(El ğaybü)= Güneş veya başka bir şey gözden gizli,saklı hale geldi, gizlendi,saklandı anlamına gelen "ğaabe" fiilinin masdarıdır. Fiil olarak "ğaabe annii kezee"(bir şey benden gizli, saklı geldi ) anlamında kullanılır. Ayrıca , algıdan ve insanın bilgisine gizli, saklı kalan şeylerden'de gizli saklı (ğaaibün) kalanlarla ilgili kullanılır.
Herhangi bir şeye insanlar nazarı dikkate alınarak "ğaybün" ve "ğaaibün" denir, yoksa yüce Allah dikkate alınarak değildir. Zira nasıl ki ondan göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey kaçmazsa aynı şekilde hiçbir şey'de onun için ğayb değildir.
Bu kelime ve türevlerinin kur'anda geçen ayet mealleri şu şekildedir. Bu ayetleri , 1-Allah cc nin gaybı bilmesi, 2- elçilerine gaybı açması, 3- mü'minlerin vasıflarından biri olması , 4- muhammed as ın gayb bilgisinin olmadığı, 5- gaybını kimseye açmadığı şeklinde kategorize etmek mümkündür.
1- ALLAH CC NİN GAYBI BİLMESİ
[002.033] (Allah): «Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.» dedi.
Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): «Ben
size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da,
içinizde gizlediğinizi de bilirim» dememiş miydim?» dedi.
[005.109] O gün ki Allah bütün Resulleri toplayacak da «size ne cevab
verildi?» buyuracak; «bizde ilim yok, sensin allâmülguyûb sen» diyecekler
[005.116] Hem Allah buyurduğu vakit: Ey Meryemin oğlu Isâ! Sen mi dedin o
insanlara; «beni ve anamı Allahın yanında iki ilâh edinin» diye? hâşâ, der:
münezzeh sübhansın yarab! Benim için hakk olmıyan bir sözü söylemekliğim bana
yakışmaz, eğer söyledimse elbette ma'lûmundur, sen benim nefsimdekini bilirsin:
ben ise senin zatindekini bilmem, şüphesiz ki sen «allâmülguyub» sun
[006.059] Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada
ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı
kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.
[006.073] Ve o Gökleri, Yeri yaradan hakkıyle o, hem ol! diyeceği gün o da
oluverir. Hak onun dediği, Sur üfürüleceği gün de mülk onun, hem gaybe âlim hem
şehadete, hakîm odur, habîr o
007.007] Sonra da onlara (yapmış olduklarını) bir bilgi ile elbette
anlatacağız ve Biz (onlardan) gaibler olmuş değil idik.
[009.078] Onlar bilmiyorlar mı ki, elbette Allah, onların gizli
tuttuklarını da, fısıldaştıklarını da biliyor. Gerçekten Allah, gaybın bilgisine
sahip olandır.
[009.094] Onlara geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: «Özür
belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize, sizin durumunuzu haber
vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir,O'nun Resulü de. Sonra gaybı da,
müşahede edilebileni de Bilen'e döndürüleceksiniz ve O, yapmakta olduklarınızı
size haber verecektir.»
[009.105] Ve de ki: «(Dilediğinizi) Yapınız. Elbette ki, Allah Teâlâ ve
O'nun Peygamberi ve mü'minler sizin yaptıklarınızı göreceklerdir. Ve siz gaybı
da, meşhut olanı da bilen zâta elbette döndürüleceksinizdir. Artık o da neler
yapar olduğunuzu size haber verecektir.»
[010.020] «Rabbinden ona (Muhammed'e) bir mucize indirilse ne olur!»
derler. Onlara de ki: «Gaybı bilmek Allah'a mahsustur; bekleyin, doğrusu ben de
sizinle birlikte beklemekteyim.»
[011.123] Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na
döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan
habersiz değildir.
[013.009] O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür,
yücedir.
[016.077] Bütün Semavât-ü Arzın gaybını bilmek de Allaha mahsus, saat emri
ise sâde lemhi basar gibi yâhud daha yakındır, şüphe yok ki Allah her şey'e
kadir
[018.026] De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir.
Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel
işitendir! İnsanların O'ndan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığa
ortak kılmaz.»
[023.092] Allah, gaybı da şehâdeti de bilendir. O, müşriklerin ortak
koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.
[027.065] De ki: «Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur.» Ne
zaman diriltileceklerini de bilmezler.
[027.075] Ve Yerde, Gökte hiç bir gâib yoktur ki açık bir kitabda
olmasın
[032.006] İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü
olan, esirgeyen O'dur.
034.003] İnkâr edenler: «Bize o kıyamet saati gelmez.» dediler. De ki:
«Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbim hakkı için kıyamet size mutlaka
gelecektir. O'nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey kaçmaz. Bundan
daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır.»
[034.048] De ki: «Muhakkak Rabbim hakkı ilkâ eder, bütün gaybleri tamamıyla
bilendir.»
[035.038] Allah şüphesiz, göklerin ve yerin gaybını bilir. Doğrusu O
kalplerde olanı bilendir.
[039.046] De ki: «Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahade edilebileni
de bilen Allah'ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen
hüküm vereceksin.»
[049.018] Doğrusu Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah,
yaptıklarınızı görendir.
[059.022] O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede
edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur.
[062.008] De ki: haberiniz olsun o kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak gelip
size çatacak, sonra, o bütün gayb ve şehadeti bilene iade olunacaksınız da o
size neler yaptığınızı haber verecektir
[064.018] Gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, Aziz (üstün ve güçlü),
Hakim (hüküm ve hikmet sahibi) olandır.
2-ELÇİLERİNE GAYBI AÇMASI
[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi
kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken
de orada bulunmadın.
[003.179] Allah inananları sizin durumunuzda bırakacak değildir, temizi
pisten ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek değildir; fakat Allah
peygamberlerinden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah'a ve
peygamberlerine inanın; inanır ve sakınırsanız size büyük ecir vardır.
[011.049] İşte bunlar gayb haberlerinden, sana bunları vahyile
bildiriyoruz, bundan evvel onları ne sen bilirdin ne kavmin, böyle, o halde
sabret, her halde akıbet müttekılerindir.
[012.102] İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana
vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların
yanında değildin (ki bunları bilesin).
[018.022] (Kimileri): «Üçtür. Dördüncüleri köpekleridir.» diyecekler;
(kimileri de): «Beştir, altıncıları köpekleridir.» diyecekler. Her ikisi de
gaybi taşlama=bilinmeyen şey hakkında tahmin yürütmektir. (Bir kısmı da):
«Yedidir, sekizincileri köpekleridir.» diyecekler. De ki: «Onların sayılarını
Rabbim daha iyi bilir; onları insanlardan ancak pek azı bilir.» Artık bunlar
hakkında bildirilenin dışında bir tartışmaya girişme ve bunlar hakkında hiç
kimseye birşey sorma!
[072.026-8] O bütün gaybı bilir. Fakat gayblarına kimseyi vakıf etmez.
Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda o elçisinin önüne ve
arkasına gözetleyiciler yerleştirir, ta ki o elçiler Rab’lerinin mesajlarını, o
gözetleyicilerin kendilerine hakkıyle tebliğ ettiklerini kesin olarak bilsinler.
Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa herşeyi ilmiyle ihata etmiş,
her şeyi bir bir kaydetmiştir.
[081.024] O, gayb hakkında cimri de değildir.
3-MÜ'MİNLERİN VASIFLARINDAN BİRİ OLMASI
[002.003] Onlar, gaybe inanırlar, salatı ikame ederler, kendilerine verdiğimiz
rızıktan yerli yerince sarfederler.
[004.034] Er olanlar kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kerre
Allah birini diğerinden üstün yaratmış bir de erler mallarından infak
etmektedirler, onun için iyi kadınlar itaatkârdırlar, Allah kenidlerini
sakladığı cihetle kendileri de gaybı muhafaza ederler, serkeşliklerinden endişe
ettiğiniz kadınlara gelince: evvelâ kendilerine nasıhat edin, sonra yattıkları
yerde mehcur bırakın, yine dinlemezlerse döğün, dinledikleri halde incitmeye
bahane aramayın, çünkü Allah çok yüksek, çok büyük bulunuyor
[005.094] Ey İnananlar! Gıyabında Kendisinden, kimin korktuğunu ortaya
koymak için, (ihramlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle
Allah and olsun ki sizi dener. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici
azab vardır.
[012.052] Yusuf, «Maksadım, vezire, gıyabında ihanet etmediğimi, hainlerin
tuzaklarını Allah'ın başarıya erdirmediğini bilmesini sağlamaktı» dedi.
[019.061] Rahman'ın kullanna gıyaben söz verdiği Adn cennetlerine, şüphe
yok ki, O'nun verdiği söz, daima yerine getirilmiştir.
[021.049] Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir
haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte
olanlardır.'
[035.018] Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü
ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek,
isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırısın ki, gaybda
Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf
kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah'adır.
036.011] Ancak zikri ta'kıyb eden ve gaybde rahmana haşyet besliyen kimseyi
sakındırırsın, işte onu hem bir mağrifetle hem bir ecri kerîm ile müjdele
[050.033] Gaybde rahmana haşyet duyan ve inâbeli bir kalb ile gelen
kimselere
[057.025] Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve
insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı
indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için
faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım
edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.
[067.012] Çünkü o rablarına gıyabda saygı besliyenler yokmu, muhakkak ki
mağfiret ve büyük bir ecir onlar içindir
4-MUHAMMED AS IN GAYBI BİLMEDİĞİ
[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da
bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.»
De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»
[007.188] De ki: «Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir
fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette
daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece
inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.»
[011.031] «Size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem;
doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum; küçük gördüklerinize Allah iyilik
vermeyecektir diyemem; içlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz
haksızlık edenlerden olurum.»
5- GAYBI KİMSEYE AÇMADIĞI
[019.078] O, gaybı mı bildi, yoksa Allah'ın katından bir söz mü aldı?
[012.081] Babanıza dönün ve deyin ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık
etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri
değiliz.
[034.014] Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak
değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki
cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.
[034.053] Halbuki, O'nu evvelce inkar etmişlerdi ve gayba uzak bir yerden
taş atıyorlardı.
[052.041] Yoksa gayb (bilgisi) onların katında mıdır, böylece onlar yazıp
duruyorlar?
[082.016] Ve ondan gâib olmıyacaklardır
"Ğayabetin" kelimesi olarak yusuf s 10 ve 15. ayetlerinde geçer
[012.010] İçlerinden biri: «Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun
derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur»
dedi.
[012.015] Yusuf'u oturup bir kuyunun derinliklerine bırakmayı
kararlaştırdılar. Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan
haber vereceksin, diye vahyettik.
Kategorize etmeye çalışarak meallerini verdiğimiz "ğayb" kelimesi ve türevlerinin tamamı yukarda olup ilgili ayetlerinin , elçilere açılan gaybın sınırı ve mahiyeti ile konusu ile ilgili olarak düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
"Muhammed as ın gaybı bilmediği" başlığı altındaki ayetlerin rehberliği altında muhammed as ın gayb bilgisinin olmadığı kesin olarak bildirilmesine rağmen, hadis literatümüzde fiten ve melahim başlıkları altındaki hadisler bu ayetleri yok sayarcasına bir çok gaybi haberi muhammed as a istinaden vermektedirler. "Ben gaybi bilmem" diyen bir elçinin bu tür haberler vermesinin mümkün olmadığı bilinmesine rağmen fırkacılık taasubu daha baskın gelmiş herkes kendi fırkasını övmek veya düşman fırkayı yermek amaçlı olarak muhammed as ın ağzından bu sözleri ona iftira olarak isnad etmekten çekinmemişlerdir.
"Elçilerine gaybı açması" başlığı altındaki ayetlerin rehberliğinde muhammed as a açılan gaybın mahiyeti açıkça bildirilmiştir. Kendisinden önceki kavimler ile ilgili haberler gayb'ın kur'an ayetleri içinde açılması yolu ile ona bildirilmiş olup , gelecek gayb ile haberler yani kıyamet,hesap cennet,cehennem gibi haberler yine kur'an ayetleri içinde ona açılmış , o da elçiliği gereği bu haberleri insanlara okumuştur.
Geçmiş kavimler ve elçiler ile ilgili haberler ona kıssa yollu anlatımlar olarak verilmiş ve bazı kıssaların sonlarında"sen ve kavmin bunu dah önceden bilmiyordun" veya sen yanlarında değildin" şeklindeki ayetlerle bu kıssalar ile bilgisinin sadece kur'an ayetleri miktarı kadar olduğunu bildiren ayetlerin aksine olarak tefsir kitaplarında yer alan rivayetlerde anlatılan kıssalardan kat kat fazla olarak kur'an harici bilgiler ile doldurulmuş ve adına hadis denilerek muhammed as a atfedilmiştir. Kur'an , "senin bilgin bu kadar" demasine rağmen muhammed as bu bilgileri acaba nereden aldı diye sormak maalesef kimsenin aklına gelmemiş aksine hikaye ve masal türünden olması hasebiyle çoğu insanlar arasında rağbet bile görmüştür. Şunu kesinlikle ifade edelimki; tefsir kitaplarında geçmiş kavimlerin kıssalarına ait kur'ab harici bilgilerin tamamı uydurma ve israilyyat adı verilen bilgiler kapsamında olup "hadis" adı altında gelen haberlerin tamamı uydurmadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
12 Kasım 2013 Salı
11 Kasım 2013 Pazartesi
Hud s. 71. Ayeti Örneğinde Allah c.c nin ,Kulunun Kiminle Evleneceğini ve İmtihanın Sonucunu Bilmesi
Gündemimizde yer alan tartışma konularından bir tanesi sayın Abdülaziz bayındır hocanın, 2012 senesi aralık ayında gündeme düşen bir telefon konuşmasında sorulan soruya, "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" şeklinde bir cevap vermesi ve bunun sonucunda tartışılmaya başlanan Allah cc nin bilgisinin sınırı konusu hala devam etmektedir.
Sayın hoca bu konu ile ilgili bir çok ders yapmış ve yaptığı derslerindeki ana fikir "ALLAH KULUNUN İMTİHAN GEREĞİ OLARAK YAPACAKLARINI BİLMEZ" şeklinde özetlenebilir. Bu düşüncenin Kur'an ölçeğinde yapılacak bir değerlendirme sonucunda doğru olup olmadığı konusunda hud s. 71. ayeti çerçevesinde bir değerlendirme yapmak istiyoruz.
Lut as ın kavminin helakını haber vermek için önce İbrahim as'a gelen elçiler ile ilgili bilgi "İbrahim'in misafirleri" kıssası olarak hud,hicr ve zariyat surelerinde anlatılmaktadır. Önce , Allah cc nin kur'anda kıssa yollu anlatımlarındaki hikmet ile ilgili kısa bir hatırlatma yapmak istiyoruz.
Rabbimiz kitabının bir çok ayetinde bizlere geçmişlerin haberlerini anlatarak o haberlerden ibret almamızı istemektedir. Kıssalardan doğru bir bilgi edinmek için o kıssanın anlatıldığı zaman ve mekan ile ilgili bilgilerin kur'anda verilmemesi bizlere kıssa yollu anlatımların ibret vesikaları olmaları yönünün hatırlatılması içindir. Kıssalarda dikkatimizi çeken yönlerden biriside aynı olayın değişik Kur'an ayetlerinde farklı ibarelerle ve farklı açılardan gösterilerek anlatılmasıdır. Aynı olayın kur'ana dağıtılmış ayetlerinde farklı ibareler kullanılma sebebi acaba ne olabilir? diye sorulduğu zaman aklımıza bir kaç cevap gelebilir. 1-kur'an kıssa anlatımlarının tarihi olaylar gözü ile bakılmasını istemez. 2-kur'an kıssa yollu anlatımlar ile muhataplarına mesaj vermek amacını güder.
Aynı kıssanın farklı biçimde anlatılma özelliği, "İbrahim'in misafir'leri"kıssasındada gözümüze çarpmaktadır. Gelen elçiler hud s. 71. ayetinde "ishak ve yakub'u" hicr s. 53. ve zariyat s 28.ayetinlerinde "bilgin bir oğlan çocuk" müjdesi verilmektedir. Hicr ve zariyat surelerinde doğacak ilk çocuk müjdesi verilirken hud. suresinde doğacak ikinci çocuk ishak ve onun oğlu yakub as ların müjdesi verilme hikmeti acaba ne olabilir?
Bu hikmeti kıssanın yaşandığı zaman ve mekan içinde anlamaya çalıştığımız takdirde verilmek istenen mesajı anlamakta zorlanacağımız aşikardır. Çünkü aynı elçilerin ağzından hud s 71 de i"shak ve yakub" , hicr ve zariyat surelerinde "bilgin bir oğlan" çocuk müjdesi verilmektedir. Hud s. 71. ayetinde ishak ve yakub'un müjdelenip diğer surelerde bilgin bir çocuk müjdelenmesinin hikmetini ALLAH CC NİN KULUNUN İMTİHAN SONUCUNU ÖNCEDEN BİLMEDİĞİ VE KULUN KİMİNLE EVLENECEĞİNİ BİLMEDİĞİ yönündeki iddianın yanlışlığına delil olarak sunabiliriz şöyleki;
Saffat suresinde anlatılan İbrahim as kıssasının 100-113. ayetleri bize bu konuda bilgi vermektedir. Kavminin zulmünden kurutlarak yeni topraklara hicret eden İbrahim as yaşlanmış fakat çocuğu yoktur, rabbine "bana Salihlerden bir evlat ver " diye dua eden İbrahim as ın bu duasının karşılığı olarak bir oğlan çocuğu dünyaya gelmiştir. Çocuk büyüyünce rabbi ibrahimi çetin bir imtihana tabi tutar baba ve oğlu bu imtihandan yüz akı ile çıkarlar, rabbi ibrahime bu imtihan başarısının karşılığı olarak İshak'ı müjdeler.
Saffat suresinde anlatılan bu kıssayı hud s 71 de anlatılan "ishak ve yakub'un müjdelenme olayını , ALLAH CC NİN KULUNUN İMTİHAN SONUCUNU ÖNCEDEN BİLDİĞİnin açık bir delili olarak görebiliriz şöyleki;
İbrahim as ile ilk doğan oğlu çetin bir imtihana tutulmuş ve bu imtihanı başarılı bir şekilde geçmesi nedeniyle ona ishak as bağışlanmış ve ardından ishak as ın oğlu olan yakup as bağışlanmıştır ve bunun haberi İsmail as daha doğmadan önce hud s 71 de verilmektedir. Hud s 71 deki ishak ve yakub'un bağışlanması anlatımının hikmeti ALLAH CC NİN İBRAHİM AS IN GELECEKTE TABİ TUTULACAĞI İMTİHANIN SONUCUNUN ÖNCEDEN BİLDİĞİNİ MÜKAFAT OLARAK ONA İSHAKI BAĞIŞLAYACAĞINI, HATTA İSHAK AS IN DAHA DOĞMADAN KİMİNLE EVLENECEĞİNİ BİLİP ONUN YAKUP ADINDA BİR OĞLU OLACAĞINI BİLMESİDİR.
Sayın bayındır hoca bir dersinde saf suresinde isa as ın ağzından "benden sonra adı ahmed olacak bir elçiyi size müjdeliyorum" ayeti ile ilgili olarak "burada bahsedilen muhammed as ın kendisi değil özelliklerinden bahsedilmiş" diyerek direk olarak muhammed as a bir işaret olmadığı yönünde bir iddia serdetmesine karşılık hud s. 71 de anlatılan ishak ve yakub adları konusunda bunların onların özellikleri olduğu iddiasını tekrarlamakta zorlanacaktır.
