Mümin suresinin içinde anlatılan Musa (a.s) kıssasında , Firavun ailesinden olan mümin bir kişi öne çıkmakta , Musa (a.s) ı öldürmek isteyen Firavun'a karşı hakkı haykırmakta ve onu savunmaktadır. Bu mümin kişi ile ilgili ayetlere geçmeden önce , mümin kişi ile ilgili ayetlerle bağlantılı olan surenin ilk ayetleri üzerinde durarak , Kur'an'ın sure ve kitap bütünlüğü içindeki anlatım üslubuna da dikkat çekmek istiyoruz.
[040.001] Ha, Mim.
[040.002] Bu Kitabın indirilmesi, Aziz, Alim olan Allah'tandır;
[040.003] O, günah bağışlayıcı, tevbe kabul edici, azabı şiddetli, kerem
sahibi Allah'tandır ki O'ndan başka ilâh yoktur. Hem dönüş O'nadır.
[040.004] Allah'ın ayetleri üzerinde, kafirlerden başkası tartışmaya
girişmez. İnkarcıların memlekette gezip dolaşması seni aldatmasın.
[040.005] Onlardan önce Nuh kavmi de yalanladı. Arkalarından muhtelif
topluluklar da. Her ümmet kendi peygamberlerini yakalamaya yeltendi ve hakkı
batılla yok etmek için mücadeleye girişti. En sonunda Ben de onları yakaladım.
Azabım nasılmış?
[040.006] Senin Rabbinin kâfirler üzerindeki: «Gerçekten onlar ateşin
halkıdır» sözü böylece hak oldu.
Hurufu mukattaa (kesik harfler) ile başlayan sure , kitabın kimin tarafından indirildiğini haber vererek devam etmekte , kitabı indiren Allah'ın tevbeleri kabul edici olduğu gibi , azabının da şiddetli olduğu beyan edilmektedir. 4-5-6. ayetlerde beyan edilenler , ilerleyen ayetlerde gelecek olan Musa (a.s) kıssası ile yakından alakalıdır. Allah'ın ayetleri hakkında Musa (a.s) ile tartışmaya giren Firavun , onun helak edilmesi ve ateşe atılması ile ilgili ayetler ile yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler yakından alakalıdır.
Bu ayetlerin birbiri içindeki anlam örgüsünün muhteşemliği , kıssa eğer Arapça orjinal metni ile birlikte okunacak olursa daha net olarak ortaya çıkacaktır. Dikkatli bir okuyucu , kelimelerin birbiri ile arasındaki bağını kurarak okuduğu zaman , verilmek istenilen mesajı daha kolay anlayacaktır.
[040.007] Arş'ı taşıyanlar ve çevresinde bulunanlar Rabblarını hamd ile
tesbih ederler, O'na inanırlar ve mü'minlerin yarlığanmasını isterler: Rabbımız;
ilim ve rahmetle her şeyi kuşattın. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla. Ve
onları cehennem azabından koru.
[040.008] Rabbımız; onları ve babalarından, eşlerinden, soylarından salih
olanları kendilerine vaadettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz ki Aziz,
Hakim olan Sensin Sen.
[040.009] Onları kötülüklerden koru. O gün kötülüklerden kimi korursan;
şüphesiz ona rahmet etmiş olursun. En büyük kurtuluş işte budur
Melekler ile ilgili anlatımlar , Kur'an'ın gaybe dair anlatımlarına dahildir. Meleklerin işlevi ile ilgili ayetleri okuduğumuzda, onların iman edenlere yardım ettikleri , onlar için Allah'tan bağışlanma istediklerini görmekteyiz. Elbette onların yardımı ve bizler için istiğfar etmeleri , bizim onu hak etmemiz ile yakından ilişkilidir. Surenin Firavun ailesinden olan mümin kişi ile ilgili ayetleri , meleklerin duasının ve istiğfarının nasıl hak edileceğini de bizlere öğretmektedir.
Bu konuda başka surelerde de ayetler bulunmaktadır.
[041.030-32] Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda
yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan
cennetle sevinin! derler. «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin
arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»Gafur, Rahim olanın ikramı olarak.
Mümin s. 7-8-9. ayetlerde meleklerin lisanı üzerinden yapılan duayı hak etmek gerektiğini yukarıda söylemiştik. Mümin s. 23. ayetinden itibaren başlayan Musa (a.s) kıssasının 28. ayetinden itibaren , Firavun ailesinden olan ve imanın gizleyen bir mümin kişi sahneye çıkar ve konumuz olan ayetlerde meleklerin duasının ne şekilde hak edileceğini bize gösterir.
Mü'min s. 26. ayetinde Firavun " bırakın beni,: öldüreyim Musâyı da o rabbına duâ etsin, zira ben onun
dininizi değiştirmesinden ve yâhud Arzda bir fesad çıkarmasından korkuyorum" dedikten sonra Mü'min kişi sahneye çıkar ve Firavun ve kavmine karşı şunları söyler;
[040.028] Firavun ailesinden olup da imanını gizleyen mü'min bir adam da
demiştir ki: Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz? Halbuki
o, size Rabbınızdan ayetlerle gelmiştir. Eğer yalancıysa; yalanı kendisinedir.
Eğer doğru sözlü ise; sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir.
Muhakkak ki Allah; haddi aşan yalancı bir kimseyi hidayete erdirmez.
[040.029] «Ey kavmim! Bugün mülk sizin içindir. Yerde yükselmişler
bulunuyorsunuz. Fakat eğer bize Allah'ın azabı gelirse bize kim yardım
edebilir?» Fir'avun dedi ki: «Ben size muvafık gördüğüm reyim ne ise ancak onu
gösteriyorum ve ben doğru yoldan başkası için size rehberlik etmekte
değilim.»
[040.030] İmân eden zât da dedi ki: «Ey kavmim! Şüphe yok ki ben sizin
üzerinize Ahzab gününün mislinden korkuyorum.»
[040.031] «Nuh kavmi, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumuna
benzer (bir gün) . Allah, kullar için zulüm istemez.»
[040.032] Ey kavmim; doğrusu ben, sizin için o feryad gününden endişe
ediyorum.
[040.033] «O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız. Fakat sizi Allah'tan
koruyacak olan yoktur. Her kimi Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici
bulunmaz.»
[040.034] «Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O
zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat
edince, demiştiniz ki: «Allah, ondan sonra kesin olarak bir peygamber
göndermez.» İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır.»
[040.035] Onlar ki; kendilerine gelmiş bir huccet bulunmaksızın Allah'ın
ayetleri üzerinde tartışırlar. Bu, Allah katında da, iman edenlerin yanında da
öfkeyi arttırır. Ve böylece Allah; büyüklük taslayan her zorbanın kalbini
mühürler.
[040.036] «Firavun dedi: Ey Haman, bana yüksek bir kule yap ki o sebeplere
(yollara) erişeyim.»
[040.037] Semaların esbabına da Musânın tanrısına muttali' olurum ve her
halde ben onu yalancı sanıyorum» İşte bu suretle Fir'avne kötü ameli
süslendirildi de yoldan çıkarıldı, Fir'avn düzeni hep husrandadır
[040.038] O inanan kimse dedi ki: «Ey milletim! Bana uyun, sizi doğru yola
eriştireyim.»
[040.039] Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama
ahiret, gerçekten kalınacak yurttur.
[040.040] Kim, bir kötülük işlerse; ancak onun benzerleriyle ceza görür.
Kadın veya erkek her kim de inanarak salih amel işlerse; işte onlar, cennete
girerler ve orada hesapsız şekilde rızıklanırlar.
[040.041] Ey kavmim; bana ne oluyor ki, sizi kurtuluşa çağırırken, siz
beni; ateşe çağırıyorsunuz.
[040.042] «Siz beni Allah'a (karşı) küfre sapmaya ve hakkında bilgim
olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırmaktasınız. Ben ise sizi, üstün ve güçlü
olan, bağışlayan (Allah') a çağırıyorum.»
[040.043] Sizin beni davet ettiğiniz şeyin ne dünyada, ne de ahirette
hiçbir davet yetkisi yoktur: Gerçekte dönüşümüz Allah'adır. Aşırı gidenlere
gelince, işte onlar ateş ehlidirler:
[040.044] «İşte size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben
de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir.»
[040.045] Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin
kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü
kuşatıverdi.
Surenin 9. ayetinde meleklerin "Onları kötülüklerden koru" duası , 45. ayet içinde Firavun ailesinden olan mümin kişi için " Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu" şeklinde karşılık bulmaktadır.
Mü'min s. 28-45. ayetlerini okuduğumuz zaman , Firavun ailesinden olan mümin kişinin Firavun ve kavmine karşı olan sözlerinin , iman iddiasında olan bir kimsenin yapması gereken davranışlardan olduğunu görmekteyiz. Onun bu davranışları Allah (c.c) katında övgüye değer bir davranış olarak görülerek cennet ile karşılık bulacaktır.
Firavun ailesinden olan mümin kişi , imanının şahitliğini yerine getirerek hayata veda etmiştir. Fakat onun yaptıklarının bizlere anlatılmasının sebebi , ne kadar kahraman bir yiğit mümin olduğundan ziyade, bizlerin yaşadığı hayatta eğer meleklerin yardımını ve istiğfarını hak etmek istiyor isek , böyle bir yaşam sürmemizin gerektiğini hatırlatmak amaçlıdır.
Firavun ailesinden olan mümin kişi surenin 25. ayetinde söze " Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz?" diye başlamaktadır. Bu ve devamında gelen sözleri söylemesine sebep , Firavun'un "bırakın beni,: öldüreyim Musâyı" diyerek Musa (a.s) ın canına kast etmeye kalkmış olmasıdır.
Musa (a.s) bilindiği üzere kendisini rab ve ilah olarak ilan eden (Naziat s. 24 - Şuara s. 29) Firavun'a karşı gerçek rab ve ilah'ın sadece alemlerin rabbi olan Allah (c.c) olduğunu savunarak , Firavun'un bir sahtekar ve yalancı olduğunu söylemektedir. Ülkenin en mahir sihirbazlarını Musa (a.s) ın karşısına çıkartması ve onların yenilerek iman etmesinin ve öldürülmelerinin ardından , artık iplerin elinden iyice elinden gitmeye başladığı anlayan Firavun , çareyi Musa'yı öldürmekte bulur , ve karşısına kendi ailesinden bir mümin çıkarak yapmak istediği şeyin yanlışlığını, her türlü tehlikeyi göze alarak Firavun'un karşısında haykırır.
Firavun ailesinden olan mümin kişinin Firavun'un karşısındaki bu kıyamı, bize neler söyleyebilir ?.
Bilindiği üzere Kur'an kıssalarının anlatılış amacı, sadece geçmişlerin başından geçenlerin anlatılması değil , o anlatımlardan ibret alınmasına yöneliktir. Firavun ailesinden olan mümin kişi , o aileden olmanın verdiği imkanlara sahip bir kimsedir. Bunu Firavun'un karşısında konuşabilmesinden anlamak mümkündür. Mümin kişi bu kıyamının ona neye mal olacağını da çok iyi bilmektedir. Buna rağmen hayatını , makam ve mevkisini hiçe sayarak, Musa (a.s) ın arkasında durmakta ve onu Firavun'a karşı savunmaktadır.
Çünkü Firavun'un tarafında olmanın karşılığı ile , Musa'nın tarafında olmanın karşılığının farklı olduğunu çok iyi bilmekte , Firavun tarafında olmanın geçici menfaatlerine karşılık , Musa'nın tarafında olmanın ona ebedi cennet menfaatlerini sağlayacağını biliyor ve hayatını bu inanç üzerine tesis ediyordu.
Geçici dünya menfaatleri ile ebedi menfaatler arasında seçim yapmak zorunda kalmak sadece bir kereliğine yaşanmış bitmiş olay değil , her gün yaşanan ve yaşanabilecek bir olaydır. Firavun ailesinden olan mümin kişinin kıyamı , bizlere hangi tarafı seçmemiz gerektiğini öğretmektedir. Çünkü surenin ilerleyen ayetleri , geçici dünya menfaatlerini seçerek , ebedi cehennemi hak edenlerin ateş içindeki yaşantılarından kesitler sunulmakta , dünyadaki seçimlerinin karşılıklarının ne oldukları bizlere gösterilmektedir.
[040.046] Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün
ise: «Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun» .
[040.047] Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken güçsüzler, büyüklük
taslayanlara derler ki: Doğrusu biz, size uymuştuk. Şimdi ateşin bir parçasını
olsun bizden savabilir misiniz?
[040.048] Büyüklenen (müstekbir) ler derler ki: «Biz hepimiz (ateşin)
içindeyiz; gerçek şu ki Allah, kullar arasında hüküm verdi .»
[040.049] Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki:
«Rabbinize dua edin; azabtan bir günü (olsun) bize hafifletsin.»
[040.050] (Bekçiler:) «Size kendi peygamberleriniz apaçık belgelerle gelmez
miydi?» dediler. Onlar: «Evet» dediler. (Bekçiler:) «Şu halde siz dua edin»
dediler. Oysa kâfirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir.
[040.051] Şüphesiz ki Biz; peygamberlerimize ve iman etmiş olanlara hem
dünya hayatında, hem de şahidlerin şehadet edecekleri günde mutlaka yardım
ederiz.
[040.052] Zalimlere kendi mazeretlerinin hiç bir yarar sağlamayacağı gün;
lanet de onlarındır, yurdun en kötüsü de.
Bu ayetler , dünya hayatında yaşamlarını elçiler vasıtası ile gelen vahye göre uydurmayarak onları ret edenlerin, ahirette düşecekleri zelil durumu tasvir etmektedir. Herkesin malumu olduğu üzere , surenin 46. ayeti cımbızla seçilerek bağlamından koparılmak sureti ile rivayetler yolu ile bize gelen "Kabir Azabı" meselesini Kur'an'a onaylatmak amaçlı kullanılmaktadır. Halbuki 46. ayet bağlamı gözetilerek okunduğunda , çocukların bile anlayabileceği bir netlikte olup , rivayetler yolu ile gelen bir bilgiyi onaylaması mümkün değildir.
Surenin 51. ayetindeki Allah'ın yardımının nasıl gerçekleşeceği , daha önceki ayetlerden de anlaşılacağı üzere , yaşanmış bir şekilde gösterilmektedir. Allah'ın yardımının kullar üzerinde gerçekleşmesinin , kulların bu yardımı hak etmesi ile yakından alakalı olduğu asla unutulmamalıdır. Allah (c.c) hiç bir elçisine ve kuluna yardımını, onlar bu yardımı hak edecek fiillerde bulunmadan yapmamıştır , yapmaz ve yapmayacaktır.
Musa (a.s) kendisine yüklenen risalet görevini bıkmadan , yorulmadan , korkmadan yerine getirmek sureti ile Allah'ın dünya ve ahiret yardımını hak ederken , Firavun ailesinden olan mümin kişi ise , iman ettiği elçinin arkasında canını , malını , istikbalini hiçe sayarak durmak sureti ile Allah'ın dünya ve ahiret yardımını hak etmiştir.
Şimdiye kadar sıraladığımız ayetleri toparlayacak olursak şunları söyleyebiliriz ;
Allah'ın ayetleri üzerinde tartışmak sureti ile inkar edenlerin uğradıkları ve uğrayacakları akıbet haber verildikten sonra , meleklerin Allah'ın ayetleri üzerinde tartışanlara karşı çıkarak , imanlarını ispat edenlere karşı olan mağfiret talepleri dile getirilerek , Allah'ın ve meleklerin kime destek çıktığı gösterilmektedir.
İlerleyen ayetlerde kıssa yollu anlatım üslubu ile Allah'ın ayetleri hakkında tartışma yapan Firavun ve ona karşı çıkan bir mümin üzerinden onların yaşamları içinde hak ve batıl için nasıl mücadele ettikleri anlatılmaktadır.
