimler tarafından hararetli bir şekilde savunulmaya çalışılması, bir başka ahlaki sorunu doğurmaktadır. Geçmişle yüzleşerek, Muhammed (a.s) adına uydurulan yalan ve iftiraları temizlemeye çalışmayı görev edinmesi gereken insanların , yalan ve iftirayı savunmak şeklinde bir göreve soyunarak , bu yalanları temizleme düşüncesinde olanlara karşı amansız bir savaşa girişmiş olmaları da geçmişte yapılan gayri ahlakiliğin, bugünde sürmesine sebep olmaktadır.
Ahlak yönünden dünyaya örnek olmamız gereken biz Müslümanların , geçmişte yapılan hataları savunarak , o hatalar üzerine kurulu binayı var gücümüzle savunmaya çalışmak , bizleri yalan ve iftiraları savunan bir topluluk haline getirmekle birlikte , İslam dininin yaşanan dünya ile bağı olmayan bir din olarak görülmesine sebep olmaktadır. Hala uydurma rivayetler aracılığı ile İslam düşüncesi içine sokulan "Mehdi" adında bir kişinin gelerek , bizleri ve dünyayı refaha çıkaracağı düşüncesi ile avunan biz Müslümanların , bu kafa ile dünyaya ne gibi bir sözü olabilir?.
Şefaat ve kabir azabının olup olmadığı , İsa nın gelip gelmeyeceği , hadis ve sünnetin vahiy olup olmadığı , peygamberin haram helal koyma yetkisinin olup olmadığı gibi tartışmalar içinde boğulup giden biz Müslümanların, yüzlerce yıldır bitmeyen bu tür tartışmalar yerine insanlığı kucaklayan bir çağrı üreterek , tüm dünya mazlumlarının umudu olma zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.
Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki ; Geçmişte yalan ve iftiralar üzerine kurulu bir din algısının savunmasını yapmanın , ne bizlere ne de "Müslüman" olmanın getirdiği diğer insanlara karşı olan bazı sorumluluklarımızı yerine getirmeye faydası olacaktır. Bu tür kavgalar ancak bizleri birbirleri ile kavga ederek güçsüz duruma düşmemizden haz alacak kimselere fayda sağlayacak, ve onların dünyada istedikleri gibi at oynatmalarına meydan verecektir.
Sonuç olarak ; İnsanlara her türlü yönden güzel örnek olması gereken biz Müslümanlar , ahlak yönünden dünyada yaşayan bütün topluluklara örnek olmamız gerekirken, bunun tersi bir durum ile, bir insanın yapabileceği ahlaksızlığın en büyüğü olan Allah ve elçisine yalan ve iftiralar düzerek bir insanın yapabileceği en büyük zulmü işleyen örnek topluluklardan biri olarak dünya sahnesinden yer almaktayız.
"Uydurma Hadisler" adlı bir kategorinin açılarak, yalan hadislerin ayıklanması metodunu ihdas eden hadis usulünün böyle bir yola başvurması bile, biz Müslümanların ahlaki bir sorun içinde olduğunun en büyük bir göstergesidir. Bir kısım Müslüman, sadece kendi çıkarlarına hizmet ettirmek için Muhammed (a.s) ı oyuncak gibi kullanarak, istedikleri sözü ona söyletmeyi dini bir görev bilmişlerdir.
Geçmişte yapılan bu ahlaksızlığın bugün izlerinin silinmesi için yapılan çalışma ve tartışmaları , baltalamak ve bu tartışma içinde olanları "Peygamber Düşmanı" olmakla suçlamak , yavuz hırsız misali ev sahibini hırsızlıkla suçlamak anlamına gelmektedir.
Eğer ortada bir düşmanlık varsa , bu düşmanlık geçmişte Muhammed (a.s) adına uydurulan yalan ve iftiralar üzerine kurulu din algısının yıkılmaması için var gücü ile mücadele edenlere atfedilerek "Peygamber Düşmanı" etiketinin bu kişilere takılması daha doğru olacaktır.
RABBİMİZ BİZLERİ, PEYGAMBERE DOSTLUK ADI ALTINDA, ONA UYDURULAN YALANLARI SAVUNMAK SURETİ İLE , ONA DÜŞMANLIK YAPANLARIN ŞERRİNDEN MUHAFAZA ETSİN.
14 Şubat 2016 Pazar
Hadis Uydurma Faaliyetleri ve D.İ.B. nın Erike Hadisinden Medet Beklemesi
12-2-2016 cuma günü , D.İ.B. tarafından Türkiye deki bütün camilerde okutulan hutbede , rivayetlerin ördüğü ağda oluşmuş din algısına karşı çıkarak , Kur'anın etrafında oluşmuş bir din algısını tercih edenlerin, ne kadar yanlış !! bir yolda olduklarına dair cemaate uyarılarak yapılarak , "Bize Kur'an yeter" diyenlere uyulmaması , rivayetler ile oluşturulmuş din algısı etrafında bütünleşilmesi gerektiğine dair öğütler verildiği malumdur.
Bu öğütler yapılırken , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen, ve hadis literatüründe "Erike Hadisi" olarak bilinen bir rivayetin, bu hutbede destek olarak kullanıldığı malumdur. Bu hadisin senet ve metin tenkidi yönünden incelemesini "http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/02/erike-hadisi-uzerine-bir-metin-tenkidi.html" linkteki yazımızda yapmaya çalıştığımız için hadisin Allah ve elçisine atılmış yalan ve iftira olduğunu tekrar etmek istiyoruz.
Bu yazımızda , hadis uydurma faaliyetleri , ve Müslümanları hadis uydurmaya iten sebepler üzerinde durmaya çalışarak , "Erike Hadisi" olarak bilinen rivayetin uydurulmasına, ne gibi sebeplerin itmiş olabileceğini konuşmaya çalışacağız.
Muhammed (a.s) ın vefatını müteakip gelişen siyasi olaylar neticesinde ortaya çıkan fırkalar , kendi haklılıklarını dini bir temele oturtmak için , Kur'an ayetlerini kendi düşüncelerini destekleyen biçimde yorumlama yoluna gitmişlerdir. Kur'an ayetlerini işlerine geldiği biçimde yorumlamak ile yetinmeyen bu fırka mensupları , Muhammed (a.s) adına rivayetler uydurarak , kendi haklılıklarını veya karşı fırkanın haksızlığını ispatlamak için "Bu kadar olmaz" dedirtecek rivayetleri, Muhammed (a.s) adına uydurmaktan çekinmemiş , hatta bu yalan ve iftira olan durumu kutsal bir görev olarak kabul ederek yapmışlardır.
D.İ.B tarafından tüm camilerde okutulan hutbede yer alan "Erike hadisi" işte böyle bir kaygının sonucunda literatüre sokulmuş rivayetlerden bir tanesidir. Rivayetin hadis kitaplarındaki metni şu şekildedir.
“Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir. Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk (zenginliği) ile mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de haram sayınız.’ Bilin ki; ehlî merkeplerin etleri, azı dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin kaybettiği mal da helâl değildir.”[Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5]
" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasında Allahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; Tahavi, Şerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"
Bu hadisin senet ve metin yönünden tenkidinin daha önce yapılmış olduğunu tekrar hatırlatarak , böyle bir rivayete neden ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekmeye çalışacağız.
Bilindiği üzere Müslümanlar arasındaki ayrışımlardan bir tanesi , "Ehli Hadis" ve "Ehli Rey" ekolü olarak kendisini göstermiş, ve bu ekollerin etkileri halen Müslümanlar arasında yaşatılmaktadır. Bu iki ekolü ana damar olarak nitelemek mümkündür. Müslümanlar, yüzyıllardır bu iki ekol etrafında oluşmuş düşünceler geliştirerek, kendilerini ifade etmeye çalışmışlar ve halen aynı vakıanın sürdüğünü söyleyebiliriz.
"Ehli Hadis" ekolü bu yarışta öne geçerek , İslam dünyası genelinde şu anda baskın olan görüşün, bu ekolün izlerini taşıdığını görmekteyiz. Bu ekolün görüşü özet olarak , rivayetleri dinde belirleyici kılma esasına dayalı olup , Kur'an bu ekolün düşüncesinde rivayetten sonra gelen bir kitaptır , ve rivayetler yeri geldiğinde Kur'an ayetlerini bir neshedebilecek yani hükmünü kaldırabilecek güçtedir. Rivayetlerin bu gücünün , bazı ayetlerin Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan sözlerin yani hadislerin , aynı ayet gibi olduğu şeklinde yorumlanmasından ötürü doğan düşünceden gelmekte olduğu da bilinmektedir.
Kur'anın değil rivayetlerin hakem kılındığı bir din anlayışı, elbette kabul edilebilir bir anlayış değildir. Ehli hadis fırkasının, rivayetleri dinde belirleyici olarak görmesine karşı çıkanların olduğu ve bu karşı çıkmalarına gerekçe olarak , dinde belirleyiciliğin sadece Kur'anın hakkı olması gerektiği düşüncesinin yüzyıllar öncesinden de ortaya atılmış olduğu böyle bir rivayetin ortaya atılmasına sebep olan en büyük gerekçedir.
İbni Kuteybe adlı hadisçinin Türkçeye , "Hadis Müdafaası" adı ile çevrilen kitabına baktığımızda , zina eden evli kişinin cezasının recm olduğunu ret edenlere karşı yazılmış bir başlık bulmaktayız. Bu başlık bize , ilk devirlerden beri Kur'anın dinde belirleyici olmasını savunanların var olduğunu göstermektedir. İbni Kuteybe yaşadığı zamanda bu tehlikeli düşünceye karşı!! gerekli önlemi almaya çalışmış, ve Kur'ana karşı rivayetleri desteklemenin "Ehli Hadis" fırkasının kutsal bir görevi olduğunu bilincinden yola çıkarak , bu kutsal görevi!! yerine getirmiştir.
"Erike Hadisi" adı ile , "Ben gaybı bilmem bana vahyolunana uyarım " diyen bir elçinin ağzından , kendisine vahyolunan kitaba değil kendisinin adına söylendiği rivayet edilen sözlerine uyulması gerektiğine dair ona atfen uydurulan söz YALAN ve İFTİRA dan başka bir şey değildir.
Hadis ehlinin saltanatına son vermeyi amaçlayan , dinde Kur'anın belirleyici olma düşüncesi , Muhammed (a.s) a atfedilen ve bir çoğu Kur'an ile uyuşmayan rivayetin ret edilmesini gerektireceği için , dinlerini rivayet üzerine kuranlar tarafından korkulu bir rüya olmuş ve hala aynı korku devam etmektedir.
Dün Muhammed (a.s) adına rivayetleri öne çıkararak , Kur'anın dinde belirleyici olmaması gerektiğini kendisine söyleten zihniyetin takipçileri, bu gün aynı yalanlara sarılarak , dinde Kur'anın değil rivayetlerin belirleyici olması gerektiğini savunmaya devam etmektedirler.
Yalan ve iftiranın en büyük günahlardan bir tanesi olduğunu Kur'andan okuyan bu zihniyetin sahipleri , "Amaca ulaşmak için her yol mübahtır" diyerek , yalan ve iftiraya sarılmaktan bir an bile haya etmemektedirler. Bu zihniyet sahiplerine şunu sormak istiyoruz ; "Hadi Kur'an sizin için dinde belirleyici değil , mütevatir derecesine ulaşmış olan, "Benim adıma yalan uyduran cehennemdeki yerini hazırlasın" şeklindeki rivayette mi sizi Allah ve elçisine yalan ve iftira atmaktan sakındırmıyor?".
Bugün Türkiye genelinde "Sadece Kur'an" diyenlerin ipin ucunu kaçırarak , büyük bir batağa saplandıkları bir gerçektir. Okunan hutbe eğer bu kimseleri hedef alıyorsa , bu tür düşüncelere sahip olan kimseler , marjinal bir grup olup, bütün Türkiye camilerinde sadece bunların konu edildiğini iddia etmek , abesle iştigalden başka bir şey değildir.
Ancak Türkiye de Kur'anın dinde belirleyici olması esasına dayanan bir düşüncenin gün geçtikçe çoğalması ve bu çoğalmanın bazı kesimleri rahatsız ettiği de bir gerçektir. Türkiye camilerinde böyle bir düşüncenin yanlış olduğuna dair okutulan hutbe bu rahatsızlığın boyutlarının nereye vardığını göstermesi açısından önemlidir.
İşin daha vahim bir tarafı şu dur ; D.İ.B. yardımcısı makamında oturan Prof dr. Sayın Mehmet Emin Özafşar , sade bir akademisyen iken yazdığı "Polemik türü rivayetlerin gerçek mahiyeti" adlı makalesinde, bu tür rivayetlerde ciddi problemler olduğunu , güvenilmez olduğunu , bu tür rivayetlerin ortaya atılmasında bir takım siyasi ve itikadi mülahazaların rol oynadığını yazmasına, ve aynı kurumun başkanı olan sayın Prof dr. Mehmet Görmez inde aynı düşünceyi paylaşmasına rağmen , bu rivayetin kullanılarak , Muhammed (a.s) ın ağzından Kur'anın değil rivayetlere dikkat edilmesi gerektiğini ona söyletmekten çekinmemişlerdir.
Sayın hocalara tavsiyemiz şu dur ; Makamlar gelip geçicidir bunu sizler de bilirsiniz , ancak bu makamlarda yaptıklarınız ve söylediklerinizden hesaba çekileceğinizi size buradan tekrar hatırlatmak görevimizdir. Size böyle bir hutbeyi hazırlamayı gerektiren kim veya kimler ise, onlara belki dünya hayatında sevgili görünebilirsiniz , ancak sevgili görünmeniz gereken tek kişi Allah (c.c) olduğunu unutmamanızdır.
Yalan ve iftira , bir Müslümanda kesinlikle olaması gereken iki haslet olmasına rağmen , siyasi ve itikadi düşüncelerini onaylatmak için , Allah ve elçisine karşı yalan ve iftira atmaktan geri durmayan Müslüman tiplerinin yüzlerce yıldır içimizde bulunmuş olması , bizleri her türlü yönden geri kalan bir topluluk haline getirmiştir. Bu tiplerin uydurduklarına sarılarak , yalan ve iftiranın halen devam ettirilmesi de daha kötü bir durum olup , ilerleyen yıllar için Müslümanların dünya üzerinde nasıl bir konumda olabileceğine dair bize fikir vermektedir.
Sonuç olarak ; Hadis uydurma faaliyeti , bir Müslümanda olmaması gereken yalan ve iftiranın, siyasi ve itikadi düşüncelerin onaylatılmasında kullanılmış olması kabul edilemez bir durumdur. Yüzyıllar önce uydurulan bu hadislerin hala , muhalif bazı düşüncelerin engellenmesinde kullanılmaya devam edilmesi , daha vahim bir durumdur.
D.İ.B. adlı kurumun hadisler konusunda bazı çalışmalar içinde olması , bizi bu konuda sevindirmiş olmasına rağmen , Türkiye camilerinde cuma hutbesinde Kur'anın öne çıkmasından doğan rahatsızlığın tavana vurmuş olduğunun göstergesi olan bir hutbede bu kurumun en üst düzeyindeki kişilerin bile güvenilmez olarak gördüğü bir hadisin kullanılmış olması, geçmişin yalanlarına sarılmak ve ilmi ahlakın makama değiştirilmesinden başka bir şey değildir.
RABBİMİZ BİZLERİ DÜŞÜNCELERİNİ ONAYLATMAK İÇİN ALLAH VE ELÇİSİNE İFTİRA VE YALAN İSNAT ETMEKTEN ÇEKİNMEYENLERİ ŞERRİNDEN MUHAFAZA ETSİN.
