Kur'an , Hadis ve Sünnet İslam inancı içinde önemli yer tutan bilgi kaynakları olarak her Müslümanın dilinde dolaşan üç kelimedir. Bu üç kelime ile ifade edilen kaynaklar zaman içinde farklı anlayışlar çerçevesinde değerlendirilmeye başlanarak bu kaynaklara bakış açısı veya nasıl bir konuma sahip olması gerektiği meselesi Müslüman dünyasında tartışmalara yol açmış olup hala tartışılmaktadır.
Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların içerikleri geleneksel İslam inancı içinde öyle kemikleşmiş bir yapıya sahip kılınmıştır ki sadece kur'anın adını tek olarak söylemek sanki büyük bir cürüm olarak görülerek , kur'anın yanına sünnet veya hadis ilavelerini yaparak konuşmayanlar hadis ve sünnet düşmanı olarak görülür olmuştur. Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakları nasıl bir konuma koymak gerektiğinden önce böyle bir üçlemenin nasıl bir itikadi yaraya yol açabileceği üzerinde durmak istiyoruz.
Bu durum hıristiyanların baba -oğul-ruhul kudüs şeklindeki üçlemelerini hatırlatmakta olup alevi geleneğindeki Allah -Muhammed -Ali üçlemesi gibi bir duruma yol açmaktadır. Özellikle gelenekçi kesime mensup fikir adamlarının "hadis veya sünnet olmadan kur'an boş bir metin gibidir" sözleri ile ortaya atılan görüşler kur'anı anlamak için olmazsa olmazlar mesabesinde görülmüş , üstüne üstlük kur'an ve hadis öyle bir seviyeye çıkarılmıştır ki "Mütevatir sünnet Kur'an ayetini nesheder" şeklinde korkunç bir düşünce üretilmiştir.
Önce şu tesbiti yapmamız gerekmektedir; kur'an Allah cc nin indirmiş olduğu bir kaynak , hadis ve sünnet o kitabın indirildiği şahsın sözleri ve fiileri olarak bilinen kaynaktır. Allah cc nin yanına her ne sebeble olsun oturtulan kişi ,eser ,düşünce vs nin ortak adı ŞİRK tir. Kur'an +hadis+sünnet şeklinde yapılan bir üçlemenin adı , Allah cc nin kitabının yanına ortak kaynaklar konulması şeklinde tezahür eden bir eylemin adı da aynen ŞİRK tir.
Hadis ve sünnet olmadan kur'an anlaşılmaz diyenlerin yeri geldiği zaman kur'an ayetleri ile çelişen bir çok rivayeti nasıl öncellediği hepimizin malumudur. Bu malumatları göz önüne alacak olursak, Kur'anın hadis ve sünnet adı altında ortaya atılan bir takım uydurmaların arkasına atılarak değersizleştirilmesi İsa as a yapılan muameleden bir farkının olmadığını açıkça göstermektedir.
Kur'an'ın bu şekil bir anılmayı müşriklere hitab eden ayetlerde zikretmiş olması , "bu ayetler onlara bize değil" diyerek göz ardı etmemizi ve mesajını anlamamamızı gerektirmez.
[017.046] Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler ve kulaklarına da
ağırlık koyduk. Kuran'da Rabbini bir tek olarak andığın zaman, onlar ürkerek
ardlarına dönerler.
[039.045] Böyle iken Allah bir olarak anıldığı vakıt Ahırete inanmıyanların
yürekleri burkulur da ondan berikiler anıldığı vakıt derhal yüzleri güler
[040.012] Onlara: «Yalnız Allah çağrıldığı zaman inkar ederdiniz de, O'na
eş koşulunca inanırdınız. Bugün hüküm, yüce Allah'ındır» denir.
Bu ayetler direk olarak müşrikler ile ilgilidir ama vermek istediği mesaj açısından aynı durum Allah cc ve onun kitabının yanında Muhammed as veya hadis , sünnet anılmadan herhangi bir söz edildiği zaman ortaya çıkan durum , "neden sadece Allah veya Kur'an" denildiği ,neden "Muhammed as veya hadis ,sünnet" denilmediği şeklinde bir itirazdır.
Allah+Muhammed veya Kur'an+hadis+sünnet kelimelerinin birbirinden ayrılmadan söylenmiş olması hıristiyan inancındaki teslis akidesinden ne farkı vardır?. Baba+oğul+ruhul kudüs şeklinde bir üçlemenin hıristiyanların kafir olma sebebi olduğunu bildiren rabbimizin bu sözlerini okuyarak bizlerinde başka bir türlü bir üçleme içine girmemiz akıl alacak iş değildir.
Ehli hadis fırkasının hadislere karşı aşırı bir yüceltmeye tabi tutmuş olması , hıristiyanların İsa as a karşı uyguladıkları aşırı yüceltmeden örnek olarak yapılmış olması bu tür teslisin bizdede yer bulmasını kolaylaştırmış olup , kur'an ayetlerini yanlı bir biçimde okuyarak, elçinin mesajını değil kendisini yüceltmel şeklinde tezahir eden bir düşünce biçimi yerleştirilmiş hatta gerekli uydurmalar ve iftiralar ile kemikleşmiş bir yapıya bürünmesi sağlanmıştır.
Bir Müslüman kur'anın yanında sünneti zikretmeden mesela "ben sadece kur'ana iman ediyorum" dese o Müslümanın sanki hadisi veya sünneti red ediyormuşcasına bir algı oluşturularak sünnet düşmanı olarak lanse edilmesi, tabiri caizse bu konu üzerinde bir mahalle baskısı oluşmuş olduğunu göstermektedir. Buradan açık ve net olarak şunu söylemek istiyoruz; kur'anın yanında hadise iman gibi bir zorunluluk yoktur,çünkü bize Muhammed as adına gelen bütün haberler istisnasız olarak zan içermektedir, zan içeren bilgilere inanmanın imanın şartı gibi sayılması elçi hakkında oluşturulmuş olan aşırı yüceltmeci bir düşüncenin ürünü olup kur'anın bize böyle bir emri yoktur.
Gelenekte hadise iman elçiye iman ile eşdeğer bir inancın olmuş olması , bir kısım insanın hadis ve sünnet kelimelerine karşı aşırı bir allerji duyarak, bu kelimeler ile ifade edilen kaynakların tamamen atılması gerektiği şeklinde düşünceler doğurmuştur. İfrata karşı tefrit diyebileceğimiz bu tepkinin doğru bir tepki olmadığını düşündüğümüzü beyan ederek hadis ve sünneti nasıl bir konuma koymak gerektiği konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.
Öncelikle Allah cc nin , kullarına emir ve nehiylerini bildirmek için seçtiği kullarının bizler gibi bir beşer olduğu gerçeğini acı ama gerçek kabilinden kabul etmek zorundayız. Elçinin Allah cc nin yanına koyan her türlü düşüncenin ŞİRK olduğu gerçeği bilinmeden , elçinin konumu sadece kur'an boyutundan öğrenilerek ona göre bir konuma oturtulmadan doğru bir yaklaşımın sergilenmesinin imkansız olduğu bilinmelidir.
Kur'an elçilerin tamamı için geçerli olan bir tarif getirerek bu tarifin dışında hiç bir elçinin özel bir durumu olduğu gibi bir şeyden asla bahsetmez. Bu durumda Muhammed as a atfen onun özel bir konumu olduğu şeklindeki sözler tamamen uydurma ve iftiradan başkası değildir. Bu sözlerin sahipleri elçiyi yüceltelim derken Allah cc ye iftira attıklarının farkında olmak durumundadırlar.
Kur'an Allah cc nin elçileri için vahyi tebliğ ve yaşama örnekliği şeklinde özetleyebileceğimiz bir göreve sahip olduklarını beyan eder. tebliğ ve örneklik olarak tezahür eden bu görevin birbirinden ayrılarak sadece tebliğ olarak görülmesi , gelenekteki elçi anlayışına karşı oluşmuş olan aşırı bir tepkidir.
[033.021] Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe
kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.
[060.004] İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel
bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: «Biz sizden ve Allah'tan
başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin
aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke
başgöstermiştir.» -Yalnız, İbrahim'in, babasına: «And olsun ki, senin için
mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya
gücüm yetmez» sözü bu örneğin dışındadır- «Rabbimiz! Sana güvendik, Sana
yöneldik; dönüş Sanadır.»
Sadece Muhammed as değil, kur'anda zikri geçen bütün elçiler ve ona tabi olanlar bizler için örneklik olarak anlatılmıştır, sadece bu örnekliğe Muhammed as ı dahil etmek elçiler arasını ayırmak anlamına gelirki bu kur'anın asla tasvip etmediği bir yaklaşımdır. Bu örnekliğin nerede ve nasıl olacağı tartışma konusu olup tabiri caizse zurnanın zırt dediği yerdir.
Karizmatik bir yapıya büründürülerek kur'anın yanına oturtulan hadis kitaplarındaki bütün rivayetler istisnasız olarak ZAN olarak ifade edeceğimiz bilgilerdir. Zan içeren bir bilginin kesinlik ifade eden bir bilgi kaynağı ile sağlamasının yapılmadan doğru olup olmadına karar vermek asla doğru bir yaklaşım değildir. Hadis denilen sözleri içeren kaynakları kısaca nasıl bir konuma sahip olması gerektiğinden sonra, sünnet dediğimiz bilgi kaynağına yüklenecek değerin nasıl olacağı konusu önemli bir yer tutmaktadır.
Kur'andan çıkarabileceğimiz ve "sünnet" kelimesi ile ifade edilebilecek bilgiler sadece tek bir elçi ile sınırlı değildir. Bu şekil bir sınırlama hem gelenekteki , hemde yeni kur'an anlayışlarında gördüğümüz ortak bir yanlıştır. Bütün elçilere iman gibi bir vazife yüklenmiş olmamız sadece onların adına değil , kıssalar yolu ile anlatılan hayatlarındaki mücadele yöntemlerini içselleştirip hayat içine aktarmak şeklinde olması gerekmektedir.
Kur'anda zikir geçen bütün elçileri örnek alma zorunluluğu bir kısım insanın allerji kaptığı sünnet kelimesinede daha doğru bir yaklaşım sergilemesine sebeb olacaktır. Gelenekteki sünnet kelimesinin sadece Muhammed as ile sınırlandırılmış olması , içerik olarak sadece hangi el ile yemek yemek ,hangi ayak ile tuvalete girmek , sarık ,cüppe ,şalvar vs gibi gereksiz bilgiler ile donatılmış olması bazı kişilerde haklı olarak bu kelime ile ifade edilen içeriğe karşı bir allerji oluşmasına sebebiyet vermiştir.
Bazılarının yaptığı yanlışlar bizlerin o yanlışları kalkan olarak kullanmasına vesile olmamalı , aksine doğru olan şeyin ne olduğu araştırmasına vesile olmalıdır. Kur'nın tevhid merkezli bir çağrısı olduğu asla hatırdan çıkarılmadan bütün elçilerin şirki yıkmak için yapmış olduğu mücadeler yöntemleri bizler için örneklik teşkil edip bu örnekliğin literatürdeki adı SÜNNET tir. Muhammed as a anlatılan elçilerin kıssaları, o ve ona tabi olan mü'minler tarafından içselleştirilerek okunmuş ve kendileri için yol haritası olarak anlatıldığının şuuruna vakıf olarak mücadelelerinde takip ettikleri metoda önemli katkılar sağlamıştır.
Sünnet kelimesinin içini bu şekil bir düşünce ile doldurduğumuz takdirde,sadece tek bir elçi ile sınırlı olmadığı , insan olmak nedeniyle yapılanların sünnet kapsamı içinde değerlendirilemeyeceği ortaya çıkacaktır. Kur'anın tevhid merkezli bir çağrısı olduğu düşünülerek yapılan okumalarda, bütün elçilerin yaptıkları sünnet olarak adlandırılması gerektiği ortada iken sünnetin toptan atılması şeklinde tezahür eden anlayışın kur'anın bir çok ayetini red etme durumuna düştüğü açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
"Sünneti toptan atalım" şeklinde tezahür eden anlayış altında istisnaları olmak üzere art niyetli bir düşünce yatmakta olduğu gerçeği görülmelidir. Kur'an canlı bir hayat içinden verdiği örneklerle tarih boyunca tevhid mücadelesini bizlere anlatmaktadır. Zikri geçen elçilerin tümünü kapsayan örnekliği atacak olursak ortada kitap dediğimiz bir şey kalmaz , okunan ayetleri bir taraf sevap kazanmak için anlamını düşünmeden belli zamanlarda ve mekanlarda okur , diğer bir taraf tarihi örnekliği yok saydığı için , namaz varmı yokmu , oruç varmı yokmu , hac varmı yokmu vs gibi tartışmalar ile hevalarına uygun bir kitap oluşturmaktan başka bir şey yapmamış olur.
"Sünneti toptan atalım" düşüncesinin istisnaları olarak bahsettiğimiz kesim bu konuda yanlış kapıları çalmış fakat arayış içinde olan kesimdir, bu şekilde olanların öncelikle kur'anı esas almaları , birilerinin kur'an anlayışlarını kur'anın kendisi olarak görmemeleri gerektiği hususuna çok dikkat etmeleri gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
Kur'an dışı bilgi kaynakları olan hadis ve sünnete bu şekil bir yaklaşımın ifrata karşı tefrit düşüncesinden uzak mutedil bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz. Tarihi bilgiler olarak görülmesi gereken sözlü külliyatı içeren bilgiler içindeki uydurmaların dahi bizlere yaşanmış tarih içinde gelişen olaylar hakkında bilgi içermesi açısından değerlendirmesi gerektiğini düşünmekteyiz, bu düşüncemiz yanlış anlaşılarak uydurmalar bile kabul edilsin şeklinde anlaşılmamalıdır.
Sonuç olarak; kur'an+hadis+sünnet şeklinde bir ortaklaştırma ameliyesi , hıristiyanlardan alınan teslis akidesinin bir benzeri olup şirk içeren bir düşüncedir.Kur'an Allah cc nin kelamı olması hasebiyle yanına hiç bir şekilde ortak kabul etmez. Hadis ve sünnet, Allah cc ve kur'ana ortak bir kaynak değil onlardan ayrı bir şekilde kategorize edilmesi ve elçilerin kur'andaki vazifeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gereken kaynaklardır. Sünnet kelimesi ile ifade edilen şey sadece tek bir elçi için geçerli olmayıp bütün elçiler için geçerli olan bir kavramdır ve kur'anın bu elçiler ile verdiği örnekler bizler için olmazsa olmaz değerinde örnekliklerdir. Sünneti atalım demenin kur'anın bir çok ayetindeki elçi örneklikleri atalım demek olduğu bilincinde olarak bu düşüncelerin doğru bir kur'an anlayışı doğurmadığı bilinmelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
12 Ağustos 2014 Salı
11 Ağustos 2014 Pazartesi
Nur s. 55. Ayeti ve Sünnetullahın İşleyiş Kuralları
Sünnetullah kelimesi ile ifade edilen şey , Allah cc nin arz üzerinde koymuş olduğu ve değişmez olan yasalardır,bu değişmezlik kur'anın bir çok ayetinde beyan edilmiş olup Nur s. 55 . ayetide bu durumu beyan eden bir ayettir.
[024.055] Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.
Nur s. 55. ayetinden anlaşılacağı üzere , iman edip salih amel işlemek ,sadece ona kulluk etmek ,ona hiç bir şeyi ortak koşmamak şartı ile mü'minlere, ahiret mükafatından önce dünya mükafatı olarak arz üzerine halef kılacağını , islamı din olarak yerleşik kılacağını,korkularını güvene çevireceğini vaad etmektedir. Bu vaad Allah cc nin bir sünneti olup bu şartlara riayet edenlere dünya iktidarı vaad edilmiştir , Allah cc vaadinden asla caymayacağına göre bu vaadin gerçekleşmeme sebebleri acaba nedir ? sorusunun cevabını aramak zorundayız.
Sorunun cevabını bu vaadin gerçekleştiğini beyan eden ayeti ve bu ayete kadar olan süreci yine kur'an içinden okuyarak öğrenmek mümkündür.
[005.003] Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli olandır.
Maide s. 3. ayeti son inen ayet olarak bilinmektedir ve bu bilginin yanlış olmadığını düşünüyoruz. Ayet içindeki "Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim."cümlesi önemli mesajlar taşımakta olup, nur s. 55. ayette beyan edilen sünnetullahın gerçekleşmiş olduğunu bizlere bildirmektedir.
Nur s. 55. ayetinde bildirilen şartlar olan , iman edip salih amel işlemek ,sadece ona kulluk etmek , ona hiç bir şeyi ortak koşmamak şeklindeki şartları taşıyarak bu uğurda canını ve malını ortaya koyan sahabe Allah cc nin sünneti gereği onun vaadının hak olduğunu maide s. 3. ayetinde şahid olmuştur.
Nur s. 55. ayetindeki vaadi hak eden Muhammed as ve ashabını maide s. 3. ayetindeki "Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim." şeklinde bir cümlenin nazil olmasına kadar varan sürecin çok iyi değerlendirilmesi ve bu süreci anlatan ayetlerin içselleştirilerek okunması ve hayata aktarılması gereklidir.
Bu günkü hali pür melalimize baktığımız zaman müslümanlar olarak dünyanın her yerinde zulüm,baskı ,katliam , işkencelere maruz kalmamızın sebebi yine sünnetullahın işleyişinin yani Allah cc nin vaadinin bir gereğidir. Bu vaadi nur s. 55. ayetini tersten okuyarak görebiliriz .
Allah, içinizden iman ed(MEY)ip salih amel işle(ME)yenlere, onlardan öncekileri halef kıldı(MA)ğı gibi, onları da yeryüzüne halef kıl(M)acağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştir(M)eceğine, korkularını güvene çevir(M)eceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk ed(MEZL)er, Bana ortak koşARLAR. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.
Nur s. 55. ayetinin tersten okuduğumuz zaman ortaya çıkan durum hiç birimizin yabancısı olmadığı bir durum olup bugün müslümanların genel durumunu yansıtmaktadır. Allah cc muhakkak vaadinden caymaz ve nur s. 55. ayetin tersini işleyenler için aynı vaad geçerli olup dünyada zelil bir duruma düşmemiz bu sünnetullahın bir tecellisidir.
Muhammed as a ilk inen ayetten son inen ayete kadar olan süreci okuduğumuz takdirde başta elçi Muhammed as olmak üzere ona hakkı ile iman eden sahabenin inen ayetleri içselleştirerek hayata yansıtmaları Allah cc nin onlara vaad ettiği dünya iktidarının gerçekleşmesine sebeb olmuştur. Aynı kur'anı okuyan müslümanların bugün zelil bir durumda olmalarını nasıl izah edebiliriz?
Allah cc nin vaadi olan dünya iktidarına sahip olmak için gerekli olan ana şartlar bir çok ayette olduğu gibi nur s. 55. ayetindede sıralanmıştır.
1- iman etmek 2- salih amel işlemek 3- sadece ona kulluk etmek 4- ona hiçbir şeyi ortak koşmamak. Bu 4 ana unsur kur'an geneline yayılan ayetlerin özetidir demek yanlış olmaz . Allah cc kendisinin tek bir ilah olarak tanınmasını , sadece kendisine kulluk edilmesinin ne şekilde gerçekleşeceğini bütün ayetlerde iman ve salih amel ikilisinin birbirinden ayrılmaz bir unsur olarak zikretmesine rağmen , Allah cc nin vaadine layık olan sahabeler sonrası iman ve salih ameli birbirinden ayırarak zilletin gereği olan şartları oluşturmaya başlamışlardır.
Bugün düşünce dünyamızın tartışılan konularına baktığımızda yüzyıllardır amel imandan bir cüzmüdür değilmidir tartışmaların hala yapılır olduğunu görmekteyiz. Ehli sünnet itikadı adı altında, " iman dil ile kalb ile tasdik" şeklindeki tarifin ameli bertaraf etmesi şeklinde tezahür eden durum bugünkü zelil durumuza temel oluşturan bir düşüncedir.
"Amelleri imandan bir cüz sayarsak amel işlemeyenler kafir olmuş olur" düşüncesi ile ortaya çıkan mürcie fırkası, büyük bir ihtimal saray erkanını kızdırmamak ve onlara şirin görünmek için böyle ayrıma gitmiştir. Bu ayrımın nelere malolacağı hesabı yapılmadan, günü birlik kaygılarla hareket eden sahabe sonrası bir takım insanları takip edenler kendi zamanlarındaki oluşumlara karşı çıkmama adına bu düşünceleri bayraklaştırarak bugüne kadar gelinmiştir.
[003.142] Yoksa siz, Allah içinizden savaşanları ve sabredenleri hiç belirlemeden cennete gireceğinizi mi sandınız.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[029.002] İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
[009.016] Allah, içinizden cihat edenleri; Allah'tan, peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.
Bu ayetleri okuyan Muhammed as ve ashabı "iman dil ile ikrar kalb ile tasdikten ibarettir" deyip yan gelip asla yatmadılar özellikle Medinede inen ayetler müslümanların kafirler ile olan mücadelerini köy kahvelerinde veya cami kürsülerinde anlatılacak olan eskilerin masalları olarak anlatmamıştır. İman edip imanlarını salih amel ile birleştirenlerin Allah cc nin dinine karşı koyanlara verdikleri mücadele örnekleri bir çok anlatılarak bizler için ibret alınması sağlanmıştır.
Allah cc ye ortak koşmamak ve sadece onu tek ilah olarak bilmek gerekliliği, yine olması gereken yönden saptırılarak şirk bir nevi islamileştirilerek düşünce dünyamız içine sokulmuştur. Şirk ve put dediğimiz olguyu sadece Mekkeye has ve kabe içindeki putlarla sınırlayan zihniyet 360 tane putun kırılması ile şirkin ve putçuluğun sona erdiğini zannetmiştir. Zaman içinde hint ,iran ve yunan düşüncesi ile ortaklığa giren müslümanlar oralardan devşirdikleri şirk düşüncelerini islam ile karıştırırarak yeni bir islam inancı ortaya çıkartmışlar ve bu güne kadar tasavvuf adı altında şirki islam olarak sunmaya ve maalesef ki bir çok müslüman bu şirk inancı içinde islamı yaşadıkları zannına kapılmışlardır.
Allah cc nin nur s. 55. ayetinde etmiş olduğu vaadin şartlarına bu şekilde uyan!! bizler sanki o vaade gerçekten uyduğumuzu zannederek başarı bekler olmuşuz, ancak böyle bir başarı bırakın gelmeyi zillet üzerimizden kalkmaz olmuştur. Bu zillet aynı şekilde sünnetullahın bir gereği olup Alah cc ye gereği gibi kul olmayan bizler , yine Allah cc ye gereği gibi kul olmayanların elinde oyuncak durumuna düşerek onların fitne aracı haline gelen bir duruma geldik.
Bu durumun ortadan kalkması ve yeniden Allah cc nin vaadi olan arz üzerinde iktidar olmak için alak suresi ayetlerinden başlayan ve maide s. 3. ayetine kadar varan süreci içselleştirerek okumaktan ve hayata aktarmaktan başka bir çaremiz yoktur. Bugün ülkemiz geneline şöyle bir baktığımız zaman kendisinin kur'anı öncellediğini iddia edenlerin bir kısmının (istisnaları hariç olmak üzere) kur'an okumalarına böyle bir kaygıyı katmadıklarına şahid olmaktayız. Kur'an ayetlerini geçmişteki hariciler gibi mızrak uçlarına takarak karşısındaki düşünce sahiplerini tekfir etmekten başka bir amaç dışında okumayan , veya kur'anın tek ve yegane çağrısı olan, Allah cc nin dışındaki ilahları red etmenin ne demek olduğundan dahi habersiz olarak sadece muhafazakar bir söyleme sahip olanları desteklediklerine şahid olmaktayız.
Dünya geneli müslümanları olarak her yerde zelil bir durumda olmuş olmamız bizlerin kur'ana daha ciddi bir biçimde sarılmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Değişmeyen sünnetullah kuralları çerçevesinde yeniden arz üzerinde hakim olmanın yolu bizden öncekilerin takip ettikleri yolu takip etmekten geçmektedir.
Nuzül dönemi muhataplarına kıssa yolu ile kendilerinden öncekilerin tevhid mücadeleleri anlatılarak yöntem tarifi yapılmış ve onlar o yöntemleri takip ederek başarıya ulaşmışlardır.Bizler hem kıssaları hemde o kıssalardaki yöntemi takip eden ashabın örnekliklerini okuyarak mücadele yöntemimizi belirlemek zorundayız. Gelgelelim müslümanlar olarak kur'anın bize tarif ettiği mücadele yolunu okumak ve anlamak şöyle dursun ,daha kur'anın bizlere yüklemiş olduğu şirkle mücadele boyutunun neleri kapsadığının şuurunda bile olamayımışız kat etmemiz gereken daha uzun bir yolun olduğunu göstermektedir.