Yaşamlarını küfür ve şirk üzerine bina ederek ahirete kavuşanların düşecekleri durum canlı bir biçimde sunulmak sureti ile gösterilerek , "İleride düşeceğiniz durum bu dur" mesajı verilmektedir.
Bu ayetler üzerinden bizlere de elbette mesajlar verilmektedir.
Küfür ve iman arasında tercih yapmak zorunda kaldığımız zaman , seçmemiz gereken taraf iman tarafı olması gerektiği mesajı bizler tarafından alınması gereken önemli bir mesajdır. Bir tarafta dünya hayatının süslü güzellik ve zenginlikleri , diğer tarafta ise meşakkat ve çile olsa bile , bizler imanımız gereği geçici olanı değil , ebedi olanı seçmek sureti ile imanımızın şahitliğini yapmak zorundayız.
Aksi takdirde iman dediğimiz şey ,sadece dil de kalan , yaşanmayan , sıkıya geldiğinde sırttan atılan bir yük olarak yaşamımızda yerini alacak, ve bu iman hesap gününde bizlere herhangi bir fayda sağlamayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
9 Şubat 2017 Perşembe
7 Şubat 2017 Salı
Saffat s. 25. Ayeti : Bağlamdan Kopuk Bir Okuma Örneği
Kur'an'ın doğru anlaşılmasında en önemli noktalardan bir tanesi , okunan ayetin "Siyak Sibak" olarak bilinen bağlı olduğu ayetler gurubu yani bağlamı , sure ve Kur'an içindeki bütünlüğünün dikkate alınarak okunmasıdır. Bu ilkeler dikkate alınmadan okunan Kur'an ayetleri yanlış anlaşılarak , verilen mesajdan uzaklaşılacaktır. Ayrıca Kur'an'a bazı ön kabullerini onaylatmak isteyenlerin , bağlamdan kopuk bir okumaya özen gösterdikleri malumdur.
Saffat s. 25. ayeti , iyi niyetle sanal ortamlarda yardımlaşmayı teşvik etmek adına paylaşılan bir ayet olup , bağlamından kopuk bir okumaya verilebilecek örnek ayetlerden bir tanesidir.
[037.025] Ne oldu size, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?.
Bu ayet bazı kimseler tarafından yardımlaşmaya teşvik eden bir ayet olduğu zannı ile , sosyal medya ortamlarında paylaşılmaktadır. Halbuki bu ayetin bağlamına dikkat ettiğimizde , ayetin böyle bir mesajı bulunmamaktadır.
Konumuz olan ayet , Saffat s. 12. ayetten başlayan Allah'ın ayetlerini ve yeniden dirilişi inkar edenlerin konu edildiği ayetler gurubuna dahildir. Saffat s. 20. ayetinde inkar ettikleri yeniden diriliş ile karşılaşanların, düştükleri zelil durum gözler önüne serilerek , akıbetleri onlara daha hayatta iken gösterilmek sureti ile sakınmaları amaçlanmaktadır.
[037.020] Derler ki: «Eyvahlar bize; bu, din günüdür.»
[037.021] «İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz ayırt etme günüdür».
Saffat s. 25. ayeti , iyi niyetle sanal ortamlarda yardımlaşmayı teşvik etmek adına paylaşılan bir ayet olup , bağlamından kopuk bir okumaya verilebilecek örnek ayetlerden bir tanesidir.
[037.025] Ne oldu size, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?.
Bu ayet bazı kimseler tarafından yardımlaşmaya teşvik eden bir ayet olduğu zannı ile , sosyal medya ortamlarında paylaşılmaktadır. Halbuki bu ayetin bağlamına dikkat ettiğimizde , ayetin böyle bir mesajı bulunmamaktadır.
Konumuz olan ayet , Saffat s. 12. ayetten başlayan Allah'ın ayetlerini ve yeniden dirilişi inkar edenlerin konu edildiği ayetler gurubuna dahildir. Saffat s. 20. ayetinde inkar ettikleri yeniden diriliş ile karşılaşanların, düştükleri zelil durum gözler önüne serilerek , akıbetleri onlara daha hayatta iken gösterilmek sureti ile sakınmaları amaçlanmaktadır.
[037.020] Derler ki: «Eyvahlar bize; bu, din günüdür.»
[037.021] «İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz ayırt etme günüdür».
[037.022] «Toplayın o zalimleri, ve onların aynı yoldaki
arkadaşlarını ve kulluk etiklerini.
[037.023] «Allah'tan aşağısından olan (kulluk ettiklerini) ; artık onları cehennemin yoluna
yöneltip götürün.»
[037.024] (Cehenneme) vakfedin onları. Çünkü onlar sorumludurlar.
[037.025] Ne oldu size , birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz? .
[037.026] Hayır bugün onlar teslim olmuşlardır.
[037.027] Birbirlerine dönüp soruşurlar.
[037.028] Ve derler ki: Doğrusu siz, bize sağdan gelirdiniz.
[037.029] (Bunlar da): «Hayır, siz inanmamıştınız,
[037.030] «Bizim sizin üzerinizde zorlayıcı hiç bir gücümüz yoktu; hayır,
siz azgın bir kavimdiniz.»
[037.031] «Onun için Rabbimizin hükmü bize hak oldu. Biz (hak ettiğimiz
cezayı) mutlaka tadacağız.»
[037.032] «Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık».
[037.033] Artık o gün onlar azabda ortaktırlar.
[037.034] Doğrusu suçlulara böyle yaparız.
[037.035] Çünkü onlara: «Allah'tan başka ilah yoktur» denildiği zaman,
büyüklük taslarlardı.
[037.036] Mecnun şair için ilahlarımızı mı bırakalım? derlerdi.
[037.037] Hayır; o, gerçeği getirmiş ve gönderilenleri doğrulamıştı.
[037.038] Hiç tartışmasız, siz, acıklı azabı tadıcılarsınız.»
[037.039] Ve yapmış olduğunuzdan başkasıyla cezalandırılmayacaksınız.
Görüldüğü gibi ayeti bağlamı dahilinde okumak ile , bağlamından koparmak sureti ile aralarında anlam farkı bulunmaktadır. Ayet bağlamından kopuk okunduğu zaman , yardımlaşmayı teşvik eden bir ayet olduğu gibi anlaşılırken , bağlamı dahilinde okunduğu zaman , yaşamları içinde ellerindeki mal ve servete güvenerek Allah'a ve elçisine kafa tutarak ayetlerini inkar edenlerin düştükleri zelil durumun alaylı bir şekilde anlatıldığı görülmektedir.
Dikkat çekmek istediğimiz asıl mesele , ayetlerin bağlamından koparmak sureti ile okunması ile , bağlamı dahilinde okumak arasında oluşabilecek anlam farkıdır. Bundan dolayı bazı hataların oluşmasına sebebiyet verilmemesi için , ayetlerin sure ve Kur'an içindeki birbiri ile olan bağlamlarına dikkat eden bir okuma yapılması önem arz etmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Dikkat çekmek istediğimiz asıl mesele , ayetlerin bağlamından koparmak sureti ile okunması ile , bağlamı dahilinde okumak arasında oluşabilecek anlam farkıdır. Bundan dolayı bazı hataların oluşmasına sebebiyet verilmemesi için , ayetlerin sure ve Kur'an içindeki birbiri ile olan bağlamlarına dikkat eden bir okuma yapılması önem arz etmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
6 Şubat 2017 Pazartesi
Hadid s. 12-15. Ayetleri : Dünyada Nur'dan Kaçanların Ahiretteki Nur Arayışları
Kur'an , insan hayatının "Dünya" ve "Ahiret" olmak üzere iki aşamalı olduğunu , geçici bir süre yaşadığımız dünya'da öldükten sonra yeniden dirilerek, "Cennet Ehli" veya "Cehennem Ehli" olarak, ebedi bir hayata geçeceğimizi haber vermektedir. Cennet veya cehennem ehli olmak için gerekli olan amellerin, dünya'da yaşanılan hayatların karşılığı olarak verileceğini beyan eden Kur'an , cennet ehli olmak cehennem ehli olmamak için,nasıl bir hayat yaşanması gerektiğini de beyan etmektedir.
Yine Kur'an, dünya hayatı içinde yaptıklarının karşılığı olarak cehennemi hak etmiş olanların, cehennemdeki yaşantılarından kesitler sunmak sureti ile, yaşamlarını cehennem ehli olmaya aday bir şekilde sürdürenlere , başlarına gelecek olanı önceden haber vermek sureti ile sakınmalarını ve yaşamlarına çeki düzen vererek , yaşadıkları yanlış hayatlardan dönmelerini amaçlayan anlatımlar sunmaktadır.
Yazımıza konu edeceğimiz Hadid s. 12. ve 15. ayetler arasında , yaşamlarını "Mü'min" olarak geçirerek cenneti hak etmiş olanların , yaşamlarını "Münafık" olarak geçirerek , cehennemi hak etmiş olanlar ile aralarında geçen konuşmalar anlatılmaktadır. Bu ayetleri ele almaya çalışırken , konumuz olan ayetler içindeki bazı kelimelere dikkat çekerek , Kur'an'ın kendi bütünlüğü içindeki muhteşem anlam örgüsünü de görmeye çalışacağız.
[057.012] O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşar iken görürsünüz. «Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar olarak altından ırmaklar akan Cennetlerdir.» İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.
[057.013] O gün; münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere: bize de bakın; nurunuzdan faydalanalım, diyeceklerdir. Onlara: Dönün, arkanıza da bir nur arayın, denilir. Nihayet onların arasına kapısının içinde rahmet, dışında azab olan bir sur çekilir.
[057.014] Onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. Onlar da: Evet, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz, pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan, sizi Allah'a karşı bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı.
[057.015] Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve küfretmekte olanlardan da. Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü bir gidiş yeridir.
Konumuz ile ilgili ayetin bir benzerini Tahrim s. 8. ayetinde de görmekteyiz.
[066.008] Ey iman edenler! Samimî ve kesin bir dönüşle Allah’a tövbe ediniz. Böyle yaparsanız Rabbinizin sizin günahlarınızı affedeceğini, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğini umabilirsiniz. O gün Allah, Peygamberini ve onun beraberindeki müminleri utandırmaz. Onların nur'u, önlerinden ve sağ taraflarından sür’atle ilerler. Şöyle derler onlar: «Ey Kerim Rabbimiz! nurumuzu daha da artır, tamamına erdir, kusurlarımızı affet, çünkü Sen her şeye kadirsin!»
Hadid s. 12. ayetinde görülen hesap sonrası cenneti hak etmiş mü'min erkek ve kadınların sevinçli halleri tasvir edilmektedir. 13. ayette ise cehennemi hak etmiş münafık erkek ve kadınların düştükleri zelil durum tasvir edilmektedir. Bu ayetlerde öne çıkan kelime "NUR" kelimesidir. Şimdi bu kelime etrafında Kur'an içinde bir gezinti yaparak , konumuz olan ayetler ile bağını kurmaya çalışalım. Bu kelime ayrıca surenin diğer ayetlerine yayılmış bir halde olup, konu ile bağını kurarak onları da birleştirmeye çalışacağız.
[057.009] Sizi zulümattan nur'a çıkarmak için kuluna, apaçık ayetler indiren O'dur. Doğrusu Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir.
[057.019] Allah'a ve peygamberlerine iman edenler; işte onlar, Rabbları katında doğrular ve şahidlerdir. Onların hem mükafatları, hem de nurları vardır. Küfredip de ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da cehennem yaranıdırlar.
[057.028] Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve Peygamberine inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Hadid s. 9. 19. ve 28. ayetlerine baktığımızda, konumuz olan ayetlerdeki kelimeyi burada da görmekteyiz. Bu ayetler de konumuz olan ayetler ile çok yakından alakalıdır. Nur kelimesinin bir sure içinde en fazla olarak geçen bir kelime olması dikkat çekicidir. Konumuz olan ayetlerde , yaşadıkları hayat içinde kendilerine inmiş olan NUR'a karşı takındıkları tavrın karşılığını alanların anlatıldığını görmekteyiz.
Nur ; "Karanlıkta yol bulmaya yarayan ışık" anlamındadır. Kur'an bu kelimeyi hem hakiki , hem de mecaz anlamda kullanarak , karanlıkta yol bulmaya yarayan ışığın insan hayatındaki önemi üzerinden , Allah (c.c) nin indirdiği kitaplar için de kullanılmaktadır.
[006.001] Hamd, gökleri ve yeri yaratan, zulümatı ve nur'u var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken, inkar edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar.
"Karanlık" ve "Işık" insan hayatında önemli olan iki kavramdır. Allah (c.c) bu kavramların insan hayatı içindeki önemini dikkate alarak , dalaleti "Zulümat" olarak , hidayeti ise "Nur" olarak benzetmek sureti ile bizlere tanımlamaktadır.
[002.257] Allah inananların dostudur, onları zulümattan nur'a çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları nur'dan zulümata sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[005.015] Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
[005.016] Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, zulümattan nur'a çıkarır. Onları doğru yola iletir.
[005.044] Doğrusu Tevrat'ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendilerini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla, Rabb'a kul olanlarla bilginler de Allah'ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Ve ona şahid idiler. İnsanlardan korkmayın da Ben'den korkun. Ve ayetlerimi az bir değerle değiştirmeyin. Kim de Allah'In indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafirlerin kendileridir.
[005.046] Ve onların izinden Meryem oğlu İsa'yı, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ve ona İncil'i verdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendinden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı, hidayet ve müttakiler için bir öğüt olarak.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[009.032] Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
[014.001] Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları zulümattan nur'a, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
[039.022] Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı? Kalbleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte bunlar apaçık sapıklıktadırlar.
Allah (c.c) nin insanlara rahmet ve hidayet olmak üzere indirmiş olduğu kitaplara verdiği isimden bir tanesi de "NUR" dur. Bu nurlar insanları "ZULÜMAT" olarak adlandırılan küfür karanlığından aydınlığa çıkarmak gibi bir işleve sahiptir. Fakat insanların bir çoğu bu nurlara iman etmek yerine , karanlığı seçerek dünya ve ahiretini tehlikeye atmış , halen de atmaktadır.
Hadid s. 9. ayetinde kitabın indiriliş gayesi "Sizi zulümattan nur'a çıkarmak için" şeklinde beyan edilerek , 19. ve 28. ayetlerde , nur'a iman eden bir hayat geçirenlere yapılan vaadi görmekteyiz. Surenin 12. ayetinde ise , bu vaadin gerçekleşmiş hali tasvir edilmektedir.
Hadid s. 13. ayetinde ise , dünya hayatlarında nur'a iman etmemiş , etmediği ile kalmayarak onu ağızları ile söndürmeye kalkarak Allah'a ve elçisine savaş açan "Münafık" olarak adlandırılan insanların hali tasvir edilmektedir.
Bu ayet içinde mü'min ve münafıklar arasında geçen bir konuşma dikkatimizi çekmektedir.
Münafıklar , mü'minlere "bize de bakın; nurunuzdan faydalanalım" diye seslenerek karanlıkta kalmış ve nereye gideceğini bilmeyen çaresiz insanların halini tasvir etmektedirler.
Mü'minler ise münafıkların isteklerine "Dönün, arkanıza da bir nur arayın" şeklinde cevap vermektedirler. "Dönün, arkanıza" ifadesi , "Nur" elde edilecek olan adresi yani dünyayı göstermektedir. Çünkü ahirette kazanılan nur , dünya hayatında yapılanların bir karşılığı olarak iman edenlere verilmiştir. İman edenler o gün önlerinde nurları ile yollarını kaybetmeden yürüyebiliyor ise , dünya hayatlarında yollarını Allah (c.c) nin "NUR" olarak nitelendirdiği kitaplar ile yollarını aydınlatmışlar , ahirette ise yine bu nur onları yalnız bırakmayarak , yollarını bularak cennete kolayca gitmelerini sağlamıştır.