Yine aynı şekilde muhammed s. 31. deki "bilinceye kadar" şeklindeki ifadeden sayın hoca "Allah bilse böylemi der" diyerek haşa Allah cc nin kulun imtihan gereği yapacak olduklarını bilmediği delilini çıkarmaktadır. "Li na'leme" kelimesi ile ilgili olarak ortaya sürülen görüşlerde "bilmek için" veya bilinceye kadar" şeklindeki anlamdan "bak kardeşim Allah ben bilmiyorum bilinceye kadar" diyor şeklinde bir yorum getirilirek Allah cc nin bilmediğinin delilinin buradan çıktığı söylenmektedir. "Bilmek için"şeklinde çevrilen kelime Allah cc nin haşa bilmediğini değil , o kulun alacağı karşışığın somut bir amele dayanması içindir .Allah cc "o kulun ne yapacağını ben önceden biliyorum onu denememe gerek yok" deseydi o kul haklı olarak yapmadıklarım karşılığında nasıl ceza ve mükafat verme gerekçesi olabilirdi? Allah cc nin o kulun yapacaklarını önceden bilmesi o kul üzerinde herhangi zorlayıcı bir irade gerçekleştirmiş olması anlamında değildir.
Şimdi soruyoruz; Alllah cc madem kulunun imtihan gereği yapacaklarını bilmiyorsa hud s. 71 ayetinde nasıl daha İbrahim asın ilk çocuğu olmadan ishak biliniyor? artı madem Allah cc kulun kiminle evleneceğini bilmiyor ishak as evlenip yakub adında bir oğlu olacağının bilgisi daha İsmail as ortada bile yokken biliyor ve yakubu müjdeliyor?
Sonuç olarak; "Allah kulunun imtihan gereği yapacak olduklarını bilmez" şeklindeki bir düşünce kur'andan onay alan bir düşünce değildir. Bu konuda yanıldığımız yer ,"madem Allah ne yapacağımızı biliyor imtihanın gereği ne?" şeklinde bir soruya verilmek istenen cevabın kur'an merkezli olarak cevabının aranmaya çalışırken Kur'an bütünlüğünün göz önünde bulundurulmamasıdır. Bu konuda yapılan yanlış biz kulların kader konusuna Allah cc nin ilah olması , bizlerin onun kulu olması ve bakış açımızın onun bize verdiği bilgiler dahilinde olup konuya kul açısından bakmaya çalışmayarak Allah açısından bakmaya çalışmamızdır. Alemlerin rabbi olan Allah cc için onun kulunun imtihanı gereği olarak yapacaklarını bilmediği şeklinde ona izafe edilecek bir eksiklik ona karşı yapılacak olan en büyük hatalardan bir tanesidir. Sayın hoca, "bazıları benim Allah cc nin gaybı bilmez dediğimi iddia ederek iftira atıyorlar" diyor evet sayın hoca direk olarak, "Allah cc gaybı bilmez şeklinde" bir söz sarfetmedi ama bu iddiası endirek olarak yapılmış, Allah cc nin gayb konusunda bazı şeyler hakkında bilgi sahibi olmadığı yönünde bir iddiadır , neticede" Allah cc nin kulunun imtihan gereği yapacaklarını bilmez ve kiminle evleneceğini bilmez" şeklindeki bir iddia ona eksiklik izafe edilmesi yönünden hatalı bir düşüncedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Sayın hoca bu konu ile ilgili bir çok ders yapmış ve yaptığı derslerindeki ana fikir "ALLAH KULUNUN İMTİHAN GEREĞİ OLARAK YAPACAKLARINI BİLMEZ" şeklinde özetlenebilir. Bu düşüncenin Kur'an ölçeğinde yapılacak bir değerlendirme sonucunda doğru olup olmadığı konusunda hud s. 71. ayeti çerçevesinde bir değerlendirme yapmak istiyoruz.
Lut as ın kavminin helakını haber vermek için önce İbrahim as'a gelen elçiler ile ilgili bilgi "İbrahim'in misafirleri" kıssası olarak hud,hicr ve zariyat surelerinde anlatılmaktadır. Önce , Allah cc nin kur'anda kıssa yollu anlatımlarındaki hikmet ile ilgili kısa bir hatırlatma yapmak istiyoruz.
Rabbimiz kitabının bir çok ayetinde bizlere geçmişlerin haberlerini anlatarak o haberlerden ibret almamızı istemektedir. Kıssalardan doğru bir bilgi edinmek için o kıssanın anlatıldığı zaman ve mekan ile ilgili bilgilerin kur'anda verilmemesi bizlere kıssa yollu anlatımların ibret vesikaları olmaları yönünün hatırlatılması içindir. Kıssalarda dikkatimizi çeken yönlerden biriside aynı olayın değişik Kur'an ayetlerinde farklı ibarelerle ve farklı açılardan gösterilerek anlatılmasıdır. Aynı olayın kur'ana dağıtılmış ayetlerinde farklı ibareler kullanılma sebebi acaba ne olabilir? diye sorulduğu zaman aklımıza bir kaç cevap gelebilir. 1-kur'an kıssa anlatımlarının tarihi olaylar gözü ile bakılmasını istemez. 2-kur'an kıssa yollu anlatımlar ile muhataplarına mesaj vermek amacını güder.
Aynı kıssanın farklı biçimde anlatılma özelliği, "İbrahim'in misafir'leri"kıssasındada gözümüze çarpmaktadır. Gelen elçiler hud s. 71. ayetinde "ishak ve yakub'u" hicr s. 53. ve zariyat s 28.ayetinlerinde "bilgin bir oğlan çocuk" müjdesi verilmektedir. Hicr ve zariyat surelerinde doğacak ilk çocuk müjdesi verilirken hud. suresinde doğacak ikinci çocuk ishak ve onun oğlu yakub as ların müjdesi verilme hikmeti acaba ne olabilir?
Bu hikmeti kıssanın yaşandığı zaman ve mekan içinde anlamaya çalıştığımız takdirde verilmek istenen mesajı anlamakta zorlanacağımız aşikardır. Çünkü aynı elçilerin ağzından hud s 71 de i"shak ve yakub" , hicr ve zariyat surelerinde "bilgin bir oğlan" çocuk müjdesi verilmektedir. Hud s. 71. ayetinde ishak ve yakub'un müjdelenip diğer surelerde bilgin bir çocuk müjdelenmesinin hikmetini ALLAH CC NİN KULUNUN İMTİHAN SONUCUNU ÖNCEDEN BİLMEDİĞİ VE KULUN KİMİNLE EVLENECEĞİNİ BİLMEDİĞİ yönündeki iddianın yanlışlığına delil olarak sunabiliriz şöyleki;
Saffat suresinde anlatılan İbrahim as kıssasının 100-113. ayetleri bize bu konuda bilgi vermektedir. Kavminin zulmünden kurutlarak yeni topraklara hicret eden İbrahim as yaşlanmış fakat çocuğu yoktur, rabbine "bana Salihlerden bir evlat ver " diye dua eden İbrahim as ın bu duasının karşılığı olarak bir oğlan çocuğu dünyaya gelmiştir. Çocuk büyüyünce rabbi ibrahimi çetin bir imtihana tabi tutar baba ve oğlu bu imtihandan yüz akı ile çıkarlar, rabbi ibrahime bu imtihan başarısının karşılığı olarak İshak'ı müjdeler.
Saffat suresinde anlatılan bu kıssayı hud s 71 de anlatılan "ishak ve yakub'un müjdelenme olayını , ALLAH CC NİN KULUNUN İMTİHAN SONUCUNU ÖNCEDEN BİLDİĞİnin açık bir delili olarak görebiliriz şöyleki;
İbrahim as ile ilk doğan oğlu çetin bir imtihana tutulmuş ve bu imtihanı başarılı bir şekilde geçmesi nedeniyle ona ishak as bağışlanmış ve ardından ishak as ın oğlu olan yakup as bağışlanmıştır ve bunun haberi İsmail as daha doğmadan önce hud s 71 de verilmektedir. Hud s 71 deki ishak ve yakub'un bağışlanması anlatımının hikmeti ALLAH CC NİN İBRAHİM AS IN GELECEKTE TABİ TUTULACAĞI İMTİHANIN SONUCUNUN ÖNCEDEN BİLDİĞİNİ MÜKAFAT OLARAK ONA İSHAKI BAĞIŞLAYACAĞINI, HATTA İSHAK AS IN DAHA DOĞMADAN KİMİNLE EVLENECEĞİNİ BİLİP ONUN YAKUP ADINDA BİR OĞLU OLACAĞINI BİLMESİDİR.
Sayın bayındır hoca bir dersinde saf suresinde isa as ın ağzından "benden sonra adı ahmed olacak bir elçiyi size müjdeliyorum" ayeti ile ilgili olarak "burada bahsedilen muhammed as ın kendisi değil özelliklerinden bahsedilmiş" diyerek direk olarak muhammed as a bir işaret olmadığı yönünde bir iddia serdetmesine karşılık hud s. 71 de anlatılan ishak ve yakub adları konusunda bunların onların özellikleri olduğu iddiasını tekrarlamakta zorlanacaktır.
Yine aynı şekilde muhammed s. 31. deki "bilinceye kadar" şeklindeki ifadeden sayın hoca "Allah bilse böylemi der" diyerek haşa Allah cc nin kulun imtihan gereği yapacak olduklarını bilmediği delilini çıkarmaktadır. "Li na'leme" kelimesi ile ilgili olarak ortaya sürülen görüşlerde "bilmek için" veya bilinceye kadar" şeklindeki anlamdan "bak kardeşim Allah ben bilmiyorum bilinceye kadar" diyor şeklinde bir yorum getirilirek Allah cc nin bilmediğinin delilinin buradan çıktığı söylenmektedir. "Bilmek için"şeklinde çevrilen kelime Allah cc nin haşa bilmediğini değil , o kulun alacağı karşışığın somut bir amele dayanması içindir .Allah cc "o kulun ne yapacağını ben önceden biliyorum onu denememe gerek yok" deseydi o kul haklı olarak yapmadıklarım karşılığında nasıl ceza ve mükafat verme gerekçesi olabilirdi? Allah cc nin o kulun yapacaklarını önceden bilmesi o kul üzerinde herhangi zorlayıcı bir irade gerçekleştirmiş olması anlamında değildir.
Şimdi soruyoruz; Alllah cc madem kulunun imtihan gereği yapacaklarını bilmiyorsa hud s. 71 ayetinde nasıl daha İbrahim asın ilk çocuğu olmadan ishak biliniyor? artı madem Allah cc kulun kiminle evleneceğini bilmiyor ishak as evlenip yakub adında bir oğlu olacağının bilgisi daha İsmail as ortada bile yokken biliyor ve yakubu müjdeliyor?
Sonuç olarak; "Allah kulunun imtihan gereği yapacak olduklarını bilmez" şeklindeki bir düşünce kur'andan onay alan bir düşünce değildir. Bu konuda yanıldığımız yer ,"madem Allah ne yapacağımızı biliyor imtihanın gereği ne?" şeklinde bir soruya verilmek istenen cevabın kur'an merkezli olarak cevabının aranmaya çalışırken Kur'an bütünlüğünün göz önünde bulundurulmamasıdır. Bu konuda yapılan yanlış biz kulların kader konusuna Allah cc nin ilah olması , bizlerin onun kulu olması ve bakış açımızın onun bize verdiği bilgiler dahilinde olup konuya kul açısından bakmaya çalışmayarak Allah açısından bakmaya çalışmamızdır. Alemlerin rabbi olan Allah cc için onun kulunun imtihanı gereği olarak yapacaklarını bilmediği şeklinde ona izafe edilecek bir eksiklik ona karşı yapılacak olan en büyük hatalardan bir tanesidir. Sayın hoca, "bazıları benim Allah cc nin gaybı bilmez dediğimi iddia ederek iftira atıyorlar" diyor evet sayın hoca direk olarak, "Allah cc gaybı bilmez şeklinde" bir söz sarfetmedi ama bu iddiası endirek olarak yapılmış, Allah cc nin gayb konusunda bazı şeyler hakkında bilgi sahibi olmadığı yönünde bir iddiadır , neticede" Allah cc nin kulunun imtihan gereği yapacaklarını bilmez ve kiminle evleneceğini bilmez" şeklindeki bir iddia ona eksiklik izafe edilmesi yönünden hatalı bir düşüncedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
10 Kasım 2013 Pazar
Vay Kitabı Elleri İle Yazanlara
Yazımıza başlık olarak seçmiş olduğumuz cümle alemlere rahmet ve hidayet olarak muhammed as a indirilen kitab'ın bakara s. 79. ayetinden alınmış olup siyak ve sibak içinde okuduğumuz zaman israiloğulları ile ilgili bir durumu anlatmaktadır. İsrailoğullları'nın yapmış olduğu zulümlerden biriside "kitabı elleri ile yazıp bu Allah katındandır" demeleri olduğunu kitab'tan öğrenmekteyiz. İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sebebi ne olabilir? şeklinde bir soru aklımıza takıldığında bunun cevabını sadece o ırkın ne menem bir ırk olduğunun öğrenilmesi sadedinde olmadığı görülecektir. İsrailoğullarının geçmişte elçilerine ve kitab'larına karşı uygulamış oldukları muamele insan olmalarından kaynaklanan olumsuz yönlerinin bir tezahürü olup, bu durum bugün kendisine " ben müslümanım" diyenlerin bir çoğundada görülmektedir.
Kur'anı okurken genel olarak bize hitab ettiğini düşündüğümüz ayetlerin cennet ve oradaki nimetler olduğunu düşündüğümüz için israiloğulları ile ilgili anlatımlar bizleri hiç ilgilendirmemekte olduğunu sanırız, bugün yeni bir kitap ve yeni bir elçi gelseydi o kitabın ayetleri içinde kur'andaki " ey israiloğulları" diye başlayan ayetlerin yeri "ey müslümanlar" diye değişir içeriğinde herhangi bir değişiklik olmazdı nedenmi? maalesef israiloğullarının elçilerine ve kitablarına karşı uyguladıkları zulmün aynısı biz müslümanlar tarafından'da icra edilmektedir.
[002.079] Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!
Bakara s. 79. ayetinin mealine göre israiloğulları elleri ile yazmış oldukları kitabı "bu Allah katındandır" diyerek ilahi bir şekle sokup insanları bu yolla kendilerine bağlamaktadırlar. Bu ayetin bu günkü versiyonu müslümanlar tarafından uygulanmakta olduğuna acı ile şahid olmaktayız.
Kur'an, kendisine "ben müslümanlardanım" diyenlerin tamamı tarafından kabul edilen bir kitab olmasına rağmen uygulama ve hayata geçirilme noktasında maalesef başka din kaynaklarının önüne geçirilmesi suretiyle geri planda bırakılmış bir kitap'tır.
Kur'anın haricinde hadis,fıkıh,tasavvuf vs gibi bir çok kitabın içindeki din ile ilgili hükümlerin doğruluğunu kur'an ile ölçmeye kalktığımızda ortaya çıkan feci durum ortadadır. Kur'anın ak dediğine kara veya kara dediğine ak diyen bir çok konu bu kitapların içinde olup bu muhteviyatın kur'ana uygun olduğu can siperane bir şekilde savunulmaya çalışılmaktadır.
Bir kısım müslümanların, "bu kitaplardakilerin doğruluğu kur'an ile ölçülmelidir" denildiği zaman bir kısım guruh elektrik çarpmışcasına irkilmekte ve "hangi kur'an" diye sormaktadır. Bu soruyu parça parça olmuş kur'an anlayışlarından cesaret alarak sorduklarınıda unutmadan bizde onlara "hangi sahihlik ölçüsü" diye sorarız.
Bilindiği üzere, "gayri metluv vahiy" teorisi ile kur'ana eşdeğer haline gelen hadislerin doğru olup olmadığı "cerh ve tadil" metodu ile, hadisin sened zincirinde adı geçen kişilerin güvenilir olup olmadığı üzerinden yapılmaktadır. Hadis zincirinde adı geçen kişiler bu metod ile cerh edilip güvenilirlilik onayı alındıktan sonra hadisin sahih olduğu kararına varılmakta veya kişiler günenilirlilik onayı alamazsa o hadisin sahih olmadığı kararına varılmaktadır. Bu metod'da hadisin metni önemli değildir eğer kişiler güvenilir ise hadis, şayet kur'anla uyuşmasa dahi sahihtir.
Kur'ana arz'etme düşüncesine karşı çıkan insanlar farklı kur'an anlayışlarını gündeme getirerek "hangi kur'an" sorusunu sormaları onların cerh ve tadil metodu ile ilgili çelişkilerini temize çıkarmaya yetmez.Bilindiği gibi cerh ve tadil metodu üzerinde'de hadis ehli tam bir düşünce birliği içinde değildir, hadisçilerin kendilerinin üretmiş olduğu kişileri cerh ve tadil etme metodları bu metodun vahiy ile belirlenmediğinin işareti olup önce "hangi kur'an" diye soracaklarına " hangi cerh ve tadil" diye sormaları gerekir . Buharinin güvenilir olarak hadis aldığı bir çok ravi başkaları tarafından güvenilmez olarak görülmüştür, veya buharinin güvenilir olarak görmediği şahıslar başkaları tarafından güvenilir görülmüştür.
Hadisçiler tarafından kişi merkezli güvenilirlik ölçüsü ile yazılan hadisler zamanla ayetleştirilmiş ve karşı çıkılması dahi yasaklanarak "biz ne dediysek onu kabul etmek zorundasınız" şeklinde bir dayatmayla bugüne kadar gelmiştir.
Hadis veya benzeri kitapları yazıp sonra bu kitaplara ilahi bir konum yükleyen müslümanlar bakara s 79. ayetinin muhatabı olmakla karşı karşıya gelmekten kurtulamazlar. Kur'an bugün metni tahrif edilmeden elimizde olmasına rağmen , "şu veya bu kitap olmazsa kur'anı anlayamazsınız" diyen zihniyet tarafından anlam tahrifine uğratılmaya çalışılmıştır.
Kur'an ayetleri, öne çıkan bu kitapların içinde yazılanlar ışığında anlaşılmaya çalışıldığı için ayetler o kitabın yazarı tarafından nasıl anlaşıldıysa herkesin o şekilde anlaması mecbur tutulmuş ve yanlış olup olamayacağı konusunda herhangi bir düşünce içine girilmesi dahi "haram" şeklinde bir yasaklama ile korunma yoluna gidilmiştir.
Eleştirilerimiz sadece geleneksel anlayış doğrultusunda dini anlama çabasında olup hadis ,fıkıh, tasavvuf vs kitapları öncelleyenler için değildir. Kur'anı öncellediğini iddia edip anlama metodunu kur'andan almadan yapılan çalışmalar sonucu kur'anın mesajını anlamak durumunda olmayıp kur'ana, ondan anlamak istediğini söyletme çabası içinde olanlar içinde geçerlidir. Bu kısımdaki insanlar kur'ana uymak mantığıyla değilde, kur'anı kendilerine uydurmak amaçlı çalışmalar ile kur'ana yaklaşıp ve o kitap'tan çıkardıklarını " işte Allah'ın muradı budur" şeklinde bir yaklaşımla sergiledikleri müddetçe "elleri ile kitap yazanlar" durumundan kurtulamazlar.
