İslam kültüründe "Hadis" denilince akla, Muhammed a.s ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözler akla gelir. Hadislerin sahihliğinin hangi kritere göre yapılması gerektiği konusunda, Müslümanlar arasında tartışma konusu olduğu'da bir gerçektir. Muhammed as ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözlerin, nasıl bir temele oturtulacağı ayrı bir tartışma konusu olup bugün Müslümanlar arasındaki görüş farklılıklarının başında gelen bir konu olduğu herkesin malumudur.
"Uydurma hadis" terimi, hadis usulu içinde yer alan bir terim olup, Muhammed as a atfedilen fakat onun söylediği kabul edilmeyen sözler için kullanılan bir terimdir. Bir hadisin uydurma olup olmadığı konusunda kriter belirleyen hadisçiler , bir hadisin uydurma olduğunun kuvvetli bir ihtimal olmasının şartlarının en başında sayılabilecek olarak hadisin gayb'tan haber vermesi şeklinde bir kriter belirlemişlerdir.
Hadislerin sahih olup olmadığı konusunda kullanılan yöntemi 2 ana başlıkta incelemek mümkündür. 1- sened tenkidi 2- metin tenkidi , senet tenkidi metodu ile bir hadisin sahih olup olmadığını belirleyen yöntem, o hadisin senet zincirindeki ravilerin cerh ve ta'dil metodu ile araştırılması sonucu varılan karar sonucunda oluşmaktadır, metin tenkidi metodu ile bir hadisin sahihliğinin belirlenmesi daha sağlıklı bir yöntem olup bizimde tercih ettiğimiz bir metotdur.
Yazımızın başlığında adını vermiş olduğumuz hadisi bu yönteme göre bir tenkid süzgecinden geçirmek istiyoruz, "erike hadisi" olarak bilinen hadis şöyledir.
“Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir.
Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk (zenginliği) ile
mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size
düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de
haram sayınız.’ Bilin ki; ehlî merkeplerin etleri, azı dişli vahşi
hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin
kaybettiği mal da helâl değildir.”[Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5]
" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın
kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal
sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme
zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; Tahavi, Şerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"
Rivayet kitaplarında bu hadisin farklı versiyonları olmasına rağmen rivayet özet olarak , gelecekte hadisi ve sünneti red edecek insanların bu reddiyelerini kur'ana dayandırmak sureti ile yapacaklarına işaret etmektedir.
Bu rivayetin senedine baktığımız zaman , 1- Ebu rafi 2- Mikdam bin ma'dikerib' adında iki sahabeyi görmekteyiz. Rivayetin hayber gününde söylenmiş olduğuna dair rivayetler olup bu iki sahabeden birincisinin, haybere iştirak etmediği yönünde tabakat kitablarında bilgiler vardır , 2. sahabenin ise Hayber fethinde küçük bir çocuk olması gerektiği yönünde rivayetlerin olması rivayetin senet tenkidi yönünden bile tartışmalı olduğu açıktır . ( bu konu ile ilgili olarak islamiyat dergisi 1998 yıl sayı 3 Mehmet Emin Özavşar'ın "polemik türü rivayetlerin gerçek mahiyeti" adlı makalesine bakılabilir).
Gelelim rivayetin metin tenkidi ile okunmasına;
Muhammed as ın vefatı sonrası gelişen fitne olayları ve siyasi düşüncelerin itikadlaşması , her fırkayı kendisinin haklılığının, Muhammed as tarafından haber verilmiş olduğu yada karşı fırkanın haksızlığının yine Muhammed as tarafından haber verilmiş olduğu yönünde destek arayışına götürmüş ,ve bunun sonucunda bir çok uydurma hadis ortaya çıkmıştır. Haricilerin büyük günah işleyeni kafir görmeleri mürcienin büyük günah işleyenin kafir olmadığı yolunda hadis uydurmasına sebeb olmuş ve " şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenin üzerinedir" gibi büyük günah işleyenin kafir olmadığına delil teşkil edebilecek hadis uydurulmasına sebeb olmuştur.
"Ehli Hadis" ekolünun hadisleri vahiy sayıp ,onlara Kur'anın yanında hatta ondan daha fazla bir değer atfetmesi, bugün bile yerleşik din algılarında tezahürü görülen bir durumdur. Hadis ve Kur'an ehli çekişmesinin başlangıcı kökü eskilere giden bir çekişme olduğu " Erike hadisi" adı verilen rivayetten anlaşılmaktadır.
"Biliniz ki bana Kur'an ile bir misli daha verildi"
Rivayetin bu cümlesi üzerinde biraz duralım; Muhammed a.s ın söylemiş olduğu rivayet edilen söze göre, kendisine Kur'anla birlikte onun bir benzeri verilmiştir. Bunun ne olduğunu soracak olursak hemen "Hadis ve Sünnet" karşılığını alırız. Bu rivayeti kur'an içinden ayetle desteklemek için, hemen Necm s. ilk ayetlerinden olan " o hevasından konuşmaz onun konuştuğu vahiydir" veya " sana Kitap ve Hikmet'i indirdik" şeklindeki ayetler delil olarak sunulmaktadır.
Kur'anın bir çok ayetinde " sana indirilen" şeklinde ibarenin tek bir şeyi anlatmış olması bu kişiler hiç bir şey ifade etmemekte olup, Hikmet'in Kur'andan ayrı olarak inen ayrı bir vahiy olduğu, bununda sünnet ve hadisler olduğu yerleştirilmeye çalışılmıştır. Kur'an eğer önkabulsuz ve bütüncül bir metodla okunacak olursa sünnet ve hadis'in vahiy olduğuna dair tek bir delil bile bulunamaz aksine bu tür iddiaların iftira olduğu açıkça görülecektir.
"Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir"
Bu cümle üzerinde'de biraz durmak gerekmektedir.Muhammed a.s Allah c.c nin elçisi olması nedeniyle, onun kullarına olan emir ne yasaklarını bildirmek şeklinde bir görevinin olduğu malumdur. Helaller ve haramların anlatıldığı ayetler, kur'an içinde yer bulan ayetler topluluğundan olması nedeniyle elçinin de haram veya helal kıldıkları sayılır ama bu haram kılma , Allah c.c den asla bağımsız olmayıp sıkıntılar bu çerçevede düğümlenmektedir.
Muhammed a.s ın konumunu farklı algılayan "Ehli Hadis" fırkası , ona Kur'anın vermediği bir görev olan kur'an harici helal ve haram koyma yetkisini tanıyarak, elçilik vazifesinin dışında ayrı bir görev yüklemeye çalışmıştır. Muhammed a.s ın elçiliği ile birlikte yürüttüğü yöneticilik yani devlet başkanlığı sıfatıyla, o gün bazı uygulamalar yapması doğal ve gerekli bir durumdur.
Bu durumun bir yansımasını Hayber gününde'de görmekteyiz. Sahabe darda kaldığı için yük taşımada kullanılan eşekleri keserek yemeye başlaması üzerine bu durumun ordu üzerinde stratejik açıdan ters bir durum doğurucağını bilen Muhammed a.s eşeklerin kesilmesini yasaklamıştır. Bu yasaklama bazıları tarafından yanlış algılanarak bu yasaklamanın kıyamete kadar geçerli olduğu ve eşek etlerinin haramlılığının domuz eti gibi dini bir hüküm olduğunu zannetmişlerdir. Halbuki "Haram" kelimesi yasaklama anlamında olup elçinin haram etmesi demek, onun yasaklaması anlamında ve kur'an gibi bir haram değeri taşımamaktadır.
Muhammed as'ın helal ve haram koyma yetkisi meselesi araf s. 157. ayeti ve benzeri bir kaç ayetin baz alınarak delillendirilmeye çalışılsa da, ayetlerin bütünlük içinde okuması sonucunda böyle bir durumu anlatmadığı ortaya çıkacaktır.
"Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın
kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal
sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme
zamanı yaklaşmıştır."
Bu ibare işin vehametini ortaya çıkarması açısından ibret verici bir cümledir. Öncelikle birçok Kur'an ayetinin "Ben gaybı bilmem" şeklindeki cümlesi gözardı edilerek Muhammed a.s a gaybı bildirten rivayetlerin sahipleri acaba bunun hesabını nasıl vereceklerdir?.
Bu cümle, rivayetin neye kılıf olarak hazırlandığının ipuçlarına içermesi açısından dikkat çekicidir. Yüzlerce yıl öncesinden dahi hadis ehlinin rivayetleri din edinme yoluna karşı Kur'anı din edinmeyi savunan Kur'an ehlinin olduğu bu rivayetin söylenme sebebinden açıkça ortaya çıkmaktadır.
Kur'anı arkaya atarak hadisleri öne çıkaran ehli hadis fırkasının karşısına Kur'an ehli ne güya Muhammed a.s şöyle demektedir. "Benden sonra Kur'anı öncelleyelim diyen bir cemaat gelecektir sakın bunlara inanmayın ve benim hadislerime ve sünnetime sarılın" bunu desteklemek için başka rivayetlerde hazırdır " ümmetimin fesada uğradığı zamanda kim benim sünnetime yapışırsa, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanır.” veya " size iki şey bıraktım " şeklindeki rivayetler olup, bir versiyonunda kur'an+sünnet , diğer versiyonunda Kur'an + Ehli Beyt şeklinde olması bizlere rivayetlerin yardımı ile oluşturulmak istenen din algısı hakkında bilgi vermektedir.
Hadis ve sünnet'in dindeki konumunu bundan önceki bazı yazılarımızda ele almaya çalışıp toptan ret etme gibi bir düşünce içinde olmadığımızı burada belirtmek isteriz.
Burada yeri gelmişken şunu da belirtelim; "Hadis Ehli" ve "Kur'an Ehli" çatışmasının hadis uydurma boyutu kur'an ehlinin de uyguladığı bir yöntemdir. Kur'an Ehli bu yarışa Kur'an okumanın faziletleri ile ilgili bir çok hadis uydurarak katılmıştır. Hadis usulunde uydurma hadisler kategorisinin içine dahil olan konulardan birisi de " Surelerin fazileti" olup bunları da Kur'an ehli olanlar , Hadis ehline karşı olarak uydurma yoluna gitmiştir.
Erike hadisi olarak bilinen rivayetin Hayber günü ehli eşeklerin yenmesinin, onların stratejik önemi açısından ordu komutanı olan Muhammed a.s tarafından yasaklanması konusunun içine uydurma olarak idraç edilmiş rivayet , metin açısından incelendiğinde birçok sorunlar oluşturduğu görülmektedir.
Sonuç olarak; Hadis ehlinin, Kur'an ehlinin karşısına hadis ve sünneti çıkarmak olarak tezahür eden din algısını desteklemek amacı ile böyle bir rivayeti uydurduğu ortadadır. Gaybı bilen ve kendi tebliğ ettiği "Kur'anı öne çıkarın" diyenlere karşı "sakın haa bunlara kanmayın" dedirtilen bir peygamber algısı, ancak Kur'anı arkaya atıp hadisi öne çıkarmak isteyen Hadis ehlinin harcıdır. Sened zinciri açısından bile tartışmalı olan böyle bir rivayet, metin tenkidi açısından bakıldığında neresinden tutsanız elinizde kalan bir rivayet olup bunun Muhammed as atfedilmesi düpedüz bir iftiradan başka değildir.
Bugün rivayet kitablarında, "Hadis" adı altında bizlere gelen birçok bilginin arka planında Muhammed as ın vefatı sonrası oluşmuş olan fırkaların kendi düşüncelerinin doğru , karşı düşüncenin yanlış olduğunun delilini hadise dayamak şeklindeki bir tezahürü Ehli hadis fırksının gayet güzel kullandığı bir gerçektir.
Hadis usulunde metin tenkidi metodu ile yapılacak bir elemeden, bugün aşırı bir kutsiyet atfedilmiş olan Buhari , Müslim vs gibi kitaplardaki hadislerin bir kısmının geçemeyecek olması, ehli hadisi metin tenkidine karşı aşırı bir tepki vermeye zorlamakta olup bu metoda olanca güçleri ile karşı çıkmaktadırlar.
Ancak hadis adı altında gelen bir çok rivayetin uydurma olduğu Kur'an ile sağlaması yapıldığında ortaya çıkınca uydurmaları müdafaa etmek için karşı tarafa hakaret ve sapkınlık suçlamalarından başka bir delil getiremedikleri de herkesin malumudur. Kur'an ehli olduklarını iddia edenlerin, "Hadis adı altında gelen ne varsa atalım" şeklindeki düşünceleri, karşı tarafın "Ne varsa alalım" şeklindeki düşüncesinden farklı bir yanlış olmayıp, hadis adı gelen müktesebatı göz ardı edilemeyeceğini, elimizdeki kitaplardaki hadislerin sahih olup olmadığını Kur'an yardımıyla anlaşılabileceği gerçeğini de artık bilmeleri gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
13 Şubat 2014 Perşembe
11 Şubat 2014 Salı
Hikmet , Kur'andan Ayrı Olarak İnen Bir Vahiy midir?
Hikmet kelimesi , lügatte ha-ke-me kökünden türeyen bir kelimedir. Ha-ke-me kelimesi anlam olarak , "ıslah etmek,düzenlemek maksadı ile menetmek" , " ata gem takmak" anlamına gelir.
-Hakemtühü=(ıslah etmek düzeltmek maksadıyla) onun kötü bir iş yapmasına veya dilediğini yapmasına mani oldum engel oldum .
-Hakemtüddabbete= ata gem ile mani oldum, engel oldum.
-Ahkemtüha= ata gem taktım.
-Ahkemtüssefihe= sefih birinin arzuladığı şeyi yapmasına mani oldum , engel oldum.(el müfredat)
Bu kelimenin lügat anlamı olarak kullanışlarını gördükten sonra aynı kelimeden türeyen "hikmet" şu anlama gelmektedir. İlim ve amel ile hakka isabet etme ulaşma, bu kelime Allah cc için kullanıldığında , "eşyanın bilgisine vakıf olmak, onu en muhkem biçimde var etmek,yaratmak" anlamında, insan için olduğunda ise "yaratılmışların bilgisine vakıf olmak,
(bu vukufiyeti Allah cc nin kitabından almak şartı ile) hayırlı fiilerde bulunmak" anlamındadır. Bu kelime kur'anda 20 kadar yerde geçmekte olup önce kelimenin geçtiği ayetleri verip sonra bu kelimenin ifade ettiği anlam ve bu kelimeye hadis ve sünnet şeklinde yüklenen anlam üzerinde durmaya çalışacağız.
[002.129] Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin!
[002.151] Nitekim, size âyetlerimizi okuması, Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.
[002.231] Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın; böyle yapan şüphesiz kendisine yazık etmiş olur. Allah'ın ayetlerini de alaya almayın; Allah'ın üzerinize olan nimetini, öğüt vermek üzere size indirdiği Kitap ve hikmeti anın, Allah'tan sakının, Allah'ın her şeyi bildiğini bilin.
[002.251002.251] Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
[002.269] Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.
[003.048] Allah O'na Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
[003.081] Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak) ' almıştı: «Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksanız.» Demişti ki: «Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?» Onlar: «İkrar ettik» demişlerdi de «Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım» demişti.
[003.164] Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması, Onları her türlü kötülüklerden arındırması, Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.
[004.054] Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik.
[004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.
[005.110] Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an» demişti, «Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.»
[016.125] Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.
[017.039] Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.
[031.012] And olsun ki, Lokman'a, Allah'a şükretmesi için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir, övülmeğe layık olandır.
033.034] Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
[038.020] Hem mülkünü kuvvetlendirmiştik, hem de kendisine hıkmet ve faslı hıtab vermişti
[043.063] İsa, belgeleri getirdiği zaman demişti ki: «Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üzere geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin.»
[054.005] Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!
[062.002] Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
Yukarda meallerini verdiğimiz "hikmet" kelimesi ile ilgili ayetlerin mesajını anlama konusunda müslümanlar maalesef hemfikir değillerdir. Özellikler "kitab ve hikmet" ile birlikte zikredilen ayetlerden, hikmet'in kur'andan ayrı olarak inen bir vahiy olduğu konusunda, özellikle hadis ehli mensupları tarafından iddialar serdedildiğine şahid olmaktayız. Bu düşüncenin sebebinin Muhammed as dan gelen kur'an harici bilgilerin yani hadis ve sünnet'in kaynağını vahye dayamak düşüncesidir.
Yukardaki ayetlerin mesajını kısaca özetleyecek olursak şöyle bir mesaj çıkarabiliriz; Allah cc yaratmış olduğu kullarına emir ve nehiylerini bildirmek için kendi cinslerinden elçiler gönderip o elçilere "kitab" vermiştir. Elçiler kendilerine indirilen kitabı muhataplarına okuyarak hayatlarına geçirmişlerdir. Muhammed as a inen kitab'ta diğer elçilere indirilenlerin muhteviyat bakımından aynısı olup o'da kendisine indirilen kitabı tebliğ etmiş ve bu tebliği, kendisine indirilen vahyi hayatına geçirerek yani yaşantı safhasında göstererek (usvetün hasene) güzel örnek olmuştur. Elçilerin vazifesi olan " onlara kitab ve hikmeti ve bilmediklerini öğretmek" şeklinde kur'anda ifadesini bulan cümlenin içeriği konusunda fikirbirliği sağlanamadığı görülmektedir. Muhammed as ın vahyi hayatına tatbik etmesi sırasında söylemiş olduğu sözler (hadis) ve fiiliyatı (sünnet) nı nereye ve nasıl oturtacağımız konusundaki ehli hadis'ten gelen teklife baktığımızda imam şafiinin literatüre sokmuş olduğu bir terim olan "gayri metluv vahiy" teklifini görmekteyiz. Bu terim, hadisi ve sünneti vahiyleştirerek kur'an ile eşdeğer bir seviyeye getirme ameliyesine dayanak teşkil etmektedir. İkinci aşama olarak, oluşturulmuş olan bu terime kur'andan dayanak olabilecek ayetlerin aranmasına geçilmiştir.
Necm s. ilk ayetleri bağlamından koparılarak Muhammed as ın sözlerinin tamamının vahiy olduğu, "kitab ve hikmet"in birlikte zikredildiği ayetlerden'de hikmet kelimesinin kur'andan ayrı olarak zikredilmesinden hareketle bunun ayrı bir vahiy yani "hadis ve sünnet" olduğu kanaatına varılmıştır. Mesele bu kanaatın doğruluğunun kur'an tarafından onay alıp almadığıdır, başkalarını önkabullere uygun olarak okuma yapmaları ile suçlayıp kendimiz aynı hataya düşmemek için hikmet kelimesini ne kur'andan ayrı olarak inen vahiy şeklinde nede kur'andan başka bir şey indirilmemiştir şeklinde bir ön kabul olmadan bu kelimenin ne ifade ettiğini kur'andan öğrenmek zorundayız. Öncelikle kur'an ve ........ indirdik diye geçen ayetleri okumak ile işe başlayalım.
[002.053] Ve bir vakit Musaya o kitabı ve fürkanı verdik, gerekti ki doğru gidecektiniz.
[021.048] Andolsun biz, Musa ve Harun'a, takvâ sahipleri için bir ışık, bir öğüt ve Furkan'ı verdik.