Fakat dünya hayatında iman etmesi gereken nur'u inkar eden bir yaşam sürenler , ahirette yaptıklarının karşılığını gördüklerinde geri dönmek isteyecekler , fakat artık böyle bir dönüş mümkün olmayacaktır.
[026.096-102] Orada birbirleri ile çekişerek: «Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak» derler.
[035.036-37] İnkar edenlere cehennem ateşi vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böylece cezalandırırız.Orada; «Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş işleyelim» diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: «Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mi? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadınız, zalimlerin yardımcısı olmaz.»
Dünya hayatlarını küfür ve nifak üzerine kurmak sureti ile , kendilerine gönderilen nur'a iman etmemeyi ve onu söndürmeyi yaşam biçimi edinerek bu halde ahirete geçenler , dünya yaşamlarında nasıl nur'dan mahrum kalarak karanlıklarda yaşamış ise , ahiret yaşamlarında da nur'dan mahrum kalarak karanlıklar içinde yaşayacaklardır.
[002.123] Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.
Allah (c.c) nin bir çok ayetinde haber verdiği ahiret ile ilgili olacaklar , Hadid suresi ayetlerinde gerçekleşmiş şekli ile anlatılmaktadır. Kimsenin kimseye faydasının olmadığı gerçek biçimde bu ayetlerde ortaya çıkmaktadır. Herkes ahiret azığını, yaşamış olduğu dünya hayatında yaptığı amelleri ile elde etmektedir. Dünyada cenneti kazanmak için gerekli olan amelleri işlemeyerek cehennemi hak etmiş olanlara , cenneti hak etmiş olanlar tarafından herhangi bir fayda sağlayacak yardım asla yapılmayacaktır. Cehennemi hak etmiş olanlara ise artık yeni bir şans tanınmayacaktır.
Hadid s. 14. ayetinde münafıklar , mü'minlere "Biz sizinle beraber değil miydik?" diyerek onların kazandığı nur'dan kendilerinin de bir payı olması gerektiğini iddia ederek isteklerinde ısrar etmektedirler. Fakat " Evet, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz, pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan, sizi Allah'a karşı bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı" şeklinde aldıkları cevap, artık onları çaresiz bırakarak başka söz söyleyemeyecek bir hale getirmiştir.
Özellikle Medine'de nazil olan ayetlerin münafıklar ile ilgili anlatımlar dikkate alındığında, Hadid s. 14. ayetindeki cümleler daha net olarak anlaşılacaktır. Çünkü bu ayetlerin ağırlıklı konusu , münafıklar ve onların yaptıkları yanlışlardır.
[002.008-17] İnsanlardan öyleleri vardır ki: «Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik.» derler; oysa onlar inanmış değildirler. Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sadece kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlara elem verici bir azab vardır. Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler. Haberiniz olsun; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler. Onlara; insanların inandıkları gibi siz de inanın, denilince; o beyinsizlerin inandığı gibi mi biz de inanacağız? derler. Bilesin ki asıl beyinsizler onlardır da bunu bilmezler. Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: «İnandık» derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: «Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz.» derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır. İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır. Onların misali; ateş yakan kimsenin misali gibidir ki, ateş çevresindekileri aydınlatınca, Allah onların nurunu giderdi. zulümat içerisinde görmez halde bırakıverdi.
Yaşadıkları hayat içinde Müslümanların arasına çöreklenerek , her fırsatta onların zarar görmeleri için uğraşanların , kendilerini Allah'ın görmediğini zannederek yaptıkları nifak hareketleri , en ince detayına kadar kayıt altına alınarak hesap günü karşılarına çıkarılmış, ve yaptıklarının karşılığı olan cehennem onlara ödenmiştir. Dünyada nur'a karşı kayıtsız kalarak zulümat'ı tercih edenler , hesap gününde de aynı karşılığı görerek nur'dan mahrum kalmaktadırlar.
Bu ayetler bizlere aynı zamanda insanın nur'a olan ihtiyacını da hatırlatmaktadır. Karanlıkta yol bulmak için mutlaka yolu gösterecek bir aydınlatıcıya ihtiyaç duyan insan , aydınlatıcıdan mahrum kaldığında etrafını göremeyerek , nereye gideceğini şaşıracaktır.
14. ayet içinde geçen "El Ğarur" kelimesi de konumuz olan ayetler gurubu içinde önemli bir yer tutmaktadır. Münafıkların nur'dan mahrum kalmalarına sebep olarak bu kelimenin anlam alanına giren şeyler gösterilmektedir.
Bu kelime , "Uyanık halde iken gaflete düşmek" anlamına gelen "El Ğırretü" den türemiştir. Bu kelime insanı aldatan , akılını çelen , değersiz ve boş şeylere arzu duymasına neden olan Şeytan'a isim olmuştur. Kelime aynı surenin 20. ayetinde de geçmektedir.
[057.020] Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.
Kelimenin geçtiği bazı ayetler de şunlardır ;
[031.033] Ey insanlar, Rabb'inizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilici değildir. Hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.
[035.005] Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır, öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile aldatmasın.
[007.020-22] Fakat şeytan, gözlerinden saklı tutulan ayıp yerlerini meydana çıkarmak amacı ile onlara şu sözleri fısıldadı. Rabbiniz, ya melek olmayasınız ya da burada sürekli kalacakların arasına katılmayasınız diye size bu ağacı yasakladı.«Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye ikisine yemin etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?»
[004.117-120] Onlar (müşrikler) O'nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar. Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: «Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir. Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım. Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler.» Ve her kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz açıktan açığa bir zarara düşmüştür!Şeytan onlara vadediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.
[006.112] İşte böylece Biz, her peygambere insan ve cinn şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi, kimini aldatmak için cazip sözler fısıldarlar. Eğer Rabbın dileseydi; bunu yapamazlardı. Öyleyse onları iftiraları ile başbaşa bırak.
[017.061-64] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti. «Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Demişti ki: «Git, onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz sizin cezanız cehennemdir; eksiksiz bir ceza.» «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder.
İnsanın ayağını cennetten kaydırarak cehenneme yuvarlanmasına sebep olan her türlü unsura ad olan Şeytan , Kur'an içinde geçen odak kavramlardan bir tanesidir. Aldatıcı anlamına gelen "El Ğarur" ise, Şeytan'a ad olmuş kelimelerden bir tanesidir. Bu kelimelerin geçtiği ayetleri okuduğumuz zaman , insanın cehenneme yuvarlanmasına sebep olan amelleri de görmekteyiz.
Sonuç olarak ; Bu çalışmayı yapma amacımız sadece ayetler üzerinde düşüncelerimizi paylaşmak değil , aynı zamanda Kur'an'ın kelimeler ile birbiri içindeki anlam örgüsü hakkında bir fikir vermeye çalışmaktır. Nur kelimesinin geçtiği ayetleri birliktelik içinde okuduğumuzda şunları görmek mümkündür;
Allah (c.c) biz kullarına olan mesajını daha kolay ve net olarak anlamamızı sağlamak için , yaşantımız içinde önemli olan kavramları kullanmaktadır. Nur , insan için hayati değere sahip gecenin karanlığında yolunu bulması için kullandığı aydınlanma aracına verdiği bir isimdir. Kur'an bu kelimenin insan hayatındaki önemini dikkate alarak , İnsanları doğru yola davet etmek için indirilmiş olan kitaplara bu ismi vermek sureti ile , inen kitapların insan hayatındaki önemine dikkat çekmektedir.
Nur'un karşıtı olan Zulümat ise, karanlıklar anlamına gelmekte olup , insan hayatında olumsuz yöndeki önemine binaen , vahye karşı inkarcı bir takınanların içinde bulunduğu durumu tasvir etmek için bu kelime kullanılmaktadır.
Kur'an, insan hayatının "Dünya" ve "Ahiret" olmak üzere iki taraflı olduğunu beyan etmektedir. Dünya hayatı içinde yapılması veya yapılmaması emredilen fiillerin inkar edilmesi neticesinde ahiret hayatında acı karşılıkların olduğu bir çok yerde haber verilmektedir. Ahirette verileceği vaad edilen bu karşılıklar , karşılıklı konuşma yollu anlatım üslubu ile gerçekleşmiş bir halde bizlere sunulmaktadır.
Dünya hayatlarında doğru yolu bulmaları için indirilmiş olan nur'a karşı inkarcı davranmak sureti ile zulümatı tercih edenler , bir çok ayette uyulmaması gerektiği emredilen El Ğarur'a uymak sureti ile cehennem hayatını hak etmişlerdir. Konumuz olan sure içinde geçen "Nur" kelimelerinin geçtiği ayetleri , 9-20-19-28-12-13-14-15 şeklinde bir sıra gözeterek okuduğumuz zaman, ayetler konu bütünlüğü içinde daha kolay anlaşılacaktır.
Bu anlatımlarda asıl amaç , halen yaşamını sürmekte olan ve bu yaşam karşılığında cennet veya cehennem ehli olacak olanların , ahirette nasıl bir durum ile karşılaşacaklarını haber vermek olup , cennet ameli işleyenleri teşvik etmek , cehennem ameli işleyenleri sakındırmaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Yine Kur'an, dünya hayatı içinde yaptıklarının karşılığı olarak cehennemi hak etmiş olanların, cehennemdeki yaşantılarından kesitler sunmak sureti ile, yaşamlarını cehennem ehli olmaya aday bir şekilde sürdürenlere , başlarına gelecek olanı önceden haber vermek sureti ile sakınmalarını ve yaşamlarına çeki düzen vererek , yaşadıkları yanlış hayatlardan dönmelerini amaçlayan anlatımlar sunmaktadır.
Yazımıza konu edeceğimiz Hadid s. 12. ve 15. ayetler arasında , yaşamlarını "Mü'min" olarak geçirerek cenneti hak etmiş olanların , yaşamlarını "Münafık" olarak geçirerek , cehennemi hak etmiş olanlar ile aralarında geçen konuşmalar anlatılmaktadır. Bu ayetleri ele almaya çalışırken , konumuz olan ayetler içindeki bazı kelimelere dikkat çekerek , Kur'an'ın kendi bütünlüğü içindeki muhteşem anlam örgüsünü de görmeye çalışacağız.
[057.012] O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşar iken görürsünüz. «Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar olarak altından ırmaklar akan Cennetlerdir.» İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.
[057.013] O gün; münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere: bize de bakın; nurunuzdan faydalanalım, diyeceklerdir. Onlara: Dönün, arkanıza da bir nur arayın, denilir. Nihayet onların arasına kapısının içinde rahmet, dışında azab olan bir sur çekilir.
[057.014] Onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. Onlar da: Evet, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz, pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan, sizi Allah'a karşı bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı.
[057.015] Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve küfretmekte olanlardan da. Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü bir gidiş yeridir.
Konumuz ile ilgili ayetin bir benzerini Tahrim s. 8. ayetinde de görmekteyiz.
[066.008] Ey iman edenler! Samimî ve kesin bir dönüşle Allah’a tövbe ediniz. Böyle yaparsanız Rabbinizin sizin günahlarınızı affedeceğini, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğini umabilirsiniz. O gün Allah, Peygamberini ve onun beraberindeki müminleri utandırmaz. Onların nur'u, önlerinden ve sağ taraflarından sür’atle ilerler. Şöyle derler onlar: «Ey Kerim Rabbimiz! nurumuzu daha da artır, tamamına erdir, kusurlarımızı affet, çünkü Sen her şeye kadirsin!»
Hadid s. 12. ayetinde görülen hesap sonrası cenneti hak etmiş mü'min erkek ve kadınların sevinçli halleri tasvir edilmektedir. 13. ayette ise cehennemi hak etmiş münafık erkek ve kadınların düştükleri zelil durum tasvir edilmektedir. Bu ayetlerde öne çıkan kelime "NUR" kelimesidir. Şimdi bu kelime etrafında Kur'an içinde bir gezinti yaparak , konumuz olan ayetler ile bağını kurmaya çalışalım. Bu kelime ayrıca surenin diğer ayetlerine yayılmış bir halde olup, konu ile bağını kurarak onları da birleştirmeye çalışacağız.
[057.009] Sizi zulümattan nur'a çıkarmak için kuluna, apaçık ayetler indiren O'dur. Doğrusu Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir.
[057.019] Allah'a ve peygamberlerine iman edenler; işte onlar, Rabbları katında doğrular ve şahidlerdir. Onların hem mükafatları, hem de nurları vardır. Küfredip de ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da cehennem yaranıdırlar.
[057.028] Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve Peygamberine inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Hadid s. 9. 19. ve 28. ayetlerine baktığımızda, konumuz olan ayetlerdeki kelimeyi burada da görmekteyiz. Bu ayetler de konumuz olan ayetler ile çok yakından alakalıdır. Nur kelimesinin bir sure içinde en fazla olarak geçen bir kelime olması dikkat çekicidir. Konumuz olan ayetlerde , yaşadıkları hayat içinde kendilerine inmiş olan NUR'a karşı takındıkları tavrın karşılığını alanların anlatıldığını görmekteyiz.
Nur ; "Karanlıkta yol bulmaya yarayan ışık" anlamındadır. Kur'an bu kelimeyi hem hakiki , hem de mecaz anlamda kullanarak , karanlıkta yol bulmaya yarayan ışığın insan hayatındaki önemi üzerinden , Allah (c.c) nin indirdiği kitaplar için de kullanılmaktadır.
[006.001] Hamd, gökleri ve yeri yaratan, zulümatı ve nur'u var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken, inkar edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar.
"Karanlık" ve "Işık" insan hayatında önemli olan iki kavramdır. Allah (c.c) bu kavramların insan hayatı içindeki önemini dikkate alarak , dalaleti "Zulümat" olarak , hidayeti ise "Nur" olarak benzetmek sureti ile bizlere tanımlamaktadır.
[002.257] Allah inananların dostudur, onları zulümattan nur'a çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları nur'dan zulümata sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[005.015] Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
[005.016] Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, zulümattan nur'a çıkarır. Onları doğru yola iletir.
[005.044] Doğrusu Tevrat'ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendilerini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla, Rabb'a kul olanlarla bilginler de Allah'ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Ve ona şahid idiler. İnsanlardan korkmayın da Ben'den korkun. Ve ayetlerimi az bir değerle değiştirmeyin. Kim de Allah'In indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafirlerin kendileridir.
[005.046] Ve onların izinden Meryem oğlu İsa'yı, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ve ona İncil'i verdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendinden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı, hidayet ve müttakiler için bir öğüt olarak.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[009.032] Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
[014.001] Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları zulümattan nur'a, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
[039.022] Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı? Kalbleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte bunlar apaçık sapıklıktadırlar.
Allah (c.c) nin insanlara rahmet ve hidayet olmak üzere indirmiş olduğu kitaplara verdiği isimden bir tanesi de "NUR" dur. Bu nurlar insanları "ZULÜMAT" olarak adlandırılan küfür karanlığından aydınlığa çıkarmak gibi bir işleve sahiptir. Fakat insanların bir çoğu bu nurlara iman etmek yerine , karanlığı seçerek dünya ve ahiretini tehlikeye atmış , halen de atmaktadır.
Hadid s. 9. ayetinde kitabın indiriliş gayesi "Sizi zulümattan nur'a çıkarmak için" şeklinde beyan edilerek , 19. ve 28. ayetlerde , nur'a iman eden bir hayat geçirenlere yapılan vaadi görmekteyiz. Surenin 12. ayetinde ise , bu vaadin gerçekleşmiş hali tasvir edilmektedir.