Bu öğütler yapılırken , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen, ve hadis literatüründe "Erike Hadisi" olarak bilinen bir rivayetin, bu hutbede destek olarak kullanıldığı malumdur. Bu hadisin senet ve metin tenkidi yönünden incelemesini "http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/02/erike-hadisi-uzerine-bir-metin-tenkidi.html" linkteki yazımızda yapmaya çalıştığımız için hadisin Allah ve elçisine atılmış yalan ve iftira olduğunu tekrar etmek istiyoruz.
Bu yazımızda , hadis uydurma faaliyetleri , ve Müslümanları hadis uydurmaya iten sebepler üzerinde durmaya çalışarak , "Erike Hadisi" olarak bilinen rivayetin uydurulmasına, ne gibi sebeplerin itmiş olabileceğini konuşmaya çalışacağız.
Muhammed (a.s) ın vefatını müteakip gelişen siyasi olaylar neticesinde ortaya çıkan fırkalar , kendi haklılıklarını dini bir temele oturtmak için , Kur'an ayetlerini kendi düşüncelerini destekleyen biçimde yorumlama yoluna gitmişlerdir. Kur'an ayetlerini işlerine geldiği biçimde yorumlamak ile yetinmeyen bu fırka mensupları , Muhammed (a.s) adına rivayetler uydurarak , kendi haklılıklarını veya karşı fırkanın haksızlığını ispatlamak için "Bu kadar olmaz" dedirtecek rivayetleri, Muhammed (a.s) adına uydurmaktan çekinmemiş , hatta bu yalan ve iftira olan durumu kutsal bir görev olarak kabul ederek yapmışlardır.
D.İ.B tarafından tüm camilerde okutulan hutbede yer alan "Erike hadisi" işte böyle bir kaygının sonucunda literatüre sokulmuş rivayetlerden bir tanesidir. Rivayetin hadis kitaplarındaki metni şu şekildedir.
“Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir. Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk (zenginliği) ile mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de haram sayınız.’ Bilin ki; ehlî merkeplerin etleri, azı dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin kaybettiği mal da helâl değildir.”[Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5]
" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasında Allahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; Tahavi, Şerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"
Bu hadisin senet ve metin yönünden tenkidinin daha önce yapılmış olduğunu tekrar hatırlatarak , böyle bir rivayete neden ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekmeye çalışacağız.
Bilindiği üzere Müslümanlar arasındaki ayrışımlardan bir tanesi , "Ehli Hadis" ve "Ehli Rey" ekolü olarak kendisini göstermiş, ve bu ekollerin etkileri halen Müslümanlar arasında yaşatılmaktadır. Bu iki ekolü ana damar olarak nitelemek mümkündür. Müslümanlar, yüzyıllardır bu iki ekol etrafında oluşmuş düşünceler geliştirerek, kendilerini ifade etmeye çalışmışlar ve halen aynı vakıanın sürdüğünü söyleyebiliriz.
"Ehli Hadis" ekolü bu yarışta öne geçerek , İslam dünyası genelinde şu anda baskın olan görüşün, bu ekolün izlerini taşıdığını görmekteyiz. Bu ekolün görüşü özet olarak , rivayetleri dinde belirleyici kılma esasına dayalı olup , Kur'an bu ekolün düşüncesinde rivayetten sonra gelen bir kitaptır , ve rivayetler yeri geldiğinde Kur'an ayetlerini bir neshedebilecek yani hükmünü kaldırabilecek güçtedir. Rivayetlerin bu gücünün , bazı ayetlerin Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan sözlerin yani hadislerin , aynı ayet gibi olduğu şeklinde yorumlanmasından ötürü doğan düşünceden gelmekte olduğu da bilinmektedir.
Kur'anın değil rivayetlerin hakem kılındığı bir din anlayışı, elbette kabul edilebilir bir anlayış değildir. Ehli hadis fırkasının, rivayetleri dinde belirleyici olarak görmesine karşı çıkanların olduğu ve bu karşı çıkmalarına gerekçe olarak , dinde belirleyiciliğin sadece Kur'anın hakkı olması gerektiği düşüncesinin yüzyıllar öncesinden de ortaya atılmış olduğu böyle bir rivayetin ortaya atılmasına sebep olan en büyük gerekçedir.
İbni Kuteybe adlı hadisçinin Türkçeye , "Hadis Müdafaası" adı ile çevrilen kitabına baktığımızda , zina eden evli kişinin cezasının recm olduğunu ret edenlere karşı yazılmış bir başlık bulmaktayız. Bu başlık bize , ilk devirlerden beri Kur'anın dinde belirleyici olmasını savunanların var olduğunu göstermektedir. İbni Kuteybe yaşadığı zamanda bu tehlikeli düşünceye karşı!! gerekli önlemi almaya çalışmış, ve Kur'ana karşı rivayetleri desteklemenin "Ehli Hadis" fırkasının kutsal bir görevi olduğunu bilincinden yola çıkarak , bu kutsal görevi!! yerine getirmiştir.
"Erike Hadisi" adı ile , "Ben gaybı bilmem bana vahyolunana uyarım " diyen bir elçinin ağzından , kendisine vahyolunan kitaba değil kendisinin adına söylendiği rivayet edilen sözlerine uyulması gerektiğine dair ona atfen uydurulan söz YALAN ve İFTİRA dan başka bir şey değildir.
Hadis ehlinin saltanatına son vermeyi amaçlayan , dinde Kur'anın belirleyici olma düşüncesi , Muhammed (a.s) a atfedilen ve bir çoğu Kur'an ile uyuşmayan rivayetin ret edilmesini gerektireceği için , dinlerini rivayet üzerine kuranlar tarafından korkulu bir rüya olmuş ve hala aynı korku devam etmektedir.
Dün Muhammed (a.s) adına rivayetleri öne çıkararak , Kur'anın dinde belirleyici olmaması gerektiğini kendisine söyleten zihniyetin takipçileri, bu gün aynı yalanlara sarılarak , dinde Kur'anın değil rivayetlerin belirleyici olması gerektiğini savunmaya devam etmektedirler.
Yalan ve iftiranın en büyük günahlardan bir tanesi olduğunu Kur'andan okuyan bu zihniyetin sahipleri , "Amaca ulaşmak için her yol mübahtır" diyerek , yalan ve iftiraya sarılmaktan bir an bile haya etmemektedirler. Bu zihniyet sahiplerine şunu sormak istiyoruz ; "Hadi Kur'an sizin için dinde belirleyici değil , mütevatir derecesine ulaşmış olan, "Benim adıma yalan uyduran cehennemdeki yerini hazırlasın" şeklindeki rivayette mi sizi Allah ve elçisine yalan ve iftira atmaktan sakındırmıyor?".
Bugün Türkiye genelinde "Sadece Kur'an" diyenlerin ipin ucunu kaçırarak , büyük bir batağa saplandıkları bir gerçektir. Okunan hutbe eğer bu kimseleri hedef alıyorsa , bu tür düşüncelere sahip olan kimseler , marjinal bir grup olup, bütün Türkiye camilerinde sadece bunların konu edildiğini iddia etmek , abesle iştigalden başka bir şey değildir.
Ancak Türkiye de Kur'anın dinde belirleyici olması esasına dayanan bir düşüncenin gün geçtikçe çoğalması ve bu çoğalmanın bazı kesimleri rahatsız ettiği de bir gerçektir. Türkiye camilerinde böyle bir düşüncenin yanlış olduğuna dair okutulan hutbe bu rahatsızlığın boyutlarının nereye vardığını göstermesi açısından önemlidir.
İşin daha vahim bir tarafı şu dur ; D.İ.B. yardımcısı makamında oturan Prof dr. Sayın Mehmet Emin Özafşar , sade bir akademisyen iken yazdığı "Polemik türü rivayetlerin gerçek mahiyeti" adlı makalesinde, bu tür rivayetlerde ciddi problemler olduğunu , güvenilmez olduğunu , bu tür rivayetlerin ortaya atılmasında bir takım siyasi ve itikadi mülahazaların rol oynadığını yazmasına, ve aynı kurumun başkanı olan sayın Prof dr. Mehmet Görmez inde aynı düşünceyi paylaşmasına rağmen , bu rivayetin kullanılarak , Muhammed (a.s) ın ağzından Kur'anın değil rivayetlere dikkat edilmesi gerektiğini ona söyletmekten çekinmemişlerdir.
Sayın hocalara tavsiyemiz şu dur ; Makamlar gelip geçicidir bunu sizler de bilirsiniz , ancak bu makamlarda yaptıklarınız ve söylediklerinizden hesaba çekileceğinizi size buradan tekrar hatırlatmak görevimizdir. Size böyle bir hutbeyi hazırlamayı gerektiren kim veya kimler ise, onlara belki dünya hayatında sevgili görünebilirsiniz , ancak sevgili görünmeniz gereken tek kişi Allah (c.c) olduğunu unutmamanızdır.
Yalan ve iftira , bir Müslümanda kesinlikle olaması gereken iki haslet olmasına rağmen , siyasi ve itikadi düşüncelerini onaylatmak için , Allah ve elçisine karşı yalan ve iftira atmaktan geri durmayan Müslüman tiplerinin yüzlerce yıldır içimizde bulunmuş olması , bizleri her türlü yönden geri kalan bir topluluk haline getirmiştir. Bu tiplerin uydurduklarına sarılarak , yalan ve iftiranın halen devam ettirilmesi de daha kötü bir durum olup , ilerleyen yıllar için Müslümanların dünya üzerinde nasıl bir konumda olabileceğine dair bize fikir vermektedir.
Sonuç olarak ; Hadis uydurma faaliyeti , bir Müslümanda olmaması gereken yalan ve iftiranın, siyasi ve itikadi düşüncelerin onaylatılmasında kullanılmış olması kabul edilemez bir durumdur. Yüzyıllar önce uydurulan bu hadislerin hala , muhalif bazı düşüncelerin engellenmesinde kullanılmaya devam edilmesi , daha vahim bir durumdur.
D.İ.B. adlı kurumun hadisler konusunda bazı çalışmalar içinde olması , bizi bu konuda sevindirmiş olmasına rağmen , Türkiye camilerinde cuma hutbesinde Kur'anın öne çıkmasından doğan rahatsızlığın tavana vurmuş olduğunun göstergesi olan bir hutbede bu kurumun en üst düzeyindeki kişilerin bile güvenilmez olarak gördüğü bir hadisin kullanılmış olması, geçmişin yalanlarına sarılmak ve ilmi ahlakın makama değiştirilmesinden başka bir şey değildir.
RABBİMİZ BİZLERİ DÜŞÜNCELERİNİ ONAYLATMAK İÇİN ALLAH VE ELÇİSİNE İFTİRA VE YALAN İSNAT ETMEKTEN ÇEKİNMEYENLERİ ŞERRİNDEN MUHAFAZA ETSİN.
12 Şubat 2016 Cuma
MUHAMMED (a.s) ı Hangi Kitaptan Okuyalım ve Anlayalım?
Allah (c.c) yarattığı kullarına yaşadıkları dünya hayatı içinde uymaları gereken kuralları, tarih boyunca insanlar içinden seçtiği elçiler ile bildirmiştir. Muhammed (a.s) bu elçilerin sonuncusu olup , onun Kur'an dışı rivayet ve şemail kitaplarındaki bilgiler dahilinde okunması sonucu , farklı bir elçi portresi ortaya çıkmıştır. Bu farklı portre Muhammed (a.s) ı hayat içinde yaşayan bir elçi olmaktan çıkarmış , mezarda yaşayan , ve kendisine okunan salavatları işiten ve Allah ile her an iletişimde olan bir konuma getirmiştir.
Kur'anın Türkiye genelinde daha fazla gündem olmaya başlaması ile , bu kitapların anlattığı peygamber algısının Kur'an ile çeliştiğini görenler , Muhammed (a.s) ı yeniden okumanın ve anlamanın gereği üzerinde durmaya başlayarak , geçmişten gelen bu kitapların saltanatına karşı bir nevi savaş açmışlardır. Bu kitapların oluşturduğu peygamber algısının saltanatı , yüzlerce yıldır kemikleşmiş bir hal aldığı için , bu kitapların karizmalarının artık kalkması gerektiği düşüncesi büyük bir tepki ile karşılanmış, ve savunma ve saldırı şeklinde büyük bir harp başlatılmıştır.
Bugün geleneksel din algısının ortaya çıkardığı peygamber algısının elden gitmemesi için , her türlü yol denenerek , bu algıya karşı Kur'anın peygamberini ortaya çıkarmak iddiasında olanlara "Peygamber Düşmanı" gibi yaftalar takılarak , Kur'anın peygamberinin önünü kapatma çalışmaları her cephede devam etmektedir.
Kur'anda bir çok ayette "Allah ve Elçisine itaat edin" şeklindeki emrin , "Elçiye itaat" edilmesi kısmının , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması nedeniyle , onun sözlerinin yer aldığı kitaplardaki hadislere itaat etmek olduğu düşüncesi, yüzlerce yıldır genel geçer düşünce olarak sunulmaktadır. Bu kitaplardaki rivayetlerin doğru olup olmadığının tahlili , Kur'an ile değil , o rivayetlerin alındığı kimselerin tahlil edilmesi ile sağlandığı için büyük bir problem olan uydurma hadisler kitaplardaki yerini almış ve hala "Buhari hadisi" veya "Müslim hadisi" şeklinde savunulmaya devam edilerek Kur'an ayeti muamelesi görmektedir.
Yüzyıllardır İslam dünyasına hakim olan "Ehli Hadis" fırkası düşünce temelli peygamber algısının , bu kitaplar üzerinde oluşturduğu karizmatik yapı bu kitapları Kur'an ile eşit , hatta Kur'andan daha üst kademeye çıkararak , dinde belirleyici bir hale getirmiş , Kur'an ayetleri bu kitaplardaki rivayetleri doğrulayıcı şekilde tevil edilmeye çalışılmıştır. Bu savaşın hadis kitapları savunuculuğu yapanlar cephesinin söylemlerine baktığımızda , Allah ve elçisine iftira ve yalanlar ile, bu kitapların belirleyiciliğinin devamı için her türlü yol denenerek, saltanatın sürmesi sağlanmaya çalışılmaktadır.
Muhammed (a.s) ın ağzından ona iftira atılarak , getirdiği kitabın dinde belirleyici olma düşüncesi içinde olanlara karşı , kendisine Kur'an gibi bir misli daha verildiği söyletilip , o verilen şeyinde hadis kitaplarında olan sözleri olduğu iddia edilerek bu kitaplara iman ederek Kur'anın ötelemenin, haşa ve kella Muhammed (a.s) ın emri olduğu, hadis literatüründe "ERİKE HADİSİ" olarak geçen rivayet ile kafalara sokulmaya çalışılmış ve bu rivayet Kur'andan bile daha değerli hale getirilmiştir.
Bu meyanda , "Rivayet ve şemail kitaplarının anlattığı peygamber algısına neden bu kadar karşısınız?" sorusunun cevabının verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu sorunun cevabının verilebilmesi için , önce Kur'anın bütün elçilere yüklemiş olduğu görevin okunması ve bilinmesi gerekmektedir.
[021.025] Senden evvel hiç bir Resul göndermedik ki ona şöyle vahyetmiş olmayalım: hakikat bu: benden başka ilâh yoktur, onun için bana ibadet edin
Allah (c.c) nin göndermiş olduğu elçilerin tamamı , onun "Tek İlah" olması gerçeğini ve bu gerçeğin gereği olan görevlerini yerine getirmek için, canla başla çalışmış ve mücadele etmişlerdir. Kur'an bu elçilerin mücadele örneklerini "Kıssa" yolu ile bizlere anlatarak , bu mücadelede bizlere elçilerin yol gösterici olmasını sağlamıştır.