Bu ayetlerdeMusa ve Harun' a kitab'tan ayrı olarak "furkan" verildiği bildirilmektedir, ancak diğer ayetlerde "Musa'ya kitabı verdik" şeklinde ayetleride okumaktayız o zaman furkanı ayrı olarak inen bir şey değil ona inen kitabın ayırdedici bir özelliği olarak görmek gerekmektedir.
[002.185] O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayırt eden (furkan), hidayet ve deliller halinde bulunan Kur'an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!
025.001] Alemleri uyarmak üzere kuluna Furkan'ı indiren ne yücedir.
Furkan kelimesi ile kitabın bir özelliği olması kastedildiği yukardaki ayet meallerinden anlaşılmaktadır.
[042.017] Kitab'ı ve mizanı hak olarak indiren Allah'tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır!
[057.025] Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.
Yine üstteki iki ayette kitaba ilaveten "mizan" indirildiği beyan edilmektedir, indiği beyan edilen mizan için hiç kimse, kitab'tan ayrı olarak inen bir şey olduğunu iddia etmemiş olup aksine, kitabın özelliklerinden olduğu herkesçe malumdur. Allah cc nin kur'anın dışında başka şeylerde indirdiği iddiasında bulunanların "mizan" adı altında inen şeyin ne olduğunu açıklamak zorundadırlar.
Kur'anın bir çok ayeti , Allah cc nin elçilerine "kitab" indirdiğini bildirir, kitabın haricinde indiği bildirilen şeyler kitab'tan ayrı olarak inen ayrı bir vahiy değil inen kitabın özelliklerini bildiren kelimeler olup "hikmet" kelimesi ile ifade edilmek istenende budur. Allah eğer birden fazla vahiy indirmiş olsaydı aşağıda örneklerini vereceğimiz ayetlerde neden tek bir şey indiğinin izahını nasıl yapacağız ?
[002.004] Onlar, sana indirilen Kitap'a da, senden önce indirilenlere de inanırlar; ahirete de yalnız onlar kesinlikle inanırlar
[005.067] Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.
[004.162] Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitap'a ve senden önce indirilen Kitap'a inanan müminlere, namaz kılanlara, zekat verenlere, Allah'a ve ahiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.
[002.091] Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
[007.003] Rabbinizden size indirilen Kitap'a uyun, O'ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.
Aşağıda mealini verdiğimiz maide s.15. ayete dikkat edelim , "nur VE apaçık kitap" şeklinde geçen kelimede ifade edilen iki ayrı şeymidir yoksa tek bir şeymidir? eğer "VE" bağlacı iki ayrı şeyi ifade etmek için kullanılmış dyen varsa inen nur'un ne olduğunu açıklamak zorundadır.
[005.015] Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür , kur'anın hiçbir ayetinde kur'anın haricinde inen ayrı bir vahiy olduğunu destekleyecek şekilde "indirilenler" veya " iki indirilen" şeklinde çoğul olarak hiçbir kelime bulunmaz. İndirilen şeyin tek olduğu ve tek olarak inen şeyin adının "kur'an" olduğu , onunda elimizde iki kapak arasındaki mushaf'ta olduğu açık iken acaba neden indirilen şeyin birden fazla olduğu iddiaları yapılmaktadır?. Bu ayetlere rağmen şayet yine , "Muhammed as a indirilen tek değildir birden fazladır" şeklinde yapılacak olan itirazlara ,bir çok ayette tekil olarak bahsedilen indirilen şey ile hikmet'inde indirilmiş olmasına dayanarak indirilenlerin iki olduğunu söyleyenler , dolayısı ile ayetlerdeki doğan çelişkinin!! nasıl izah edileceğini söylemek durumundadırlar.
Bunun cevabı şudur; EHLİ HADİS İNANCININ HADİS VE SÜNNETİN VAHİY OLDUĞU DÜŞÜNCESİNİN KAYNAĞINA DELİL TEŞKİL EDECEK AYETLERİ ARAMAKTIR. EĞER BÖYLE BİR ÖN KABUL OLMADAN BU AYETLER OKUNCAK OLURSA KUR'AN DIŞINDAKİ ELÇİNİN SÖYLEMİŞ OLDUĞU SÖZLER VE FİİLLER İÇİN BÖYLE BİR YAKLAŞIM MÜMKÜN DEĞİLDİR. Mesele hikmet kelimesinin nasıl bir temel oturtup bu kelimenin ihtiva ettiği mesajı anlamaktır.
HİKMET NEDİR?
Hikmet kelimesinin yukarda vermiş olduğumuz anlamı " ilim ve amelde hakka isabet etmek" şeklinde olduğunu hatırlayacak olursak Muhammed as a indirilen kur'an onun ve bizim için bir ilim ve amel kaynağı olup onu hayatımızda tatbik etmemizdir. isra s. 39. ayetinde " Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın." buyurulmasından önce 22. ayetten itibaren 1-Allah ile başka ilahlar edinme 2-ondan başka kimseye kulluk etme 3-anne ve babaya iyilik et 4-onlara öf bile deme 5-onlara karşı alçakgönüllü ol 6- onlar için dua et 7-akrabaya yoksula yolda kalmışa hakkını ver 8- israf etme 9-onlara yumuşak söz söyle 10-cimrilik etme 11-yoksulluk endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin 12-zinaya yaklaşmayın 13-haklı bir neden olmadan bir cana kıymayın 14-yetimin malına el uzatmayın 16- ahde vefa gösterin16-ölçüyü tam tutun 17-hakkında bilginiz olmayan şeyin ardına düşmeyin 18-yeryüzünde böbürlenerek yürümeyin şeklinde buyurluna emirlere baktığımız zaman bu emirlerin hayat içinde uygulanması emredilen emirler olduğu görülmektedir. Aynı hikmetleri lokman suresinde lokman as ın oğluna yapmış olduğu öğütlerde görmekteyiz. Hikmet'in vahyin hayata geçirilmesi noktasında yapılan eylemler olduğu, vahyin sadece okunan değil okunup hayata geçirilen eylemleri muhteva ettiği görülür , bu noktada Muhammed as ında bunları tatbik ettiği hatırlanacak olursa hikmeti yine vahiyden alıp hayata geçirdiği görülür.
Allah cc nin elçi gönderme sebeblerini hikmet kelimesinin içinde geçtiği ayetlerden öğrenmekteyiz.
[002.129] Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin
[002.151] Nitekim, size âyetlerimizi okuması, Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.
[062.002] Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
[004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.
Ayetleri dikkatli okuyacak olursak, Allah cc nin kendilerine indirmiş olduğu ayetler ile kitabı , hikmeti ve bilmediklerini öğrenen elçiler bu öğrendiklerini diğer insanlara tebliğ ve ta'lim etmişlerdir. Muhammed as ekseninde bu öğretilenler söz olarak hadis fiili olarak sünnet adı altında bizlere ulaşmıştır. Ancak hadis adı altında gelen sözler arasında ciddi miktarda uydurmalar olması bu konuda çok daha titiz bir çalışma yapılmasını gerekli kılmaktadır.
Hikmet'in kitab'tan ayrı bir şey olmadığı kur'anın bu hikmeti içinde bulundurduğu yine şu ayetlerden bizlere bildirilmektedir.
[003.058] İşte bu sana okuduğumuz, âyetlerden ve hikmetli Kur'ân'dandır.[010.001] Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hikmetli Kitabın ayetleridir.
[031.002] Bunlar, o hikmetli kitabın âyetleridir.
[036.002] Hikmetli Kur'an'a andolsun.
[043.004] O, Bizim nezdimizdeki ana kitapta saklı olup çok yücedir, hikmet doludur.
Muhammed as a indirilen kitabın muhtevasında bulunan bu hikmetli ayetler onun öğretmenliğinde ashabına öğretilmiş ve bu öğretilme bizlere hadis ve sünnet adı altında ulaşmıştır. Bütün mesele hadis ve sünnetin nasıl bir zemine oturtulacağı ve bizler tarafından nasıl bir şekilde kabul edilmesi gerektiğidir.
Sadece iki ayetten yola çıkarak "sana kitabı ve hikmeti indirdik" şeklinde buyurulmasını " bak kitab ayrı hikmet ayrı inmiş" gibi bir delille kuran dışı bilgileri vahiy kapsamına sokmak kur'anın mesajını okumak değil oluşturulmuş olan ön kabule destek sağlanması olarak yapılan bir okumanın ürünü olup kitab bütünlüğü gözetilmeden yapılan bir okumanın ürünüdür.
[002.231] Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.
Bakara s. 231. ayeti içinde zikredilen Kitabın ve Hikmetin birlikte kullanılması bunların birbirinden ayrı olmadığını göstermesi açısından önemli bir ayettir. Ayet içinde kullanılan "bihi" edatı Kitap ve Hikmetin ayrı şeyler olmadığını göstermektedir. Şayet birbirinden ayrı şeyler olsaydı tesniye yani ikili şeklinde gelip "bihima" olması gerekirdi.
Şimdide ayrı bir mesele olarak hadis ve sünnetin nasıl bir zemine oturtulacağı meselesidir. Resullerin görevi gereği kendilerine inen kitabı söz ve fiil ile hayata geçirmek gibi bir mecburiyetleri olduğu red edilemez bir gerçek olduğu ortadadır. Muhammed as a atfedilen sözlerin doğru olup olmadığının kriterlerinin belirlenmesi konusunda metod farklıkları mevcut olup , rivayet zincirindeki kişilerin üzerinden hadisin sahih olup olmadığının belirlenmesi sağlıklı bir belirleme metodu olmadığı bellidir. Hadisin bizim için önemli olan metni herhangi bir kritere tabi tutulmadan varılan sonucun sağlıklı olmadığı, bugün geleneksel din anlayışı üzerine kurulmuş olan anlayışa baktığımızda ortadadır.
Hadis denilen sözlerin evrensel doğrular olarak görülüp üstüne birde vahiy gibi bir değer bindirildiği zaman bu konuda ihtilafa düşüldüğü takdirde ehli hadis yandaşları karşı tarafı küfürle suçlayabilmektedir. Hadis adı altında gelen bazı sözlere baktığımız zaman Muhammed as ın günlük hayatında yapmış olduğu bazı uygulamaların diğer sahabeler tarafından aktarılan sözler olduğunu görmekteyiz . El ile yemek ,oturarak yemek , oturarak bevletmek gibi o zamanın şartları dahlinde yapılmış olan eylemler bazıları tarafından yapılması mecburi olan ameller olarak algılanmış olup üstüne vahiy damgasıda vurularak özel bir kutsiyet atfedilmiştir.
Sünnet adı altında gelen uygulamaların bir kısmı özellikle ibadet sahasında olan bazı uygulamalar bizlere örneklik taşıması açısından değerlidir. Bilmediklerimizi öğretmesi hasebiyle ondan din adına gelen uygulamaları müslümanlar olarak bizlerinde uygulaması birlik ve beraberlik açısından önem arzetmektedir. Örneğin namaz vakitleri ve rekatları konusundaki örnekliği bizler için önem arzetmekte olup herkes kendi canının istediği doğrultuda vakit ve reakt belirlemesi yapma hakkı yoktur.
Kur'ana baktığımız zaman Muhammed as dahil adı geçen bütün elçilerin kavimlerin tebliğ ettikleri vahyi yaşadıkları bir gerçektir. Yaşadıkları o vahiy tevhid akidesini sağlamlaştırmak şirki bertaraf etmek şeklinde özetlenebilir. Muhammed as ın yaşantısında bunu uyguladığı ve bu uygulamadaki metodu bizler için örnek olması gerektiği bir çok kur'an ayeti ile sabit olmasına rağmen maalesef sünnet adı altında gelen uygulamalar esas anlamından uzak saç sakal uzatmak veya sarık sarmak veya misvak kullanmak şeklinde kur'ani anlamda bir örnekliği ihtiva etmeyen şekillerle doldurulduğu görülmektedir.
Muhammed as üzerinde yapılan bu tür yanlış anlamalar sünnet dediğimiz örnekliğin , bazı kimseler tarafından tamamı ile atılması gerektiği gibi bir düşünceya sevketmesi bazılarının yanlışları red edelim derken ayrı bir yanlışa düşmek anlamına gelmekte olup bir çok kur'an ayetini red etmek anlamınada gelmektedir. Bize düşen görev başkalarının yanlışlarına karşı çıkıp ayrı bir yanlışa düşmeden elçilerin temel vazifeleri olan tevhidi hakim kılma şirki yıkmak şeklindeki sünnetlerini uygulamak olmalıdır. Hadisi ve sünnet'i toptan almak şeklindeki anlayış ne kadar yanlış ise, toptan atmak şeklindeki anlayışta bir o kadar yanlıştır.
033.034 Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
Ahzab s. 34. ayetinin mealindeki " kitab'tan ve hikmetten okunanlar" şeklindeki ibareden yola çıkılarak okunan kitab'ın kur'an , okunan hikmet'in hadis'tir şeklinde bir yorumuna gidilmiştir. Elçinin insan olması hasebiyle elbette bir aile hayatı vardır ve bu aile içinde bazı hoş olmayan durumlarda olmuştur , ahzab s. 34. ayet öncesi ayetlere baktığımızda bunu görürüz. Muhammed as ın ailesinden sorumlu olması onlara Allah cc nin mesajını tebliğ etmek gibi bir görevide vardır. Varsayalımki hikmet kelimesinden hadis kast ediliyor , bu hadisleri eşleri harhangi bir ravi zinciri olmadan acaba sahihmi değilmi bir kaygıdan uzak olarak bunlarıda duyuyorlardı , mesela Aişe validemizden rivayet olarak Muhammed as dan gelen bir söz için kesinlikle, bize kur'an gibi korunarak kelimesi kelimesine geldiğini iddia edemeyiz.
Sonuç olarak ;Kur'anda geçen hikmet kelimesine hadis ve sünnete vahiy gibi bir eşdeğer vermek suretiyle bindirilmiş olan anlam kur'andan onay alan bir anlam değil, parçacı bir okuma sonucu varılmış ön kabullere kurban edilmek istenen bir anlam olarak karşımıza çıkmaktadır.Örneklerini verdiğimiz ayetlerde, Muhammed as a inen şeyin sadece kur'an vahyi olduğu hikmet'in ise inen ayrı bir vahiy olmadığı görülmektedir. Hikmet kelimesine kur'anın verdiği mesaj çerçevesinde bir anlam yükleyecek olursak bu kelime yaşam rehberi olan kitabın hayata geçirilmesi şeklinde bir anlam olarak görülecektir. Ehli hadisin bu kelimeye bindirmek istediği anlam bu kelimenin taşıdığı mesajın ne olduğu şeklinde değil, hadis ve sünnete imam şafii tarafından yüklenen "gayri metluv vahiy" şeklindeki tarifin delilinin kur'andan aranması sonucu parçacı bir okuma sonucu varılmış bir netice olduğu ortadadır. Hadis ve sünnete ayrı bir vahiy olarak görmenin vahim sonuçlara götürdüğünü bugün müslümanlar arasındaki düşünce farklılıklarının nelerolduğuna bakarak görebiliriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
-Hakemtühü=(ıslah etmek düzeltmek maksadıyla) onun kötü bir iş yapmasına veya dilediğini yapmasına mani oldum engel oldum .
-Hakemtüddabbete= ata gem ile mani oldum, engel oldum.
-Ahkemtüha= ata gem taktım.
-Ahkemtüssefihe= sefih birinin arzuladığı şeyi yapmasına mani oldum , engel oldum.(el müfredat)
Bu kelimenin lügat anlamı olarak kullanışlarını gördükten sonra aynı kelimeden türeyen "hikmet" şu anlama gelmektedir. İlim ve amel ile hakka isabet etme ulaşma, bu kelime Allah cc için kullanıldığında , "eşyanın bilgisine vakıf olmak, onu en muhkem biçimde var etmek,yaratmak" anlamında, insan için olduğunda ise "yaratılmışların bilgisine vakıf olmak,
(bu vukufiyeti Allah cc nin kitabından almak şartı ile) hayırlı fiilerde bulunmak" anlamındadır. Bu kelime kur'anda 20 kadar yerde geçmekte olup önce kelimenin geçtiği ayetleri verip sonra bu kelimenin ifade ettiği anlam ve bu kelimeye hadis ve sünnet şeklinde yüklenen anlam üzerinde durmaya çalışacağız.
[002.129] Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin!
[002.151] Nitekim, size âyetlerimizi okuması, Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.
[002.231] Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın; böyle yapan şüphesiz kendisine yazık etmiş olur. Allah'ın ayetlerini de alaya almayın; Allah'ın üzerinize olan nimetini, öğüt vermek üzere size indirdiği Kitap ve hikmeti anın, Allah'tan sakının, Allah'ın her şeyi bildiğini bilin.
[002.251002.251] Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
[002.269] Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.
[003.048] Allah O'na Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
[003.081] Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak) ' almıştı: «Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksanız.» Demişti ki: «Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?» Onlar: «İkrar ettik» demişlerdi de «Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım» demişti.
[003.164] Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması, Onları her türlü kötülüklerden arındırması, Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.
[004.054] Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik.
[004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.
[005.110] Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an» demişti, «Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.»
[016.125] Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.
[017.039] Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.
[031.012] And olsun ki, Lokman'a, Allah'a şükretmesi için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir, övülmeğe layık olandır.
033.034] Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
[038.020] Hem mülkünü kuvvetlendirmiştik, hem de kendisine hıkmet ve faslı hıtab vermişti
[043.063] İsa, belgeleri getirdiği zaman demişti ki: «Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üzere geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin.»
[054.005] Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!
[062.002] Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
Yukarda meallerini verdiğimiz "hikmet" kelimesi ile ilgili ayetlerin mesajını anlama konusunda müslümanlar maalesef hemfikir değillerdir. Özellikler "kitab ve hikmet" ile birlikte zikredilen ayetlerden, hikmet'in kur'andan ayrı olarak inen bir vahiy olduğu konusunda, özellikle hadis ehli mensupları tarafından iddialar serdedildiğine şahid olmaktayız. Bu düşüncenin sebebinin Muhammed as dan gelen kur'an harici bilgilerin yani hadis ve sünnet'in kaynağını vahye dayamak düşüncesidir.
Yukardaki ayetlerin mesajını kısaca özetleyecek olursak şöyle bir mesaj çıkarabiliriz; Allah cc yaratmış olduğu kullarına emir ve nehiylerini bildirmek için kendi cinslerinden elçiler gönderip o elçilere "kitab" vermiştir. Elçiler kendilerine indirilen kitabı muhataplarına okuyarak hayatlarına geçirmişlerdir. Muhammed as a inen kitab'ta diğer elçilere indirilenlerin muhteviyat bakımından aynısı olup o'da kendisine indirilen kitabı tebliğ etmiş ve bu tebliği, kendisine indirilen vahyi hayatına geçirerek yani yaşantı safhasında göstererek (usvetün hasene) güzel örnek olmuştur. Elçilerin vazifesi olan " onlara kitab ve hikmeti ve bilmediklerini öğretmek" şeklinde kur'anda ifadesini bulan cümlenin içeriği konusunda fikirbirliği sağlanamadığı görülmektedir. Muhammed as ın vahyi hayatına tatbik etmesi sırasında söylemiş olduğu sözler (hadis) ve fiiliyatı (sünnet) nı nereye ve nasıl oturtacağımız konusundaki ehli hadis'ten gelen teklife baktığımızda imam şafiinin literatüre sokmuş olduğu bir terim olan "gayri metluv vahiy" teklifini görmekteyiz. Bu terim, hadisi ve sünneti vahiyleştirerek kur'an ile eşdeğer bir seviyeye getirme ameliyesine dayanak teşkil etmektedir. İkinci aşama olarak, oluşturulmuş olan bu terime kur'andan dayanak olabilecek ayetlerin aranmasına geçilmiştir.