Türkiye geneline baktığımızda özellikle içinde bulunduğumuz sistemde muhafazakarların hükümet etmiş olmaları, bizleri büyük bir atalete sürükleyerek sistem ile entegre olmamızı sağlamıştır. Bu entegre oluş sistemin yürümesini sağlayanların muhafazakar kimlikleri veya bir takım icraatları sayesinde öyle bir hal almıştırki artık sistemi sorgulamak bir tarafa sistemi kabul eden bir müslüman gurubu oluşmuştur. Bu oluşum islam adına tehlikeli bir oluşum olup kur'anın sanki sistemi kabul eder bir tarafı var gibi düşünce içinde dahi olunmaya başlanmıştır.
Kur'an, Allah cc nin yanına konulan her şeye şirk damgasını vurarak hakimiyetin her konuda alemlerin rabbine ait olması gerektini vurgulamıştır. Muhammed as ın tebliğ sürecinde "müdahene" dediğimiz tavizkar bir tutuma asla düşmemesini özellikle emreden Allah cc bu yoldan asla taviz vererek birilerini kendisine çekmeye çalışmamasını özellikle abese suresi ayetlerinde vurugulamıştır.
Bütün bu örneklikler bizler içinde işaret taşları olması gerekmektedir. Yönetim kadrolarının muhafazakar kimlikli kişilerden oluşması bizi yönetim şeklinin islami olduğuna dair bir düşünce içinde olmamızı asla gerektirmez. Yönetim kademelerindeki kişiler kuralları önceden belirlenmiş bir sistemin devamını sağlayan insanlar olup kimlikleri bizleri herhangi bir rehavete düşürmemelidir.
Sonuç olarak; dini yalnız Allaha has kılmak , fitne ve fesadı arz üzerinden kaldırmak gibi bir görev yüklenmiş olan biz müslümanlar bu görevimizin farkında bile olmayarak dini başkalarına has kılmak fitne ve fesadı yayanlara karşı ses etmemek gibi bir misyon yüklenerek bu misyonu sanki kitabımız emrediyor şeklinde bir düşünce ile mevcut sistemlere kul köle olmaya devam etmekteyiz. Nur s. 55. ayetinde arz üzerinde iktidar sahibi olmak için gerekli olan kuralları bizlere beyan eden rabbimiz , maide s. 3. ayetinde Muhammed as ve ashabının bu kuralları yerine getirdiğini ve sünnetullah gereği olarak vaadinin yerine getirdiğini beyan etmektedir. Nur s. 55. ayetini ters bir okuyuşla ayet içindeki emirlerin tersini hayata geçirdiğimiz zaman, sünnetullah kuralları yine işlemekte olup bu günkü durumumuz nur s. 55 ayetinin tersi istikametteki okuyuşumuzun bir hak edişidir. İman ve salih amel temeline dayalı ve kuranı şirki yıkıp tevhidi ikame etme esasına dayalı bir okuyuş bizi her türlü renge boyanmış olan şirk esaslı sistemleri red etmeye çağırır bu sistemin başındakilerin kimliği ne olursa olsun sistemin kuralları önemli olup takkeli ve takkesizlerin yönetmesi arasında herhangi bir fark yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[024.055] Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.
Nur s. 55. ayetinden anlaşılacağı üzere , iman edip salih amel işlemek ,sadece ona kulluk etmek ,ona hiç bir şeyi ortak koşmamak şartı ile mü'minlere, ahiret mükafatından önce dünya mükafatı olarak arz üzerine halef kılacağını , islamı din olarak yerleşik kılacağını,korkularını güvene çevireceğini vaad etmektedir. Bu vaad Allah cc nin bir sünneti olup bu şartlara riayet edenlere dünya iktidarı vaad edilmiştir , Allah cc vaadinden asla caymayacağına göre bu vaadin gerçekleşmeme sebebleri acaba nedir ? sorusunun cevabını aramak zorundayız.
Sorunun cevabını bu vaadin gerçekleştiğini beyan eden ayeti ve bu ayete kadar olan süreci yine kur'an içinden okuyarak öğrenmek mümkündür.
[005.003] Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli olandır.
Maide s. 3. ayeti son inen ayet olarak bilinmektedir ve bu bilginin yanlış olmadığını düşünüyoruz. Ayet içindeki "Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim."cümlesi önemli mesajlar taşımakta olup, nur s. 55. ayette beyan edilen sünnetullahın gerçekleşmiş olduğunu bizlere bildirmektedir.
Nur s. 55. ayetinde bildirilen şartlar olan , iman edip salih amel işlemek ,sadece ona kulluk etmek , ona hiç bir şeyi ortak koşmamak şeklindeki şartları taşıyarak bu uğurda canını ve malını ortaya koyan sahabe Allah cc nin sünneti gereği onun vaadının hak olduğunu maide s. 3. ayetinde şahid olmuştur.
Nur s. 55. ayetindeki vaadi hak eden Muhammed as ve ashabını maide s. 3. ayetindeki "Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim." şeklinde bir cümlenin nazil olmasına kadar varan sürecin çok iyi değerlendirilmesi ve bu süreci anlatan ayetlerin içselleştirilerek okunması ve hayata aktarılması gereklidir.
Bu günkü hali pür melalimize baktığımız zaman müslümanlar olarak dünyanın her yerinde zulüm,baskı ,katliam , işkencelere maruz kalmamızın sebebi yine sünnetullahın işleyişinin yani Allah cc nin vaadinin bir gereğidir. Bu vaadi nur s. 55. ayetini tersten okuyarak görebiliriz .
Allah, içinizden iman ed(MEY)ip salih amel işle(ME)yenlere, onlardan öncekileri halef kıldı(MA)ğı gibi, onları da yeryüzüne halef kıl(M)acağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştir(M)eceğine, korkularını güvene çevir(M)eceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk ed(MEZL)er, Bana ortak koşARLAR. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.
Nur s. 55. ayetinin tersten okuduğumuz zaman ortaya çıkan durum hiç birimizin yabancısı olmadığı bir durum olup bugün müslümanların genel durumunu yansıtmaktadır. Allah cc muhakkak vaadinden caymaz ve nur s. 55. ayetin tersini işleyenler için aynı vaad geçerli olup dünyada zelil bir duruma düşmemiz bu sünnetullahın bir tecellisidir.
Muhammed as a ilk inen ayetten son inen ayete kadar olan süreci okuduğumuz takdirde başta elçi Muhammed as olmak üzere ona hakkı ile iman eden sahabenin inen ayetleri içselleştirerek hayata yansıtmaları Allah cc nin onlara vaad ettiği dünya iktidarının gerçekleşmesine sebeb olmuştur. Aynı kur'anı okuyan müslümanların bugün zelil bir durumda olmalarını nasıl izah edebiliriz?
Allah cc nin vaadi olan dünya iktidarına sahip olmak için gerekli olan ana şartlar bir çok ayette olduğu gibi nur s. 55. ayetindede sıralanmıştır.
1- iman etmek 2- salih amel işlemek 3- sadece ona kulluk etmek 4- ona hiçbir şeyi ortak koşmamak. Bu 4 ana unsur kur'an geneline yayılan ayetlerin özetidir demek yanlış olmaz . Allah cc kendisinin tek bir ilah olarak tanınmasını , sadece kendisine kulluk edilmesinin ne şekilde gerçekleşeceğini bütün ayetlerde iman ve salih amel ikilisinin birbirinden ayrılmaz bir unsur olarak zikretmesine rağmen , Allah cc nin vaadine layık olan sahabeler sonrası iman ve salih ameli birbirinden ayırarak zilletin gereği olan şartları oluşturmaya başlamışlardır.
Bugün düşünce dünyamızın tartışılan konularına baktığımızda yüzyıllardır amel imandan bir cüzmüdür değilmidir tartışmaların hala yapılır olduğunu görmekteyiz. Ehli sünnet itikadı adı altında, " iman dil ile kalb ile tasdik" şeklindeki tarifin ameli bertaraf etmesi şeklinde tezahür eden durum bugünkü zelil durumuza temel oluşturan bir düşüncedir.
"Amelleri imandan bir cüz sayarsak amel işlemeyenler kafir olmuş olur" düşüncesi ile ortaya çıkan mürcie fırkası, büyük bir ihtimal saray erkanını kızdırmamak ve onlara şirin görünmek için böyle ayrıma gitmiştir. Bu ayrımın nelere malolacağı hesabı yapılmadan, günü birlik kaygılarla hareket eden sahabe sonrası bir takım insanları takip edenler kendi zamanlarındaki oluşumlara karşı çıkmama adına bu düşünceleri bayraklaştırarak bugüne kadar gelinmiştir.
[003.142] Yoksa siz, Allah içinizden savaşanları ve sabredenleri hiç belirlemeden cennete gireceğinizi mi sandınız.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[029.002] İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
[009.016] Allah, içinizden cihat edenleri; Allah'tan, peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.
Bu ayetleri okuyan Muhammed as ve ashabı "iman dil ile ikrar kalb ile tasdikten ibarettir" deyip yan gelip asla yatmadılar özellikle Medinede inen ayetler müslümanların kafirler ile olan mücadelerini köy kahvelerinde veya cami kürsülerinde anlatılacak olan eskilerin masalları olarak anlatmamıştır. İman edip imanlarını salih amel ile birleştirenlerin Allah cc nin dinine karşı koyanlara verdikleri mücadele örnekleri bir çok anlatılarak bizler için ibret alınması sağlanmıştır.
Allah cc ye ortak koşmamak ve sadece onu tek ilah olarak bilmek gerekliliği, yine olması gereken yönden saptırılarak şirk bir nevi islamileştirilerek düşünce dünyamız içine sokulmuştur. Şirk ve put dediğimiz olguyu sadece Mekkeye has ve kabe içindeki putlarla sınırlayan zihniyet 360 tane putun kırılması ile şirkin ve putçuluğun sona erdiğini zannetmiştir. Zaman içinde hint ,iran ve yunan düşüncesi ile ortaklığa giren müslümanlar oralardan devşirdikleri şirk düşüncelerini islam ile karıştırırarak yeni bir islam inancı ortaya çıkartmışlar ve bu güne kadar tasavvuf adı altında şirki islam olarak sunmaya ve maalesef ki bir çok müslüman bu şirk inancı içinde islamı yaşadıkları zannına kapılmışlardır.
Allah cc nin nur s. 55. ayetinde etmiş olduğu vaadin şartlarına bu şekilde uyan!! bizler sanki o vaade gerçekten uyduğumuzu zannederek başarı bekler olmuşuz, ancak böyle bir başarı bırakın gelmeyi zillet üzerimizden kalkmaz olmuştur. Bu zillet aynı şekilde sünnetullahın bir gereği olup Alah cc ye gereği gibi kul olmayan bizler , yine Allah cc ye gereği gibi kul olmayanların elinde oyuncak durumuna düşerek onların fitne aracı haline gelen bir duruma geldik.
Bu durumun ortadan kalkması ve yeniden Allah cc nin vaadi olan arz üzerinde iktidar olmak için alak suresi ayetlerinden başlayan ve maide s. 3. ayetine kadar varan süreci içselleştirerek okumaktan ve hayata aktarmaktan başka bir çaremiz yoktur. Bugün ülkemiz geneline şöyle bir baktığımız zaman kendisinin kur'anı öncellediğini iddia edenlerin bir kısmının (istisnaları hariç olmak üzere) kur'an okumalarına böyle bir kaygıyı katmadıklarına şahid olmaktayız. Kur'an ayetlerini geçmişteki hariciler gibi mızrak uçlarına takarak karşısındaki düşünce sahiplerini tekfir etmekten başka bir amaç dışında okumayan , veya kur'anın tek ve yegane çağrısı olan, Allah cc nin dışındaki ilahları red etmenin ne demek olduğundan dahi habersiz olarak sadece muhafazakar bir söyleme sahip olanları desteklediklerine şahid olmaktayız.
Dünya geneli müslümanları olarak her yerde zelil bir durumda olmuş olmamız bizlerin kur'ana daha ciddi bir biçimde sarılmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Değişmeyen sünnetullah kuralları çerçevesinde yeniden arz üzerinde hakim olmanın yolu bizden öncekilerin takip ettikleri yolu takip etmekten geçmektedir.
Nuzül dönemi muhataplarına kıssa yolu ile kendilerinden öncekilerin tevhid mücadeleleri anlatılarak yöntem tarifi yapılmış ve onlar o yöntemleri takip ederek başarıya ulaşmışlardır.Bizler hem kıssaları hemde o kıssalardaki yöntemi takip eden ashabın örnekliklerini okuyarak mücadele yöntemimizi belirlemek zorundayız. Gelgelelim müslümanlar olarak kur'anın bize tarif ettiği mücadele yolunu okumak ve anlamak şöyle dursun ,daha kur'anın bizlere yüklemiş olduğu şirkle mücadele boyutunun neleri kapsadığının şuurunda bile olamayımışız kat etmemiz gereken daha uzun bir yolun olduğunu göstermektedir.
Türkiye geneline baktığımızda özellikle içinde bulunduğumuz sistemde muhafazakarların hükümet etmiş olmaları, bizleri büyük bir atalete sürükleyerek sistem ile entegre olmamızı sağlamıştır. Bu entegre oluş sistemin yürümesini sağlayanların muhafazakar kimlikleri veya bir takım icraatları sayesinde öyle bir hal almıştırki artık sistemi sorgulamak bir tarafa sistemi kabul eden bir müslüman gurubu oluşmuştur. Bu oluşum islam adına tehlikeli bir oluşum olup kur'anın sanki sistemi kabul eder bir tarafı var gibi düşünce içinde dahi olunmaya başlanmıştır.
Kur'an, Allah cc nin yanına konulan her şeye şirk damgasını vurarak hakimiyetin her konuda alemlerin rabbine ait olması gerektini vurgulamıştır. Muhammed as ın tebliğ sürecinde "müdahene" dediğimiz tavizkar bir tutuma asla düşmemesini özellikle emreden Allah cc bu yoldan asla taviz vererek birilerini kendisine çekmeye çalışmamasını özellikle abese suresi ayetlerinde vurugulamıştır.
Bütün bu örneklikler bizler içinde işaret taşları olması gerekmektedir. Yönetim kadrolarının muhafazakar kimlikli kişilerden oluşması bizi yönetim şeklinin islami olduğuna dair bir düşünce içinde olmamızı asla gerektirmez. Yönetim kademelerindeki kişiler kuralları önceden belirlenmiş bir sistemin devamını sağlayan insanlar olup kimlikleri bizleri herhangi bir rehavete düşürmemelidir.
Sonuç olarak; dini yalnız Allaha has kılmak , fitne ve fesadı arz üzerinden kaldırmak gibi bir görev yüklenmiş olan biz müslümanlar bu görevimizin farkında bile olmayarak dini başkalarına has kılmak fitne ve fesadı yayanlara karşı ses etmemek gibi bir misyon yüklenerek bu misyonu sanki kitabımız emrediyor şeklinde bir düşünce ile mevcut sistemlere kul köle olmaya devam etmekteyiz. Nur s. 55. ayetinde arz üzerinde iktidar sahibi olmak için gerekli olan kuralları bizlere beyan eden rabbimiz , maide s. 3. ayetinde Muhammed as ve ashabının bu kuralları yerine getirdiğini ve sünnetullah gereği olarak vaadinin yerine getirdiğini beyan etmektedir. Nur s. 55. ayetini ters bir okuyuşla ayet içindeki emirlerin tersini hayata geçirdiğimiz zaman, sünnetullah kuralları yine işlemekte olup bu günkü durumumuz nur s. 55 ayetinin tersi istikametteki okuyuşumuzun bir hak edişidir. İman ve salih amel temeline dayalı ve kuranı şirki yıkıp tevhidi ikame etme esasına dayalı bir okuyuş bizi her türlü renge boyanmış olan şirk esaslı sistemleri red etmeye çağırır bu sistemin başındakilerin kimliği ne olursa olsun sistemin kuralları önemli olup takkeli ve takkesizlerin yönetmesi arasında herhangi bir fark yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
10 Ağustos 2014 Pazar
Yusuf s. 35. Ayeti ve Adaletin Gücün Elinde Yön Bulması
Adalet kavramı insanlar arasındaki ihtilafların haklı olanın lehinde sonuçlanması şeklinde tezahür etmesi gereken bir kavramdır, ama bu kavram her zaman olması gerektiği şekilde tezahür etmeyerek gücü elinde bulunduranların istediği şekilde yön bulabiliyor. Bu şekil bir yön Yusuf as kıssasında da gözümüze çarpmakta olup , Yusuf as ın suçsuz olduğu ortaya çıktığı halde yönetim kademesindekilerin istekleri doğrultusunda ceza gördüğüne şahid olmaktayız. Yusuf s. 35. ayeti bu durumu anlatmakta olup , bu ayete kadar gelen süreç şu şekildedir.
[012.023] Derken, evinde bulunduğu hanım, onun nefsinden murad alıp yararlanmak istedi. Kapıları kilitledi ve «Haydi beri gel!» dedi. Yusuf: «Allah'a sığınırım! Muhakkak ki, o (kocan), benim efendim, bana çok güzel baktı. Doğrusu zalimler hiç iflah olmazlar» dedi.
[012.024] O hanım, ona gerçekten niyeti bozmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi. Yusuf da ona özenip gitmişti. Aslında ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyle olmuştu. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kullarımızdan biriydi.
[012.025] İkisi de kapıya koştu, kadın arkadan Yusuf'un gömleğini yırttı; kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına «Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis ya da can yakıcı bir azab olmalıdır» dedi.
[012.026] Dedi ki: O, beni kendisine ram etmek istedi. Kadının ailesinden biri de şehadet etti: Eğer gömleği önden yırtılmışsa; o (kadın) doğru söylemiştir. Bu (Yusuf) ise yalancılardandır.
[012.027] «Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir.»
[012.028] (Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): «Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.»
[012.029] Yusuf; sen bundan vazgeç. Ey kadın; sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü sen, gerçekten suçlulardan oldun.
26. ve 27. ayetlere baktığımız zaman suçu kimin işlediği üzerinden değil , şuçtaki deliller üzerinden gidilerek şuçlunun belirlenmesi yöntemine gidildiğini görmekteyiz. Evrensel adalet kuralları diyebileceğimiz bu kural önce işlemiş fakat suçlunun konumu onun ceza görmesini engellemiştir. Olayın kapandığı zannedilmiş fakat şehirdeki kadınların dedikoduları başlamıştır , işte Yusuf as ın hapsedilmesine kadar varan süreç bu olay ile başlamıştır.
[012.030] Şehirde (birtakım) kadınlar: «Aziz (Vezir') in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz.» dedi.
[012.031] Kadınların kendisini yermesini işitince onları davet etti; koltuklar hazırladı; geldiklerinde her birine birer bıçak verdi. Yusuf'a: «Yanlarına çık» dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce şaşıp ellerini kestiler ve «Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir» dediler.
[012.032] Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınnız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!
[012.033] Yusuf: «Rabbim! Hapis benim için, bunların istediklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve bilmeyenlerden olurum.» dedi.
[012.034] Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların tuzağına engel oldu. Zira O, işitir ve bilir.
[012.035] Bu kadar delili gördükleri halde, sonra yine de Yusuf'u bir süre için zindana atma düşüncesi ağır bastı.
Şehirdeki kadınların dedikoduları yüzünden zor durumda kalan azizin karısı , kadınları toplayarak onlara bir ziyafet sofrası hazırlatarak Yusufa onların yanlarına çıkmalarına söyler, Yusuf onların yanına çıkınca şehir kadınlarıda Yusuf 'un güzelliği karşısında şaşkınlıktan ellerini keserler. Azizin karısı Yusufa olan aşkını itiraf ederek bu sevdadan vazgeçmediğini , Yusuf kendisini red etmeye devam ettiği takdirde ona neler yapabileceğini söyleyerek onu tehdit eder. Burada Yusuf as örnek bir davranış sergileyip iki seçimden birini, yani ya dünya azabından yada ahiret azabından kurtulmak seçimini yapmak zorunda kalmış , sonunda ahiret azabından kurtulmayı seçerek dünya azabına razı olmuştur.
35. ayet, adalet kavramının geçen yıllar içinde pek bir değişiklik arz etmediğini, iki davalıdan haklı olan değil elinde gücü bulunduranların haklı çıktığı bir mekanizmanın bizlerce yıldır varolduğunu bizlere göstermektedir. 26. ve27. ayetlerde evrensel adalet kurallarının bilindiği ve uygulandığı bir toplum olmasına rağmen , bu adaletin yönetici kademesi ve yakınlarına uygulanmadığını görüyoruz.
Adalet kavramının tam olarak işlemesi için suçu işleyenin kimliği hesaba katılmadan suçlu veya suçsuz olduğu evrensel adalet kurallarına göre tesbit edilmeli ve sosyal , ekonomik , siyasal konumu hesaba katılmadan hakkındaki karar verilmelidir. Maalesef bu şekil bir adalet her zaman tecelli etmemekte gücü elinde tutanların yönlendirdiği bir mekanizma daha ağır basarak karar verilmektedir.
Allah cc nin ahiretteki mahkemede kulları hakkında nasıl bir karar vereceğini beyan eden ayetler bizlere bu konuda örnek teşkil etmesi gerekmektedir. Kullarının peygamber olması bile onlara bir ayrıcalık tanınmayacağını beyan eden ayetlere , mal , servet , güç sahiplerinin bu güçlerinin onlar için herhangi bir önceliğe sebeb olmayacağını beyan eden ayetler biz kulların hakim konumuna geldiğimiz zaman ne şekil bir karar vermemiz gerektiği noktasında bilgiler vermektedir.
Karar mekanizmasını elinde tutanlar insan olması nedeniyle davalı veya davacı taraftan birine karşı sevgi veya nefret besleyebilir , fakat bu durum onlar hakkında karar verirken asla göz önüne alınmaması gerekir. Davud as kıssası içinde anlatılan 99 koyunu olan birinin tek koyunu olan birisinden o koyunu istemesi şeklinde karşısına gelen davada, Davud as ın mağdur olduğunu iddia eden taraf lehine olarak , diğer tarafı dinlemeden karar vermesi onun hatası olarak anlatılarak , hakim durumunda olanların karar vermek için her iki tarafı dinleyerek adil bir biçimde karar vermeleri gerektiği bizlere beyan edilmektedir.
Sonuç olarak; adalet ilkesi ilk insandan kıyamete kadar hepimiz için lazım olan bir ilke olup davalı veya davacıların sosyal , ekonomik , siyasal konumları ne olursa olsun sade bir vatandaş olarak kanunlar karşısında eşit olmalarını gerektirir. Yönetici kademelerinde oturanların işledikleri herhangi bir suç onların konumu gereği örtülmemeli , evrensel adalet ilkeleri gereği karar verilmelidir. Bugün yönetici makamında olanların adaleti kendi ellerinde yönetmeleri , yarın bu kademeleri ellerinden kaybettikleri zaman adalet adalet diye yalvarmaları "keser döner sap döner bir gün gelir hesap döner" atasözünü unutmamaları gerektiğini hatırlatır. Adalet mekanizması siyasi iktidarların elinde kaldığı müddetçe iktidardakilerin elinde bir silah halinde gelerek "haklı haksız" şeklinde bir ayrımdan çok, "bizden veya bizden olmayan" şeklinde bir ayrım yapılarak karar verilirki bu şekil kararlara her zaman ve her yerde şahitlik etmekteyiz. Kendi düşüncelerinden olan insanların kılına zarar gelmesini hazmedemeyenler , karşılarındaki insanların katledilmeleri karşısında kıllarını bile kıpırdatmamaları adalet ilkesinin yerlerde süründüğünü göstermektedir. Müslümanlar olarak Allah cc nin bizlere öğrettiği adalet ilkeleri doğrultusunda bir dünya kuramadıkça bu zulüm ve haksızlıklar her zaman üstelik adalet adına var olacak ve güçszüler her zaman haksız çıkarak ezilecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[012.023] Derken, evinde bulunduğu hanım, onun nefsinden murad alıp yararlanmak istedi. Kapıları kilitledi ve «Haydi beri gel!» dedi. Yusuf: «Allah'a sığınırım! Muhakkak ki, o (kocan), benim efendim, bana çok güzel baktı. Doğrusu zalimler hiç iflah olmazlar» dedi.
[012.024] O hanım, ona gerçekten niyeti bozmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi. Yusuf da ona özenip gitmişti. Aslında ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyle olmuştu. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kullarımızdan biriydi.
[012.025] İkisi de kapıya koştu, kadın arkadan Yusuf'un gömleğini yırttı; kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına «Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis ya da can yakıcı bir azab olmalıdır» dedi.
[012.026] Dedi ki: O, beni kendisine ram etmek istedi. Kadının ailesinden biri de şehadet etti: Eğer gömleği önden yırtılmışsa; o (kadın) doğru söylemiştir. Bu (Yusuf) ise yalancılardandır.
[012.027] «Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir.»
[012.028] (Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): «Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.»
[012.029] Yusuf; sen bundan vazgeç. Ey kadın; sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü sen, gerçekten suçlulardan oldun.