Allah (c.c) nin tek İlah olarak bilinmesi ve bu bilginin hayata geçmesi , insanların sadece ahiret saadeti için değil dünya saadetleri için olmazsa olmaz bir şarttır.
[021.022] Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak fesada uğrardı. O halde Arş'ın Rabbi olan Allah, onların vasfetmekte oldukları şeylerden (bütün noksanlıklardan) beridir, münezzehtir.
Enbiya s. 22. ayeti , Allah (c.c) nin dışındakiler tarafından yönetilen dünyada meydana gelecek olan durumu bizlere , "FESAT" olarak beyan etmektedir. Dünya tarihine baktığımızda , bu beyanın ne kadar doğru olduğu, acı örnekler ile gözlerimizin önündedir. Allah (c.c) den rol çalmaya soyunan sahte ilahların hakimiyet savaşları, dünyayı binlerce yıldır kan ve gözyaşı seline boğmuş , hala aynı durum hız kesmeden, hatta artarak devam etmektedir.
[030.028] O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklarınız olmasını ister de onlarla, eşit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.
Rum suresindeki bu ayette , Allah (c.c) kendi mülkünde ortak kabul etmesinin imkansız olduğunu , elinin altında kölesi bulunan bir kimsenin , kölesi ile kendisinin aynı derecede olmasına tahammül edememesinden örnek vererek , bizim bile tahammül edemediğimiz bir duruma kendisinin asla tahammül etmeyeceğini bildirmektedir.
Mülkü altında olanların tümünün İlahı ve Rabbı olarak bilinmesi gereğine işaret eden Rabbimiz , bunun tersi olarak yapılan İlahlık ve Rablik iddialarından doğacak olan kaos ortamına işaret ederek , böyle bir kaos ortamının doğmaması için , sadece kendisinin insanlar için vaz ettiği sistemin hayata geçmesi gerektiğini istemektedir.
Tarih boyunca gelen elçiler , bu kaosa "Dur" demek için gelmişler , bu durum son elçi olan Muhammed (a.s) a kadar böyle sürmüştür. Muhammed (a.s) , yaşadığı zaman içindeki müstekbirler ile amansız bir mücadeleye girişmiş ve bu mücadelenin temellerini , kendisine anlatılan elçi kıssalarındaki örnekliklerden almıştır.
Muhammed (a.s) bir elçi olarak , şirke karşı açtığı savaşta , her zaman önder olmuş , onun bu önderliği Kur'an ayetleri içinde açık ve net bir biçimde ortaya konulmaktadır.Muhammed (a.s) ın hayatının en doğru ve en gerçek biçimde okunacağı tek kitap "KUR'AN" olup bunun dışındaki kitapların HİÇ BİRİ, onun elçi olma görevi dahilindeki mücadelesini doğru ve gerçek biçimde bizlere anlatamaz.
"ŞİRK" , dünyaya fesat mikrobu yayarak bütün insanları etkisi altına alan evrensel bir hastalık olup , "TEVHİD" bu hastalığın tedavisinde kullanılan tek ve etkili bir ilaçtır. Tarih boyunca gelen elçiler , bu hastalığa karşı mücadele eden önderler olarak, dünyaya evrensel mesajlar taşıyan kişilerdir.
Bugün bu mesajların doğru ve gerçek bir biçimde okunarak , bu elçilerin önderliğindeki Tevhid mücadelesinin yeniden verilmesi, dünyadaki fesadın önlenmesi için şarttır. Bugün bu mücadelenin okunarak yeniden dünyaya anlatılması ve yeryüzünden fesadın kökünün kazınmasının yolu , elçilerin örnekliğinde ve önderliğinde yapılan Tevhid mücadelesinin yeniden okunması ve hayata tatbik edilmesi ile mümkün olacaktır.
Bu mücadelenin önündeki en büyük engellerden bir tanesi, biz Müslümanların Muhammed (a.s) ı tanımak için okudukları Kur'an dışı rivayet ve şemail türü kitaplardır. Bu kitaplardaki peygamber portresi , şirke savaş açan , Tevhidi mücadelenin önderi olan bir peygamber değildir. Bu kitaplardaki peygamber , ümmetine bevl etmeyi , taharetlenmeyi , hangi el ile yemek yemesi gerektiğini , uyuma şeklini öğreten, yaşadığı zamana dair olan bilgileri ve hayata dair kullandığı bilgiler ve uygulamalar sanki ilahi vahiy eseri ve evrensel bilgiler olduğu zannedilen bir kişidir.
Klasik peygamber algısının bizlere empoze etmek istediği şey , onlar tarafından Tevhid mücadelesi diye bir mücadelenin yapılmadığı , hatta klasik peygamber algısı üzerinden , temeli şirk olan düşünce ve sistemlere, Muhammed (a.s) ın destek bile verebileceği algısı yaratılarak , mevcut olan yerleşik sistem ve düşüncelere böyle bir peygamber algısı ile onun tarafından destek aranmaya çalışılmaktadır.
Yaşadığımız zaman içinde yaratılan peygamber algısı , insanlara Tevhidi düşünceyi anlatan ve yaşayan bir peygamber değil , şirke ve zulme alkış tutan bir peygamberdir.
Böyle bir peygamber portresinin artık yaşanan çağa söyleyebileceği herhangi bir sözü yoktur. Böyle bir peygamber portesini bize anlatan rivayet ve şemail kitaplarının artık dini bilgi değeri olduğu konusundaki düşüncelerin Müslümanlar arasında rağbet görmemesi gerekmektedir. Çünkü bu kitaplar yeryüzünde yaygın olan fitne ve fesada karşı herhangi bir sözü olan bir peygamberi bize tanıtmayarak, şirki ve zulmü destekleyen bir peygamberi tanıtmaktadır.
Böyle bir portresi Kur'anda yoktur , ve böyle bir peygamber algısını empoze ederek, kurulu düzenlerinin devamını sağlamaya çalışanların, ahiretteki hesapları çetin olacaktır.
Bize ve yaşayan tüm insanlara , hayatı Rabbinin adı ile okuyan yani olaylara Rabbinin koyduğu ölçüler ve yasalar dahilinde bakan , zalimlere meyl etmeyen , hakkı kimseden korkmadan haykıran , şirke ve zulme savaş açan , tağutlara boyun eğmeyen, inandığı değerlerden en küçük bir taviz dahi vermeyen ,Tevhidin ikamesi için hayatını ortaya koyan, vahyin elçisi olduğunu her zaman hatırlatan bir elçi portresi gerekmektedir. Bu portre bizlere sadece ve sadece KUR'AN içinde anlatılmaktadır.
Böyle bir elçinin şirk ve zulüm düzenleri için büyük bir tehlike olduğunu bilen çağdaş Belamlar , bu elçinin yerine kendi düzenlerinin devamını sağlayan bir elçi portesini insanlara empoze zorunda olduklarını çok iyi bilmektedirler.
Kur'an içinde anlatılan elçiler , bizler için rol model olması gereken kimselerdir. Bu kimseler yaşadıkları zaman ve mekanın sıkıntılarına karşı sesini yükselten insanlar olup , klasik din algısının eseri olan kitaplarda böyle bir peygambere maalesef yer yoktur. Bugün insanlık rol model ihtiyaçlarını başka kimseler ile gidermeye çalışarak , onların rol modelliğinde fesadın çoğalmasına yardımcı olmaktadırlar.
Bugün eğer Muhammed (a.s) hayatta olsa idi ve rivayet ve şemail kitaplarında kendisini tanıtmak adına verilen bilgileri görseydi bütün kitapların yakılmasını ve emretmekten başka bir şey yapmazdı. Eğer hayatta olsa idi , kendisine tabi olduğunu iddia eden Müslümanların haline bakar ve "Ben size böyle olmayı emretmedim" diyerek , kendisi adına yapılan yalan ve iftiraları ret ederdi.
Bugün eğer, Muhammed (a.s) hayatta olsa idi , zamanın bilim , teknoloji v.s gibi "Kevni Ayetler" olarak nitelenen bilgilere bizlerinde sahip olmasını isteyerek , bunların öncülüğünü yapardı. Bugün eğer Muhammed (a.s) sağ olsaydı , rivayet ve şemail kitaplarındaki peygamber portresine iman etmiş olanlar , "Biz böyle bir peygambere inanmıyoruz" diyerek Taifliler gibi onu taşlamaktan başka bir şey yapmazlardı.
Bugün eğer Muhammed (a.s) hayatta olsa idi , kendisine atfedilen ve adına "Sünnet" denilen ve insan olmasının bir gereği olan şeyler yerine "Benim asıl sünnetim bu dur" diyerek , Mekke ve Medine de Tevhidi hakim kılmak , Şirki iptal etmek için yaptığı mücadeleyi yeniden verirdi.
Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) ın okuyup anlaşılmasını sağladığı iddia edilen rivayet ve şemail kitapları , bize Kur'anın tanıttığı bir peygamberi değil , artık 1500 yıl öncesinde kalmış, yaşanan zamana dair sözü olmayan bir peygamberi tanıtmaktadır. Böyle bir peygamber portresinin bizlere örnek olabilmesi artık mümkün değildir.
Bize gerekli olan peygamber portresi , Kur'an içinde bulunmakta ve bizlerin , dünyanın gidişatını okuyarak , gerekli olan rol modelin elçiler olduğunu farketmemizi beklemektedir. Klasik peygamber algısının devamı için yapılan savaşlar , insanlığın "İslam" adlı bir dinin olduğunu ve bu dinin zalimlere meydan vermemek adına her türlü girişimin yapılmasını emrettiğini bilmemelerine sebep olacaktır.
Bugün Kur'anın anlattığı peygamberin önünü kapayarak , rivayet ve şemail kitaplarının anlattığı ve helal ve haram kılma konusunda Allah (c.c) ile ortak görülen bir peygamber anlayışının mücadelesini verenler şunu bilmelidir ki , bu yaptıklarınızın hesabı sizlere ödetileceği gün son pişmanlığınız fayda vermeyecektir.
RABBİMİZ BİZLERİ MUHAMMED (A.S) I RİVAYET VE ŞEMAİL KİTAPLARININ MAHKUMİYETİNDEN KURTARARAK ONU KUR'ANDAN OKUYANLARDAN KILSIN.
Kur'anın Türkiye genelinde daha fazla gündem olmaya başlaması ile , bu kitapların anlattığı peygamber algısının Kur'an ile çeliştiğini görenler , Muhammed (a.s) ı yeniden okumanın ve anlamanın gereği üzerinde durmaya başlayarak , geçmişten gelen bu kitapların saltanatına karşı bir nevi savaş açmışlardır. Bu kitapların oluşturduğu peygamber algısının saltanatı , yüzlerce yıldır kemikleşmiş bir hal aldığı için , bu kitapların karizmalarının artık kalkması gerektiği düşüncesi büyük bir tepki ile karşılanmış, ve savunma ve saldırı şeklinde büyük bir harp başlatılmıştır.
Bugün geleneksel din algısının ortaya çıkardığı peygamber algısının elden gitmemesi için , her türlü yol denenerek , bu algıya karşı Kur'anın peygamberini ortaya çıkarmak iddiasında olanlara "Peygamber Düşmanı" gibi yaftalar takılarak , Kur'anın peygamberinin önünü kapatma çalışmaları her cephede devam etmektedir.
Kur'anda bir çok ayette "Allah ve Elçisine itaat edin" şeklindeki emrin , "Elçiye itaat" edilmesi kısmının , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması nedeniyle , onun sözlerinin yer aldığı kitaplardaki hadislere itaat etmek olduğu düşüncesi, yüzlerce yıldır genel geçer düşünce olarak sunulmaktadır. Bu kitaplardaki rivayetlerin doğru olup olmadığının tahlili , Kur'an ile değil , o rivayetlerin alındığı kimselerin tahlil edilmesi ile sağlandığı için büyük bir problem olan uydurma hadisler kitaplardaki yerini almış ve hala "Buhari hadisi" veya "Müslim hadisi" şeklinde savunulmaya devam edilerek Kur'an ayeti muamelesi görmektedir.
Yüzyıllardır İslam dünyasına hakim olan "Ehli Hadis" fırkası düşünce temelli peygamber algısının , bu kitaplar üzerinde oluşturduğu karizmatik yapı bu kitapları Kur'an ile eşit , hatta Kur'andan daha üst kademeye çıkararak , dinde belirleyici bir hale getirmiş , Kur'an ayetleri bu kitaplardaki rivayetleri doğrulayıcı şekilde tevil edilmeye çalışılmıştır. Bu savaşın hadis kitapları savunuculuğu yapanlar cephesinin söylemlerine baktığımızda , Allah ve elçisine iftira ve yalanlar ile, bu kitapların belirleyiciliğinin devamı için her türlü yol denenerek, saltanatın sürmesi sağlanmaya çalışılmaktadır.
Muhammed (a.s) ın ağzından ona iftira atılarak , getirdiği kitabın dinde belirleyici olma düşüncesi içinde olanlara karşı , kendisine Kur'an gibi bir misli daha verildiği söyletilip , o verilen şeyinde hadis kitaplarında olan sözleri olduğu iddia edilerek bu kitaplara iman ederek Kur'anın ötelemenin, haşa ve kella Muhammed (a.s) ın emri olduğu, hadis literatüründe "ERİKE HADİSİ" olarak geçen rivayet ile kafalara sokulmaya çalışılmış ve bu rivayet Kur'andan bile daha değerli hale getirilmiştir.
Bu meyanda , "Rivayet ve şemail kitaplarının anlattığı peygamber algısına neden bu kadar karşısınız?" sorusunun cevabının verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu sorunun cevabının verilebilmesi için , önce Kur'anın bütün elçilere yüklemiş olduğu görevin okunması ve bilinmesi gerekmektedir.
[021.025] Senden evvel hiç bir Resul göndermedik ki ona şöyle vahyetmiş olmayalım: hakikat bu: benden başka ilâh yoktur, onun için bana ibadet edin
Allah (c.c) nin göndermiş olduğu elçilerin tamamı , onun "Tek İlah" olması gerçeğini ve bu gerçeğin gereği olan görevlerini yerine getirmek için, canla başla çalışmış ve mücadele etmişlerdir. Kur'an bu elçilerin mücadele örneklerini "Kıssa" yolu ile bizlere anlatarak , bu mücadelede bizlere elçilerin yol gösterici olmasını sağlamıştır.
Allah (c.c) nin tek İlah olarak bilinmesi ve bu bilginin hayata geçmesi , insanların sadece ahiret saadeti için değil dünya saadetleri için olmazsa olmaz bir şarttır.
[021.022] Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak fesada uğrardı. O halde Arş'ın Rabbi olan Allah, onların vasfetmekte oldukları şeylerden (bütün noksanlıklardan) beridir, münezzehtir.
Enbiya s. 22. ayeti , Allah (c.c) nin dışındakiler tarafından yönetilen dünyada meydana gelecek olan durumu bizlere , "FESAT" olarak beyan etmektedir. Dünya tarihine baktığımızda , bu beyanın ne kadar doğru olduğu, acı örnekler ile gözlerimizin önündedir. Allah (c.c) den rol çalmaya soyunan sahte ilahların hakimiyet savaşları, dünyayı binlerce yıldır kan ve gözyaşı seline boğmuş , hala aynı durum hız kesmeden, hatta artarak devam etmektedir.