Necm s. ilk ayetleri bağlamından koparılarak Muhammed as ın sözlerinin tamamının vahiy olduğu, "kitab ve hikmet"in birlikte zikredildiği ayetlerden'de hikmet kelimesinin kur'andan ayrı olarak zikredilmesinden hareketle bunun ayrı bir vahiy yani "hadis ve sünnet" olduğu kanaatına varılmıştır. Mesele bu kanaatın doğruluğunun kur'an tarafından onay alıp almadığıdır, başkalarını önkabullere uygun olarak okuma yapmaları ile suçlayıp kendimiz aynı hataya düşmemek için hikmet kelimesini ne kur'andan ayrı olarak inen vahiy şeklinde nede kur'andan başka bir şey indirilmemiştir şeklinde bir ön kabul olmadan bu kelimenin ne ifade ettiğini kur'andan öğrenmek zorundayız. Öncelikle kur'an ve ........ indirdik diye geçen ayetleri okumak ile işe başlayalım.
[002.053] Ve bir vakit Musaya o kitabı ve fürkanı verdik, gerekti ki doğru gidecektiniz.
[021.048] Andolsun biz, Musa ve Harun'a, takvâ sahipleri için bir ışık, bir öğüt ve Furkan'ı verdik.
Bu ayetlerdeMusa ve Harun' a kitab'tan ayrı olarak "furkan" verildiği bildirilmektedir, ancak diğer ayetlerde "Musa'ya kitabı verdik" şeklinde ayetleride okumaktayız o zaman furkanı ayrı olarak inen bir şey değil ona inen kitabın ayırdedici bir özelliği olarak görmek gerekmektedir.
[002.185] O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayırt eden (furkan), hidayet ve deliller halinde bulunan Kur'an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!
025.001] Alemleri uyarmak üzere kuluna Furkan'ı indiren ne yücedir.
Furkan kelimesi ile kitabın bir özelliği olması kastedildiği yukardaki ayet meallerinden anlaşılmaktadır.
[042.017] Kitab'ı ve mizanı hak olarak indiren Allah'tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır!
[057.025] Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.
Yine üstteki iki ayette kitaba ilaveten "mizan" indirildiği beyan edilmektedir, indiği beyan edilen mizan için hiç kimse, kitab'tan ayrı olarak inen bir şey olduğunu iddia etmemiş olup aksine, kitabın özelliklerinden olduğu herkesçe malumdur. Allah cc nin kur'anın dışında başka şeylerde indirdiği iddiasında bulunanların "mizan" adı altında inen şeyin ne olduğunu açıklamak zorundadırlar.
Kur'anın bir çok ayeti , Allah cc nin elçilerine "kitab" indirdiğini bildirir, kitabın haricinde indiği bildirilen şeyler kitab'tan ayrı olarak inen ayrı bir vahiy değil inen kitabın özelliklerini bildiren kelimeler olup "hikmet" kelimesi ile ifade edilmek istenende budur. Allah eğer birden fazla vahiy indirmiş olsaydı aşağıda örneklerini vereceğimiz ayetlerde neden tek bir şey indiğinin izahını nasıl yapacağız ?
[002.004] Onlar, sana indirilen Kitap'a da, senden önce indirilenlere de inanırlar; ahirete de yalnız onlar kesinlikle inanırlar
[005.067] Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.
[004.162] Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitap'a ve senden önce indirilen Kitap'a inanan müminlere, namaz kılanlara, zekat verenlere, Allah'a ve ahiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.
[002.091] Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
[007.003] Rabbinizden size indirilen Kitap'a uyun, O'ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.
Aşağıda mealini verdiğimiz maide s.15. ayete dikkat edelim , "nur VE apaçık kitap" şeklinde geçen kelimede ifade edilen iki ayrı şeymidir yoksa tek bir şeymidir? eğer "VE" bağlacı iki ayrı şeyi ifade etmek için kullanılmış dyen varsa inen nur'un ne olduğunu açıklamak zorundadır.
[005.015] Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür , kur'anın hiçbir ayetinde kur'anın haricinde inen ayrı bir vahiy olduğunu destekleyecek şekilde "indirilenler" veya " iki indirilen" şeklinde çoğul olarak hiçbir kelime bulunmaz. İndirilen şeyin tek olduğu ve tek olarak inen şeyin adının "kur'an" olduğu , onunda elimizde iki kapak arasındaki mushaf'ta olduğu açık iken acaba neden indirilen şeyin birden fazla olduğu iddiaları yapılmaktadır?. Bu ayetlere rağmen şayet yine , "Muhammed as a indirilen tek değildir birden fazladır" şeklinde yapılacak olan itirazlara ,bir çok ayette tekil olarak bahsedilen indirilen şey ile hikmet'inde indirilmiş olmasına dayanarak indirilenlerin iki olduğunu söyleyenler , dolayısı ile ayetlerdeki doğan çelişkinin!! nasıl izah edileceğini söylemek durumundadırlar.
Bunun cevabı şudur; EHLİ HADİS İNANCININ HADİS VE SÜNNETİN VAHİY OLDUĞU DÜŞÜNCESİNİN KAYNAĞINA DELİL TEŞKİL EDECEK AYETLERİ ARAMAKTIR. EĞER BÖYLE BİR ÖN KABUL OLMADAN BU AYETLER OKUNCAK OLURSA KUR'AN DIŞINDAKİ ELÇİNİN SÖYLEMİŞ OLDUĞU SÖZLER VE FİİLLER İÇİN BÖYLE BİR YAKLAŞIM MÜMKÜN DEĞİLDİR. Mesele hikmet kelimesinin nasıl bir temel oturtup bu kelimenin ihtiva ettiği mesajı anlamaktır.
HİKMET NEDİR?
Hikmet kelimesinin yukarda vermiş olduğumuz anlamı " ilim ve amelde hakka isabet etmek" şeklinde olduğunu hatırlayacak olursak Muhammed as a indirilen kur'an onun ve bizim için bir ilim ve amel kaynağı olup onu hayatımızda tatbik etmemizdir. isra s. 39. ayetinde " Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın." buyurulmasından önce 22. ayetten itibaren 1-Allah ile başka ilahlar edinme 2-ondan başka kimseye kulluk etme 3-anne ve babaya iyilik et 4-onlara öf bile deme 5-onlara karşı alçakgönüllü ol 6- onlar için dua et 7-akrabaya yoksula yolda kalmışa hakkını ver 8- israf etme 9-onlara yumuşak söz söyle 10-cimrilik etme 11-yoksulluk endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin 12-zinaya yaklaşmayın 13-haklı bir neden olmadan bir cana kıymayın 14-yetimin malına el uzatmayın 16- ahde vefa gösterin16-ölçüyü tam tutun 17-hakkında bilginiz olmayan şeyin ardına düşmeyin 18-yeryüzünde böbürlenerek yürümeyin şeklinde buyurluna emirlere baktığımız zaman bu emirlerin hayat içinde uygulanması emredilen emirler olduğu görülmektedir. Aynı hikmetleri lokman suresinde lokman as ın oğluna yapmış olduğu öğütlerde görmekteyiz. Hikmet'in vahyin hayata geçirilmesi noktasında yapılan eylemler olduğu, vahyin sadece okunan değil okunup hayata geçirilen eylemleri muhteva ettiği görülür , bu noktada Muhammed as ında bunları tatbik ettiği hatırlanacak olursa hikmeti yine vahiyden alıp hayata geçirdiği görülür.
Allah cc nin elçi gönderme sebeblerini hikmet kelimesinin içinde geçtiği ayetlerden öğrenmekteyiz.
[002.129] Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin
[002.151] Nitekim, size âyetlerimizi okuması, Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.
[062.002] Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
[004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.
Ayetleri dikkatli okuyacak olursak, Allah cc nin kendilerine indirmiş olduğu ayetler ile kitabı , hikmeti ve bilmediklerini öğrenen elçiler bu öğrendiklerini diğer insanlara tebliğ ve ta'lim etmişlerdir. Muhammed as ekseninde bu öğretilenler söz olarak hadis fiili olarak sünnet adı altında bizlere ulaşmıştır. Ancak hadis adı altında gelen sözler arasında ciddi miktarda uydurmalar olması bu konuda çok daha titiz bir çalışma yapılmasını gerekli kılmaktadır.
Hikmet'in kitab'tan ayrı bir şey olmadığı kur'anın bu hikmeti içinde bulundurduğu yine şu ayetlerden bizlere bildirilmektedir.
[003.058] İşte bu sana okuduğumuz, âyetlerden ve hikmetli Kur'ân'dandır.[010.001] Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hikmetli Kitabın ayetleridir.
[031.002] Bunlar, o hikmetli kitabın âyetleridir.
[036.002] Hikmetli Kur'an'a andolsun.
[043.004] O, Bizim nezdimizdeki ana kitapta saklı olup çok yücedir, hikmet doludur.
Muhammed as a indirilen kitabın muhtevasında bulunan bu hikmetli ayetler onun öğretmenliğinde ashabına öğretilmiş ve bu öğretilme bizlere hadis ve sünnet adı altında ulaşmıştır. Bütün mesele hadis ve sünnetin nasıl bir zemine oturtulacağı ve bizler tarafından nasıl bir şekilde kabul edilmesi gerektiğidir.
Sadece iki ayetten yola çıkarak "sana kitabı ve hikmeti indirdik" şeklinde buyurulmasını " bak kitab ayrı hikmet ayrı inmiş" gibi bir delille kuran dışı bilgileri vahiy kapsamına sokmak kur'anın mesajını okumak değil oluşturulmuş olan ön kabule destek sağlanması olarak yapılan bir okumanın ürünü olup kitab bütünlüğü gözetilmeden yapılan bir okumanın ürünüdür.
[002.231] Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.
Bakara s. 231. ayeti içinde zikredilen Kitabın ve Hikmetin birlikte kullanılması bunların birbirinden ayrı olmadığını göstermesi açısından önemli bir ayettir. Ayet içinde kullanılan "bihi" edatı Kitap ve Hikmetin ayrı şeyler olmadığını göstermektedir. Şayet birbirinden ayrı şeyler olsaydı tesniye yani ikili şeklinde gelip "bihima" olması gerekirdi.
Şimdide ayrı bir mesele olarak hadis ve sünnetin nasıl bir zemine oturtulacağı meselesidir. Resullerin görevi gereği kendilerine inen kitabı söz ve fiil ile hayata geçirmek gibi bir mecburiyetleri olduğu red edilemez bir gerçek olduğu ortadadır. Muhammed as a atfedilen sözlerin doğru olup olmadığının kriterlerinin belirlenmesi konusunda metod farklıkları mevcut olup , rivayet zincirindeki kişilerin üzerinden hadisin sahih olup olmadığının belirlenmesi sağlıklı bir belirleme metodu olmadığı bellidir. Hadisin bizim için önemli olan metni herhangi bir kritere tabi tutulmadan varılan sonucun sağlıklı olmadığı, bugün geleneksel din anlayışı üzerine kurulmuş olan anlayışa baktığımızda ortadadır.
Hadis denilen sözlerin evrensel doğrular olarak görülüp üstüne birde vahiy gibi bir değer bindirildiği zaman bu konuda ihtilafa düşüldüğü takdirde ehli hadis yandaşları karşı tarafı küfürle suçlayabilmektedir. Hadis adı altında gelen bazı sözlere baktığımız zaman Muhammed as ın günlük hayatında yapmış olduğu bazı uygulamaların diğer sahabeler tarafından aktarılan sözler olduğunu görmekteyiz . El ile yemek ,oturarak yemek , oturarak bevletmek gibi o zamanın şartları dahlinde yapılmış olan eylemler bazıları tarafından yapılması mecburi olan ameller olarak algılanmış olup üstüne vahiy damgasıda vurularak özel bir kutsiyet atfedilmiştir.
Sünnet adı altında gelen uygulamaların bir kısmı özellikle ibadet sahasında olan bazı uygulamalar bizlere örneklik taşıması açısından değerlidir. Bilmediklerimizi öğretmesi hasebiyle ondan din adına gelen uygulamaları müslümanlar olarak bizlerinde uygulaması birlik ve beraberlik açısından önem arzetmektedir. Örneğin namaz vakitleri ve rekatları konusundaki örnekliği bizler için önem arzetmekte olup herkes kendi canının istediği doğrultuda vakit ve reakt belirlemesi yapma hakkı yoktur.
Kur'ana baktığımız zaman Muhammed as dahil adı geçen bütün elçilerin kavimlerin tebliğ ettikleri vahyi yaşadıkları bir gerçektir. Yaşadıkları o vahiy tevhid akidesini sağlamlaştırmak şirki bertaraf etmek şeklinde özetlenebilir. Muhammed as ın yaşantısında bunu uyguladığı ve bu uygulamadaki metodu bizler için örnek olması gerektiği bir çok kur'an ayeti ile sabit olmasına rağmen maalesef sünnet adı altında gelen uygulamalar esas anlamından uzak saç sakal uzatmak veya sarık sarmak veya misvak kullanmak şeklinde kur'ani anlamda bir örnekliği ihtiva etmeyen şekillerle doldurulduğu görülmektedir.
Muhammed as üzerinde yapılan bu tür yanlış anlamalar sünnet dediğimiz örnekliğin , bazı kimseler tarafından tamamı ile atılması gerektiği gibi bir düşünceya sevketmesi bazılarının yanlışları red edelim derken ayrı bir yanlışa düşmek anlamına gelmekte olup bir çok kur'an ayetini red etmek anlamınada gelmektedir. Bize düşen görev başkalarının yanlışlarına karşı çıkıp ayrı bir yanlışa düşmeden elçilerin temel vazifeleri olan tevhidi hakim kılma şirki yıkmak şeklindeki sünnetlerini uygulamak olmalıdır. Hadisi ve sünnet'i toptan almak şeklindeki anlayış ne kadar yanlış ise, toptan atmak şeklindeki anlayışta bir o kadar yanlıştır.
033.034 Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
Ahzab s. 34. ayetinin mealindeki " kitab'tan ve hikmetten okunanlar" şeklindeki ibareden yola çıkılarak okunan kitab'ın kur'an , okunan hikmet'in hadis'tir şeklinde bir yorumuna gidilmiştir. Elçinin insan olması hasebiyle elbette bir aile hayatı vardır ve bu aile içinde bazı hoş olmayan durumlarda olmuştur , ahzab s. 34. ayet öncesi ayetlere baktığımızda bunu görürüz. Muhammed as ın ailesinden sorumlu olması onlara Allah cc nin mesajını tebliğ etmek gibi bir görevide vardır. Varsayalımki hikmet kelimesinden hadis kast ediliyor , bu hadisleri eşleri harhangi bir ravi zinciri olmadan acaba sahihmi değilmi bir kaygıdan uzak olarak bunlarıda duyuyorlardı , mesela Aişe validemizden rivayet olarak Muhammed as dan gelen bir söz için kesinlikle, bize kur'an gibi korunarak kelimesi kelimesine geldiğini iddia edemeyiz.
Sonuç olarak ;Kur'anda geçen hikmet kelimesine hadis ve sünnete vahiy gibi bir eşdeğer vermek suretiyle bindirilmiş olan anlam kur'andan onay alan bir anlam değil, parçacı bir okuma sonucu varılmış ön kabullere kurban edilmek istenen bir anlam olarak karşımıza çıkmaktadır.Örneklerini verdiğimiz ayetlerde, Muhammed as a inen şeyin sadece kur'an vahyi olduğu hikmet'in ise inen ayrı bir vahiy olmadığı görülmektedir. Hikmet kelimesine kur'anın verdiği mesaj çerçevesinde bir anlam yükleyecek olursak bu kelime yaşam rehberi olan kitabın hayata geçirilmesi şeklinde bir anlam olarak görülecektir. Ehli hadisin bu kelimeye bindirmek istediği anlam bu kelimenin taşıdığı mesajın ne olduğu şeklinde değil, hadis ve sünnete imam şafii tarafından yüklenen "gayri metluv vahiy" şeklindeki tarifin delilinin kur'andan aranması sonucu parçacı bir okuma sonucu varılmış bir netice olduğu ortadadır. Hadis ve sünnete ayrı bir vahiy olarak görmenin vahim sonuçlara götürdüğünü bugün müslümanlar arasındaki düşünce farklılıklarının nelerolduğuna bakarak görebiliriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
6 Şubat 2014 Perşembe
Allah c.c Elçilerine Kitab Harici Başka Vahiyler İndirdi mi?
Allah cc yaratmış olduğu kullarına sadece kendisini ilah ve rab olarak bilmeleri için , yaratmış olduğu kulları içinden seçmiş olduğu insanları elçiler seçerek onlara vahyetmiş ve o elçiler ile emir yasaklarını o kullarına bildirmiştir.
[016.002] O, kullarından dilediği üzerine kendi emrinde Ruh ile melekleri indirir ki, korkutunuz. Şüphe yok ki, Benden başka ilâh yoktur. Artık Benden korkunuz.
[040.015] O dereceleri yüksek Arş'ın sahibi (Allah), buluşma gününün dehşetini haber vermek için kullarından dilediğine emrinde ruh (melek) indirip vahy veriyor.
Bunun Allah cc nin sünneti olduğunu kur'andaki bazı ayetlerden öğrenmekteyiz.
[002.213] İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak nebileri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.
Allah cc nin insanlara elçi ve onlarla birlikte sadece kitab gönderme sünnetinin bakara s. 213. ayeti ile bizlere beyan edilmiş olmasına rağmen özelikle son elçi Muhammed as etrafında oluşturulan din algısı ona sadece kitab değil başka vahiylerinde indirilmiş olduğu yönünde iddialar serdetmektedir. Bu iddiaların temelinde Muhammed as a ait olduğu iddia edilen rivayetlere kur'an düzeyinde bir değer atfetmek amacı olduğu hepimizin malumudur.
"Sana kitabı ve hikmeti indirdik" veya " evlerinizde okunan Allahın ayetlerinin ve hikmeti hatırlayın" veya " o hevasından konuşmaz konuştukları vahiy iledir" gibi ayetlerin kur'an harici rivayetlerin, ona kur'an gibi indirilmiş olduğu yönündeki iddialarına temel teşkil ettiğini görmekteyiz. Kur'anı anlamanın önündeki en büyük engelin, oluşturulmuş olan ön kabullere göre bir okuma olduğunu her yazımızda vurgulayarak bu tür okumaların bizleri doğru bir anlamaya götürmediğini ifade etmeye çalışmaktayız. Muhammed as a inen kur'an vahyinin haricinde ona hikmet adında ayrı bir vahyin indirildiği bununda hadisler ve sünnet olarak karşılığını bulduğunu iddia edenler çok büyük bir yanılgı içinde olup kur'anda Muhammed as a indirilenlerin bu kadar olmayıp daha başka şeylerinde indirilmiş olduğunu görmezlikten gelmektedirler.