Hadid s. 13. ayetinde ise , dünya hayatlarında nur'a iman etmemiş , etmediği ile kalmayarak onu ağızları ile söndürmeye kalkarak Allah'a ve elçisine savaş açan "Münafık" olarak adlandırılan insanların hali tasvir edilmektedir.
Bu ayet içinde mü'min ve münafıklar arasında geçen bir konuşma dikkatimizi çekmektedir.
Münafıklar , mü'minlere "bize de bakın; nurunuzdan faydalanalım" diye seslenerek karanlıkta kalmış ve nereye gideceğini bilmeyen çaresiz insanların halini tasvir etmektedirler.
Mü'minler ise münafıkların isteklerine "Dönün, arkanıza da bir nur arayın" şeklinde cevap vermektedirler. "Dönün, arkanıza" ifadesi , "Nur" elde edilecek olan adresi yani dünyayı göstermektedir. Çünkü ahirette kazanılan nur , dünya hayatında yapılanların bir karşılığı olarak iman edenlere verilmiştir. İman edenler o gün önlerinde nurları ile yollarını kaybetmeden yürüyebiliyor ise , dünya hayatlarında yollarını Allah (c.c) nin "NUR" olarak nitelendirdiği kitaplar ile yollarını aydınlatmışlar , ahirette ise yine bu nur onları yalnız bırakmayarak , yollarını bularak cennete kolayca gitmelerini sağlamıştır.
Fakat dünya hayatında iman etmesi gereken nur'u inkar eden bir yaşam sürenler , ahirette yaptıklarının karşılığını gördüklerinde geri dönmek isteyecekler , fakat artık böyle bir dönüş mümkün olmayacaktır.
[026.096-102] Orada birbirleri ile çekişerek: «Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak» derler.
[035.036-37] İnkar edenlere cehennem ateşi vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böylece cezalandırırız.Orada; «Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş işleyelim» diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: «Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mi? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadınız, zalimlerin yardımcısı olmaz.»
Dünya hayatlarını küfür ve nifak üzerine kurmak sureti ile , kendilerine gönderilen nur'a iman etmemeyi ve onu söndürmeyi yaşam biçimi edinerek bu halde ahirete geçenler , dünya yaşamlarında nasıl nur'dan mahrum kalarak karanlıklarda yaşamış ise , ahiret yaşamlarında da nur'dan mahrum kalarak karanlıklar içinde yaşayacaklardır.
[002.123] Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.
Allah (c.c) nin bir çok ayetinde haber verdiği ahiret ile ilgili olacaklar , Hadid suresi ayetlerinde gerçekleşmiş şekli ile anlatılmaktadır. Kimsenin kimseye faydasının olmadığı gerçek biçimde bu ayetlerde ortaya çıkmaktadır. Herkes ahiret azığını, yaşamış olduğu dünya hayatında yaptığı amelleri ile elde etmektedir. Dünyada cenneti kazanmak için gerekli olan amelleri işlemeyerek cehennemi hak etmiş olanlara , cenneti hak etmiş olanlar tarafından herhangi bir fayda sağlayacak yardım asla yapılmayacaktır. Cehennemi hak etmiş olanlara ise artık yeni bir şans tanınmayacaktır.
Hadid s. 14. ayetinde münafıklar , mü'minlere "Biz sizinle beraber değil miydik?" diyerek onların kazandığı nur'dan kendilerinin de bir payı olması gerektiğini iddia ederek isteklerinde ısrar etmektedirler. Fakat " Evet, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz, pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan, sizi Allah'a karşı bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı" şeklinde aldıkları cevap, artık onları çaresiz bırakarak başka söz söyleyemeyecek bir hale getirmiştir.
Özellikle Medine'de nazil olan ayetlerin münafıklar ile ilgili anlatımlar dikkate alındığında, Hadid s. 14. ayetindeki cümleler daha net olarak anlaşılacaktır. Çünkü bu ayetlerin ağırlıklı konusu , münafıklar ve onların yaptıkları yanlışlardır.
[002.008-17] İnsanlardan öyleleri vardır ki: «Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik.» derler; oysa onlar inanmış değildirler. Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sadece kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlara elem verici bir azab vardır. Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler. Haberiniz olsun; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler. Onlara; insanların inandıkları gibi siz de inanın, denilince; o beyinsizlerin inandığı gibi mi biz de inanacağız? derler. Bilesin ki asıl beyinsizler onlardır da bunu bilmezler. Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: «İnandık» derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: «Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz.» derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır. İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır. Onların misali; ateş yakan kimsenin misali gibidir ki, ateş çevresindekileri aydınlatınca, Allah onların nurunu giderdi. zulümat içerisinde görmez halde bırakıverdi.
Yaşadıkları hayat içinde Müslümanların arasına çöreklenerek , her fırsatta onların zarar görmeleri için uğraşanların , kendilerini Allah'ın görmediğini zannederek yaptıkları nifak hareketleri , en ince detayına kadar kayıt altına alınarak hesap günü karşılarına çıkarılmış, ve yaptıklarının karşılığı olan cehennem onlara ödenmiştir. Dünyada nur'a karşı kayıtsız kalarak zulümat'ı tercih edenler , hesap gününde de aynı karşılığı görerek nur'dan mahrum kalmaktadırlar.
Bu ayetler bizlere aynı zamanda insanın nur'a olan ihtiyacını da hatırlatmaktadır. Karanlıkta yol bulmak için mutlaka yolu gösterecek bir aydınlatıcıya ihtiyaç duyan insan , aydınlatıcıdan mahrum kaldığında etrafını göremeyerek , nereye gideceğini şaşıracaktır.
14. ayet içinde geçen "El Ğarur" kelimesi de konumuz olan ayetler gurubu içinde önemli bir yer tutmaktadır. Münafıkların nur'dan mahrum kalmalarına sebep olarak bu kelimenin anlam alanına giren şeyler gösterilmektedir.
Bu kelime , "Uyanık halde iken gaflete düşmek" anlamına gelen "El Ğırretü" den türemiştir. Bu kelime insanı aldatan , akılını çelen , değersiz ve boş şeylere arzu duymasına neden olan Şeytan'a isim olmuştur. Kelime aynı surenin 20. ayetinde de geçmektedir.
[057.020] Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.
Kelimenin geçtiği bazı ayetler de şunlardır ;
[031.033] Ey insanlar, Rabb'inizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilici değildir. Hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.
[035.005] Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır, öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile aldatmasın.
[007.020-22] Fakat şeytan, gözlerinden saklı tutulan ayıp yerlerini meydana çıkarmak amacı ile onlara şu sözleri fısıldadı. Rabbiniz, ya melek olmayasınız ya da burada sürekli kalacakların arasına katılmayasınız diye size bu ağacı yasakladı.«Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye ikisine yemin etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?»
[004.117-120] Onlar (müşrikler) O'nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar. Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: «Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir. Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım. Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler.» Ve her kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz açıktan açığa bir zarara düşmüştür!Şeytan onlara vadediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.
[006.112] İşte böylece Biz, her peygambere insan ve cinn şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi, kimini aldatmak için cazip sözler fısıldarlar. Eğer Rabbın dileseydi; bunu yapamazlardı. Öyleyse onları iftiraları ile başbaşa bırak.
[017.061-64] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti. «Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Demişti ki: «Git, onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz sizin cezanız cehennemdir; eksiksiz bir ceza.» «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder.
İnsanın ayağını cennetten kaydırarak cehenneme yuvarlanmasına sebep olan her türlü unsura ad olan Şeytan , Kur'an içinde geçen odak kavramlardan bir tanesidir. Aldatıcı anlamına gelen "El Ğarur" ise, Şeytan'a ad olmuş kelimelerden bir tanesidir. Bu kelimelerin geçtiği ayetleri okuduğumuz zaman , insanın cehenneme yuvarlanmasına sebep olan amelleri de görmekteyiz.
Sonuç olarak ; Bu çalışmayı yapma amacımız sadece ayetler üzerinde düşüncelerimizi paylaşmak değil , aynı zamanda Kur'an'ın kelimeler ile birbiri içindeki anlam örgüsü hakkında bir fikir vermeye çalışmaktır. Nur kelimesinin geçtiği ayetleri birliktelik içinde okuduğumuzda şunları görmek mümkündür;
Allah (c.c) biz kullarına olan mesajını daha kolay ve net olarak anlamamızı sağlamak için , yaşantımız içinde önemli olan kavramları kullanmaktadır. Nur , insan için hayati değere sahip gecenin karanlığında yolunu bulması için kullandığı aydınlanma aracına verdiği bir isimdir. Kur'an bu kelimenin insan hayatındaki önemini dikkate alarak , İnsanları doğru yola davet etmek için indirilmiş olan kitaplara bu ismi vermek sureti ile , inen kitapların insan hayatındaki önemine dikkat çekmektedir.
Nur'un karşıtı olan Zulümat ise, karanlıklar anlamına gelmekte olup , insan hayatında olumsuz yöndeki önemine binaen , vahye karşı inkarcı bir takınanların içinde bulunduğu durumu tasvir etmek için bu kelime kullanılmaktadır.
Kur'an, insan hayatının "Dünya" ve "Ahiret" olmak üzere iki taraflı olduğunu beyan etmektedir. Dünya hayatı içinde yapılması veya yapılmaması emredilen fiillerin inkar edilmesi neticesinde ahiret hayatında acı karşılıkların olduğu bir çok yerde haber verilmektedir. Ahirette verileceği vaad edilen bu karşılıklar , karşılıklı konuşma yollu anlatım üslubu ile gerçekleşmiş bir halde bizlere sunulmaktadır.
Dünya hayatlarında doğru yolu bulmaları için indirilmiş olan nur'a karşı inkarcı davranmak sureti ile zulümatı tercih edenler , bir çok ayette uyulmaması gerektiği emredilen El Ğarur'a uymak sureti ile cehennem hayatını hak etmişlerdir. Konumuz olan sure içinde geçen "Nur" kelimelerinin geçtiği ayetleri , 9-20-19-28-12-13-14-15 şeklinde bir sıra gözeterek okuduğumuz zaman, ayetler konu bütünlüğü içinde daha kolay anlaşılacaktır.
Bu anlatımlarda asıl amaç , halen yaşamını sürmekte olan ve bu yaşam karşılığında cennet veya cehennem ehli olacak olanların , ahirette nasıl bir durum ile karşılaşacaklarını haber vermek olup , cennet ameli işleyenleri teşvik etmek , cehennem ameli işleyenleri sakındırmaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
2 Şubat 2017 Perşembe
Kamer s. 5. Ayetindeki "Nüzur" Kelimesinin Çevirisi Örneğinde Ayetlerin Rivayetlere Göre Anlaşılması
Bundan önceki bazı yazılarımızda bazı ayet çevirilerini ele alarak , bu ayetlerin çevirisinin, rivayetleri doğrulamak amaçlı olarak yapıldığına dikkat çekmeye çalışmıştık. Bu yazımızda, Kamer s. 5. ayetinde geçen "Nüzur" kelimenin çevirisini ele alarak , bu kelimenin neden sure bütünlüğü dikkat edilerek çevrilmediği konusuna, ve ilgili kelimenin aynı sure içindeki diğer geçişlerini dikkate alarak, doğru bir çevirinin yapılmasında sure bütünlüğünün önemine dikkat çekmeye çalışacağız.
Allah (c.c) nin Kamer s. 1. ayetinde "İkterebetis sâatu ven şakkal kameru" (Saat yaklaştı ve ay yarıldı) buyurmuş olmasının , bir mucize olarak ayın gerçek olarak yarılmış olduğunu haber veren bir ayet olduğu şeklindeki yorumlara bir çok tefsirde rastlamaktayız. Ayın gerçek olarak ortadan ikiye yarılmış olduğu düşüncesi, öyle bir kabul gören düşüncedir ki , bunu ret etmenin imanı zayi ettiği düşüncesi , bir çok kimsede mevcuttur.
Kamer s. 1. ayetinin böyle bir yarılmayı haber verdiğine dair olan düşüncelerin tersine , ayet içindeki "Şakkal kameru" ifadesinin, Araplar arasında kullanılan "Mesele açıklığa kavuştu" anlamında bir deyim olduğu şeklindeki yorumların , veya ayın gerçek olarak yarılmadığına dair olan düşüncelerin, daha ilk tefsirciler arasında yaygın bulunduğunu , fakat ayın gerçek anlamda yarıldığı düşüncesinin daha ağır basması nedeniyle, Kamer s. 1. ayetinin ayın kesin olarak ortadan ikiye yarılmış olduğunun haberini verdiği zannedilmektedir.
Ayın yarılmadığını iddia etme düşüncesinin yeni ortaya çıktığı zannedilerek , bu yarılmayı ret edenlerin tekfir edilmeye kadar varacak şiddette bir karşılık gördüğü herkesçe malumdur. Ancak, ayın yarılmadığı iddiasının yeni bir iddia olmadığı , ilk tefsircilerin bir kısmının böyle bir düşünce içinde olduğu bir çok kimse tarafından maalesef bilinmemektedir. Ayın yarılmadığını iddia edenlere karşı tekfirci bir dil kullananlar , ilk tefsircilerde bile böyle bir düşünce olduğunu bilmiş olsalardı , ayın gerçek anlamda yarılmadığını iddia edenlere karşı, belki daha yumuşak bir üslup kullanabilirlerdi.
Yazımızın asıl konusu , Kamer s. 5. ayetinin çevirisinin , ayın gerçek anlamda yarıldığı ön kabulü dahilinde yapılmış bir çeviri olduğu ve sure bütünlüğüne dikkat edilmeden yapıldığı yönündeki düşüncelerimizi paylaşmak olduğu için, konuyu sure bütününü ele alarak anlamak durumunda olduğumuzu hatırlatmak isteriz.
[054.001] Saat yaklaştı ve ay yarıldı.
[054.002] Onlar, bir ayet gördüklerinde yüz çevirirler ve; süregelen bir büyüdür, derler.
[054.003] Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.
[054.005] Bu haberlerin her birinde üstün hikmet vardır; ama UYARICILAR fayda vermiyor.
[054.006] Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;
[054.007] Gözleri hor ve hakir olarak, yaygın çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.
[054.008] Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kâfirler derler ki: «Bu, zorlu bir gün.»
Kamer s. 1. ayetinde "Şakkul kameru" ifadesinin mazi fiil ile ifade edilmiş olması , ayın gerçek anlamda yarıldığını haber verdiği yorumlarına dayanak teşkil etmektedir. Halbuki bu ifadenin Araplar arasında kullanılan ve "Mesele açıklığa kavuştu - Gerçekler ortaya çıktı" anlamında bir deyim olduğu hesaba katılarak bu ayet yorumlanmaya çalışılmış olsa idi , böyle bir yorum sure bütünlüğüne daha uygun, ve rivayetler baz alınarak bir ayetin yorumlanması yanlışı ortaya çıkarak, bu konudaki ihtilafların önü alınmış olurdu.
Kamer suresi 1. ayeti , kıyametin mutlaka gerçekleşeceğini ve herkesin yapmış olduğu amellerin ortaya dökülerek karşılığının verileceğini haber vermektedir. Bu noktada "Gelecekte olacak bir olay neden gelecek zaman fiili ile değil de , geçmiş zaman fiili ile haber verilmektedir? sorusu sorulacak ve bunun cevabı istenecektir.
Gelecek zamanda olacak kıyamet ile ilgili haberlerin gelecek zaman fiili yerine , geçmiş zaman fiili ile haber verilmesi Kur'an'ın anlatım üsluplarından bir tanesidir. Gelecekte meydana gelecek bir olay için geçmiş zaman kalıbının kullanılması , haber verilen olayın mutlaka gerçekleşeceğinin anlaşılmasına dair kullanılan bir üsluptur ve bu üslubu daha başka ayetlerde görmekteyiz.
[039.068] Sûr'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetiyorlar.