[030.028] O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklarınız olmasını ister de onlarla, eşit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.
Rum suresindeki bu ayette , Allah (c.c) kendi mülkünde ortak kabul etmesinin imkansız olduğunu , elinin altında kölesi bulunan bir kimsenin , kölesi ile kendisinin aynı derecede olmasına tahammül edememesinden örnek vererek , bizim bile tahammül edemediğimiz bir duruma kendisinin asla tahammül etmeyeceğini bildirmektedir.
Mülkü altında olanların tümünün İlahı ve Rabbı olarak bilinmesi gereğine işaret eden Rabbimiz , bunun tersi olarak yapılan İlahlık ve Rablik iddialarından doğacak olan kaos ortamına işaret ederek , böyle bir kaos ortamının doğmaması için , sadece kendisinin insanlar için vaz ettiği sistemin hayata geçmesi gerektiğini istemektedir.
Tarih boyunca gelen elçiler , bu kaosa "Dur" demek için gelmişler , bu durum son elçi olan Muhammed (a.s) a kadar böyle sürmüştür. Muhammed (a.s) , yaşadığı zaman içindeki müstekbirler ile amansız bir mücadeleye girişmiş ve bu mücadelenin temellerini , kendisine anlatılan elçi kıssalarındaki örnekliklerden almıştır.
Muhammed (a.s) bir elçi olarak , şirke karşı açtığı savaşta , her zaman önder olmuş , onun bu önderliği Kur'an ayetleri içinde açık ve net bir biçimde ortaya konulmaktadır.Muhammed (a.s) ın hayatının en doğru ve en gerçek biçimde okunacağı tek kitap "KUR'AN" olup bunun dışındaki kitapların HİÇ BİRİ, onun elçi olma görevi dahilindeki mücadelesini doğru ve gerçek biçimde bizlere anlatamaz.
"ŞİRK" , dünyaya fesat mikrobu yayarak bütün insanları etkisi altına alan evrensel bir hastalık olup , "TEVHİD" bu hastalığın tedavisinde kullanılan tek ve etkili bir ilaçtır. Tarih boyunca gelen elçiler , bu hastalığa karşı mücadele eden önderler olarak, dünyaya evrensel mesajlar taşıyan kişilerdir.
Bugün bu mesajların doğru ve gerçek bir biçimde okunarak , bu elçilerin önderliğindeki Tevhid mücadelesinin yeniden verilmesi, dünyadaki fesadın önlenmesi için şarttır. Bugün bu mücadelenin okunarak yeniden dünyaya anlatılması ve yeryüzünden fesadın kökünün kazınmasının yolu , elçilerin örnekliğinde ve önderliğinde yapılan Tevhid mücadelesinin yeniden okunması ve hayata tatbik edilmesi ile mümkün olacaktır.
Bu mücadelenin önündeki en büyük engellerden bir tanesi, biz Müslümanların Muhammed (a.s) ı tanımak için okudukları Kur'an dışı rivayet ve şemail türü kitaplardır. Bu kitaplardaki peygamber portresi , şirke savaş açan , Tevhidi mücadelenin önderi olan bir peygamber değildir. Bu kitaplardaki peygamber , ümmetine bevl etmeyi , taharetlenmeyi , hangi el ile yemek yemesi gerektiğini , uyuma şeklini öğreten, yaşadığı zamana dair olan bilgileri ve hayata dair kullandığı bilgiler ve uygulamalar sanki ilahi vahiy eseri ve evrensel bilgiler olduğu zannedilen bir kişidir.
Klasik peygamber algısının bizlere empoze etmek istediği şey , onlar tarafından Tevhid mücadelesi diye bir mücadelenin yapılmadığı , hatta klasik peygamber algısı üzerinden , temeli şirk olan düşünce ve sistemlere, Muhammed (a.s) ın destek bile verebileceği algısı yaratılarak , mevcut olan yerleşik sistem ve düşüncelere böyle bir peygamber algısı ile onun tarafından destek aranmaya çalışılmaktadır.
Yaşadığımız zaman içinde yaratılan peygamber algısı , insanlara Tevhidi düşünceyi anlatan ve yaşayan bir peygamber değil , şirke ve zulme alkış tutan bir peygamberdir.
Böyle bir peygamber portresinin artık yaşanan çağa söyleyebileceği herhangi bir sözü yoktur. Böyle bir peygamber portesini bize anlatan rivayet ve şemail kitaplarının artık dini bilgi değeri olduğu konusundaki düşüncelerin Müslümanlar arasında rağbet görmemesi gerekmektedir. Çünkü bu kitaplar yeryüzünde yaygın olan fitne ve fesada karşı herhangi bir sözü olan bir peygamberi bize tanıtmayarak, şirki ve zulmü destekleyen bir peygamberi tanıtmaktadır.
Böyle bir portresi Kur'anda yoktur , ve böyle bir peygamber algısını empoze ederek, kurulu düzenlerinin devamını sağlamaya çalışanların, ahiretteki hesapları çetin olacaktır.
Bize ve yaşayan tüm insanlara , hayatı Rabbinin adı ile okuyan yani olaylara Rabbinin koyduğu ölçüler ve yasalar dahilinde bakan , zalimlere meyl etmeyen , hakkı kimseden korkmadan haykıran , şirke ve zulme savaş açan , tağutlara boyun eğmeyen, inandığı değerlerden en küçük bir taviz dahi vermeyen ,Tevhidin ikamesi için hayatını ortaya koyan, vahyin elçisi olduğunu her zaman hatırlatan bir elçi portresi gerekmektedir. Bu portre bizlere sadece ve sadece KUR'AN içinde anlatılmaktadır.
Böyle bir elçinin şirk ve zulüm düzenleri için büyük bir tehlike olduğunu bilen çağdaş Belamlar , bu elçinin yerine kendi düzenlerinin devamını sağlayan bir elçi portesini insanlara empoze zorunda olduklarını çok iyi bilmektedirler.
Kur'an içinde anlatılan elçiler , bizler için rol model olması gereken kimselerdir. Bu kimseler yaşadıkları zaman ve mekanın sıkıntılarına karşı sesini yükselten insanlar olup , klasik din algısının eseri olan kitaplarda böyle bir peygambere maalesef yer yoktur. Bugün insanlık rol model ihtiyaçlarını başka kimseler ile gidermeye çalışarak , onların rol modelliğinde fesadın çoğalmasına yardımcı olmaktadırlar.
Bugün eğer Muhammed (a.s) hayatta olsa idi ve rivayet ve şemail kitaplarında kendisini tanıtmak adına verilen bilgileri görseydi bütün kitapların yakılmasını ve emretmekten başka bir şey yapmazdı. Eğer hayatta olsa idi , kendisine tabi olduğunu iddia eden Müslümanların haline bakar ve "Ben size böyle olmayı emretmedim" diyerek , kendisi adına yapılan yalan ve iftiraları ret ederdi.
Bugün eğer, Muhammed (a.s) hayatta olsa idi , zamanın bilim , teknoloji v.s gibi "Kevni Ayetler" olarak nitelenen bilgilere bizlerinde sahip olmasını isteyerek , bunların öncülüğünü yapardı. Bugün eğer Muhammed (a.s) sağ olsaydı , rivayet ve şemail kitaplarındaki peygamber portresine iman etmiş olanlar , "Biz böyle bir peygambere inanmıyoruz" diyerek Taifliler gibi onu taşlamaktan başka bir şey yapmazlardı.
Bugün eğer Muhammed (a.s) hayatta olsa idi , kendisine atfedilen ve adına "Sünnet" denilen ve insan olmasının bir gereği olan şeyler yerine "Benim asıl sünnetim bu dur" diyerek , Mekke ve Medine de Tevhidi hakim kılmak , Şirki iptal etmek için yaptığı mücadeleyi yeniden verirdi.
Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) ın okuyup anlaşılmasını sağladığı iddia edilen rivayet ve şemail kitapları , bize Kur'anın tanıttığı bir peygamberi değil , artık 1500 yıl öncesinde kalmış, yaşanan zamana dair sözü olmayan bir peygamberi tanıtmaktadır. Böyle bir peygamber portresinin bizlere örnek olabilmesi artık mümkün değildir.
Bize gerekli olan peygamber portresi , Kur'an içinde bulunmakta ve bizlerin , dünyanın gidişatını okuyarak , gerekli olan rol modelin elçiler olduğunu farketmemizi beklemektedir. Klasik peygamber algısının devamı için yapılan savaşlar , insanlığın "İslam" adlı bir dinin olduğunu ve bu dinin zalimlere meydan vermemek adına her türlü girişimin yapılmasını emrettiğini bilmemelerine sebep olacaktır.
Bugün Kur'anın anlattığı peygamberin önünü kapayarak , rivayet ve şemail kitaplarının anlattığı ve helal ve haram kılma konusunda Allah (c.c) ile ortak görülen bir peygamber anlayışının mücadelesini verenler şunu bilmelidir ki , bu yaptıklarınızın hesabı sizlere ödetileceği gün son pişmanlığınız fayda vermeyecektir.
RABBİMİZ BİZLERİ MUHAMMED (A.S) I RİVAYET VE ŞEMAİL KİTAPLARININ MAHKUMİYETİNDEN KURTARARAK ONU KUR'ANDAN OKUYANLARDAN KILSIN.
9 Şubat 2016 Salı
Kur'anı ve Elçileri Yaşanan Zamanın ve Hayatın İçine Taşımak
Muhammed (a.s) ı farklı anlamaya yönelik temayüller , daha kendisi hayatta iken söylemiş olduğu sözlerin veya yapmış olduğu fiillerin, sahabe tarafından farklı anlaşılması ile başlamıştır. Bir kısım sahabe, sadece onu taklit etmeye yönelirken , diğer bir kısım sahabe ise, onun yapmış olduğu bir fiilin maksadını gözeterek, sadece taklide yönelmeyen bir algıya sahip olmuştur. Abdullah Bin Ömer ve Ebu Hüreyre gibi sahabelerin taklide , Ömer ve Aişe validelerimiz gibi sahabelerin maksada yönelik anlayışları, bu günkü farklı peygamber algılarının temelini oluşturmaktadır.
Onun vefatını müteakip , sahabe arasında baş gösteren bu farklı algılar devam ederek ,taklidi esas alan algı ,"Ehli Hadis" ekolü olarak bildiğimiz, vahyi değil elçinin söylediği iddia edilen sözleri merkeze alan anlayış olarak kendisini göstermiştir. Taklidi esas alan algının farklı bir versiyonu olan "Tasavvuf" ekolü altında onun bedenini, saçını , sakalını , terliğini , hırkasını kutsamayı merkeze alan anlayış baskın hale gelmiş ve hala bu ekoller, ağırlıklı olarak İslam coğrafyası dahilindeki Müslümanlar arasında yaşatılmaktadır.
Muhammed (a.s) bir elçi olması nedeniyle onun Kur'an içinde önemli bir yeri olduğunu herkes gibi bizde kabul etmekteyiz. Ancak bahsettiğimiz ekollerin peygamber algıları ile , Kur'an içindeki peygamberin birbirleri ile alakası olmadığını iddia etmekteyiz. Bahsettiğimiz ekollerin düştüğünü düşündüğümüz en büyük yanılgı , Kur'ana bütüncül yaklaşılmaması neticesinde oluşmuş bir peygamber algısıdır. Bu algıda sadece Muhammed (a.s) öne çıkmakta olup , Kur'an içinde zikri geçen diğer elçiler sanki hiç yokmuşçasına bir algı oluşturulmuştur.
Ayrıca, sadece Muhammed (a.s) ın elçi olarak görüldüğü bu anlayışta , bu elçi yaşadığı zaman içine hapsedilmiş bir hale getirilerek , onun yaşadığı zaman ve mekan dahilindeki yaşantısının ürünü olan sözler ve fiiller sanki evrensel bir mesaj olarak okunarak yaşanan zaman ile alakası olmayan bir peygamber ortaya çıkarılmıştır.
Bu ekollerin peygamberi , bize bevl etmeyi öğreten , 3 taşla tahareti emreden , sağ eli ile yemeyene beddua eden , tedavi için deve sidiği öneren , öğle uykusunu , ayakta su içmemeyi emreden , bize tuvalet adabını öğreten , yerde yemek yemeyi , elle yemeyi , yemekten sonra parmakları yalamayı ve yalatmayı sünnet sayan , günde bir kaç kez mucize gösteren , saçı, sakalı, hırkası,terliği v.s eşyası kutsal olan , konuştukları vahiy olan , Allah (c.c) ile ortak olarak haram helal koyabilen , yeri geldiği zaman kendisine vahyedilenin hükmüne aykırı hüküm verebilen bir kişidir.
Böyle bir peygamberin artık yaşadığımız dünyada yeri yoktur. Böyle bir peygamberin yaşadığımız dünyaya dair herhangi bir sözü de yoktur. Çünkü Muhammed (a.s) ın elçi olma görevinin haricinde yaptığı ve söyledikleri , yaşadığı zaman ve mekan şartları dahilinde söylenmiş ve yapılmıştır. Böyle bir peygamber algısını empoze etmeye çalışan ekollerin yaptığı bu dine düşmanlık yapmaktan öteye geçmemekte , insanlar İslam dininin bu kimselerin anlattığından ibaret ve dinin kendisi olduğunu zannederek , bu dinden fevç fevç kaçmaktadırlar.
Halbuki peygamberler ve onların getirdikleri vahiyler yaşanan hayata dair sözü olan, yapılan yanlışlara "Dur" diyebilen yani yaşanan hayata dokunan sözlerdir. Onların yaşadıkları hayatların bizlere anlatılma gayesi, onların sözlerinin ve hayatlarının evrensel mesajlar içermesidir. Ancak biz bu mesajları geri plana atarak , sadece son elçiyi öne çıkarmaya çalışmakta , bu öne çıkarmamız da onun evrensel mesajını değil , saçı , sakalı , hırkası , terliği gibi bizi ilgilendirmeyen şeyleri ön plana çıkarmaya yöneliktir.
Bu gün bir çok Müslümanın zihnindeki , Muhammed (a.s), sadece rivayet kitapları ve şemail kitapları içine sıkışıp kalmış bir kişidir. Muhammed (a.s) bu kitapların tasallutundan kurtarılıp , Kur'anın anlattığı bir elçi portresi dahilinde okunup anlaşılmadıkça , onun gerçek misyonu doğru olarak anlaşılmayacaktır.
Ancak yaşadığımız coğrafyanın her tarafına yayılmış olan uçan kaçan peygamber algısı , insanları öyle bir etki altına almıştır ki , teklif ettiğimiz şeyin adı "Peygamber Düşmanlığı" olarak görülmektedir. Muhammed (a.s) ı asli görevinin Kur'an içinde beyan edildiğini ve onun rivayet ve şemail kitaplarından değil , Kur'andan okunmasını iddia edenler, kendilerinde böyle bir düşmanlık olmadığını anlatmak için savunma durumuna geçerek vakit kaybetmektedirler.
Bizler kendimizin sapık olmadığını savunma altında anlatmaya çalışmak yerine , sapıklığın bizlerde değil , esas sapıklığın Muhammed (a.s) ı rivayet ve şemail kitaplarına hapsederek onun uçan kaçan bir kişi ve zaman ile bağı olmayan tarihsel bir mitolojik şahsiyet durumuna düşürenlerde olduğunu dile getirmek zorundayız.