Kur'an-hikmet-zikir-kitab-mizan-furkan şeklinde ifade edilen kelimeler , Alah cc nin Muhammed as a indirmiş olduğu vahyin değişik adlarda kur'anda ifadesini bulan kelimelerdir. Allah cc elçisine melek bir elçi aracılığı ile vahyetmiş ve o vahiy bugün elimizde adına Kur'an denilen kitap içinde mevcuttur. Kur'an, Tevrat, İncil , Zebur şeklinde geçen bu isimler elçilere indirilen vahyin özel isimleri olup , hikmet,zikir,mizan,furkan gibi kelimeler Allah cc nin bütün elçilerine indirmiş olduğu vahyin özelliklerini belirten genel isimlerdir.
Muhammed as ın yaşamış olduğu hayat içindeki kur'anın ona vermiş olduğu görevler dahilindeki yapmış olduğu uygulamaları iki kategoride değerlendirmek mümkündür. 1-hadis 2-sünnet , bu kelimelerin ifade ettiği anlam ve değer konusunda müslümanlar arasında bazı görüş farklılıkları mevcut olduğuda bir gerçektir.
Muhammed as ın vefatı sonrası gelişen düşünce dünyası içinde onun söz ve fiilerine yüklenen anlam konusunda özellikle imam şafii ile literatüre giren "gayri metluv vahiy" deyimi ve bu deyim etrafında geliştirilen , Muhammed as ın söz ve fiillerini kutsallaştırma faaliyetinin uzantıları günümüze kadar gelmiş ve hala geniş bir müslüman kitlesi tarafından kabul görmektedir.
Muhammed as ın söz ve fiillerini kutsallaştırmak şeklinde ortaya çıkan görüşün, bu görüşünü kur'ana dayamak için bazı kur'an ayetlerini uygun bir şekilde te'vil etmeye çalıştığı bilinen bir gerçektir. Necm s 3.4 ayetlerinin " Ve o hevadan söylemiyor,Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir." mealindeki ayeti baz alarak kur'an harici sözlerininde vahiy mahsulu olduğu ve hadis adı altında bugün mevcut bulunan sözlerinde bu şekilde değerlendirilmesi gerektiği ve bunun tersi bir düşüncenin kişiyi küfre sokacağı şeklinde önlemler alınarak karşı çıkılması önlenmeye çalışılmıştır.
[004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.
[033.034] Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
Yukarda mealini verdiğimiz nisa s. 113 ve ahzab s. 34. ayetlerinde geçen "hikmet" kelimesinin kitap ile birlikte zikredilmesinden yola çıkılarak, hikmet'in Muhammed as a kitab'tan ayrı olarak inen bir vahiy olduğu iddiası dile getirilerek hadis ve sünnet'in kaynağının vahiy olduğunu dolayısı ile kur'an ile eşit bir değer taşıdığı iddiasıda dile getirilmektedir. Eğer kitab ile birlikte indirildiği söylenen hikmet kelimesinden ayrı olarak yine kur'anda kitab ile birlikte indirildiği söylenen "furkan", "mizan" gibi kelimelerle ifade edilen şeylerin kur'an harici olarak indirilen şeyler olduğunu iddia edecek olursak acaba bunlara ne ad verebiliriz?.
Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza da edeceğiz
Hicr s. 9. ayetinde geçen korunacağı ifade edilen "ezzikr" kelimesinin kur'andan ayrı bir şey olduğu ve bu kelimenin Muhammed as a atfedilen hadis ve sünneti kapsadığını , dolayısı ile hicr s 9. ayetinde korunan şeyin bunlar olduğu ifade edilmektedir. Kur'anda geçen "zikr" kelimesinin diğer ayetlerde kullanılan anlamlarınıda örnek olarak vermek yerinde olacaktır.
[016.044] Beyyinelerle ve kitablarla; sana da bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni nâsa anlatasın ve gerek ki tefekkür edeler
[068.051] O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir delidir» derler.
[025.029] Çünkü zikir (Kur'ân) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.
[038.001] Sad. Zikr dolu Kur'an'a yemin olsun.
[015.006] Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler: mutlaka sen mecnunsun!
[038.008] O zikr aramızdan ona mı indirilmiş? doğrusu onlar benim zikrimden bir kuşkulu şekk içindeler, doğrusu henüz azâbımı tatmadılar
[054.025] O zikir aramızdan ona mı bırakıyorlar? Belki o bir şimarık yalancıdır
[016.043] Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamlar gönderdik. Öyleyse bilmiyorsanız zikir ehline sorun.
[021.007] Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[021.105] Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık.
Yukarda verilen örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere "ezzikr" kelimesinin anlam karşılığı olarak Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahyin genel bir ismi olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdi kalkıp bu kelimeye sırf hadis ve sünneti kutsamak amacı ile kur'andan ayrı bir anlam verilecek olursa yapılabilecek en büyük yanlışı yapmış oluruz. Aynı hata "hikmet" kelimesi ile ilgili olarak'ta yapılmaktadır.
Hikmet kelimesi sözlükte, ıslah etmek , düzeltmek maksadıyla menetmek engellemek anlamına gelen hakeme fiilinden türeyen bir kelimedir. Hikmet ise , ilim ve amel ile hakka isabet etme ulaşma , bu itibarla hikmet Allah cc den olduğunda eşyanın bilgisine sahip olmak ve onları en muhkem biçimde varetmek yaratmak anlamına gelir. İnsan'dan olduğunda ise varlıklarla ilgili bilgilere sahip olmak hayırlı fiilerde bulunmak anlamına gelmektedir.
Kur'an ayetlerinde karşımıza çıkan ve diğer elçi adlarıda zikredilerek " ona kitabı ve hikmeti verdik" şeklinde ayetlerden ne anlamalıyız sorusuna verilen cevaplar Muhammed as ın elçiliği ve misyonu konusunda farklı düşünceler için olanlar için delil kaynağı teşkil etmektedir. Tabiki bu delilllere hadis adı altında bazı desteklemelerde yapılarak iddianın kuvvetlenmesi sağlanmıştır, destek arama faaliyetinin en önce olan rivayetlerinden birisi literatürde "erike hadisi" olarak bilinen "Şunu iyi bilin ki bana kitap/Kur’an ve Kur’an-la birlikte Kur’an-ın bir mislide verilmiştir. İyi biliniz ki fazla zaman geçmeden karnı tok şişkince bir adam koltuğuna yaslanarak: Siz Kur’an-a bağlanmaya bakın.( O’ndan başkasına inanmayın) O’nda helal diye gördüğünüz şey helal, haram diye gördüğünüz şeyde haramdır.”diyecektir."" şeklindeki hadistir.
Rivayetin ilk bakışta bile birşeyleri kurtarmaya yönelik bir olduğu bellidir , düşünün'ki Allah resulu, kur'ana bağlanın diyenlere karşı gelebilecek tehlikeye (gaybı bilmem diyen ayetlere rağmen) işaret ediyor ve bunlara karşı hadisi ve sünneti öne çıkarın diyor .
Bu rivayetin uydurulma sebebleri, hadis ve sünnet adı altında gelen müktesabatın kutsallaştırılma ameliyesi dahilinde olup , hikmet kelimesinin kur'andan ayrı olarak zikredilmesinden hareketle hadis ve sünnet'in , hikmet kelimesinin karşılığı olarak inenler olduğu düşüncesi yerleştirilmeye çalışılmıştır.
Allah cc nin elçisi Muhammed as a elimizdeki kur'an haricinde herhangi bir vahyin indirilmiş olduğunu iddia etmek büyük bir cesaret olup , ayetlerin salim bir düşünce ile okunması sonucunda çıkarılmış bir düşünce değildir. Üstüne üstlük hicr s. 9. ayetine dayanarak bunların korunmuş olduğu bile getirilerek ilahi bir zırh giydirilmeye çalışılmaktadır.
Hal böyle iken hadis ve sünnet adı altında gelen müktesabatın müslümanlar tarafından nereye konulacağı konusu mühim bir yer işgal etmektedir. Günümüzde kur'ana dönüş adı altındaki düşünce hareketinin ilmi bir tabanı olmadığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Kur'ana dönüş hareketi geleneğin yanlış din algısını red ederek saf bir din algısı şeklinde bir hareket olmasına rağmen kur'an dışı bilgilerin nereye konulacağı konusunda birliktelik sağlanamadığıda bir gerçektir.
Kur'an harici gelen bilgilerin gelenekteki yanlış ve aşırı tutucu yorumu kur'ana dönüş hareketi mensuplarının bir kısmını hadis ve sünnete karşı aşırı bir tutuma sevkederek geleneğin ifrat çizgisine kaşı tefrit çizgisi oluşturmalarına sebebiyet vermiştir.
"Sadece kur'an" söylemi veya kur'anın yeterliliği konusu hala ciddi bir bilgi eksikliği olarak karşımızda durmaktadır. Bu söylem kur'anın oluşturduğu akide çerçevesinde değerlendirlmeye tabi tutulacak olursa tabiki sadece kur'an ve tabiki kur'an yeterlidir buna hiç kimsenin itirazı olamaz aksi takdirde kur'an+ ........ şeklinde ikilemelerin arkası kesilmez.
Özellikle sünnet adı altında gelen bilgilerin yaşam içinde uygulamalı olarak gelmesi bizleri elçi Muhammed as ın örnekliğini öğrenme konusunda yardımcı olacaktır. Sünnet adı altında gelen bilgilerin elçinin o günkü yaşamı içinde yaptığı bazı insani uygulamalar çerçevesinde bırakılıp (sarık,ayakta su içmemek bevl etmemek, misvak elle yemek) bütün elçilerin tek sünneti diyebileceğimiz ŞİRKLE MÜCADELE boyutu atlanmıştır. Sünnet kelimesinin Muhammed as ın bireysel eylemleri şeklinde algılanması kur'an müslümanları tarafından haliyle farkına varılmış ve bu kelimenin bu şekilde anlaşılması bir kısım tarafından sünnet ve hadis çöplük pislik tu kaka gibi hoş olmayan tabirlerle saf dışı edilmeye çalışılmıştır.
Kur'ana baktığımız zaman adı geçen elçilerin kıssalarının anlatıldığı ayetler ,onların küfre,
şirke ve zulme nasıl başkaldırdıklarınıncanlı birer örnekleri olarak karşımızda durmaktadır. Esas sorun bu sünnetin kur'anda anlatılan ayetlerden çıkarılmaya çalışılmamasındadır.
Allah cc Muhammed as a kadar göndermiş olduğu elçileri örneklik olsun diye göndermiş olduğunun bizlere bildirmiştir.
[033.021] Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.
[060.004] İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.
Elçilerin örnekliğini geleneksel algı doğrultusunda sakal bırakıp sarık sarmak gibi şeylere indirgeyip bu örneklikleri göz ardı eden düşünce ile herşeyi çöpe atın diyen modern düşünce arasında bu örneklikliği anlamama açısından bir fark yoktur.
Bir başka tehlike ise geçmiş ile bağı koparıp yaşanmış örneklikleri dışlamak sureti ile yaşanmış örneği olmayan bir din algısı oluşturulmaya çalışılmasıdır. Bu algının oluşmasında maalesef bazı kur'an ehli müslümanlarda bilmeden rol oynamaktadırlar. Bizlerin üzerinde çalışmamız gereken konu elçilerin örnekliklerini şahsi eylemleri üzerinden değil elçiliğini yaptıklarını vahyin hayata yansıtılması yönünde yaptıkları çalışmalar olmalıdır.
Bu şekil çalışma özellikle Muhammed as a mekke'de inen ayetlerin nasıl bir tebliğ metodu takip edileceğinin örneği, medine'de inen ayetlerde ise müşriklere ve ehli kitaba karşı nasıl bir tavır sergileneceğinin örnekliği şeklinde yapılmalıdır.
Sonuç olarak; Muhammed as a inenvahyin adı sadece "kur'an" adı altında elimizde mevcut olup , ayetlerde hikmet-zikir-furkan-mizan gibi farklı isimlerle kur'an ile birlikte zikredilen isimler kur'andan ayrı inen bir vahiy değildir. Hadis ve sünnet adı altında gelen müktesabatı iki farklı uçta yorumlayıp kur'ana eşdeğer veya çöpe atılması gereken şeyler olduğu düşüncesi yanlıştır. Sünnet dediğimiz malzeme elçilerin tevhid mücadeleleri içinde başlarına gelen olaylarda takındıkları tavrın genel bir ismi olup bu örnekliklerin açığa çıkarılması için kur'anın yaşantıya dair emirleri olduğunun şuuruna vakıf olarak okunması gerekmektedir, aksi bir okuma bir tarafın hadis ve sünnetin vahiy olduğuna dair ayet aramaya sevkederken öteki tarafıda hadis ve sünnetin çöpe atılması gereken malzemeler olduğuna dair ayetler aramaya sevkeder. Bu tür okumaların mesajı anlamaya yönelik değil kafada oluşan önkabulleri kur'andan delillendirme çalışmasından başka bir şey olmadığıda bilinmelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[016.002] O, kullarından dilediği üzerine kendi emrinde Ruh ile melekleri indirir ki, korkutunuz. Şüphe yok ki, Benden başka ilâh yoktur. Artık Benden korkunuz.
[040.015] O dereceleri yüksek Arş'ın sahibi (Allah), buluşma gününün dehşetini haber vermek için kullarından dilediğine emrinde ruh (melek) indirip vahy veriyor.
Bunun Allah cc nin sünneti olduğunu kur'andaki bazı ayetlerden öğrenmekteyiz.
[002.213] İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak nebileri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.
Allah cc nin insanlara elçi ve onlarla birlikte sadece kitab gönderme sünnetinin bakara s. 213. ayeti ile bizlere beyan edilmiş olmasına rağmen özelikle son elçi Muhammed as etrafında oluşturulan din algısı ona sadece kitab değil başka vahiylerinde indirilmiş olduğu yönünde iddialar serdetmektedir. Bu iddiaların temelinde Muhammed as a ait olduğu iddia edilen rivayetlere kur'an düzeyinde bir değer atfetmek amacı olduğu hepimizin malumudur.
"Sana kitabı ve hikmeti indirdik" veya " evlerinizde okunan Allahın ayetlerinin ve hikmeti hatırlayın" veya " o hevasından konuşmaz konuştukları vahiy iledir" gibi ayetlerin kur'an harici rivayetlerin, ona kur'an gibi indirilmiş olduğu yönündeki iddialarına temel teşkil ettiğini görmekteyiz. Kur'anı anlamanın önündeki en büyük engelin, oluşturulmuş olan ön kabullere göre bir okuma olduğunu her yazımızda vurgulayarak bu tür okumaların bizleri doğru bir anlamaya götürmediğini ifade etmeye çalışmaktayız. Muhammed as a inen kur'an vahyinin haricinde ona hikmet adında ayrı bir vahyin indirildiği bununda hadisler ve sünnet olarak karşılığını bulduğunu iddia edenler çok büyük bir yanılgı içinde olup kur'anda Muhammed as a indirilenlerin bu kadar olmayıp daha başka şeylerinde indirilmiş olduğunu görmezlikten gelmektedirler.
Kur'an-hikmet-zikir-kitab-mizan-furkan şeklinde ifade edilen kelimeler , Alah cc nin Muhammed as a indirmiş olduğu vahyin değişik adlarda kur'anda ifadesini bulan kelimelerdir. Allah cc elçisine melek bir elçi aracılığı ile vahyetmiş ve o vahiy bugün elimizde adına Kur'an denilen kitap içinde mevcuttur. Kur'an, Tevrat, İncil , Zebur şeklinde geçen bu isimler elçilere indirilen vahyin özel isimleri olup , hikmet,zikir,mizan,furkan gibi kelimeler Allah cc nin bütün elçilerine indirmiş olduğu vahyin özelliklerini belirten genel isimlerdir.
Muhammed as ın yaşamış olduğu hayat içindeki kur'anın ona vermiş olduğu görevler dahilindeki yapmış olduğu uygulamaları iki kategoride değerlendirmek mümkündür. 1-hadis 2-sünnet , bu kelimelerin ifade ettiği anlam ve değer konusunda müslümanlar arasında bazı görüş farklılıkları mevcut olduğuda bir gerçektir.
Muhammed as ın vefatı sonrası gelişen düşünce dünyası içinde onun söz ve fiilerine yüklenen anlam konusunda özellikle imam şafii ile literatüre giren "gayri metluv vahiy" deyimi ve bu deyim etrafında geliştirilen , Muhammed as ın söz ve fiillerini kutsallaştırma faaliyetinin uzantıları günümüze kadar gelmiş ve hala geniş bir müslüman kitlesi tarafından kabul görmektedir.
Muhammed as ın söz ve fiillerini kutsallaştırmak şeklinde ortaya çıkan görüşün, bu görüşünü kur'ana dayamak için bazı kur'an ayetlerini uygun bir şekilde te'vil etmeye çalıştığı bilinen bir gerçektir. Necm s 3.4 ayetlerinin " Ve o hevadan söylemiyor,Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir." mealindeki ayeti baz alarak kur'an harici sözlerininde vahiy mahsulu olduğu ve hadis adı altında bugün mevcut bulunan sözlerinde bu şekilde değerlendirilmesi gerektiği ve bunun tersi bir düşüncenin kişiyi küfre sokacağı şeklinde önlemler alınarak karşı çıkılması önlenmeye çalışılmıştır.
[004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.
[033.034] Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
Yukarda mealini verdiğimiz nisa s. 113 ve ahzab s. 34. ayetlerinde geçen "hikmet" kelimesinin kitap ile birlikte zikredilmesinden yola çıkılarak, hikmet'in Muhammed as a kitab'tan ayrı olarak inen bir vahiy olduğu iddiası dile getirilerek hadis ve sünnet'in kaynağının vahiy olduğunu dolayısı ile kur'an ile eşit bir değer taşıdığı iddiasıda dile getirilmektedir. Eğer kitab ile birlikte indirildiği söylenen hikmet kelimesinden ayrı olarak yine kur'anda kitab ile birlikte indirildiği söylenen "furkan", "mizan" gibi kelimelerle ifade edilen şeylerin kur'an harici olarak indirilen şeyler olduğunu iddia edecek olursak acaba bunlara ne ad verebiliriz?.
Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza da edeceğiz
Hicr s. 9. ayetinde geçen korunacağı ifade edilen "ezzikr" kelimesinin kur'andan ayrı bir şey olduğu ve bu kelimenin Muhammed as a atfedilen hadis ve sünneti kapsadığını , dolayısı ile hicr s 9. ayetinde korunan şeyin bunlar olduğu ifade edilmektedir. Kur'anda geçen "zikr" kelimesinin diğer ayetlerde kullanılan anlamlarınıda örnek olarak vermek yerinde olacaktır.
[016.044] Beyyinelerle ve kitablarla; sana da bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni nâsa anlatasın ve gerek ki tefekkür edeler
[068.051] O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir delidir» derler.
[025.029] Çünkü zikir (Kur'ân) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.
[038.001] Sad. Zikr dolu Kur'an'a yemin olsun.
[015.006] Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler: mutlaka sen mecnunsun!
[038.008] O zikr aramızdan ona mı indirilmiş? doğrusu onlar benim zikrimden bir kuşkulu şekk içindeler, doğrusu henüz azâbımı tatmadılar
[054.025] O zikir aramızdan ona mı bırakıyorlar? Belki o bir şimarık yalancıdır
[016.043] Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamlar gönderdik. Öyleyse bilmiyorsanız zikir ehline sorun.