Kur'an harici yazılmış olan kitapların tamamı önce doğru bir kur'an anlayışına sahip olunduktan sonra kur'ana arz edilmeli yazılanların doğru olup olmadığı kur'ana göre sağlaması yapılmadan kabul veya red edilme yoluna gidilmelidir. Bu yolun dışındaki yollar bizleri her zaman başkalarının yorumuna muhtaç bırakarak dini anlama yoluna götürmesi içerdiği için bu yolun, elleri ile kitabı yazıp "bu Allah katındandır" diyen insanlar ile dolu olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
"Doğru kur'an anlayışı" deyiminin içini ne şekilde dolduracağımızda bu konu ile birlikte gündeme gelmektedir. Malum olduğu üzere din adına konuşanların tamamı kur'an okumakta ama bir çok farklı düşünceye sahip olunmaktadır. Bu durumun izalesi için anlama metodunu bile kur'andan alıp kitabı o metod ile okunduğunda farklı bir çok düşüncenin orta bir yolda birleşeceği görülecek ve sahih bir kur'an anlayışı ortaya çıkarak eller ile yazılan ve Allah cc nin kitabının önüne geçirilen bir çok kitabın içindeki muhteviyat kur'an ölçeğinde sağlamaya tabi tutulacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kur'anı okurken genel olarak bize hitab ettiğini düşündüğümüz ayetlerin cennet ve oradaki nimetler olduğunu düşündüğümüz için israiloğulları ile ilgili anlatımlar bizleri hiç ilgilendirmemekte olduğunu sanırız, bugün yeni bir kitap ve yeni bir elçi gelseydi o kitabın ayetleri içinde kur'andaki " ey israiloğulları" diye başlayan ayetlerin yeri "ey müslümanlar" diye değişir içeriğinde herhangi bir değişiklik olmazdı nedenmi? maalesef israiloğullarının elçilerine ve kitablarına karşı uyguladıkları zulmün aynısı biz müslümanlar tarafından'da icra edilmektedir.
[002.079] Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!
Bakara s. 79. ayetinin mealine göre israiloğulları elleri ile yazmış oldukları kitabı "bu Allah katındandır" diyerek ilahi bir şekle sokup insanları bu yolla kendilerine bağlamaktadırlar. Bu ayetin bu günkü versiyonu müslümanlar tarafından uygulanmakta olduğuna acı ile şahid olmaktayız.
Kur'an, kendisine "ben müslümanlardanım" diyenlerin tamamı tarafından kabul edilen bir kitab olmasına rağmen uygulama ve hayata geçirilme noktasında maalesef başka din kaynaklarının önüne geçirilmesi suretiyle geri planda bırakılmış bir kitap'tır.
Kur'anın haricinde hadis,fıkıh,tasavvuf vs gibi bir çok kitabın içindeki din ile ilgili hükümlerin doğruluğunu kur'an ile ölçmeye kalktığımızda ortaya çıkan feci durum ortadadır. Kur'anın ak dediğine kara veya kara dediğine ak diyen bir çok konu bu kitapların içinde olup bu muhteviyatın kur'ana uygun olduğu can siperane bir şekilde savunulmaya çalışılmaktadır.
Bir kısım müslümanların, "bu kitaplardakilerin doğruluğu kur'an ile ölçülmelidir" denildiği zaman bir kısım guruh elektrik çarpmışcasına irkilmekte ve "hangi kur'an" diye sormaktadır. Bu soruyu parça parça olmuş kur'an anlayışlarından cesaret alarak sorduklarınıda unutmadan bizde onlara "hangi sahihlik ölçüsü" diye sorarız.
Bilindiği üzere, "gayri metluv vahiy" teorisi ile kur'ana eşdeğer haline gelen hadislerin doğru olup olmadığı "cerh ve tadil" metodu ile, hadisin sened zincirinde adı geçen kişilerin güvenilir olup olmadığı üzerinden yapılmaktadır. Hadis zincirinde adı geçen kişiler bu metod ile cerh edilip güvenilirlilik onayı alındıktan sonra hadisin sahih olduğu kararına varılmakta veya kişiler günenilirlilik onayı alamazsa o hadisin sahih olmadığı kararına varılmaktadır. Bu metod'da hadisin metni önemli değildir eğer kişiler güvenilir ise hadis, şayet kur'anla uyuşmasa dahi sahihtir.
Kur'ana arz'etme düşüncesine karşı çıkan insanlar farklı kur'an anlayışlarını gündeme getirerek "hangi kur'an" sorusunu sormaları onların cerh ve tadil metodu ile ilgili çelişkilerini temize çıkarmaya yetmez.Bilindiği gibi cerh ve tadil metodu üzerinde'de hadis ehli tam bir düşünce birliği içinde değildir, hadisçilerin kendilerinin üretmiş olduğu kişileri cerh ve tadil etme metodları bu metodun vahiy ile belirlenmediğinin işareti olup önce "hangi kur'an" diye soracaklarına " hangi cerh ve tadil" diye sormaları gerekir . Buharinin güvenilir olarak hadis aldığı bir çok ravi başkaları tarafından güvenilmez olarak görülmüştür, veya buharinin güvenilir olarak görmediği şahıslar başkaları tarafından güvenilir görülmüştür.
Hadisçiler tarafından kişi merkezli güvenilirlik ölçüsü ile yazılan hadisler zamanla ayetleştirilmiş ve karşı çıkılması dahi yasaklanarak "biz ne dediysek onu kabul etmek zorundasınız" şeklinde bir dayatmayla bugüne kadar gelmiştir.
Hadis veya benzeri kitapları yazıp sonra bu kitaplara ilahi bir konum yükleyen müslümanlar bakara s 79. ayetinin muhatabı olmakla karşı karşıya gelmekten kurtulamazlar. Kur'an bugün metni tahrif edilmeden elimizde olmasına rağmen , "şu veya bu kitap olmazsa kur'anı anlayamazsınız" diyen zihniyet tarafından anlam tahrifine uğratılmaya çalışılmıştır.
Kur'an ayetleri, öne çıkan bu kitapların içinde yazılanlar ışığında anlaşılmaya çalışıldığı için ayetler o kitabın yazarı tarafından nasıl anlaşıldıysa herkesin o şekilde anlaması mecbur tutulmuş ve yanlış olup olamayacağı konusunda herhangi bir düşünce içine girilmesi dahi "haram" şeklinde bir yasaklama ile korunma yoluna gidilmiştir.
Eleştirilerimiz sadece geleneksel anlayış doğrultusunda dini anlama çabasında olup hadis ,fıkıh, tasavvuf vs kitapları öncelleyenler için değildir. Kur'anı öncellediğini iddia edip anlama metodunu kur'andan almadan yapılan çalışmalar sonucu kur'anın mesajını anlamak durumunda olmayıp kur'ana, ondan anlamak istediğini söyletme çabası içinde olanlar içinde geçerlidir. Bu kısımdaki insanlar kur'ana uymak mantığıyla değilde, kur'anı kendilerine uydurmak amaçlı çalışmalar ile kur'ana yaklaşıp ve o kitap'tan çıkardıklarını " işte Allah'ın muradı budur" şeklinde bir yaklaşımla sergiledikleri müddetçe "elleri ile kitap yazanlar" durumundan kurtulamazlar.
Kur'an harici yazılmış olan kitapların tamamı önce doğru bir kur'an anlayışına sahip olunduktan sonra kur'ana arz edilmeli yazılanların doğru olup olmadığı kur'ana göre sağlaması yapılmadan kabul veya red edilme yoluna gidilmelidir. Bu yolun dışındaki yollar bizleri her zaman başkalarının yorumuna muhtaç bırakarak dini anlama yoluna götürmesi içerdiği için bu yolun, elleri ile kitabı yazıp "bu Allah katındandır" diyen insanlar ile dolu olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
"Doğru kur'an anlayışı" deyiminin içini ne şekilde dolduracağımızda bu konu ile birlikte gündeme gelmektedir. Malum olduğu üzere din adına konuşanların tamamı kur'an okumakta ama bir çok farklı düşünceye sahip olunmaktadır. Bu durumun izalesi için anlama metodunu bile kur'andan alıp kitabı o metod ile okunduğunda farklı bir çok düşüncenin orta bir yolda birleşeceği görülecek ve sahih bir kur'an anlayışı ortaya çıkarak eller ile yazılan ve Allah cc nin kitabının önüne geçirilen bir çok kitabın içindeki muhteviyat kur'an ölçeğinde sağlamaya tabi tutulacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
5 Kasım 2013 Salı
"Yalnız Kur'an" Söylemi ve Pratikteki Değeri
Hepimizin malumu olduğu üzere, yaşadığımız topraklar üzerindeki müslümanların yıllardır üzerinde tartıştıkları konu, gelenekteki hadis, sünnet,mezhep anlayışlarının yanlışlığı ve bunun yerine ne konulacağı üzerinedir. Geleneksel din anlayışında hadis,sünnet,mezhep kelimelerinin içi , "kur'an olmasada olur ama bu üç saçayağı olmazsa din diye bir şey olmaz " şeklinde doldurularak dinin olmazsa olmazları haline getirilmiştir.
Hadis ve sünnet elçi kaynaklı bir malzeme olmasına rağmen mezhepler kişisel görüş kaynaklı bir malzemedir. Vasat ümmet olmanın bir gereği olarak, ifrat ve tefrit'e kaymadan bu malzemeleri nasıl kullanabilir veya atacaksak nasıl bir söylem bina edip bunları atabiliriz? sorusunu sorup cevabını vasat olarak vermemiz gerekmektedir.
Yazımızın çerçevesi, geleneksel hadis,sünnet,mezhep anlayışını tenkid etmekten ziyade, "yalnız kur'an" söylemi çerçevesinde, bu malzemelerin kullanılabilirliği veya kullanılamazlığı etrafında olacaktır.
Hadis ve sünnet'in tarifini kısaca, "kendisine kur'an inen elçi muhammed as'ın yaşamış olduğu hayatı içindeki konuşmaları ve uygulamaları" şeklinde tarif etmek mümkündür. Hadis adı altında gelen malzeme konusunda haklı olarak şüphelerin olması bu malzemenin, islam tarihinde adı geçen birçok fırkanın kendi söylemini elçiye tasdik ettirerek haklılık kazanma yarışına girmeleri açısından kara örneklerle dolu olması bizleri hadis konusunda daha titiz davranmaya sevketmiştir. Sünnet adı altında gelen malzeme, yaşantı içinde uygulamalı olarak gelmesi açısından hadis'e göre daha güvenilir bir malzemedir.
Son yıllarda geleneksel anlayışın karşına "yalnız kur'an" söylemi ile çıkanlar'ın bir kısmının (hepsini kastetmediğimizi parantez içi söyleyelim) bu malzemelere bakış konusunda maalesef vasat'ın üstüne çıkarak aşırılığa kaçtığını görmekteyiz.
Kur'an bilindiği gibi 23 sene içinde peyderpey indirilmiş ve yaşanan hayat içinde pratize edilmiş bir kitaptır. Ancak onun bu özelliği muhammed as'ın vefatı ile sona ermemiş,kıyamete kadar gelecek insanlara hidayet rehberi olarak indirilmiş olma özelliği bugünde devam etmektedir. Bizden öncekilerin bu kitabı hayatlarına geçirmişlikleri sırasında yaşanmış doğru örnekliklerinin yanında yanlış örneklikleri bile bizim için bir vesika arzetmektedir. Yanlış örnekliklerinin dahi bizlere vesika teşkil etmeleri, bu yanlışları aynen uygulama noktasında değil bu yanlışları tekrar etmemek noktasında olması gerektiğini hatırlatalım.
"Yalnız kur'an" söylemi etrafında düşüncesini yoğunlaştıranların bir kısmı kur'anın yaşantı ile olan alakasının sadece hadis ,sünnet,tasavvuf karşıtlığından ibaret zannederek bugün içinde yaşamış olduğumuz tağuti düzenle herhangi bir sıkıntılarının olmaması, aksine bu düzene sıkıca bağlı olmaları onların bu söylemlerinin eksik tarafıdır.
"Yalnız kur'an"demenin geçmişteki tüm malzemeyi atmak olduğu noktasında fikir birliğine varanların eline kur'anı verip, şu beldeyi alın yönetin" denilse acaba bu yönetimleri sırasında kaşılarına çıkacak ekonomik,sosyal,siyasal,hukuki sorunlara sadece kur'andan nasıl çözüm bulunabilecektir?, bu durumu örneklerle açabiliriz.
Olayı görsel bir kurgu ile realize edecek olursak şöyle bir durum ortaya çıkacaktır.Yönetimi elimize verilen beldede 5 kişiyi o beldenin mahkemesine hakim olarak atayalım , o hakimlerin karşısına tecavüz suçunu işleyen bir kişi çıkarılsa o suç için yalnız kur'andan nasıl bir ceza çıkartılabilir?.
Bilindiği gibi kur'an'da zina eden kadın ve erkeğe verilecek olan cezanın hükmü açık açık beyan edilmektedir. Mealci mantığına sahip bir hakim eğer yalnız kur'ana bakarak hüküm verecek olursa, "adam bu kıza tecavüz etmiş ama neticede ikiside zina etmiş sayılıyor her ikisinede 100 sopa vurulsun" hükmü çıkaracak olursa verilen bu hüküm doğru bir hüküm'müdür ? el cevap asla değildir, o zaman yapılması gereken nedir?
Yönetimi bizde olan bu beldenin ceza hukuku oluşmadığı için bu şuça verilecek ceza elimizde mevcut değildir, seçilen 5 hakime ayrı ayrı, böyle bir suç için karşınıza gelen bir suçluya vereceğiniz ceza ne olacaktır? şeklindeki sorunun cevabını aramak için önce kendilerinden önce yaşanmış olay olan tecavüz suçuna verilen cezaları araştıracaklardır, bu konuda yeterli veriye ulaşamadıklarını varsayacak olursak kur'anı baz alarak bu suça uygun ceza uygulamasına gideceklerdir. 5 hakimin tamamı tecavüz suçuna farklı cezalar öngörebilir, bunun adına islami literatürde İÇTİHAD , farklı görüşler ortaya koymalarına ise MEZHEB denilir.
"Yalnız kur'an" söyleminin, kur'anın pratiğe indirgenmesi sonucunda doğrucağı çelişkiyi ortaya koyma açısından kur'anda hükmü bulunmayan tecavüz suçu örneği yeterli olacaktır . Bir hakim kur'anda hükmünü bulamadığı bir durum ile ilgili olarak önceki uygulamaları araştırması tatmin edici bir hüküm bulmadığı zaman içtihad etmesi ve bu içtihadı onun mezhebi olması kadar doğal bir şey olamaz.
Bu örnekle , "kur'an eksik bir kitaptır onun eksiğini hadis,sünnet mezheb tamamlar" iddiasında değiliz. Yalnız kur'an söylemi helal haram tayini konusunda doğru bir söylem olup hayatın içinde karşılacağımız siyasal, hukuki,sosyal ve ekonomik bütün sorunlara cevap verecek bir kitap olduğu anlamına gelmez. Kur'an hayatın içinde karşılacağımız bu tür sorunların ana hatlarını çizer ve gerekli alt yapı uygulamalarını kur'an çerçevesinde kişisel içtihadlara bırakır.
Burada bir konuyu hatırlatmak yerinde olacaktır. Enam s. 38. ayetinde "biz kitap'ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık " mealindeki ayet'teki "kitab" kelimesinin karşlığı kur'an zannedilerek "bakın kur'anda herşey var" şeklinde söylem geliştirlmeye çalışılmaktadır. Enam s. 38. ayetindeki "kitab" kelimesi kur'an için değil "levhi mahfuz " şeklinde bildirilen Allah cc nin bilgisi için kullanılmıştır.
1000 sene önce yaşanan bir belde'deki ortaya çıkan sorunlar ile bugünkü sorunların aynı olmadığı malumdur.Adına hanefi,şafii,maliki,hanbeli, denilen mezhepler zamanla bir din olarak algılanmış , bu mezheplerdeki hükümleri kabul etmemenin dinsizlik olduğu kafalara kazınmış ve bu mezheplerin haricinde hüküm olamayacağı öne sürülerek içtihad kapısı kapatılmış ve kur'an yaşanmaz bir kitap haline dönüşmüştür. Kur'an eğer bugün hayat içinde yaşanan bir kitap olarak gündeme getirildiği takdirde bu mezheplerdeki pek çok hükmün geçerliliğini yitirmiş olduğu görülecek ve yeni içtihadlar ortaya çıkmak zorunda kalacaktır.
Kur'anın geçmiş yaşantı örnekleri olan hadis,sünnet,mezhep,içtihat gibi malzemelerin hepsi atılmalı diyenlerin bir çoğunun bu söylemlerinin arka planında geçmiş ile bağı kopararak kur'anı ütopik bir kitap haline sokmak isteyen düşüncenin olduğu gözden kaçırılmamalıdır, eğer bu malzemeleri eleştireceksek "hepsini atın" zihniyetine sahip olanların argümanları ile eleştirmemeliyiz.
Sonuç olarak ; yalnız kur'an söyleminin ayakları yere basmayan bir şekilde dile getirilmesi sonucu ortaya çıkabilecek çelişkiler göz ardı edilerek dile getirilmesi uygulama alanındaki ortaya çıkabilecek bazı sorunlara yol açmakta olup gerçekler göz ardı edilmeden "yalnız kur'an" söyleminin ayakları yere basar hale getirilmeli ve kur'anın yaşanan hayat içinde uygulama sahası olan bir kitap olduğu hatırdan asla çıkarılmamalıdır. Zaman duygusal söylemler zamanı değil kur'anın hayat içinde uygulanan bir kitap olduğunun ve bu uygulama safhasında kur'anda hükmü bulunmayan meselelere kur'an ölçeğinde uygun hükümler üretme zamanıdır. "Geçmiş uygulamaları atalım göz önüne almayalım" diyenlerin kendilerinin yönetici pozisyonuna geldiği zaman önlerine gelecek olan sorunlar ile ilgili olarak karar aşamasında kullanacakları malzemenin neler olabileceğini akıllarından çıkarmamalıdırlar. Elçiyi konuşturmayan yalnız kur'an düşüncesi kendisi konuşacak, elçinin uygulamasını red eden yalnız kur'an kendi uygulamasını gündeme getirecek, mezhepleri red eden yalnız kur'an kendi mezhebini üretecek, içtihadı red eden yalnız kur'an kendi içtihadı ile sorunlara çate bulmaya çalışacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Hadis ve sünnet elçi kaynaklı bir malzeme olmasına rağmen mezhepler kişisel görüş kaynaklı bir malzemedir. Vasat ümmet olmanın bir gereği olarak, ifrat ve tefrit'e kaymadan bu malzemeleri nasıl kullanabilir veya atacaksak nasıl bir söylem bina edip bunları atabiliriz? sorusunu sorup cevabını vasat olarak vermemiz gerekmektedir.
Yazımızın çerçevesi, geleneksel hadis,sünnet,mezhep anlayışını tenkid etmekten ziyade, "yalnız kur'an" söylemi çerçevesinde, bu malzemelerin kullanılabilirliği veya kullanılamazlığı etrafında olacaktır.
Hadis ve sünnet'in tarifini kısaca, "kendisine kur'an inen elçi muhammed as'ın yaşamış olduğu hayatı içindeki konuşmaları ve uygulamaları" şeklinde tarif etmek mümkündür. Hadis adı altında gelen malzeme konusunda haklı olarak şüphelerin olması bu malzemenin, islam tarihinde adı geçen birçok fırkanın kendi söylemini elçiye tasdik ettirerek haklılık kazanma yarışına girmeleri açısından kara örneklerle dolu olması bizleri hadis konusunda daha titiz davranmaya sevketmiştir. Sünnet adı altında gelen malzeme, yaşantı içinde uygulamalı olarak gelmesi açısından hadis'e göre daha güvenilir bir malzemedir.
Son yıllarda geleneksel anlayışın karşına "yalnız kur'an" söylemi ile çıkanlar'ın bir kısmının (hepsini kastetmediğimizi parantez içi söyleyelim) bu malzemelere bakış konusunda maalesef vasat'ın üstüne çıkarak aşırılığa kaçtığını görmekteyiz.