[039.069] Yer; Rabbının nuru ile aydınlandı, kitab konuldu, peygamberler ve şahidler getirildi. Onlara haksızlık yapılmadan aralarında hak ile hükmolundu.
[039.070] Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlemekte olduklarını daha iyi bilendir.
[039.071] Küfredenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: «Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyarıp-korkutan peygamberler gelmedi mi size?» Onlar: «Evet.» dediler. Ancak azab kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.
[039.072] Onlara denildi ki: İçinde temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür.
Allah (c.c) nin Kamer s. 1. ayetinde "İkterebetis sâatu ven şakkal kameru" (Saat yaklaştı ve ay yarıldı) buyurmuş olmasının , bir mucize olarak ayın gerçek olarak yarılmış olduğunu haber veren bir ayet olduğu şeklindeki yorumlara bir çok tefsirde rastlamaktayız. Ayın gerçek olarak ortadan ikiye yarılmış olduğu düşüncesi, öyle bir kabul gören düşüncedir ki , bunu ret etmenin imanı zayi ettiği düşüncesi , bir çok kimsede mevcuttur.
Kamer s. 1. ayetinin böyle bir yarılmayı haber verdiğine dair olan düşüncelerin tersine , ayet içindeki "Şakkal kameru" ifadesinin, Araplar arasında kullanılan "Mesele açıklığa kavuştu" anlamında bir deyim olduğu şeklindeki yorumların , veya ayın gerçek olarak yarılmadığına dair olan düşüncelerin, daha ilk tefsirciler arasında yaygın bulunduğunu , fakat ayın gerçek anlamda yarıldığı düşüncesinin daha ağır basması nedeniyle, Kamer s. 1. ayetinin ayın kesin olarak ortadan ikiye yarılmış olduğunun haberini verdiği zannedilmektedir.
Ayın yarılmadığını iddia etme düşüncesinin yeni ortaya çıktığı zannedilerek , bu yarılmayı ret edenlerin tekfir edilmeye kadar varacak şiddette bir karşılık gördüğü herkesçe malumdur. Ancak, ayın yarılmadığı iddiasının yeni bir iddia olmadığı , ilk tefsircilerin bir kısmının böyle bir düşünce içinde olduğu bir çok kimse tarafından maalesef bilinmemektedir. Ayın yarılmadığını iddia edenlere karşı tekfirci bir dil kullananlar , ilk tefsircilerde bile böyle bir düşünce olduğunu bilmiş olsalardı , ayın gerçek anlamda yarılmadığını iddia edenlere karşı, belki daha yumuşak bir üslup kullanabilirlerdi.
Yazımızın asıl konusu , Kamer s. 5. ayetinin çevirisinin , ayın gerçek anlamda yarıldığı ön kabulü dahilinde yapılmış bir çeviri olduğu ve sure bütünlüğüne dikkat edilmeden yapıldığı yönündeki düşüncelerimizi paylaşmak olduğu için, konuyu sure bütününü ele alarak anlamak durumunda olduğumuzu hatırlatmak isteriz.
[054.001] Saat yaklaştı ve ay yarıldı.
[054.002] Onlar, bir ayet gördüklerinde yüz çevirirler ve; süregelen bir büyüdür, derler.
[054.003] Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.
[054.005] Bu haberlerin her birinde üstün hikmet vardır; ama UYARICILAR fayda vermiyor.
[054.006] Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;
[054.007] Gözleri hor ve hakir olarak, yaygın çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.
[054.008] Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kâfirler derler ki: «Bu, zorlu bir gün.»
Kamer s. 1. ayetinde "Şakkul kameru" ifadesinin mazi fiil ile ifade edilmiş olması , ayın gerçek anlamda yarıldığını haber verdiği yorumlarına dayanak teşkil etmektedir. Halbuki bu ifadenin Araplar arasında kullanılan ve "Mesele açıklığa kavuştu - Gerçekler ortaya çıktı" anlamında bir deyim olduğu hesaba katılarak bu ayet yorumlanmaya çalışılmış olsa idi , böyle bir yorum sure bütünlüğüne daha uygun, ve rivayetler baz alınarak bir ayetin yorumlanması yanlışı ortaya çıkarak, bu konudaki ihtilafların önü alınmış olurdu.
Kamer suresi 1. ayeti , kıyametin mutlaka gerçekleşeceğini ve herkesin yapmış olduğu amellerin ortaya dökülerek karşılığının verileceğini haber vermektedir. Bu noktada "Gelecekte olacak bir olay neden gelecek zaman fiili ile değil de , geçmiş zaman fiili ile haber verilmektedir? sorusu sorulacak ve bunun cevabı istenecektir.
Gelecek zamanda olacak kıyamet ile ilgili haberlerin gelecek zaman fiili yerine , geçmiş zaman fiili ile haber verilmesi Kur'an'ın anlatım üsluplarından bir tanesidir. Gelecekte meydana gelecek bir olay için geçmiş zaman kalıbının kullanılması , haber verilen olayın mutlaka gerçekleşeceğinin anlaşılmasına dair kullanılan bir üsluptur ve bu üslubu daha başka ayetlerde görmekteyiz.
[039.068] Sûr'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetiyorlar.
[039.069] Yer; Rabbının nuru ile aydınlandı, kitab konuldu, peygamberler ve şahidler getirildi. Onlara haksızlık yapılmadan aralarında hak ile hükmolundu.
[039.070] Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlemekte olduklarını daha iyi bilendir.
[039.071] Küfredenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: «Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyarıp-korkutan peygamberler gelmedi mi size?» Onlar: «Evet.» dediler. Ancak azab kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.
[039.072] Onlara denildi ki: İçinde temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür.
[039.073] Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük
sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara
(cennetin) bekçileri dedi ki: «Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz.
Ebedi kalıcılar olarak ona girin.»
[039.074] (Onlar da) Dediler ki: «Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu
yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde
konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.
[039.075] Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile
tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: «Alemlerin
Rabbine hamdolsun» denilmiştir.
Yukarıda meallerini verdiğimiz Zümer s. 68-75. ayetleri arasında gelecek zamanda vaki olacak kıyamet , hesap , cennet ve cehennem ile ilgili bilgiler geçmiş zaman fiilleri ile anlatılmaktadır. Bu anlatım üslubu , anlatılan olayın mutlaka vaki olacağını bildirmek için kullanılmaktadır.
Kamer s. 1. ayetini bu çerçevede düşündüğümüzde, geçmiş zaman kalıbı ile ifade edilen "İkterebetis sâatu ven şakkal kameru" (Saat yaklaştı ve ay yarıldı) cümlesi , gelecek zamanda kıyametin kopacağını ve herkesin yaptıklarının ortaya çıkacağını haber vermektedir. Surenin ilerleyen ayetlerinde, gelecek zamanda meydana gelecek bu olay zaten haber verilmektedir.
Kamer suresinin ilk ayetleri , Mekke'de ayın gerçek olarak ortadan ikiye ayrılmış olduğu ön kabulü içinde okunarak, 5. ayet içinde geçen "ru"Ennüzuru kelimesi, "UYARICILAR" olarak çevrilmesi gerekirken , "UYARILAR" şeklinde çevrilmiştir. Bazılarımız "Bu kadar farktan ne çıkar" diyebilir , surenin ilk ayetleri, ayın gerçek olarak yarıldığını gören, fakat buna inanmayan Mekke müşriklerine hitap ettiği düşüncesine uygun olarak çevrildiği için, sure bütünlüğüne daha uygun olan "Uyarıcılar" olarak çevrilmesi yerine , Muhammed (a.s) ın tek elçi olmasından dolayı "Uyarıcılar" ifadesinin uygun düşmeyeceği düşünüldüğü için "Uyarılar" şeklinde çevrilmiştir.
Eğer ayet sure bütünlüğüne uygun olarak "Uyarıcılar" şeklinde çevrilmiş olsaydı , hitabın Mekke'li müşriklere yapıldığını düşünenler için "Mekke'de birden fazla uyarıcının ne işi var?" sorusunun cevabını vermeleri mümkün olmazdı.
Halbuki 5. ayet, hiç bir ön kabul olmadan, sadece sure bütünlüğü dikkate alınarak çevrilmiş olsaydı , surenin ilk ayetlerinin direk Mekke'li müşrikleri değil , kendilerinden önce geçmiş olan müşriklere dikkat çekerek , Mekke'li müşriklerin kendilerinden önceki atalarının yolundan gitmiş olduklarına dikkat çektiğini anlayabilir , böylece 5. ayet içindeki "Ennüzuru" kelimesinin "Uyarıcılar" olarak çevrilmesinin daha uygun olduğunu görebilirlerdi.
Bu bağlamda başka surelerdeki "Ennuzur" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerden örnekler vererek bu kelimenin "Uyarıcı" anlamında kullanılmış olduğunu görelim.
[010.101] De ki: Göklerde ve yerde neler var, bir bakın. Fakat bunca ayetler ve uyarıcılar (ennuzüru) inanmayanlar güruhuna fayda vermez.
[046.021] Ad kavminin kardeşi Hud'u an; ondan önce ve sonra, 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin» diyen nice uyarıcılar (ennüzuru)gelmişken, Ahkaf bölgesindeki kavmini uyarmış, «Doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum» demişti.
[053.056] Bu da ilk uyarıcılardan (ennüzuri) bir uyarıcıdır.
Kamer suresinin içinde geçen "Nüzur" kelimesinin hem "Uyarıcı" hem de "Uyarı" anlamını taşıyabileceğini önceden ifade ederek, hangi anlamın daha uygun olacağını sure bütünlüğü dikkate alınarak verilmesi gerektiğini hatırlattıktan sonra , bu kelimenin aynı sure içinde geçtiği ayetleri vererek devam edelim.
5. ayette "Uyarıcılar fayda vermiyor" ifadesinin açılımı karşımıza sure içinde yayılmış olan, kendilerine gönderilen uyarıcıları ret etmelerinden ötürü helak edilen kavimlerin anlatılması şeklinde çıkmaktadır.
Kamer s. 9. ayetinden 16. ayete kadar, Nuh kavminin kıssası anlatılarak , o kavme uyarıcıları olan Nuh (a.s) ın uyarılarından faydalanmak yerine, onun uyarılarını ret etmeyi seçtikleri için , helak edildikleri haber verilmektedir. Sure içinde 6 defa tekrarlanan "Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzuri) nasılmış?" ayeti içinde geçen "ve nuzuri" kelimesi, burada "Uyarı" anlamındadır. Sure içinde bu kelime "El" takısı kullanılarak "Ennüzur" ve "El" takısı kullanılmadan "Nüzur" şeklinde geçmektedir. "El" takısı kullanılan "Nüzur" kelimesi , "Uyarıcı" anlamında kullanılır iken , "El" takısı kullanılmayan "Nüzur" kelimesi "Uyarı" anlamındadır.
Surenin 18. ve 21. ayetleri arasında Ad kavminin helak edilmesi anlatılarak sure içinde 6 defa tekrarlanan ,"Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzuri) nasılmış?" ayetinin 2. ve 3. tekrarı, 18. ve 21. ayettedir.
Surenin 23. ayetinden itibaren başlayan Semud kavminin helak edilmesi "Kezzebet semudu binnuzuri" (Semud da UYARICILARI yalanladı) ayeti ile başlamaktadır.
Başka surelerde geçen elçi kıssalarındaki "Kezzebet semudul mürseline" (Semud'da gönderilenleri yalanladı) (Kasas s. 105-123-141-160) gibi ayetlerde, yalanlananların kim olduğuna baktığımızda , gönderilen elçiler olduğunu görmekteyiz. Bu noktayı dikkate aldığımızda , Kamer s. 23. 33. ve 36. ayetlerde geçen "Binnuzuri" kelimesinin "Uyarıcı" anlamında elçileri ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Kamer s. 23. ayetinden başlayan Semud kavminin helak edilmesinin anlatılması, 30. ayette sure içinde 6 defa geçen "Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzuri) nasılmış?" ayetinin 4. defa tekrar edilmesinden sonra 31. ayette biterek , 33. ayette , "Kezzebet qavmi lutin binnuzuri" (Lut kavmi de UYARICILARI yalanladı) buyurularak , Lut kavminin helakına geçilmektedir. 37. ve 39. ayetlerde , sure içinde 6 defa geçen ayetin, 5. ve 6. defa geçmesinden sonra , 41. ayette Firavun kavminin helakına geçilmektedir.
"Ve lekad cae ali fir'avne binnuzuri" (Firavun ailesine de UYARICILAR geldi) buyurulması ile başlayan kıssa , 42. ayette sona ermektedir.
Kamer suresi 5. ayetinde "UYARICILAR fayda vermiyor" buyurulmasının daha geniş bir açılımı , Kamer s. 42. ayetine kadar anlatılan Nuh , Ad , Semud , Lut ve Firavun kavimlerinin, kendilerine gönderilen UYARICILARI ret etmesinin , onlara neye mal olduğu hatırlatılarak, 43. ayette Mekke müşriklerine hitaben "Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berât mı var?" buyurulmak sureti ile , o kavimlerin başlarına gelen helak olaylarının , Mekke müşriklerinin başlarına gelmemesi için hiç bir sebebin olmadığı bildirilmektedir.
[054.044] Yoksa: «Biz yardımlaşan bir topluluğuz.» mu diyorlar?
[054.045] Topluluk yakında dağıtılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar.
Kamer s. 44. ve 45. ayetlerinde , Mekke müşriklerinin çok güvendikleri mal ve servetlerine fazla güvenmemeleri gerektiği hatırlatılarak , surenin 1. ayetini daha iyi anlamamızı sağlayacak olan ayetler gelmektedir.
[054.046] Daha doğrusu onlara vaad olunan asıl saattir. O saat ne belalı, ne acıdır.
[054.047] Muhakkak ki suçlular; sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler.
[054.048] Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün: Cehennemin dokunuşunu tadın» (denecek) [054.049] Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.
[054.050] Ve Bizim emrimiz bir tektir; bir göz kırpması gibidir.
[054.051] And olsun ki, benzerlerinizi yok etti, öğüt alan yok mudur?
[054.052] İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur.
[054.053] Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı) dır.
Kamer s. 1. ayetinde "Saat yaklaştı ve ay yarıldı" buyurulması, sureyi bir bütün halinde ön yargısız olarak okuduğumuz zaman, daha net bir biçimde anlaşılacaktır. İnkar edenleri asla kaçamayacakları bir zaman olan kıyamet vakti ile tehdit eden, yaşadıkları hayat içinde kendilerine gönderilmiş olan uyarıcıları ret ederek , dünya hayatlarında helak ile son bulan bir cezaya çarptırılanlar için asıl ve sonsuz azap yeri ahirettir.
Kamer suresini bir bütün olarak okuduğumuz zaman , 1. ayetinin kıyamet ve sonrası olacak olayları haber vererek , 2-3-4-5. ayetlerde , önceki inkarcıların kendilerine gelen uyarıları ret ettiklerini haber vermektedir. 6-7-8. ayetler , önceki inkarcıların yolunu izleyen Mekkelilere yeniden diriliş gününü hatırlatarak, yaptıklarının karşılıklarını alacakları gün ile tehdit etmektedir.
9-42. ayetler ise , Mekkelilerden önce yaşamış inkarcıların başlarına gelenleri hatırlatan ayetler olup , 43-44-45. ayetlerde helak edilen kavimlerin başlarına gelen sonucun, inkara devam ettikleri takdirde Mekkeli inkarcıların başına geleceği tehdidi yapılmaktadır. 46-53. ayetlerde ise , 1. ayette haber verilen kıyamet ve herkesin yaptıklarının karşılığını alacağı günün, daha geniş bir anlatımı bulunmaktadır. 54. ve 55. ayetlerde inkara girmeyerek uyarı ve uyarıcıları kabul eden bir hayat sürenlerin ne ile karşılaşacağı haber verilerek sure bitirilmektedir.