26. ve 27. ayetlere baktığımız zaman suçu kimin işlediği üzerinden değil , şuçtaki deliller üzerinden gidilerek şuçlunun belirlenmesi yöntemine gidildiğini görmekteyiz. Evrensel adalet kuralları diyebileceğimiz bu kural önce işlemiş fakat suçlunun konumu onun ceza görmesini engellemiştir. Olayın kapandığı zannedilmiş fakat şehirdeki kadınların dedikoduları başlamıştır , işte Yusuf as ın hapsedilmesine kadar varan süreç bu olay ile başlamıştır.
[012.030] Şehirde (birtakım) kadınlar: «Aziz (Vezir') in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz.» dedi.
[012.031] Kadınların kendisini yermesini işitince onları davet etti; koltuklar hazırladı; geldiklerinde her birine birer bıçak verdi. Yusuf'a: «Yanlarına çık» dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce şaşıp ellerini kestiler ve «Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir» dediler.
[012.032] Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınnız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!
[012.033] Yusuf: «Rabbim! Hapis benim için, bunların istediklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve bilmeyenlerden olurum.» dedi.
[012.034] Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların tuzağına engel oldu. Zira O, işitir ve bilir.
[012.035] Bu kadar delili gördükleri halde, sonra yine de Yusuf'u bir süre için zindana atma düşüncesi ağır bastı.
Şehirdeki kadınların dedikoduları yüzünden zor durumda kalan azizin karısı , kadınları toplayarak onlara bir ziyafet sofrası hazırlatarak Yusufa onların yanlarına çıkmalarına söyler, Yusuf onların yanına çıkınca şehir kadınlarıda Yusuf 'un güzelliği karşısında şaşkınlıktan ellerini keserler. Azizin karısı Yusufa olan aşkını itiraf ederek bu sevdadan vazgeçmediğini , Yusuf kendisini red etmeye devam ettiği takdirde ona neler yapabileceğini söyleyerek onu tehdit eder. Burada Yusuf as örnek bir davranış sergileyip iki seçimden birini, yani ya dünya azabından yada ahiret azabından kurtulmak seçimini yapmak zorunda kalmış , sonunda ahiret azabından kurtulmayı seçerek dünya azabına razı olmuştur.
35. ayet, adalet kavramının geçen yıllar içinde pek bir değişiklik arz etmediğini, iki davalıdan haklı olan değil elinde gücü bulunduranların haklı çıktığı bir mekanizmanın bizlerce yıldır varolduğunu bizlere göstermektedir. 26. ve27. ayetlerde evrensel adalet kurallarının bilindiği ve uygulandığı bir toplum olmasına rağmen , bu adaletin yönetici kademesi ve yakınlarına uygulanmadığını görüyoruz.
Adalet kavramının tam olarak işlemesi için suçu işleyenin kimliği hesaba katılmadan suçlu veya suçsuz olduğu evrensel adalet kurallarına göre tesbit edilmeli ve sosyal , ekonomik , siyasal konumu hesaba katılmadan hakkındaki karar verilmelidir. Maalesef bu şekil bir adalet her zaman tecelli etmemekte gücü elinde tutanların yönlendirdiği bir mekanizma daha ağır basarak karar verilmektedir.
Allah cc nin ahiretteki mahkemede kulları hakkında nasıl bir karar vereceğini beyan eden ayetler bizlere bu konuda örnek teşkil etmesi gerekmektedir. Kullarının peygamber olması bile onlara bir ayrıcalık tanınmayacağını beyan eden ayetlere , mal , servet , güç sahiplerinin bu güçlerinin onlar için herhangi bir önceliğe sebeb olmayacağını beyan eden ayetler biz kulların hakim konumuna geldiğimiz zaman ne şekil bir karar vermemiz gerektiği noktasında bilgiler vermektedir.
Karar mekanizmasını elinde tutanlar insan olması nedeniyle davalı veya davacı taraftan birine karşı sevgi veya nefret besleyebilir , fakat bu durum onlar hakkında karar verirken asla göz önüne alınmaması gerekir. Davud as kıssası içinde anlatılan 99 koyunu olan birinin tek koyunu olan birisinden o koyunu istemesi şeklinde karşısına gelen davada, Davud as ın mağdur olduğunu iddia eden taraf lehine olarak , diğer tarafı dinlemeden karar vermesi onun hatası olarak anlatılarak , hakim durumunda olanların karar vermek için her iki tarafı dinleyerek adil bir biçimde karar vermeleri gerektiği bizlere beyan edilmektedir.
Sonuç olarak; adalet ilkesi ilk insandan kıyamete kadar hepimiz için lazım olan bir ilke olup davalı veya davacıların sosyal , ekonomik , siyasal konumları ne olursa olsun sade bir vatandaş olarak kanunlar karşısında eşit olmalarını gerektirir. Yönetici kademelerinde oturanların işledikleri herhangi bir suç onların konumu gereği örtülmemeli , evrensel adalet ilkeleri gereği karar verilmelidir. Bugün yönetici makamında olanların adaleti kendi ellerinde yönetmeleri , yarın bu kademeleri ellerinden kaybettikleri zaman adalet adalet diye yalvarmaları "keser döner sap döner bir gün gelir hesap döner" atasözünü unutmamaları gerektiğini hatırlatır. Adalet mekanizması siyasi iktidarların elinde kaldığı müddetçe iktidardakilerin elinde bir silah halinde gelerek "haklı haksız" şeklinde bir ayrımdan çok, "bizden veya bizden olmayan" şeklinde bir ayrım yapılarak karar verilirki bu şekil kararlara her zaman ve her yerde şahitlik etmekteyiz. Kendi düşüncelerinden olan insanların kılına zarar gelmesini hazmedemeyenler , karşılarındaki insanların katledilmeleri karşısında kıllarını bile kıpırdatmamaları adalet ilkesinin yerlerde süründüğünü göstermektedir. Müslümanlar olarak Allah cc nin bizlere öğrettiği adalet ilkeleri doğrultusunda bir dünya kuramadıkça bu zulüm ve haksızlıklar her zaman üstelik adalet adına var olacak ve güçszüler her zaman haksız çıkarak ezilecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
8 Ağustos 2014 Cuma
Yusuf a.s Örneğinde İktisat Yönetimi
Kur'an kıssalarının anlatım amacının önceki yaşanmışlıklardan ibret alınarak doğruların alınması , yanlışların tekrarlanmaması amacına matuf anlatımlar olduğunu kıssalar ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık. Yusuf as kıssası da "ahsenel qasas" (en güzel kıssa) olarak vasıflandırılarak bizlere okunmuş ve okuyanların ibret alarak hayatlarında yer bulması amaçlanmıştır. Yusuf as ın Mısır yönetimine geçmesinden sonra yapmış olduğu kıtlık ekonomisi yönetimi evrensel bir mesaj taşımakta olup her zaman için muhtemel olan darlıkta kaynakların nasıl kullanılacağı bizlere öğretilmiştir.
İktisat ,mal ve hizmetlerin üretimi , dağıtımı ve bölüşümü ile ilgili bir alan olup , sınırsız insan ihtiyaçlarının karşılanmasında kıt kaynakların kullanılmasını adil bir biçimde kullanılmasını sağlayan bir bilim dalıdır. İktisadi hayat insanlığın vazgeçilmez bir unsuru olup, kur'anın insan hayatı ile ilgili düzenlemeleri bu alan içinde geçerlidir ve Yusuf as örnekliğinde bu yönetimin devlet bazında nasıl olması gerektiğinin ipuçları verilmiştir.
Araf s. 31. ayetinde "yiyiniz içiniz israf etmeyiniz çünkü Allah israf edenleri sevmez" cümlesi kişisel bazdan taa devlet bazına kadar genişleyebilecek halkaya hitab eden bir cümle olarak kişilerin ve devletlerin uyması gereken kuralı beyan etmektedir.
İktisat yönetiminin örnekliğini gördüğümüz ayetler şu şekildedir.
[012.043] Bir gün melik (hükümdar) dedi ki: «Ben rüyamda yedi cılız ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Siz rüya tabir edebiliyorsanız benim bu rüyamın tabirini bana bildirin.»
[012.044] Dediler ki: «Karmakarışık bir rüya ve biz karışık rüyaları yormaya bilgi sahipleri değiliz.»
[012.045] (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusuf'u) hatırlayarak dedi ki: Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.
[012.046] Hapishaneye varıp: «Ey doğru sözlü Yusuf! Rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler» dedi.
[012.047] Dedi ki: Yedi sene alıştığınız biçimde ekin. Yediğiniz bir mikdar dışında biçtiklerinizi başağında bırakın.
[012.048] Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir. Saklayacağınız az bir mikdar dışında biriktirdiklerinizi yer, götürür.
[012.049] Sonra onun arkasından hakin sıkıntıdan kurtulacağı, sıkıp sağacağı bir yıl gelecek.»
Bu ayetleri sadece Yusuf as zamanı ile sınırlı olarak değilde, dünyada geçerli olan evrensel yasalar bazında okuduğumuz zaman tüm zamanlara mesajı olduğu görülecektir. Olayı meliğin gördüğü rüyanın tevilinin gerçekçi bir bir biçimde yapılması olarak görüp rüyaların gizemleri ile vakit geçirmeyi medyumlara bırakarak kıssayı mesaj içerikli olarak okumaya çalışalım.
[013.026] Allah dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bir ölçüye göre verir. Dünya hayatıyla övünenler bilsinler ki dünyadaki hayat ahiret yanında sadece bir geçimlikten ibarettir.
Yukarda mealini vermiş olduğumuz rad s. 26. ayeti gibi ayetler kur'anın diğer surelerinde pek çok defa zikredilmiştir. Allah cc nin rızkı bir ölçüye göre vermek demesi keyfilik olarak değil koymuş olduğu evrensel yasalar dahilinde işlemekte olan kuralları hatırlatmaktadır. Rızkı elde etmek için çalışan mü'min veya kafir olsun bunlar arasında hiç bir şekilde ayrım yapmadan Errahman isminin tecellisi gereğince çalışana çalıştığı kadar karşılığını verir.
[015.021] Hazinesi Bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.
[023.018] Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu gidermeye de kadiriz.
[042.027] Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi, yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, dilediğini bir ölçüye göre indirir. Doğrusu O, kullarından haberdardır, onları görendir.
[043.011] O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz. İşte siz de böyle diriltileceksiniz.
[042.028] O’dur ki insanlar artık ümitlerini kestikten sonra yağmur indirir, rahmetini her tarafa yayar. O, gerçek dost ve hâmidir, bütün övgülere ve hamdlere lâyıktır.
[002.155] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
Yukarda verdiğimiz ayet örneklerini dünyada geçerli olan evrensel kurallar olarak okuyarak kıt kaynakların her zaman aynı seviyede bol olarak insanlara verilmediği , bolluk zamanında gelebilecek olan darlığa karşı hazırlıklı olmak üzere birikim yapılması gerektiği şeklinde okumak gerekmektedir. Olayı en küçük birim olan kişiden en büyük birim olan devlet bazında düşünürsek bu olgu değişmez.
Hiç bir insan hayatı boyunca tek düze olarak sadece darlık veya bolluk içinde ,hiç bir devlette tek düze olarak sadece darlık veya bolluk içinde bir hayat idame ettirmez, kişilerin ve devletlerin hayatlarında inişler ve çıkışlar her zaman olmuş ve olacak olup bu evrensel bir kuraldır. Önemli olan bu inişler ve çıkışları doğru okumak ve doğru yönetmektir, kur'an bu iniş ve çıkışları Yusuf as örneğinde nasıl okunacağını ve nasıl yönetileceğini bizlere öğretmektedir.
Kur'an bu olaylarıda imtihan kelimesi çerçevesinde değerlendirmekte ve kişilerin başına gelen olmulu veya olumsuz olarak görülen ne varsa imtihan olduğu ve bu olayları bu şekil okuyarak isyan etmeyip sabredenlerin mükafatlanacaklarını beyan eder. İmtihan denilen olgu sadece darlık ile sınırlı olmayıp bollukta bir imtihandır. Kişilerin darlıkta sabretmeleri demek yan gelip yatmaları anlamında değil darlığı meydana getiren sebebleri ortadan kaldırmaya çalışmak şeklinde algılanmalıdır. Bolluk ile imtihan ise o bolluğu saçıp savurmak değil , verilen bolluğu doğru şekilde kullanmak şeklinde olur, bu doğru kullanımın nasıl olması gerektiği kur'anda bir çok ayette beyan edilmiştir.
Kişisel bazda iktisat yönetimi kişinin kazandığı kadar harcaması ve bu kazandığından belli bir miktarıda sıkıntılı anlarda harcamak için saklaması şeklinde olur. Bu saklama tevbe s. 35. ayetinde anlatılan şekli ile asla olmamalı , kişinin sahip olduğu birikimin bir kısmı zekat,sadaka,infak ayetleri doğrultusunda harcanmalıdır.
[009.034-35] Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, «Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın» denecek.
[017.026] Akrabaya hakkını ver; yoksula, yolda kalmış olana da; bununla beraber saçıp savurma!
[017.027] Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
Verdiğimiz örnek ayet mealleri vermenin ne şekilde olmasını öğütlemektedir,ne infaktan geri duracak şekilde birikim yapılmalı, nede elindekinin tamamını saçıp savurarak başkasına muhtaç kalacak şekilde israf edilmelidir.
Kişiler kendi iktisadı hayatlarını bu şekilde düzenledikleri zaman toplumdada iktisadi yönden herhangi bir kriz durumu yaşanması şeklindeki olaylar zuhur etmez. Devlet yönetimi kişilerin iktisadi hayatını yönetmektende sorumlu olmaları gerektiğini düşünmekteyiz, günümüzdeki liberal ekonomi veya pazar ekonomisi deyimlerine pek uygun düşmesede, kişilerin harcamalarını teşvik ederek onları iktisadi yönden sıkıntıya sokabilecek durumlara düşmelerini engellemek devletin görevleri arasında olması gerekmektedir.
Yeniden kıssaya dönecek olursak,Yusuf as örneğindeki iktisad yönetiminde ekonomi yönetiminin tek elden yürütüldüğünü görmekteyiz. Meliğin rüyasını yorumlamak konusunda aciz kalan melesi rüyada belkide bir takım esrarlı hakikatler!! olabileceğini düşünerek altından kalkamamışlar , aynı rüyayı Yusuf as ın tevil etme yöntemi bizler için bir örneklik teşkil etmesi gerekmektedir. Hayatın gerçeklerini okumayı bilen Yusuf as ülkelerin kaderi şeklinde tarif edebileceğimiz iktisadi hayattati iniş ve çıkışların sünnetullah gereği olarak Mısır içinde geçerli olduğunu bilen birisi olarak rüyayı gerçekçi bir biçimde yorumlamış ve bu doğrultuda bir yönetim sergilemek için Melikten kendisini ülke yönetiminin başına geçirmesini istemiştir.
[012.047] Yusuf: «Devamlı yedi sene ekin ekip, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında bırakın.»
[012.048] «Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar saklarsınız.»
Yusuf as ın tevili sadece yerel bazda değil dün , bugün ve yarın kişilerin ve devletlerin uyması gereken evrensel yasaları ifade etmektedir. Hangi kişi veya hangi devlet olursa olsun bolluk anında , yarın meydana gelebilecek olan darlığa karşı önlem almadan bugün kazandıklarını bugün yedikleri takdirde ağustos böceği misali kışın aç kalmaya mahkumdurlar. Varlık anında yarını düşünerek yapılan yatırımlar darlık anında devreye sokularak darlık geçene kadar kişileri ve devletleri ele güne muhtaç olmaktan koruyacaktır.
[012.059] Onların yüklerini hazırlatınca şöyle dedi: «Baba bir kardeşinizi bana getirin. Sizlere ölçüyü bol tuttuğumu ve benim misafir konuklayanların en iyisi olduğumu görmüyor musunuz?»
59. ayetteki " ölçüyü bol tutmak ve misafirperverlik" şeklinde karşımıza çıkan durum darlık ekonomisini yönetmenin bir kuralı olarak yöneticilerin işi sıkı tutması ve muhtaç olanlara karşı nasıl davanmaları gerektiğinin ipuçlarını vermektedir.
[012.060] «Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden bir ölçek bile alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın da.»
60. ayeti mesaj içerikli okuduğumuz takdirde , cömert , misafirperver , muhtaç olana karşı müşfik davranan Yusuf as ın ipleri elinde sıkı skıya tuttuğu karşısındaki insandan ibr isteği karşısında tavizkar davranmadığını anlayabiliriz,insanları yönetmek demek onların başlarına vurarak yönetmek değil , onlara müşfik davranmamın yanısıra konulan kurallarada riayet etmelerini sağlamaktır, yöneticeler tarafından verilebilecek en küçük bir taviz iğne deliği kadar olsa , bu delik büyütülerek onarılması güç yıkımlara sebebiyet verebilir.
Hayatın inişli ve çıkışlı olmsı sadece Mısıra ve Yusuf as dönemine has bir durum değil evrensel bir yasa olduğunu daha önce hatırlatmıştık , bu yasaların işleyişini başka ayetlerdede görmekteyiz.
[007.094-96] Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz. Sonra kötülüğün yerine iyiliği koyduk, öyle ki, çoğalıp, «babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı» dediler. Bu yüzden onları haberleri olmadan, ansızın yakalayıverdik.Eğer kentlerin halkı inanmış ve Bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.
[006.042-45] Şüphesiz ki, senden önce ümmetlere peygamberler göndermiştik; onları yalvarsınlar diye darlık ve sıkıntıya sokmuştuk. Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını câzip gösterdi.Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler. Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.
Bu ayetleri yerel bazda değilde arz üzerinde geçerli olan evrensel kuralların işlemesinin örneği olurak okursak karşımıza şöyle bir manzara çıkacaktır. Darlık ve sıkıntılar insanların ve ülkelerin her zaman karşılaşabilecekleri olağan durumlardır. Kişiler ve uluslar darlık ile ilgili olarak Allah cc nin kendilerine öğütlediği amelleri yapmayıp aksi davranışlarda bulundukları ve , belli bir zaman sonra bolluğa kavuştukları takdirde eski darlıktan ders çıkarmadıkları takdirde aynı durum başlarına gelerek helake uğramaları evrensel bir kuraldır yani Allah cc nin sünnetidir. Bu durumu, en yakın örnek olarak ülkemiz üzerinde nasıl olabileceğini görelim.
Türkiyede hatırı sayılır bir kriz olarak "ecevit krizi" dediğimiz bir kriz yaşadık , bundan önce aynı şekilde bir çok krizler yaşadığımızı unutmadan yakın bir örnek olduğu için bu krizi örnek gösteriyorum. Hiç birimiz krizin oluşumundaki payını görmek istemeden bir yerleri suçlamaya ve kendisini bu krizin sorumlusu olarak görmek istemedi , halbuki ülkelerin krize girmesinde en önemli faktör o ülkeyi oluşturan halkın harcama konusundaki israflı tutumudur. İstisnaları olmakla birlikte bir çok insan krizden etkilendi ve bu durum harcamaların etkileyerek alışmış oldukları hayat tarzlarına bir süreliğine ara vermelerini gerektirdi. Bu ara vermede yine istisnaları olmakla birlikte bir çok insan bunun sebeblerini araştırarak başlarına gelenden ders çıkarmak ve bir daha böyle bir duruma düşmemek için gerekli olan önlemleri almayı hatırına getirmedi.
Ecevit krizinin etkileri belli zaman sonra kayboldu ve halk eski yaşadıklarını unutarak aynı şeyin başlarına gelebileceği tehlikesini hatıra getirmeden alışmış oldukları hayat tarzına dönmeye başladılar. Tv lerin ekonomi haberlerine baktığımız zaman ekonomistlerin ülkemizin kredi kartı borcu olanların veya tüketici kredisi alanların oranlarının tehlikeli boyutlara geldiğini her fırsatta dile getirmeleri yeni bir krizin kapıda olduğunu göstermektedir.
Arabalarının modelini her sene yükseltmek için kredi ile araba alanlar , yazın sahil kenarlarına tatile gitmek için tatil kredisi alanlar, bayramlarda eşten dosttan kaçmak için geleneksel bayram kredisi alarak hayatlarını bilmem kaç senesini bankalara ipotek edenlerin sayısı binler değil milyonlarla ifade edilen bir ülkenin helakı başımıza gökten taş yağması şeklinde değil yeniden bir ekonomik krize girerek halkın sıkıntıya düşmesi ülkemizin zengin ülkelerden borç alarak onların hegomonyası altına girmesi şeklinde olacaktır.
Yusuf as örneğinde görüldüğü gibi bir ülke kendi öz kaynaklarını kullanarak yarınlar için yatırım yapması sıkıntıya düştüğü zaman o özkaynakları kullanması şeklinde tezahür eden ekonomi, yönetimi bugün ülkemize baktığımızda dışa bağımlı ithalat ve ihracak dengesi ithalat lehinde bir dengesizlik gösteren bir halde olması özellikle ithal edilen malların ekonomiyi güçlendiren maddeler değil lüks tüketim maddeleri olması kriz çanlarının çalmasına vesile olan bir durumdur. Bankaların böyle bir tüketim tarzını körüklemesi özellikle tv reklamları yolu ile , kredi almayan veya kredi kartı olmayanların sanki çok büyük bir hata yaptıklarını empoze etmeleri ve bunlara kanarak ağlarına düşenlerin feryatları kulaklarımızdan hala gitmedi.
Özkaynakları kullanarak üretim yapmak ve dışa bağımlı olmadan bir hayat sürdürmek kişileri ve o kişilerin oluşturduğu ulusların iktisadi hayatları için önemli bir unsurdur. Dışardan ithal ettiğimiz lüks tüketim mallarını almak için , sahipleri yabancı olan bankalardan kredi alarak bunlara sahip olmamız için kurulan tezgahların altında ülkeleri köleleştirme planları yatmaktadır.
Sonuç olarak; kıssaları mesaj içerikli olarak okuma metodu içinde , Yusuf as ın Mısır ülkesinin iktisadi hayatını yönetmesi ve bu yönetim tarzının bizler için örneklik teşkil etmesi gerektiğini vurgulamaya çalıştık. Sünnetullah yasaları gereği kişilerin ve ülkelerin hayatları iniş ve çıkışlar göstererek bu iniş ve çıkışlara verdikleri cevaplar bizlere geçmişlerin örnekleri verilerek anlatılmakta ve o anlatımlardan örnekler alınarak olumlu ve olumsuz tarafları görmemiz istenmektedir. Geçim araçlarının her daim insanlar için aynı şekilde olmadıkları gerçeğinden yola çıkılarak "bollukta biriktirip darlıkta harcamak" diyebileceğimiz bir tutum ile darlık ekonomisinin idare edilebileceği Yusuf as örneğinde bizlere öğretilmiştir. Yusuf as örneği özellikle iktisadi hayatın devlet yöneticilerinin elinde olmasının tek sesli bir yönetimin daha kolay ve daha sonuç verici olduğunu göstermektedir. Bu tekelciliği devlet kademelerindeki kişilerin Allah cc nin kendilerine kıyamet günü yaptıklarının hesabını tek tek soracağını bilen kişiler olması gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır. Ahiret bilincinden yoksun insanların elindeki bir devlet yönetiminin ne hale gelebileceğini sanırım söylememize bile gerek yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
İktisat ,mal ve hizmetlerin üretimi , dağıtımı ve bölüşümü ile ilgili bir alan olup , sınırsız insan ihtiyaçlarının karşılanmasında kıt kaynakların kullanılmasını adil bir biçimde kullanılmasını sağlayan bir bilim dalıdır. İktisadi hayat insanlığın vazgeçilmez bir unsuru olup, kur'anın insan hayatı ile ilgili düzenlemeleri bu alan içinde geçerlidir ve Yusuf as örnekliğinde bu yönetimin devlet bazında nasıl olması gerektiğinin ipuçları verilmiştir.
Araf s. 31. ayetinde "yiyiniz içiniz israf etmeyiniz çünkü Allah israf edenleri sevmez" cümlesi kişisel bazdan taa devlet bazına kadar genişleyebilecek halkaya hitab eden bir cümle olarak kişilerin ve devletlerin uyması gereken kuralı beyan etmektedir.
İktisat yönetiminin örnekliğini gördüğümüz ayetler şu şekildedir.
[012.043] Bir gün melik (hükümdar) dedi ki: «Ben rüyamda yedi cılız ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Siz rüya tabir edebiliyorsanız benim bu rüyamın tabirini bana bildirin.»
[012.044] Dediler ki: «Karmakarışık bir rüya ve biz karışık rüyaları yormaya bilgi sahipleri değiliz.»
[012.045] (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusuf'u) hatırlayarak dedi ki: Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.
[012.046] Hapishaneye varıp: «Ey doğru sözlü Yusuf! Rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler» dedi.
[012.047] Dedi ki: Yedi sene alıştığınız biçimde ekin. Yediğiniz bir mikdar dışında biçtiklerinizi başağında bırakın.
[012.048] Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir. Saklayacağınız az bir mikdar dışında biriktirdiklerinizi yer, götürür.
[012.049] Sonra onun arkasından hakin sıkıntıdan kurtulacağı, sıkıp sağacağı bir yıl gelecek.»