[021.007] Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[021.105] Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık.
Yukarda verilen örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere "ezzikr" kelimesinin anlam karşılığı olarak Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahyin genel bir ismi olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdi kalkıp bu kelimeye sırf hadis ve sünneti kutsamak amacı ile kur'andan ayrı bir anlam verilecek olursa yapılabilecek en büyük yanlışı yapmış oluruz. Aynı hata "hikmet" kelimesi ile ilgili olarak'ta yapılmaktadır.
Hikmet kelimesi sözlükte, ıslah etmek , düzeltmek maksadıyla menetmek engellemek anlamına gelen hakeme fiilinden türeyen bir kelimedir. Hikmet ise , ilim ve amel ile hakka isabet etme ulaşma , bu itibarla hikmet Allah cc den olduğunda eşyanın bilgisine sahip olmak ve onları en muhkem biçimde varetmek yaratmak anlamına gelir. İnsan'dan olduğunda ise varlıklarla ilgili bilgilere sahip olmak hayırlı fiilerde bulunmak anlamına gelmektedir.
Kur'an ayetlerinde karşımıza çıkan ve diğer elçi adlarıda zikredilerek " ona kitabı ve hikmeti verdik" şeklinde ayetlerden ne anlamalıyız sorusuna verilen cevaplar Muhammed as ın elçiliği ve misyonu konusunda farklı düşünceler için olanlar için delil kaynağı teşkil etmektedir. Tabiki bu delilllere hadis adı altında bazı desteklemelerde yapılarak iddianın kuvvetlenmesi sağlanmıştır, destek arama faaliyetinin en önce olan rivayetlerinden birisi literatürde "erike hadisi" olarak bilinen "Şunu iyi bilin ki bana kitap/Kur’an ve Kur’an-la birlikte Kur’an-ın bir mislide verilmiştir. İyi biliniz ki fazla zaman geçmeden karnı tok şişkince bir adam koltuğuna yaslanarak: Siz Kur’an-a bağlanmaya bakın.( O’ndan başkasına inanmayın) O’nda helal diye gördüğünüz şey helal, haram diye gördüğünüz şeyde haramdır.”diyecektir."" şeklindeki hadistir.
Rivayetin ilk bakışta bile birşeyleri kurtarmaya yönelik bir olduğu bellidir , düşünün'ki Allah resulu, kur'ana bağlanın diyenlere karşı gelebilecek tehlikeye (gaybı bilmem diyen ayetlere rağmen) işaret ediyor ve bunlara karşı hadisi ve sünneti öne çıkarın diyor .
Bu rivayetin uydurulma sebebleri, hadis ve sünnet adı altında gelen müktesabatın kutsallaştırılma ameliyesi dahilinde olup , hikmet kelimesinin kur'andan ayrı olarak zikredilmesinden hareketle hadis ve sünnet'in , hikmet kelimesinin karşılığı olarak inenler olduğu düşüncesi yerleştirilmeye çalışılmıştır.
Allah cc nin elçisi Muhammed as a elimizdeki kur'an haricinde herhangi bir vahyin indirilmiş olduğunu iddia etmek büyük bir cesaret olup , ayetlerin salim bir düşünce ile okunması sonucunda çıkarılmış bir düşünce değildir. Üstüne üstlük hicr s. 9. ayetine dayanarak bunların korunmuş olduğu bile getirilerek ilahi bir zırh giydirilmeye çalışılmaktadır.
Hal böyle iken hadis ve sünnet adı altında gelen müktesabatın müslümanlar tarafından nereye konulacağı konusu mühim bir yer işgal etmektedir. Günümüzde kur'ana dönüş adı altındaki düşünce hareketinin ilmi bir tabanı olmadığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Kur'ana dönüş hareketi geleneğin yanlış din algısını red ederek saf bir din algısı şeklinde bir hareket olmasına rağmen kur'an dışı bilgilerin nereye konulacağı konusunda birliktelik sağlanamadığıda bir gerçektir.
Kur'an harici gelen bilgilerin gelenekteki yanlış ve aşırı tutucu yorumu kur'ana dönüş hareketi mensuplarının bir kısmını hadis ve sünnete karşı aşırı bir tutuma sevkederek geleneğin ifrat çizgisine kaşı tefrit çizgisi oluşturmalarına sebebiyet vermiştir.
"Sadece kur'an" söylemi veya kur'anın yeterliliği konusu hala ciddi bir bilgi eksikliği olarak karşımızda durmaktadır. Bu söylem kur'anın oluşturduğu akide çerçevesinde değerlendirlmeye tabi tutulacak olursa tabiki sadece kur'an ve tabiki kur'an yeterlidir buna hiç kimsenin itirazı olamaz aksi takdirde kur'an+ ........ şeklinde ikilemelerin arkası kesilmez.
Özellikle sünnet adı altında gelen bilgilerin yaşam içinde uygulamalı olarak gelmesi bizleri elçi Muhammed as ın örnekliğini öğrenme konusunda yardımcı olacaktır. Sünnet adı altında gelen bilgilerin elçinin o günkü yaşamı içinde yaptığı bazı insani uygulamalar çerçevesinde bırakılıp (sarık,ayakta su içmemek bevl etmemek, misvak elle yemek) bütün elçilerin tek sünneti diyebileceğimiz ŞİRKLE MÜCADELE boyutu atlanmıştır. Sünnet kelimesinin Muhammed as ın bireysel eylemleri şeklinde algılanması kur'an müslümanları tarafından haliyle farkına varılmış ve bu kelimenin bu şekilde anlaşılması bir kısım tarafından sünnet ve hadis çöplük pislik tu kaka gibi hoş olmayan tabirlerle saf dışı edilmeye çalışılmıştır.
Kur'ana baktığımız zaman adı geçen elçilerin kıssalarının anlatıldığı ayetler ,onların küfre,
şirke ve zulme nasıl başkaldırdıklarınıncanlı birer örnekleri olarak karşımızda durmaktadır. Esas sorun bu sünnetin kur'anda anlatılan ayetlerden çıkarılmaya çalışılmamasındadır.
Allah cc Muhammed as a kadar göndermiş olduğu elçileri örneklik olsun diye göndermiş olduğunun bizlere bildirmiştir.
[033.021] Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.
[060.004] İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.
Elçilerin örnekliğini geleneksel algı doğrultusunda sakal bırakıp sarık sarmak gibi şeylere indirgeyip bu örneklikleri göz ardı eden düşünce ile herşeyi çöpe atın diyen modern düşünce arasında bu örneklikliği anlamama açısından bir fark yoktur.
Bir başka tehlike ise geçmiş ile bağı koparıp yaşanmış örneklikleri dışlamak sureti ile yaşanmış örneği olmayan bir din algısı oluşturulmaya çalışılmasıdır. Bu algının oluşmasında maalesef bazı kur'an ehli müslümanlarda bilmeden rol oynamaktadırlar. Bizlerin üzerinde çalışmamız gereken konu elçilerin örnekliklerini şahsi eylemleri üzerinden değil elçiliğini yaptıklarını vahyin hayata yansıtılması yönünde yaptıkları çalışmalar olmalıdır.
Bu şekil çalışma özellikle Muhammed as a mekke'de inen ayetlerin nasıl bir tebliğ metodu takip edileceğinin örneği, medine'de inen ayetlerde ise müşriklere ve ehli kitaba karşı nasıl bir tavır sergileneceğinin örnekliği şeklinde yapılmalıdır.
Sonuç olarak; Muhammed as a inenvahyin adı sadece "kur'an" adı altında elimizde mevcut olup , ayetlerde hikmet-zikir-furkan-mizan gibi farklı isimlerle kur'an ile birlikte zikredilen isimler kur'andan ayrı inen bir vahiy değildir. Hadis ve sünnet adı altında gelen müktesabatı iki farklı uçta yorumlayıp kur'ana eşdeğer veya çöpe atılması gereken şeyler olduğu düşüncesi yanlıştır. Sünnet dediğimiz malzeme elçilerin tevhid mücadeleleri içinde başlarına gelen olaylarda takındıkları tavrın genel bir ismi olup bu örnekliklerin açığa çıkarılması için kur'anın yaşantıya dair emirleri olduğunun şuuruna vakıf olarak okunması gerekmektedir, aksi bir okuma bir tarafın hadis ve sünnetin vahiy olduğuna dair ayet aramaya sevkederken öteki tarafıda hadis ve sünnetin çöpe atılması gereken malzemeler olduğuna dair ayetler aramaya sevkeder. Bu tür okumaların mesajı anlamaya yönelik değil kafada oluşan önkabulleri kur'andan delillendirme çalışmasından başka bir şey olmadığıda bilinmelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
1 Şubat 2014 Cumartesi
Musa a.s'a Verilen 9 Ayet Çerçevesinde Allah c.c nin Kulunun İmtihan Sonucunu Önceden Bilmesi
Kur'an kıssalarının, anlatım amacı açısından mesaj niteliği taşıdığı hepimizin malumudur. Bu yazımızda Musa as a verilen 9 ayetin firavun ve askerlerinin imtihanı ile ilgili bağını kurup, bu aralar gündemimizde bulunan bir iddia olan "Allah cc kulunun imtihanı ile ilgili olarak ne yapacağını bilmez" şeklindeki iddianın doğru olmadığını, daha önceki yazılarımızda başka kıssalardaki ayetler çerçevesinde ele almamıza rağmen Musa as kıssasının bu bölümündede konuya ışık tutmaya yarabilecek mesajlar olduğunu gördüğümüzden sizlerle paylaşmak istedik.
Musa as mısır'dan kaçtığı zaman medyen'e gelip orada 8 veya 10 yıl hizmet etmesi karşılığında bir kadınla evlenir. Süreyi doldurup medyen'den ayrıldığında kutsal vadi tuva'da vahye muhatap olur ve firavun'a gitmesi emredilir.
[007.103] Sonra onların arkasından Musa'yı ayetlerimizle, Firavun ve mele'sine gönderdik. Tuttular o ayetlere karşı çıkarak zulmettiler. Artık bir bak o bozguncuların sonu ne oldu?
[010.075] Bu peygamberlerin ardından Musa ile Harun'u ayetlerimiz ile Firavun'a ve mele'sine gönderdik, ama burun kıvırdılar ve ağır suçlu bir toplum oldular.
[011.096-7] Andolsun ki Musa'yı da ayetlerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve mele'sine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi.
[023.045-6] Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve mele'sine ayetlerimiz ve apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular.
[051.038] Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.
[079.016-17-18] Kutsal vâdi Tuvâ'da Rabbi ona şöyle seslenmişti:Firavun'a git! Çünkü o çok azdı.Ona de ki: «Arınmağa niyetin var mı?
Yukardaki ayetlerde Musa as ın firavun'a "ayetler" ile gittiği anlatılmaktadır,peki bu ayetler nasıl bir ayetti ve kaç tane idi? sorusunun cevabı aşağıdaki ayetlerdedir.
[017.101-102] Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!» (Musa Firavun'a:) «Pek âlâ biliyorsun ki, dedi, bunları, birer basiret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin hakikaten mahvolduğunu sanıyorum!»
[027.012] Ve elini koynuna sok. Firavun ve kavmine gönderilen dokuz ayetten biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Şüphesiz ki onlar; fasık bir kavim idiler.
[007.133] Biz de kudretimizin ayrı ayrı âyetleri olmak üzere başlarına tufan gönderdik, çekirge gönderdik, haşerat gönderdik, kurbağalar gönderdik, kan gönderdik yine inad ettiler ve çok mücrim bir kavm oldular
[043.046-50] Andolsun, biz Musa'yı Firavun'a ve mele'sine ayetlerimizle gönderdik. O da, dedi ki: «Gerçekten ben, âlemlerin Rabbinin elçisiyim.»Onlara âyetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.Ve onlara âyetten bir şey gösterir olmadık ki, illâ o, diğerlerinden daha büyük idi. Ve onları azab ile yakaladık, belki onlar geri dönerler (diye).Azabı tadınca Mûsâ’ya: «Haydi büyücü! Sana verdiği sözünün gereği olarak bizim için Rabbine dua et, bizi bağışlasın, zira artık yola geleceğiz» dediler.Fakat Biz, onlardan azabı giderince, hemen sözlerinden caydılar.
Firavun'a gönderilen 9 ayeti şöyle sıralayabiliriz:
1-asanın yılan olması
2- elin beyazlaması
[007.106-108] Dedi ki: Şayet sen, bir ayet getirdinse; göster onu, eğer sadıklardan isen.Musa, asasını yere atar atmaz apaçık bir yılan (sü'ban) oluverdi; elini çıkardı, bakanlar bembeyaz olduğunu gördüler.(Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi) .
[026.030-33] (Musa Firavun'a): «Sana apaçık bir şey (delil) getirdimse de mi?» dedi. Firavun: «Doğru sözlülerden isen haydi getir» dedi.Bunun üzerine Musa değneğini attı, o'da bir yılan (sü'ban)oluverdi. Elini çıkardı, bakanlara bembeyaz göründü.
3-asanın sihirbazların yaptığı sihirleri yutması
[007.115-118] Dediler ki: Ey Musa, sen mi atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım?«Siz atın» dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler. Biz de Musa'ya, «Asanı at!» diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor.
Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti.
[010.080-81] Sihirbazlar gelince Musa onlara: «Atacağınızı atın» dedi.Onlar (iplerini) atınca, Musa dedi ki: «Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.»
[020.065-69] Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım. Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.Musa, birden içinde bir korku duydu.«Korkma, sen muhakkak daha üstünsün» dedik.«Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun, yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz.»
[026.043-45] Musa onlara: «Ne atacaksanız atın» dedi.İplerini ve değneklerini yere attılar ve: «Firavun’un izzetine yemin ederiz ki galip gelen biz olacağız» dediler.Bunun üzerine Musa değneğini attı; onların uydurduklarını yutmağa başlayıverdi.
4-tufan
5-çekirge
6-haşerat
7-kurbağa
8-kan
[007.133] Biz de kudretimizin ayrı ayrı âyetleri olmak üzere başlarına tufan gönderdik, çekirge gönderdik, haşerat gönderdik, kurbağalar gönderdik, kan gönderdik yine inad ettiler ve çok mücrim bir kavm oldular
043.048] Onlara biri diğerinden daha büyük olmayan hiç bir ayet göstermedik. Doğru yola dönmeleri için onları azaba uğrattık.
9-denizin yarılması
[002.050] Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.
[020.077] And olsun ki Musa'ya: «Kullarımı geceleyin yürüt, denizde onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme» diye vahyettik.Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.
[026.063] Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.
[044.023-24] (Rabbi): «Hemen kullarımı geceleyin yürüt, çünkü siz takip edileceksiniz.Denizi açık bırak, Çünkü onlar ordu halinde gelip boğulacaklar.» buyurdu.
1. ayet olan asanın firavun karşısında yılan olması ile, 9. ayet olan denizin yarılması arasında ne kadar yıl geçtiğimizi bilmemekle birlikte uzun yıllar geçtiği araf s. 130. da "And olsun ki, Biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık."" mealindeki ayetten anlamaktayız. Şimdi gelelim anlatılan bu olaylardan bize yönelik mesajlardan birini çıkarmaya;
Uzun yıllar içine dağılmış olan bu ayetlerin tamamının, 9 ayet olduğu en baştan Musa as tuva'da iken ona rabbi tarafından bildirilmişti , bu şekil bildirilmeden şöyle bir sonuç çıkabilir. Allah cc, azdığı için gönderdiği firavun ve mele'sinin 1. ayetten 9. ayete gelen kadar geçen süreç içinde iman etmeyeceklerini önceden biliyordu. Firavun ve mele'sinin hayat içinde imtihan olduğu gerçeğini hatırlayacak olursak denizin yarılıp firavun ve ordusunun boğulmasına kadar geçecek sürede onların iman etmeyeceklerinin yani " ALLAH CC NİN KULLARININ İMTİHANI İLE İLGİLİ NE YAPACAKLARININ BİLDİĞİNİN GÜZEL BİR ÖRNEĞİDİR".
Musa as kıssasında anlatılan ayetlerden bu şekil bilmenin örnek ayetlerini bulmak mümkündür.
[028.4-5-6]Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.Ve onları memleketlerine yerleştirelim, Firavun' a Haman'a ve ikisinin askerlerine çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
Kasas s.4.ve 6. ayetlerine baktığımız zaman, firavun'un soykırım yapmaya başlaması Musa as ın doğumundan önce başlamış olup bu soykırım sebebinin ellerindeki gücün kaybolma korkuları olduğu ancak bu korkularının onlara, Allah cc tarafından gösterilmek ve zayıf bırakılan İsrailoğullarının varis kılınmasının istendiğini görmekteyiz. Musa as kıssasını okuduğumuz bu sürecin gerçekleştiğini görmemiz yine Allah cc nin firavun ve mele'sinin imtihanları ile ilgili ne yapacaklarının önceden bildiğinin yaşanmış bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
[007.137] Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.
Kasas s. ilk ayetlerinde anlatılanlar ile araf s. 137. ayetler arasında geçen zaman kullarının imtihanı olup , bu sonucu önceden bildiğini gösteren örnek ayetlerdir.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir, "madem Allah firavun'un iman etmeyeceğini biliyor o zaman neden bu ayetleri gönderiyor?". Burada bir birbirinden ayrılması gereken nokta Allah cc nin bilmesi ile insanlara vermiş olduğu serbest iradenin kullanımı noktasında onlara herhangi bir baskı yapmamasıdır. Firavun'a verilen seçme hürriyeti çerçevesinde onun iman etmeyeceğini Allah cc daha önceden biliyordu. Musa as a "ona güzel söz söyle belki öğüt alırlar" demesi olayın sonucunun insanlar tarafından bilinmemesi nedeniyle bizim o insanlara gerekli olan tebliğ vazifemiz noktasında düşünülmelidir. Hiç birimiz karşımızdaki bir inkarcının kesinlikle iman etmeyeceğini bilemeyeceğimiz için onlara tebliğ metodları dahilinde yapılması gerekenleri Allah cc Musa as a da bildirmiştir.
Sonuç olarak:"Allah cc kulunun imtihanı ile ilgili önceden ne yapacağını bilmez" şeklinde bir iddia delilini kur'andan alan bir düşünce değildir. Böyle bir düşünce, önce oluşturulup sonra "bu düşünceye kur'andan nasıl bir delil bulabiliriz" şeklinde sorular aranmış kur'anda geçen " li'yaleme" (bilmek için) kelimesi baz alınarak "bak bilmek için deniliyor Allah bilse böyle dermi?" gibi deliller sunulmaya çalışılmıştır. Bundan önceki yazılarımızda, İbrahim as kıssası ,Lut as kıssası , rum ordularının galibiyet haberi gibi yaşanmış olayların anlatıldığı ayetlerin sadece o günkü olmuş olan olaylar çerçevesinde kalmayıp bize dönük mesajlarını anlamak şeklinde yapılan bir okumadan bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koymaya çalışmıştık.