Kur'an bilindiği gibi 23 sene içinde peyderpey indirilmiş ve yaşanan hayat içinde pratize edilmiş bir kitaptır. Ancak onun bu özelliği muhammed as'ın vefatı ile sona ermemiş,kıyamete kadar gelecek insanlara hidayet rehberi olarak indirilmiş olma özelliği bugünde devam etmektedir. Bizden öncekilerin bu kitabı hayatlarına geçirmişlikleri sırasında yaşanmış doğru örnekliklerinin yanında yanlış örneklikleri bile bizim için bir vesika arzetmektedir. Yanlış örnekliklerinin dahi bizlere vesika teşkil etmeleri, bu yanlışları aynen uygulama noktasında değil bu yanlışları tekrar etmemek noktasında olması gerektiğini hatırlatalım.
"Yalnız kur'an" söylemi etrafında düşüncesini yoğunlaştıranların bir kısmı kur'anın yaşantı ile olan alakasının sadece hadis ,sünnet,tasavvuf karşıtlığından ibaret zannederek bugün içinde yaşamış olduğumuz tağuti düzenle herhangi bir sıkıntılarının olmaması, aksine bu düzene sıkıca bağlı olmaları onların bu söylemlerinin eksik tarafıdır.
"Yalnız kur'an"demenin geçmişteki tüm malzemeyi atmak olduğu noktasında fikir birliğine varanların eline kur'anı verip, şu beldeyi alın yönetin" denilse acaba bu yönetimleri sırasında kaşılarına çıkacak ekonomik,sosyal,siyasal,hukuki sorunlara sadece kur'andan nasıl çözüm bulunabilecektir?, bu durumu örneklerle açabiliriz.
Olayı görsel bir kurgu ile realize edecek olursak şöyle bir durum ortaya çıkacaktır.Yönetimi elimize verilen beldede 5 kişiyi o beldenin mahkemesine hakim olarak atayalım , o hakimlerin karşısına tecavüz suçunu işleyen bir kişi çıkarılsa o suç için yalnız kur'andan nasıl bir ceza çıkartılabilir?.
Bilindiği gibi kur'an'da zina eden kadın ve erkeğe verilecek olan cezanın hükmü açık açık beyan edilmektedir. Mealci mantığına sahip bir hakim eğer yalnız kur'ana bakarak hüküm verecek olursa, "adam bu kıza tecavüz etmiş ama neticede ikiside zina etmiş sayılıyor her ikisinede 100 sopa vurulsun" hükmü çıkaracak olursa verilen bu hüküm doğru bir hüküm'müdür ? el cevap asla değildir, o zaman yapılması gereken nedir?
Yönetimi bizde olan bu beldenin ceza hukuku oluşmadığı için bu şuça verilecek ceza elimizde mevcut değildir, seçilen 5 hakime ayrı ayrı, böyle bir suç için karşınıza gelen bir suçluya vereceğiniz ceza ne olacaktır? şeklindeki sorunun cevabını aramak için önce kendilerinden önce yaşanmış olay olan tecavüz suçuna verilen cezaları araştıracaklardır, bu konuda yeterli veriye ulaşamadıklarını varsayacak olursak kur'anı baz alarak bu suça uygun ceza uygulamasına gideceklerdir. 5 hakimin tamamı tecavüz suçuna farklı cezalar öngörebilir, bunun adına islami literatürde İÇTİHAD , farklı görüşler ortaya koymalarına ise MEZHEB denilir.
"Yalnız kur'an" söyleminin, kur'anın pratiğe indirgenmesi sonucunda doğrucağı çelişkiyi ortaya koyma açısından kur'anda hükmü bulunmayan tecavüz suçu örneği yeterli olacaktır . Bir hakim kur'anda hükmünü bulamadığı bir durum ile ilgili olarak önceki uygulamaları araştırması tatmin edici bir hüküm bulmadığı zaman içtihad etmesi ve bu içtihadı onun mezhebi olması kadar doğal bir şey olamaz.
Bu örnekle , "kur'an eksik bir kitaptır onun eksiğini hadis,sünnet mezheb tamamlar" iddiasında değiliz. Yalnız kur'an söylemi helal haram tayini konusunda doğru bir söylem olup hayatın içinde karşılacağımız siyasal, hukuki,sosyal ve ekonomik bütün sorunlara cevap verecek bir kitap olduğu anlamına gelmez. Kur'an hayatın içinde karşılacağımız bu tür sorunların ana hatlarını çizer ve gerekli alt yapı uygulamalarını kur'an çerçevesinde kişisel içtihadlara bırakır.
Burada bir konuyu hatırlatmak yerinde olacaktır. Enam s. 38. ayetinde "biz kitap'ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık " mealindeki ayet'teki "kitab" kelimesinin karşlığı kur'an zannedilerek "bakın kur'anda herşey var" şeklinde söylem geliştirlmeye çalışılmaktadır. Enam s. 38. ayetindeki "kitab" kelimesi kur'an için değil "levhi mahfuz " şeklinde bildirilen Allah cc nin bilgisi için kullanılmıştır.
1000 sene önce yaşanan bir belde'deki ortaya çıkan sorunlar ile bugünkü sorunların aynı olmadığı malumdur.Adına hanefi,şafii,maliki,hanbeli, denilen mezhepler zamanla bir din olarak algılanmış , bu mezheplerdeki hükümleri kabul etmemenin dinsizlik olduğu kafalara kazınmış ve bu mezheplerin haricinde hüküm olamayacağı öne sürülerek içtihad kapısı kapatılmış ve kur'an yaşanmaz bir kitap haline dönüşmüştür. Kur'an eğer bugün hayat içinde yaşanan bir kitap olarak gündeme getirildiği takdirde bu mezheplerdeki pek çok hükmün geçerliliğini yitirmiş olduğu görülecek ve yeni içtihadlar ortaya çıkmak zorunda kalacaktır.
Kur'anın geçmiş yaşantı örnekleri olan hadis,sünnet,mezhep,içtihat gibi malzemelerin hepsi atılmalı diyenlerin bir çoğunun bu söylemlerinin arka planında geçmiş ile bağı kopararak kur'anı ütopik bir kitap haline sokmak isteyen düşüncenin olduğu gözden kaçırılmamalıdır, eğer bu malzemeleri eleştireceksek "hepsini atın" zihniyetine sahip olanların argümanları ile eleştirmemeliyiz.
Sonuç olarak ; yalnız kur'an söyleminin ayakları yere basmayan bir şekilde dile getirilmesi sonucu ortaya çıkabilecek çelişkiler göz ardı edilerek dile getirilmesi uygulama alanındaki ortaya çıkabilecek bazı sorunlara yol açmakta olup gerçekler göz ardı edilmeden "yalnız kur'an" söyleminin ayakları yere basar hale getirilmeli ve kur'anın yaşanan hayat içinde uygulama sahası olan bir kitap olduğu hatırdan asla çıkarılmamalıdır. Zaman duygusal söylemler zamanı değil kur'anın hayat içinde uygulanan bir kitap olduğunun ve bu uygulama safhasında kur'anda hükmü bulunmayan meselelere kur'an ölçeğinde uygun hükümler üretme zamanıdır. "Geçmiş uygulamaları atalım göz önüne almayalım" diyenlerin kendilerinin yönetici pozisyonuna geldiği zaman önlerine gelecek olan sorunlar ile ilgili olarak karar aşamasında kullanacakları malzemenin neler olabileceğini akıllarından çıkarmamalıdırlar. Elçiyi konuşturmayan yalnız kur'an düşüncesi kendisi konuşacak, elçinin uygulamasını red eden yalnız kur'an kendi uygulamasını gündeme getirecek, mezhepleri red eden yalnız kur'an kendi mezhebini üretecek, içtihadı red eden yalnız kur'an kendi içtihadı ile sorunlara çate bulmaya çalışacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
12 Ekim 2013 Cumartesi
Salih a.s'ın Devesi İbrahim a.s'ın Oğlu ve Deneme'nin Mantığı
Bilindiği üzere Salih as Semud kavmine gönderilmiş elçilerden biri olup bu kavmin akıbeti, ayet olarak gönderilen dişi deveyi kesmeleri sonucunda helak ile neticelenmiştir. Yazımızın başlığında görüldüğü üzere Salih as'ın kavmine deneme amaçlı gönderilen dişi deve ayeti ile İbrahim as'ın oğlunu kurban etmesi imtihanı arasında nasıl bir bağ kurulabileceğini, deneme'nin mantığı üzerinden giderek anlamaya çalışıp , bu yolla Salih as'ın devesi üzerinden verilen mesajın bizim için ne ifade edebileceği yönünde bir düşünce sahibi olmaya gayret edeceğiz. Önce Salih as'ın kıssasının geçtiği ayet meallerini vermek istiyoruz.
Araf s. 73-79. ayetleri
73 - Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik): "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir mucizedir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar."
74 - Düşünün ki (Allah) Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
75 - Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: "Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): "(Evet), doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.
76 - Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.
77 - Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! "dediler.
78 - Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
79 - Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
Hud s. 61-68. ayetleri
61 - Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka bir tanrınız daha yoktur. Sizi topraktan O meydana getirdi. Sizi orada ömür sürmeye O memur etti. Bu sebepten O'nun mağfiretini isteyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır, dualarınızı kabul eder."
62 - Dediler: "Ey Salih,! Bundan önce sen bizim içimizde ümit beslenir bir zat idin. Şimdi bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan mı engelliyorsun? Biz, doğrusunu istersen bizi davet ettiğin şeyden kuşkulandıran bir şüphe içindeyiz."
63 - Salih dedi: "Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden açık bir mucize üzerinde isem ve o bana tarafından bir rahmet bahşetmiş ise, ben Allah'a isyan ettiğim takdirde beni O'ndan kim kurtarabilir? Demek ki, siz bana zarar vermekten başka bir şey yapmıyorsunuz."
64 - "Ey kavmim! İşte şu, Allah'ın dişi devesi, size bir mucizedir. Bırakın onu Allah'ın yer yüzünde (otlaklarında) otlasın. Ve ona kötü bir maksatla el sürmeyin, sonra sizi yakın bir azap yakalar."
65 - Derken, o deveyi kestiler. Bunun üzerine Salih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalan çıkmayacak olan kesin bir vaaddir."
66 - Ne zaman ki, azap emrimiz geldi, Salih'i ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtardık, üstelik o günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz Rabbin güçlüdür, mutlak üstündür.
67 - O zalimleri, korkunç bir gürültü yakalayıverdi de oldukları yerde çöküp kaldılar.
68 - Sanki orada güzel güzel yaşayıp durmamışlardı. Bak işte Semud, gerçekten de Rablerine küfretmişlerdi. Bak işte nasıl yok olup gittiler.
Şuara s. 141-159. ayetleri
141 - Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.
142 - Hani kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"
143 - "Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
144 - "Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."
145 - "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir."
146 - "Siz burada güven içinde bırakılacak mısınız?"
147 - "Bahçelerin, pınarların içinde,"
148 - "Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalar arasında,"
149 - Ki bir de dağlardan keyifli keyifli kâşâneler oyuyorsunuz."
150 - "Gelin! Allah'tan korkun da bana itaat edin."
151-152 - "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın."
153 - "Sen dediler, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!"
154 - "Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet (mucize) getir."
155 - Salih "İşte bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin" dedi.
156 - "Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir."
157 - Derken onu kestiler; fakat pişman da oldular.
158 - Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.
159 - Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kamer s. 27.31. ayetleri
27 - Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi salıyoruz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.
28 - Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.
29 - Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.
30 - Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.
31 - Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.
Zariyat s. 43-45. ayetleri
43 - Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
44 - Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
45 - Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
Şems s. 11.15. ayetleri
11 - Semud, azgınlığıyla Hakk'ı yalanladı,
12 - En azgınları ileri atılınca,
13 - Allah'ın Rasulü (Salih peygamber) onlara: "Allah'ın devesini ve onun su nöbetini gözetin." demişti.
14 - Fakat onlar peygamberi yalanlayıp deveyi kestiler. Rableri de günahlarını başlarına geçiriverdi de orayı dümdüz etti.
15 - Öyle ya, Allah bu işin sonundan korkacak değil ya.
017.059 Bizi ayetler göndermekten alıkoyan, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semud milletine gözle görülebilen bir mucize, bir dişi deve vermiştik de ona zulmetmişlerdi. Oysa Biz mucizeleri yalnız korkutmak için göndeririz.
Salih as ın kıssası anlatılırken öne çıkan dişi deve ayeti ve bu ayetin o kavme deneme için gönderilmesi ile İbrahim as ın oğlu ile imtihan edilmesi arasındaki mantık arasında bir bağ kurarak Allah cc nin imtihan vesilesi olarak gönderdiği şeylerde mantık veya akıl noktasında ne gibi kurulabileceği yada böyle bir bağ kurulması gibi bir durumun söz konusu dahi edilmeden "semi'na ve ata'na " diyerek teslim olunması gerektiğini, bu kıssa'nın mesajı bağlamında irdelemeye gayret edeceğiz.
Tefsirlere baktığımızda dişi deve üzerinden verilmek istenen mesajın değilde, dişi devenin taştan çıkıp çıkmadığı konusunda tartışmalar derinleştirilerek bir nevi bilgi kirliliği oluşturulmuş ve mesajın içeriği konusunda herhangi bir düşünce maalesef serdedilmemiş, veya deve sadece Salih as'ın kavminin helak olmasına sebeb olan bir hayvan olarak kalmıştır.
Semud kavmine gönderilen dişi deve o kavme bir imtihan aracı olarak gönderilmiş olup Allah cc o kavmin su içme hakkı ile devenin su içme hakkını paylaştırmıştır. Yani su bir gün tek başına o deveye ait birgün bütün kavme ait olarak Allah cc tarafından paylaştırılmış ve o kavmin bu paylaşıma rıza göstermesi emredilmişti.
Şimdi böyle bir olayı bir an için Allah cc nin değilde bir beldenin yetkili amirinin yaptığını düşünelim. Bir ilin valisi o ile ait olan suyu bir gün sadece tek bir kişiye diğer gün bütün il halkına paylaştırdığını ilan ederse bu şekildeki bir paylaşımı adaletli bir paylaşım olarak io şehir halkı kabul edebilir mi?, elbetteki cevap HAYIR olacaktır.
Allah cc nin Semud kavmi için yaptığı bu paylaşımı bir insan yapsa bu paylaşım o insanın adaletsiz, zalim gibi adlarla anılmasına sebep olacaktır. Peki Allah cc nin Semud kavmi için yapmış olduğu paylaşımı,onun haşa adaletsiz ve zalim olduğunun bir göstergesidir dersek bu sözümüzün dopruluğunu hiç bir Müslüman kabul etmez , aksine bu sözün Allah cc ye bir iftira olduğunu söyleyecektir.
O zaman şu soru akla gelecektir, Allah cc kullarına adaleti ve zalim olmamayı emrederken Semud kavmine bir insanın hükmü olduğu takdirde o insanı zalim ve adaletsiz olarak isimlendirmesine sebeb olacak bir uygulamayı neden reva gördü?
Herkes'in vereceği cevap şu olacaktır, Allah Semud kavmine göndermiş olduğu dişi deveyi ayetler'de bildirdiği üzere deneme amaçlı göndermiştir. La yus'el (sorgulanamaz) olan Allah cc nin haşa adaletsizliği veya zalimliği gibi bir durum asla söz konusu olamaz.
Allah kur'anın birçok ayetinde yaratmış olduğu insanı deneme amaçlı yarattığını ve bu deneme sonucunda ahiretteki yerini hazırlayacağını bildirmiştir, tabi ki bu deneme kolay olmayıp içinde bir çok zorlukları barındırmaktadır. Hiç bir kul yaşadığı hayat içinde başına gelen gelen zorluklara isyan etmeden bunun deneme amaçlı olan bir hayat sürecinin devamı olduğunu hatırlarından çıkarmadan boyun eğmek zorundadır.
Bu imtihan sürecinden bizlere örneklik teşkil etmesi için İbrahim as'da geçirilmiş olup Semud kavminin imtihanı gibi bir imtihan sürecinden geçirilmiştir. İbrahim as ın bu denenmesi ile ilgili olarak günümüzde ortaya atılan bazı düşüncelere baktığımız zaman böyle bir denemenin yapılmasının Allah cc nin adaletine ve sünnetullaha aykırı olduğu gerekçesi ile karşı çıkılarak kasas suresinde anlatılan bu kıssanı yanlış anlaşıldığını hatta bunu İbrahim as ın bile yanlış anladığını iddia edecek kadar ileriye gidilmiştir.
Semud kavmi'nin imtihanı ile İbrahim as 'ın imtihanı arasında ortak bir nokta vardır bu ortaklık'ta şudur; semud kavmine eğer bir vali öyle bir uygulamayı reva görseydi o ilin halkı haklı olarak o valiye karşı çıkmaları gerekirdi. İbrahim as'a da eğer bir yönetici oğlunu keseceksin diye bir emir vermiş olsaydı İbrahim as haklı olarak bu emre karşı çıkması gerekirdi. Ancak semud kavmine yapılan uygulamanın kaynağı ile İbrahim as'a oğlunu boğazlaması için verilen emrin kaynağı aynıdır ve Semud kavmini de İbrahim as ı da böyle çetin bir imtihana sokan Allah cc dir.
İmtihan konularının kaynağı Allah olunca kula düşen bunun adaletini sorgulamak değil anında teslim olmaktır. Semud kavmi bu imtihanı herhangi bir yöneticinin uygulaması olarak görüp teslim olmamış deveyi hunharca katletmiş ve helak edilmeyi hak etmiştir. İbrahim as bu imtihanı sorgulamadan oğlu ile birlikte teslim olmuş ve bu zor süreci başarı ile tamamlamıştır.
Şimdi soruyoruz; İbrahim as'ın imtihanı ile ilgili olarak bu imtihanın adaletsiz olduğu şeklinde bir düşünce ortaya atanların Semud kavminin imtihanının adaletini neden sorgulamazlar ? çünkü böyle bir uygulamaları Allah cc nin dışında herhangi birisi yapsa onun zalim ve adaletsiz olduğuna hükmedilir. Semud kavmine uygulanan bu imtihan biçiminde bir itirazda bulunmayan bazı kişiler İbrahim as' ın imtihanı konusunda neden yan çizme yollarına başvurmaktadırlar?.
Sonuç olarak ; Semud kavminin örneğinde onlara gönderilen dişi devenin bir imtihan aracı olması ve bu imtihan şeklinin herhangi bir kul tarafından uygulanmasının o kulun adaletsiz ve zalim olmasını gerektirirken aynı imtihanı Allah cc nin uygulaması onun kulları ile ilgili yapmış olduğu imtihan konularından herhangi bir mantık veya usul aranması gibi bir duruma düşülmeden anında teslim olunması, "duyduk ve itaat ettik" denilerek emre boyun eğilmesi gerektiğinin mesajı verilmektedir. Bizi yaratanın bizim üzerimizdeki tasarrufları hakkında ıkır cıkır etmeden teslim olunması gerektiği başta ibrahim as ve oğlunun örneğinde bizlere gösterilmektedir. Ancak Allah cc nin kullarını imtihan etmesinde mantık arayışına çıkan bazıları ibrahim as'ın bu imtihanında mantıksızlık!! olduğu yönündeki itirazlarını semud kavminin imtihanı konusunda gösterememektedirler. EĞER ALLAH CC NİN KULLARI ÜZERİNDE YAPMIŞ OLDUĞU İMTİHAN KONUSUNDA MANTIK USUL ARAYIŞLARINA ÇIKACAK İSEK SEMUD KAVMİNİN İMTİHANI İLE İLGİLİ OLARAK MANTIK VE USUL ARAYIŞLARINA ÇIKILMASI GEREKİR. Ancak olması gereken tabiki bu olmayıp Allah cc nin kulları için uygun gördüğü imtihan şekillerine aynen teslim olmaktır ve bu imtihandan yüz akı ile çıkmak için gerekli amelleri işlemektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Araf s. 73-79. ayetleri
73 - Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik): "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir mucizedir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar."