Bu ayetleri sadece Yusuf as zamanı ile sınırlı olarak değilde, dünyada geçerli olan evrensel yasalar bazında okuduğumuz zaman tüm zamanlara mesajı olduğu görülecektir. Olayı meliğin gördüğü rüyanın tevilinin gerçekçi bir bir biçimde yapılması olarak görüp rüyaların gizemleri ile vakit geçirmeyi medyumlara bırakarak kıssayı mesaj içerikli olarak okumaya çalışalım.
[013.026] Allah dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bir ölçüye göre verir. Dünya hayatıyla övünenler bilsinler ki dünyadaki hayat ahiret yanında sadece bir geçimlikten ibarettir.
Yukarda mealini vermiş olduğumuz rad s. 26. ayeti gibi ayetler kur'anın diğer surelerinde pek çok defa zikredilmiştir. Allah cc nin rızkı bir ölçüye göre vermek demesi keyfilik olarak değil koymuş olduğu evrensel yasalar dahilinde işlemekte olan kuralları hatırlatmaktadır. Rızkı elde etmek için çalışan mü'min veya kafir olsun bunlar arasında hiç bir şekilde ayrım yapmadan Errahman isminin tecellisi gereğince çalışana çalıştığı kadar karşılığını verir.
[015.021] Hazinesi Bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.
[023.018] Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu gidermeye de kadiriz.
[042.027] Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi, yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, dilediğini bir ölçüye göre indirir. Doğrusu O, kullarından haberdardır, onları görendir.
[043.011] O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz. İşte siz de böyle diriltileceksiniz.
[042.028] O’dur ki insanlar artık ümitlerini kestikten sonra yağmur indirir, rahmetini her tarafa yayar. O, gerçek dost ve hâmidir, bütün övgülere ve hamdlere lâyıktır.
[002.155] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
Yukarda verdiğimiz ayet örneklerini dünyada geçerli olan evrensel kurallar olarak okuyarak kıt kaynakların her zaman aynı seviyede bol olarak insanlara verilmediği , bolluk zamanında gelebilecek olan darlığa karşı hazırlıklı olmak üzere birikim yapılması gerektiği şeklinde okumak gerekmektedir. Olayı en küçük birim olan kişiden en büyük birim olan devlet bazında düşünürsek bu olgu değişmez.
Hiç bir insan hayatı boyunca tek düze olarak sadece darlık veya bolluk içinde ,hiç bir devlette tek düze olarak sadece darlık veya bolluk içinde bir hayat idame ettirmez, kişilerin ve devletlerin hayatlarında inişler ve çıkışlar her zaman olmuş ve olacak olup bu evrensel bir kuraldır. Önemli olan bu inişler ve çıkışları doğru okumak ve doğru yönetmektir, kur'an bu iniş ve çıkışları Yusuf as örneğinde nasıl okunacağını ve nasıl yönetileceğini bizlere öğretmektedir.
Kur'an bu olaylarıda imtihan kelimesi çerçevesinde değerlendirmekte ve kişilerin başına gelen olmulu veya olumsuz olarak görülen ne varsa imtihan olduğu ve bu olayları bu şekil okuyarak isyan etmeyip sabredenlerin mükafatlanacaklarını beyan eder. İmtihan denilen olgu sadece darlık ile sınırlı olmayıp bollukta bir imtihandır. Kişilerin darlıkta sabretmeleri demek yan gelip yatmaları anlamında değil darlığı meydana getiren sebebleri ortadan kaldırmaya çalışmak şeklinde algılanmalıdır. Bolluk ile imtihan ise o bolluğu saçıp savurmak değil , verilen bolluğu doğru şekilde kullanmak şeklinde olur, bu doğru kullanımın nasıl olması gerektiği kur'anda bir çok ayette beyan edilmiştir.
Kişisel bazda iktisat yönetimi kişinin kazandığı kadar harcaması ve bu kazandığından belli bir miktarıda sıkıntılı anlarda harcamak için saklaması şeklinde olur. Bu saklama tevbe s. 35. ayetinde anlatılan şekli ile asla olmamalı , kişinin sahip olduğu birikimin bir kısmı zekat,sadaka,infak ayetleri doğrultusunda harcanmalıdır.
[009.034-35] Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, «Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın» denecek.
[017.026] Akrabaya hakkını ver; yoksula, yolda kalmış olana da; bununla beraber saçıp savurma!
[017.027] Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
Verdiğimiz örnek ayet mealleri vermenin ne şekilde olmasını öğütlemektedir,ne infaktan geri duracak şekilde birikim yapılmalı, nede elindekinin tamamını saçıp savurarak başkasına muhtaç kalacak şekilde israf edilmelidir.
Kişiler kendi iktisadı hayatlarını bu şekilde düzenledikleri zaman toplumdada iktisadi yönden herhangi bir kriz durumu yaşanması şeklindeki olaylar zuhur etmez. Devlet yönetimi kişilerin iktisadi hayatını yönetmektende sorumlu olmaları gerektiğini düşünmekteyiz, günümüzdeki liberal ekonomi veya pazar ekonomisi deyimlerine pek uygun düşmesede, kişilerin harcamalarını teşvik ederek onları iktisadi yönden sıkıntıya sokabilecek durumlara düşmelerini engellemek devletin görevleri arasında olması gerekmektedir.
Yeniden kıssaya dönecek olursak,Yusuf as örneğindeki iktisad yönetiminde ekonomi yönetiminin tek elden yürütüldüğünü görmekteyiz. Meliğin rüyasını yorumlamak konusunda aciz kalan melesi rüyada belkide bir takım esrarlı hakikatler!! olabileceğini düşünerek altından kalkamamışlar , aynı rüyayı Yusuf as ın tevil etme yöntemi bizler için bir örneklik teşkil etmesi gerekmektedir. Hayatın gerçeklerini okumayı bilen Yusuf as ülkelerin kaderi şeklinde tarif edebileceğimiz iktisadi hayattati iniş ve çıkışların sünnetullah gereği olarak Mısır içinde geçerli olduğunu bilen birisi olarak rüyayı gerçekçi bir biçimde yorumlamış ve bu doğrultuda bir yönetim sergilemek için Melikten kendisini ülke yönetiminin başına geçirmesini istemiştir.
[012.047] Yusuf: «Devamlı yedi sene ekin ekip, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında bırakın.»
[012.048] «Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar saklarsınız.»
Yusuf as ın tevili sadece yerel bazda değil dün , bugün ve yarın kişilerin ve devletlerin uyması gereken evrensel yasaları ifade etmektedir. Hangi kişi veya hangi devlet olursa olsun bolluk anında , yarın meydana gelebilecek olan darlığa karşı önlem almadan bugün kazandıklarını bugün yedikleri takdirde ağustos böceği misali kışın aç kalmaya mahkumdurlar. Varlık anında yarını düşünerek yapılan yatırımlar darlık anında devreye sokularak darlık geçene kadar kişileri ve devletleri ele güne muhtaç olmaktan koruyacaktır.
[012.059] Onların yüklerini hazırlatınca şöyle dedi: «Baba bir kardeşinizi bana getirin. Sizlere ölçüyü bol tuttuğumu ve benim misafir konuklayanların en iyisi olduğumu görmüyor musunuz?»
59. ayetteki " ölçüyü bol tutmak ve misafirperverlik" şeklinde karşımıza çıkan durum darlık ekonomisini yönetmenin bir kuralı olarak yöneticilerin işi sıkı tutması ve muhtaç olanlara karşı nasıl davanmaları gerektiğinin ipuçlarını vermektedir.
[012.060] «Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden bir ölçek bile alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın da.»
60. ayeti mesaj içerikli okuduğumuz takdirde , cömert , misafirperver , muhtaç olana karşı müşfik davranan Yusuf as ın ipleri elinde sıkı skıya tuttuğu karşısındaki insandan ibr isteği karşısında tavizkar davranmadığını anlayabiliriz,insanları yönetmek demek onların başlarına vurarak yönetmek değil , onlara müşfik davranmamın yanısıra konulan kurallarada riayet etmelerini sağlamaktır, yöneticeler tarafından verilebilecek en küçük bir taviz iğne deliği kadar olsa , bu delik büyütülerek onarılması güç yıkımlara sebebiyet verebilir.
Hayatın inişli ve çıkışlı olmsı sadece Mısıra ve Yusuf as dönemine has bir durum değil evrensel bir yasa olduğunu daha önce hatırlatmıştık , bu yasaların işleyişini başka ayetlerdede görmekteyiz.
[007.094-96] Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz. Sonra kötülüğün yerine iyiliği koyduk, öyle ki, çoğalıp, «babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı» dediler. Bu yüzden onları haberleri olmadan, ansızın yakalayıverdik.Eğer kentlerin halkı inanmış ve Bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.
[006.042-45] Şüphesiz ki, senden önce ümmetlere peygamberler göndermiştik; onları yalvarsınlar diye darlık ve sıkıntıya sokmuştuk. Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını câzip gösterdi.Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler. Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.
Bu ayetleri yerel bazda değilde arz üzerinde geçerli olan evrensel kuralların işlemesinin örneği olurak okursak karşımıza şöyle bir manzara çıkacaktır. Darlık ve sıkıntılar insanların ve ülkelerin her zaman karşılaşabilecekleri olağan durumlardır. Kişiler ve uluslar darlık ile ilgili olarak Allah cc nin kendilerine öğütlediği amelleri yapmayıp aksi davranışlarda bulundukları ve , belli bir zaman sonra bolluğa kavuştukları takdirde eski darlıktan ders çıkarmadıkları takdirde aynı durum başlarına gelerek helake uğramaları evrensel bir kuraldır yani Allah cc nin sünnetidir. Bu durumu, en yakın örnek olarak ülkemiz üzerinde nasıl olabileceğini görelim.
Türkiyede hatırı sayılır bir kriz olarak "ecevit krizi" dediğimiz bir kriz yaşadık , bundan önce aynı şekilde bir çok krizler yaşadığımızı unutmadan yakın bir örnek olduğu için bu krizi örnek gösteriyorum. Hiç birimiz krizin oluşumundaki payını görmek istemeden bir yerleri suçlamaya ve kendisini bu krizin sorumlusu olarak görmek istemedi , halbuki ülkelerin krize girmesinde en önemli faktör o ülkeyi oluşturan halkın harcama konusundaki israflı tutumudur. İstisnaları olmakla birlikte bir çok insan krizden etkilendi ve bu durum harcamaların etkileyerek alışmış oldukları hayat tarzlarına bir süreliğine ara vermelerini gerektirdi. Bu ara vermede yine istisnaları olmakla birlikte bir çok insan bunun sebeblerini araştırarak başlarına gelenden ders çıkarmak ve bir daha böyle bir duruma düşmemek için gerekli olan önlemleri almayı hatırına getirmedi.
Ecevit krizinin etkileri belli zaman sonra kayboldu ve halk eski yaşadıklarını unutarak aynı şeyin başlarına gelebileceği tehlikesini hatıra getirmeden alışmış oldukları hayat tarzına dönmeye başladılar. Tv lerin ekonomi haberlerine baktığımız zaman ekonomistlerin ülkemizin kredi kartı borcu olanların veya tüketici kredisi alanların oranlarının tehlikeli boyutlara geldiğini her fırsatta dile getirmeleri yeni bir krizin kapıda olduğunu göstermektedir.
Arabalarının modelini her sene yükseltmek için kredi ile araba alanlar , yazın sahil kenarlarına tatile gitmek için tatil kredisi alanlar, bayramlarda eşten dosttan kaçmak için geleneksel bayram kredisi alarak hayatlarını bilmem kaç senesini bankalara ipotek edenlerin sayısı binler değil milyonlarla ifade edilen bir ülkenin helakı başımıza gökten taş yağması şeklinde değil yeniden bir ekonomik krize girerek halkın sıkıntıya düşmesi ülkemizin zengin ülkelerden borç alarak onların hegomonyası altına girmesi şeklinde olacaktır.
Yusuf as örneğinde görüldüğü gibi bir ülke kendi öz kaynaklarını kullanarak yarınlar için yatırım yapması sıkıntıya düştüğü zaman o özkaynakları kullanması şeklinde tezahür eden ekonomi, yönetimi bugün ülkemize baktığımızda dışa bağımlı ithalat ve ihracak dengesi ithalat lehinde bir dengesizlik gösteren bir halde olması özellikle ithal edilen malların ekonomiyi güçlendiren maddeler değil lüks tüketim maddeleri olması kriz çanlarının çalmasına vesile olan bir durumdur. Bankaların böyle bir tüketim tarzını körüklemesi özellikle tv reklamları yolu ile , kredi almayan veya kredi kartı olmayanların sanki çok büyük bir hata yaptıklarını empoze etmeleri ve bunlara kanarak ağlarına düşenlerin feryatları kulaklarımızdan hala gitmedi.
Özkaynakları kullanarak üretim yapmak ve dışa bağımlı olmadan bir hayat sürdürmek kişileri ve o kişilerin oluşturduğu ulusların iktisadi hayatları için önemli bir unsurdur. Dışardan ithal ettiğimiz lüks tüketim mallarını almak için , sahipleri yabancı olan bankalardan kredi alarak bunlara sahip olmamız için kurulan tezgahların altında ülkeleri köleleştirme planları yatmaktadır.
Sonuç olarak; kıssaları mesaj içerikli olarak okuma metodu içinde , Yusuf as ın Mısır ülkesinin iktisadi hayatını yönetmesi ve bu yönetim tarzının bizler için örneklik teşkil etmesi gerektiğini vurgulamaya çalıştık. Sünnetullah yasaları gereği kişilerin ve ülkelerin hayatları iniş ve çıkışlar göstererek bu iniş ve çıkışlara verdikleri cevaplar bizlere geçmişlerin örnekleri verilerek anlatılmakta ve o anlatımlardan örnekler alınarak olumlu ve olumsuz tarafları görmemiz istenmektedir. Geçim araçlarının her daim insanlar için aynı şekilde olmadıkları gerçeğinden yola çıkılarak "bollukta biriktirip darlıkta harcamak" diyebileceğimiz bir tutum ile darlık ekonomisinin idare edilebileceği Yusuf as örneğinde bizlere öğretilmiştir. Yusuf as örneği özellikle iktisadi hayatın devlet yöneticilerinin elinde olmasının tek sesli bir yönetimin daha kolay ve daha sonuç verici olduğunu göstermektedir. Bu tekelciliği devlet kademelerindeki kişilerin Allah cc nin kendilerine kıyamet günü yaptıklarının hesabını tek tek soracağını bilen kişiler olması gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır. Ahiret bilincinden yoksun insanların elindeki bir devlet yönetiminin ne hale gelebileceğini sanırım söylememize bile gerek yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
7 Ağustos 2014 Perşembe
Cibril Hadisi Üzerine Bir Değerlendirme
"Cibril hadisi" olarak bilinen hadis rivayet kültürü içinde yer alan meşhur bir hadistir. Yazımızda bu hadis ile ilgili olarak bir değerlendirme yapmaya çalışarak özellikle hadiste geçen Cibrilin, insan şekli ile gelip gelmediği konusunu irdelemeye çalışacağız, rivayet şu şekildedir.
"Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.s.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:
"Cibril hadisi" olarak bilinen hadis rivayet kitaplarında 60 değişik versiyonu olan bir rivayet olup, bütün rivayetlerde metin ve ravi yönünden tenkide tabi tutulabilecek yönlerin mevcut olması, bütün rivayetlerde rastladığımız sorunların benzeri olup , aynı sorun buradada karşımıza çıkmaktadır. Biz rivayetin içinde geçen konuları değil bu hadisi "Cibril hadisi" olarak meşhurlaştıran rivayetteki kişi üzerinden değerlendirmeye gayret edeceğiz.
Bu hadisin rivayet kitaplarında bütün değişik tariklerinde soru sormaya gelen kişinin Cibril olduğuna dair tam bir rivayet birliği yoktur. Bazı tariklerde rivayetin başında "Cibril geldi" , bazı tariklerde Cibril bahsi geçmemekte , bazı tariklerde "Dihyetül kelbi" adlı sahabenin geldiği görülmekle birlikte ağırlıklı olarak rivayetin sonunda gelenin Cibril olduğundan bahsedilmektedir.
Rivayet kültüründe en büyük sorunlardan birisi, Muhammed as sonrası oluşturulmuş olan dini düşüncelerin doğruluğunu onay için hadisler uydurulması veya bazı hadislere ilave şeklinde bir takım sözlerle, oluşturulan düşünceyi doğrulatma tezahürüdür. Cibril hadisi adı altındaki rivayete baktığımız zaman aynı durumun bu hadis içindede geçerli olduğunu görmekteyiz.
İmanın şartları içinde sayılan "kadere iman" ibaresinin bu rivayetin bir kısım tariklerde geçmemesi , özellikle Muhammed as sonrası oluşturulan dini düşüncelerdeki kelami tartışmaların hadisler içine bu tür ilaveler yapılarak doğrulatılmaya çalışıldığı, hadis konusu ile ilgilenenlerin malumudur. Bir çok fırka kendi haklılığını veya karşı fırkanın haksızlığını ispat için hadislere sarılmış ve birçok hadis uydurarak bu düşüncelerini oluşturmaya çalışmışlardır.
"Gayri metluv vahiy" bilindiği üzere hadislere yüklenen bir aşırılık olarak karşımıza çıkmakta ve Muhammed as ın kur'an harici söylediği sözler için kullanılan bir deyimdir. Bu düşünce mensuplarına göre Cibril kur'anı nasıl getirdi ise sünnetide aynı şekilde getirmiştir. Rivayetlere baktığımız zaman sanki Cibril ile hiç ayrılmadığı gibi bir durum oluşturulup ne yapıyorsa ne diyorsa ona Cibril öğretmiş gibi bir durum hasıl olmuştur.
"Rasûlullah'ın (s.a.) yanında Muâviye'nin (bir şeyler) yazdığı bir sırada Cibrîl geldi ve 'Ey Muhammed! Şüphesiz şu yazan, gerçekten emin birisidir!'dedi."
"Cibrîl bana bir herîse (bir çeşit tatlı) getirdi ve: 'Bunu ye ki belini kuvvetlendirsin' dedi"
"Cennete girdim. Cibrîl elime bir elma verdi; onda Osman'ın ismi vardı."
"İsrâ gecesi Cibrîl beni İbrahim'in kabrine götürdü ve: 'İn ve iki rekat namaz kıl' dedi."
"(Peygamber) Cibrîl'e güneş battı mı diye sordu; o da: 'Hayır, evet' diye cevap verdi. Hz. Peygamber: 'Nasıl (hem) hayır, (hem de) evet dedin?' deyince şöyle söyledi: Hayır dediğim andan evet dediğim ana kadar güneş beş yüz senelik mesafeyi katetmiştir!"
"Beyaz gül Peygamber'in (s.a.) terinden, kırmızı gül Cibrîl'in terinden, sarı
gül ise Burâk'ın terinden yaratılmıştır"
Örnekleri buraya sığdırılamayacak kadar çok olan uydurma rivayetler ile Cibril ismi kullanılarak muhatapların uydurmaları kabul etmesinin daha kolay olması sağlanmıştır. "Cibril hadisi" ile maruf rivayetin arka planındada böyle bir düşüncenin olduğunu düşünmekteyiz. Rivayetin içinde geçen "kadere iman" meselesinin kur'ani anlamda bir kadere iman anlamı taşımadığı özellikle bazı sultanların işledikleri cinayetleri masum göstermek için oluşturulmuş bir düşünce olduğu gözden uzak tutulmaz ise rivayetin içine böyle bir inanç yerleştirilerek Cibrile "doğru dedin" diyerek tasdikletilmesi bizleri düşünmeye sevketmelidir.
Kıyamet saatini soran Cibrilin!! ona cevap olarak bilmediğini söylemesi üzerine onunda "bari alametlerinden haber ver" demesi bir çok ayette geçen "ben gaybı bilmem" diyen bir elçi ile nasıl bağdaştırabilir?
Cibrili necm ve tekvir surelerden anladığımıza göre göz ile pek fazla görmüş olmaması bizlere bu tür rivayetlerde geçen Cibril ile alakalandıran rivayetlere karşı temkinli davranmamız gerektiğini hatırlatmaktadır. Namaz konusundada aynı şey geçerli olup rivayetlere baktığımız zaman Cibrilin Muhammed as a gelip namaz kılmayı öğrettiğini okumaktayız. Halbuki kur'ana baktığımız zaman salat kelimesi ile ifade edilen şeylerin ilk defa kur'an ile sabit olmadığı insanlığın başından beri bilinen bir olgu olduğu, Mekkelilerin salat ile ifade edilen şeyin içini şirk ile doldurarak uyguladıkları ve bu şirk bulaşmış salatı kur'anın tevhidi bir boyuta çektiği anlaşılmaktadır.
"Gayri metluv vahiy" düşüncesi islam inancı içine sokulmuş olan en yanlış inançlardan birisidir. Bu inanca göre Muhammed as sanki bir robot mesabesinde ve kendi iradesi çerçevesinde hiç bir eylem yapmamaktadır. Ona atfedilen hadislerde haliyle vahiy mahsulu olup kur'an ile aralarında bir fark yoktur.
Alt yapısı bu şekilde oluşturulan hadis merkezli bir din anlayışında artık tahrif etmeye imkan bulamadığımız kur'an ile aynı değerde olan hadisler vasıtası ile istediğimiz şekilde bir din algısı oluşturmak mümkün hale gelmektedir. Cibrilin karizmatik bir isme sahip olması ve ona tasdiklettirlen şeylerin artık bizler tarafından red edilmesinin imkansız olduğu görüşü ile desteklenen bu tür rivayetler artık dinin asli unsurları !! haline getirilmiş olmaktadır.
Cibril hadisi adı ile maruf rivayetin de böyle bir arka plan düşüncesi içinde aktarılmış olabileceğini düşündüğümüzü ifade ederek , şayet Cibril olarak lanse edilen şahsiyet normal bir insan olsaydı bu rivayet ile ilgili olarak herhangi bir değerlendirmeye gerek duymazdık.
Ayrıca , "Cibril size dininizi öğretmeye geldi" ifadesinin problemli bir ifade olduğunu da düşünmekteyiz. Allah cc dinini öğretmek için yaratmış olduğu beşer cinsinden bir beşeri görevlendirdiğini bir çok ayetinde beyan etmesine rağmen , "ona bir melek indirilmeli değilmiydi?" şeklinde istek beyan eden mekkelilerin istekleri ile örtüşen bir rivayet olduğu görünümü izlenimi vermiş olması yine rivayet hakkında şüphelerimizi kuvvetlendirmektedir.
Cibrilin bize öğrettiği dinde!! kıyamet alametleri ile gaybi haberler olması kur'an içinde iman şartları olarak görmediğimiz "kadere iman" ifadesi olması bizlere kimlerin, kimleri istismar ederek din öğrettiğini düşündürmektedir.
Kader kelime olarak eşyaya konulan ölçü anlamında bir kelime olup kur'anda bu anlamda ifadesini bulmaktadır. Bu şekilde bir iman yani Allah cc nin yarattıkları üzerinde koyduğu ölçülere imanın herhangi bir yanlışlığı olmamakla birlikte kur'ana rağmen oluşturulan kader inancına baktığımız zaman insan iradesi bir tarafa atılmış ve insan Allah cc elinde bir kukla ve yaptıklarından sorumlu olmaması gereken bir varlık haline getirilmiştir. Ehli sünnet akaidi adı altında oluşturulan kader inancı kur'an ile alakası olmayan bir inanç olmayıp birilerini aklama amaçlı oluşturulmuş bir düşünce olması , ve bu düşüncenin Cibril vasıtası ile öğretilmiş!! olması sorgulanması gereken bir durumdur.
Sonuç olarak; klasik hadis usulunde bile senet ve metin yönünden eleştirilen "Cibril hadisi" ile maruf rivayet "gayri metluv vahiy" düşüncesinin bir uzantısı olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Cibril olarak lanse edilen kişinin Muhammed as a sorduklarına "doğru dedin" şeklinde bir cevap vermiş olması , bu rivayet içinde geçen bazı ihtilaflı konuları Cibrile destekleterek vahyi bir durum arzettiği , dolayısı ile reddi mümkün olmayan konular olduğu şeklinde müslümanlar arasında bir inanç yaratmış olması ve bu hadisin "mütevatir" bir rütbeye çıkarılmış olması bizleri bu hadis hakkında bazı arka plan düşünceleri destekleme amacına matuf olduğunu düşündürmektedir.
Hadis külliyatı içinde 60 kadar farklı tariki olan bu rivayetin metinlerinin farklı olması onun mütevatir olarak desteklenmesini zora sokmaktadır. Özellikle "mütevatir hadis" tarifinin bile kişilere göre değişkenlik arz ettiğini hatırlayacak olursak din konusunda oluşturulmuş düşünceleri bizlere empoze etmek isteyenler karşısında çok dikkatli davranmak gerektiği husunun asla göz ardı edilememesi gerektiğini bir kere daha hatırlatmalıdır.