Artık bu mitolojik bir şahıs haline sokulmuş elçi algıların değişmesi , Kur'anın ve elçilerin yaşanan hayata dair sözleri olan bir duruma getirilmesi , ve bu algıların önce Müslümanların hayatında , sonra bütün insanların hayatında yer alması gerekmektedir. Bunlar yapılırken , Kur'anın ve elçilerin reformizme kurban edilmesi gibi bir teklifimiz ve düşüncemiz olmadığını hassaten belirtmek istiyoruz. Çünkü Kur'an ve elçiler, doğru bir okuma ve anlama yöntemi ile yeniden okunup anlaşılmayı ve yaşanan hayatlara dair sözleri olduğunun bilinmesini beklemektedir.
Kur'an ve elçiler nasıl bir okuma yöntemi ile yaşanan hayatın ve zamanın içine taşınabilir?.
"Ben Müslümanım" diyenlerin tamamının artık, Kur'an ve elçilerin hayata taşınması gerektiğine dair bir kaygı sahibi olması ve bu kaygı etrafında gerçekleştirilen okuma ve anlayışları gündeme taşıyarak , sağ elle yemenin fazileti veya yatma şeklinin nasıl olması gerektiği gibi, kıldan tüyden meselelerin artık bize bir getirisi olmadığını anlamaları gerekmektedir.
Kur'anın ve elçilerin yaşanan hayatın ve zamanın içine taşınabilmesinin yolu , önce biz Müslümanların yaşanan hayatı ve zamanı doğru biçimde okumasından geçmektedir. Yaşanan hayatın ve zamanın doğru okunması demek , bu yaşananlara Kur'an ve elçiler bağlamında köktenci çarelerin üretilmesi ve dünyaya sunulması demektir.
Bu gün dünya geneline baktığımızda her bir yanda , savaşlar , ekonomik ve sosyal krizler , ahlaki çöküntüler , çevre felaketleri , zulüm , zengin ve fakir arasında akıl almaz uçurumlar gibi insanlık sorunları herkesi kuşatmış vaziyettedir.
"Tarih tekerrürden ibarettir" sözünün gerçek olduğu bir dünyada , bu tür yaşanmışlıklara kimlerin nasıl tepki verdiği ve bu sorunlara nasıl çareler önerildiği önem kazanmaktadır.
Yaşanan dünya üzerindeki sorunların okunarak , bu sorunlara çare üretilme kaygısı ile okunan bir Kur'an , çarenin ta kendisi olarak "Çaresiz değilsiniz çare burada" diyerek bizleri çağırmaktadır.
Kur'an içindeki çarenin okunması için önce hastalığın teşhis edilmesinin gerektiğini düşünmekteyiz. Çağlar boyunca insanlığın karşılaştığı sorunların başında "ŞİRK" hastalığına tutulmuş insanların yaydığı "Fitne ve Fesat" mikrobu bulunmaktadır. Bu mikrobun ortadan kalkması için , önce bu hastalığın kökünün kazınması gerekmektedir. Bu hastalık ortadan kalkmadıkça bu mikroplar dünyaya yayılmaya devam edecektir.
Kur'anın "Kıssa" yollu anlatımları bize bu hastalık ve yaydığı mikropla nasıl mücadele edileceğini öğreten önemli bir reçetedir. Bütün elçilerin mensup oldukları kavimlere, yaşadıkları hayat içinde yapmış oldukları yanlışlara karşı sundukları reçete , "Tevhid" reçetesi yani Allah (c.c) yi tek ilah olarak bilen bir hayatın ikame edilmesi olmuştur.
Lut , Salih , Şuayb (a.s) lar gibi elçilerin kavimlerine karşı söyledikleri sözlere baktığımızda, onlara yaşadıkları hayat içinde yapmış oldukları hataları hatırlatarak engel olmaya çalışmışlardır. Hiç bir elçi kıl tüy meselelerine girmemiş , kendilerinin MELEK değil BEŞER oldukları , bu yaptıklarına karşılık onlardan hiç bir ÜCRET istemediklerini dile getirmişlerdir.
Bu elçiler o kavimlere, sağ elle yemek yemenin, tuvalete sağ ayakla girmenin , sarık sarmanın , sakal bırakmanın faziletlerini değil , yaşadıkları dünyayı fitne ve fesada boğma sebebi olan şirk amellerini terk etmeleri için onlar ile sonuna kadar yılmadan bıkmadan mücadele etmişlerdir.
Son elçi olan Muhammed (a.s), kendisine vahyedilen bu kıssalardaki mücadele örneklerini okuyarak önce kendi hayatına pratize ederek , kavminin şirk amelleri ile nasıl mücadele edilmesi gerektiğini bizlere de öğretmiştir.
Muhammed (a.s) ve diğer elçilerin ortak özelliklerinin , yaşadıkları zaman ve mekanın sorunlarına karşı vahy yolu ile çözüm üreten ve bu çözümleri tebliğ eden ve hayatlarına tatbik eden insanlar olduklarını görürüz. Bu insanlar "Resul" olma görevini yüklendikleri için , yaşanan hayata dair sorunlara çözüm yolunun vahye uymaktan geçtiğini söyleyerek , bu sorunların çaresinin adresini de göstermişlerdir.
Bu güne geldiğimizde , Kur'anı ve elçiyi takip ettiğini iddia eden bizler, okuduğumuz kitabın yaşanan hayatın sorunlarına karşı herhangi bir çözüm önerisi olup olmadığından haberimiz bile olmayan bir hayat sürmekteyiz. Yaşadığımız dünyadaki zulüm , ve ekonomik ve sosyal dengesizlikler , ahlaki çöküşlere karşı bizlerin söyleyecek sözü ve yapması gereken bir çok görevi var iken , bahsettiğimiz her türlü sapmanın en fazla biz Müslümanlara dokunmuş olması, ne kadar zavallı ve aciz bir durumda olduğumuzun kanıtıdır.
Bizler önce kendi üzerimizdeki ölü toprağını kaldırarak bu dinin evrensel çağrısını öğrenip , kendi hayatımıza bu dinin prensipleri ile yön verip , sonra dünyanın bu gidişatına "Dur" demek zorundayız. Kulu olduğumuz Allah (c.c) nin bizlere yüklemiş olduğu görev bu olup , ümmeti olduğunu iddia ettiğimiz Muhammed (a.s) ın 23 yıllık risaleti boyunca görevi , kendisinin bir kul ve elçi olarak yüklenmiş olduğu bu görevi yerine getirmek olmuştur.
İşte böyle bir elçinin bize ve yaşanan hayata dair bir sözü olur , ve dünyadaki bütün ezilenlerin kurtarıcısı olarak görülebilir. Kur'an ve elçilerin eğer yaşanan dünyaya dair söyleyecek sözleri yoksa onlara tabi olmanın hiç bir anlamı ve gereği de olmayacaktır. Bizler Kur'an ve elçilerin bu çağrısını bırakın insanlara anlatabilmeyi kendimizin bile haberdar olmayışımızın neticesinde, irtidat hareketleri gözle görülür biçimde artış göstermiştir.
İnandığı değerlerin yaşanan hayata dokunmasını haklı olarak isteyenler , bu değerlerin böyle bir işlevi olmadığını gördüklerinde çareyi , hayata dokunan başka değerlerde arama yolunu seçmektedirler. Ancak bu değerlerin hiç biri , insanların aradıklarını vermeye muktedir değildir.
Çünkü bu değerler tevhidi değil şirk'i esas alan düşünce temelleri üzerine oturmuş sistemler olup , Allah'a kulluk esasını değil , kula kulluğu esas almaktadır. Bizler tek ilah'a kulluk etmenin gereğini doğru bir biçimde anlatabilirsek , dünyaya dair sözleri olan insanlar konumuna gelerek , dünyanın gidişatına "Dur" diyenlerden olabiliriz. Aksi takdirde sele kapılmış yonga misali, şirk seline kapılmış bir halde kıyamete kadar sürüklenmekten kurtulamayız.
Görülmektedir ki, insanlara bu dini anlatma ve kurtuluşun burada olduğunu göstermenin yolu , bu dinin bir takım emirlerini reformize ederek yani yamultarak insanlara anlatmak değil , yaşanan zamanın her türlü sorunlarına çareler sunduğunu onlara anlatabilmektir.
Sonuç olarak ; Yaşadığımız dünya genelinde bitmek tükenmek bitmeyen huzursuzluklar bütün insanlığı tehdit ve rahatsız etmektedir. Bu durum çare arayışlarını her zaman gündeme getirmiş , ve önerilen çarelerin çaresizlik ürettiği görülmüştür. Allah (c.c) insanların Rabbi ve İlahı olarak onlara nasıl bir düzen içinde yaşamları gerektiğine dair emirleri elçiler vasıtası ile göndermiş olmasına rağmen , zaman içinde bu elçi ve kitaplara bağlı olduğunu iddia edenler , bu kitap ve elçilerin çağrılarını deformasyona uğratmışlardır.
Elçi ve kitaplara karşı yapılan bu haksızlık , dünyanın gidişatına dair bu kitap ve elçilerin sözleri olduğunu unutturarak, insanları başka arayışlara yönlendirmiştir. Bu arayışlar fitne ve fesadın çoğalmasından başka bir işe yaramamış sonuçta yaşadığımız günlere gelinmiştir. Bizler üzerimizdeki ölü toprağını atarak yeniden silkinerek , dünyanın gidişatına "Dur" diyebilen söylemler üreterek , kul olma sorumluluğumuzu yeniden hatırlamak zorundayız.
Bu söylem ancak, din adına üretilmiş olan yanlışların yerine, doğruların ikame edilmesi ile üretilebilir. Kur'an ve elçi konusunda yapılan yanlışlar yeniden ele alınarak bunların yaşanan zamana ve hayata dair en doğru sözleri söylediği, ve bu sözlerin hayata geçirilmediği müddetçe insanlığın kurtuluşunun mümkün olamayacağı , önce biz Müslümanlar tarafından içselleştirilerek tüm dünyaya bu kitabın evrensel mesajı duyurulmalıdır.
RABBİMİZ BİZLERİ KİTABIN VE ELÇİLERİN, ZAMANA VE HAYATA DAİR SÖZLERİ OLDUĞUNU ÖNCE ÖĞRENEN , SONRA BU SÖZLERİ DÜNYAYA ANLATMAYA ÇALIŞANLARDAN KILSIN.
Onun vefatını müteakip , sahabe arasında baş gösteren bu farklı algılar devam ederek ,taklidi esas alan algı ,"Ehli Hadis" ekolü olarak bildiğimiz, vahyi değil elçinin söylediği iddia edilen sözleri merkeze alan anlayış olarak kendisini göstermiştir. Taklidi esas alan algının farklı bir versiyonu olan "Tasavvuf" ekolü altında onun bedenini, saçını , sakalını , terliğini , hırkasını kutsamayı merkeze alan anlayış baskın hale gelmiş ve hala bu ekoller, ağırlıklı olarak İslam coğrafyası dahilindeki Müslümanlar arasında yaşatılmaktadır.
Muhammed (a.s) bir elçi olması nedeniyle onun Kur'an içinde önemli bir yeri olduğunu herkes gibi bizde kabul etmekteyiz. Ancak bahsettiğimiz ekollerin peygamber algıları ile , Kur'an içindeki peygamberin birbirleri ile alakası olmadığını iddia etmekteyiz. Bahsettiğimiz ekollerin düştüğünü düşündüğümüz en büyük yanılgı , Kur'ana bütüncül yaklaşılmaması neticesinde oluşmuş bir peygamber algısıdır. Bu algıda sadece Muhammed (a.s) öne çıkmakta olup , Kur'an içinde zikri geçen diğer elçiler sanki hiç yokmuşçasına bir algı oluşturulmuştur.
Ayrıca, sadece Muhammed (a.s) ın elçi olarak görüldüğü bu anlayışta , bu elçi yaşadığı zaman içine hapsedilmiş bir hale getirilerek , onun yaşadığı zaman ve mekan dahilindeki yaşantısının ürünü olan sözler ve fiiller sanki evrensel bir mesaj olarak okunarak yaşanan zaman ile alakası olmayan bir peygamber ortaya çıkarılmıştır.
Bu ekollerin peygamberi , bize bevl etmeyi öğreten , 3 taşla tahareti emreden , sağ eli ile yemeyene beddua eden , tedavi için deve sidiği öneren , öğle uykusunu , ayakta su içmemeyi emreden , bize tuvalet adabını öğreten , yerde yemek yemeyi , elle yemeyi , yemekten sonra parmakları yalamayı ve yalatmayı sünnet sayan , günde bir kaç kez mucize gösteren , saçı, sakalı, hırkası,terliği v.s eşyası kutsal olan , konuştukları vahiy olan , Allah (c.c) ile ortak olarak haram helal koyabilen , yeri geldiği zaman kendisine vahyedilenin hükmüne aykırı hüküm verebilen bir kişidir.
Böyle bir peygamberin artık yaşadığımız dünyada yeri yoktur. Böyle bir peygamberin yaşadığımız dünyaya dair herhangi bir sözü de yoktur. Çünkü Muhammed (a.s) ın elçi olma görevinin haricinde yaptığı ve söyledikleri , yaşadığı zaman ve mekan şartları dahilinde söylenmiş ve yapılmıştır. Böyle bir peygamber algısını empoze etmeye çalışan ekollerin yaptığı bu dine düşmanlık yapmaktan öteye geçmemekte , insanlar İslam dininin bu kimselerin anlattığından ibaret ve dinin kendisi olduğunu zannederek , bu dinden fevç fevç kaçmaktadırlar.
Halbuki peygamberler ve onların getirdikleri vahiyler yaşanan hayata dair sözü olan, yapılan yanlışlara "Dur" diyebilen yani yaşanan hayata dokunan sözlerdir. Onların yaşadıkları hayatların bizlere anlatılma gayesi, onların sözlerinin ve hayatlarının evrensel mesajlar içermesidir. Ancak biz bu mesajları geri plana atarak , sadece son elçiyi öne çıkarmaya çalışmakta , bu öne çıkarmamız da onun evrensel mesajını değil , saçı , sakalı , hırkası , terliği gibi bizi ilgilendirmeyen şeyleri ön plana çıkarmaya yöneliktir.
Bu gün bir çok Müslümanın zihnindeki , Muhammed (a.s), sadece rivayet kitapları ve şemail kitapları içine sıkışıp kalmış bir kişidir. Muhammed (a.s) bu kitapların tasallutundan kurtarılıp , Kur'anın anlattığı bir elçi portresi dahilinde okunup anlaşılmadıkça , onun gerçek misyonu doğru olarak anlaşılmayacaktır.
Ancak yaşadığımız coğrafyanın her tarafına yayılmış olan uçan kaçan peygamber algısı , insanları öyle bir etki altına almıştır ki , teklif ettiğimiz şeyin adı "Peygamber Düşmanlığı" olarak görülmektedir. Muhammed (a.s) ı asli görevinin Kur'an içinde beyan edildiğini ve onun rivayet ve şemail kitaplarından değil , Kur'andan okunmasını iddia edenler, kendilerinde böyle bir düşmanlık olmadığını anlatmak için savunma durumuna geçerek vakit kaybetmektedirler.
Bizler kendimizin sapık olmadığını savunma altında anlatmaya çalışmak yerine , sapıklığın bizlerde değil , esas sapıklığın Muhammed (a.s) ı rivayet ve şemail kitaplarına hapsederek onun uçan kaçan bir kişi ve zaman ile bağı olmayan tarihsel bir mitolojik şahsiyet durumuna düşürenlerde olduğunu dile getirmek zorundayız.