74 - Düşünün ki (Allah) Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
75 - Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: "Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): "(Evet), doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.
76 - Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.
77 - Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! "dediler.
78 - Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
79 - Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
Hud s. 61-68. ayetleri
61 - Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka bir tanrınız daha yoktur. Sizi topraktan O meydana getirdi. Sizi orada ömür sürmeye O memur etti. Bu sebepten O'nun mağfiretini isteyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır, dualarınızı kabul eder."
62 - Dediler: "Ey Salih,! Bundan önce sen bizim içimizde ümit beslenir bir zat idin. Şimdi bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan mı engelliyorsun? Biz, doğrusunu istersen bizi davet ettiğin şeyden kuşkulandıran bir şüphe içindeyiz."
63 - Salih dedi: "Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden açık bir mucize üzerinde isem ve o bana tarafından bir rahmet bahşetmiş ise, ben Allah'a isyan ettiğim takdirde beni O'ndan kim kurtarabilir? Demek ki, siz bana zarar vermekten başka bir şey yapmıyorsunuz."
64 - "Ey kavmim! İşte şu, Allah'ın dişi devesi, size bir mucizedir. Bırakın onu Allah'ın yer yüzünde (otlaklarında) otlasın. Ve ona kötü bir maksatla el sürmeyin, sonra sizi yakın bir azap yakalar."
65 - Derken, o deveyi kestiler. Bunun üzerine Salih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalan çıkmayacak olan kesin bir vaaddir."
66 - Ne zaman ki, azap emrimiz geldi, Salih'i ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtardık, üstelik o günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz Rabbin güçlüdür, mutlak üstündür.
67 - O zalimleri, korkunç bir gürültü yakalayıverdi de oldukları yerde çöküp kaldılar.
68 - Sanki orada güzel güzel yaşayıp durmamışlardı. Bak işte Semud, gerçekten de Rablerine küfretmişlerdi. Bak işte nasıl yok olup gittiler.
Şuara s. 141-159. ayetleri
141 - Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.
142 - Hani kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"
143 - "Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
144 - "Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."
145 - "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir."
146 - "Siz burada güven içinde bırakılacak mısınız?"
147 - "Bahçelerin, pınarların içinde,"
148 - "Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalar arasında,"
149 - Ki bir de dağlardan keyifli keyifli kâşâneler oyuyorsunuz."
150 - "Gelin! Allah'tan korkun da bana itaat edin."
151-152 - "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın."
153 - "Sen dediler, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!"
154 - "Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet (mucize) getir."
155 - Salih "İşte bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin" dedi.
156 - "Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir."
157 - Derken onu kestiler; fakat pişman da oldular.
158 - Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.
159 - Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kamer s. 27.31. ayetleri
27 - Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi salıyoruz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.
28 - Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.
29 - Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.
30 - Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.
31 - Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.
Zariyat s. 43-45. ayetleri
43 - Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
44 - Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
45 - Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
Şems s. 11.15. ayetleri
11 - Semud, azgınlığıyla Hakk'ı yalanladı,
12 - En azgınları ileri atılınca,
13 - Allah'ın Rasulü (Salih peygamber) onlara: "Allah'ın devesini ve onun su nöbetini gözetin." demişti.
14 - Fakat onlar peygamberi yalanlayıp deveyi kestiler. Rableri de günahlarını başlarına geçiriverdi de orayı dümdüz etti.
15 - Öyle ya, Allah bu işin sonundan korkacak değil ya.
017.059 Bizi ayetler göndermekten alıkoyan, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semud milletine gözle görülebilen bir mucize, bir dişi deve vermiştik de ona zulmetmişlerdi. Oysa Biz mucizeleri yalnız korkutmak için göndeririz.
Salih as ın kıssası anlatılırken öne çıkan dişi deve ayeti ve bu ayetin o kavme deneme için gönderilmesi ile İbrahim as ın oğlu ile imtihan edilmesi arasındaki mantık arasında bir bağ kurarak Allah cc nin imtihan vesilesi olarak gönderdiği şeylerde mantık veya akıl noktasında ne gibi kurulabileceği yada böyle bir bağ kurulması gibi bir durumun söz konusu dahi edilmeden "semi'na ve ata'na " diyerek teslim olunması gerektiğini, bu kıssa'nın mesajı bağlamında irdelemeye gayret edeceğiz.
Tefsirlere baktığımızda dişi deve üzerinden verilmek istenen mesajın değilde, dişi devenin taştan çıkıp çıkmadığı konusunda tartışmalar derinleştirilerek bir nevi bilgi kirliliği oluşturulmuş ve mesajın içeriği konusunda herhangi bir düşünce maalesef serdedilmemiş, veya deve sadece Salih as'ın kavminin helak olmasına sebeb olan bir hayvan olarak kalmıştır.
Semud kavmine gönderilen dişi deve o kavme bir imtihan aracı olarak gönderilmiş olup Allah cc o kavmin su içme hakkı ile devenin su içme hakkını paylaştırmıştır. Yani su bir gün tek başına o deveye ait birgün bütün kavme ait olarak Allah cc tarafından paylaştırılmış ve o kavmin bu paylaşıma rıza göstermesi emredilmişti.
Şimdi böyle bir olayı bir an için Allah cc nin değilde bir beldenin yetkili amirinin yaptığını düşünelim. Bir ilin valisi o ile ait olan suyu bir gün sadece tek bir kişiye diğer gün bütün il halkına paylaştırdığını ilan ederse bu şekildeki bir paylaşımı adaletli bir paylaşım olarak io şehir halkı kabul edebilir mi?, elbetteki cevap HAYIR olacaktır.
Allah cc nin Semud kavmi için yaptığı bu paylaşımı bir insan yapsa bu paylaşım o insanın adaletsiz, zalim gibi adlarla anılmasına sebep olacaktır. Peki Allah cc nin Semud kavmi için yapmış olduğu paylaşımı,onun haşa adaletsiz ve zalim olduğunun bir göstergesidir dersek bu sözümüzün dopruluğunu hiç bir Müslüman kabul etmez , aksine bu sözün Allah cc ye bir iftira olduğunu söyleyecektir.
O zaman şu soru akla gelecektir, Allah cc kullarına adaleti ve zalim olmamayı emrederken Semud kavmine bir insanın hükmü olduğu takdirde o insanı zalim ve adaletsiz olarak isimlendirmesine sebeb olacak bir uygulamayı neden reva gördü?
Herkes'in vereceği cevap şu olacaktır, Allah Semud kavmine göndermiş olduğu dişi deveyi ayetler'de bildirdiği üzere deneme amaçlı göndermiştir. La yus'el (sorgulanamaz) olan Allah cc nin haşa adaletsizliği veya zalimliği gibi bir durum asla söz konusu olamaz.
Allah kur'anın birçok ayetinde yaratmış olduğu insanı deneme amaçlı yarattığını ve bu deneme sonucunda ahiretteki yerini hazırlayacağını bildirmiştir, tabi ki bu deneme kolay olmayıp içinde bir çok zorlukları barındırmaktadır. Hiç bir kul yaşadığı hayat içinde başına gelen gelen zorluklara isyan etmeden bunun deneme amaçlı olan bir hayat sürecinin devamı olduğunu hatırlarından çıkarmadan boyun eğmek zorundadır.
Bu imtihan sürecinden bizlere örneklik teşkil etmesi için İbrahim as'da geçirilmiş olup Semud kavminin imtihanı gibi bir imtihan sürecinden geçirilmiştir. İbrahim as ın bu denenmesi ile ilgili olarak günümüzde ortaya atılan bazı düşüncelere baktığımız zaman böyle bir denemenin yapılmasının Allah cc nin adaletine ve sünnetullaha aykırı olduğu gerekçesi ile karşı çıkılarak kasas suresinde anlatılan bu kıssanı yanlış anlaşıldığını hatta bunu İbrahim as ın bile yanlış anladığını iddia edecek kadar ileriye gidilmiştir.
Semud kavmi'nin imtihanı ile İbrahim as 'ın imtihanı arasında ortak bir nokta vardır bu ortaklık'ta şudur; semud kavmine eğer bir vali öyle bir uygulamayı reva görseydi o ilin halkı haklı olarak o valiye karşı çıkmaları gerekirdi. İbrahim as'a da eğer bir yönetici oğlunu keseceksin diye bir emir vermiş olsaydı İbrahim as haklı olarak bu emre karşı çıkması gerekirdi. Ancak semud kavmine yapılan uygulamanın kaynağı ile İbrahim as'a oğlunu boğazlaması için verilen emrin kaynağı aynıdır ve Semud kavmini de İbrahim as ı da böyle çetin bir imtihana sokan Allah cc dir.
İmtihan konularının kaynağı Allah olunca kula düşen bunun adaletini sorgulamak değil anında teslim olmaktır. Semud kavmi bu imtihanı herhangi bir yöneticinin uygulaması olarak görüp teslim olmamış deveyi hunharca katletmiş ve helak edilmeyi hak etmiştir. İbrahim as bu imtihanı sorgulamadan oğlu ile birlikte teslim olmuş ve bu zor süreci başarı ile tamamlamıştır.
Şimdi soruyoruz; İbrahim as'ın imtihanı ile ilgili olarak bu imtihanın adaletsiz olduğu şeklinde bir düşünce ortaya atanların Semud kavminin imtihanının adaletini neden sorgulamazlar ? çünkü böyle bir uygulamaları Allah cc nin dışında herhangi birisi yapsa onun zalim ve adaletsiz olduğuna hükmedilir. Semud kavmine uygulanan bu imtihan biçiminde bir itirazda bulunmayan bazı kişiler İbrahim as' ın imtihanı konusunda neden yan çizme yollarına başvurmaktadırlar?.
Sonuç olarak ; Semud kavminin örneğinde onlara gönderilen dişi devenin bir imtihan aracı olması ve bu imtihan şeklinin herhangi bir kul tarafından uygulanmasının o kulun adaletsiz ve zalim olmasını gerektirirken aynı imtihanı Allah cc nin uygulaması onun kulları ile ilgili yapmış olduğu imtihan konularından herhangi bir mantık veya usul aranması gibi bir duruma düşülmeden anında teslim olunması, "duyduk ve itaat ettik" denilerek emre boyun eğilmesi gerektiğinin mesajı verilmektedir. Bizi yaratanın bizim üzerimizdeki tasarrufları hakkında ıkır cıkır etmeden teslim olunması gerektiği başta ibrahim as ve oğlunun örneğinde bizlere gösterilmektedir. Ancak Allah cc nin kullarını imtihan etmesinde mantık arayışına çıkan bazıları ibrahim as'ın bu imtihanında mantıksızlık!! olduğu yönündeki itirazlarını semud kavminin imtihanı konusunda gösterememektedirler. EĞER ALLAH CC NİN KULLARI ÜZERİNDE YAPMIŞ OLDUĞU İMTİHAN KONUSUNDA MANTIK USUL ARAYIŞLARINA ÇIKACAK İSEK SEMUD KAVMİNİN İMTİHANI İLE İLGİLİ OLARAK MANTIK VE USUL ARAYIŞLARINA ÇIKILMASI GEREKİR. Ancak olması gereken tabiki bu olmayıp Allah cc nin kulları için uygun gördüğü imtihan şekillerine aynen teslim olmaktır ve bu imtihandan yüz akı ile çıkmak için gerekli amelleri işlemektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
5 Ekim 2013 Cumartesi
Mücadele s. 11. Ayeti İle İlgili Bir Anlama Çalışması
Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kîle lekum tefessehû fîl mecâlisi fefsehû
yefsehıllâhu lekum, ve izâ kîlenşuzû fenşuzû yerfeillahullezîne âmenû
minkum vellezîne ûtûl ilme derecât(derecâtin), vallâhu bi mâ ta’melûne
habîr(habîrun).
Mücadele s. 11. ayetinde Rabbimiz bizlere mealen" Ey o bütün iyman edenler! Sizlere meclislerde genişleyin denildiği vakıt genişleyiverin Allah da size genişlik versin, kalkın denildiği zaman da kalkıverin ki Allah iyman edenlerinizi yükseltsin, ılim verilenleri ise derecat ile, ve Allah her ne yaparsanız haberdardır" buyurmaktadır.
Bu ayet ile ile ilgili olarak tefsirlere bakıldığında, sadece gelen birisine yer açın şeklinde bir emir olarak algılanmış ve bu anlama uygun birde nuzül sebebi konularak, ayet tarihsel bir okuma ile anlaşılmaya çalışılmıştır. Halbuki ayetin anlamı bile bizlere daha geniş düşünmeyi teşvik ederken ayetin anlamı oldukça daraltılmış ve uygulama sahasından çıkmış bir ayet durumuna düşürülmüştür.
Ayetteki, "yer açın" veya "genişleyin" şeklinde meallendirilen "fesehu" kelimesinin anlamı üzerinde durarak bu ayetin bizlere ne gibi bir mesajı olabileceği üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
Elfesihu= geniş mekan
Ettefessühu= genişlemek,geniş,ferah veya engin olmak ya da bir duruma gelmek.
Hüve fi füshetin min heze elmr= filan kimse şu meselede geniş bir hareket alanına sahiptir.
Ayet içinde geçen "tefessehu" kelimesini sadece "sizler oturmakta iken gelen birine yer açın" şeklindeki verilen anlam kelimeyi daraltarak ayetin sanki adabı muaşeret kuralı dahilinde bir emir verdiği izlenimi uyandırmaktadır.
"Meclislerde genişleyin" emrini , müminlerin kendi aralarındaki sorunlar ile ilgili olarak yapmış oldukları oturumlarda birbirleri ile yaptıkları istişareyi geniş alana yayarak düşünce beyanını sadece belirli kişilere has kılmamak, herkese fikrini ortaya koyma imkanı tanımak gibi anlamlar etrafında ayetin çerçevesini genişletmek mümkündür. Yani müminler kendi aralarında herhangi bir konuda düşünürlerken düşünen insanları kısıtlamayacak aksine daha fazla düşünen insan olması hususunda fikir birliği sağlayacaklar. Bunun tersine olarak , sadece belirli kişilerin konuşma hakkı olduğu ötekilerin sadece kafa salladığı meclisler fikir zenginliğine kapılarını kapatmaya sebep olacağı nedeniyle Rabbimiz Mücadele s. 11 . ayetinde bizlere, sorunlarımıza daha doğru bir çare bulmak için gerekli olan yöntemi bildirmektedir.
Şura s. 38. ayetinde " onların işleri şura iledir" buyurması veya Al-i İmran s. 159. ayetinde , uhud yenilgisi sonrası ile ilgili inen ayetlerde "onlarla istişare et" buyurması, başkalarının fikrini alma gerekliliği konusunda mücadele s. 11. ayeti ile benzerlik arzetmektedir.
Rabbimizin yine 11. ayette'ki "kalkın denildiği zaman da kalkıverin" mealindeki emri müminlerin geniş katılımlı bir istişare sonucu aldıkları karara herkesin uyma gerekliliği , müminlerin çoğunluk sonucu aldıkları bu kararlara muhalif olanların bile artık bu karar doğrultusunda hareket mecburiyetini beyan etmektedir.
Sonuç olarak; mücadele s. 11. ayeti , meal ve tefsirlerde nuzül sebebi çerçevesinde, adabı muaşeret kuralı olarak, gelen birine oturacak yer açın gibi bir anlama indirgenerek sonrakilere mesaj olarak, sadece gelen kişiye oturacak yer açın gibi bir anlam oluşturulmuş olup buna itiraz etmemekle birlikte daha geniş bir açıdan bakılarak ayetin, mü'minler arasındaki soruların tartışılmasında geniş bir katılım, geniş bir düşünce çerçevesi çizilmesi ve böylece daha doğru bir düşünce yakalanması amaçlı bir mesajı içerdiğini düşünmekteyiz. Bu tür yolla alınan kararlarında tüm mü'minlerin uyma zorunluluğu olduğu alınan karara muhalif olanların bile bu karar doğrultusunda hareket ederek birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri emredilmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Mücadele s. 11. ayetinde Rabbimiz bizlere mealen" Ey o bütün iyman edenler! Sizlere meclislerde genişleyin denildiği vakıt genişleyiverin Allah da size genişlik versin, kalkın denildiği zaman da kalkıverin ki Allah iyman edenlerinizi yükseltsin, ılim verilenleri ise derecat ile, ve Allah her ne yaparsanız haberdardır" buyurmaktadır.
Bu ayet ile ile ilgili olarak tefsirlere bakıldığında, sadece gelen birisine yer açın şeklinde bir emir olarak algılanmış ve bu anlama uygun birde nuzül sebebi konularak, ayet tarihsel bir okuma ile anlaşılmaya çalışılmıştır. Halbuki ayetin anlamı bile bizlere daha geniş düşünmeyi teşvik ederken ayetin anlamı oldukça daraltılmış ve uygulama sahasından çıkmış bir ayet durumuna düşürülmüştür.
Ayetteki, "yer açın" veya "genişleyin" şeklinde meallendirilen "fesehu" kelimesinin anlamı üzerinde durarak bu ayetin bizlere ne gibi bir mesajı olabileceği üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
Elfesihu= geniş mekan
Ettefessühu= genişlemek,geniş,ferah veya engin olmak ya da bir duruma gelmek.
Hüve fi füshetin min heze elmr= filan kimse şu meselede geniş bir hareket alanına sahiptir.
Ayet içinde geçen "tefessehu" kelimesini sadece "sizler oturmakta iken gelen birine yer açın" şeklindeki verilen anlam kelimeyi daraltarak ayetin sanki adabı muaşeret kuralı dahilinde bir emir verdiği izlenimi uyandırmaktadır.
"Meclislerde genişleyin" emrini , müminlerin kendi aralarındaki sorunlar ile ilgili olarak yapmış oldukları oturumlarda birbirleri ile yaptıkları istişareyi geniş alana yayarak düşünce beyanını sadece belirli kişilere has kılmamak, herkese fikrini ortaya koyma imkanı tanımak gibi anlamlar etrafında ayetin çerçevesini genişletmek mümkündür. Yani müminler kendi aralarında herhangi bir konuda düşünürlerken düşünen insanları kısıtlamayacak aksine daha fazla düşünen insan olması hususunda fikir birliği sağlayacaklar. Bunun tersine olarak , sadece belirli kişilerin konuşma hakkı olduğu ötekilerin sadece kafa salladığı meclisler fikir zenginliğine kapılarını kapatmaya sebep olacağı nedeniyle Rabbimiz Mücadele s. 11 . ayetinde bizlere, sorunlarımıza daha doğru bir çare bulmak için gerekli olan yöntemi bildirmektedir.
Şura s. 38. ayetinde " onların işleri şura iledir" buyurması veya Al-i İmran s. 159. ayetinde , uhud yenilgisi sonrası ile ilgili inen ayetlerde "onlarla istişare et" buyurması, başkalarının fikrini alma gerekliliği konusunda mücadele s. 11. ayeti ile benzerlik arzetmektedir.
Rabbimizin yine 11. ayette'ki "kalkın denildiği zaman da kalkıverin" mealindeki emri müminlerin geniş katılımlı bir istişare sonucu aldıkları karara herkesin uyma gerekliliği , müminlerin çoğunluk sonucu aldıkları bu kararlara muhalif olanların bile artık bu karar doğrultusunda hareket mecburiyetini beyan etmektedir.