Rivayet eğer Cibril adı verilmeden kitaplarda olmuş olsaydı herhangi bir değerlendirmeye tabi tutma ihtiyacı hissetmeyeceğimizi yeniden hatırlatıp, problemli olduğunu düşündüğümüz konunun rivayet içindeki bazı anlatımların karizmatik bir isime tasdiklettirilerek söz söyleme şansı bırakmamak olduğunu düşündüğümüzü yeniden hatırlatarak Cibril isminin en hafif bir ihtimal ile rivayete sokularak kur'ana rağmen islama sokulmak istenen bazı düşünceleri tasdik amaçlı olduğunu ifade edelim.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
"Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.s.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:
"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne
olduğunu söyle" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "İslâm;
Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de
Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı
dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve
gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat: "Doğru
söyledin" dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem
soruyor, hem de tasdik ediyordu."
"Bana imandan haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
Âllah a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve
ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine
inanmandır" buyurdu. O zât yine:
"Doğru söyledin" dedi. Bu sefer:
"Bana ihsandan haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
" Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet
etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak
görür" buyurdu. O zat:
"Bana kıyametten haber ver" dedi. Rasûlullah
(s.a.s.) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi
sahibi değildir" buyurdular.
"O halde bana alâmetlerinden haber ver" dedi.
Peygamber (s.a.s.):
"Câriyenin kendi sahibesini doğurması
ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının
bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir"
buyurdu. Babam dedi ki:
Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim.
Sonunda Allah Rasûlü bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim
olduğunu biliyor musun?"dedi. "Allah ve Rasûlü bilir"
dedim.
"O Cibrîl'di. Size dininizi öğretmeye
gelmişti" buyurdular. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman
1)."
"Cibril hadisi" olarak bilinen hadis rivayet kitaplarında 60 değişik versiyonu olan bir rivayet olup, bütün rivayetlerde metin ve ravi yönünden tenkide tabi tutulabilecek yönlerin mevcut olması, bütün rivayetlerde rastladığımız sorunların benzeri olup , aynı sorun buradada karşımıza çıkmaktadır. Biz rivayetin içinde geçen konuları değil bu hadisi "Cibril hadisi" olarak meşhurlaştıran rivayetteki kişi üzerinden değerlendirmeye gayret edeceğiz.
Bu hadisin rivayet kitaplarında bütün değişik tariklerinde soru sormaya gelen kişinin Cibril olduğuna dair tam bir rivayet birliği yoktur. Bazı tariklerde rivayetin başında "Cibril geldi" , bazı tariklerde Cibril bahsi geçmemekte , bazı tariklerde "Dihyetül kelbi" adlı sahabenin geldiği görülmekle birlikte ağırlıklı olarak rivayetin sonunda gelenin Cibril olduğundan bahsedilmektedir.
Rivayet kültüründe en büyük sorunlardan birisi, Muhammed as sonrası oluşturulmuş olan dini düşüncelerin doğruluğunu onay için hadisler uydurulması veya bazı hadislere ilave şeklinde bir takım sözlerle, oluşturulan düşünceyi doğrulatma tezahürüdür. Cibril hadisi adı altındaki rivayete baktığımız zaman aynı durumun bu hadis içindede geçerli olduğunu görmekteyiz.
İmanın şartları içinde sayılan "kadere iman" ibaresinin bu rivayetin bir kısım tariklerde geçmemesi , özellikle Muhammed as sonrası oluşturulan dini düşüncelerdeki kelami tartışmaların hadisler içine bu tür ilaveler yapılarak doğrulatılmaya çalışıldığı, hadis konusu ile ilgilenenlerin malumudur. Bir çok fırka kendi haklılığını veya karşı fırkanın haksızlığını ispat için hadislere sarılmış ve birçok hadis uydurarak bu düşüncelerini oluşturmaya çalışmışlardır.
"Gayri metluv vahiy" bilindiği üzere hadislere yüklenen bir aşırılık olarak karşımıza çıkmakta ve Muhammed as ın kur'an harici söylediği sözler için kullanılan bir deyimdir. Bu düşünce mensuplarına göre Cibril kur'anı nasıl getirdi ise sünnetide aynı şekilde getirmiştir. Rivayetlere baktığımız zaman sanki Cibril ile hiç ayrılmadığı gibi bir durum oluşturulup ne yapıyorsa ne diyorsa ona Cibril öğretmiş gibi bir durum hasıl olmuştur.
"Rasûlullah'ın (s.a.) yanında Muâviye'nin (bir şeyler) yazdığı bir sırada Cibrîl geldi ve 'Ey Muhammed! Şüphesiz şu yazan, gerçekten emin birisidir!'dedi."
"Cibrîl bana bir herîse (bir çeşit tatlı) getirdi ve: 'Bunu ye ki belini kuvvetlendirsin' dedi"
"Cennete girdim. Cibrîl elime bir elma verdi; onda Osman'ın ismi vardı."
"İsrâ gecesi Cibrîl beni İbrahim'in kabrine götürdü ve: 'İn ve iki rekat namaz kıl' dedi."
"(Peygamber) Cibrîl'e güneş battı mı diye sordu; o da: 'Hayır, evet' diye cevap verdi. Hz. Peygamber: 'Nasıl (hem) hayır, (hem de) evet dedin?' deyince şöyle söyledi: Hayır dediğim andan evet dediğim ana kadar güneş beş yüz senelik mesafeyi katetmiştir!"
"Beyaz gül Peygamber'in (s.a.) terinden, kırmızı gül Cibrîl'in terinden, sarı
gül ise Burâk'ın terinden yaratılmıştır"
Örnekleri buraya sığdırılamayacak kadar çok olan uydurma rivayetler ile Cibril ismi kullanılarak muhatapların uydurmaları kabul etmesinin daha kolay olması sağlanmıştır. "Cibril hadisi" ile maruf rivayetin arka planındada böyle bir düşüncenin olduğunu düşünmekteyiz. Rivayetin içinde geçen "kadere iman" meselesinin kur'ani anlamda bir kadere iman anlamı taşımadığı özellikle bazı sultanların işledikleri cinayetleri masum göstermek için oluşturulmuş bir düşünce olduğu gözden uzak tutulmaz ise rivayetin içine böyle bir inanç yerleştirilerek Cibrile "doğru dedin" diyerek tasdikletilmesi bizleri düşünmeye sevketmelidir.
Kıyamet saatini soran Cibrilin!! ona cevap olarak bilmediğini söylemesi üzerine onunda "bari alametlerinden haber ver" demesi bir çok ayette geçen "ben gaybı bilmem" diyen bir elçi ile nasıl bağdaştırabilir?
Cibrili necm ve tekvir surelerden anladığımıza göre göz ile pek fazla görmüş olmaması bizlere bu tür rivayetlerde geçen Cibril ile alakalandıran rivayetlere karşı temkinli davranmamız gerektiğini hatırlatmaktadır. Namaz konusundada aynı şey geçerli olup rivayetlere baktığımız zaman Cibrilin Muhammed as a gelip namaz kılmayı öğrettiğini okumaktayız. Halbuki kur'ana baktığımız zaman salat kelimesi ile ifade edilen şeylerin ilk defa kur'an ile sabit olmadığı insanlığın başından beri bilinen bir olgu olduğu, Mekkelilerin salat ile ifade edilen şeyin içini şirk ile doldurarak uyguladıkları ve bu şirk bulaşmış salatı kur'anın tevhidi bir boyuta çektiği anlaşılmaktadır.
"Gayri metluv vahiy" düşüncesi islam inancı içine sokulmuş olan en yanlış inançlardan birisidir. Bu inanca göre Muhammed as sanki bir robot mesabesinde ve kendi iradesi çerçevesinde hiç bir eylem yapmamaktadır. Ona atfedilen hadislerde haliyle vahiy mahsulu olup kur'an ile aralarında bir fark yoktur.
Alt yapısı bu şekilde oluşturulan hadis merkezli bir din anlayışında artık tahrif etmeye imkan bulamadığımız kur'an ile aynı değerde olan hadisler vasıtası ile istediğimiz şekilde bir din algısı oluşturmak mümkün hale gelmektedir. Cibrilin karizmatik bir isme sahip olması ve ona tasdiklettirlen şeylerin artık bizler tarafından red edilmesinin imkansız olduğu görüşü ile desteklenen bu tür rivayetler artık dinin asli unsurları !! haline getirilmiş olmaktadır.
Cibril hadisi adı ile maruf rivayetin de böyle bir arka plan düşüncesi içinde aktarılmış olabileceğini düşündüğümüzü ifade ederek , şayet Cibril olarak lanse edilen şahsiyet normal bir insan olsaydı bu rivayet ile ilgili olarak herhangi bir değerlendirmeye gerek duymazdık.
Ayrıca , "Cibril size dininizi öğretmeye geldi" ifadesinin problemli bir ifade olduğunu da düşünmekteyiz. Allah cc dinini öğretmek için yaratmış olduğu beşer cinsinden bir beşeri görevlendirdiğini bir çok ayetinde beyan etmesine rağmen , "ona bir melek indirilmeli değilmiydi?" şeklinde istek beyan eden mekkelilerin istekleri ile örtüşen bir rivayet olduğu görünümü izlenimi vermiş olması yine rivayet hakkında şüphelerimizi kuvvetlendirmektedir.
Cibrilin bize öğrettiği dinde!! kıyamet alametleri ile gaybi haberler olması kur'an içinde iman şartları olarak görmediğimiz "kadere iman" ifadesi olması bizlere kimlerin, kimleri istismar ederek din öğrettiğini düşündürmektedir.
Kader kelime olarak eşyaya konulan ölçü anlamında bir kelime olup kur'anda bu anlamda ifadesini bulmaktadır. Bu şekilde bir iman yani Allah cc nin yarattıkları üzerinde koyduğu ölçülere imanın herhangi bir yanlışlığı olmamakla birlikte kur'ana rağmen oluşturulan kader inancına baktığımız zaman insan iradesi bir tarafa atılmış ve insan Allah cc elinde bir kukla ve yaptıklarından sorumlu olmaması gereken bir varlık haline getirilmiştir. Ehli sünnet akaidi adı altında oluşturulan kader inancı kur'an ile alakası olmayan bir inanç olmayıp birilerini aklama amaçlı oluşturulmuş bir düşünce olması , ve bu düşüncenin Cibril vasıtası ile öğretilmiş!! olması sorgulanması gereken bir durumdur.
Sonuç olarak; klasik hadis usulunde bile senet ve metin yönünden eleştirilen "Cibril hadisi" ile maruf rivayet "gayri metluv vahiy" düşüncesinin bir uzantısı olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Cibril olarak lanse edilen kişinin Muhammed as a sorduklarına "doğru dedin" şeklinde bir cevap vermiş olması , bu rivayet içinde geçen bazı ihtilaflı konuları Cibrile destekleterek vahyi bir durum arzettiği , dolayısı ile reddi mümkün olmayan konular olduğu şeklinde müslümanlar arasında bir inanç yaratmış olması ve bu hadisin "mütevatir" bir rütbeye çıkarılmış olması bizleri bu hadis hakkında bazı arka plan düşünceleri destekleme amacına matuf olduğunu düşündürmektedir.
Hadis külliyatı içinde 60 kadar farklı tariki olan bu rivayetin metinlerinin farklı olması onun mütevatir olarak desteklenmesini zora sokmaktadır. Özellikle "mütevatir hadis" tarifinin bile kişilere göre değişkenlik arz ettiğini hatırlayacak olursak din konusunda oluşturulmuş düşünceleri bizlere empoze etmek isteyenler karşısında çok dikkatli davranmak gerektiği husunun asla göz ardı edilememesi gerektiğini bir kere daha hatırlatmalıdır.
Rivayet eğer Cibril adı verilmeden kitaplarda olmuş olsaydı herhangi bir değerlendirmeye tabi tutma ihtiyacı hissetmeyeceğimizi yeniden hatırlatıp, problemli olduğunu düşündüğümüz konunun rivayet içindeki bazı anlatımların karizmatik bir isime tasdiklettirilerek söz söyleme şansı bırakmamak olduğunu düşündüğümüzü yeniden hatırlatarak Cibril isminin en hafif bir ihtimal ile rivayete sokularak kur'ana rağmen islama sokulmak istenen bazı düşünceleri tasdik amaçlı olduğunu ifade edelim.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
5 Ağustos 2014 Salı
Yusuf a.s Tağut'un Emri Altındamı Çalıştı?
Kur'an okumalarında yapılan en büyük yanlış , kur'anı içinde bulunduğumuz durumu meşrulaştırmak için kullanılan bir noter kitabı olarak görerek okumaktır. Böyle okumalar sonucunda özellikle yönetim açısından baktığımız zaman, Allah cc nin kanunlarının hakim olmadığı ülkelerdeki bir kısım müslümanların içinde olduğumuz yönetim şeklini meşru göstermek için arayışlara gittiği ve bu arayışlar sonucunda Yusuf as kıssasında tağuti idarelerde görev almanın meşruiyetine dair çıkarımlarda bulunarak o elçi üzerinden yaptıklarını doğru gösterme çabası içinde olduklarını görmekteyiz.
Yazımızın çerçevesini Türkiye olarak sınırlı tutup bu ülkedeki durumun müslümanlar açısından nasıl okunması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşacağız. Ülkemizde son 12 yıl içinde iktidarda bulunan partinin muhafazakar bir kadro ile ülkede iktidarda bulunmuş olması müslümanlar arasında bir takım farklı yorumlar ve ayrılıklara yol açtığı malumdur. Bu muhafazakar kadronun geçmişine bakacak olursak 1970 yılında kurulan milli nizam partisine kadar gittiği görülecektir. O yıllarda Pakistanlı yazar Mevdudinin eserleri tercüme edilerek müslümanlar tarafından okunmaya ve tanınmaya yeni yeni başlamış idi , Mevdudinin "islamda hükümet" adı altında türkçeye çevrilen eserinde Yusuf as ın kıssasından istidlal ile mevcut yönetim içinde görev almanın meşruiyetinin tartışmaya açıldığını görmekteyiz.
Milli nizam partisi ve sonra aynı kadro tarafından açılan partilerin islamcı yazar kadroları böyle bir oluşuma, Yusuf as kıssası üzerinden meşruiyetine delil getirmeye çalıştıklarına o zamandan beri şahid olmaktayız. Yıllar içinde bu kadro en son akp adı altında türkiye siyasi hayatında önemli bir yer tutarak uzun bir iktidar dönemi başlatmıştır.
Yıllarca müslümanlar tarafından eleştirilen türkiyedeki mevcut sistem, özellikle son 12 yıl içinde akp iktidarının başlaması ile dün sistemi eleştiren bazı müslüman aydınlar tarafından bugün sahiplenilmeye başlanmıştır. Müslüman aydınlar bu sahiplenmeyi dini bir söylem üzerinden yaparak sanki bir mecburiyet arz eden br duruma sokmuşlardır. Yusuf as ın Mısır üzerindeki yönetiminin bu düşüncelerini desteklediği zannına kapılan bir takım kişiler tağuti sistemi sahiplenmeyi Yusuf as üzerinden meşru göstermeye çalışmaktadırlar. Yusuf as gerçekten tağuti bir rejime hizmet ederek bizlere bu konuda bir örneklik sergiledimi acaba ? bu sorunun cevabını kıssa içinde geçen ayetleri okuyarak anlamaktan başka bir çaremiz yoktur. Konuyu ilgilendiren ayetler, Yusuf as ın hapisten çıktıktan sonrakiler olup mealleri şu şekildedir.
[012.054] Melik de dedi: getirin bana onu kendime tahsıs edeyim! bunun üzerine onunla konuştu, dedi: sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevkı' sahibisin, eminsin,
[012.055] Dedi: beni Arz hazineleri üzerine ata, çünkü ben iyi korur, iyi bilirim
[012.056] Ve işte böylece Yusuf'u o ülkede yerleştirdik; neresinde isterse makam tutuyordu. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyi davrananların mükafatım zayi etmeyiz.
Hükümdarın nasıl birisi olduğunu anlamak için yine kıssa içinde geçen ayetlerin bize gereki olan bilgiyi verdiğini düşünmekteyiz. Hükümdarın karısının Yusuf as ın nefsinden murad almak istediği zaman yakalandığı an olan sözleri ile Yusuf as ın sözlerinin doğruluğunun bir şahid ile tesbit edilme yolu, hükümdarın astığı astık kestiği kestik zalim bir kişi olmadığını (12/25.29) ,hükümdarın 29. ayette karısına "Sen de günahından dolayı istiğfar et. Sen gerçekten günahkarlardan oldun»." hükümdarın Allah inancına sahip olduğu ve onun hataları bağışladığına iman eden biri olduğunu göstermektedir. Musa as kıssasına baktığımız zaman bir başka mısır hükümdarı olan kişini "ben sizin rabbiniz ve ilahınızım" diyerek ülke halkı üzerinde hegomonya kurduğuna şahid olmaktayız , ancak Yusuf as ın muhatap olduğu hükümdarın böyle bir söylemi yoktur. Surede hükümdar için kullanılan "rab" kelimesinin ıstılahi anlamda bir kullanım değil sözlük anlamda bir kullanım olduğunu hatırlatalım.
Şimdi Yusuf as kıssasındaki hükümdarın sistemi ile içinde bulunduğumuz sistemin ne kadar aynı olabileceğinin bir mukayesesini yapmaya çalışalım. Türkiye cumhuriyeti adı altında yaşadığımız topraklarda hakim olan sistemin kurucusunun adı olan Mustafa Kemal Atatürk kurmuş olduğu devletin özellikle gökten inmiş bir kitap ile yönetilemeyeceğini ifade eden birisi olarak öne çıkması ve sistemi oluşturan kanunların islami olmamasına özellikle dikkat edilerek yapılmış olması bizim nasıl bir sistem içinde yaşadığımız hakkında yeterli bilgiyi verdiğini düşünmekteyiz. Kemalizm adı altında şekillenen bu sistemin kurucusu olan zat kesinlikle dokunulmaz bir kişiliği sahip olup müşrik inancı altında yapılan bütün ritüeller o kişi içinde uygulanmaktadır. İhdas edilen bayram günlerinde anıt kabire gidilerek eda edilen salatın evrensel bir müşrik ritüeli olduğu ve Allah cc den başkalarını ilah edinmenin bir ilanı olduğu kur'an ehli tarafından bilinen bir durumdur. Böyle bir ritüelden kaçmanın halk içinde meydana getirdiği tepki hepimizin malumu olup anıt kabir ve içinde yatan kişi o kadar ilahlaştırılmıştırki kabe ile eşdeğer bir konuma getirildiği yine kur'an ehli tarafından bilinen bir durumdur.
Böyle bir sistem içinde iktidar olan muhafazakarlar bu ritüelleri aynen eda ederek sistemin ilahına olan bağlılıklarını yerine getirmekte olduklarını anıt özel defterine yazdıkları ile ifade etmektedirler. Bu sistem ile mısır hükümdarını aynı görmenin nasıl mümkün olabileceğinin yeniden düşünülmesi gerektiğini yeniden hatırlatmak yerinde olacaktır. Hükümdar ile şu andaki mevcut sistemin birbirleri ile bir yakınlığı olmadığını gördükten sonra durumu Yusuf as ve hükümet olma açısından değerlendirebiliriz.
Türkiye cumhuriyetini yöneten mevcut hükümetler , bu sistemi oluşturan kanunlar bütününe tabi olup , anayasaya karşı herhangi bir yanlış karar verdikleri takdirde yapmış oldukları kanunlar ,ya cumhurbaşkanı yada anayasa mahkemesi tarafından red edilerek iptal edilmektedir. Mevcut olan bütün hükümetler tabi oldukları sistem dahilinde hareket etmek mecburiyetinde olup kendi inançları doğrultusunda bir kanuna asla imza atma yetkileri yoktur.
Türk siyasi hayatında şimdiye kadar iktidar olan muhafazakar partilerin bütünü bu şekilde hareket etmiş olup yanlış hareketleri sonucu kapatılmaları gibi bir tehlike ile karşı karşıya kaldıkları herkesin malumudur. Yusuf suresi ayetlerine baktığımız zaman Yusuf as ın böyle bir yetkisizlik içinde iktidar olmadığı alenen görülmektedir, Yusuf as ın ülke yönetimini eline aldıktan sonra hükümdarın sahneden çekilmesi bunun açık bir delilidir. Bugün mevcut hükümet sistemin bütün kurallarını yıkarak islami bir kural içinde ülkeyi yönetmeye kalktığı zaman başına neler gelebileceğini sanırım yazmaya dahi gerek yoktur.
Yusuf as şartları ile mevcut sistemin şartlarının aynı olmadığı gün gibi aşikar iken bir kısım müslümanların olayı islami bir çerçeve içinden bakma gayreti sonucu kur'anın alet edilmesi diyebileceğimiz bu zorlama okumanın doğru bir okuma olmadığı açıktır. Kur'an kimsenin hatasını örtmek için kullanılabilecek olan bir noter kitabı asla değildir, eğer kur'an okunacak ve ondan hayat için örnek çıkarılacaksa , mevcut hataları örtmek için kılıf aramak şeklinde değil , hayatımıza Allah cc nin emri doğrultusunda nasıl yön verebiliriz ? gibi bir sorunun cevabını aramak metodu ile okuyabiliriz.
Şimdide ortaya yeni bir soru çıktığının farkında olarak kendimize şunu soralım; peki bugün müslümanlar olarak sisteme karşı nasıl bir tavır içinde olmalıyızki eğilmeden bükülmeden dik bir duruş sergilemiş olalım?. Bu soruyu kur'anı kendisine rehber edinen , ve bu kitabın bir yerlere veya sisteme karşı kul köle olmak gibi bir okuyuşla yamultulmaması gerektiğini düşünen birisinin sormuş olduğunu hesap ederek cevabıda ona göre vermeye çalışalım.
Allah cc bizlerin kendisini alemlerin yegane rabbi ve ilahı olarak kabul etmemizi ve sadece ona kul olmamızı emrederek bir çok elçi ile bu emirleri hatırlatmıştır. Gelen elçiler bu gerçeği en küçük bir taviz vermeden kavimlerine tebliğ etmişlerdir, son elçi Muhammed as aynı şekilde kendisinden önceki elçiler gibi bu gerçeği en küçük bir taviz vermeden haykırmıştır. Taviz vermeden tebliğ yapma metodu ona Allah cc nin emri olup özellikle ilk inen sureler bunu açık bir biçimde vurgular.
Allah cc hakimiyet alanını hayatın her alanı içinde olduğunu beyan ederek onu dışlayarak kendi hakimiyetlerini kurmak isteyenlere karşı mücadele edilmesini istemiş ve bu mücadelenin en güzel örnekleri elçiler ile örneklenmiştir. Atamız İbrahim as kavminin tapmış olduğu heykelleri kırarak bu heykellerin şirk olduğunu bizlere öğretmiş ve bizlerinde bu tür şirke karşı nasıl bir tavır almamız gerektiğini göstermiştir.
Gelgelelim, türkiye müslümanlarının bir kısmına baktığımızda her yerde bu sistemin kurucusunun heykeli ve resimleri ile dolu olduğu bir ülke yönetimine gelmenin cevazını yine o putları kıran atamızın anlatıldığı kitabtan arama yoluna gitmeleri geldğimiz noktanın nasıl bir yer olduğunu göstermektedir.
Bizlerin ana hedefi bir ülkenin iktidarına gelmek olsaydı , rabbimiz ,makyavelizmin ana kuralı olan "amaca ulaşmak için her kuralın mübah olduğunu" şeklinde bir kural ile çalışmamızı bildirir, bizde ülke iktidarını ele geçirmek için bugün pensilvanyada ikamet eden kişinin yapmış olduğu şekilde bir yol tutabilirdik.
Ama rabbimiz bizlere böyle bildirmedi , şirki ortadan kaldırmak için yine kendisinin belirlediği kurallar dahilinde hareket etmemizi ve bundan asla taviz vermememizi emretmiştir. Geldiğimiz noktaya baktığımızda ülkede muhafazakar bir iktidar hükümet etmekte ve bu hükümeti destekleyen bir çok müslüman bulunmaktadır.
Hükümet icraatlarına bakıldığında özgürlük adına başörtüsü serbestiyeti gibi toplumun gazını alıcı icraatlar dışında ülke kanunlarını islamileştirme adına yapabildiği bir şeyin olmadığınıda görmekteyiz. Böyle bir şey beklemenin mevcut iktidarın söylemlerine ters olduğu zaten açıktır, iktadara gelirken islami bile diyemeyeceğimiz bir gömleği dahi çıkarttıklarını ifade ederek iktidar olmuş olmaları onların neleri feda ederek iktidar olduklarını göstermektedir.
Bizler kur'anı hayatımızın her anında yol gösteren bir kitab olduğuna iman ederek mevcut sistemi desteklemenin islami açıdan en ufak bir gerekliliği ve zorunluluğu olmadığını düşünerek o sistemi besleyecek olan eylemlere katılmamayı elçilerin örnekliğinden hareketle onların bir sünneti olarak görmek ve sisteme destek adına muhafazakar söylemlere sahip olanların bile sistemi ayakta tutmak çalışmaktan başka bir çıkar yolları olmadığını görmek zorundayız.