Sonuç olarak ; Kur'an'ın doğru olarak anlaşılmasının önündeki en büyük engellerden bir tanesi , bu kitap ile uyuşmayan rivayetlerin doğru kabul edilerek , bazı ayetlerin bu rivayetlerin doğrultusunda anlaşılmaya çalışılmasıdır.
Kamer s. 1. ayetinin ayın ortadan ikiye gerçek anlamda yarılması mucizesini haber veren bir ayet olduğunu yönündeki yorumlar , rivayetlerin ayete onaylatılması çabalarının bir ürünüdür. Böyle bir ön yargı ile okunan Kamer suresinin 5. ayetindeki "Ennüzuru" kelimesi "Uyarıcılar" şeklinde çevrilmesi gerekirken , ayın yarılmış olduğunu haber verdiği düşüncesine uygun bir şekilde "Uyarılar" şeklinde çevrilmiştir.
Yazının amacı Muhammed (a.s) a "Mucize" olarak bildiğimiz türden görsel ayetlerin verilmediği konusu olmadığı için, bu konuya burada girilmemiştir. Amacımız , Kur'an ayetlerinin ön yargılara kurban edilmek sureti ile çevrilmesi ve yorumlanmasının doğurduğu sıkıntılara dikkat çekerek , bir kelimenin sure bütünlüğüne dikkat edilmeden çevrilmiş olmasının yanlışlığı üzerinedir.
Kur'an'ın çevirisi ve yorumlanmasında ön yargıları bir kenara bırakarak , sure ve Kur'an bütünlüğüne dikkat etmenin ne kadar önemli olduğunu , önemsiz bir ayrıntı gibi görünmüş olsa da , gerçekte önemli olduğunu düşündüğümüz Kamer s. 5. ayetindeki "Nüzur" kelimesinin örnekliğinde göstermeye çalıştık.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kamer suresinin ilk ayetleri , Mekke'de ayın gerçek olarak ortadan ikiye ayrılmış olduğu ön kabulü içinde okunarak, 5. ayet içinde geçen "ru"Ennüzuru kelimesi, "UYARICILAR" olarak çevrilmesi gerekirken , "UYARILAR" şeklinde çevrilmiştir. Bazılarımız "Bu kadar farktan ne çıkar" diyebilir , surenin ilk ayetleri, ayın gerçek olarak yarıldığını gören, fakat buna inanmayan Mekke müşriklerine hitap ettiği düşüncesine uygun olarak çevrildiği için, sure bütünlüğüne daha uygun olan "Uyarıcılar" olarak çevrilmesi yerine , Muhammed (a.s) ın tek elçi olmasından dolayı "Uyarıcılar" ifadesinin uygun düşmeyeceği düşünüldüğü için "Uyarılar" şeklinde çevrilmiştir.
Eğer ayet sure bütünlüğüne uygun olarak "Uyarıcılar" şeklinde çevrilmiş olsaydı , hitabın Mekke'li müşriklere yapıldığını düşünenler için "Mekke'de birden fazla uyarıcının ne işi var?" sorusunun cevabını vermeleri mümkün olmazdı.
Halbuki 5. ayet, hiç bir ön kabul olmadan, sadece sure bütünlüğü dikkate alınarak çevrilmiş olsaydı , surenin ilk ayetlerinin direk Mekke'li müşrikleri değil , kendilerinden önce geçmiş olan müşriklere dikkat çekerek , Mekke'li müşriklerin kendilerinden önceki atalarının yolundan gitmiş olduklarına dikkat çektiğini anlayabilir , böylece 5. ayet içindeki "Ennüzuru" kelimesinin "Uyarıcılar" olarak çevrilmesinin daha uygun olduğunu görebilirlerdi.
Bu bağlamda başka surelerdeki "Ennuzur" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerden örnekler vererek bu kelimenin "Uyarıcı" anlamında kullanılmış olduğunu görelim.
[010.101] De ki: Göklerde ve yerde neler var, bir bakın. Fakat bunca ayetler ve uyarıcılar (ennuzüru) inanmayanlar güruhuna fayda vermez.
[046.021] Ad kavminin kardeşi Hud'u an; ondan önce ve sonra, 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin» diyen nice uyarıcılar (ennüzuru)gelmişken, Ahkaf bölgesindeki kavmini uyarmış, «Doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum» demişti.
[053.056] Bu da ilk uyarıcılardan (ennüzuri) bir uyarıcıdır.
Kamer suresinin içinde geçen "Nüzur" kelimesinin hem "Uyarıcı" hem de "Uyarı" anlamını taşıyabileceğini önceden ifade ederek, hangi anlamın daha uygun olacağını sure bütünlüğü dikkate alınarak verilmesi gerektiğini hatırlattıktan sonra , bu kelimenin aynı sure içinde geçtiği ayetleri vererek devam edelim.
5. ayette "Uyarıcılar fayda vermiyor" ifadesinin açılımı karşımıza sure içinde yayılmış olan, kendilerine gönderilen uyarıcıları ret etmelerinden ötürü helak edilen kavimlerin anlatılması şeklinde çıkmaktadır.
Kamer s. 9. ayetinden 16. ayete kadar, Nuh kavminin kıssası anlatılarak , o kavme uyarıcıları olan Nuh (a.s) ın uyarılarından faydalanmak yerine, onun uyarılarını ret etmeyi seçtikleri için , helak edildikleri haber verilmektedir. Sure içinde 6 defa tekrarlanan "Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzuri) nasılmış?" ayeti içinde geçen "ve nuzuri" kelimesi, burada "Uyarı" anlamındadır. Sure içinde bu kelime "El" takısı kullanılarak "Ennüzur" ve "El" takısı kullanılmadan "Nüzur" şeklinde geçmektedir. "El" takısı kullanılan "Nüzur" kelimesi , "Uyarıcı" anlamında kullanılır iken , "El" takısı kullanılmayan "Nüzur" kelimesi "Uyarı" anlamındadır.
Surenin 18. ve 21. ayetleri arasında Ad kavminin helak edilmesi anlatılarak sure içinde 6 defa tekrarlanan ,"Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzuri) nasılmış?" ayetinin 2. ve 3. tekrarı, 18. ve 21. ayettedir.
Surenin 23. ayetinden itibaren başlayan Semud kavminin helak edilmesi "Kezzebet semudu binnuzuri" (Semud da UYARICILARI yalanladı) ayeti ile başlamaktadır.
Başka surelerde geçen elçi kıssalarındaki "Kezzebet semudul mürseline" (Semud'da gönderilenleri yalanladı) (Kasas s. 105-123-141-160) gibi ayetlerde, yalanlananların kim olduğuna baktığımızda , gönderilen elçiler olduğunu görmekteyiz. Bu noktayı dikkate aldığımızda , Kamer s. 23. 33. ve 36. ayetlerde geçen "Binnuzuri" kelimesinin "Uyarıcı" anlamında elçileri ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Kamer s. 23. ayetinden başlayan Semud kavminin helak edilmesinin anlatılması, 30. ayette sure içinde 6 defa geçen "Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzuri) nasılmış?" ayetinin 4. defa tekrar edilmesinden sonra 31. ayette biterek , 33. ayette , "Kezzebet qavmi lutin binnuzuri" (Lut kavmi de UYARICILARI yalanladı) buyurularak , Lut kavminin helakına geçilmektedir. 37. ve 39. ayetlerde , sure içinde 6 defa geçen ayetin, 5. ve 6. defa geçmesinden sonra , 41. ayette Firavun kavminin helakına geçilmektedir.
"Ve lekad cae ali fir'avne binnuzuri" (Firavun ailesine de UYARICILAR geldi) buyurulması ile başlayan kıssa , 42. ayette sona ermektedir.
Kamer suresi 5. ayetinde "UYARICILAR fayda vermiyor" buyurulmasının daha geniş bir açılımı , Kamer s. 42. ayetine kadar anlatılan Nuh , Ad , Semud , Lut ve Firavun kavimlerinin, kendilerine gönderilen UYARICILARI ret etmesinin , onlara neye mal olduğu hatırlatılarak, 43. ayette Mekke müşriklerine hitaben "Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berât mı var?" buyurulmak sureti ile , o kavimlerin başlarına gelen helak olaylarının , Mekke müşriklerinin başlarına gelmemesi için hiç bir sebebin olmadığı bildirilmektedir.
[054.044] Yoksa: «Biz yardımlaşan bir topluluğuz.» mu diyorlar?
[054.045] Topluluk yakında dağıtılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar.
Kamer s. 44. ve 45. ayetlerinde , Mekke müşriklerinin çok güvendikleri mal ve servetlerine fazla güvenmemeleri gerektiği hatırlatılarak , surenin 1. ayetini daha iyi anlamamızı sağlayacak olan ayetler gelmektedir.
[054.046] Daha doğrusu onlara vaad olunan asıl saattir. O saat ne belalı, ne acıdır.
[054.047] Muhakkak ki suçlular; sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler.
[054.048] Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün: Cehennemin dokunuşunu tadın» (denecek) [054.049] Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.
[054.050] Ve Bizim emrimiz bir tektir; bir göz kırpması gibidir.
[054.051] And olsun ki, benzerlerinizi yok etti, öğüt alan yok mudur?
[054.052] İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur.
[054.053] Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı) dır.
Kamer s. 1. ayetinde "Saat yaklaştı ve ay yarıldı" buyurulması, sureyi bir bütün halinde ön yargısız olarak okuduğumuz zaman, daha net bir biçimde anlaşılacaktır. İnkar edenleri asla kaçamayacakları bir zaman olan kıyamet vakti ile tehdit eden, yaşadıkları hayat içinde kendilerine gönderilmiş olan uyarıcıları ret ederek , dünya hayatlarında helak ile son bulan bir cezaya çarptırılanlar için asıl ve sonsuz azap yeri ahirettir.
Kamer suresini bir bütün olarak okuduğumuz zaman , 1. ayetinin kıyamet ve sonrası olacak olayları haber vererek , 2-3-4-5. ayetlerde , önceki inkarcıların kendilerine gelen uyarıları ret ettiklerini haber vermektedir. 6-7-8. ayetler , önceki inkarcıların yolunu izleyen Mekkelilere yeniden diriliş gününü hatırlatarak, yaptıklarının karşılıklarını alacakları gün ile tehdit etmektedir.
9-42. ayetler ise , Mekkelilerden önce yaşamış inkarcıların başlarına gelenleri hatırlatan ayetler olup , 43-44-45. ayetlerde helak edilen kavimlerin başlarına gelen sonucun, inkara devam ettikleri takdirde Mekkeli inkarcıların başına geleceği tehdidi yapılmaktadır. 46-53. ayetlerde ise , 1. ayette haber verilen kıyamet ve herkesin yaptıklarının karşılığını alacağı günün, daha geniş bir anlatımı bulunmaktadır. 54. ve 55. ayetlerde inkara girmeyerek uyarı ve uyarıcıları kabul eden bir hayat sürenlerin ne ile karşılaşacağı haber verilerek sure bitirilmektedir.
Sonuç olarak ; Kur'an'ın doğru olarak anlaşılmasının önündeki en büyük engellerden bir tanesi , bu kitap ile uyuşmayan rivayetlerin doğru kabul edilerek , bazı ayetlerin bu rivayetlerin doğrultusunda anlaşılmaya çalışılmasıdır.
Kamer s. 1. ayetinin ayın ortadan ikiye gerçek anlamda yarılması mucizesini haber veren bir ayet olduğunu yönündeki yorumlar , rivayetlerin ayete onaylatılması çabalarının bir ürünüdür. Böyle bir ön yargı ile okunan Kamer suresinin 5. ayetindeki "Ennüzuru" kelimesi "Uyarıcılar" şeklinde çevrilmesi gerekirken , ayın yarılmış olduğunu haber verdiği düşüncesine uygun bir şekilde "Uyarılar" şeklinde çevrilmiştir.
Yazının amacı Muhammed (a.s) a "Mucize" olarak bildiğimiz türden görsel ayetlerin verilmediği konusu olmadığı için, bu konuya burada girilmemiştir. Amacımız , Kur'an ayetlerinin ön yargılara kurban edilmek sureti ile çevrilmesi ve yorumlanmasının doğurduğu sıkıntılara dikkat çekerek , bir kelimenin sure bütünlüğüne dikkat edilmeden çevrilmiş olmasının yanlışlığı üzerinedir.
Kur'an'ın çevirisi ve yorumlanmasında ön yargıları bir kenara bırakarak , sure ve Kur'an bütünlüğüne dikkat etmenin ne kadar önemli olduğunu , önemsiz bir ayrıntı gibi görünmüş olsa da , gerçekte önemli olduğunu düşündüğümüz Kamer s. 5. ayetindeki "Nüzur" kelimesinin örnekliğinde göstermeye çalıştık.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
29 Ocak 2017 Pazar
Hucurat s. 1.-3. Ayetleri : Allah'ın ve Resulünün Önüne Nasıl geçilmez ? Sesler Resulün Sesinin Üzerinde Nasıl Yükseltilmez?
İslam düşüncesinde Muhammed (a.s) ın konumunun ne olduğu veya nasıl bir konuma sahip olması gerektiği konusu, onun vefatının ardından tartışılmaya başlanılmıştır. Yaşadığı hayat içinde onun konumu ve görevi noktasında sahabe tarafından herhangi bir sıkıntı yaşanmaz iken , vefatı sonrasında ortaya çıkan siyasi olayların akidevi bir noktaya taşınması , bu siyasi gurupların kendi haklılıklarını veya karşı tarafın haksızlığını dini bir temele oturtma çabası , onların Muhammed (a.s) ı konuşturmak sureti ile, onun üzerinden delil sunmak gereğini ortaya çıkarmıştır.
Bu fırkaların kendi düşüncelerini hadis merkezli delillere oturtma çabaları , öncelikle hadisin bağlayıcılığı konusunu gündeme getirerek , Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen sözlerin karşı çıkılamaz bir duruma sokulmasını gerektirmiştir. Vahyin kategorize edilerek , "Metluv" (Namazlarda tilavet edilen) ve "Gayri Metluv" (Namazlarda tilavet edilmeyen) şeklinde ayrılması bu çabaların bir ürünü ve sonucudur.
Bu çabaların ürünü ve sonucu olarak ortaya atılan bu düşünceler , dayanaklarını Kur'an ile delillendirmeye çalışarak "Biz demiyoruz Allah diyor" şeklindeki sözlerle, bir çok ayeti bu konuda kullanmaya çalışmışlardır. "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ayetler, bu konuda delil olarak sunulan ayetlerin başında gelmektedir. Bu ayetlerin Resulün konumunun Allah (c.c) ile eşit olduğunu beyan ettiği ileri sürülerek, dinde iki başlı bir hüküm kaynağı ihdas edilmek sureti ile Allah (c.c) kulu eşit bir duruma getirilmiştir.
Bu yazımızda Hucurat s. 1. 2. 3. ayetlerini ele alarak , ilgili ayetlerin bizim için ne değer ifade edebileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
[049.001] Ey iman edenler, Allah'tan ve Peygamberinden öne geçmeyin; Allah'tan sakının, doğrusu Allah işitir ve bilir.
[049.002] Ey iman edenler, seslerinizi nebinin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa çıkar-gider.
[049.003] Allah'ın resulünün yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.
Bu ayetler okunduğu zaman , ayetlerde beyan edilen emirlerin nası hayata geçirilebileceği sorusuna verilecek cevap , "Allah'ın önüne geçmemek Kur'an'ın önüne geçmemek , Resulün önüne geçmemek ise hadislerin önüne geçmemektir" , " Sesimizi Nebinin üzerinde yükseltmemek ise hadislerin üzerine söz söylememektir" şeklinde olacaktır.