Sonuç olarak; mücadele s. 11. ayeti , meal ve tefsirlerde nuzül sebebi çerçevesinde, adabı muaşeret kuralı olarak, gelen birine oturacak yer açın gibi bir anlama indirgenerek sonrakilere mesaj olarak, sadece gelen kişiye oturacak yer açın gibi bir anlam oluşturulmuş olup buna itiraz etmemekle birlikte daha geniş bir açıdan bakılarak ayetin, mü'minler arasındaki soruların tartışılmasında geniş bir katılım, geniş bir düşünce çerçevesi çizilmesi ve böylece daha doğru bir düşünce yakalanması amaçlı bir mesajı içerdiğini düşünmekteyiz. Bu tür yolla alınan kararlarında tüm mü'minlerin uyma zorunluluğu olduğu alınan karara muhalif olanların bile bu karar doğrultusunda hareket ederek birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri emredilmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
29 Eylül 2013 Pazar
Hurufu Mukattaa'daki Sırlar !!!!
Kur'an surelerinin 29. tanesinin başında bulunan kesik harfler hakkında tefsir kitaplarında çok şey söylenmiştir. O kitaplarda, bu harflerin anlaşılmaz harfler olduğu ve sırlar taşıdığı gibi yorumlar sayfalarca yer işgal etmiştir. Dahası tasavvuf düşüncesine mensup kişiler bu harflerin sırlar taşıdığı ve bu sırları kendilerinin çözdüğü iddiası ile müritlerinin gözünde kutsallık kazanmaya çalışmışlar ve bunda gözle görülür bir başarı kazanmışlardır.
Allah cc, kitabını anlaşılmaz kılarak bu anlamayı bazı özel kişilere verdiğini , diğerlerini o kişilerin anlayışlarına mahkum ettiğini iddia etmek bu kitap üzerinde şeytani emelleri olan kişilerin baş iddialarıdır. Allah cc nin kitabını herkesin anlayabileceği bir düzeyde indirmiş olması bazı din baronlarının işlerine maalesef gelmeyerek bu kitabın anlaşılmaz olduğu hatta çelişkili bir kitap olduğu bu çelişkilerin mukattaa harflerinin taşıdığı sırların çözülerek giderilebileceği iddialarıda yine bu kişiler tarafından dile getirildiği bilinmektedir.
Öyleyse bu harfler ile Rabbimiz bizlere nasıl bir mesaj vermektedir? diye sorulduğunda şura suresinin ilk 3. ayeti bu konuyu bizlere anlatmaktadır.
"Hâ. Mîm. Ayn. Sîn. Kaf.Aziz, Hakim olan Allah sana da, senden öncekilere de böyle vahyeder."
Kesik harflerden sonra gelen ayetteki "sana ve senden öncekilere böyle vahyeder" cümlesi
kesik harfleri anlamanın anahtar ayeti diyebiliriz.
Bu harfler bilindiği gibi arap alfabesinin harfleri olup her kavimde olduğu gibi o kavmin insanlarının birbirleri ile iletişimlerini sağladıkları bir araçtır. Allah cc muhammed as a kadar göndermiş olduğu elçilerini o kavmin dilini konuşanlar arasından seçmiş olduğunu beyan ederek vahyi anlamakta herhangi bir zorlukları olmasın ve "bu vahyi anlamakta zorlanıyoruz" şeklinde muhataplar tarafından herhangi bir itiraza mahal bırakılmasın.
[014.004] Ve biz her gönderdiğimiz Resulü ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki onlara iyi beyan etsin sonra da Allah dilediğini dalâlette bırıkır, dilediğini de hidayete irdirir, ve öyle azîz hakîm o.
[019.097] İşte Biz; bunu muttakilere müjdeleyesin ve inatçı bir kavmi uyarasın diye senin dilinde indirerek kolaylaştırdık.
[044.058] Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık.
[026.193-5] Onu Rûhu'l-emîn uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir.
[012.002] Biz onu akıl erdirebilesiniz diye. bir Kur'an olmak üzere Arapça olarak indirdik.
[020.113] İşte Kuran'ı, Arapça okunmak üzere indirdik, onda tehditleri türlü türlü açıkladık ki belki sakınırlar yahut onlara ibret verir.
[039.028] O, eğriliği olmayan, Arapça bir Kuran'dır. Belki sakınırlar.
[041.003] Bu, Arapça bir Kur'an olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilip açıklanmış bir kitaptır.
042.007] Böylece şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir Kitap vahyettik. İnsanların bir takımı cennete, bir takımı da çılgın alevli cehenneme girer.
[043.003] Doğrusu, Biz onu Arapça olarak okunacak bir Kur'an yaptık ki akıl erdiresiniz.
[046.012] Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur'an) da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir kitaptır.
[016.103] Muhakkak biliyoruz ki onlar «mutlaka onu bir beşer ta'lim ediyor» da diyorlar, ilhad etmek istedikleri kimsenin lisanı A'cemîdir, bu Kur'an ise gayet beliğ bir Arabî lisan
[041.044] Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.)
Yukarıda örnek olarak vermiş olduğumuz ayet mealleri Allah cc nin elçilerini göndermiş olduğu kavmin dili ile göndererek vahyinin anlaşılmasını sağlayarak muhatapların bu vahyin anlaşılmaz olduğu yolunda herhangi bir bahane üretmesine mahal bırakmamıştır.
29. adet sure başında hurufu mukattaa'ya dönecek olursak, rabbimiz elçisine indirmiş olduğu kitabın dilinin o kavmin konuştuğu dili oluşturan harflerin birleşerek kelimeleri ve cümleleri oluşturması ile meydana geldiğini, dolayısı ile bu kitabın anlaşılmazlık diye bir sorunu olamayacağını 29 adet sure başındaki hurufu mukattaa ile muhataplarına beyan etmiştir.
Şura s. ilk üç ayeti bu durumu açıkça beyan etmesi açısından önemli bir mesaj taşımaktadır.
Sonuç olarak; kur'anın 29 suresinin başında bulunan hurufu mukattaa ile ilgili olarak tefsirlerde bir çok yorumlarda bulunulmuştur. Bu harflerin sırlar taşıdığını iddia ederek bu sırları çözdüğünü!! iddia ederek kitabın anlaşılmasını sadece kendine verilmiş has bir bir özellik olarak algılayanlar insanların bu bilgi olmadan kur'anı anlayamacağını iddia ederek öncelikle kitabın anlaşılmaz ve çelişkiler ile dol olduğu yolunda iddialar ile insanların gözünü boyayıp sonra kitapta var olduğunu iddia ettikleri bu çelişkileri!! kendilerinin yöntemi ile çözdüklerini iddia edecek kadar ileri gitme cüretini göstermişlerdir.
Bu harfler arap alfabesinin harfleri olup Allah cc nin gönderdiği elçi bu harflerin oluşturduğu dili konuşmakta ve ona verilen kitap'ta bu harflerin olşturduğu kelime ve cümleler ile muhataplara hatırlatmalarda bulunmakdır. Aksi iddia bu harflerin sırlar taşıdığı ,anlaşılmaz olduğu vs gibi sözler bu kitap hakkında art niyetleri bulunanların iddiaları olup bu yöntemle kitaba istediğini söyletme yoluna gidildiğine şahid olmaktayız.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Allah cc, kitabını anlaşılmaz kılarak bu anlamayı bazı özel kişilere verdiğini , diğerlerini o kişilerin anlayışlarına mahkum ettiğini iddia etmek bu kitap üzerinde şeytani emelleri olan kişilerin baş iddialarıdır. Allah cc nin kitabını herkesin anlayabileceği bir düzeyde indirmiş olması bazı din baronlarının işlerine maalesef gelmeyerek bu kitabın anlaşılmaz olduğu hatta çelişkili bir kitap olduğu bu çelişkilerin mukattaa harflerinin taşıdığı sırların çözülerek giderilebileceği iddialarıda yine bu kişiler tarafından dile getirildiği bilinmektedir.
Öyleyse bu harfler ile Rabbimiz bizlere nasıl bir mesaj vermektedir? diye sorulduğunda şura suresinin ilk 3. ayeti bu konuyu bizlere anlatmaktadır.
"Hâ. Mîm. Ayn. Sîn. Kaf.Aziz, Hakim olan Allah sana da, senden öncekilere de böyle vahyeder."
Kesik harflerden sonra gelen ayetteki "sana ve senden öncekilere böyle vahyeder" cümlesi
kesik harfleri anlamanın anahtar ayeti diyebiliriz.
Bu harfler bilindiği gibi arap alfabesinin harfleri olup her kavimde olduğu gibi o kavmin insanlarının birbirleri ile iletişimlerini sağladıkları bir araçtır. Allah cc muhammed as a kadar göndermiş olduğu elçilerini o kavmin dilini konuşanlar arasından seçmiş olduğunu beyan ederek vahyi anlamakta herhangi bir zorlukları olmasın ve "bu vahyi anlamakta zorlanıyoruz" şeklinde muhataplar tarafından herhangi bir itiraza mahal bırakılmasın.
[014.004] Ve biz her gönderdiğimiz Resulü ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki onlara iyi beyan etsin sonra da Allah dilediğini dalâlette bırıkır, dilediğini de hidayete irdirir, ve öyle azîz hakîm o.
[019.097] İşte Biz; bunu muttakilere müjdeleyesin ve inatçı bir kavmi uyarasın diye senin dilinde indirerek kolaylaştırdık.
[044.058] Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık.
[026.193-5] Onu Rûhu'l-emîn uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir.
[012.002] Biz onu akıl erdirebilesiniz diye. bir Kur'an olmak üzere Arapça olarak indirdik.
[020.113] İşte Kuran'ı, Arapça okunmak üzere indirdik, onda tehditleri türlü türlü açıkladık ki belki sakınırlar yahut onlara ibret verir.
[039.028] O, eğriliği olmayan, Arapça bir Kuran'dır. Belki sakınırlar.
[041.003] Bu, Arapça bir Kur'an olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilip açıklanmış bir kitaptır.
042.007] Böylece şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir Kitap vahyettik. İnsanların bir takımı cennete, bir takımı da çılgın alevli cehenneme girer.
[043.003] Doğrusu, Biz onu Arapça olarak okunacak bir Kur'an yaptık ki akıl erdiresiniz.
[046.012] Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur'an) da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir kitaptır.
[016.103] Muhakkak biliyoruz ki onlar «mutlaka onu bir beşer ta'lim ediyor» da diyorlar, ilhad etmek istedikleri kimsenin lisanı A'cemîdir, bu Kur'an ise gayet beliğ bir Arabî lisan
[041.044] Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.)
Yukarıda örnek olarak vermiş olduğumuz ayet mealleri Allah cc nin elçilerini göndermiş olduğu kavmin dili ile göndererek vahyinin anlaşılmasını sağlayarak muhatapların bu vahyin anlaşılmaz olduğu yolunda herhangi bir bahane üretmesine mahal bırakmamıştır.
29. adet sure başında hurufu mukattaa'ya dönecek olursak, rabbimiz elçisine indirmiş olduğu kitabın dilinin o kavmin konuştuğu dili oluşturan harflerin birleşerek kelimeleri ve cümleleri oluşturması ile meydana geldiğini, dolayısı ile bu kitabın anlaşılmazlık diye bir sorunu olamayacağını 29 adet sure başındaki hurufu mukattaa ile muhataplarına beyan etmiştir.
Şura s. ilk üç ayeti bu durumu açıkça beyan etmesi açısından önemli bir mesaj taşımaktadır.
Sonuç olarak; kur'anın 29 suresinin başında bulunan hurufu mukattaa ile ilgili olarak tefsirlerde bir çok yorumlarda bulunulmuştur. Bu harflerin sırlar taşıdığını iddia ederek bu sırları çözdüğünü!! iddia ederek kitabın anlaşılmasını sadece kendine verilmiş has bir bir özellik olarak algılayanlar insanların bu bilgi olmadan kur'anı anlayamacağını iddia ederek öncelikle kitabın anlaşılmaz ve çelişkiler ile dol olduğu yolunda iddialar ile insanların gözünü boyayıp sonra kitapta var olduğunu iddia ettikleri bu çelişkileri!! kendilerinin yöntemi ile çözdüklerini iddia edecek kadar ileri gitme cüretini göstermişlerdir.
Bu harfler arap alfabesinin harfleri olup Allah cc nin gönderdiği elçi bu harflerin oluşturduğu dili konuşmakta ve ona verilen kitap'ta bu harflerin olşturduğu kelime ve cümleler ile muhataplara hatırlatmalarda bulunmakdır. Aksi iddia bu harflerin sırlar taşıdığı ,anlaşılmaz olduğu vs gibi sözler bu kitap hakkında art niyetleri bulunanların iddiaları olup bu yöntemle kitaba istediğini söyletme yoluna gidildiğine şahid olmaktayız.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
20 Eylül 2013 Cuma
Hadisleri Ayetleştirme Projesinin İsmi "Vahyi Gayri Metluv"
Müslümanlar arasındaki ihtilafların en başında gelen konu muhammed as ın elçilik görevinin sınırları ve onun nasıl anlaşılacağı konusudur. Muhammed as daha hayatta iken onun yapmış olduğu bazı şeyler sahabe tarafından farklı algılanmış ve bir gurup sahabe sırf o yaptı diye bazı şeyleri sünnet olarak benimsemiş bir başka gurup sahabe ise onun yapmış olduğu şeylerde maksadı gözetmiş ve her yaptığını sünnet olarak uygulamamıştır.
Zaman içinde bu iki akım fırkalaşmış "ehli hadis" ve "ehli rey" olarak isim almıştır. Ehli hadis düşüncesi rivayet ağırlıklı bir din anlayışına sahip olması nedeniyle muhammed as dan rivayet edilen sözleri kur'anın önüne çıkararak rivayet ağırlıklı bir din anlayışına sahip olmuştur. Bunu yaparken hadislere gereken ilginin sağlanması için onu vahiyleştirerek "vahyi gayri metluv" adı altında bir teori ortaya atılmış ve kur'an ayetleri "vahyi metluv" yani namazda okunan vahiy olmuş ,hadisler ise namazda okunmayan vahiy olmuştur.
Kur'an kaynaklı olmayan bu düşünceye gerekli olan ayet desteği necm s. ilk ayetlerinden çıkarılmaya çalışılmış ilgili ayetlerin devamı örtülerek gerekli desteğin sağlandığı zannedilmiştir.
"Sahibiniz şaşırmadı, ve bâtıla inanmadı. Ve hevâdan söz söylemez.Söyledikleri, kendisine indirilen bir vahiydir." mealindeki bu ayetlerin devamındaki "Onu müthiş kuvvetli olan öğretti." ve devam eden ayetler görmezlikten gelinmiş elçinin söyledikleri Allah cc nin indirdiği vahiy olduğu gerçeği bir tarafa atılmış söylemiş olduğu vahiy harici sözlerde bu ayet kapsamına katılarak namazda okunmayan vahiy teorisi için gerekli destek sağlanmıştır. Ayrıca hadis literatüründe "erike hadisi " adıyla bilinen bir hadis söylettirilerek kendisine kur'an benzeri ayrı bir şeyin daha verildiğini rahat koltuklarda oturarak bunların inkar edilmemesi emrettirilmiştir.
Kur'anın bazı ayetlerinin bu projeye uygun olarak te'vil edilmesi ile proje tamamlanmış ve uygulama sahasına konmuştur. Artık bir hadisi red etmek kişinin küfrüne sebeb olacaktır çünkü hadis'te artık bir ayettir ve inkarı küfürdür.
Muhammed as a kur'an harici bahiy gelmesi ile ilgile olabilecek ayetler seçilerek ayet içindeki bazı olaylardan "bak hani burda ayet?" sorusu çıkarılarak "ayet yoksa demekki gayri metluv vahiy ile haber verildi" cevabı verilmiştir. Tahrim s. 3. ayetinde anlatılan bir olay bu duruma verilen bir örnektir. İlgili ayetleri siyak ve sibakı dahilinde okusak böyle bir düşünce akla bile gelmeyecek "parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" metodu ile yapılan okuma bu neticeyi çıkarmıştır. İlgili ayetlerin meali şu şekildedir.
1. Ey nebi! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
2. Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır. O, bilendir, hikmet sahibidir.
3. Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu ortaya çıkarınca, nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.
4. Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer ona karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.
5. Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadef eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir.
Burada bu ayetlerin nüzül sebebi üzerinde durmak istemiyoruz. 3. ayette nebi nin eşlerinden birine diğer eşlerinden gizli bir söz söylemesi ve bu gizli sözü o eşin diğer eşlere haber etmesi ile ortaya çıkan tatsız durum konu edilmektedir. Kendisine sır verilen eş bu durum ortaya çıkıp nebi bunu ona haber verince eşinin bunu kimin haber verdiği sorusu üzerine "bana her şeyden haberdar olan Allah haber verdi" cevabındaki ,bu haber vermenin gayri metluv vahiy ile olduğuna dair iddialar mevcuttur.
Öncelikle olayın bu iddiayı delillendirmek açısından değil Allah cc nin müteaddit ayetlerde belirtmiş olduğu elçisine yardım sözünün gerçekleşmesi açısından bakılması gerekir. Çünkü olay gayri metluv vahye değil eşlerinin elçiye karşı birlik olarak onu zor durumda bırakmasına karşın Allah cc nin bu oyunu bozmasına delalet etmektedir , devam eden 4 ve 5. ayetler bunu göstermektedir. Kur'an Allah cc nin elçilerine kurulmuş olan tuzakların nasıl bozulduğuna dair örneklerle dolu olup bu olayında eşlerinin şahsında elçiye kurulmuş olan tuzağın nasıl bozulduğunu göstermektedir.
Gelelim bu haberin veriliş şekline, muhammed as ın "bana Allah haber verdi" şeklindeki sözü bu haber verilme şeklinin cibril ile olduğunun bir kanıtı değildir, asla olamaz. Enfal s. 43. ayetindeki "Allah onları uykunda sana az gösteriyordu. Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hususta çekişmeye başlıyacaktınız, fakat Allah sizi kurtardı; çünkü O kalblerde olanı bilir." ayetinden bu olayında uykuda haber verme şekli ile olması daha kur'ani bir yaklaşım olarak düşünmekteyiz.
Kıblenin değiştirilmesi ile ilgili ayetlerde gayri metluv vahiy konusuna delil getirilmek istenmiştir. Muhammed as ın medinede iken kuduse yönelmesinin kur'an ayetiyle sabit olmadığı için bunun gayri metluv vahiy ile emredildiği iddia edilmiştir. Peki eğer gayri metluv vahiy ile emredilmişse neden başka bir gayri metluv ile kıble değiştirilmedi ? bakara s. 115. ayeti olan "Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü" orasıdır. Şüphe yok Allah, kuşatandır, bilendir." ayeti kuduse yönelmesi için gerekli olan ayet neden olmasın.
Ahzab s. 37. ayetindeki "zeyd'in ilişiğini kestiği hanımla evlendirilmesinin yine gayri metluv vahiy ile olduğuna dair bir iddia ortaya atılmıştır. Şimdi sorarız, ahzab s. 37. ayeti nazil olduğu zaman muhammed as ile zeynep validemizin karı koca olarak aynı evde kaldığına dair herhangi bir delil mevcutmudur? eğer varsa bu ayet onlar karı koca olduktan nazil olmuştur ve onların evliliği gayri metluv vahiy ile haber verilmiştir diyebiliriz ama böyle bir delil yoktur, dolayısı ile muhammed as ile zeynep validemizin evli oldukları ahzab s. 37. ayet ile haber verilip ayrı bir vahiy ile haber verilmemiştir.