İktidarda olan kişilerin namaz , oruç , hacc gibi ritüelleri yapmaları onların Allah cc yi tek ilah olarak gördüklerini anlamına gelmemelidir. Allah cc kendi ilahlığını sadece belirli ritüellere hapsedilmesini değil hayatın her anında kabul edilmesini istemiştir. Bugün bir çok müslümanın kafir ve müşrik diyerek tekfir ettiği tasavvuf erbabının tamamı namaz,oruç,hacc gibi ritüelleri eda etmiş olmaları onların şirkten kurtulmuş olmaları anlamına gelmediğini bilen bir çok akp destekleyicisi müslüman , aynı durumun parti yöneticileri içinde geçerli olduğunun üstünü kapatmaları veya görmezlikten gelmelerini nasıl izah edebiliriz. Mekke müşriklerinin tamamı Allaha inanıyor fakat onun hayat içinde kural koymasını kabul etmiyordu, la ilahe illallah demenin bu anlama geldiğini bilen mekke kodamanları ellerindeki gücün gitmemesi için var güçleri ile çaba sarfetmeleri bu sebebten idi.
Kendisini kur'ana nisbet ederek muvahhid söylemlerde olanların bir kısmının hadis ve tasavvuf ehline müşrik oldukları gerekçesi ile veryansın etmeleri , Allah cc nin kanunlarının sadece hadis ve tasavvuf konuları ile sınırlı olmadığını bilerek her konuda şirkin geçerli olduğunu ve bu şirkin yönetim mekanızmasında olan kişileride kapsadığının şuuruna vakıf olmaları ve hadis ve tasavvuf tekfir ederken yönetimdekileri unutmaları üstüne üstlük onları desteklemeleri kuranın ne kadar içselleştirdiklerini!! göstermektedir.
Sonuç olarak; kur'an eğer bir hidayet ve rehber olarak değilde yapılan yanlışlara kılıf uydurulabilecek bir kitap olarak okunduğu zaman örnek elçilerden olan Yusuf as ın tağuti bir sisteme yandaşlık ederek ona destek olduğu ve bu desteğin bizler için bugüne aktarılarak tağuti sisteme yandaşlık etmemizi gerektiren bir örnek olarak okunma gafletine düşürmesi içten değildir. Kur'an hiçbir şekilde Allah cc nin dışında konulmuş kurallar ile yönetime destek verilmesini istemez , bu yönetim içinde namaz kılan oruç tutan ve kendisine müslüman diyen insanlar olmuş olsada bu insanların tağuti kanunlar ile hükmetmiş olmaları gerçeğini örtmez. Cumhurbaşkanlığı seçimleri arefesinde olduğumuz bu hafta mevcut başbakanın aday olması sanki onun bir kurtarıcı pozisyonunda olduğu gibi görülerek müslümanlar tarafından aşırı bir ilgi görmesi ülke müslümanları açısından yeniden düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu aşırı ilginin pohpohlayıcısı bir kısım yazar çizer müslüman tarafından yapılmış olması onların bunun kur'anı baz alarak yaptıkları anlamına gelmemelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Yazımızın çerçevesini Türkiye olarak sınırlı tutup bu ülkedeki durumun müslümanlar açısından nasıl okunması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşacağız. Ülkemizde son 12 yıl içinde iktidarda bulunan partinin muhafazakar bir kadro ile ülkede iktidarda bulunmuş olması müslümanlar arasında bir takım farklı yorumlar ve ayrılıklara yol açtığı malumdur. Bu muhafazakar kadronun geçmişine bakacak olursak 1970 yılında kurulan milli nizam partisine kadar gittiği görülecektir. O yıllarda Pakistanlı yazar Mevdudinin eserleri tercüme edilerek müslümanlar tarafından okunmaya ve tanınmaya yeni yeni başlamış idi , Mevdudinin "islamda hükümet" adı altında türkçeye çevrilen eserinde Yusuf as ın kıssasından istidlal ile mevcut yönetim içinde görev almanın meşruiyetinin tartışmaya açıldığını görmekteyiz.
Milli nizam partisi ve sonra aynı kadro tarafından açılan partilerin islamcı yazar kadroları böyle bir oluşuma, Yusuf as kıssası üzerinden meşruiyetine delil getirmeye çalıştıklarına o zamandan beri şahid olmaktayız. Yıllar içinde bu kadro en son akp adı altında türkiye siyasi hayatında önemli bir yer tutarak uzun bir iktidar dönemi başlatmıştır.
Yıllarca müslümanlar tarafından eleştirilen türkiyedeki mevcut sistem, özellikle son 12 yıl içinde akp iktidarının başlaması ile dün sistemi eleştiren bazı müslüman aydınlar tarafından bugün sahiplenilmeye başlanmıştır. Müslüman aydınlar bu sahiplenmeyi dini bir söylem üzerinden yaparak sanki bir mecburiyet arz eden br duruma sokmuşlardır. Yusuf as ın Mısır üzerindeki yönetiminin bu düşüncelerini desteklediği zannına kapılan bir takım kişiler tağuti sistemi sahiplenmeyi Yusuf as üzerinden meşru göstermeye çalışmaktadırlar. Yusuf as gerçekten tağuti bir rejime hizmet ederek bizlere bu konuda bir örneklik sergiledimi acaba ? bu sorunun cevabını kıssa içinde geçen ayetleri okuyarak anlamaktan başka bir çaremiz yoktur. Konuyu ilgilendiren ayetler, Yusuf as ın hapisten çıktıktan sonrakiler olup mealleri şu şekildedir.
[012.054] Melik de dedi: getirin bana onu kendime tahsıs edeyim! bunun üzerine onunla konuştu, dedi: sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevkı' sahibisin, eminsin,
[012.055] Dedi: beni Arz hazineleri üzerine ata, çünkü ben iyi korur, iyi bilirim
[012.056] Ve işte böylece Yusuf'u o ülkede yerleştirdik; neresinde isterse makam tutuyordu. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyi davrananların mükafatım zayi etmeyiz.
Hükümdarın nasıl birisi olduğunu anlamak için yine kıssa içinde geçen ayetlerin bize gereki olan bilgiyi verdiğini düşünmekteyiz. Hükümdarın karısının Yusuf as ın nefsinden murad almak istediği zaman yakalandığı an olan sözleri ile Yusuf as ın sözlerinin doğruluğunun bir şahid ile tesbit edilme yolu, hükümdarın astığı astık kestiği kestik zalim bir kişi olmadığını (12/25.29) ,hükümdarın 29. ayette karısına "Sen de günahından dolayı istiğfar et. Sen gerçekten günahkarlardan oldun»." hükümdarın Allah inancına sahip olduğu ve onun hataları bağışladığına iman eden biri olduğunu göstermektedir. Musa as kıssasına baktığımız zaman bir başka mısır hükümdarı olan kişini "ben sizin rabbiniz ve ilahınızım" diyerek ülke halkı üzerinde hegomonya kurduğuna şahid olmaktayız , ancak Yusuf as ın muhatap olduğu hükümdarın böyle bir söylemi yoktur. Surede hükümdar için kullanılan "rab" kelimesinin ıstılahi anlamda bir kullanım değil sözlük anlamda bir kullanım olduğunu hatırlatalım.
Şimdi Yusuf as kıssasındaki hükümdarın sistemi ile içinde bulunduğumuz sistemin ne kadar aynı olabileceğinin bir mukayesesini yapmaya çalışalım. Türkiye cumhuriyeti adı altında yaşadığımız topraklarda hakim olan sistemin kurucusunun adı olan Mustafa Kemal Atatürk kurmuş olduğu devletin özellikle gökten inmiş bir kitap ile yönetilemeyeceğini ifade eden birisi olarak öne çıkması ve sistemi oluşturan kanunların islami olmamasına özellikle dikkat edilerek yapılmış olması bizim nasıl bir sistem içinde yaşadığımız hakkında yeterli bilgiyi verdiğini düşünmekteyiz. Kemalizm adı altında şekillenen bu sistemin kurucusu olan zat kesinlikle dokunulmaz bir kişiliği sahip olup müşrik inancı altında yapılan bütün ritüeller o kişi içinde uygulanmaktadır. İhdas edilen bayram günlerinde anıt kabire gidilerek eda edilen salatın evrensel bir müşrik ritüeli olduğu ve Allah cc den başkalarını ilah edinmenin bir ilanı olduğu kur'an ehli tarafından bilinen bir durumdur. Böyle bir ritüelden kaçmanın halk içinde meydana getirdiği tepki hepimizin malumu olup anıt kabir ve içinde yatan kişi o kadar ilahlaştırılmıştırki kabe ile eşdeğer bir konuma getirildiği yine kur'an ehli tarafından bilinen bir durumdur.
Böyle bir sistem içinde iktidar olan muhafazakarlar bu ritüelleri aynen eda ederek sistemin ilahına olan bağlılıklarını yerine getirmekte olduklarını anıt özel defterine yazdıkları ile ifade etmektedirler. Bu sistem ile mısır hükümdarını aynı görmenin nasıl mümkün olabileceğinin yeniden düşünülmesi gerektiğini yeniden hatırlatmak yerinde olacaktır. Hükümdar ile şu andaki mevcut sistemin birbirleri ile bir yakınlığı olmadığını gördükten sonra durumu Yusuf as ve hükümet olma açısından değerlendirebiliriz.
Türkiye cumhuriyetini yöneten mevcut hükümetler , bu sistemi oluşturan kanunlar bütününe tabi olup , anayasaya karşı herhangi bir yanlış karar verdikleri takdirde yapmış oldukları kanunlar ,ya cumhurbaşkanı yada anayasa mahkemesi tarafından red edilerek iptal edilmektedir. Mevcut olan bütün hükümetler tabi oldukları sistem dahilinde hareket etmek mecburiyetinde olup kendi inançları doğrultusunda bir kanuna asla imza atma yetkileri yoktur.
Türk siyasi hayatında şimdiye kadar iktidar olan muhafazakar partilerin bütünü bu şekilde hareket etmiş olup yanlış hareketleri sonucu kapatılmaları gibi bir tehlike ile karşı karşıya kaldıkları herkesin malumudur. Yusuf suresi ayetlerine baktığımız zaman Yusuf as ın böyle bir yetkisizlik içinde iktidar olmadığı alenen görülmektedir, Yusuf as ın ülke yönetimini eline aldıktan sonra hükümdarın sahneden çekilmesi bunun açık bir delilidir. Bugün mevcut hükümet sistemin bütün kurallarını yıkarak islami bir kural içinde ülkeyi yönetmeye kalktığı zaman başına neler gelebileceğini sanırım yazmaya dahi gerek yoktur.
Yusuf as şartları ile mevcut sistemin şartlarının aynı olmadığı gün gibi aşikar iken bir kısım müslümanların olayı islami bir çerçeve içinden bakma gayreti sonucu kur'anın alet edilmesi diyebileceğimiz bu zorlama okumanın doğru bir okuma olmadığı açıktır. Kur'an kimsenin hatasını örtmek için kullanılabilecek olan bir noter kitabı asla değildir, eğer kur'an okunacak ve ondan hayat için örnek çıkarılacaksa , mevcut hataları örtmek için kılıf aramak şeklinde değil , hayatımıza Allah cc nin emri doğrultusunda nasıl yön verebiliriz ? gibi bir sorunun cevabını aramak metodu ile okuyabiliriz.
Şimdide ortaya yeni bir soru çıktığının farkında olarak kendimize şunu soralım; peki bugün müslümanlar olarak sisteme karşı nasıl bir tavır içinde olmalıyızki eğilmeden bükülmeden dik bir duruş sergilemiş olalım?. Bu soruyu kur'anı kendisine rehber edinen , ve bu kitabın bir yerlere veya sisteme karşı kul köle olmak gibi bir okuyuşla yamultulmaması gerektiğini düşünen birisinin sormuş olduğunu hesap ederek cevabıda ona göre vermeye çalışalım.
Allah cc bizlerin kendisini alemlerin yegane rabbi ve ilahı olarak kabul etmemizi ve sadece ona kul olmamızı emrederek bir çok elçi ile bu emirleri hatırlatmıştır. Gelen elçiler bu gerçeği en küçük bir taviz vermeden kavimlerine tebliğ etmişlerdir, son elçi Muhammed as aynı şekilde kendisinden önceki elçiler gibi bu gerçeği en küçük bir taviz vermeden haykırmıştır. Taviz vermeden tebliğ yapma metodu ona Allah cc nin emri olup özellikle ilk inen sureler bunu açık bir biçimde vurgular.
Allah cc hakimiyet alanını hayatın her alanı içinde olduğunu beyan ederek onu dışlayarak kendi hakimiyetlerini kurmak isteyenlere karşı mücadele edilmesini istemiş ve bu mücadelenin en güzel örnekleri elçiler ile örneklenmiştir. Atamız İbrahim as kavminin tapmış olduğu heykelleri kırarak bu heykellerin şirk olduğunu bizlere öğretmiş ve bizlerinde bu tür şirke karşı nasıl bir tavır almamız gerektiğini göstermiştir.
Gelgelelim, türkiye müslümanlarının bir kısmına baktığımızda her yerde bu sistemin kurucusunun heykeli ve resimleri ile dolu olduğu bir ülke yönetimine gelmenin cevazını yine o putları kıran atamızın anlatıldığı kitabtan arama yoluna gitmeleri geldğimiz noktanın nasıl bir yer olduğunu göstermektedir.
Bizlerin ana hedefi bir ülkenin iktidarına gelmek olsaydı , rabbimiz ,makyavelizmin ana kuralı olan "amaca ulaşmak için her kuralın mübah olduğunu" şeklinde bir kural ile çalışmamızı bildirir, bizde ülke iktidarını ele geçirmek için bugün pensilvanyada ikamet eden kişinin yapmış olduğu şekilde bir yol tutabilirdik.
Ama rabbimiz bizlere böyle bildirmedi , şirki ortadan kaldırmak için yine kendisinin belirlediği kurallar dahilinde hareket etmemizi ve bundan asla taviz vermememizi emretmiştir. Geldiğimiz noktaya baktığımızda ülkede muhafazakar bir iktidar hükümet etmekte ve bu hükümeti destekleyen bir çok müslüman bulunmaktadır.
Hükümet icraatlarına bakıldığında özgürlük adına başörtüsü serbestiyeti gibi toplumun gazını alıcı icraatlar dışında ülke kanunlarını islamileştirme adına yapabildiği bir şeyin olmadığınıda görmekteyiz. Böyle bir şey beklemenin mevcut iktidarın söylemlerine ters olduğu zaten açıktır, iktadara gelirken islami bile diyemeyeceğimiz bir gömleği dahi çıkarttıklarını ifade ederek iktidar olmuş olmaları onların neleri feda ederek iktidar olduklarını göstermektedir.
Bizler kur'anı hayatımızın her anında yol gösteren bir kitab olduğuna iman ederek mevcut sistemi desteklemenin islami açıdan en ufak bir gerekliliği ve zorunluluğu olmadığını düşünerek o sistemi besleyecek olan eylemlere katılmamayı elçilerin örnekliğinden hareketle onların bir sünneti olarak görmek ve sisteme destek adına muhafazakar söylemlere sahip olanların bile sistemi ayakta tutmak çalışmaktan başka bir çıkar yolları olmadığını görmek zorundayız.
İktidarda olan kişilerin namaz , oruç , hacc gibi ritüelleri yapmaları onların Allah cc yi tek ilah olarak gördüklerini anlamına gelmemelidir. Allah cc kendi ilahlığını sadece belirli ritüellere hapsedilmesini değil hayatın her anında kabul edilmesini istemiştir. Bugün bir çok müslümanın kafir ve müşrik diyerek tekfir ettiği tasavvuf erbabının tamamı namaz,oruç,hacc gibi ritüelleri eda etmiş olmaları onların şirkten kurtulmuş olmaları anlamına gelmediğini bilen bir çok akp destekleyicisi müslüman , aynı durumun parti yöneticileri içinde geçerli olduğunun üstünü kapatmaları veya görmezlikten gelmelerini nasıl izah edebiliriz. Mekke müşriklerinin tamamı Allaha inanıyor fakat onun hayat içinde kural koymasını kabul etmiyordu, la ilahe illallah demenin bu anlama geldiğini bilen mekke kodamanları ellerindeki gücün gitmemesi için var güçleri ile çaba sarfetmeleri bu sebebten idi.
Kendisini kur'ana nisbet ederek muvahhid söylemlerde olanların bir kısmının hadis ve tasavvuf ehline müşrik oldukları gerekçesi ile veryansın etmeleri , Allah cc nin kanunlarının sadece hadis ve tasavvuf konuları ile sınırlı olmadığını bilerek her konuda şirkin geçerli olduğunu ve bu şirkin yönetim mekanızmasında olan kişileride kapsadığının şuuruna vakıf olmaları ve hadis ve tasavvuf tekfir ederken yönetimdekileri unutmaları üstüne üstlük onları desteklemeleri kuranın ne kadar içselleştirdiklerini!! göstermektedir.
Sonuç olarak; kur'an eğer bir hidayet ve rehber olarak değilde yapılan yanlışlara kılıf uydurulabilecek bir kitap olarak okunduğu zaman örnek elçilerden olan Yusuf as ın tağuti bir sisteme yandaşlık ederek ona destek olduğu ve bu desteğin bizler için bugüne aktarılarak tağuti sisteme yandaşlık etmemizi gerektiren bir örnek olarak okunma gafletine düşürmesi içten değildir. Kur'an hiçbir şekilde Allah cc nin dışında konulmuş kurallar ile yönetime destek verilmesini istemez , bu yönetim içinde namaz kılan oruç tutan ve kendisine müslüman diyen insanlar olmuş olsada bu insanların tağuti kanunlar ile hükmetmiş olmaları gerçeğini örtmez. Cumhurbaşkanlığı seçimleri arefesinde olduğumuz bu hafta mevcut başbakanın aday olması sanki onun bir kurtarıcı pozisyonunda olduğu gibi görülerek müslümanlar tarafından aşırı bir ilgi görmesi ülke müslümanları açısından yeniden düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu aşırı ilginin pohpohlayıcısı bir kısım yazar çizer müslüman tarafından yapılmış olması onların bunun kur'anı baz alarak yaptıkları anlamına gelmemelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
2 Ağustos 2014 Cumartesi
Nuh a.s Örneğinde Kıssaları Hayata Taşımak (Gemi Yapması)
Kur'an kıssalarının, yaşanmışlık içinden yapılan anlatımlar ile muhataplarına mesaj vererek öncekilerin başlarından geçenlerden ibret almasını sağlamak amaçlı olduklarını kıssalar ile ilgili yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalışmıştık. Kıssaları bu şekil okumak bizleri kıssaları bir masal olarak kurtarır ve canlı birer örnek mesabesine sokar. Nuh as kıssasını okuduğumuz zaman olmuş bitmiş olaylar olarak değil, onun üzerinden yapılan anlatımların bizler içinde geçerli örneklikler olduğu görülecektir.
Kıssaları anlatılan bütün kavimlerde olduğu gibi Nuh as ın kavmininde en büyük hastalığı şirk'tir. Kur'an o kavmin kulluk ettiği putların adlarının Nuh s . 23. ayetinde, vedd , suva,
yeğus, ye'uk ve nesr olduğunu bildirmektedir. Bugün müslümanlar olarak kendimize baktığımız zaman o putların isimleri değişiklik arz ettiği, ancak işlev olarak herhangi bir farkın olmadığı görülecektir.
Kendimizi müslüman kimliği altında görmemiz şirkten kurtulmuş olduğumuz anlamına gelmemekteve bir çok müslüman kimliği altında insan kendisini kur'an dışında kitaplara ve bu kitapları yazan kişilere kul ederek şirk bataklığına düşmektedirler. Nuh as kavminin dediği gibi her fırka mensubu kendi fırka lideri ve kitabına aynen o kavim misali yapışarak onları asla terketmek istememektedirler. Nuh as ın kavminin putlarını her türlü güncelleştirmek mümkündür. Mensubu olduğumuz fırka , şeyh , siyasi parti vs hangi şey bizi Allah cc ye kul olmaktan geri atıyorsa putumuz odur .
Şirk denilen olguyu sadece mekke veya kıssaları anlatılan kavimler içine hapsettiğimiz zaman kur'anın şirk merkezli anlatımlarının hiçbirisi bizleri zerre kadar ilgilendirmemekte olduğu zannına kapılarak, kur'an dışında iman ettiğimiz kitapları , Allah cc dışında iman ettiğimiz kullara rağmen kendimizi muvahhidlerin önde gideni zannederek hayatımızı şirk içinde geçirdiğimizin farkında bile olmadan ebedi cehennemi hak etmemiz içten bile değildir.
Ankebut s. 14. ayetinde Nuh as ın 1000 seneden elli sene eksik yani 950 sene kalması bazı kesimlerde farklı anlaşılarak böyle bir kalışın imkansız olduğu düşünülerek "olsa olsa aydır yıl falan olamaz" diyerek verilmek istenen sabır mesajını anlamakta zorlandıklarını görmekteyiz. Aynı kur'an kalem s. 48. ayetinde Yunus as ın sabırsızlığına vurgu yaparak "onun gibi olma" buyurur, Nuh ve Yunus as ları sabır ve sabırsızlık konusunda birlikte okuduğumuz zaman yine tebliğ sürecinde önümüze çıkan engellere karşı nasıl bir tutum içinde olmak gerektiği Nuh as örneğinde bizlere öğretilmektedir. Nuh s. ayetlerine baktığımız zaman Nuh as ın kavmine karşı uyguladığı tebliğ metodu onun ne kadar sabırlı bir kul olduğu hakkında bizlere bilgi vererek örnek almamızı sağlamaktadır.
Sabır, tebliği sürecinde önümüze çıkan engelleri aşmak konusunda bizlere lazım olan bir şeydir , Nuh as bunu kendisi yaşayarak bizlere örnek olmuştur. Allah cc Nuh as a gemi yapmasını emretmesi yine bir sabır örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugünkü teknik ile bir geminin yapımının bile uzun bir sürede meydana geldiğinin düşünecek olursak , Nuh as ın yaptığı gemi acaba kaç yılda meydana gelmiştir? .
Nuh as ın gemisinin hangi dağın tepesine indiği ve bu geminin kalıntılarının hala aranması kıssa ile ilgili verilmek istenen mesajın anlaşılmadığını olayın sadece yaşanmışlığı içinde düşünüldüğünün bir tezahürüdür. Allah cc Nuh as a bir gemi yapmasını emretmiş , bu gemiye iman edenleri ve hayvanları bindirmesini emrederek geri kalan insanları suda boğmuştur, bu olayı sadece bu şekil bir anlayış çerçecesinde düşünüp mesaj içerikli okumamak kıssayı eksik anlamak demek anlamına gelir.
Allah cc bir çok ayetinde kendisine iman edilmesini emretmekte , bu iman neticesinde insanların ebedi kurtuluşa erişeceğini , iman edilmediği takdirde ebedi cehennem azabı ile ceza göreceklerini beyan etmiştir. Bu anlatımlar iddia olup karşılığı ölüm sonrası görülecektir, bu tür iddiaların ispatı kıssalardaki anlatımlarda karşımıza çıkarak , Allah cc nin iddiası ispatlanmış olmaktadır.
Bu iddianın ispatını Nuh as örneğinde şöyle anlayabiliriz. Allah cc Nuh as ı kavmine göndererek şirki terketmelerini tek ilah olan Allah cc ye kulluk etmeleri gerektiğini tebliğ etmesi için onu elçi seçmiştir. Kavmi bu tebliğe olumlu yanıt vermeyerek onu red etmiş ve ilahlarını asla terketmeyeceklerini Nuh as a haykırmışlardır. Nuh as onlara bu yaptıklarının karşılığının ebedi cehennem olarak geri dönceğinin söylemesine rağmen onlar bu haberi ciddiye almayarak "hadi getirde görelim" diyerek rest çekmişlerdir.
Allah cc kavminin bu resti karşısında ona gemi yapmasını emrederek iman edenlerin bu gemiye binerek kurtulmalarını sağlar. Şimdi bu kıssayı günümüze getirerek okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz; Geminin Nuh as a iman edenleri kurtarmasının karşılığı bugün elimizde olan kitap'tır , bu kitap insanlara tek olan Allah cc ye iman etmelerini tavsiye etmekte bu tavsiyeye uyanların ve uymayanların akıbetlerinin ne olduğunu aynı kitap içinde beyan etmektedir. Kitaba iman ederek gereklerini hayatlarında yerine getiren insanlar gemiye binerek kurtulanlar ile aynı durumda olmakta , kitaba iman etmeyenler ise gemiye binmeyerek helak olanlarla aynı durumda olmaktadır. Bu canlı ve yaşanmış bir örnek olup tabiri yerindeyse işin şakasının olmadığını bizlere göstermektedir. Geminin kalıntılarını aramak yerine, gemi üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıp kurtulanlardan olmayı seçmek daha akıllıca bir yöntemdir.