Eğer yapacağımız okumalar mesajı anlamaya yönelik olmayıp önkabullerimizi kur'ana onaylatmak tarzında olursa bu tür yanlışlarımız kur'an tarafından , hiç alakası olmadığını zannettiğimiz ayetlerle suratımıza çarpılacaktır. Bu yazıları yazan , adı geçen kıssaları daha önce defalarca okumasına rağmen , Allah cc nin bilgisine sınır koyan düşüncelerin gündeme gelmesi ile birlikte bu kıssalarda anlatılan olayların, haşa "Allah bilmez" düşüncesinin yanlışlığına delil olabilecek ayetler olduğunun farkında bile değildi. Rabbimiz bizleri kitabını önkabuller ile değil mesajını anlamaya ve yaşamaya yönelik okumalar yapanlardan kılsın.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Musa as mısır'dan kaçtığı zaman medyen'e gelip orada 8 veya 10 yıl hizmet etmesi karşılığında bir kadınla evlenir. Süreyi doldurup medyen'den ayrıldığında kutsal vadi tuva'da vahye muhatap olur ve firavun'a gitmesi emredilir.
[007.103] Sonra onların arkasından Musa'yı ayetlerimizle, Firavun ve mele'sine gönderdik. Tuttular o ayetlere karşı çıkarak zulmettiler. Artık bir bak o bozguncuların sonu ne oldu?
[010.075] Bu peygamberlerin ardından Musa ile Harun'u ayetlerimiz ile Firavun'a ve mele'sine gönderdik, ama burun kıvırdılar ve ağır suçlu bir toplum oldular.
[011.096-7] Andolsun ki Musa'yı da ayetlerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve mele'sine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi.
[023.045-6] Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve mele'sine ayetlerimiz ve apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular.
[051.038] Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.
[079.016-17-18] Kutsal vâdi Tuvâ'da Rabbi ona şöyle seslenmişti:Firavun'a git! Çünkü o çok azdı.Ona de ki: «Arınmağa niyetin var mı?
Yukardaki ayetlerde Musa as ın firavun'a "ayetler" ile gittiği anlatılmaktadır,peki bu ayetler nasıl bir ayetti ve kaç tane idi? sorusunun cevabı aşağıdaki ayetlerdedir.
[017.101-102] Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!» (Musa Firavun'a:) «Pek âlâ biliyorsun ki, dedi, bunları, birer basiret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin hakikaten mahvolduğunu sanıyorum!»
[027.012] Ve elini koynuna sok. Firavun ve kavmine gönderilen dokuz ayetten biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Şüphesiz ki onlar; fasık bir kavim idiler.
[007.133] Biz de kudretimizin ayrı ayrı âyetleri olmak üzere başlarına tufan gönderdik, çekirge gönderdik, haşerat gönderdik, kurbağalar gönderdik, kan gönderdik yine inad ettiler ve çok mücrim bir kavm oldular
[043.046-50] Andolsun, biz Musa'yı Firavun'a ve mele'sine ayetlerimizle gönderdik. O da, dedi ki: «Gerçekten ben, âlemlerin Rabbinin elçisiyim.»Onlara âyetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.Ve onlara âyetten bir şey gösterir olmadık ki, illâ o, diğerlerinden daha büyük idi. Ve onları azab ile yakaladık, belki onlar geri dönerler (diye).Azabı tadınca Mûsâ’ya: «Haydi büyücü! Sana verdiği sözünün gereği olarak bizim için Rabbine dua et, bizi bağışlasın, zira artık yola geleceğiz» dediler.Fakat Biz, onlardan azabı giderince, hemen sözlerinden caydılar.
Firavun'a gönderilen 9 ayeti şöyle sıralayabiliriz:
1-asanın yılan olması
2- elin beyazlaması
[007.106-108] Dedi ki: Şayet sen, bir ayet getirdinse; göster onu, eğer sadıklardan isen.Musa, asasını yere atar atmaz apaçık bir yılan (sü'ban) oluverdi; elini çıkardı, bakanlar bembeyaz olduğunu gördüler.(Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi) .
[026.030-33] (Musa Firavun'a): «Sana apaçık bir şey (delil) getirdimse de mi?» dedi. Firavun: «Doğru sözlülerden isen haydi getir» dedi.Bunun üzerine Musa değneğini attı, o'da bir yılan (sü'ban)oluverdi. Elini çıkardı, bakanlara bembeyaz göründü.
3-asanın sihirbazların yaptığı sihirleri yutması
[007.115-118] Dediler ki: Ey Musa, sen mi atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım?«Siz atın» dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler. Biz de Musa'ya, «Asanı at!» diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor.
Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti.
[010.080-81] Sihirbazlar gelince Musa onlara: «Atacağınızı atın» dedi.Onlar (iplerini) atınca, Musa dedi ki: «Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.»
[020.065-69] Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım. Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.Musa, birden içinde bir korku duydu.«Korkma, sen muhakkak daha üstünsün» dedik.«Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun, yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz.»
[026.043-45] Musa onlara: «Ne atacaksanız atın» dedi.İplerini ve değneklerini yere attılar ve: «Firavun’un izzetine yemin ederiz ki galip gelen biz olacağız» dediler.Bunun üzerine Musa değneğini attı; onların uydurduklarını yutmağa başlayıverdi.
4-tufan
5-çekirge
6-haşerat
7-kurbağa
8-kan
[007.133] Biz de kudretimizin ayrı ayrı âyetleri olmak üzere başlarına tufan gönderdik, çekirge gönderdik, haşerat gönderdik, kurbağalar gönderdik, kan gönderdik yine inad ettiler ve çok mücrim bir kavm oldular
043.048] Onlara biri diğerinden daha büyük olmayan hiç bir ayet göstermedik. Doğru yola dönmeleri için onları azaba uğrattık.
9-denizin yarılması
[002.050] Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.
[020.077] And olsun ki Musa'ya: «Kullarımı geceleyin yürüt, denizde onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme» diye vahyettik.Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.
[026.063] Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.
[044.023-24] (Rabbi): «Hemen kullarımı geceleyin yürüt, çünkü siz takip edileceksiniz.Denizi açık bırak, Çünkü onlar ordu halinde gelip boğulacaklar.» buyurdu.
1. ayet olan asanın firavun karşısında yılan olması ile, 9. ayet olan denizin yarılması arasında ne kadar yıl geçtiğimizi bilmemekle birlikte uzun yıllar geçtiği araf s. 130. da "And olsun ki, Biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık."" mealindeki ayetten anlamaktayız. Şimdi gelelim anlatılan bu olaylardan bize yönelik mesajlardan birini çıkarmaya;
Uzun yıllar içine dağılmış olan bu ayetlerin tamamının, 9 ayet olduğu en baştan Musa as tuva'da iken ona rabbi tarafından bildirilmişti , bu şekil bildirilmeden şöyle bir sonuç çıkabilir. Allah cc, azdığı için gönderdiği firavun ve mele'sinin 1. ayetten 9. ayete gelen kadar geçen süreç içinde iman etmeyeceklerini önceden biliyordu. Firavun ve mele'sinin hayat içinde imtihan olduğu gerçeğini hatırlayacak olursak denizin yarılıp firavun ve ordusunun boğulmasına kadar geçecek sürede onların iman etmeyeceklerinin yani " ALLAH CC NİN KULLARININ İMTİHANI İLE İLGİLİ NE YAPACAKLARININ BİLDİĞİNİN GÜZEL BİR ÖRNEĞİDİR".
Musa as kıssasında anlatılan ayetlerden bu şekil bilmenin örnek ayetlerini bulmak mümkündür.
[028.4-5-6]Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.Ve onları memleketlerine yerleştirelim, Firavun' a Haman'a ve ikisinin askerlerine çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
Kasas s.4.ve 6. ayetlerine baktığımız zaman, firavun'un soykırım yapmaya başlaması Musa as ın doğumundan önce başlamış olup bu soykırım sebebinin ellerindeki gücün kaybolma korkuları olduğu ancak bu korkularının onlara, Allah cc tarafından gösterilmek ve zayıf bırakılan İsrailoğullarının varis kılınmasının istendiğini görmekteyiz. Musa as kıssasını okuduğumuz bu sürecin gerçekleştiğini görmemiz yine Allah cc nin firavun ve mele'sinin imtihanları ile ilgili ne yapacaklarının önceden bildiğinin yaşanmış bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
[007.137] Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.
Kasas s. ilk ayetlerinde anlatılanlar ile araf s. 137. ayetler arasında geçen zaman kullarının imtihanı olup , bu sonucu önceden bildiğini gösteren örnek ayetlerdir.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir, "madem Allah firavun'un iman etmeyeceğini biliyor o zaman neden bu ayetleri gönderiyor?". Burada bir birbirinden ayrılması gereken nokta Allah cc nin bilmesi ile insanlara vermiş olduğu serbest iradenin kullanımı noktasında onlara herhangi bir baskı yapmamasıdır. Firavun'a verilen seçme hürriyeti çerçevesinde onun iman etmeyeceğini Allah cc daha önceden biliyordu. Musa as a "ona güzel söz söyle belki öğüt alırlar" demesi olayın sonucunun insanlar tarafından bilinmemesi nedeniyle bizim o insanlara gerekli olan tebliğ vazifemiz noktasında düşünülmelidir. Hiç birimiz karşımızdaki bir inkarcının kesinlikle iman etmeyeceğini bilemeyeceğimiz için onlara tebliğ metodları dahilinde yapılması gerekenleri Allah cc Musa as a da bildirmiştir.
Sonuç olarak:"Allah cc kulunun imtihanı ile ilgili önceden ne yapacağını bilmez" şeklinde bir iddia delilini kur'andan alan bir düşünce değildir. Böyle bir düşünce, önce oluşturulup sonra "bu düşünceye kur'andan nasıl bir delil bulabiliriz" şeklinde sorular aranmış kur'anda geçen " li'yaleme" (bilmek için) kelimesi baz alınarak "bak bilmek için deniliyor Allah bilse böyle dermi?" gibi deliller sunulmaya çalışılmıştır. Bundan önceki yazılarımızda, İbrahim as kıssası ,Lut as kıssası , rum ordularının galibiyet haberi gibi yaşanmış olayların anlatıldığı ayetlerin sadece o günkü olmuş olan olaylar çerçevesinde kalmayıp bize dönük mesajlarını anlamak şeklinde yapılan bir okumadan bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koymaya çalışmıştık.
Eğer yapacağımız okumalar mesajı anlamaya yönelik olmayıp önkabullerimizi kur'ana onaylatmak tarzında olursa bu tür yanlışlarımız kur'an tarafından , hiç alakası olmadığını zannettiğimiz ayetlerle suratımıza çarpılacaktır. Bu yazıları yazan , adı geçen kıssaları daha önce defalarca okumasına rağmen , Allah cc nin bilgisine sınır koyan düşüncelerin gündeme gelmesi ile birlikte bu kıssalarda anlatılan olayların, haşa "Allah bilmez" düşüncesinin yanlışlığına delil olabilecek ayetler olduğunun farkında bile değildi. Rabbimiz bizleri kitabını önkabuller ile değil mesajını anlamaya ve yaşamaya yönelik okumalar yapanlardan kılsın.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
30 Ocak 2014 Perşembe
Maide s. 33. Ayetine Esed,İslamoğlu ve Bayraklı'nın Vermiş Olduğu Anlam Üzerine Bir Mülahaza
Bu yazımızın konusu, Maide s. 33. ayetinde geçen "Min hilafin" kelimesine, adı geçen kişilerin vermiş oldukları anlamlar üzerinedir .Bu kelime Firavun'un, sihirbazlarına uyguladığı ceza da , Araf s. 124 , Taha s. 71. Şuara s.49. ayetlerinde de geçmekte olup, o ayetlerin de meallerini çoğunluk olarak tercih edilen meallerden, ve adı geçen kişilerin yapmış olduğu mealleri alıntalıyarak düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız.
Maide s. 33. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)."
"Allah'a ve Resûlü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azab vardır."
Araf s. 124. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin summe le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne)."
"Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesecek sonra hepinizi asacağım."
Taha s. 71. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr(sihra), fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ."
"Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.”"
Şuara s. 49. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr(sıhra), fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne)."
"(Firavun) Dedi ki: "Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp sallandıracağım."
Ayetlerin, inceleme fırsatı bulduğumuz meallerdeki çevirileri bu şekilde olmasına rağmen , Muhammed Esed ,Bayraktar Bayraklı ve Mustafa İslamoğlunun meallerinde " Min hilafin" kelimesine farklı bir anlam verilerek çevrildiği gördük, adı geçen kişilerin bu ayetlere vermiş oldukları mealler şu şekildedir. Önce Firavun'un sihirbazlarına uyguladığı cezanın anlatıldığı ayetlerin çevirisini vermek istiyoruz.
Araf. s. 124. ayet meali
Muhammed Esed :
bu dönekliğiniz yüzünden, mutlaka, (içinizden) pek çoğunun ellerini ayaklarını budayacağım; ve yine mutlaka (içinizden) pek çoğunu topluca asacağım!"
Bayraktar Bayraklı :
“Dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, sonra da hepinizi asacağım.”
Mustafa islamoğlu
Esed ve İslamoğlu dipnot olarak koymuş oldukları gerekçelerde Tevbe s. 81. ayetinde geçen kelimenin kullanılışını örnek alarak bu şekilde bir çeviriyi tercih ettiklerini belirtmektedirler.
Tevbe s. 81. ayetinin metni ve meali şu şekildedir.
Ferihal muhallefûne bi mak’adihim hılâfe resûlillâhi ve kerihûen yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi ve kâlû lâ tenfirû fîl harr(harri), kul nâru cehennemeeşeddu harrâ(harren), lev kânû yefkahûn(yefkahûne).
Allah'ın resulunun hilafına geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallariyle ve canlariyle cihat hoşlarına gitmedi. «Sıcakta savaşa çıkmayın» dediler. De ki: «Cehennem ateşi daha sıcaktır.» Keşke bilseydiler!
"Dönekliğinizden dolayı" şeklinde bir çeviri yapmalarına gerekçe olarak sunulan Tevbe s. 81. ayetindeki "Hilafe Resulillahi" kelimesinin anlamına dayanarak ,"Min hilafin" kelimesinin "Dönekliğiniz yüzünden" şeklinde çevrilmesi için, kelimenin "Min hilafin" olarak değil "min hilafiküm" şeklinde o kişileri işaret eden bir zamirle gelmesi gerektiğini herhalde sayın hocalarımız bizden daha iyi bilmektedirler, ama maalesef Muhammed Esed'i taklit ederek onun yanlışını tekrarlamak yoluna gitmişlerdir.
Dikkat edilecek olursa bütün ayetlerde "Min hilafin" kelimesi " kesmek,el ve ayak" kelimeleri ile birlikte kullanılmış olup aynı cümle içinde düşünülmesi gerekmektedir. Yazımızın konusu daha çok maide s. 33. ayetine verilen meal olduğu için diğer 2. suredeki ayetlere adı geçen kişilerin vermiş oldukları anlamları da vererek kısa kesmek istiyoruz.
Taha s. 71. ayet meali
Muhammed Esed :
(Firavun:) "Ben size izin vermeden mi o'na inandınız?" dedi, "Mutlaka size sihirbazlığı öğreten ustanız o olmalı! Ama bu ihanetinizden ötürü, hiç şüpheniz olmasın, çoğunuzun ellerini ayaklarını kesivereceğim; ve yine hiç şüpheniz olmasın ki, pek çoğunuzu da hurma kütüğüne asacağım ki, böylece hangimizin azapta daha zorlu ve daha sürekli olduğunu iyice anlayasınız!"
Bayraktar Bayraklı :
Firavun, “Ben size izin vermeden O’na nasıl inanırsınız? Şüphesiz O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Dönekliğinizden dolayı kesinlikle sizin ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu öğreneceksiniz” dedi.
Mustafa İslamoğlu
(Firavun) "Demek siz, benden izin almadan ona inandınız ha?" dedi; "Öyle anlaşılıyor ki size sihri öğreten baş ustanız bu olmalı. Fakat dönekliğinizden dolayı kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim; ve topunuzu götürüp hurma kütüklerine asacağım: böylece hangimizin cezasının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu iyice anlamış olacaksınız!"
Şuara s. 49. ayeti
Muhammed Esed :
(Firavun:) "Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?" diye çıkıştı, "Size büyüyü öğreten ustanız bu olmalı mutlaka! Fakat yakında (benim intikamımı) göreceksiniz: içinizden çoğunun ellerini ayaklarını kestireceğim, hepinizi astıracağım!"
(Dikkat edileceği üzere bu ayetin çevirisinde "Min hilafin" kelimesinin anlamı dahil edilmemiştir ,elimizdeki meal çevirinin çevirisi olduğu için belki de Türkçeye çevirenlerin sehvi olabilir yada Esed çevirmemiş olabilir)
Bayraktar Bayraklı :
Firavun, “Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?” diye çıkıştı. “Doğrusu o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Andolsun, yakında bileceksiniz, bana karşı gelip döneklik yapmanız yüzünden ellerinizi ve ayaklarınızı doğrayacağım, hepinizi asacağım” dedi.
Mustafa İslamoğlu
(Firavun) dedi ki: "Demek siz ben izinvermeden ona inandınız, öyle mi? Anla- şıldı ki o size büyüyü öğreten üstadınızdır,fakat pek yakında gününüzü görecek- siniz: dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka keseceğim ve topunuzu asacağım!"
Görüldüğü gibi bu üç ayet içinde geçen "Min hilafin" kelimesine bir çok mealde verilen anlam dışında farklı bir anlam verilmiştir. Verilen anlamın, çoğunluğa uymadığı için yanlış olduğunu iddia etmemekteyiz ,ancak yazının esas konusunu teşkil eden maide s. 33 ayetinde yapılan yanlışlığın nasıl yanlış çıkarımlara götürebileceğini birlikte göreceğiz.
MAİDE S. 33. AYET ÇEVİRİLERİ (ESED- İSLAMOĞLU-BAYRAKLI)
İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun).
Muhammed Esed :
Allaha ve Elçisine karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi yahut yeryüzünden (tamamiyle) sürülmeleri, yalnızca bir karşılıktan ibarettir: İşte bu, onların bu dünyada uğradıkları zillettir. Öteki dünyada ise (daha) korkunç bir azap bekler onları,
Mustafa İslamoğlu
Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymak için gayret gösterenlerin cezası, ancak ya öldürülmeleri ya asılmalarıveya dönekliklerinden dolayı el ve ayaklarının kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için âhirette de büyük azap vardır.
Maide s. 33 ayetine verilen meallere baktığımız zaman, Esed'in mealinde "Yeryüzünden tamamıyla sürülmeleri" şeklinde yapmış olduğu mealin sanırız sürüldükleri yeryüzünün dışında nereye gönderilebilecekleri düşünülmeden yapılmış bir meal olup "Arz" kelimesinin bütün kullanımların tek anlam değil belli bir toprak parçası şeklinde kullanıldığının unutularak yapılmış bir meal olduğunu, ya da çevirinin çevirisi olduğu için İngilizceden çevirenlerin sehvi olduğunu düşünmekteyiz. İslamoğlu ve Bayraklı meallerinde, "arz" kelimesinin doğru olarak çevrilmiş olduğunu görmekteyiz.