Artık bu mitolojik bir şahıs haline sokulmuş elçi algıların değişmesi , Kur'anın ve elçilerin yaşanan hayata dair sözleri olan bir duruma getirilmesi , ve bu algıların önce Müslümanların hayatında , sonra bütün insanların hayatında yer alması gerekmektedir. Bunlar yapılırken , Kur'anın ve elçilerin reformizme kurban edilmesi gibi bir teklifimiz ve düşüncemiz olmadığını hassaten belirtmek istiyoruz. Çünkü Kur'an ve elçiler, doğru bir okuma ve anlama yöntemi ile yeniden okunup anlaşılmayı ve yaşanan hayatlara dair sözleri olduğunun bilinmesini beklemektedir.
Kur'an ve elçiler nasıl bir okuma yöntemi ile yaşanan hayatın ve zamanın içine taşınabilir?.
"Ben Müslümanım" diyenlerin tamamının artık, Kur'an ve elçilerin hayata taşınması gerektiğine dair bir kaygı sahibi olması ve bu kaygı etrafında gerçekleştirilen okuma ve anlayışları gündeme taşıyarak , sağ elle yemenin fazileti veya yatma şeklinin nasıl olması gerektiği gibi, kıldan tüyden meselelerin artık bize bir getirisi olmadığını anlamaları gerekmektedir.
Kur'anın ve elçilerin yaşanan hayatın ve zamanın içine taşınabilmesinin yolu , önce biz Müslümanların yaşanan hayatı ve zamanı doğru biçimde okumasından geçmektedir. Yaşanan hayatın ve zamanın doğru okunması demek , bu yaşananlara Kur'an ve elçiler bağlamında köktenci çarelerin üretilmesi ve dünyaya sunulması demektir.
Bu gün dünya geneline baktığımızda her bir yanda , savaşlar , ekonomik ve sosyal krizler , ahlaki çöküntüler , çevre felaketleri , zulüm , zengin ve fakir arasında akıl almaz uçurumlar gibi insanlık sorunları herkesi kuşatmış vaziyettedir.
"Tarih tekerrürden ibarettir" sözünün gerçek olduğu bir dünyada , bu tür yaşanmışlıklara kimlerin nasıl tepki verdiği ve bu sorunlara nasıl çareler önerildiği önem kazanmaktadır.
Yaşanan dünya üzerindeki sorunların okunarak , bu sorunlara çare üretilme kaygısı ile okunan bir Kur'an , çarenin ta kendisi olarak "Çaresiz değilsiniz çare burada" diyerek bizleri çağırmaktadır.
Kur'an içindeki çarenin okunması için önce hastalığın teşhis edilmesinin gerektiğini düşünmekteyiz. Çağlar boyunca insanlığın karşılaştığı sorunların başında "ŞİRK" hastalığına tutulmuş insanların yaydığı "Fitne ve Fesat" mikrobu bulunmaktadır. Bu mikrobun ortadan kalkması için , önce bu hastalığın kökünün kazınması gerekmektedir. Bu hastalık ortadan kalkmadıkça bu mikroplar dünyaya yayılmaya devam edecektir.
Kur'anın "Kıssa" yollu anlatımları bize bu hastalık ve yaydığı mikropla nasıl mücadele edileceğini öğreten önemli bir reçetedir. Bütün elçilerin mensup oldukları kavimlere, yaşadıkları hayat içinde yapmış oldukları yanlışlara karşı sundukları reçete , "Tevhid" reçetesi yani Allah (c.c) yi tek ilah olarak bilen bir hayatın ikame edilmesi olmuştur.
Lut , Salih , Şuayb (a.s) lar gibi elçilerin kavimlerine karşı söyledikleri sözlere baktığımızda, onlara yaşadıkları hayat içinde yapmış oldukları hataları hatırlatarak engel olmaya çalışmışlardır. Hiç bir elçi kıl tüy meselelerine girmemiş , kendilerinin MELEK değil BEŞER oldukları , bu yaptıklarına karşılık onlardan hiç bir ÜCRET istemediklerini dile getirmişlerdir.
Bu elçiler o kavimlere, sağ elle yemek yemenin, tuvalete sağ ayakla girmenin , sarık sarmanın , sakal bırakmanın faziletlerini değil , yaşadıkları dünyayı fitne ve fesada boğma sebebi olan şirk amellerini terk etmeleri için onlar ile sonuna kadar yılmadan bıkmadan mücadele etmişlerdir.
Son elçi olan Muhammed (a.s), kendisine vahyedilen bu kıssalardaki mücadele örneklerini okuyarak önce kendi hayatına pratize ederek , kavminin şirk amelleri ile nasıl mücadele edilmesi gerektiğini bizlere de öğretmiştir.
Muhammed (a.s) ve diğer elçilerin ortak özelliklerinin , yaşadıkları zaman ve mekanın sorunlarına karşı vahy yolu ile çözüm üreten ve bu çözümleri tebliğ eden ve hayatlarına tatbik eden insanlar olduklarını görürüz. Bu insanlar "Resul" olma görevini yüklendikleri için , yaşanan hayata dair sorunlara çözüm yolunun vahye uymaktan geçtiğini söyleyerek , bu sorunların çaresinin adresini de göstermişlerdir.
Bu güne geldiğimizde , Kur'anı ve elçiyi takip ettiğini iddia eden bizler, okuduğumuz kitabın yaşanan hayatın sorunlarına karşı herhangi bir çözüm önerisi olup olmadığından haberimiz bile olmayan bir hayat sürmekteyiz. Yaşadığımız dünyadaki zulüm , ve ekonomik ve sosyal dengesizlikler , ahlaki çöküşlere karşı bizlerin söyleyecek sözü ve yapması gereken bir çok görevi var iken , bahsettiğimiz her türlü sapmanın en fazla biz Müslümanlara dokunmuş olması, ne kadar zavallı ve aciz bir durumda olduğumuzun kanıtıdır.
Bizler önce kendi üzerimizdeki ölü toprağını kaldırarak bu dinin evrensel çağrısını öğrenip , kendi hayatımıza bu dinin prensipleri ile yön verip , sonra dünyanın bu gidişatına "Dur" demek zorundayız. Kulu olduğumuz Allah (c.c) nin bizlere yüklemiş olduğu görev bu olup , ümmeti olduğunu iddia ettiğimiz Muhammed (a.s) ın 23 yıllık risaleti boyunca görevi , kendisinin bir kul ve elçi olarak yüklenmiş olduğu bu görevi yerine getirmek olmuştur.
İşte böyle bir elçinin bize ve yaşanan hayata dair bir sözü olur , ve dünyadaki bütün ezilenlerin kurtarıcısı olarak görülebilir. Kur'an ve elçilerin eğer yaşanan dünyaya dair söyleyecek sözleri yoksa onlara tabi olmanın hiç bir anlamı ve gereği de olmayacaktır. Bizler Kur'an ve elçilerin bu çağrısını bırakın insanlara anlatabilmeyi kendimizin bile haberdar olmayışımızın neticesinde, irtidat hareketleri gözle görülür biçimde artış göstermiştir.
İnandığı değerlerin yaşanan hayata dokunmasını haklı olarak isteyenler , bu değerlerin böyle bir işlevi olmadığını gördüklerinde çareyi , hayata dokunan başka değerlerde arama yolunu seçmektedirler. Ancak bu değerlerin hiç biri , insanların aradıklarını vermeye muktedir değildir.
Çünkü bu değerler tevhidi değil şirk'i esas alan düşünce temelleri üzerine oturmuş sistemler olup , Allah'a kulluk esasını değil , kula kulluğu esas almaktadır. Bizler tek ilah'a kulluk etmenin gereğini doğru bir biçimde anlatabilirsek , dünyaya dair sözleri olan insanlar konumuna gelerek , dünyanın gidişatına "Dur" diyenlerden olabiliriz. Aksi takdirde sele kapılmış yonga misali, şirk seline kapılmış bir halde kıyamete kadar sürüklenmekten kurtulamayız.
Görülmektedir ki, insanlara bu dini anlatma ve kurtuluşun burada olduğunu göstermenin yolu , bu dinin bir takım emirlerini reformize ederek yani yamultarak insanlara anlatmak değil , yaşanan zamanın her türlü sorunlarına çareler sunduğunu onlara anlatabilmektir.
Sonuç olarak ; Yaşadığımız dünya genelinde bitmek tükenmek bitmeyen huzursuzluklar bütün insanlığı tehdit ve rahatsız etmektedir. Bu durum çare arayışlarını her zaman gündeme getirmiş , ve önerilen çarelerin çaresizlik ürettiği görülmüştür. Allah (c.c) insanların Rabbi ve İlahı olarak onlara nasıl bir düzen içinde yaşamları gerektiğine dair emirleri elçiler vasıtası ile göndermiş olmasına rağmen , zaman içinde bu elçi ve kitaplara bağlı olduğunu iddia edenler , bu kitap ve elçilerin çağrılarını deformasyona uğratmışlardır.
Elçi ve kitaplara karşı yapılan bu haksızlık , dünyanın gidişatına dair bu kitap ve elçilerin sözleri olduğunu unutturarak, insanları başka arayışlara yönlendirmiştir. Bu arayışlar fitne ve fesadın çoğalmasından başka bir işe yaramamış sonuçta yaşadığımız günlere gelinmiştir. Bizler üzerimizdeki ölü toprağını atarak yeniden silkinerek , dünyanın gidişatına "Dur" diyebilen söylemler üreterek , kul olma sorumluluğumuzu yeniden hatırlamak zorundayız.
Bu söylem ancak, din adına üretilmiş olan yanlışların yerine, doğruların ikame edilmesi ile üretilebilir. Kur'an ve elçi konusunda yapılan yanlışlar yeniden ele alınarak bunların yaşanan zamana ve hayata dair en doğru sözleri söylediği, ve bu sözlerin hayata geçirilmediği müddetçe insanlığın kurtuluşunun mümkün olamayacağı , önce biz Müslümanlar tarafından içselleştirilerek tüm dünyaya bu kitabın evrensel mesajı duyurulmalıdır.
RABBİMİZ BİZLERİ KİTABIN VE ELÇİLERİN, ZAMANA VE HAYATA DAİR SÖZLERİ OLDUĞUNU ÖNCE ÖĞRENEN , SONRA BU SÖZLERİ DÜNYAYA ANLATMAYA ÇALIŞANLARDAN KILSIN.
8 Şubat 2016 Pazartesi
ENFAL s. 73. Ayeti : Yeryüzünde Fitne ve Fesadı Kaldırma Görevini Yüklenen Müslümanlar
"Fitne" ve "Fesat" kelimelerinin anlamları çerçevesinde meydana gelen olaylar , dünya üzerinde yaşayan insanlar için en büyük tehlike olarak kendisini göstermekte ve bu tehlike ilk insandan beri var olup , son insana kadar devam edecektir. Kur'an kıssalarında anlatılan olaylara baktığımızda , fitne ve fesadın yaygınlaşmasına çalışanlara karşı gönderilen elçilerin önderliğindeki Mü'minler, bu fitne ve fesada ortak olmayarak , fitnenin yeryüzünden kalkması için çabalamışlardır.
[002.193] Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.
[008.039] Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.
Bakara ve Enfal surelerindeki bu ayetler , iman edenlerin üzerine yüklenmiş olan bir görevi beyan etmektedir. Bu ayetlere göre bizlerin asli vazifesi , yeryüzündeki fitne ve fesadı yayanlara engel olmak ve ıslahı yerleştirmektir. Fitne ve fesadın yeryüzünden kaldırılma ve ıslahın yayılması için yapılması gereken ameliyeler , Kur'anın geneline yayılmış ayetler içinde mevcut bulunmaktadır.
Bu yazımızda , Enfal s. 73. ayetinden yola çıkarak , yeryüzündeki fitne ve fesadın nasıl önüne geçilebileceği konusunda, bizlere Kur'an tarafından önerilen yolu okumaya çalışacağız.
[008.073] Ve kafirler o kimseler ki, onların bazıları bazılarının velîleridir. Eğer bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve pek büyük bir fesat olur.
Enfal s. 73. ve Kur'anın diğer ayetlerinde , Kafirlerin birbirlerinin velileri oldukları beyan edilmektedir. Fakat bu ayette, kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkisini, biz Müslümanların kendi aralarında yerine getirmediği takdirde , yeryüzünde fitne ve fesadın çıkacağı haberi verilmektedir. Bize verilen bu haberden yola çıkarak , bu kelimenin ifade ettiği anlamı ve bu anlamın hayatımıza nasıl yansıyabileceği üzerinde düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.
"Düşmanlık" anlamındaki "El Adavetü" kelimesinin zıddı olan "El Velyü" kelimesi, sözlükte "Yakınlık" anlamına gelmektedir. Kişiye sevgi ve yardım amacı ile yaklaşarak onu hiç terk etmeyen yani ona dost olana "Veli" denir. "Vali" kelimesi, insanların işlerini idare etmek için onlara emir ve yasaklar koyarak onların sorumluluğunu üstlenen kişiler için kullanılır.
Bir işte tasarruf sahibi , tasarrufa yetkili kişi , "Veliyyü'l Yetim" : Yetimin işlerini üzerine alan kişi
Bu kelime ayrıca, "İlkbahar yağmurundan sonra gelen yağmura" verilen bir isimdir. Bu yağmur , ilkbahar yağmurunun hemen arkasından yağdığı için "Veli" ismi ile anılmaktadır. Bu yağmura "Veli" ismi verilme sebebi , bu kelimenin sözlük anlamı olan "hemen arkadan gelme arada boşluk bırakmama , yakın olma" gibi anlamlarının dikkate alınmasıdır.
"Veli" kelimesinin , "Kendi cinsinden olmayan bir şeyin araya girememesi" anlamını dikkate alarak, konumuz ile ilgisini şu şekilde kurabiliriz;
Kafirlerin birbirleri ile veli olduğunun haber verilmesini , onların aralarına kendileri gibi kafir olmayan birilerini almayarak , birbirlerine sıkı sıkıya bağlandıkları ve birbirleri ile dostluk ilişkilerinin kuvvetli olduğu , onların bu dostluklarının yeryüzünde fitne ve fesat için çalışmalarını kuvvetlendirdiği haber verilmektedir.
Kafirlerin kendi aralarında "Velayet" ilişkisi içinde bağlı bulundukları, bir çok ayette bizlere hatırlatılmaktadır. Onların bu velayet ilişkisinin anlamı , üretmiş oldukları değerlerin sadece kendi düşüncelerinin ürünü olduğu , ve bu değerlerin temelinde yeryüzünü fitne ve fesada salmak yattığını , yaşadığımız dünya üzerinde canlı örnekleri ile görmekteyiz.
Kafirlerin birbirlerinin velisi olması demek , aralarına kendileri gibi olmayanların düşüncelerini almayan , sadece kendi yanlarından ürettikleri değerleri yaşam alanına sokmaları demektir. Kafirlerin birbirlerinin velisi olması demek, bir Müslümanı aralarına almak sureti ile , onun tarafından önerilen değerleri dikkate alarak , bu değerler üzerine kurulmuş bir yaşam biçimini hayat sahasına koymamaları demektir.
Kafirler arasındaki bu ilişkiyi dikkate aldığımızda , Enfal s. 73. ayetindeki "Eğer bunu yapmazsanız" cümlesi önem kazanmaktadır.
Enfal s. 73. ayeti , kafirlerin kendi aralarında sıkı bir bağ oluşturarak , hayat alanlarına kendileri gibi değer üretmeyenleri ve kendileri tarafından üretilmeyen değerleri almadıkları, yani sadece kendi ürettikleri değerleri hayat safhasına koydukları , bu suretle yeryüzünde fitne ve fesada koştukları , bu fitne ve fesadın önlenmesinin biz Müslümanlara düştüğü haberi verilerek , bu fitne ve fesadın önlenebilmesinin, biz Müslümanların aynı kafirler yapmış olduğu gibi kendimizden olmayan hiç bir düşünceye itibar etmemeleri, sadece kendi kaynağımızdan esinlenerek ürettiğimiz değerleri hayat safhasına koyarak mümkün olacağı bildirilmektedir.