Sonuç olarak; Nuh as kıssası yaşanmış bitmiş bir kıssa değil her an yaşanmaya devam eden bir kıssa olarak capcanlı olarak karşımızda durmaktadır. Nuh as ın Allah cc nin dışında kulluk ettikleri putların sadece isimleri değişmiş isimleri falan kitap , feşmekan zat olmuş ama işlev olarak aynı şekilde günümüzde yaşamaya devam etmektedirler. Gemi objesi üzerinden verilmek istenen mesaj ise yine canlı olarak yaşamaya devam ederek gemi ile kur'anı aynileştirerek düşündüğümüz takdirde o gün gemiye binerek helaktan kurtulanlar , bugün ve yarın kur'ana iman ederek helaktan kurtulacaklardır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kıssaları anlatılan bütün kavimlerde olduğu gibi Nuh as ın kavmininde en büyük hastalığı şirk'tir. Kur'an o kavmin kulluk ettiği putların adlarının Nuh s . 23. ayetinde, vedd , suva,
yeğus, ye'uk ve nesr olduğunu bildirmektedir. Bugün müslümanlar olarak kendimize baktığımız zaman o putların isimleri değişiklik arz ettiği, ancak işlev olarak herhangi bir farkın olmadığı görülecektir.
Kendimizi müslüman kimliği altında görmemiz şirkten kurtulmuş olduğumuz anlamına gelmemekteve bir çok müslüman kimliği altında insan kendisini kur'an dışında kitaplara ve bu kitapları yazan kişilere kul ederek şirk bataklığına düşmektedirler. Nuh as kavminin dediği gibi her fırka mensubu kendi fırka lideri ve kitabına aynen o kavim misali yapışarak onları asla terketmek istememektedirler. Nuh as ın kavminin putlarını her türlü güncelleştirmek mümkündür. Mensubu olduğumuz fırka , şeyh , siyasi parti vs hangi şey bizi Allah cc ye kul olmaktan geri atıyorsa putumuz odur .
Şirk denilen olguyu sadece mekke veya kıssaları anlatılan kavimler içine hapsettiğimiz zaman kur'anın şirk merkezli anlatımlarının hiçbirisi bizleri zerre kadar ilgilendirmemekte olduğu zannına kapılarak, kur'an dışında iman ettiğimiz kitapları , Allah cc dışında iman ettiğimiz kullara rağmen kendimizi muvahhidlerin önde gideni zannederek hayatımızı şirk içinde geçirdiğimizin farkında bile olmadan ebedi cehennemi hak etmemiz içten bile değildir.
Ankebut s. 14. ayetinde Nuh as ın 1000 seneden elli sene eksik yani 950 sene kalması bazı kesimlerde farklı anlaşılarak böyle bir kalışın imkansız olduğu düşünülerek "olsa olsa aydır yıl falan olamaz" diyerek verilmek istenen sabır mesajını anlamakta zorlandıklarını görmekteyiz. Aynı kur'an kalem s. 48. ayetinde Yunus as ın sabırsızlığına vurgu yaparak "onun gibi olma" buyurur, Nuh ve Yunus as ları sabır ve sabırsızlık konusunda birlikte okuduğumuz zaman yine tebliğ sürecinde önümüze çıkan engellere karşı nasıl bir tutum içinde olmak gerektiği Nuh as örneğinde bizlere öğretilmektedir. Nuh s. ayetlerine baktığımız zaman Nuh as ın kavmine karşı uyguladığı tebliğ metodu onun ne kadar sabırlı bir kul olduğu hakkında bizlere bilgi vererek örnek almamızı sağlamaktadır.
Sabır, tebliği sürecinde önümüze çıkan engelleri aşmak konusunda bizlere lazım olan bir şeydir , Nuh as bunu kendisi yaşayarak bizlere örnek olmuştur. Allah cc Nuh as a gemi yapmasını emretmesi yine bir sabır örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugünkü teknik ile bir geminin yapımının bile uzun bir sürede meydana geldiğinin düşünecek olursak , Nuh as ın yaptığı gemi acaba kaç yılda meydana gelmiştir? .
Nuh as ın gemisinin hangi dağın tepesine indiği ve bu geminin kalıntılarının hala aranması kıssa ile ilgili verilmek istenen mesajın anlaşılmadığını olayın sadece yaşanmışlığı içinde düşünüldüğünün bir tezahürüdür. Allah cc Nuh as a bir gemi yapmasını emretmiş , bu gemiye iman edenleri ve hayvanları bindirmesini emrederek geri kalan insanları suda boğmuştur, bu olayı sadece bu şekil bir anlayış çerçecesinde düşünüp mesaj içerikli okumamak kıssayı eksik anlamak demek anlamına gelir.
Allah cc bir çok ayetinde kendisine iman edilmesini emretmekte , bu iman neticesinde insanların ebedi kurtuluşa erişeceğini , iman edilmediği takdirde ebedi cehennem azabı ile ceza göreceklerini beyan etmiştir. Bu anlatımlar iddia olup karşılığı ölüm sonrası görülecektir, bu tür iddiaların ispatı kıssalardaki anlatımlarda karşımıza çıkarak , Allah cc nin iddiası ispatlanmış olmaktadır.
Bu iddianın ispatını Nuh as örneğinde şöyle anlayabiliriz. Allah cc Nuh as ı kavmine göndererek şirki terketmelerini tek ilah olan Allah cc ye kulluk etmeleri gerektiğini tebliğ etmesi için onu elçi seçmiştir. Kavmi bu tebliğe olumlu yanıt vermeyerek onu red etmiş ve ilahlarını asla terketmeyeceklerini Nuh as a haykırmışlardır. Nuh as onlara bu yaptıklarının karşılığının ebedi cehennem olarak geri dönceğinin söylemesine rağmen onlar bu haberi ciddiye almayarak "hadi getirde görelim" diyerek rest çekmişlerdir.
Allah cc kavminin bu resti karşısında ona gemi yapmasını emrederek iman edenlerin bu gemiye binerek kurtulmalarını sağlar. Şimdi bu kıssayı günümüze getirerek okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz; Geminin Nuh as a iman edenleri kurtarmasının karşılığı bugün elimizde olan kitap'tır , bu kitap insanlara tek olan Allah cc ye iman etmelerini tavsiye etmekte bu tavsiyeye uyanların ve uymayanların akıbetlerinin ne olduğunu aynı kitap içinde beyan etmektedir. Kitaba iman ederek gereklerini hayatlarında yerine getiren insanlar gemiye binerek kurtulanlar ile aynı durumda olmakta , kitaba iman etmeyenler ise gemiye binmeyerek helak olanlarla aynı durumda olmaktadır. Bu canlı ve yaşanmış bir örnek olup tabiri yerindeyse işin şakasının olmadığını bizlere göstermektedir. Geminin kalıntılarını aramak yerine, gemi üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıp kurtulanlardan olmayı seçmek daha akıllıca bir yöntemdir.
Sonuç olarak; Nuh as kıssası yaşanmış bitmiş bir kıssa değil her an yaşanmaya devam eden bir kıssa olarak capcanlı olarak karşımızda durmaktadır. Nuh as ın Allah cc nin dışında kulluk ettikleri putların sadece isimleri değişmiş isimleri falan kitap , feşmekan zat olmuş ama işlev olarak aynı şekilde günümüzde yaşamaya devam etmektedirler. Gemi objesi üzerinden verilmek istenen mesaj ise yine canlı olarak yaşamaya devam ederek gemi ile kur'anı aynileştirerek düşündüğümüz takdirde o gün gemiye binerek helaktan kurtulanlar , bugün ve yarın kur'ana iman ederek helaktan kurtulacaklardır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
1 Ağustos 2014 Cuma
Nur s. 30-31. Ayetleri ve Toplumda Kadın Erkek İlişkileri
Kadın ve erkek Allah cc nin yaratmış olduğu insanın iki farklı cinsiyet gurubudur. Hayata dair her konuda bizlere yol gösteren elçi ve kitablar, kadın ve erkek ilişkilerini de bir düzen içinde olması gerektiğini beyan ederek bu düzenin nasıl olmasını veya nasıl olduğunu önceki yaşanmışlıklardan örneklerle bizlere anlatmaktadır. Kur'an kıssaları bu konuda bizler için yol gösterici rol oynamakta olup Musa as ın mısırdan kaçtıktan sonra geldiği medyen'de gördüğü iki kadının erkeklere karşı olan tavırları bizlere bu konuda bilgi vermektedir.
[028.023] Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara «Derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler: «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.»
[028.024] Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.
[028.025] O sırada iki kızdan biri utana utana Musa'nın yanına geldi; «Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; «Korkma, o zalim kavimden kurtuldun» dedi.
Ayetleri okuduğumuz zaman iki kadının erkeklerle bir arada durmaktan çekinmesi ve erkeklerin işi bittiği zaman hayvanlarını sulamasını görmekteyiz , kıssaları mesaj içerikli okuma metodu içinde olayı değerlendirdiğimiz zaman bizler için şöyle bir durum ortaya çıkacaktır.
Hayvanları sulamak toplumda yerleşmiş olan örf gereği erkeklere ait olan bir iş olup babaları yaşlı olduğu için bu işi yapamamış olması hayvanları sulama işinin kadınlara düştüğü anlaşılmaktadır. Olayı sadece hayvan sulamak ile sınırlı tutmayıp bugünümüz içinde değerlendirecek olursak bir takım mecburiyetler kadını çalışma hayatının içine çekmiş olması gerçeğini görerek kadının toplum içindeki davranışının nasıl olması gerektiği konusunda bir örneklik çıkarmak mümkündür.
Ayetlerdeki anlatımdan kadının toplum içinde aktif bir görev alabileceği şeklinde bir yorum çıkarmak pekala mümkündür. Kadın toplum içindeki erkeklerle belirli kurallar dahilinde ilişkide bulunması fıtri bir durum olup, iki kadının erkeklerin işinin bitmesine kadar beklemesini onlarla aynı ortamda bulunma adabının kadının fıtratı gereği olduğunu görmekteyiz. Kasas s. 25. ayetinde kadının , Musa as ın yanına gelirken kullanılan kelimede aynı şekilde bu fıtri durumun açığa çıkmış olmasını göstermektedir.
Bu olay sadece tek taraflı bir durum değildir , aynı şekilde erkek'te kadınlara karşı daha dikkatli bir tutum içinde onlarla olan ilişkilerine dikkat edecek olup ayetlerde bunu görmekteyiz. Allah cc yaratmış olduğu kadın ve erkek cinsini birbirlerinden kesin bir şekilde ayırmamış onları belirli kurallar dahilinde toplum içinde hareket etmesini öngörmüştür. Nur s. 30-31. ayetlerini bu düzenlemelerin getirildiği ayetler olarak okumak mümkündür.
[024.030] Mü'minlere de ki, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler. Bu onlar için çok temizliktir. Şüphe yok ki, Allah ne yapar olduklarından haberdardır.
[024.031] Ve mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler. Ancak kocalarına veyahut kendi babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi kardeşlerine veya kendi kardeşlerinin oğullarına veya kendi kızkardeşlerinin oğullarına veyahut kendi kadınlarına veya kendi ellerinin malik olduğu cariyelerine veyahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerine veya kadınların avret mahellerine muttali olmayan çocuklara (karşı açıverilmesi) müstesna. Ve ziynetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar. Ve cümleten Allah'a tevbe ediniz, ey mü'minler! Tâ ki felaha erebilesiniz.
Bu iki ayet öncelikle birbirlerine mahrem olan kadın ve erkeklerin toplum içinde birbirleri ile ilişkileri olabileceğini göstermesi açısından okunmalıdır. Kadını dört duvar arasına hapseden zihniyetin bu görüşünün delilini kur'andan almadığı açıktır, açık olan şudurki erkek merkezli arap düşüncesinin , bu düşüncesini dinleştirme ameliyesinden başka bir yansıması değildir.
Erkeklere ve kadınlara eşit şekilde "gözlerini haramdan sakınmaları" emri demekki kadın ve erkeğin bu duruma düşebilecekleri bir ortam içinde bulunmaları demek anlamına gelip , bu durumda olan kadın ve erkeklerin nasıl davranmaları gerektiği beyan edilmektedir. Bakara s. 282. ayetinde beyan edilen ticari hayat düzenlemeleri içinde kadının şahit tutulması meseleside bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği halde istismar edilerek iki kadının şahitliğinin neden bir erkeğe bedel olduğu tartışılmaktadır,burada dikkat edilmesi gereken noktanın kadının dışlanmamış olması ve ticari hayat içinde yer alabildiği gerçeği olması gerekirken farklı bir noktanın gündeme gelmesi bazı insanların ayetlere iyi niyet gözlüğü ile bakmadıklarını göstermektedir.
Kadının evinin dışına herhangi bir vesile ile çıkmasında mahzur asla olmayıp ilgili ayetler çıkış düzenlemeleri ile ilgilidir. Burada haliyle başörtüsü konusu gündeme gelecektir. Özellikle baş örtüsü konusunda bazı tereddütler içinde olanlar için şunları söylemek isteriz;
Başörtüsü emri ilk defa kur'an ile emredilmiş bir olgu değildir, nur s. 31. ayetinden bu anlaşılmakta olup olan ve bilinen ile ilgili bir düzenleme ve hatırlatma olarak düşünülmesi gereken bir ayettir. Bugün müslümanlar arasında başörtüsünün emir olup olmadığı şeklinde yapılan tartışmaları kur'an merkezli bir okuma sonucu olmayıp , nefse yenilmek neticesinde ortaya çıkan durumu kur'ana onaylattırmak kaygısı olduğunu düşünmekteyiz.
Kadın ve erkeğin birbirlerine karşı olan ilgileri fıtratın bir gereği olup bu ilginin helal dairesinde olması gerektiği Allah cc nin koyduğu evrensel kurallardandır, yani bu durum kuran öncesinden beri süregelen bir yükümlülüktür. Zinetlerin açığa vurulmaması emri zinet takılan bölgelerin kapanması şeklinde anlaşılması gerekir. Zinetleri açığa vurmanın cahiliye kadınlarının yaptığı bir iş olduğu ve böyle yapılmaması emri ahzab s. ayetlerinden peygamber eşlerine yapılan hitabta görülmektedir.
[033.032] Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin.
[033.033] Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyyet devri çıkışı gibi süslenip çıkmayın, namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve peygamberine itaat edin! Ey Ehl-i Beyt (peygamberin ev halkı), Allah yalnızca sizden kiri uzaklaştırıp tertemiz pampak etmek istiyor.
Ahzab s. 32 ayetinde peygamber as ın eşlerinin diğer erkeklere karşı olması gereken tavrı bildirilerek diğer kadınlarında erkeklere olması gereken tavırları anlatılmaktadır. 33. ayette evlere hapsedilme gibi bir durumun anlaşılmaması gerektiğini hatırlatıp dışarı çıkarken bazı kadınların yaptığı gibi yapmamaları beyan edilmekte , 59. ayette dışarı çıkma adabı beyan edilmektedir.
[033.059] Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor.
Bu ayetleri tarihsel bir okuma ile yaşandığı zaman ve mekana hapsetmek imkanı yoktur, ayetler dünü , bugünü , yarını kapsamakta olup kadınların toplum içinde uyması gereken kuralları ihtiva etmektedir. Nur s. 31 ,ahzab s. 59. ayetlerinde kadının örtünme emrinin daha önceden uygulanan ve bilinen br durum olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an nazil olmadan önce kadının örtünmek diye bir şeyden haberi olmadığını , bu bilginin kur'an ile ilk defa nazil olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım değildir. "Cilbab" ve "humur" kelimeleri ile ifade edilen şeyin ne olduğu daha önceden bilinen bir şey olup kadının ev içinde dolaştığı kıyafet ile dışarda dolaşamayacağının beyan edilmiş olması açısından önemli bir bilgidir.
Bugün özellikle kur'an merkezli düşünce söylemi etrafında oluşturulan "kur'anda başörtüsü yoktur" söylemi, kur'an ile örtüşen bir söylem değildir. Kimsenin kimseye zorla başını örttürmeye hakkı olmadığını burada yeniden hatırlatarak , kimseninde kur'anın böyle bir emrini yok saymaya hakkının olmadığını hatırlatmak isteriz. Kur'an öteden beri bilinen bir olguyu yeniden hatırlatarak kadınların toplum içinde uymaları gereken kuralları hatırlatmış olup bilinenin üstüne yeniden ayrı bir emir şeklinde bir bilgiye gerek duymamıştır. Kur'anı kendisine rehber edindiği iddia edip örtünme emri konusunda geri duran kişilerin bu düşüncelerinin kur'an merkezli değil nefis merkezli olduğunu , fakat bu durumu içlerine sindirmek amaçlı olarak kur'andaki örtünme ile ilgili ayetleri gözardı ettiklerini düşünüyoruz.
Bugüne baktığımızda maalesef örtünün dikkat çekmeme özelliğinin kaybolarak, dikkat çekme malzemesi haline gelmiş olması , örtünme emrinden hasıl olması gereken durumun dışında bir hale gelerek cezbedici bir duruma dönüşmüş olması hepimizin şahid olduğu bir durumdur. Altı kaval üstü şişhane misali başı kapalı ama başka tarafları ortada olan kadınlarımızı gördükçe işin şuuruna vakıf olmadan yapıldığına üzülerek şahid olmaktayız, halbuki kadının örtünmesinde kasıt onların erkeklerin dikkatini çekmeyecek bir şekilde toplum içinde yer almaları gerektiği olması gerekirken onların örtülerini bu şekil dikkat çekme malzemesi yapması örtünmeden hasıl olması gereken durum ile örtüşmemektedir.
Bu söylediklerimizin bazı kişilerin gücüne gideceğini biliyoruz fakat o kişileri sevindirmek için Allah cc yi gücendirmek yakışık alan bir durum değildir, müslüman olmak demek nefsi şeytanın iğvasından kuratarıp rabbe teslim olmak demek ise örtünme konusundaki kur'anın emirleri göz ardı edilmemelidir.
Kadın ile erkeğin toplum hayatında birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmiş olması ve bu düzene uyulması müslüman olmanın gereklerindendir, müslüman olmak demek teslim olmak anlamında olduğuna göre rabbimizin bizler için çizdiği kurallara uymak bizim keyfimize kalmış bir tercih değil uyulması gerekli olan kurallardandır. Kadın ve erkeğin toplum içinde belli kurallar dahilinde olan ilişkileri toplum sağlığı için gerekli bir durum olup bu kuralların çiğnenerek batılı ölçülere göre hareket edilmesi toplum sağlığının tehlikeye düşmesine yol açacaktır.
Kadının örtünme kurallarına riayet etmesi sadece onun başını örtmesi şeklinde anlaşılıp karşı cinsle olan münasebetine etki etmiyorsa örtünmeden kast edilen hikmetin anlaşılmadığını gösterir. Aynı şekilde erkek'te kadın ile olan ilişkilerinde edeb dahilinde olması gerekir, bu durum sadece kadından beklenen bir şey değildir.
Sonuç olarak;kadın ve erkek yaratılışlarından gelen bir özellikle birbirlerine karşı ilgi duymaları yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçekliği en iyi bilen yaratıcı rabbimiz aralarındaki ilişkileri düzenleyici kurallar koymuştur. Kadın ve erkek toplum içinde birbirlerine karşı davranışlarında rabbimiz tarafından konulan kurallar uygun hareket etmeleri şartı ile iş hayatında yer almalarında herhangi bir sakınca yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[028.023] Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara «Derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler: «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.»
[028.024] Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.
[028.025] O sırada iki kızdan biri utana utana Musa'nın yanına geldi; «Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; «Korkma, o zalim kavimden kurtuldun» dedi.
Ayetleri okuduğumuz zaman iki kadının erkeklerle bir arada durmaktan çekinmesi ve erkeklerin işi bittiği zaman hayvanlarını sulamasını görmekteyiz , kıssaları mesaj içerikli okuma metodu içinde olayı değerlendirdiğimiz zaman bizler için şöyle bir durum ortaya çıkacaktır.
Hayvanları sulamak toplumda yerleşmiş olan örf gereği erkeklere ait olan bir iş olup babaları yaşlı olduğu için bu işi yapamamış olması hayvanları sulama işinin kadınlara düştüğü anlaşılmaktadır. Olayı sadece hayvan sulamak ile sınırlı tutmayıp bugünümüz içinde değerlendirecek olursak bir takım mecburiyetler kadını çalışma hayatının içine çekmiş olması gerçeğini görerek kadının toplum içindeki davranışının nasıl olması gerektiği konusunda bir örneklik çıkarmak mümkündür.
Ayetlerdeki anlatımdan kadının toplum içinde aktif bir görev alabileceği şeklinde bir yorum çıkarmak pekala mümkündür. Kadın toplum içindeki erkeklerle belirli kurallar dahilinde ilişkide bulunması fıtri bir durum olup, iki kadının erkeklerin işinin bitmesine kadar beklemesini onlarla aynı ortamda bulunma adabının kadının fıtratı gereği olduğunu görmekteyiz. Kasas s. 25. ayetinde kadının , Musa as ın yanına gelirken kullanılan kelimede aynı şekilde bu fıtri durumun açığa çıkmış olmasını göstermektedir.
Bu olay sadece tek taraflı bir durum değildir , aynı şekilde erkek'te kadınlara karşı daha dikkatli bir tutum içinde onlarla olan ilişkilerine dikkat edecek olup ayetlerde bunu görmekteyiz. Allah cc yaratmış olduğu kadın ve erkek cinsini birbirlerinden kesin bir şekilde ayırmamış onları belirli kurallar dahilinde toplum içinde hareket etmesini öngörmüştür. Nur s. 30-31. ayetlerini bu düzenlemelerin getirildiği ayetler olarak okumak mümkündür.
[024.030] Mü'minlere de ki, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler. Bu onlar için çok temizliktir. Şüphe yok ki, Allah ne yapar olduklarından haberdardır.
[024.031] Ve mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler. Ancak kocalarına veyahut kendi babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi kardeşlerine veya kendi kardeşlerinin oğullarına veya kendi kızkardeşlerinin oğullarına veyahut kendi kadınlarına veya kendi ellerinin malik olduğu cariyelerine veyahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerine veya kadınların avret mahellerine muttali olmayan çocuklara (karşı açıverilmesi) müstesna. Ve ziynetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar. Ve cümleten Allah'a tevbe ediniz, ey mü'minler! Tâ ki felaha erebilesiniz.
Bu iki ayet öncelikle birbirlerine mahrem olan kadın ve erkeklerin toplum içinde birbirleri ile ilişkileri olabileceğini göstermesi açısından okunmalıdır. Kadını dört duvar arasına hapseden zihniyetin bu görüşünün delilini kur'andan almadığı açıktır, açık olan şudurki erkek merkezli arap düşüncesinin , bu düşüncesini dinleştirme ameliyesinden başka bir yansıması değildir.
Erkeklere ve kadınlara eşit şekilde "gözlerini haramdan sakınmaları" emri demekki kadın ve erkeğin bu duruma düşebilecekleri bir ortam içinde bulunmaları demek anlamına gelip , bu durumda olan kadın ve erkeklerin nasıl davranmaları gerektiği beyan edilmektedir. Bakara s. 282. ayetinde beyan edilen ticari hayat düzenlemeleri içinde kadının şahit tutulması meseleside bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği halde istismar edilerek iki kadının şahitliğinin neden bir erkeğe bedel olduğu tartışılmaktadır,burada dikkat edilmesi gereken noktanın kadının dışlanmamış olması ve ticari hayat içinde yer alabildiği gerçeği olması gerekirken farklı bir noktanın gündeme gelmesi bazı insanların ayetlere iyi niyet gözlüğü ile bakmadıklarını göstermektedir.
Kadının evinin dışına herhangi bir vesile ile çıkmasında mahzur asla olmayıp ilgili ayetler çıkış düzenlemeleri ile ilgilidir. Burada haliyle başörtüsü konusu gündeme gelecektir. Özellikle baş örtüsü konusunda bazı tereddütler içinde olanlar için şunları söylemek isteriz;
Başörtüsü emri ilk defa kur'an ile emredilmiş bir olgu değildir, nur s. 31. ayetinden bu anlaşılmakta olup olan ve bilinen ile ilgili bir düzenleme ve hatırlatma olarak düşünülmesi gereken bir ayettir. Bugün müslümanlar arasında başörtüsünün emir olup olmadığı şeklinde yapılan tartışmaları kur'an merkezli bir okuma sonucu olmayıp , nefse yenilmek neticesinde ortaya çıkan durumu kur'ana onaylattırmak kaygısı olduğunu düşünmekteyiz.
Kadın ve erkeğin birbirlerine karşı olan ilgileri fıtratın bir gereği olup bu ilginin helal dairesinde olması gerektiği Allah cc nin koyduğu evrensel kurallardandır, yani bu durum kuran öncesinden beri süregelen bir yükümlülüktür. Zinetlerin açığa vurulmaması emri zinet takılan bölgelerin kapanması şeklinde anlaşılması gerekir. Zinetleri açığa vurmanın cahiliye kadınlarının yaptığı bir iş olduğu ve böyle yapılmaması emri ahzab s. ayetlerinden peygamber eşlerine yapılan hitabta görülmektedir.
[033.032] Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin.
[033.033] Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyyet devri çıkışı gibi süslenip çıkmayın, namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve peygamberine itaat edin! Ey Ehl-i Beyt (peygamberin ev halkı), Allah yalnızca sizden kiri uzaklaştırıp tertemiz pampak etmek istiyor.