Bu ayetlerin hayat içinde pratiğe geçirilmesi , ilk muhataplar olan sahabe nezdinde herhangi bir problem teşkil etmez iken , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında problem oluşturmuştur. Muhammed (a.s) hayatta iken ya kendisine inen vahyi tebliğ etmekte , ya da kendisine inen vahyin doğrultusunda söz veya fiiller işlemekte idi. Vahiy harici olan söz ve fiillerinde eğer herhangi bir hata yapacak olursa , bu hataları vahiy tarafından uyarılarak aynı hatayı tekrar yapması önlenmekte idi.
Resul demek , yeryüzünde Allah adına konuşma yetkisine sahip kimseler demek olduğuna göre "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ifadelerin birbirinden ayrılarak Allah (c.c) yi Kur'an , Resulü ise hadisler şeklinde birbirinden ayırarak anlamak,bu gün için problem teşkil edecektir.
Allah (c.c) nin , "Resulün önüne geçmeyin" veya "Sesinizi resulün sesinin üzerinde yükseltmeyin" şeklindeki emrini fıkhi hüküm olarak "Farz" kategorisinde değerlendirmek mümkündür. Bugün bu hükmün hayata nasıl geçirileceği konusuna geldiğimizde iş bu noktada düğümlenmektedir. Çünkü bu emirleri , resul hayatta olmadığından dolayı yerine getirilmesini bugün resulün yerine geçtiği iddia edilen hadislere itaat ile eşleştirdiğimiz takdirde, Allah (c.c) nin bize hadislere itaat etmeyi Farz kıldığı gibi bir düşünce içine girebiliriz.
Allah (c.c) bizlere hadislere itaat etmeyi mi emretmektedir ?.
[033.036] Allah ve Peygamber'i bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.
Muhammed (a.s) hayatta iken, onun ashabına yapmalarını emrettiği herhangi bir şey için , ashabın seçim şansı yoktu. Çünkü onun ashabına din adına söylemiş olduğu sözler "Kesin Bilgi" ifade etmekte idi. Fakat bugün bize hadis yolu ile gelen resule ait sözlerde seçim yapmak zorunlu bir durumdur. Çünkü onun söylemiş olduğu iddia edilen sözlerin istisnasız olarak tamamı, bugün artık "Zanni Bilgi" kapsamındadır. Bu tür bilgilerin doğrulanması için "Kesin Bilgi" olarak kabul edilen bir kaynağı kriter almak zorunludur.
Resulün adına gelmiş olan hadislerin "Buhari - Müslim" gibi marka haline getirilmiş kitaplarda bulunmuş olması, bu hadisleri "Kesin Bilgi" kategorisine asla sokmaz. Bugün asıl problem bu tür kitapların sorgulanamaz kitaplar haline getirilerek , Kur'an'a eşdeğer kılınmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu kitaplar içinde bulunan fakat Kur'an ile uyuşmayan rivayetler , Kur'an ile uyuşturulmaya çalışılarak rivayet merkezli bir din algısı Müslümanlar üzerinde hakim kılınmak sureti ile bir çok ihtilafın oluşmasına sebebiyet verilmiştir.
Bugün bizlerin "Resule İtaat" emrini yerine getirmemiz için hadislere itaat etmemiz gerektiğini iddia etmek demek , doğruluğu hadisçiler tarafından, kendilerinin belirledikleri kriterler doğrultusunda tesbit edilmiş rivayetlere inanmanın, Allah (c.c) nin emri olduğunu iddia etmek anlamına gelir ki bu mümkün değildir.
Herhangi bir hadisçinin kriterlerine göre "Sahih" olabilen bir rivayet , başka bir hadisçinin belirlediği kriterler doğrultusunda sahih olmayabilmektedir. Sahih olduğu iddia edilen hadise itaat etmek "Resule itaat" gereğince eğer Allah (c.c) nin emri ise , bu hadisin sahih olmadığını iddia ederek hadise itaat veya kabul etmeyenler resule isyan eden bir duruma düşmektedir.
Hadisleri bugün resule itaat emrinin gereği olarak itaat edilmesi farz olan bilgiler kapsamına koyduğumuzda bu sıkıntılar hiç bir zaman gündemden düşmeyecek , Müslümanlar arasında en büyük ayrılıklara sebep olan konular her zaman gündemde kalarak , fırkalaşmanın ve düşmanlıkların ardı arkası kesilmeyecektir.
Konumuz olan ve benzeri ayetlerin artık bugün hayata geçirilmesi Muhammed (a.s) tarafından bizlere bırakılan tek sahih ve kesin bilgi kaynağı olan Kur'an'a itaat edilmesi ile gerçekleşecektir. Kur'an dışında herhangi bir kaynağın din konusunda itaat edilmesi gerekli kaynak olduğu iddia edildiğinde , bugün insanlar tarafından belirlenen ve bizlere kaynak olarak sunulan kitapların Kur'an gibi muamele görülmesi tehlikesini beraberinde getirecektir.
Bu tehlikeyi maalesef halen bil fiil olarak yaşamaktayız. Bir çok Müslüman, hadis kitaplarına veya din konusundaki başka kitaplara verdiği değeri öyle bir abartmıştır ki , bu kitaplar bir çok Müslümanın hayatında Kur'an seviyesinde hatta ondan daha yukarıda bir öneme sahiptir.
Hadis konusunda bu söylediklerimiz , hadislerin din de kaynak olarak görülmesi gerektiğini savunanlar tarafından yanlış, hatta sapıkça bir düşünce olarak görülecektir. Fakat konuya ön yargısız bakılacak olursa asıl tehlikenin hadislerin din de kaynak olarak görülmemesi gerektiği düşüncesi değil , görülmesi gerektiği düşüncesi olduğu görülecektir.
Hadis üzerinden ortaya konulan din algısına bakıldığında , Kur'an içinde zikri geçen elçilerin örnekliği ve verdikleri tevhit mücadelesini hadis rivayetlerinde görmek neredeyse imkansızdır. Hadis kitaplarında bulunan hadislerin geneline bakıldığında , kişisel yaşam ile ilgili bir takım rivayetlerin ağırlıkta olduğunu görebiliriz. Kişisel yaşam ile bilgileri din olarak gördüğümüz zaman , dinin asıl mesajı olan şirk konusu kaybolup gitmekte , tevhit mücadelesinin örnekliğini yapan bir elçi portresi bu hadisler içinde görülmemektedir.
Eğer peygambere itaat edilecekse ki bu emir Allah'ın emridir , bu itaatın nasıllığı zanni bilgi taşıyan rivayet kitaplarında değil , kesin bilgi taşıyan Kur'an içinde ayan beyan ortadadır. Yok namazın nasıl kılınacağı , orucun nasıl tutulacağı , haccın nasıl yapılacağı gibi konular üzerinden hadislere mecbur olduğumuz iddiası getirilecek olursa , bu iddia sahiplerinin hangisinin namazı hadislere bakarak öğrendiğini sormak gerekir.
Sonuç olarak ; Hucurat s. 1.2.3. ayeti ve bu ayete benzer diğer ayetlerdeki resule itaat konulu ayetlerin bugün hayata geçirilme şeklinin hadislere itaat olarak değil , onun aracılığı ile indirilmiş olan vahye itaat etmek şeklinde gerçekleşmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Bugün onun adına rivayet hadis adındaki bilgilerin zan içermesi o bilgilerin din de kaynak olarak kabul edilme sorununu ortaya çıkarmıştır.
Zan içeren bilgilerin din de kaynak olarak görülmesi , kesin bilgi içeren Kur'an'ın arkaya itilmesini beraberinde getirerek , rivayet merkezli bir din algısını ortaya çıkarmış , bu din algısı ise bir çok ihtilafın kaynağını oluşturmuştur. Asıl kaynak olan Kur'an'a dönmek , bugün bir çok ihtilaflı konu ile birbirine düşman olan Müslümanların daha elzem konular üzerinde çalışmanın ve gayret etmenin gerektiği düşüncesinin oluşmasına vesile olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Bu fırkaların kendi düşüncelerini hadis merkezli delillere oturtma çabaları , öncelikle hadisin bağlayıcılığı konusunu gündeme getirerek , Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen sözlerin karşı çıkılamaz bir duruma sokulmasını gerektirmiştir. Vahyin kategorize edilerek , "Metluv" (Namazlarda tilavet edilen) ve "Gayri Metluv" (Namazlarda tilavet edilmeyen) şeklinde ayrılması bu çabaların bir ürünü ve sonucudur.
Bu çabaların ürünü ve sonucu olarak ortaya atılan bu düşünceler , dayanaklarını Kur'an ile delillendirmeye çalışarak "Biz demiyoruz Allah diyor" şeklindeki sözlerle, bir çok ayeti bu konuda kullanmaya çalışmışlardır. "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ayetler, bu konuda delil olarak sunulan ayetlerin başında gelmektedir. Bu ayetlerin Resulün konumunun Allah (c.c) ile eşit olduğunu beyan ettiği ileri sürülerek, dinde iki başlı bir hüküm kaynağı ihdas edilmek sureti ile Allah (c.c) kulu eşit bir duruma getirilmiştir.
Bu yazımızda Hucurat s. 1. 2. 3. ayetlerini ele alarak , ilgili ayetlerin bizim için ne değer ifade edebileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
[049.001] Ey iman edenler, Allah'tan ve Peygamberinden öne geçmeyin; Allah'tan sakının, doğrusu Allah işitir ve bilir.
[049.002] Ey iman edenler, seslerinizi nebinin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa çıkar-gider.
[049.003] Allah'ın resulünün yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.
Bu ayetler okunduğu zaman , ayetlerde beyan edilen emirlerin nası hayata geçirilebileceği sorusuna verilecek cevap , "Allah'ın önüne geçmemek Kur'an'ın önüne geçmemek , Resulün önüne geçmemek ise hadislerin önüne geçmemektir" , " Sesimizi Nebinin üzerinde yükseltmemek ise hadislerin üzerine söz söylememektir" şeklinde olacaktır.
Bu ayetlerin hayat içinde pratiğe geçirilmesi , ilk muhataplar olan sahabe nezdinde herhangi bir problem teşkil etmez iken , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında problem oluşturmuştur. Muhammed (a.s) hayatta iken ya kendisine inen vahyi tebliğ etmekte , ya da kendisine inen vahyin doğrultusunda söz veya fiiller işlemekte idi. Vahiy harici olan söz ve fiillerinde eğer herhangi bir hata yapacak olursa , bu hataları vahiy tarafından uyarılarak aynı hatayı tekrar yapması önlenmekte idi.
Resul demek , yeryüzünde Allah adına konuşma yetkisine sahip kimseler demek olduğuna göre "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ifadelerin birbirinden ayrılarak Allah (c.c) yi Kur'an , Resulü ise hadisler şeklinde birbirinden ayırarak anlamak,bu gün için problem teşkil edecektir.
Allah (c.c) nin , "Resulün önüne geçmeyin" veya "Sesinizi resulün sesinin üzerinde yükseltmeyin" şeklindeki emrini fıkhi hüküm olarak "Farz" kategorisinde değerlendirmek mümkündür. Bugün bu hükmün hayata nasıl geçirileceği konusuna geldiğimizde iş bu noktada düğümlenmektedir. Çünkü bu emirleri , resul hayatta olmadığından dolayı yerine getirilmesini bugün resulün yerine geçtiği iddia edilen hadislere itaat ile eşleştirdiğimiz takdirde, Allah (c.c) nin bize hadislere itaat etmeyi Farz kıldığı gibi bir düşünce içine girebiliriz.
Allah (c.c) bizlere hadislere itaat etmeyi mi emretmektedir ?.
[033.036] Allah ve Peygamber'i bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.
Muhammed (a.s) hayatta iken, onun ashabına yapmalarını emrettiği herhangi bir şey için , ashabın seçim şansı yoktu. Çünkü onun ashabına din adına söylemiş olduğu sözler "Kesin Bilgi" ifade etmekte idi. Fakat bugün bize hadis yolu ile gelen resule ait sözlerde seçim yapmak zorunlu bir durumdur. Çünkü onun söylemiş olduğu iddia edilen sözlerin istisnasız olarak tamamı, bugün artık "Zanni Bilgi" kapsamındadır. Bu tür bilgilerin doğrulanması için "Kesin Bilgi" olarak kabul edilen bir kaynağı kriter almak zorunludur.
Resulün adına gelmiş olan hadislerin "Buhari - Müslim" gibi marka haline getirilmiş kitaplarda bulunmuş olması, bu hadisleri "Kesin Bilgi" kategorisine asla sokmaz. Bugün asıl problem bu tür kitapların sorgulanamaz kitaplar haline getirilerek , Kur'an'a eşdeğer kılınmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu kitaplar içinde bulunan fakat Kur'an ile uyuşmayan rivayetler , Kur'an ile uyuşturulmaya çalışılarak rivayet merkezli bir din algısı Müslümanlar üzerinde hakim kılınmak sureti ile bir çok ihtilafın oluşmasına sebebiyet verilmiştir.
Bugün bizlerin "Resule İtaat" emrini yerine getirmemiz için hadislere itaat etmemiz gerektiğini iddia etmek demek , doğruluğu hadisçiler tarafından, kendilerinin belirledikleri kriterler doğrultusunda tesbit edilmiş rivayetlere inanmanın, Allah (c.c) nin emri olduğunu iddia etmek anlamına gelir ki bu mümkün değildir.
Herhangi bir hadisçinin kriterlerine göre "Sahih" olabilen bir rivayet , başka bir hadisçinin belirlediği kriterler doğrultusunda sahih olmayabilmektedir. Sahih olduğu iddia edilen hadise itaat etmek "Resule itaat" gereğince eğer Allah (c.c) nin emri ise , bu hadisin sahih olmadığını iddia ederek hadise itaat veya kabul etmeyenler resule isyan eden bir duruma düşmektedir.
Hadisleri bugün resule itaat emrinin gereği olarak itaat edilmesi farz olan bilgiler kapsamına koyduğumuzda bu sıkıntılar hiç bir zaman gündemden düşmeyecek , Müslümanlar arasında en büyük ayrılıklara sebep olan konular her zaman gündemde kalarak , fırkalaşmanın ve düşmanlıkların ardı arkası kesilmeyecektir.
Konumuz olan ve benzeri ayetlerin artık bugün hayata geçirilmesi Muhammed (a.s) tarafından bizlere bırakılan tek sahih ve kesin bilgi kaynağı olan Kur'an'a itaat edilmesi ile gerçekleşecektir. Kur'an dışında herhangi bir kaynağın din konusunda itaat edilmesi gerekli kaynak olduğu iddia edildiğinde , bugün insanlar tarafından belirlenen ve bizlere kaynak olarak sunulan kitapların Kur'an gibi muamele görülmesi tehlikesini beraberinde getirecektir.
Bu tehlikeyi maalesef halen bil fiil olarak yaşamaktayız. Bir çok Müslüman, hadis kitaplarına veya din konusundaki başka kitaplara verdiği değeri öyle bir abartmıştır ki , bu kitaplar bir çok Müslümanın hayatında Kur'an seviyesinde hatta ondan daha yukarıda bir öneme sahiptir.
Hadis konusunda bu söylediklerimiz , hadislerin din de kaynak olarak görülmesi gerektiğini savunanlar tarafından yanlış, hatta sapıkça bir düşünce olarak görülecektir. Fakat konuya ön yargısız bakılacak olursa asıl tehlikenin hadislerin din de kaynak olarak görülmemesi gerektiği düşüncesi değil , görülmesi gerektiği düşüncesi olduğu görülecektir.