Müslümanlar birbirleri ile nasıl bir velayet ilişkisi içinde olmalıdırlar ?.
Bu sorunun cevabını , "Müslümanların kendilerinin dışındakiler tarafından üretilen yani Müslüman olmayanlar tarafından geliştirilen sistemleri kendi aralarına alarak, içlerinde barındırmamaları yani o sistemler ile kendi hayatlarını yönlendirmemeleri olarak olmalıdır" şeklinde verebiliriz
Müslüman olmayanların ürettikleri değerler ile yönetilen bir dünyayı nasıl felaketler beklemektedir ?.
Bu sorunun cevabı , bizlerden önce yaşanan hayatların anlatıldığı , Kur'an içindeki kıssalarda mevcuttur.
Tarih boyunca Müslüman olmayanlar yani Allah (c.c) ye teslim olmayanlar tarafından üretilen hayat sistemlerinin ortak ismi "ŞİRK" tir. Bu insanların ürettikleri hayat sistemlerinde , Allah (c.c) tarafından elçileri aracılığı ile beyan edilen hayat sistemlerinin yerine , kendileri tarafından üretilen hayat sistemleri rağbet görerek , bu kavimlerin arz üzerinde fitne ve fesat çıkardıkları , ve bu fitne ve fesadın sonunun o kavimlerin dünya hayatlarının, helak edilmek sureti ile son bulduğu görülmektedir.
Salih , Lut , Şuayb (a.s) ların kıssalarını okuduğumuzda , bu kavimlerin şirkleri sonucu ortaya çıkan hayat sistemlerinin , insan dışında canlı hayatına saygı göstermeme , cinsel sapma , bozgunculuk , güçsüzleri ezmek , ekonomik ve sosyal hayatta ölçüsüzlük v.s gibi bir çok hataların tavan yaptığı görülmektedir.
Kavimlerin düşmüş olduğu bu hatalar , başta elçiler olmak üzere onlara tabi olanlar tarafından engellenmeye çalışılmak sureti ile , doğru olanın ikamesi için büyük bir mücadele ortaya konulmuştur. Ancak bu kavimlerin müstekbir ileri gelenlerinin başı çektiği guruplar , kurulu düzenlerinin ellerinden gitmemesi için, var güçleri ile, bu elçiler ve onlarla beraber olanlara karşı şiddetli biçimde karşı koymuşlardır.
Hayatlarını "ŞİRK" temelli sistemler üzerine kurarak , yeryüzünde fitne ve fesada SEBEP olan kavimlerin uğradıkları SONUÇ, o kavimlerin helak edilmek sureti ile tarih sahnesinden silinmesi olmuştur. Kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkilerinin, yani kendi yanlarından üretmiş oldukları sistemleri ayakta tutmak için birbirleri ile sıkı sıkı bağ kurarak , kendi yanlarından üretilmeyen ve şirk'e dayanmayan ilahi sistemi hayata geçirMEdikleri için helak edilmiş olmaları , sadece Kur'anda bahsedilen kavimler ile sınırlı olmayıp , evrensel bir yasa olarak kıyamete kadar sürecektir.
"SEBEP-SONUÇ" ilişkisi dahilinde gerçekleşen helak olaylarının temelinde , kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkisi , bu ilişkinin dünya üzerinde fitne ve fesada sebep olması , ve bunun sonucunda bu kavimlerin helak edilmiş olmaları , bizlere örnek gösterilerek , velayet ilişkisini biz Müslümanların kendi aramızda gerçekleştirmediğimiz takdirde , onlarla aynı sona uğrayacağımız unutulmamalıdır.
Müslümanlar kendi aralarında velayet ilişkisini nasıl gerçekleştirir ?.
"Veli" kavramının , "Kendi cinsinden olmayan bir şeyin araya girememesi ve yakın olmak" anlamını dikkate aldığımızda, Müslümanlar bu kavramı , yaşamları ile ilgili kuralları belirleme noktasında, "Kafir" olarak nitelenen insanların empoze ettiği fikir ve düşüncelere itibar etmeyerek , inandıkları kitabın onlara önerdiği sistemi hayatlarına geçirmek sureti ile, kendi aralarında bu velayet ilişkisini oluşturmuş olacaklardır.
Bizlerin, bu ilişkiyi hayata pratize etmediğimiz takdirde, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesadın olacağı haberinin ne kadar doğru olduğu, bu gün yaşadığımız dünyaya , özellikle Müslüman coğrafyasına baktığımızda maalesef görülecektir.
Ahzab s. 72. ayetinde beyan edilen , göklerin , yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği ağır bir sorumluluğu yüklenen insanın , bu sorumluluklarından bir tanesi belki de en önemlisi, yaşadığı dünyayı ISLAH ediciler olarak yaşayarak , FESAT çıkaranlardan olmayan bir hayat sürmesidir.
016.009] Yolun doğrusunu göstermek Allah'ın tekelindedir. Kimi yollar eğridir. Eğer o dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.»
Nahl s. 9. ayeti önemli bir noktaya dikkat çekerek "Doğru Yol" olarak nitelenebilecek yolun sadece kendisinin önermiş olduğu yol olduğunu beyan etmektedir.
Bu noktada , "Kul" statüsüne sahip olanların önerdikleri yol doğru olmamakta ve bu yolun izlenmesi sonucunda açığa çıkan fitne ve fesadın dünyayı neye çevirdiği, dünya tarihinin sayfalarında acı hatıraları ile yerini almış ve hala aynı durum devam etmektedir.
Dünyanın bu içler acısı gidişatını değiştirme görevi, biz Müslümanlardan başkasına düşmemektedir. Ne acıdır ki Müslümanlar olarak böyle bir görevin farkında bile olmadan , hala kafirler ile velayet ilişkisi içinde kalarak , onlar tarafından önerilmiş olan sistemleri hayatımıza aktararak onlar gibi yaşamaktayız.
Bırakın başka Müslümanların yaşadıkları coğrafyayı , kendi yaşadığımız ülke sınırları dahilinde yaşayan Müslümanların düşünce yapılarına baktığımız zaman , kafirler ile yapılmış velayet ilişkisinin sonucu olan yönetim ve düşünce sistemleri ve ideolojilerin bizler tarafından savunularak , "Ben Müslümanım" demenin gereği olan düşünceler ve fikirlerin savunulmaz hale geldiğini görmekteyiz.
"Ben Müslümanım" diyenlerin dahi , kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan "izm" leri savunur olması , bırakın dünyayı değiştirmeyi , inandığı dinin ona nasıl bir görev yüklediğinin şuurunda dahi olamamış Müslümanların yaşadığı bir dünyanın fitne ve fesattan kurtulması nasıl mümkün olacaktır ?.
Yüklendiği görevin şuurunda dahi olmayan ve sadece kendisine "Dinin bu dur" diyerek anlatılan hurafe ve yalanları din zanneden , Kur'an denilince eline almaya bile korkan bir Müslüman tipinin dünyanın, bu gidişatını değiştirmek noktasında nasıl bir sözü olabilir?.
Hala hadis ve sünnet tartışmaları içinde boğulmuş ve rivayet kitaplarının saltanatının sürmesi için , Allah ve elçisine karşı iftira ve yalan uydurmaktan geri durmayan "Kanaat Önderi" pozisyonunda olanların sürükledikleri insanlar , nasıl ellerine Kur'anı alıp "Acaba Allah (c.c) bize nasıl bir görev yüklemiş" sorusunun cevabını arayan bir okuma ile Kur'an okuyacaklar?.
Hala namazda yapılan şekillerin nasıllığı üzerinden doğan farklı görüşlerin dahi düşmanlık vesilesi haline gelmiş bir dinin mensuplarının , bu düşmanlıklardan vazgeçerek birlik ve beraberliği oluşturabilmeleri için acaba kaç yüz yıl daha geçmesi gerekiyor ?.
Kur'an gözü ile şu anda yaşayan dünya Müslümanlarının durumunu değerlendirmeye çalıştığımız zaman , 40 değil 40 milyon fırın ekmek yenilse dahi bu içler acısı durumdan kurtulmak için çareler aranmaya başlanmasının mümkün olamayacağını üzülerek müşahede etmekteyiz.
Ortaya karamsar bir tablo çizerek bir kenara çekilip her şeyi akışına bırakalım iddiasında değiliz . Önümüzde, kavmine 950 sene tebliğ yapmış bir elçinin sabrı kapı gibi durmakta olup , aynı sabrı bizlerde göstererek , inandığımız yolda ölünceye kadar yürümek zorundayız.
Kendi değerlerimizin farkına varıp , bizim dışımızdakilerin ürettikleri değerleri ret ederek , gerçek bir Tevhit akidesine sahip olmaya çalışmak , dünya üzerinde fitne ve fesadın önlenmesi yönünde atılacak ilk adımdır. Kur'anı farklı amaçlar için değil ,sadece kul olma sorumluluğumuzu öğrenmek için okuyarak , bu sorumluluğu yerine getirmek için okuduklarımızı hayat içinde pratize etmeye çalışmak , bizleri birbirimize düşman hale getiren bir çok meselenin kendiliğinden kapanmasına sebep olacaktır.
Fetih s. 29. ayeti içindeki "Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler" cümlesi , bütün Müslümanlar tarafından düstur haline getirilmedikçe , şu anda bu cümlenin tersi olan durumdan kurtularak dünyaya sözü olan , mazlumların umudu , kafirlerin korkulu rüyası haline gelmemiz mümkün olmayacaktır.
[009.071] Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar; salatı ikame ederler, zekat verirler, Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir.
[004.144] Ey iman edenler, mü'minleri bırakıp kâfirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?
[005.051] Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî edinmeyin! Onlar ancak birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır. Allah böylesi zalimleri doğru yola iletmez.
[005.057] Ey iman edenler! Ne dininizi alay ve eğlence konusu yapan sizden önce kendilerine kitap verilenleri, ne de diğer kâfirleri veli ( üzerinize yönetici) edinmeyin. Mümin iseniz, Allah’ın bu buyruklarına karşı gelmekten sakının!
"Mü'minler" ve "Kafirler" den oluşan iki kutuplu bir dünyanın , kafirler yanında olmamamız gerektiğine dair olan emirler bizler tarafından içselleştirilmedikçe , kafirler tarafından meydana gelen fitne ve fesada bizlerde ortak olarak, onların zulümlerine bir şekilde iştirak etmiş olacağız.
[011.113] Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.
Hud s. 113. ayeti , açık ve net bir biçimde zalimlere karşı olan meyletmenin neticesinin ateş olacağı belirtilmektedir. Bu ateş dokunması sadece cehennem azabı olarak değil , dünya hayatında da kendisini gösterecektir.
Kafirler tarafından dünyaya salınan ateşi söndürmek için çalışmayan her kim olursa olsun , bu ateş zamanla onları da saracaktır. Biz Müslümanların yakılan bu ateşi söndürmek gibi bir çalışma içine girmememiz neticesinde, ateş bizim evlerimizin içine kadar girmiştir. Bu ateşin söndürülmesi için yapılması gerekenler, bize kitap içinde bildirilmiş olmasına rağmen , yandığımızın dahi farkında olmayan bir şuursuzluk içinde hayatını devam ettiren bizlerin, daha kitabı abdestli tutmanın gerekli olduğunu düşünerek kağıt kutsayıcısı bir durumda olmamız , bu ateşin sönmesi bir yana daha da artarak yayılmasına sebep olacaktır.
Sonuç olarak ; Yaratılma gayesi sadece tek ilah ve rab olan Allah (c.c) nin kendisi için belirlediği kurallara uymak olan biz insanlar , bu gayenin dışına çıkarak , yaşam kurallarımızı kendimiz belirlemeye kalktığımızda , kendi yanımızdan uydurduğumuz kurallar sonucunda yeryüzünde fitne ve fesat ortaya çıkmaktadır.
Bu insanların Kur'andaki adı "Kafir" olup , onların birbirleri ile veli oldukları , aynı veliliği bizlerin birbirimiz ile yapması istenerek yeryüzündeki fitne ve fesadın kaldırılarak dinin sadece Allah'ın , yani yaşam kurallarını belirleyen sadece Allah (c.c) olması için çalışmamız gerektiği emredilmektedir.
Müslümanların birbirleri ile velayet ilişkisini nasıl gerçekleştirebileceği Kur'an içinde bulunan ayetlerde mevcut bulunup , sadece bizlerin yaratılış gayemizi hatırlayarak , aramızda velayet ilişkisinin gerçekleştirmenin şart olduğu şuuruna yeniden vakıf olmamızı beklemektedir. Maalesef bizlerin böyle bir şuurun gerekliliği içinde dahi olamamamız , yeryüzündeki fitne ve fesadın gün geçtikçe artarak bizleri de sarmıştır.
RABBİMİZ BİZLERİ YERYÜZÜNDE FİTNE VE FESADIN ORTADAN KALDIRILMASI İÇİN GAYRET EDEN KULLARINDAN KILSIN.
[002.193] Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.
[008.039] Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.
Bakara ve Enfal surelerindeki bu ayetler , iman edenlerin üzerine yüklenmiş olan bir görevi beyan etmektedir. Bu ayetlere göre bizlerin asli vazifesi , yeryüzündeki fitne ve fesadı yayanlara engel olmak ve ıslahı yerleştirmektir. Fitne ve fesadın yeryüzünden kaldırılma ve ıslahın yayılması için yapılması gereken ameliyeler , Kur'anın geneline yayılmış ayetler içinde mevcut bulunmaktadır.
Bu yazımızda , Enfal s. 73. ayetinden yola çıkarak , yeryüzündeki fitne ve fesadın nasıl önüne geçilebileceği konusunda, bizlere Kur'an tarafından önerilen yolu okumaya çalışacağız.
[008.073] Ve kafirler o kimseler ki, onların bazıları bazılarının velîleridir. Eğer bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve pek büyük bir fesat olur.
Enfal s. 73. ve Kur'anın diğer ayetlerinde , Kafirlerin birbirlerinin velileri oldukları beyan edilmektedir. Fakat bu ayette, kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkisini, biz Müslümanların kendi aralarında yerine getirmediği takdirde , yeryüzünde fitne ve fesadın çıkacağı haberi verilmektedir. Bize verilen bu haberden yola çıkarak , bu kelimenin ifade ettiği anlamı ve bu anlamın hayatımıza nasıl yansıyabileceği üzerinde düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.
"Düşmanlık" anlamındaki "El Adavetü" kelimesinin zıddı olan "El Velyü" kelimesi, sözlükte "Yakınlık" anlamına gelmektedir. Kişiye sevgi ve yardım amacı ile yaklaşarak onu hiç terk etmeyen yani ona dost olana "Veli" denir. "Vali" kelimesi, insanların işlerini idare etmek için onlara emir ve yasaklar koyarak onların sorumluluğunu üstlenen kişiler için kullanılır.
Bir işte tasarruf sahibi , tasarrufa yetkili kişi , "Veliyyü'l Yetim" : Yetimin işlerini üzerine alan kişi
Bu kelime ayrıca, "İlkbahar yağmurundan sonra gelen yağmura" verilen bir isimdir. Bu yağmur , ilkbahar yağmurunun hemen arkasından yağdığı için "Veli" ismi ile anılmaktadır. Bu yağmura "Veli" ismi verilme sebebi , bu kelimenin sözlük anlamı olan "hemen arkadan gelme arada boşluk bırakmama , yakın olma" gibi anlamlarının dikkate alınmasıdır.