Haşr s. 5. ayetinde hurma ağaçlarının kesilmesinin Allah'ın izniyle olduğunu bildiren ayetinde yine gayri metluv vahye delil oduğu ileri sürülerek, "hurma ağaçlarının kesilme emrinin gayri metluv vahiy ile izin verildiği" iddiası ileri sürülmektedir. Ağaçların kesilmesine tepki gösterenlere karşı bu kesimin Allah tarafından te'yid edildiğinin bir haberi olmasına rağmen ayet tam tersi bir anlayışla ön kabullere kurban edilmeye çalışmaktadır. Enfal s. 67. ayetinde , "Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir." şeklindeki ayete baktığımızda bu ayetin savaş sonrası yapılan bir esir alma işleminin yanlışlığını bildiren bir ayettir. Haşr s. 5. ayetide aynı şekilde savaş anında yapılan bir işlemin savaş sonrası Allah tarafından te'yid edildiğinin bir haberidir .
Vahiy meleğinin gelip muhammed asa "bu metluv vahiydir kur'ana koy" veya "bu gayri metluv vahiydir kur'ana koyma" şeklinde bir söz ile ona iki farklı vahiy getirmiş olması mümkün değildir. Bizlerin mes'ul olduğu vahiy sadece kur'an vahyi olup bunun dışında ayrı bir vahiy kategorisi olup bizleri kur'an gibi bağlaması söz konusu değildir.
Bilindiği gibi geleneksel düşüncede hadisler ikiye ayrılarak 1- nebevi hadis 2- kudsi hadis şeklinde ayrıma tabi tutulmuşlardır. Nebevi hadis muhammed as ın söylediği iddia edilen sözler , kudsi hadis ise manası Allah'tan sözleri ise muhammed as dan olduğu iddia edilen sözlerdir. Şimdi soruyoru; EĞER HADİSLER VAHİY İSE NEDEN KUDSİ HADİS DİYE AYRI BİR KATEGORİYE İHTİYAÇ DUYULMUŞTUR çünkü hadisler vahiy ise manasının hepsinin Allah cc den gelmesi gerekmezmiydi?
Muhammed as ın hadisleri ve Allah cc nin ayetleri iki farklı kategori olup gayri metluv vahiy adı altında birleştirilme işlemi kabul edilir bir durum olmayıp Allah cc nin indirmiş olduğu kitabın haricinde herhangi bir vahiy kitabı veya vahiy kabul edilen sözler olamaz.
Şimdi gelelim önkabuller neticesinde oluşturulmuş bir isim olan gayri metluv vahiy kategorisine giren hadislerin durumuna; Ehli hadis fırkasının inancına göre hadislerde vahiy olup inkarı kişinin küfre düşmesine sebeb olur, Yani ehli hadise göre hadisi red eden kafirdir. Ehli hadis fırkası mensubu birisine , "acaba sizin kabul etmediğiniz bir hadis varmı?" şeklinde bir soru sorsak cevabı "elbette var" olacaktır, şimdi bu hadisi ehli hadis fırkasına mensup birisi red ettiği zaman kafir olmuyormu? diye sorarız. Bunun cevabı "sahihlik şartlarına haiz olan bir hadisi red eden kafirdir sahih olmayan bir hadis red edilir " şeklindedir . Yine sorarız, "bu sahihlik şartları nasıl bir şeydir'ki birisi bir hadisi buna göre değerlendirip sahih değildir derse kafir olmaktan kurtulur?"
İşte zurna burada zırt demektedir, ehli hadis hadis fırkasına göre bir hadisin sahih olması için sened zinciri içindeki ravilerin cerh ve tadil sisteminden temiz olarak geçme şartı aranılır. Bu sistem nasıl ve kim tarafından oluşturulmuştur'ki bu sistemden geçen ravilerin rivayet ettiği hadisleri red etmek kişiyi kafir yapar. Ehli hadis fırkasına mensup iki ayrı hadisçinin bile, mesela buhari'nin sahih görüp müslim'in sahih görmediği hadisler mevcuttur. Cerh ve tadil dediğimiz sistemde ravilerin güvenilirliğini belirleyen yine hadisçilerdir. Buhari'nin güvenilir görüp hadislerini aldığı br çok ravi başka hadisçiler tarafından güvenilir olarak görülmemiştir.
Hadislerin namazda okunmayan vahiy kategorisine konularak tabiri caizse tayin edilen konsüller tarafından sahihlik şartlarının belirlenmesi üzerine kurulan bir din anlayışı kur'anın bizlerden istediği bir din anlayışı değildir. Kur'ana aykırı olup konsül tarafından belirlenen sahihlik şartlarına haiz olan bir çok hadisin üzerine kurulan din anlayışını red edenler ehli hadis mensubu kişiler tarafından kafir ilan edilme durumuna düşürülmüşlerdir.
Sonuç olarak hadisleri ayetleştirme projesinin adı olan "gayri metluv vahiy" düşüncesi kaynağını kur'andan değil kur'ana rağmen oluşturulmuş olan önkabullerin kur'andan destek bulma çalışmasının bir ürünüdür. Muhammed as a eğer Allah cc kur'ana harici bir vahyetmiş ise bu vahiy meleği ile değil enfal 43. örneğinde olduğu şekli rüya yolu ile olabilir ve tahrim s. ayetlerinde örneğinde olduğu gibi ayetler böyle bir vahiy olgusunu değil Allah cc nin elçilerine olan yardım sözünün nasıl gerçekleşebileceğinin bir işaretidir. Bu teori ile hadisleri ayetleştirme düşüncesi , bu düşünceyi oluşturanların dahi kendi kendilerini kafir duruma düşermektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Zaman içinde bu iki akım fırkalaşmış "ehli hadis" ve "ehli rey" olarak isim almıştır. Ehli hadis düşüncesi rivayet ağırlıklı bir din anlayışına sahip olması nedeniyle muhammed as dan rivayet edilen sözleri kur'anın önüne çıkararak rivayet ağırlıklı bir din anlayışına sahip olmuştur. Bunu yaparken hadislere gereken ilginin sağlanması için onu vahiyleştirerek "vahyi gayri metluv" adı altında bir teori ortaya atılmış ve kur'an ayetleri "vahyi metluv" yani namazda okunan vahiy olmuş ,hadisler ise namazda okunmayan vahiy olmuştur.
Kur'an kaynaklı olmayan bu düşünceye gerekli olan ayet desteği necm s. ilk ayetlerinden çıkarılmaya çalışılmış ilgili ayetlerin devamı örtülerek gerekli desteğin sağlandığı zannedilmiştir.
"Sahibiniz şaşırmadı, ve bâtıla inanmadı. Ve hevâdan söz söylemez.Söyledikleri, kendisine indirilen bir vahiydir." mealindeki bu ayetlerin devamındaki "Onu müthiş kuvvetli olan öğretti." ve devam eden ayetler görmezlikten gelinmiş elçinin söyledikleri Allah cc nin indirdiği vahiy olduğu gerçeği bir tarafa atılmış söylemiş olduğu vahiy harici sözlerde bu ayet kapsamına katılarak namazda okunmayan vahiy teorisi için gerekli destek sağlanmıştır. Ayrıca hadis literatüründe "erike hadisi " adıyla bilinen bir hadis söylettirilerek kendisine kur'an benzeri ayrı bir şeyin daha verildiğini rahat koltuklarda oturarak bunların inkar edilmemesi emrettirilmiştir.
Kur'anın bazı ayetlerinin bu projeye uygun olarak te'vil edilmesi ile proje tamamlanmış ve uygulama sahasına konmuştur. Artık bir hadisi red etmek kişinin küfrüne sebeb olacaktır çünkü hadis'te artık bir ayettir ve inkarı küfürdür.
Muhammed as a kur'an harici bahiy gelmesi ile ilgile olabilecek ayetler seçilerek ayet içindeki bazı olaylardan "bak hani burda ayet?" sorusu çıkarılarak "ayet yoksa demekki gayri metluv vahiy ile haber verildi" cevabı verilmiştir. Tahrim s. 3. ayetinde anlatılan bir olay bu duruma verilen bir örnektir. İlgili ayetleri siyak ve sibakı dahilinde okusak böyle bir düşünce akla bile gelmeyecek "parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" metodu ile yapılan okuma bu neticeyi çıkarmıştır. İlgili ayetlerin meali şu şekildedir.
1. Ey nebi! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
2. Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır. O, bilendir, hikmet sahibidir.
3. Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu ortaya çıkarınca, nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.
4. Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer ona karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.
5. Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadef eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir.
Burada bu ayetlerin nüzül sebebi üzerinde durmak istemiyoruz. 3. ayette nebi nin eşlerinden birine diğer eşlerinden gizli bir söz söylemesi ve bu gizli sözü o eşin diğer eşlere haber etmesi ile ortaya çıkan tatsız durum konu edilmektedir. Kendisine sır verilen eş bu durum ortaya çıkıp nebi bunu ona haber verince eşinin bunu kimin haber verdiği sorusu üzerine "bana her şeyden haberdar olan Allah haber verdi" cevabındaki ,bu haber vermenin gayri metluv vahiy ile olduğuna dair iddialar mevcuttur.
Öncelikle olayın bu iddiayı delillendirmek açısından değil Allah cc nin müteaddit ayetlerde belirtmiş olduğu elçisine yardım sözünün gerçekleşmesi açısından bakılması gerekir. Çünkü olay gayri metluv vahye değil eşlerinin elçiye karşı birlik olarak onu zor durumda bırakmasına karşın Allah cc nin bu oyunu bozmasına delalet etmektedir , devam eden 4 ve 5. ayetler bunu göstermektedir. Kur'an Allah cc nin elçilerine kurulmuş olan tuzakların nasıl bozulduğuna dair örneklerle dolu olup bu olayında eşlerinin şahsında elçiye kurulmuş olan tuzağın nasıl bozulduğunu göstermektedir.
Gelelim bu haberin veriliş şekline, muhammed as ın "bana Allah haber verdi" şeklindeki sözü bu haber verilme şeklinin cibril ile olduğunun bir kanıtı değildir, asla olamaz. Enfal s. 43. ayetindeki "Allah onları uykunda sana az gösteriyordu. Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hususta çekişmeye başlıyacaktınız, fakat Allah sizi kurtardı; çünkü O kalblerde olanı bilir." ayetinden bu olayında uykuda haber verme şekli ile olması daha kur'ani bir yaklaşım olarak düşünmekteyiz.
Kıblenin değiştirilmesi ile ilgili ayetlerde gayri metluv vahiy konusuna delil getirilmek istenmiştir. Muhammed as ın medinede iken kuduse yönelmesinin kur'an ayetiyle sabit olmadığı için bunun gayri metluv vahiy ile emredildiği iddia edilmiştir. Peki eğer gayri metluv vahiy ile emredilmişse neden başka bir gayri metluv ile kıble değiştirilmedi ? bakara s. 115. ayeti olan "Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü" orasıdır. Şüphe yok Allah, kuşatandır, bilendir." ayeti kuduse yönelmesi için gerekli olan ayet neden olmasın.
Ahzab s. 37. ayetindeki "zeyd'in ilişiğini kestiği hanımla evlendirilmesinin yine gayri metluv vahiy ile olduğuna dair bir iddia ortaya atılmıştır. Şimdi sorarız, ahzab s. 37. ayeti nazil olduğu zaman muhammed as ile zeynep validemizin karı koca olarak aynı evde kaldığına dair herhangi bir delil mevcutmudur? eğer varsa bu ayet onlar karı koca olduktan nazil olmuştur ve onların evliliği gayri metluv vahiy ile haber verilmiştir diyebiliriz ama böyle bir delil yoktur, dolayısı ile muhammed as ile zeynep validemizin evli oldukları ahzab s. 37. ayet ile haber verilip ayrı bir vahiy ile haber verilmemiştir.
Haşr s. 5. ayetinde hurma ağaçlarının kesilmesinin Allah'ın izniyle olduğunu bildiren ayetinde yine gayri metluv vahye delil oduğu ileri sürülerek, "hurma ağaçlarının kesilme emrinin gayri metluv vahiy ile izin verildiği" iddiası ileri sürülmektedir. Ağaçların kesilmesine tepki gösterenlere karşı bu kesimin Allah tarafından te'yid edildiğinin bir haberi olmasına rağmen ayet tam tersi bir anlayışla ön kabullere kurban edilmeye çalışmaktadır. Enfal s. 67. ayetinde , "Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir." şeklindeki ayete baktığımızda bu ayetin savaş sonrası yapılan bir esir alma işleminin yanlışlığını bildiren bir ayettir. Haşr s. 5. ayetide aynı şekilde savaş anında yapılan bir işlemin savaş sonrası Allah tarafından te'yid edildiğinin bir haberidir .
Vahiy meleğinin gelip muhammed asa "bu metluv vahiydir kur'ana koy" veya "bu gayri metluv vahiydir kur'ana koyma" şeklinde bir söz ile ona iki farklı vahiy getirmiş olması mümkün değildir. Bizlerin mes'ul olduğu vahiy sadece kur'an vahyi olup bunun dışında ayrı bir vahiy kategorisi olup bizleri kur'an gibi bağlaması söz konusu değildir.
Bilindiği gibi geleneksel düşüncede hadisler ikiye ayrılarak 1- nebevi hadis 2- kudsi hadis şeklinde ayrıma tabi tutulmuşlardır. Nebevi hadis muhammed as ın söylediği iddia edilen sözler , kudsi hadis ise manası Allah'tan sözleri ise muhammed as dan olduğu iddia edilen sözlerdir. Şimdi soruyoru; EĞER HADİSLER VAHİY İSE NEDEN KUDSİ HADİS DİYE AYRI BİR KATEGORİYE İHTİYAÇ DUYULMUŞTUR çünkü hadisler vahiy ise manasının hepsinin Allah cc den gelmesi gerekmezmiydi?
Muhammed as ın hadisleri ve Allah cc nin ayetleri iki farklı kategori olup gayri metluv vahiy adı altında birleştirilme işlemi kabul edilir bir durum olmayıp Allah cc nin indirmiş olduğu kitabın haricinde herhangi bir vahiy kitabı veya vahiy kabul edilen sözler olamaz.
Şimdi gelelim önkabuller neticesinde oluşturulmuş bir isim olan gayri metluv vahiy kategorisine giren hadislerin durumuna; Ehli hadis fırkasının inancına göre hadislerde vahiy olup inkarı kişinin küfre düşmesine sebeb olur, Yani ehli hadise göre hadisi red eden kafirdir. Ehli hadis fırkası mensubu birisine , "acaba sizin kabul etmediğiniz bir hadis varmı?" şeklinde bir soru sorsak cevabı "elbette var" olacaktır, şimdi bu hadisi ehli hadis fırkasına mensup birisi red ettiği zaman kafir olmuyormu? diye sorarız. Bunun cevabı "sahihlik şartlarına haiz olan bir hadisi red eden kafirdir sahih olmayan bir hadis red edilir " şeklindedir . Yine sorarız, "bu sahihlik şartları nasıl bir şeydir'ki birisi bir hadisi buna göre değerlendirip sahih değildir derse kafir olmaktan kurtulur?"
İşte zurna burada zırt demektedir, ehli hadis hadis fırkasına göre bir hadisin sahih olması için sened zinciri içindeki ravilerin cerh ve tadil sisteminden temiz olarak geçme şartı aranılır. Bu sistem nasıl ve kim tarafından oluşturulmuştur'ki bu sistemden geçen ravilerin rivayet ettiği hadisleri red etmek kişiyi kafir yapar. Ehli hadis fırkasına mensup iki ayrı hadisçinin bile, mesela buhari'nin sahih görüp müslim'in sahih görmediği hadisler mevcuttur. Cerh ve tadil dediğimiz sistemde ravilerin güvenilirliğini belirleyen yine hadisçilerdir. Buhari'nin güvenilir görüp hadislerini aldığı br çok ravi başka hadisçiler tarafından güvenilir olarak görülmemiştir.
Hadislerin namazda okunmayan vahiy kategorisine konularak tabiri caizse tayin edilen konsüller tarafından sahihlik şartlarının belirlenmesi üzerine kurulan bir din anlayışı kur'anın bizlerden istediği bir din anlayışı değildir. Kur'ana aykırı olup konsül tarafından belirlenen sahihlik şartlarına haiz olan bir çok hadisin üzerine kurulan din anlayışını red edenler ehli hadis mensubu kişiler tarafından kafir ilan edilme durumuna düşürülmüşlerdir.
Sonuç olarak hadisleri ayetleştirme projesinin adı olan "gayri metluv vahiy" düşüncesi kaynağını kur'andan değil kur'ana rağmen oluşturulmuş olan önkabullerin kur'andan destek bulma çalışmasının bir ürünüdür. Muhammed as a eğer Allah cc kur'ana harici bir vahyetmiş ise bu vahiy meleği ile değil enfal 43. örneğinde olduğu şekli rüya yolu ile olabilir ve tahrim s. ayetlerinde örneğinde olduğu gibi ayetler böyle bir vahiy olgusunu değil Allah cc nin elçilerine olan yardım sözünün nasıl gerçekleşebileceğinin bir işaretidir. Bu teori ile hadisleri ayetleştirme düşüncesi , bu düşünceyi oluşturanların dahi kendi kendilerini kafir duruma düşermektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
18 Eylül 2013 Çarşamba
Kur'anı Tevrat'tan Okuma Tezahürleri Bakara Kıssası Örneği
Bakara kıssası, adını taşıyan surede 67-74. ayetler içinde anlatılan bir kıssa olup israiloğullarının örnekliğinde bir elçiye karşı yapılan eziyeti ve o elçinin israiloğullarına Allah cc nin vermiş olduğu bir emre karşı nasıl karşı çıktıklarının anlatıldığı bir kıssadır. Kur'an kıssalarının muhataplarına mesaj verme özelliği olma açısından okunma gerekliliği üzerinden düşünülecek olursak bu kıssanında bir çok mesaj taşıdığı görülür.Kıssa ile ilgili ayet mealleri şu şekildedir.
67 - Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "Sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.
68 - Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi emrolunduğunuz işi yapınız." dedi.
69 - Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi.
70 - Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler.
71 - Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.
72 - Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktı.
73 - İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.
74 - Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.
Ayet meallerinden anlaşıldığı üzere ineği kesme gerekçesi kıssada bahsedilmemektedir. Musa as israiloğullarına Allah cc nin emrini tebliğ etmekte ve bu emri duyan kimselerin yapmaları gereken emri hiç sorgulamadan tatbik etmesi iken israiloğullarının bu emre karşı nasıl tavır takındıkları konu edilir. Bizlere dönük mesaj nedir? diyecek olursak Allah cc nin bir emrini savsaklamadan, üşenmeden, sorgulamadan "duyduk ve itaat ettik" deyip uygulamaktır. Kur'an israiloğullarının örnekliğinde elçilere yapılan bu tavırları anlatarak muhataplarına adeta "siz bunlar gibi olmayın " mesajı verir.
Yazımızın konusu bakara kıssasının mesajından ziyade, Muhammed Abduh'un "El Menar" adlı tefsirinde bu kıssanın 73. ayeti ile ilgili yaklaşımının Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu gibi meal yazarları tarafından benimsenerek aynı şekilde meallendirilmesi ve bu meallendirmenin kaynağı ile ilgili olacaktır.
Muhammed Esed :
Biz dedik ki: "Bu (prensibi) bu gibi (çözümlenmemiş cinayet olaylarının bazılarında da uygulayın: Bu yolla Allah canları ölümden korur ve kendi iradesini size gösterir ki (bunu görüp) muhakemenizi kullan(mayı öğren)ebilirsiniz."
Muhammed Esed'in Bakara s. 73. ayetine vermiş olduğu bu meal Muhammed Abduh'un El Menarından alınma ve aynı meali Mustafa İslamoğluda kullanmıştır.