Ahzab s. 32 ayetinde peygamber as ın eşlerinin diğer erkeklere karşı olması gereken tavrı bildirilerek diğer kadınlarında erkeklere olması gereken tavırları anlatılmaktadır. 33. ayette evlere hapsedilme gibi bir durumun anlaşılmaması gerektiğini hatırlatıp dışarı çıkarken bazı kadınların yaptığı gibi yapmamaları beyan edilmekte , 59. ayette dışarı çıkma adabı beyan edilmektedir.
[033.059] Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor.
Bu ayetleri tarihsel bir okuma ile yaşandığı zaman ve mekana hapsetmek imkanı yoktur, ayetler dünü , bugünü , yarını kapsamakta olup kadınların toplum içinde uyması gereken kuralları ihtiva etmektedir. Nur s. 31 ,ahzab s. 59. ayetlerinde kadının örtünme emrinin daha önceden uygulanan ve bilinen br durum olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an nazil olmadan önce kadının örtünmek diye bir şeyden haberi olmadığını , bu bilginin kur'an ile ilk defa nazil olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım değildir. "Cilbab" ve "humur" kelimeleri ile ifade edilen şeyin ne olduğu daha önceden bilinen bir şey olup kadının ev içinde dolaştığı kıyafet ile dışarda dolaşamayacağının beyan edilmiş olması açısından önemli bir bilgidir.
Bugün özellikle kur'an merkezli düşünce söylemi etrafında oluşturulan "kur'anda başörtüsü yoktur" söylemi, kur'an ile örtüşen bir söylem değildir. Kimsenin kimseye zorla başını örttürmeye hakkı olmadığını burada yeniden hatırlatarak , kimseninde kur'anın böyle bir emrini yok saymaya hakkının olmadığını hatırlatmak isteriz. Kur'an öteden beri bilinen bir olguyu yeniden hatırlatarak kadınların toplum içinde uymaları gereken kuralları hatırlatmış olup bilinenin üstüne yeniden ayrı bir emir şeklinde bir bilgiye gerek duymamıştır. Kur'anı kendisine rehber edindiği iddia edip örtünme emri konusunda geri duran kişilerin bu düşüncelerinin kur'an merkezli değil nefis merkezli olduğunu , fakat bu durumu içlerine sindirmek amaçlı olarak kur'andaki örtünme ile ilgili ayetleri gözardı ettiklerini düşünüyoruz.
Bugüne baktığımızda maalesef örtünün dikkat çekmeme özelliğinin kaybolarak, dikkat çekme malzemesi haline gelmiş olması , örtünme emrinden hasıl olması gereken durumun dışında bir hale gelerek cezbedici bir duruma dönüşmüş olması hepimizin şahid olduğu bir durumdur. Altı kaval üstü şişhane misali başı kapalı ama başka tarafları ortada olan kadınlarımızı gördükçe işin şuuruna vakıf olmadan yapıldığına üzülerek şahid olmaktayız, halbuki kadının örtünmesinde kasıt onların erkeklerin dikkatini çekmeyecek bir şekilde toplum içinde yer almaları gerektiği olması gerekirken onların örtülerini bu şekil dikkat çekme malzemesi yapması örtünmeden hasıl olması gereken durum ile örtüşmemektedir.
Bu söylediklerimizin bazı kişilerin gücüne gideceğini biliyoruz fakat o kişileri sevindirmek için Allah cc yi gücendirmek yakışık alan bir durum değildir, müslüman olmak demek nefsi şeytanın iğvasından kuratarıp rabbe teslim olmak demek ise örtünme konusundaki kur'anın emirleri göz ardı edilmemelidir.
Kadın ile erkeğin toplum hayatında birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmiş olması ve bu düzene uyulması müslüman olmanın gereklerindendir, müslüman olmak demek teslim olmak anlamında olduğuna göre rabbimizin bizler için çizdiği kurallara uymak bizim keyfimize kalmış bir tercih değil uyulması gerekli olan kurallardandır. Kadın ve erkeğin toplum içinde belli kurallar dahilinde olan ilişkileri toplum sağlığı için gerekli bir durum olup bu kuralların çiğnenerek batılı ölçülere göre hareket edilmesi toplum sağlığının tehlikeye düşmesine yol açacaktır.
Kadının örtünme kurallarına riayet etmesi sadece onun başını örtmesi şeklinde anlaşılıp karşı cinsle olan münasebetine etki etmiyorsa örtünmeden kast edilen hikmetin anlaşılmadığını gösterir. Aynı şekilde erkek'te kadın ile olan ilişkilerinde edeb dahilinde olması gerekir, bu durum sadece kadından beklenen bir şey değildir.
Sonuç olarak;kadın ve erkek yaratılışlarından gelen bir özellikle birbirlerine karşı ilgi duymaları yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçekliği en iyi bilen yaratıcı rabbimiz aralarındaki ilişkileri düzenleyici kurallar koymuştur. Kadın ve erkek toplum içinde birbirlerine karşı davranışlarında rabbimiz tarafından konulan kurallar uygun hareket etmeleri şartı ile iş hayatında yer almalarında herhangi bir sakınca yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
26 Temmuz 2014 Cumartesi
Mehdi Beklemek Neyin Kafasını Yaşamaktır ?
Mehdi adındaki kurtarıcı beklentisi sadece islam kültürüne has bir beklenti değil, diğer dinlerde de mevcut bulunan bir anlayış olup islam kültürü içinede bu dinlerden girmiştir. Bu inancı doğuran sebeblere baktığımız zaman altında insana has özelliklerden olan , tembellik , kolaycılık, başkalarından medet ummak vs gibi şeylerin yattığını görürüz. Çocukluğumuzu şöyle bir göz önüne getirelim , mahallede kavga edip dayak yediğimiz çocukları "akşam babam gelsin görürsün sen" diyerek kaçımız tehdit etmedi acaba?, çocukluğumuzda mahalle çocuklarını dövmek için beklenen baba yerine büyüyünce bizlere zulüm edenleri alt edecek mehdi beklentisi hep aynı psikolojinin ürünü değil mi dir?.
İnsanın eli taşın altına koymayıp başkalarından beklemesi şeklinde tezahür eden bedavacılık psikolojisi öyle bir hale gelmişki neredeyse bütün dinlerde bir inanç haline getirilmiştir. Kur'anın bu konuda en ufak dahi bilgi kırıntısı vermemesi kimsenin umuruna dahi gitmemiş "mehdi hadisleri" başlığı altında akıllara zarar uydurmalar ile gelecek olan mehdinin nasıl biri olduğu en ufak ayrıntısa kadar anlattırılmıştır.
Yazıda mehdi hadislerini kritik etmekten daha ziyade mehdi beklentisi içine iten sebebleri ve bu beklentinin nasıl bir atalete sebeb olduğu ile konusu üzerinde durmak istiyoruz. İslam inancı içinde yer etmiş olan mehdi, fesada uğramış olan yeryüzünü düzeltecek ve kafirleri darmadağın ederek islamı hakim kılacaktır.
Mehdi adındaki şahsiyeti gökten inmesini beklemek sünnnetullahın işleyişine tamamen aykırı bir durum olup böyle bir inanca sahip olanların , sahip olmayanları suçladıkları duruma düştüklerini açıkça söylemek isteriz. Allah cc tarihin hiç biz zaman dilimiünde gökten birisini indirerek zulme uğrayanlara yardım etmemiştir , etmeyecektir.
Allah cc nin koymuş olduğu sünnet , insanın insana olan zulmünü , diğer insanlar eli ile ortadan kaldırılması şeklinde işlemiştir bu öncedende böyle olmuştur ,kıyamete kadar da öyle işleyecektir. Mehdi vasfını taşıyan herhangi birini gökten inmesini beklemek yerine bu vasıfları taşıyanları toplumların yetiştirmesi sünnetullahın gereği olup içlerinden toplumu harekete geçirebilecek dinamik insanları çıkaramayan tembel toplumların harcı olan mehdi beklemek hastalığı maalesef islam inancı içine yerleştirilerek tembelliğin iliklerimize kadar işlemesi sağlanarak kafirlerin kıyamete kadar rahat nefes alması sağlanır olmuştur.
İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sadece yaşanmış bitmiş olaylar olarak anlatılmadığını , muhatapların ibret alması esasına dayalı anlatımlar olduğunu, israiloğulları ile anlatımları konu alan yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalışmıştık. Bakara s. içinde anlatılan Talut kıssasını masal olarak değilde günümüze mesaj veren ayetler olarak okuduğumuzda israiloğullarının bu tür beklentilerinin nasıl cevap bulduğunu görürüz.
Musa as ın vefatından bilinmeyen bir zaman sonra israiloğulları yurtlarından sürülmüşler , evleri ve barkları dağıtılmış bir hale geldikleri bakara s. 246. ayetinde ifade edilmektedir. İlerleyen ayetlere baktığımız zaman sahneye Talut ve Davud adında iki kişi çıkmaktadır. Bu kişiler gökten zembille inen iki şahsiyet değil israiloğulları içinde yetişmiş olan iki savaş dehasıdır. Bu olay bize toplumların kendi içlerinden yetişmiş olan kalifiye elemanlar ile düze çıkacağını kimseye yattığı yerden başarı verilmeyeceğinin anlatılması açısından okunduğu zaman bize dönük mesajları olduğu görülecektir.
Talut ve Davud israiloğullarının içinden yetişmiş olan iki insan olup, o kavmin bilgi birikimine sahiptirler. Askeri dehaya haiz olan bu insanlar bu işi annelerinin karnında öğrenip çıkmamışlar, içinde yaşadıkları toplumda öğrenmişlerdir. Başları dara düşen israiloğulları bu birikimlerini doğru kullanan Talut komutasında örgütlenerek düşmana karşı çıkmışlar ve Davud ordu içinde büyük bir başarı göstererek düşman ordusu komutanı olan Calut'u öldürmüştür.
Bu kıssayı günümüze bakan bir mesaj olarak okumak gerekirse şunları söyleyebiliriz; başı dara düşen biz müslümanlar bu dardan kurtulmak için içimizden çıkartacağımız önderler ile zulma karşı koymaya çalıştığımız takdirde başarıya ulaşmayı düşünmekten başka bir çaremiz yoktur. Böyle insanların çıkması için toplumun o insanların çıkmasını gerektirecek olan büyük bir alt yapıya sahip olmaları gerekmektedirki o insanların toplum içinde sivrilsin.
Müslümanlar olarak ilk yapmamız gereken şey bunun şuuruna vakıf olmak gökten kimsenin inmesini beklemeden kendi işimizi kendimiz görmemiz gerektiği inancına sahip olmamız gerekmektedirki içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmanın ilk adımını atmış olalım. Ehli sünnet fırkasının ayrı , şia fırkasının ayrı bir mehdi beklentisi olduğu bir islam düşüncesinde böyle bir inancın silinmesi pek mümkün görülmediğinin farkındayız.
Toplumlar kendileri için gerekli olan bilgiyi üretmedikleri müddetçe başkalarının kölesi olmaya mahkum olup onların verdikleri kadarı ile yetinmek zorundadırlar. Hiç bir toplum başka bir topluma kendilerini acze düşürecek kadar sahip oldukları bilgiyi aktarmaz, aktardıkları bilgi kendilerini acze düşürmeyecek kadarı olup, o toplumun gözünü boyayacak bir şekilde bunu yaparak kendilerini o topluma doğru insanlar olarak lanse ederler.
Sömürgeciliğin boyut değiştirmiş hali olan bu duruma en fazla halkı müslüman olan toplumlar düşmüş olup kendi topraklarında çıkan madenleri hammadde olarak satıp büyük paralar elde ederek onları zevkü sefalar içinde harcarken müstekbir batı medeniyeti o ham maddeyi işleyerek büyük bir teknolojik hamle elde etmiş ve biz müslümanları celladına aşık mahkumlar haline getirmiştir.
Bu durumdan kurtulmak için önce içinde bulunduğumuz halin ne kadar aşağılayıcı bir bir durum olduğunun şuuruna vakıf olunması ve bu durumdan kurutulmak için çareler üretilmesinin şart olduğunun düşünülmeye başlanması gerekmektedir. Bu düşünce içinde olan islam toplumu kurutluş için çareler aramaya başlayacak olup süreç içinde bu yoldan dönmediği müddetçe sünnetullah gereği olarak başarıya kavuşacaklardır .
Bu dönüşüm sadece 3-5 satır içinde ifade edilerek hemen olacak bir şey asla değildir. Müstekbirler bu uyanışları kesmek için ellerinden geleni yaptıklarının bilinmesi ve her türlü oyuna karşı uyanık olunması gerekmektedir. Özellikle müslümanların başlarına geçirdikleri yönetici tabakası bu uyanışı engellemek için müstekbirlerin elinde oyuncak olan insanlardan oluşmuş olması işin ne kadar vahim boyutlara ulaşmış olduğunu görmek açısından ibret vericidir. Bir insan düşününki o ülkeden çıkmış o ülkenin ekmeğini yemiş ve o ülkeye yönetici olmuş , ve o ülkenin menfaatlerini değil düşmanların menfaatlerini korumak amaçlı bir yönetim sergilemektedir , bunun adı ihanet değilde nedir?. Böyle kurulmuş olan kumpaslar içinde yaşayan biz müslümanların işlerinin ne kadar zor olduğunu anlatmaya gerek bile yoktur. Azıcık kendisinin mesuliyetinin farkına varıp etrafında dönen olaylardan biraz haberdar olan insanlar bunun farkındadırlar.
Dünün hazırcı israiloğulların yerini bugün müslümanlar doldurmuş olup, dünkü israiloğulları bu işin hazır beklemek ile olmadığının şuuruna vakıf olmuşlar düşmanları olan biz müslümanları güç ile dize getireceklerine inanarak bunun gereklerini yerine getirmek için amansız bir çaba sarfederek neticede başarılı olmuşlardır. Biz müslümanlar ise gelecek olan mehdiyi bekleyerek gelecekte olacak olan düzmece bir savaşı bekleyerek ağaçların dahi arkasındaki yahudiyi bize haber vererek öldürmemizi sağlayacağı masalları ile avunur olmuşuz.
Sonuç olarak ; toplumlardaki tembelliğin dini inanç haline getirilmiş şekli olan kurtarıcı mehdi beklentisi islam düşüncesi içinde öyle kemikleşmiş bir yere sahip olmuşturki böyle bir inanca sahip olan değil olmayan kafir bellenir olmuştur. Allah cc koyduğu kural gereği hiç bir zaman gökten kurtarıcılar indirmemiş olup , ne bugün ne yarın böyle bir kurtarıcı göndermeyecektir. Oyunun kuralı kendi işini kendin görmek olduğunun bilincine önce vakıf olunması , sonra bu bilincin geliştirilerek gerekli olan bütün bir alt yapı sistemi kurulmadığı müddetçe içinde bulunduğumuz zelil durumdan çıkmak asla mümkün değildir. Olayın daha kafalarda bile yer etmediğini düşüncek olursak işimizin ne kadar zor olduğu ortada olup bizlerinde bu zor duruma karşı pes edip bizleri bötle bir sahip kılacak mehdi beklentisine düşmeden hepimizin elini taşın altına koyması "ben neyimki" psikolojisinden kurtulup ateşe su taşıyan karınca misali "safım belli olsun " düşüncesi içinde olarak adım atmış olalım. Kısacası mehdi beklemek kur'andan ilham almış kafaların yaşayacağı bir olgu asla olmayıp tembel ve kur'anı hayat rehberi görmeyen kafaların yaşadığı ütopik bir durumdur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
İnsanın eli taşın altına koymayıp başkalarından beklemesi şeklinde tezahür eden bedavacılık psikolojisi öyle bir hale gelmişki neredeyse bütün dinlerde bir inanç haline getirilmiştir. Kur'anın bu konuda en ufak dahi bilgi kırıntısı vermemesi kimsenin umuruna dahi gitmemiş "mehdi hadisleri" başlığı altında akıllara zarar uydurmalar ile gelecek olan mehdinin nasıl biri olduğu en ufak ayrıntısa kadar anlattırılmıştır.
Yazıda mehdi hadislerini kritik etmekten daha ziyade mehdi beklentisi içine iten sebebleri ve bu beklentinin nasıl bir atalete sebeb olduğu ile konusu üzerinde durmak istiyoruz. İslam inancı içinde yer etmiş olan mehdi, fesada uğramış olan yeryüzünü düzeltecek ve kafirleri darmadağın ederek islamı hakim kılacaktır.
Mehdi adındaki şahsiyeti gökten inmesini beklemek sünnnetullahın işleyişine tamamen aykırı bir durum olup böyle bir inanca sahip olanların , sahip olmayanları suçladıkları duruma düştüklerini açıkça söylemek isteriz. Allah cc tarihin hiç biz zaman dilimiünde gökten birisini indirerek zulme uğrayanlara yardım etmemiştir , etmeyecektir.
Allah cc nin koymuş olduğu sünnet , insanın insana olan zulmünü , diğer insanlar eli ile ortadan kaldırılması şeklinde işlemiştir bu öncedende böyle olmuştur ,kıyamete kadar da öyle işleyecektir. Mehdi vasfını taşıyan herhangi birini gökten inmesini beklemek yerine bu vasıfları taşıyanları toplumların yetiştirmesi sünnetullahın gereği olup içlerinden toplumu harekete geçirebilecek dinamik insanları çıkaramayan tembel toplumların harcı olan mehdi beklemek hastalığı maalesef islam inancı içine yerleştirilerek tembelliğin iliklerimize kadar işlemesi sağlanarak kafirlerin kıyamete kadar rahat nefes alması sağlanır olmuştur.
İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sadece yaşanmış bitmiş olaylar olarak anlatılmadığını , muhatapların ibret alması esasına dayalı anlatımlar olduğunu, israiloğulları ile anlatımları konu alan yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalışmıştık. Bakara s. içinde anlatılan Talut kıssasını masal olarak değilde günümüze mesaj veren ayetler olarak okuduğumuzda israiloğullarının bu tür beklentilerinin nasıl cevap bulduğunu görürüz.
Musa as ın vefatından bilinmeyen bir zaman sonra israiloğulları yurtlarından sürülmüşler , evleri ve barkları dağıtılmış bir hale geldikleri bakara s. 246. ayetinde ifade edilmektedir. İlerleyen ayetlere baktığımız zaman sahneye Talut ve Davud adında iki kişi çıkmaktadır. Bu kişiler gökten zembille inen iki şahsiyet değil israiloğulları içinde yetişmiş olan iki savaş dehasıdır. Bu olay bize toplumların kendi içlerinden yetişmiş olan kalifiye elemanlar ile düze çıkacağını kimseye yattığı yerden başarı verilmeyeceğinin anlatılması açısından okunduğu zaman bize dönük mesajları olduğu görülecektir.
Talut ve Davud israiloğullarının içinden yetişmiş olan iki insan olup, o kavmin bilgi birikimine sahiptirler. Askeri dehaya haiz olan bu insanlar bu işi annelerinin karnında öğrenip çıkmamışlar, içinde yaşadıkları toplumda öğrenmişlerdir. Başları dara düşen israiloğulları bu birikimlerini doğru kullanan Talut komutasında örgütlenerek düşmana karşı çıkmışlar ve Davud ordu içinde büyük bir başarı göstererek düşman ordusu komutanı olan Calut'u öldürmüştür.
Bu kıssayı günümüze bakan bir mesaj olarak okumak gerekirse şunları söyleyebiliriz; başı dara düşen biz müslümanlar bu dardan kurtulmak için içimizden çıkartacağımız önderler ile zulma karşı koymaya çalıştığımız takdirde başarıya ulaşmayı düşünmekten başka bir çaremiz yoktur. Böyle insanların çıkması için toplumun o insanların çıkmasını gerektirecek olan büyük bir alt yapıya sahip olmaları gerekmektedirki o insanların toplum içinde sivrilsin.
Müslümanlar olarak ilk yapmamız gereken şey bunun şuuruna vakıf olmak gökten kimsenin inmesini beklemeden kendi işimizi kendimiz görmemiz gerektiği inancına sahip olmamız gerekmektedirki içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmanın ilk adımını atmış olalım. Ehli sünnet fırkasının ayrı , şia fırkasının ayrı bir mehdi beklentisi olduğu bir islam düşüncesinde böyle bir inancın silinmesi pek mümkün görülmediğinin farkındayız.
Toplumlar kendileri için gerekli olan bilgiyi üretmedikleri müddetçe başkalarının kölesi olmaya mahkum olup onların verdikleri kadarı ile yetinmek zorundadırlar. Hiç bir toplum başka bir topluma kendilerini acze düşürecek kadar sahip oldukları bilgiyi aktarmaz, aktardıkları bilgi kendilerini acze düşürmeyecek kadarı olup, o toplumun gözünü boyayacak bir şekilde bunu yaparak kendilerini o topluma doğru insanlar olarak lanse ederler.
Sömürgeciliğin boyut değiştirmiş hali olan bu duruma en fazla halkı müslüman olan toplumlar düşmüş olup kendi topraklarında çıkan madenleri hammadde olarak satıp büyük paralar elde ederek onları zevkü sefalar içinde harcarken müstekbir batı medeniyeti o ham maddeyi işleyerek büyük bir teknolojik hamle elde etmiş ve biz müslümanları celladına aşık mahkumlar haline getirmiştir.
Bu durumdan kurtulmak için önce içinde bulunduğumuz halin ne kadar aşağılayıcı bir bir durum olduğunun şuuruna vakıf olunması ve bu durumdan kurutulmak için çareler üretilmesinin şart olduğunun düşünülmeye başlanması gerekmektedir. Bu düşünce içinde olan islam toplumu kurutluş için çareler aramaya başlayacak olup süreç içinde bu yoldan dönmediği müddetçe sünnetullah gereği olarak başarıya kavuşacaklardır .
Bu dönüşüm sadece 3-5 satır içinde ifade edilerek hemen olacak bir şey asla değildir. Müstekbirler bu uyanışları kesmek için ellerinden geleni yaptıklarının bilinmesi ve her türlü oyuna karşı uyanık olunması gerekmektedir. Özellikle müslümanların başlarına geçirdikleri yönetici tabakası bu uyanışı engellemek için müstekbirlerin elinde oyuncak olan insanlardan oluşmuş olması işin ne kadar vahim boyutlara ulaşmış olduğunu görmek açısından ibret vericidir. Bir insan düşününki o ülkeden çıkmış o ülkenin ekmeğini yemiş ve o ülkeye yönetici olmuş , ve o ülkenin menfaatlerini değil düşmanların menfaatlerini korumak amaçlı bir yönetim sergilemektedir , bunun adı ihanet değilde nedir?. Böyle kurulmuş olan kumpaslar içinde yaşayan biz müslümanların işlerinin ne kadar zor olduğunu anlatmaya gerek bile yoktur. Azıcık kendisinin mesuliyetinin farkına varıp etrafında dönen olaylardan biraz haberdar olan insanlar bunun farkındadırlar.
Dünün hazırcı israiloğulların yerini bugün müslümanlar doldurmuş olup, dünkü israiloğulları bu işin hazır beklemek ile olmadığının şuuruna vakıf olmuşlar düşmanları olan biz müslümanları güç ile dize getireceklerine inanarak bunun gereklerini yerine getirmek için amansız bir çaba sarfederek neticede başarılı olmuşlardır. Biz müslümanlar ise gelecek olan mehdiyi bekleyerek gelecekte olacak olan düzmece bir savaşı bekleyerek ağaçların dahi arkasındaki yahudiyi bize haber vererek öldürmemizi sağlayacağı masalları ile avunur olmuşuz.
Sonuç olarak ; toplumlardaki tembelliğin dini inanç haline getirilmiş şekli olan kurtarıcı mehdi beklentisi islam düşüncesi içinde öyle kemikleşmiş bir yere sahip olmuşturki böyle bir inanca sahip olan değil olmayan kafir bellenir olmuştur. Allah cc koyduğu kural gereği hiç bir zaman gökten kurtarıcılar indirmemiş olup , ne bugün ne yarın böyle bir kurtarıcı göndermeyecektir. Oyunun kuralı kendi işini kendin görmek olduğunun bilincine önce vakıf olunması , sonra bu bilincin geliştirilerek gerekli olan bütün bir alt yapı sistemi kurulmadığı müddetçe içinde bulunduğumuz zelil durumdan çıkmak asla mümkün değildir. Olayın daha kafalarda bile yer etmediğini düşüncek olursak işimizin ne kadar zor olduğu ortada olup bizlerinde bu zor duruma karşı pes edip bizleri bötle bir sahip kılacak mehdi beklentisine düşmeden hepimizin elini taşın altına koyması "ben neyimki" psikolojisinden kurtulup ateşe su taşıyan karınca misali "safım belli olsun " düşüncesi içinde olarak adım atmış olalım. Kısacası mehdi beklemek kur'andan ilham almış kafaların yaşayacağı bir olgu asla olmayıp tembel ve kur'anı hayat rehberi görmeyen kafaların yaşadığı ütopik bir durumdur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)