"Veli" kelimesinin , "Kendi cinsinden olmayan bir şeyin araya girememesi" anlamını dikkate alarak, konumuz ile ilgisini şu şekilde kurabiliriz;
Kafirlerin birbirleri ile veli olduğunun haber verilmesini , onların aralarına kendileri gibi kafir olmayan birilerini almayarak , birbirlerine sıkı sıkıya bağlandıkları ve birbirleri ile dostluk ilişkilerinin kuvvetli olduğu , onların bu dostluklarının yeryüzünde fitne ve fesat için çalışmalarını kuvvetlendirdiği haber verilmektedir.
Kafirlerin kendi aralarında "Velayet" ilişkisi içinde bağlı bulundukları, bir çok ayette bizlere hatırlatılmaktadır. Onların bu velayet ilişkisinin anlamı , üretmiş oldukları değerlerin sadece kendi düşüncelerinin ürünü olduğu , ve bu değerlerin temelinde yeryüzünü fitne ve fesada salmak yattığını , yaşadığımız dünya üzerinde canlı örnekleri ile görmekteyiz.
Kafirlerin birbirlerinin velisi olması demek , aralarına kendileri gibi olmayanların düşüncelerini almayan , sadece kendi yanlarından ürettikleri değerleri yaşam alanına sokmaları demektir. Kafirlerin birbirlerinin velisi olması demek, bir Müslümanı aralarına almak sureti ile , onun tarafından önerilen değerleri dikkate alarak , bu değerler üzerine kurulmuş bir yaşam biçimini hayat sahasına koymamaları demektir.
Kafirler arasındaki bu ilişkiyi dikkate aldığımızda , Enfal s. 73. ayetindeki "Eğer bunu yapmazsanız" cümlesi önem kazanmaktadır.
Enfal s. 73. ayeti , kafirlerin kendi aralarında sıkı bir bağ oluşturarak , hayat alanlarına kendileri gibi değer üretmeyenleri ve kendileri tarafından üretilmeyen değerleri almadıkları, yani sadece kendi ürettikleri değerleri hayat safhasına koydukları , bu suretle yeryüzünde fitne ve fesada koştukları , bu fitne ve fesadın önlenmesinin biz Müslümanlara düştüğü haberi verilerek , bu fitne ve fesadın önlenebilmesinin, biz Müslümanların aynı kafirler yapmış olduğu gibi kendimizden olmayan hiç bir düşünceye itibar etmemeleri, sadece kendi kaynağımızdan esinlenerek ürettiğimiz değerleri hayat safhasına koyarak mümkün olacağı bildirilmektedir.
Müslümanlar birbirleri ile nasıl bir velayet ilişkisi içinde olmalıdırlar ?.
Bu sorunun cevabını , "Müslümanların kendilerinin dışındakiler tarafından üretilen yani Müslüman olmayanlar tarafından geliştirilen sistemleri kendi aralarına alarak, içlerinde barındırmamaları yani o sistemler ile kendi hayatlarını yönlendirmemeleri olarak olmalıdır" şeklinde verebiliriz
Müslüman olmayanların ürettikleri değerler ile yönetilen bir dünyayı nasıl felaketler beklemektedir ?.
Bu sorunun cevabı , bizlerden önce yaşanan hayatların anlatıldığı , Kur'an içindeki kıssalarda mevcuttur.
Tarih boyunca Müslüman olmayanlar yani Allah (c.c) ye teslim olmayanlar tarafından üretilen hayat sistemlerinin ortak ismi "ŞİRK" tir. Bu insanların ürettikleri hayat sistemlerinde , Allah (c.c) tarafından elçileri aracılığı ile beyan edilen hayat sistemlerinin yerine , kendileri tarafından üretilen hayat sistemleri rağbet görerek , bu kavimlerin arz üzerinde fitne ve fesat çıkardıkları , ve bu fitne ve fesadın sonunun o kavimlerin dünya hayatlarının, helak edilmek sureti ile son bulduğu görülmektedir.
Salih , Lut , Şuayb (a.s) ların kıssalarını okuduğumuzda , bu kavimlerin şirkleri sonucu ortaya çıkan hayat sistemlerinin , insan dışında canlı hayatına saygı göstermeme , cinsel sapma , bozgunculuk , güçsüzleri ezmek , ekonomik ve sosyal hayatta ölçüsüzlük v.s gibi bir çok hataların tavan yaptığı görülmektedir.
Kavimlerin düşmüş olduğu bu hatalar , başta elçiler olmak üzere onlara tabi olanlar tarafından engellenmeye çalışılmak sureti ile , doğru olanın ikamesi için büyük bir mücadele ortaya konulmuştur. Ancak bu kavimlerin müstekbir ileri gelenlerinin başı çektiği guruplar , kurulu düzenlerinin ellerinden gitmemesi için, var güçleri ile, bu elçiler ve onlarla beraber olanlara karşı şiddetli biçimde karşı koymuşlardır.
Hayatlarını "ŞİRK" temelli sistemler üzerine kurarak , yeryüzünde fitne ve fesada SEBEP olan kavimlerin uğradıkları SONUÇ, o kavimlerin helak edilmek sureti ile tarih sahnesinden silinmesi olmuştur. Kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkilerinin, yani kendi yanlarından üretmiş oldukları sistemleri ayakta tutmak için birbirleri ile sıkı sıkı bağ kurarak , kendi yanlarından üretilmeyen ve şirk'e dayanmayan ilahi sistemi hayata geçirMEdikleri için helak edilmiş olmaları , sadece Kur'anda bahsedilen kavimler ile sınırlı olmayıp , evrensel bir yasa olarak kıyamete kadar sürecektir.
"SEBEP-SONUÇ" ilişkisi dahilinde gerçekleşen helak olaylarının temelinde , kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkisi , bu ilişkinin dünya üzerinde fitne ve fesada sebep olması , ve bunun sonucunda bu kavimlerin helak edilmiş olmaları , bizlere örnek gösterilerek , velayet ilişkisini biz Müslümanların kendi aramızda gerçekleştirmediğimiz takdirde , onlarla aynı sona uğrayacağımız unutulmamalıdır.
Müslümanlar kendi aralarında velayet ilişkisini nasıl gerçekleştirir ?.
"Veli" kavramının , "Kendi cinsinden olmayan bir şeyin araya girememesi ve yakın olmak" anlamını dikkate aldığımızda, Müslümanlar bu kavramı , yaşamları ile ilgili kuralları belirleme noktasında, "Kafir" olarak nitelenen insanların empoze ettiği fikir ve düşüncelere itibar etmeyerek , inandıkları kitabın onlara önerdiği sistemi hayatlarına geçirmek sureti ile, kendi aralarında bu velayet ilişkisini oluşturmuş olacaklardır.
Bizlerin, bu ilişkiyi hayata pratize etmediğimiz takdirde, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesadın olacağı haberinin ne kadar doğru olduğu, bu gün yaşadığımız dünyaya , özellikle Müslüman coğrafyasına baktığımızda maalesef görülecektir.
Ahzab s. 72. ayetinde beyan edilen , göklerin , yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği ağır bir sorumluluğu yüklenen insanın , bu sorumluluklarından bir tanesi belki de en önemlisi, yaşadığı dünyayı ISLAH ediciler olarak yaşayarak , FESAT çıkaranlardan olmayan bir hayat sürmesidir.
016.009] Yolun doğrusunu göstermek Allah'ın tekelindedir. Kimi yollar eğridir. Eğer o dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.»
Nahl s. 9. ayeti önemli bir noktaya dikkat çekerek "Doğru Yol" olarak nitelenebilecek yolun sadece kendisinin önermiş olduğu yol olduğunu beyan etmektedir.
Bu noktada , "Kul" statüsüne sahip olanların önerdikleri yol doğru olmamakta ve bu yolun izlenmesi sonucunda açığa çıkan fitne ve fesadın dünyayı neye çevirdiği, dünya tarihinin sayfalarında acı hatıraları ile yerini almış ve hala aynı durum devam etmektedir.
Dünyanın bu içler acısı gidişatını değiştirme görevi, biz Müslümanlardan başkasına düşmemektedir. Ne acıdır ki Müslümanlar olarak böyle bir görevin farkında bile olmadan , hala kafirler ile velayet ilişkisi içinde kalarak , onlar tarafından önerilmiş olan sistemleri hayatımıza aktararak onlar gibi yaşamaktayız.
Bırakın başka Müslümanların yaşadıkları coğrafyayı , kendi yaşadığımız ülke sınırları dahilinde yaşayan Müslümanların düşünce yapılarına baktığımız zaman , kafirler ile yapılmış velayet ilişkisinin sonucu olan yönetim ve düşünce sistemleri ve ideolojilerin bizler tarafından savunularak , "Ben Müslümanım" demenin gereği olan düşünceler ve fikirlerin savunulmaz hale geldiğini görmekteyiz.
"Ben Müslümanım" diyenlerin dahi , kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan "izm" leri savunur olması , bırakın dünyayı değiştirmeyi , inandığı dinin ona nasıl bir görev yüklediğinin şuurunda dahi olamamış Müslümanların yaşadığı bir dünyanın fitne ve fesattan kurtulması nasıl mümkün olacaktır ?.
Yüklendiği görevin şuurunda dahi olmayan ve sadece kendisine "Dinin bu dur" diyerek anlatılan hurafe ve yalanları din zanneden , Kur'an denilince eline almaya bile korkan bir Müslüman tipinin dünyanın, bu gidişatını değiştirmek noktasında nasıl bir sözü olabilir?.
Hala hadis ve sünnet tartışmaları içinde boğulmuş ve rivayet kitaplarının saltanatının sürmesi için , Allah ve elçisine karşı iftira ve yalan uydurmaktan geri durmayan "Kanaat Önderi" pozisyonunda olanların sürükledikleri insanlar , nasıl ellerine Kur'anı alıp "Acaba Allah (c.c) bize nasıl bir görev yüklemiş" sorusunun cevabını arayan bir okuma ile Kur'an okuyacaklar?.
Hala namazda yapılan şekillerin nasıllığı üzerinden doğan farklı görüşlerin dahi düşmanlık vesilesi haline gelmiş bir dinin mensuplarının , bu düşmanlıklardan vazgeçerek birlik ve beraberliği oluşturabilmeleri için acaba kaç yüz yıl daha geçmesi gerekiyor ?.
Kur'an gözü ile şu anda yaşayan dünya Müslümanlarının durumunu değerlendirmeye çalıştığımız zaman , 40 değil 40 milyon fırın ekmek yenilse dahi bu içler acısı durumdan kurtulmak için çareler aranmaya başlanmasının mümkün olamayacağını üzülerek müşahede etmekteyiz.
Ortaya karamsar bir tablo çizerek bir kenara çekilip her şeyi akışına bırakalım iddiasında değiliz . Önümüzde, kavmine 950 sene tebliğ yapmış bir elçinin sabrı kapı gibi durmakta olup , aynı sabrı bizlerde göstererek , inandığımız yolda ölünceye kadar yürümek zorundayız.
Kendi değerlerimizin farkına varıp , bizim dışımızdakilerin ürettikleri değerleri ret ederek , gerçek bir Tevhit akidesine sahip olmaya çalışmak , dünya üzerinde fitne ve fesadın önlenmesi yönünde atılacak ilk adımdır. Kur'anı farklı amaçlar için değil ,sadece kul olma sorumluluğumuzu öğrenmek için okuyarak , bu sorumluluğu yerine getirmek için okuduklarımızı hayat içinde pratize etmeye çalışmak , bizleri birbirimize düşman hale getiren bir çok meselenin kendiliğinden kapanmasına sebep olacaktır.
Fetih s. 29. ayeti içindeki "Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler" cümlesi , bütün Müslümanlar tarafından düstur haline getirilmedikçe , şu anda bu cümlenin tersi olan durumdan kurtularak dünyaya sözü olan , mazlumların umudu , kafirlerin korkulu rüyası haline gelmemiz mümkün olmayacaktır.
[009.071] Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar; salatı ikame ederler, zekat verirler, Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir.
[004.144] Ey iman edenler, mü'minleri bırakıp kâfirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?
[005.051] Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî edinmeyin! Onlar ancak birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır. Allah böylesi zalimleri doğru yola iletmez.
[005.057] Ey iman edenler! Ne dininizi alay ve eğlence konusu yapan sizden önce kendilerine kitap verilenleri, ne de diğer kâfirleri veli ( üzerinize yönetici) edinmeyin. Mümin iseniz, Allah’ın bu buyruklarına karşı gelmekten sakının!
"Mü'minler" ve "Kafirler" den oluşan iki kutuplu bir dünyanın , kafirler yanında olmamamız gerektiğine dair olan emirler bizler tarafından içselleştirilmedikçe , kafirler tarafından meydana gelen fitne ve fesada bizlerde ortak olarak, onların zulümlerine bir şekilde iştirak etmiş olacağız.
[011.113] Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.
Hud s. 113. ayeti , açık ve net bir biçimde zalimlere karşı olan meyletmenin neticesinin ateş olacağı belirtilmektedir. Bu ateş dokunması sadece cehennem azabı olarak değil , dünya hayatında da kendisini gösterecektir.
Kafirler tarafından dünyaya salınan ateşi söndürmek için çalışmayan her kim olursa olsun , bu ateş zamanla onları da saracaktır. Biz Müslümanların yakılan bu ateşi söndürmek gibi bir çalışma içine girmememiz neticesinde, ateş bizim evlerimizin içine kadar girmiştir. Bu ateşin söndürülmesi için yapılması gerekenler, bize kitap içinde bildirilmiş olmasına rağmen , yandığımızın dahi farkında olmayan bir şuursuzluk içinde hayatını devam ettiren bizlerin, daha kitabı abdestli tutmanın gerekli olduğunu düşünerek kağıt kutsayıcısı bir durumda olmamız , bu ateşin sönmesi bir yana daha da artarak yayılmasına sebep olacaktır.
Sonuç olarak ; Yaratılma gayesi sadece tek ilah ve rab olan Allah (c.c) nin kendisi için belirlediği kurallara uymak olan biz insanlar , bu gayenin dışına çıkarak , yaşam kurallarımızı kendimiz belirlemeye kalktığımızda , kendi yanımızdan uydurduğumuz kurallar sonucunda yeryüzünde fitne ve fesat ortaya çıkmaktadır.
Bu insanların Kur'andaki adı "Kafir" olup , onların birbirleri ile veli oldukları , aynı veliliği bizlerin birbirimiz ile yapması istenerek yeryüzündeki fitne ve fesadın kaldırılarak dinin sadece Allah'ın , yani yaşam kurallarını belirleyen sadece Allah (c.c) olması için çalışmamız gerektiği emredilmektedir.
Müslümanların birbirleri ile velayet ilişkisini nasıl gerçekleştirebileceği Kur'an içinde bulunan ayetlerde mevcut bulunup , sadece bizlerin yaratılış gayemizi hatırlayarak , aramızda velayet ilişkisinin gerçekleştirmenin şart olduğu şuuruna yeniden vakıf olmamızı beklemektedir. Maalesef bizlerin böyle bir şuurun gerekliliği içinde dahi olamamamız , yeryüzündeki fitne ve fesadın gün geçtikçe artarak bizleri de sarmıştır.
RABBİMİZ BİZLERİ YERYÜZÜNDE FİTNE VE FESADIN ORTADAN KALDIRILMASI İÇİN GAYRET EDEN KULLARINDAN KILSIN.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)