Esed ve İslamoğlu meallerindeki , "yalnızca bir karşılıktan ibarettir" şeklindeki çeviriye esas olan orjinal metin "innema cezau" kelimesidir. Bu şekilde bir çevirinin kur'andaki "innema " edatı ile başlayan diğer ayetlerdeki çevirilerle nasıl bir uyumsuzluk gösterdiğini bir kaç ayet örneği ile göstermek istiyoruz.
Nahl s.40. ayeti
İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Muhammed Esed :
Biz, ne zaman bir şeyin olmasını istesek, ona sadece "Ol!" deriz ve o (şey hemen) oluverir.
Yasin s. 82. ayeti
İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Muhammed Esed :
O, Tek'tir, Biricik'tir, öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "Ol!" der; ve o (şey hemen) oluverir.
Muhammed Esed eğer Maide s. 33 ayetindeki çeviri mantığıyla bu ayeti çevirmiş olsaydı vermesi gereken anlam şu şekilde olmalıydı " ol demesi onun gibi bir durumu/emrinden ibarettir" ama bu ayetleri gramer kaidelerine uygun bir şekilde çevirmiştir.
Nur s. 51. ayeti
İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn.
Muhammed Esed :
Aralarında (ilahi kitap) hüküm versin diye Allah'a ve O'nun Elçisi'ne çağırıldıkları zaman müminlerin söyleyeceği tek söz: "İşittik ve itaat ettik!" sözü olmalıdır; kurtuluşa, esenliğe ulaşan kimseler de işte böyleleridir.
Esed eğer Maide s.33 ayetindeki mantığı ile Nur s.51. ayetini çevirmiş olsaydı , "mü'minlerin işittik ve itaat ettik demeleri onların bir sözünden başka bir şey değildir" şeklinde olması gerekirdi, ancak Esed bu ayeti de gramer kurallarına uygun olarak çevirmesine rağmen, Maide s. 33 ayetindeki "innema cezau" kelimesini kurallara aykırı bir şekilde çevirmiştir.
(Yukarda verdiğimiz 3 örnek ayet için faydalanmış olduğumuz Hüseyin Esen'e teşekkür ederiz)
Maide s. 33. ayetinde geçen "Min hilafin" kelimesininde, diğer ayetlerde olduğu gibi Esed mealinde "döneklikleri yüzünden" şeklinde , İslamoğlu mealinde ise "muhalefetleri yüzünden" şeklinde çevrildiğini görmekteyiz.
"Hilaf" kelimesinin "muhalefet" anlamını geldiğini kabul etmekle birlikte onların verdikleri anlamın uygun olması için " min hilafin" değil "min hilafihim" şeklinde , o kişilere işaret eden bir zamirle gelmesi gerekirdi'ki buda olmadığına göre çevirinin yanlış olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
"Min hilafin" kelimesinin yanlış şekilde çevirisi ile ayetin metninde olmayan bir anlamın yanlış çeviri yolu ile meal üzerinden anlaşılması gibi daha vahim bir hataya gidilmektedir şöyle ki:
Firavun'un , iman eden sihirbazlarına karşı verdiği ceza ile ilgili geçen 3 ayette kullanılan "min hilafin" kelimesine verilen "dönekliğiniz yüzünden" anlamı o sihirbazların firavunun dininden döndüğü için şeklinde bir anlama gelmesi uzakta olsa muhtemeldir çünkü ortada gerçekten bir döneklik vardır , ama yinede bu kelimenin daha doğru anlamı çoğunluk meallerde verilen şekli iledir.
Maide s 33. ayetine gelince, esed , bayraklı ve islamoğlu meallerinde geçen "Allaha ve Elçisine karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi" şeklindeki cümleyi okuyan dikkatli bir meal okuyucusu, şöyle bir düşünceye sahip olabilir; Bilindiği gibi geleneksel İslam hukukunda mürted'in hükmü, Kur'anda böyle bir hüküm bulunmamasına rağmen öldürülmesidir.
Ne Esed ne Bayraklı ne de İslamoğlu böyle bir cezayı kesinlikle savunmadıklarını bilmekteyiz(Esed hayatta olmamakla birlikte onunda bu cezayı savunmayacağı açıktır). Bu kişilerin yine ölüm dışında herhangi bir had cezasının olduğunu iddia edeceklerini sanmıyoruz , ancak yapmış olukları mealde "Döneklikleri yüzünden" şeklinde bir anlam vermeleri sebebi ile dinden dönenlerin ellerinin ve ayaklarının kesilebileceğine dair bir hükmü ayetin metninde olmamasına rağmen yanlış meal vermeleri sebebi ile sanki böyle bir hüküm varmış gibi gösterdiklerinin herhalde farkında değillerdir.
Ayrıca , "Min hilafin" ibaresi şayet verilen cezanın sebebini kast eden bir anlama sahip olsaydı ayet arz üzerinden sürülme cezasını da içine alarak "İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum ev yunfev minel ard(ardı) MİN HİLAFİHİM, zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)." şeklinde olması gerekirdi.
Halbuki ayet arz üzerinden sürülmeyi içine almayan bir şekilde "İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum MİN HİLAFİN ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)." gelmiştir.
Ayetin bu şekil gelmesi , adını verdiğimiz meal yapıcılarının bu ayet içindeki "Min hilafin" kelimesine "Döneklikleri yüzünden" şeklinde verdikleri anlamın pek te doğru olmadığını göstermektedir.
Ayet sadece 33. ayet ile sona ermemekte , devamı olan 34. ayet konu ile alakalı olup , bu cezanın uygulaması ile ilgili bir istisnadan bahsetmektedir.
[005.034] Ancak, onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır. Biliniz ki Allah, bağışlar ve merhamet eder.
Şayet bu ceza uygulanması tavsiye edilmeseydi, böyle bir istisna getirilmesine gerek olmazdı.
Sonuç olarak; Maide s. 33. ayetini Muhammed Esed'in yapmış olduğu şekli ile tastikleyerek onun gibi meal veren Bayraklı ve İslamoğlu hocalar farkında olmadan, kendilerinin bile kabul etmedikleri mürted hakkında uygulanabilecek bir had cezasına ayetin metninde olmamasına rağmen, gramer kaidelerin ve kur'an bütünlüğünü gözetmeden sadece taklit yolu ile aldıkları meali aktararak yol açmışlardır. Ayetin doğru olduğunu düşündüğümüz mealini aktararak yazımıza son veriyoruz.
"Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır."
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Maide s. 33. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)."
"Allah'a ve Resûlü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azab vardır."
Araf s. 124. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin summe le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne)."
"Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesecek sonra hepinizi asacağım."
Taha s. 71. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr(sihra), fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ."
"Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.”"
Şuara s. 49. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr(sıhra), fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne)."
"(Firavun) Dedi ki: "Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp sallandıracağım."
Ayetlerin, inceleme fırsatı bulduğumuz meallerdeki çevirileri bu şekilde olmasına rağmen , Muhammed Esed ,Bayraktar Bayraklı ve Mustafa İslamoğlunun meallerinde " Min hilafin" kelimesine farklı bir anlam verilerek çevrildiği gördük, adı geçen kişilerin bu ayetlere vermiş oldukları mealler şu şekildedir. Önce Firavun'un sihirbazlarına uyguladığı cezanın anlatıldığı ayetlerin çevirisini vermek istiyoruz.
Araf. s. 124. ayet meali
Muhammed Esed :
bu dönekliğiniz yüzünden, mutlaka, (içinizden) pek çoğunun ellerini ayaklarını budayacağım; ve yine mutlaka (içinizden) pek çoğunu topluca asacağım!"
Bayraktar Bayraklı :
“Dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, sonra da hepinizi asacağım.”
Mustafa islamoğlu
Kesinlikle dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, sonra topunuzu asacağım!
Esed ve İslamoğlu dipnot olarak koymuş oldukları gerekçelerde Tevbe s. 81. ayetinde geçen kelimenin kullanılışını örnek alarak bu şekilde bir çeviriyi tercih ettiklerini belirtmektedirler.
Tevbe s. 81. ayetinin metni ve meali şu şekildedir.
Ferihal muhallefûne bi mak’adihim hılâfe resûlillâhi ve kerihûen yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi ve kâlû lâ tenfirû fîl harr(harri), kul nâru cehennemeeşeddu harrâ(harren), lev kânû yefkahûn(yefkahûne).
Allah'ın resulunun hilafına geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallariyle ve canlariyle cihat hoşlarına gitmedi. «Sıcakta savaşa çıkmayın» dediler. De ki: «Cehennem ateşi daha sıcaktır.» Keşke bilseydiler!
"Dönekliğinizden dolayı" şeklinde bir çeviri yapmalarına gerekçe olarak sunulan Tevbe s. 81. ayetindeki "Hilafe Resulillahi" kelimesinin anlamına dayanarak ,"Min hilafin" kelimesinin "Dönekliğiniz yüzünden" şeklinde çevrilmesi için, kelimenin "Min hilafin" olarak değil "min hilafiküm" şeklinde o kişileri işaret eden bir zamirle gelmesi gerektiğini herhalde sayın hocalarımız bizden daha iyi bilmektedirler, ama maalesef Muhammed Esed'i taklit ederek onun yanlışını tekrarlamak yoluna gitmişlerdir.
Dikkat edilecek olursa bütün ayetlerde "Min hilafin" kelimesi " kesmek,el ve ayak" kelimeleri ile birlikte kullanılmış olup aynı cümle içinde düşünülmesi gerekmektedir. Yazımızın konusu daha çok maide s. 33. ayetine verilen meal olduğu için diğer 2. suredeki ayetlere adı geçen kişilerin vermiş oldukları anlamları da vererek kısa kesmek istiyoruz.
Taha s. 71. ayet meali
Muhammed Esed :
(Firavun:) "Ben size izin vermeden mi o'na inandınız?" dedi, "Mutlaka size sihirbazlığı öğreten ustanız o olmalı! Ama bu ihanetinizden ötürü, hiç şüpheniz olmasın, çoğunuzun ellerini ayaklarını kesivereceğim; ve yine hiç şüpheniz olmasın ki, pek çoğunuzu da hurma kütüğüne asacağım ki, böylece hangimizin azapta daha zorlu ve daha sürekli olduğunu iyice anlayasınız!"
Bayraktar Bayraklı :
Firavun, “Ben size izin vermeden O’na nasıl inanırsınız? Şüphesiz O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Dönekliğinizden dolayı kesinlikle sizin ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu öğreneceksiniz” dedi.
Mustafa İslamoğlu
(Firavun) "Demek siz, benden izin almadan ona inandınız ha?" dedi; "Öyle anlaşılıyor ki size sihri öğreten baş ustanız bu olmalı. Fakat dönekliğinizden dolayı kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim; ve topunuzu götürüp hurma kütüklerine asacağım: böylece hangimizin cezasının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu iyice anlamış olacaksınız!"
Şuara s. 49. ayeti
Muhammed Esed :
(Firavun:) "Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?" diye çıkıştı, "Size büyüyü öğreten ustanız bu olmalı mutlaka! Fakat yakında (benim intikamımı) göreceksiniz: içinizden çoğunun ellerini ayaklarını kestireceğim, hepinizi astıracağım!"
(Dikkat edileceği üzere bu ayetin çevirisinde "Min hilafin" kelimesinin anlamı dahil edilmemiştir ,elimizdeki meal çevirinin çevirisi olduğu için belki de Türkçeye çevirenlerin sehvi olabilir yada Esed çevirmemiş olabilir)
Bayraktar Bayraklı :
Firavun, “Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?” diye çıkıştı. “Doğrusu o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Andolsun, yakında bileceksiniz, bana karşı gelip döneklik yapmanız yüzünden ellerinizi ve ayaklarınızı doğrayacağım, hepinizi asacağım” dedi.
Mustafa İslamoğlu
(Firavun) dedi ki: "Demek siz ben izinvermeden ona inandınız, öyle mi? Anla- şıldı ki o size büyüyü öğreten üstadınızdır,fakat pek yakında gününüzü görecek- siniz: dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka keseceğim ve topunuzu asacağım!"
Görüldüğü gibi bu üç ayet içinde geçen "Min hilafin" kelimesine bir çok mealde verilen anlam dışında farklı bir anlam verilmiştir. Verilen anlamın, çoğunluğa uymadığı için yanlış olduğunu iddia etmemekteyiz ,ancak yazının esas konusunu teşkil eden maide s. 33 ayetinde yapılan yanlışlığın nasıl yanlış çıkarımlara götürebileceğini birlikte göreceğiz.
MAİDE S. 33. AYET ÇEVİRİLERİ (ESED- İSLAMOĞLU-BAYRAKLI)
İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun).
Muhammed Esed :
Allaha ve Elçisine karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi yahut yeryüzünden (tamamiyle) sürülmeleri, yalnızca bir karşılıktan ibarettir: İşte bu, onların bu dünyada uğradıkları zillettir. Öteki dünyada ise (daha) korkunç bir azap bekler onları,
Mustafa İslamoğlu
Allah'a ve Rasulü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğu yaymaya çalışanların öldürülmeleri ya da asılmaları veya muhalefetlerinden dolayı ellerinin ve ayaklarının kesilmesi, yahut bulundukları yerden sürülmeleri, sadece (âdil)bir karşılıktan ibarettir.Bu, onların dünyada uğradıkları zillettir; âhirette ise onları korkunç bir azap beklemektedir.
Bayraktar Bayraklı :
Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymak için gayret gösterenlerin cezası, ancak ya öldürülmeleri ya asılmalarıveya dönekliklerinden dolayı el ve ayaklarının kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için âhirette de büyük azap vardır.
Maide s. 33 ayetine verilen meallere baktığımız zaman, Esed'in mealinde "Yeryüzünden tamamıyla sürülmeleri" şeklinde yapmış olduğu mealin sanırız sürüldükleri yeryüzünün dışında nereye gönderilebilecekleri düşünülmeden yapılmış bir meal olup "Arz" kelimesinin bütün kullanımların tek anlam değil belli bir toprak parçası şeklinde kullanıldığının unutularak yapılmış bir meal olduğunu, ya da çevirinin çevirisi olduğu için İngilizceden çevirenlerin sehvi olduğunu düşünmekteyiz. İslamoğlu ve Bayraklı meallerinde, "arz" kelimesinin doğru olarak çevrilmiş olduğunu görmekteyiz.
Esed ve İslamoğlu meallerindeki , "yalnızca bir karşılıktan ibarettir" şeklindeki çeviriye esas olan orjinal metin "innema cezau" kelimesidir. Bu şekilde bir çevirinin kur'andaki "innema " edatı ile başlayan diğer ayetlerdeki çevirilerle nasıl bir uyumsuzluk gösterdiğini bir kaç ayet örneği ile göstermek istiyoruz.
Nahl s.40. ayeti
İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Muhammed Esed :
Biz, ne zaman bir şeyin olmasını istesek, ona sadece "Ol!" deriz ve o (şey hemen) oluverir.
Yasin s. 82. ayeti
İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Muhammed Esed :
O, Tek'tir, Biricik'tir, öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "Ol!" der; ve o (şey hemen) oluverir.
Muhammed Esed eğer Maide s. 33 ayetindeki çeviri mantığıyla bu ayeti çevirmiş olsaydı vermesi gereken anlam şu şekilde olmalıydı " ol demesi onun gibi bir durumu/emrinden ibarettir" ama bu ayetleri gramer kaidelerine uygun bir şekilde çevirmiştir.
Nur s. 51. ayeti
İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn.
Muhammed Esed :
Aralarında (ilahi kitap) hüküm versin diye Allah'a ve O'nun Elçisi'ne çağırıldıkları zaman müminlerin söyleyeceği tek söz: "İşittik ve itaat ettik!" sözü olmalıdır; kurtuluşa, esenliğe ulaşan kimseler de işte böyleleridir.
Esed eğer Maide s.33 ayetindeki mantığı ile Nur s.51. ayetini çevirmiş olsaydı , "mü'minlerin işittik ve itaat ettik demeleri onların bir sözünden başka bir şey değildir" şeklinde olması gerekirdi, ancak Esed bu ayeti de gramer kurallarına uygun olarak çevirmesine rağmen, Maide s. 33 ayetindeki "innema cezau" kelimesini kurallara aykırı bir şekilde çevirmiştir.
(Yukarda verdiğimiz 3 örnek ayet için faydalanmış olduğumuz Hüseyin Esen'e teşekkür ederiz)
Maide s. 33. ayetinde geçen "Min hilafin" kelimesininde, diğer ayetlerde olduğu gibi Esed mealinde "döneklikleri yüzünden" şeklinde , İslamoğlu mealinde ise "muhalefetleri yüzünden" şeklinde çevrildiğini görmekteyiz.
"Hilaf" kelimesinin "muhalefet" anlamını geldiğini kabul etmekle birlikte onların verdikleri anlamın uygun olması için " min hilafin" değil "min hilafihim" şeklinde , o kişilere işaret eden bir zamirle gelmesi gerekirdi'ki buda olmadığına göre çevirinin yanlış olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
"Min hilafin" kelimesinin yanlış şekilde çevirisi ile ayetin metninde olmayan bir anlamın yanlış çeviri yolu ile meal üzerinden anlaşılması gibi daha vahim bir hataya gidilmektedir şöyle ki:
Firavun'un , iman eden sihirbazlarına karşı verdiği ceza ile ilgili geçen 3 ayette kullanılan "min hilafin" kelimesine verilen "dönekliğiniz yüzünden" anlamı o sihirbazların firavunun dininden döndüğü için şeklinde bir anlama gelmesi uzakta olsa muhtemeldir çünkü ortada gerçekten bir döneklik vardır , ama yinede bu kelimenin daha doğru anlamı çoğunluk meallerde verilen şekli iledir.
Maide s 33. ayetine gelince, esed , bayraklı ve islamoğlu meallerinde geçen "Allaha ve Elçisine karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi" şeklindeki cümleyi okuyan dikkatli bir meal okuyucusu, şöyle bir düşünceye sahip olabilir; Bilindiği gibi geleneksel İslam hukukunda mürted'in hükmü, Kur'anda böyle bir hüküm bulunmamasına rağmen öldürülmesidir.
Ne Esed ne Bayraklı ne de İslamoğlu böyle bir cezayı kesinlikle savunmadıklarını bilmekteyiz(Esed hayatta olmamakla birlikte onunda bu cezayı savunmayacağı açıktır). Bu kişilerin yine ölüm dışında herhangi bir had cezasının olduğunu iddia edeceklerini sanmıyoruz , ancak yapmış olukları mealde "Döneklikleri yüzünden" şeklinde bir anlam vermeleri sebebi ile dinden dönenlerin ellerinin ve ayaklarının kesilebileceğine dair bir hükmü ayetin metninde olmamasına rağmen yanlış meal vermeleri sebebi ile sanki böyle bir hüküm varmış gibi gösterdiklerinin herhalde farkında değillerdir.
Ayrıca , "Min hilafin" ibaresi şayet verilen cezanın sebebini kast eden bir anlama sahip olsaydı ayet arz üzerinden sürülme cezasını da içine alarak "İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum ev yunfev minel ard(ardı) MİN HİLAFİHİM, zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)." şeklinde olması gerekirdi.
Halbuki ayet arz üzerinden sürülmeyi içine almayan bir şekilde "İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum MİN HİLAFİN ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)." gelmiştir.