73. ayete bu şekilde bir meal vermenin kaynağı tevrat'ın tesniye 21. bab'ında anlatılan bir olaydı.
Benzerlik arzetmemesine rağmen özellikle 73. ayet üzerinde parantezler açılarak bu ayetin tevrattaki anlatıma uygun hale dönüştürüldüğünü görmekteyiz, peki başta Abduh olmak üzere esed, islamoğlunu bu şekil bir meal yapmaya sebeb olan durum nedir?
Muhammed Abduh ismini duyanlar bu ismin özellikle kur'an kıssalarında anlatılan, "mucize" olarak adlandırılan bazı olaylar ile ilgili yorumları hakkında malumat sahibidirler. Kutsal kitapları mitelojiden arındırma düşüncesinin bir uzantısı olan ve hıristiyan teolog Rudolf Bultmann tarafından ortaya atılan "demitolojizasyon" düşüncesini kur'ana uygulama düşüncesi çerçevesinde kıssalardaki bu tür olayların aklileştirmesi çabası çerçevesinde 73. ayette anlatılan ölünün dirilmesi hadisesinin mümkün olamayacağından hareketle böyle bir yoruma girişilmiştir.
Tevrat ve kur'anda anlatılan aynı olayın birbirinden farklı anlatımlarından hangisinin doğru olduğu şeklindeki bir sorunun cevabının kur'andaki anlatılanın doğru olduğu şeklinde olması gerektiği muhakaktır. İsmi geçen zatlar dahi bu soruya aynı cevabı vermiş ve vereceklerdir. Peki bu zatları olması gerekenin tevrat'ın kur'an verileri ile anlaşılması yerine, kur'anın tevrat verileri ile anlaşılması doğrultusunda bir meal yapmaya iten sebeb nedir?
Ölümden sonra diriliş bilindiği gibi kur'anın kıyamet sonrası olacaklar ile ilgili olarak verdiği haberlerdendir. Herhangi bir kişinin dünyada iken ölüp yine dünyada iken dirileceği gibi bir durum sözkonusu değildir. Ancak kur'an böyle sıradışı bazı olayları anlatmaktadır. Bakara s. 259. ayeti buna bir örnektir.
Muhammed Esed :
Yoksa (ey insanoğlu, sen,) halkının terk ettiği, çatıları yıkılıp harap olmuş (virane) bir kasabadan geçen (ve): "Allah bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltebilirmiş?" diyen o kişi (ile aynı fikirde) misin? Bunun üzerine Allah, onu yüzyıl süre ile ölü bırakmış ve sonra tekrar hayata döndürerek sormuştu: "Bu halde ne kadar kaldın?" O da: "Bu halde bir gün veya bir günden biraz daha az bir süre kaldım" diye cevap vermişti. (Allah): "Hayır" dedi, "bu halde bir yüzyıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak -geçen yıllar onları bozmamış- ve eşeğine bak! (Biz bütün bunları) insanlara bir ibret olman için (yaptık). Birde şu (insanların ve hayvanların) kemiklerine bak -onları nasıl birleştirip et ile örttüğümüzü düşün!" (Bütün bunlar) ona açıklanınca, "(Şimdi) öğrendim ki" dedi, "Allah her şeye kadirdir!"
Yukarda Muhammed Esed'den vermiş olduğumuz mealin bir benzerini İslamoğulunda da görmekteyiz. Ayet Dünyada iken 100 yıl ölü kalıp ta yine Dünyada dirilen bir insanın diğer insanlara ayet olması ile ilgilidir.
Bakara s. 259. ayetini metne sadık kalarak çeviren bu zatlar bakara s. 73. ayetini maalesef metne sadık kalarak çevirmeden tevrat'a uygun bir şekilde çevirmişlerdir. Aslolan şudurki; Tevrat ve Kur'anda anlatılan aynı olayın Kur'anla uyuşmayan tarafı tahrife uğratılmış düşüncesine sahip olunmasını gerektirirken Dünyada iken ölen birinin tekrar dirilmesinin akla muhal olduğu gerekçesi ile Tevrat baz alınmış ve Kur'an ayeti tevrat'a göre parantezler açılarak te'vil edilmiştir.
Fe kulnâdribûhu bi ba’dıhâ kezâlike yuhyîllâhul mevtâ ve yurîkum âyâtihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne)
İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.
Biz dedik ki: "Bu (prensibi) bu gibi (çözümlenmemiş cinayet olaylarının bazılarında da uygulayın: Bu yolla Allah canları ölümden korur ve kendi iradesini size gösterir ki (bunu görüp) muhakemenizi kullan(mayı öğren)ebilirsiniz."
Ayetin Esed tarafından yapılmış meali ile metne sadık kalarak yapılmış bir meal örneğine bakıldığında esed tarafından yapılmış mealin metin ile pek uyum sağlamadığı görülmektedir.
Allah cc nin aynı surenin 259. ayetinde ölü bir insanı dünyada diriltmesi hakkında farklı bir yorumda bulunmayan bu zatlar iş ineğin bir parçasıyla ölen kişiye vurularak onun dirilmesini kabullenememektedirler bu bir çelişkidir. Son yıllarda hız kazanan "yorum meal" türü meallerin bazı yönden sıkıntı doğurduğu bu ayet örneğinde görülmektedir. Metne sadık kalarak yapılan meallerin daha sağlıklı olduğunu düşünmekle beraber yorum gerektiren bazı ayetlerin ayet altına düşülecek notlarla yapılmasını daha doğru bulmaktayız. Aksi takdirde meal okuyucusu bunların meal yapıcısının yorumu olduğunu unutup ayetin çevirisi sanacaktır.
"Allah ölüleri böyle diriltir" cümlesi üzerinde biriaz durmak istiyoruz. Ayet ile ilgili tefsirlerde ölünün dirilerek onu kimin öldürdüğü konusunda bilgi verdiği ve sonra tekrar öldüğü şeklinde düşünceler olsada kur'an bu konuda herhangi bir bilgi vermez. Öldürülen kişinin tekrar dirilmesi ile verilen mesaj cinayeti işleyen her kimse ona ve bizlere yeniden dirilişin olduğu bu yolla hatırlatılarak her ne işlersek ahiretteki karşılığının düşünülerek yapılması gerektiği öğütlenmektedir.
2.74-Sonra kalbleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.
73. ayetin sonundaki, "size ayetlerini gösterir" ibaresinden sonra bu gösterilen ayetin kalplerin yumuşamasını gerektiren bir olay olduğu ama israiloğullarının bu ayet karşı kalplerinin taşlardan daha katı bir hale dönüştüğü beyan edilir.
Bu olayı Tevrat ve Kur'andan okuyan bir kişinin olayın doğru olan anlatımının kur'anda olduğu, kur'anda anlatılmayan kısmın tevrat'tan çıkarıldığı düşüncesine sahip olması gerekirken önkabullerine uygun bir anlatımın tevrat'ta olduğunu görenler Kur'an ayetleri arasına Tevrat'a uygun parantezler açarak maalesef metni tahrif etmeye yeltenmişlerdir.
Sonuç olarak, Kur'anı Tevrat'tan okuma tezahürlerine örnek olarak gösterebileceğimiz bu kıssanın 73. ayetinin meali üzerinde yapılan spekülasyon, "yorum meal" tarzı meallerin meal yapıcısının düşüncesine uygun yorumlara açık olması nedeni ile pek sağlıklı görünmemektedir. Eğer yorum çok gerekli ise dip not olarak düşülür meali okuyan kişi bunu meal yapıcısının görüşü olarak okur aksi takdirde ayetin metnine uygun olmayan yorumlar ile yapılan mealler bir çok insanın kur'anı yorumcunun anladığı şekli ile anlamasına yol açacaktır.
Muhammed Abduh tarafından başlatılan yolu devam ettiren Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu gibi zatların yapmış olduğu Kur'an meali hakkında tamamen olmsuz düşüncelerimiz olmamasına rağmen Kur'an dışı düşünceler ve kaynaklar ile bir ayetin mealine yorum eklenerek metnin değiştirilmesine kadar varan çalışmaların doğru olmadığını düşünmekteyiz. Bu zatlar Allah cc nin yeniden diriliş haberinin dünyada iken göstermesinin bakara s. 259. ayetini kabul ettikleri gibi etseler hem doğru bir meal yapmış hemde çelişkiye düşmemiş olacaklardı.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
67 - Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "Sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.
68 - Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi emrolunduğunuz işi yapınız." dedi.
69 - Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi.
70 - Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler.
71 - Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.
72 - Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktı.
73 - İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.
74 - Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.
Ayet meallerinden anlaşıldığı üzere ineği kesme gerekçesi kıssada bahsedilmemektedir. Musa as israiloğullarına Allah cc nin emrini tebliğ etmekte ve bu emri duyan kimselerin yapmaları gereken emri hiç sorgulamadan tatbik etmesi iken israiloğullarının bu emre karşı nasıl tavır takındıkları konu edilir. Bizlere dönük mesaj nedir? diyecek olursak Allah cc nin bir emrini savsaklamadan, üşenmeden, sorgulamadan "duyduk ve itaat ettik" deyip uygulamaktır. Kur'an israiloğullarının örnekliğinde elçilere yapılan bu tavırları anlatarak muhataplarına adeta "siz bunlar gibi olmayın " mesajı verir.
Yazımızın konusu bakara kıssasının mesajından ziyade, Muhammed Abduh'un "El Menar" adlı tefsirinde bu kıssanın 73. ayeti ile ilgili yaklaşımının Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu gibi meal yazarları tarafından benimsenerek aynı şekilde meallendirilmesi ve bu meallendirmenin kaynağı ile ilgili olacaktır.
Muhammed Esed :
Biz dedik ki: "Bu (prensibi) bu gibi (çözümlenmemiş cinayet olaylarının bazılarında da uygulayın: Bu yolla Allah canları ölümden korur ve kendi iradesini size gösterir ki (bunu görüp) muhakemenizi kullan(mayı öğren)ebilirsiniz."
Muhammed Esed'in Bakara s. 73. ayetine vermiş olduğu bu meal Muhammed Abduh'un El Menarından alınma ve aynı meali Mustafa İslamoğluda kullanmıştır.
73. ayete bu şekilde bir meal vermenin kaynağı tevrat'ın tesniye 21. bab'ında anlatılan bir olaydı.
- "Tanrınız RAB'bin mülk edinmek için size vereceği ülkede, kırda yere düşmüş, kimin öldürdüğü bilinmeyen birini görürseniz,
- ileri gelenleriniz ve yargıçlarınız gidip ölünün çevredeki kentlere olan uzaklığını ölçsünler.
- Ölüye en yakın kentin ileri gelenleri işe koşulmamış, boyunduruk takmamış bir düve alacaklar.
- Düveyi toprağı sürülmemiş, ekilmemiş ve içinde sürekli akan bir dere olan bir vadiye getirecekler. Orada, derede düvenin boynunu kıracaklar.
- Levili kâhinler de oraya gidecek. Çünkü Tanrınız RAB, onları kendisine hizmet etsinler, O'nun adıyla kutsasınlar diye seçti. Kavga, saldırı davalarına da onlar bakacak.
- Ölüye en yakın kentin ileri gelenleri, derede boynu kırılan düvenin üzerinde ellerini yıkayacaklar.
- Sonra şöyle bir açıklama yapacaklar: 'Bu kanı ellerimiz dökmedi, kimin yaptığını gözlerimiz de görmedi.
- Ya RAB, kurtardığın halkın İsrailliler'i bağışla. Halkını dökülen suçsuz kanından sorumlu tutma. Böylece kan dökme günahından bağışlanacaklar.
- RAB'bin gözünde doğru olanı yapmakla, suçsuz kanı dökme günahından arınacaksınız."
Benzerlik arzetmemesine rağmen özellikle 73. ayet üzerinde parantezler açılarak bu ayetin tevrattaki anlatıma uygun hale dönüştürüldüğünü görmekteyiz, peki başta Abduh olmak üzere esed, islamoğlunu bu şekil bir meal yapmaya sebeb olan durum nedir?
Muhammed Abduh ismini duyanlar bu ismin özellikle kur'an kıssalarında anlatılan, "mucize" olarak adlandırılan bazı olaylar ile ilgili yorumları hakkında malumat sahibidirler. Kutsal kitapları mitelojiden arındırma düşüncesinin bir uzantısı olan ve hıristiyan teolog Rudolf Bultmann tarafından ortaya atılan "demitolojizasyon" düşüncesini kur'ana uygulama düşüncesi çerçevesinde kıssalardaki bu tür olayların aklileştirmesi çabası çerçevesinde 73. ayette anlatılan ölünün dirilmesi hadisesinin mümkün olamayacağından hareketle böyle bir yoruma girişilmiştir.
Tevrat ve kur'anda anlatılan aynı olayın birbirinden farklı anlatımlarından hangisinin doğru olduğu şeklindeki bir sorunun cevabının kur'andaki anlatılanın doğru olduğu şeklinde olması gerektiği muhakaktır. İsmi geçen zatlar dahi bu soruya aynı cevabı vermiş ve vereceklerdir. Peki bu zatları olması gerekenin tevrat'ın kur'an verileri ile anlaşılması yerine, kur'anın tevrat verileri ile anlaşılması doğrultusunda bir meal yapmaya iten sebeb nedir?
Ölümden sonra diriliş bilindiği gibi kur'anın kıyamet sonrası olacaklar ile ilgili olarak verdiği haberlerdendir. Herhangi bir kişinin dünyada iken ölüp yine dünyada iken dirileceği gibi bir durum sözkonusu değildir. Ancak kur'an böyle sıradışı bazı olayları anlatmaktadır. Bakara s. 259. ayeti buna bir örnektir.
Muhammed Esed :
Yoksa (ey insanoğlu, sen,) halkının terk ettiği, çatıları yıkılıp harap olmuş (virane) bir kasabadan geçen (ve): "Allah bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltebilirmiş?" diyen o kişi (ile aynı fikirde) misin? Bunun üzerine Allah, onu yüzyıl süre ile ölü bırakmış ve sonra tekrar hayata döndürerek sormuştu: "Bu halde ne kadar kaldın?" O da: "Bu halde bir gün veya bir günden biraz daha az bir süre kaldım" diye cevap vermişti. (Allah): "Hayır" dedi, "bu halde bir yüzyıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak -geçen yıllar onları bozmamış- ve eşeğine bak! (Biz bütün bunları) insanlara bir ibret olman için (yaptık). Birde şu (insanların ve hayvanların) kemiklerine bak -onları nasıl birleştirip et ile örttüğümüzü düşün!" (Bütün bunlar) ona açıklanınca, "(Şimdi) öğrendim ki" dedi, "Allah her şeye kadirdir!"
Yukarda Muhammed Esed'den vermiş olduğumuz mealin bir benzerini İslamoğulunda da görmekteyiz. Ayet Dünyada iken 100 yıl ölü kalıp ta yine Dünyada dirilen bir insanın diğer insanlara ayet olması ile ilgilidir.
Bakara s. 259. ayetini metne sadık kalarak çeviren bu zatlar bakara s. 73. ayetini maalesef metne sadık kalarak çevirmeden tevrat'a uygun bir şekilde çevirmişlerdir. Aslolan şudurki; Tevrat ve Kur'anda anlatılan aynı olayın Kur'anla uyuşmayan tarafı tahrife uğratılmış düşüncesine sahip olunmasını gerektirirken Dünyada iken ölen birinin tekrar dirilmesinin akla muhal olduğu gerekçesi ile Tevrat baz alınmış ve Kur'an ayeti tevrat'a göre parantezler açılarak te'vil edilmiştir.
Fe kulnâdribûhu bi ba’dıhâ kezâlike yuhyîllâhul mevtâ ve yurîkum âyâtihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne)
İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.
Biz dedik ki: "Bu (prensibi) bu gibi (çözümlenmemiş cinayet olaylarının bazılarında da uygulayın: Bu yolla Allah canları ölümden korur ve kendi iradesini size gösterir ki (bunu görüp) muhakemenizi kullan(mayı öğren)ebilirsiniz."
Ayetin Esed tarafından yapılmış meali ile metne sadık kalarak yapılmış bir meal örneğine bakıldığında esed tarafından yapılmış mealin metin ile pek uyum sağlamadığı görülmektedir.
Allah cc nin aynı surenin 259. ayetinde ölü bir insanı dünyada diriltmesi hakkında farklı bir yorumda bulunmayan bu zatlar iş ineğin bir parçasıyla ölen kişiye vurularak onun dirilmesini kabullenememektedirler bu bir çelişkidir. Son yıllarda hız kazanan "yorum meal" türü meallerin bazı yönden sıkıntı doğurduğu bu ayet örneğinde görülmektedir. Metne sadık kalarak yapılan meallerin daha sağlıklı olduğunu düşünmekle beraber yorum gerektiren bazı ayetlerin ayet altına düşülecek notlarla yapılmasını daha doğru bulmaktayız. Aksi takdirde meal okuyucusu bunların meal yapıcısının yorumu olduğunu unutup ayetin çevirisi sanacaktır.
"Allah ölüleri böyle diriltir" cümlesi üzerinde biriaz durmak istiyoruz. Ayet ile ilgili tefsirlerde ölünün dirilerek onu kimin öldürdüğü konusunda bilgi verdiği ve sonra tekrar öldüğü şeklinde düşünceler olsada kur'an bu konuda herhangi bir bilgi vermez. Öldürülen kişinin tekrar dirilmesi ile verilen mesaj cinayeti işleyen her kimse ona ve bizlere yeniden dirilişin olduğu bu yolla hatırlatılarak her ne işlersek ahiretteki karşılığının düşünülerek yapılması gerektiği öğütlenmektedir.
2.74-Sonra kalbleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.
73. ayetin sonundaki, "size ayetlerini gösterir" ibaresinden sonra bu gösterilen ayetin kalplerin yumuşamasını gerektiren bir olay olduğu ama israiloğullarının bu ayet karşı kalplerinin taşlardan daha katı bir hale dönüştüğü beyan edilir.
Bu olayı Tevrat ve Kur'andan okuyan bir kişinin olayın doğru olan anlatımının kur'anda olduğu, kur'anda anlatılmayan kısmın tevrat'tan çıkarıldığı düşüncesine sahip olması gerekirken önkabullerine uygun bir anlatımın tevrat'ta olduğunu görenler Kur'an ayetleri arasına Tevrat'a uygun parantezler açarak maalesef metni tahrif etmeye yeltenmişlerdir.
Sonuç olarak, Kur'anı Tevrat'tan okuma tezahürlerine örnek olarak gösterebileceğimiz bu kıssanın 73. ayetinin meali üzerinde yapılan spekülasyon, "yorum meal" tarzı meallerin meal yapıcısının düşüncesine uygun yorumlara açık olması nedeni ile pek sağlıklı görünmemektedir. Eğer yorum çok gerekli ise dip not olarak düşülür meali okuyan kişi bunu meal yapıcısının görüşü olarak okur aksi takdirde ayetin metnine uygun olmayan yorumlar ile yapılan mealler bir çok insanın kur'anı yorumcunun anladığı şekli ile anlamasına yol açacaktır.
Muhammed Abduh tarafından başlatılan yolu devam ettiren Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu gibi zatların yapmış olduğu Kur'an meali hakkında tamamen olmsuz düşüncelerimiz olmamasına rağmen Kur'an dışı düşünceler ve kaynaklar ile bir ayetin mealine yorum eklenerek metnin değiştirilmesine kadar varan çalışmaların doğru olmadığını düşünmekteyiz. Bu zatlar Allah cc nin yeniden diriliş haberinin dünyada iken göstermesinin bakara s. 259. ayetini kabul ettikleri gibi etseler hem doğru bir meal yapmış hemde çelişkiye düşmemiş olacaklardı.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)