Ayetin bu şekil gelmesi , adını verdiğimiz meal yapıcılarının bu ayet içindeki "Min hilafin" kelimesine "Döneklikleri yüzünden" şeklinde verdikleri anlamın pek te doğru olmadığını göstermektedir.
Ayet sadece 33. ayet ile sona ermemekte , devamı olan 34. ayet konu ile alakalı olup , bu cezanın uygulaması ile ilgili bir istisnadan bahsetmektedir.
[005.034] Ancak, onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır. Biliniz ki Allah, bağışlar ve merhamet eder.
Şayet bu ceza uygulanması tavsiye edilmeseydi, böyle bir istisna getirilmesine gerek olmazdı.
Sonuç olarak; Maide s. 33. ayetini Muhammed Esed'in yapmış olduğu şekli ile tastikleyerek onun gibi meal veren Bayraklı ve İslamoğlu hocalar farkında olmadan, kendilerinin bile kabul etmedikleri mürted hakkında uygulanabilecek bir had cezasına ayetin metninde olmamasına rağmen, gramer kaidelerin ve kur'an bütünlüğünü gözetmeden sadece taklit yolu ile aldıkları meali aktararak yol açmışlardır. Ayetin doğru olduğunu düşündüğümüz mealini aktararak yazımıza son veriyoruz.
"Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır."
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
22 Ocak 2014 Çarşamba
Al-i imran s. 81. ve Araf s. 157. Ayetleri Arasındaki Bağlantı İle İlgili Bir Çalışma
Alemlere rahmet ve hidayet kaynağı kur'anın al-i imran s. 81. ayetinde rabbimiz şöyle buyurmaktadır.
Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn
Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım," demişti.
Bu olayın nasıllığı konusunda fikir yürütmekten ziyade, ayette verilmek istenen mesaj üzerinde yoğunlaşarak anlama çalışma yapmanın daha doğru bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz. Nasıllığı konusu çünkü gaybi bir konu olup , Allah cc sanki bütün nebileri bir araya toplayıp böyle bir söz almış gibi bir anlayış akla gelebilir'ki bu şekil anlatımı hakiki bir şekilde anlamaya kalkanların içine düştükleri soruların cevaplarını vermekte zorlandıklarını görmekteyiz.
Al-i imran suresi bilindiği gibi medinede nazil olan surelerden olup ayetlerde geçen hitaplar genelde medinede bulunan ehli kitaba yönelik ayetlerdir.Araf suresi mekkede nazil olmasına rağmen bir kısım ayetlerin medinede nazil olduğu söylenmekte olup 157. ayetinde medinede nazil olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir.
Medinede nazil olan ayetlerin ehli kitaba yönelik olanlarına baktığımızda genel olarak, ehli kitab olarak adlandırılan yahudi ve hıristiyanların, iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat,incil ve iman ettiklerini iddia ettikleri musa ve isa as ları, kur'anın ve muhammed as ın tasdik ettiği vurgusu yapılarak, "tevrat,incil,kur'an, musa,isa ve muhammed as ların hepsinin kaynağı aynı olup birbirlerinden herhangi bir farkı yoktur onlara iman edenlerin bu kur'ana ve elçiye iman etmeleride gerekmektedir" şeklinde mesaj içerdikleri görülmektedir.
Kur'anın muhataplarına mesajını anlatma yollarından biriside olayı görselleştirerek anlatma şeklinde olduğu kur'an okuyucularının bildiği bir durum olup , bu şekil anlatıma bir ayetlerde rastlanmaktadır. Al-i imran s 81. ayetide mesajı görselleştirerek anlatma yolu seçilen bir ayettir. Ayet'te, elçilerin sanki bayrak yarışı gibi elindeki bayrağı önündeki elçiye vermesi şeklinde bir görselleştirme yapılıp vahiy ve içerikleri sanki tek bir bayrakmışçasına ayni içeriğin elden ele geçerek elçiler vasıtası ile ulaştırıldığı anlatılmaktadır.
Bu ayet maalesef bir kısım önkabullerini kur'ana tasdik ettirmek isteyen kişilerin elinde oyuncak olarak oynanmaya çalışılan bir ayet durumuna düşürülerek, resul ve nebi kavramları çerçevesinde okunmaya çalışılmış ancak bu şekil bir okuma tarzıda kur'an bütünlüğünden uzak kalarak okunmaya çalışılmış , neticede resulluğu kendinden menkul bazı şahısların resul olabileceğine !! dair bir delil ayet olarak karşımıza çıkarılmaya çalışmıştır.
Al-i imran s. 81. ayetinin measjına gelince; ayet medinede nazil olmuş ve kendilerini kitab ehli olarak adlandırılan kitleye şöyle bir mesajı vardır. "Ey kitab ehli, eğer siz Allah'ın kendilerini elçi seçip kitap verdiğine inandığınız musa ve isa'ya gerçekten iman ediyorsanız, işte bu gelen elçi muhammed'e ve kur'ana,şayet musa ve isa hayatta olsalardı ona iman edip yardım edeceklerdi, sizde onlar gibi iman edin ve ona yardım edin".
Al-i imran s. 81. ayeti ile araf s. 157. ayeti nasıl bir bağ kurulabilir? sorusunun cevabından önce ayetin metnini ve mealini verelim.
Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn.
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.
Bu ayet, al-i imran s. 81. ayeti gibi muhammed as ın kur'an harici haram ve helal kılma gibi bir yetkisi olduğunun savunanların elinde oyuncak olan bir ayet olup kur'an bütünlüğünden uzak olarak sadece savundukları şeye delil aramak için kuran okuyanların buldukları bir delil! olduğu zan edilmiştir.
"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları" şeklindeki ibareden ayet'in muhatabların kimler oldukları apaçık ortadadır. Musa ve isa as a indirilen kitap'ta böyle bir elçinin geleceğinin bilgisine sahib oldukları anlaşılmaktadır.
[002.146] Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[006.020] Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar.
[061.006] Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.
Bakara s. 146 ve enam s. 20 ayetlerinde ehli kitabın bu elçi ile ilgili bilgiye sahip oldukları, saff s. 6. ayetinde ise isa as ın verdiği habere göre daha geniş bir bilgiye sahip oldukları bildirilmektedir.
" temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor" cümlesi ise yanlış anlamaya kaynaklık eden bir cümledir, halbuki israiloğullarının yaptıkları zulümler nedeni ile Allah cc den bir ceza olarak önceden helal olan bazı yiyeceklerin kendilerine haram edilmesi ayetlerinin ardından bu ayeti okudukları zaman bu ayetin mesajı daha doğru anlaşılacaktır.
[002.057] Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin» dedik. Onlar Bize değil, fakat kendilerine yazık ediyorlardı.
[003.093] Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».
[004.160-1] Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.
[006.146] Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118] Yahudilere ise bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık ve onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmek ve size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
Verdiğimiz ayet meallerine dikkat edilecek olursa daha önce kendilerine bütün yiyeceklerin helal olduğu yahudilere , yapmış oldukları zulümler nedeniyle helal olan bir kısım yiyecekler haram edilmiş isa as ile al-i imran s 50 ayetindeki ibareyi dikkatlice okumak gerekmektedir, "size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim." isa as haram olan bir kısmı helal kılmak için rabbinizden ayet getirdim diyor kendisinin bu konuda herhangi bir yetkisi olmadığı apaçık ortadadır.
Araf. 157. ayeti ise yukarda verilen ayetlerin devamı niteliğinde bir ayet olup, isa as ile helal kılınan bir kısım haramın muhammed as ile tamamen kaldırıldığı bilgisi verilmektedir. Bu konunun muhammed as ın vahiy harici haram ve helal kılma yetkisi gibi bir durum yoktur. Muhammed as a böyle bir yetki verildiği iddiası onu haram helal kılmada tek yetkili olan Allah cc nin yanına ayrı bir ilah konumuna getirmek anlamına gelir.
Bu iki ayet arasında şöyle bir bağ kurmak mümkündür ; al-i imran s. 81 de Allah cc nin vahyini insanlara iletmekle görevli olan her elçinin birbiri ile bayrak yarışı misali elindeki bayrağı önündeki elçiye devrettiği, öndeki elçininde arkadakini tasdikleyerek bu bayrağı taşıdığı şeklinde bir görsellikten yola çıkılarak, musa ve isa as lardan sonra gelen elçi muhammed as ın onları tasdik ettiği onlarında al-i imran s. 81. ayette belirtildiği gibi ona iman ve yardım ettikleri görülmektedir.
Musa ve isa asların sonra gelen elçi muhammed as a nasıl yardım ettikleri sorusu akla takılabilir, burada onların bu yardım vaadlerini kendilerine iman edenlerede tebliğ ettikleri , yani musa ve isa as iman ettiklerini iddia edenlerin bakara s. 146,enam s.20 ve saff 6. ayetlerinde bildirildiği gibi böyle bir elçinin bilgisine sahip oldukları anlatılmakta olup musa ve isa as ların haber verdikleri bu elçinin kendilerinin dahil olduğu zincirin son halkası olduğu bildirilmektedir.
Her iki ayette geçen "nebi ve resul" kelimeleri ayetlerin birbirleri ile bağını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. "Allah'ın nebilerden söz alması" resul olarak gönderilmeden önce Allah' cc den mesajı almaları onların "nebi" vasfına sahip olmaları anlamına gelerek bu anlamda resul olarak görevlendirilen bütün şahısların "nebi" oldukları, yani haberi aldıkları kaynağın aynı olduğu,sonra bu haberi tebliğ ile görevlendirilmelerinin resul olmaları yani görevi aldıkları kaynağında aynı olmaları, son " nebi resul" olan muhammed as ın bu zinciri tamamlayan bir halka olduğunun bilgisinin verilmiş olması şeklinde bağını kurmak mümkündür.
Sonuç olarak, al-i imran s. 81 ve araf s. 157 ayetleri, önkabuller bir kenara atılarak kur'an bütünlüğünde okunacak olursa ayetlerin mesajını şöyle anlamak mümkündür , Allah cc nin göndermiş olduğu bütün "nebi resul" lerin aynı kaynaktan vahiy aldığı, aynı görevin devam ettiricileri olduğu, bu durumun muhammed as a kadar devam ettiği, kendilerini musa ve isa as aiman ettiklerini iddia edenlerinde bu elçiye uymak zorunda oldukları bu elçinin, yahudilerin daha önce yapmış oldukları zulümler nedeniyle ceza olarak kendilerine haram kılınan daha önce helal edilmiş şeylerin artık muhammed as a inen vahiy ile helal olduğu bilgisi verilmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn
Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım," demişti.
Bu olayın nasıllığı konusunda fikir yürütmekten ziyade, ayette verilmek istenen mesaj üzerinde yoğunlaşarak anlama çalışma yapmanın daha doğru bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz. Nasıllığı konusu çünkü gaybi bir konu olup , Allah cc sanki bütün nebileri bir araya toplayıp böyle bir söz almış gibi bir anlayış akla gelebilir'ki bu şekil anlatımı hakiki bir şekilde anlamaya kalkanların içine düştükleri soruların cevaplarını vermekte zorlandıklarını görmekteyiz.
Al-i imran suresi bilindiği gibi medinede nazil olan surelerden olup ayetlerde geçen hitaplar genelde medinede bulunan ehli kitaba yönelik ayetlerdir.Araf suresi mekkede nazil olmasına rağmen bir kısım ayetlerin medinede nazil olduğu söylenmekte olup 157. ayetinde medinede nazil olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir.
Medinede nazil olan ayetlerin ehli kitaba yönelik olanlarına baktığımızda genel olarak, ehli kitab olarak adlandırılan yahudi ve hıristiyanların, iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat,incil ve iman ettiklerini iddia ettikleri musa ve isa as ları, kur'anın ve muhammed as ın tasdik ettiği vurgusu yapılarak, "tevrat,incil,kur'an, musa,isa ve muhammed as ların hepsinin kaynağı aynı olup birbirlerinden herhangi bir farkı yoktur onlara iman edenlerin bu kur'ana ve elçiye iman etmeleride gerekmektedir" şeklinde mesaj içerdikleri görülmektedir.
Kur'anın muhataplarına mesajını anlatma yollarından biriside olayı görselleştirerek anlatma şeklinde olduğu kur'an okuyucularının bildiği bir durum olup , bu şekil anlatıma bir ayetlerde rastlanmaktadır. Al-i imran s 81. ayetide mesajı görselleştirerek anlatma yolu seçilen bir ayettir. Ayet'te, elçilerin sanki bayrak yarışı gibi elindeki bayrağı önündeki elçiye vermesi şeklinde bir görselleştirme yapılıp vahiy ve içerikleri sanki tek bir bayrakmışçasına ayni içeriğin elden ele geçerek elçiler vasıtası ile ulaştırıldığı anlatılmaktadır.
Bu ayet maalesef bir kısım önkabullerini kur'ana tasdik ettirmek isteyen kişilerin elinde oyuncak olarak oynanmaya çalışılan bir ayet durumuna düşürülerek, resul ve nebi kavramları çerçevesinde okunmaya çalışılmış ancak bu şekil bir okuma tarzıda kur'an bütünlüğünden uzak kalarak okunmaya çalışılmış , neticede resulluğu kendinden menkul bazı şahısların resul olabileceğine !! dair bir delil ayet olarak karşımıza çıkarılmaya çalışmıştır.
Al-i imran s. 81. ayetinin measjına gelince; ayet medinede nazil olmuş ve kendilerini kitab ehli olarak adlandırılan kitleye şöyle bir mesajı vardır. "Ey kitab ehli, eğer siz Allah'ın kendilerini elçi seçip kitap verdiğine inandığınız musa ve isa'ya gerçekten iman ediyorsanız, işte bu gelen elçi muhammed'e ve kur'ana,şayet musa ve isa hayatta olsalardı ona iman edip yardım edeceklerdi, sizde onlar gibi iman edin ve ona yardım edin".
Al-i imran s. 81. ayeti ile araf s. 157. ayeti nasıl bir bağ kurulabilir? sorusunun cevabından önce ayetin metnini ve mealini verelim.
Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn.
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.
Bu ayet, al-i imran s. 81. ayeti gibi muhammed as ın kur'an harici haram ve helal kılma gibi bir yetkisi olduğunun savunanların elinde oyuncak olan bir ayet olup kur'an bütünlüğünden uzak olarak sadece savundukları şeye delil aramak için kuran okuyanların buldukları bir delil! olduğu zan edilmiştir.
"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları" şeklindeki ibareden ayet'in muhatabların kimler oldukları apaçık ortadadır. Musa ve isa as a indirilen kitap'ta böyle bir elçinin geleceğinin bilgisine sahib oldukları anlaşılmaktadır.
[002.146] Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[006.020] Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar.
[061.006] Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.
Bakara s. 146 ve enam s. 20 ayetlerinde ehli kitabın bu elçi ile ilgili bilgiye sahip oldukları, saff s. 6. ayetinde ise isa as ın verdiği habere göre daha geniş bir bilgiye sahip oldukları bildirilmektedir.
" temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor" cümlesi ise yanlış anlamaya kaynaklık eden bir cümledir, halbuki israiloğullarının yaptıkları zulümler nedeni ile Allah cc den bir ceza olarak önceden helal olan bazı yiyeceklerin kendilerine haram edilmesi ayetlerinin ardından bu ayeti okudukları zaman bu ayetin mesajı daha doğru anlaşılacaktır.
[002.057] Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin» dedik. Onlar Bize değil, fakat kendilerine yazık ediyorlardı.
[003.093] Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».
[004.160-1] Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.
[006.146] Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118] Yahudilere ise bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık ve onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmek ve size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
Verdiğimiz ayet meallerine dikkat edilecek olursa daha önce kendilerine bütün yiyeceklerin helal olduğu yahudilere , yapmış oldukları zulümler nedeniyle helal olan bir kısım yiyecekler haram edilmiş isa as ile al-i imran s 50 ayetindeki ibareyi dikkatlice okumak gerekmektedir, "size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim." isa as haram olan bir kısmı helal kılmak için rabbinizden ayet getirdim diyor kendisinin bu konuda herhangi bir yetkisi olmadığı apaçık ortadadır.
Araf. 157. ayeti ise yukarda verilen ayetlerin devamı niteliğinde bir ayet olup, isa as ile helal kılınan bir kısım haramın muhammed as ile tamamen kaldırıldığı bilgisi verilmektedir. Bu konunun muhammed as ın vahiy harici haram ve helal kılma yetkisi gibi bir durum yoktur. Muhammed as a böyle bir yetki verildiği iddiası onu haram helal kılmada tek yetkili olan Allah cc nin yanına ayrı bir ilah konumuna getirmek anlamına gelir.
Bu iki ayet arasında şöyle bir bağ kurmak mümkündür ; al-i imran s. 81 de Allah cc nin vahyini insanlara iletmekle görevli olan her elçinin birbiri ile bayrak yarışı misali elindeki bayrağı önündeki elçiye devrettiği, öndeki elçininde arkadakini tasdikleyerek bu bayrağı taşıdığı şeklinde bir görsellikten yola çıkılarak, musa ve isa as lardan sonra gelen elçi muhammed as ın onları tasdik ettiği onlarında al-i imran s. 81. ayette belirtildiği gibi ona iman ve yardım ettikleri görülmektedir.
Musa ve isa asların sonra gelen elçi muhammed as a nasıl yardım ettikleri sorusu akla takılabilir, burada onların bu yardım vaadlerini kendilerine iman edenlerede tebliğ ettikleri , yani musa ve isa as iman ettiklerini iddia edenlerin bakara s. 146,enam s.20 ve saff 6. ayetlerinde bildirildiği gibi böyle bir elçinin bilgisine sahip oldukları anlatılmakta olup musa ve isa as ların haber verdikleri bu elçinin kendilerinin dahil olduğu zincirin son halkası olduğu bildirilmektedir.
Her iki ayette geçen "nebi ve resul" kelimeleri ayetlerin birbirleri ile bağını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. "Allah'ın nebilerden söz alması" resul olarak gönderilmeden önce Allah' cc den mesajı almaları onların "nebi" vasfına sahip olmaları anlamına gelerek bu anlamda resul olarak görevlendirilen bütün şahısların "nebi" oldukları, yani haberi aldıkları kaynağın aynı olduğu,sonra bu haberi tebliğ ile görevlendirilmelerinin resul olmaları yani görevi aldıkları kaynağında aynı olmaları, son " nebi resul" olan muhammed as ın bu zinciri tamamlayan bir halka olduğunun bilgisinin verilmiş olması şeklinde bağını kurmak mümkündür.
Sonuç olarak, al-i imran s. 81 ve araf s. 157 ayetleri, önkabuller bir kenara atılarak kur'an bütünlüğünde okunacak olursa ayetlerin mesajını şöyle anlamak mümkündür , Allah cc nin göndermiş olduğu bütün "nebi resul" lerin aynı kaynaktan vahiy aldığı, aynı görevin devam ettiricileri olduğu, bu durumun muhammed as a kadar devam ettiği, kendilerini musa ve isa as aiman ettiklerini iddia edenlerinde bu elçiye uymak zorunda oldukları bu elçinin, yahudilerin daha önce yapmış oldukları zulümler nedeniyle ceza olarak kendilerine haram kılınan daha önce helal edilmiş şeylerin artık muhammed as a inen vahiy ile helal olduğu bilgisi verilmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)