Hadis üzerinden ortaya konulan din algısına bakıldığında , Kur'an içinde zikri geçen elçilerin örnekliği ve verdikleri tevhit mücadelesini hadis rivayetlerinde görmek neredeyse imkansızdır. Hadis kitaplarında bulunan hadislerin geneline bakıldığında , kişisel yaşam ile ilgili bir takım rivayetlerin ağırlıkta olduğunu görebiliriz. Kişisel yaşam ile bilgileri din olarak gördüğümüz zaman , dinin asıl mesajı olan şirk konusu kaybolup gitmekte , tevhit mücadelesinin örnekliğini yapan bir elçi portresi bu hadisler içinde görülmemektedir.
Eğer peygambere itaat edilecekse ki bu emir Allah'ın emridir , bu itaatın nasıllığı zanni bilgi taşıyan rivayet kitaplarında değil , kesin bilgi taşıyan Kur'an içinde ayan beyan ortadadır. Yok namazın nasıl kılınacağı , orucun nasıl tutulacağı , haccın nasıl yapılacağı gibi konular üzerinden hadislere mecbur olduğumuz iddiası getirilecek olursa , bu iddia sahiplerinin hangisinin namazı hadislere bakarak öğrendiğini sormak gerekir.
Sonuç olarak ; Hucurat s. 1.2.3. ayeti ve bu ayete benzer diğer ayetlerdeki resule itaat konulu ayetlerin bugün hayata geçirilme şeklinin hadislere itaat olarak değil , onun aracılığı ile indirilmiş olan vahye itaat etmek şeklinde gerçekleşmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Bugün onun adına rivayet hadis adındaki bilgilerin zan içermesi o bilgilerin din de kaynak olarak kabul edilme sorununu ortaya çıkarmıştır.
Zan içeren bilgilerin din de kaynak olarak görülmesi , kesin bilgi içeren Kur'an'ın arkaya itilmesini beraberinde getirerek , rivayet merkezli bir din algısını ortaya çıkarmış , bu din algısı ise bir çok ihtilafın kaynağını oluşturmuştur. Asıl kaynak olan Kur'an'a dönmek , bugün bir çok ihtilaflı konu ile birbirine düşman olan Müslümanların daha elzem konular üzerinde çalışmanın ve gayret etmenin gerektiği düşüncesinin oluşmasına vesile olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
26 Ocak 2017 Perşembe
Fussilet s. 33. Ayeti : Allah'a Çağırmanın Ben Müslümanlardanım Demenin Hayatımızın İçindeki Yeri
Allah (c.c) , sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmesi için yaratmış olduğu biz kullarına , bu tanımanın hayat içinde nasıl gerçekleşmesi gerektiğini , elçi ve kitapları aracılığı ile bildirmiştir. Elçi ve kitap halkasının son zinciri olan Muhammed (a.s) a inen Kur'an , aynı bilgileri bizlere hatırlatan bir kitaptır.
Bu kitap içindeki Fussilet s. 33. ayetini yazımıza konu etmeye çalışarak , bu ayet içinde beyan edilen şıkların hayat içindeki pratiği ve bu şıklarla ne kadar barışık bir hayat yaşadığımız üzerindeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
[041.033] Allah'a davet eden, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?
Bu ayet yaşamın gayesi 3 şıkta özetlenerek, örnek bir insan portresi çizilmektedir.
1-Allah'a davet etmek.
2-Salih amel işlemek.
3-Ben Müslümanlardanım demek.
Allah (c.c) bu 3 amel için "Ahsene Qavlen" ifadesini kullanmaktadır. Ancak konu, Allah (c.c) tarafından övülmüş olan bu 3 güzel amelin, biz Müslümanların hayatında nasıl işlerlik kazandığına geldiğinde orada düğümlenmektedir.
Yukarıda sayılan 3 vasfın en güzel örnekliğini , Allah (c.c) tarafından gönderilen bütün elçiler muhataplarına göstererek , bu vasıfların hayat içindeki anlamlarını pratik olarak yerine getirmişlerdir. Fakat bu elçilerin örneklikleri , bizlerin hayatında tam anlamıyla pratik bulmamak sureti ile, bir çok sıkıntının ortaya çıkmasına sebebiyet verilmiştir.
Allah'a davet etmek bir Müslümanın yaşamında nasıl yer bulması gereklidir?.
Bu davetin nasıl olması gerektiğini kısaca özetleyecek olursak , Kur'an geneline yayılmış elçiler ve onlarla birlikte olan iman edenlerin ,yaşadıkları örnek hayatların bizlere anlatılma sebebi, Allah'a davet etmenin pratik hayat içindeki yerinin nasıl gerçekleşeceğidir. Şirk batağına batmış kavimlerini tek ilaha kulluk etmeye çağıran elçiler ve onlarla birlikte olanların yaşadıkları hayatı ALLAH'A DAVET ETMEK olarak özetleyebiliriz.
Fakat şu anda yaşayan Müslümanların bu daveti , Kur'ani boyutundan daha farklı bir yönlere çektiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
İnsanları Allah'a davet etmek demek, öncelikle insanın ne olduğunu , ne amaçla yaratıldığını bilmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir bilgiden yoksun olan kimsenin Allah'a davet etmek gibi bir düşüncesi de zaten yoktur. Biz konuyu yaratılış amacının farkında olan ve insanların dünya ve ahiret mutluluğunun İslam ile gerçekleşeceğini bilerek davetçi olmaya soyunanların, bu şıkkı hayatlarına nasıl geçirmesi gerektiği üzerinde yoğunlaştırmaya çalışalım.
Bugün dünya yüzünde yaşayan Müslümanların fırkalara bölünmüş ve bu fırkaların bir çoğunun birbirine düşman bir halde olduğu herkesçe malumdur. Bu fırkalara mensup ve birbirine düşman olan Müslümanlara "Kime davet ediyorsunuz?" şeklinde bir soru sorulsa bütün fırkaların ortak cevabı "Allah'a davet ediyoruz" şeklinde olacaktır.
Fakat dışarıdan bakan bir kimsenin kafasında "Herkes Allah'a davet ettiğini söylüyor fakat birbirlerine neden düşman , bunlar neyi paylaşamıyorlar?" sorusu oluşacak , ve kimsenin davetine icabet etmeyecektir.
Buradaki sorun, herkesin davet ettiği Allah (c.c) nin farklı kitap , farklı kişi , farklı mezhep ve meşreplerin tanıttığı ve davet ettiği bir Allah olmasıdır. Böyle bir farklılık haliyle fırkalaşmayı beraberinde getirmekte , fırkalar arasındaki rekabet ise düşmanlıkları körüklemektedir.
O zaman bu sorun , farklı kaynaklardan beslenmek yerine asıl kaynaktan beslenmek ile çözüme kavuşacaktır. Bu durum , farklı kaynaklardan beslenerek , her kafadan çıkan ayrı bir din oluşumuna da set çekecektir. Dikkat edilecek olursa , kendilerinin Allah'a davet ettiklerini iddia eden kimseler , sadece dinin bir tarafına takılarak , insanlara "İşte din bu dur" demekte ve ona çağırmaktadırlar.
Örneğin ; Dini sakal, sarık, cübbe'ye indirgemiş olanların , Allah'a yaptıkları davet insanları sakal bırakması , kafalarına sarık sarması, sırtlarına cübbe geçirmesinin faziletleri,ve bu yaşam tarzının en doğru dini bir yaşam olduğu noktasındadır.
Dini sadece namaza indirgemiş olanların ise çağrısı sadece namaza olup , din sadece namaz kılmaktan ibaretmiş gibi bir görünüm sergiledikleri herkesin malumudur.
Dini sadece kendi tarikatlarından ibaret zannederek , dünyanın kendi tarikatları ve şeyhlerinin yüzü suyu hürmetine döndüğüne inananların çağrısı ise sadece kendi tarikatlarına olup , insanları tarikatlarına dahil etmek için yaptıkları çalışmaların adı onlar için Allah' davet etmektir.
Bu ve benzeri çağrıların hiçbirini Allah'a davet etmek olarak görmek mümkün değildir. Bu çağrılar olsa olsa Allah'a davet maskesi altında kendi kitaplarına , şeyhlerine , tarikatlarına , düşüncelerine çağırmaktır.
[033.045-46] Ey Nebi! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. İzniyle Allah'a davet eden ve aydınlatan bir ışık olarak.
Allah'a davet etmenin örnekliğini bütün elçiler yaşamları ile göstermişlerdir. Muhammed (a.s) bu örnekliği gösteren elçiler zincirinin son halkasıdır. Onun davet ettiği Allah , kullarından sakal , sarık , cübbe ile gezmeleri , herhangi bir tarikata mensup olmaları , veya dinlerini herhangi bir kul tarafından yazılan kitaplar üzerine kurmaları gerektiği gibi şeyler istememektedir.
Elçilerin davet ettiği Allah kullarından, yalnız kendisini İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmelerini ve bu isteğin gerektirdiklerinin yerine getirilmesini istemektedir. Bu hayatı en kısa kelimelerle ifade edecek olursak "Salih Amel" şeklinde ifade edebiliriz.
Bir çok ayet içinde bu deyimi "İman etmek" ile birlikte zikredildiğini görmekteyiz. "İman etmek ve salih amel işlemek" olarak beyan edilen yaşam şekli , insanın yaratılış amacını özetleyen bir cümledir. Ancak Müslümanlar arasında yaygın olan itikadi inancın, iman ve ameli birbirinden ayırması sonucunda, dil ile iman ettiğini söyleyen milyarlarca Müslümana karşılık , bu imanını pratiğe dökmeye çalışan bir avuç Müslüman bulunmaktadır.
[022.078] Allah uğrunda gerektiği gibi cihat edin! Sizi O seçti, üzerinize dinde hiçbir zorluk da yükletmedi. Haydi babanız İbrahim'in milletine! Bundan önce ve bunda(Kur'an'da) size Müslüman adını o Allah verdi ki resul size şahit olsun, siz de bütün insanlara şahitler olasınız. Şu halde namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sıkı tutunun ki, sahibiniz O'dur. Artık O ne güzel bir sahip, ne güzel bir yardımcıdır.
Hac s. 78. ayetinin içindeki "Resul size şahit olsun, siz de bütün insanlara şahitler olasınız" cümlesi, hayati önem arz eden bir cümledir. Resul bize yaşantısı ile şahit yani örnek olmuş , fakat bizlerin onun örnekliğini devam ettirerek, bütün insanlığa bu örnekliği taşıyacak olgunluk düzeyinde olduğumuzu söylemek çok güçtür.
Müslüman olmayan insanlar, Allah (c.c) nin kulları için beğendiği ve razı olduğu İslam dininin bütün insanlık için en doğru seçim olduğunu , kendilerine "Ben Müslümanlardanım" diyen insanların yaşantılarına şahit olarak görmek , bilmek , anlamak durumundadırlar. Müslümanlar yaşantıları ile öyle bir örnek hayat yaşamak zorundadırlar ki , diğer insanlar bizlere parmak ısırsın ve bizim mensup olduğumuz dinin bir mensubu olmak için istek göstersinler.
Maalesef durum hiç te öyle değildir . Biz Müslümanlar ferdi ve toplumsal hayatımızda bırakın başkaları tarafından örnek gösterilmeyi , mensup olduğumuz dinin ahlaki kurallarını tam olarak yerine getirmek noktasında acziyet göstermekte , bu kurallar bizden daha fazlasıyla , bizim dışımızdaki insanlar tarafından yerine getirilmektedir.
Halbuki Müslüman olmak demek , yaşadığı beldeyi mamur eden , yollarında insanları rahatsız edecek bir taş dahi olmamasına dikkat eden , kapılarına hırsız korkusu ile kilit kilit vurulan evlerin olmadığı , insanların birbirini aldatmadığı , yalan söylemediği , iftira atmadığı , caddelerinde rahatça dolaşılabilen beldelere sahip olan , karşısındaki insanın hakkını en az kendi hakkı kadar savunduğu, gıybet etmeyi ölü insan eti yemek gibi iğrenç gören , rengini , dilini , ırkını öne çıkararak bunları insanlara karşı övünç vesile yapmayan , insan olmanın gereği olan tüm değerlere önem veren insanlar demek olmalıdır.
Kısacası , "İman etmek salih amel işlemek" cümlesinin içi biz Müslümanlar tarafından gereği gibi hakkı verilerek doldurulmuş olsaydı , şu anda yaşadığımız dünya fesat içinde boğulmak yerine cennete dönmüş olabilirdi.
"Ben Müslümanlardanım" demek bir Müslümanın hayatında nasıl anlamını bulabilir?.
Bu kelimenin anlamı olan "Teslim Olmak" demek , Allah'a kendisini tam anlamıyla teslim ederek , ondan başka ilah , onun dininden başka bir dine tabi olmamak anlamına gelmektedir. Fakat bu söz, dillerde milyarlarca kişi tarafından telaffuz edilmesine rağmen , gereği hayat içinde yerine gelmemiş olmamasından ötürü , başka teslimiyetler içine girmiş insanlar topluluğu halindeyiz.
Fırkalara bölünmek konusunda şampiyonluğu hiç bir topluluğa bırakmayan biz Müslümanlar, kendimizi ifade ederken mensup olduğumuz fırkaya göre aidiyetimizi belirtmekten ayrı bir haz duymaktayız.
Fırka mensubiyetine göre isim belirlemek öyle bir hale gelmiştir ki , birbirleri ile yeni tanışan bir Müslümanın diğer bir Müslüman sorduğu ilk soru "Hangi cemaate mensupsunuz?" sorusu olmaktadır. Hiç bir cemaate mensup olmadığını söyleyen bir kimsenin verdiği cevaba inanılmamakta , mutlaka bir cemaate mensup olduğu düşünülmektedir.
Hele "Ben Müslümanlardanım" şeklinde bir cevap verecek olsa "Ne yani biz Müslüman değil miyiz?" şeklinde tepkilere neden olmaktadır. Müslümanlar arasındaki fırkacılığın geldiği noktaya işaret eden bu türden konuşmalar, acı bir gerçeği göstermektedir.
Müslüman ismini tek olarak kullanmaktan imtina ederek , önüne , Ehli sünnet , Şia , Hanefi , Şafii , Maliki , Hanbeli , Nurcu , Nakşibendi , Kadiri v.s gibi daha sayamadığımız binlerce fırka ismini koyarak kendisini ifade eden Müslümanların bu şekilde bir araya gelebilmeleri nasıl mümkün olabilir?.
"Ben Müslümanlardanım" demek , farklı teslimiyetlerden kurtularak sadece Allah'a teslim olmak demektir. Bu teslimiyet sadece onun kitabını hayat içinde rehber kabul etmek sureti ile gerçekleşecektir. Bu kitabın rehber edinilmesi demek , Müslüman isminin önüne veya arkasına isimler ilave etmenin yanlışlığını da göstererek , fırkalaşma ve hizipleşmeyi en az seviyeye indirecektir.
Sonuç olarak ; Fussilet s. 33. ayeti , bir insanın hayat içinde yürümesi gereken yolu 3 şıkta özetleyen bir ayettir. Ayetin beyan ettiği özelliklerin, gerçek olarak insanlar üzerinde yansıma bulması , o insanların yaşadığı toplumların cennete dönüşmesine yol açacaktır.
Ayet içinde beyan edilen bu şıkların , ayetlere iman ettiğini söyleyen biz Müslümanlar tarafından yerine getirilmeye çalışılmamasından doğan sıkıntıları yüzyıllardır çekmekte olmamız , bizi "Nerede yanlış yapıyoruz?" sorusunu sormaya ve cevabını aramaya yöneltmediği müddetçe , Allah'a davet adına , kendi inandığı dine davet etmeye çalışan , salih amel denilince aklına sadece bir takım ritüeller ile sınırlandırılmış amelleri yapmak olduğunu zanneden , Allah'ın verdiği ismi az veya eksik bularak Müslüman isminin önüne veya arkasına mensup olduğu fırkayı ilave ederek söyleyenler bitmek bilmeyecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Bu kitap içindeki Fussilet s. 33. ayetini yazımıza konu etmeye çalışarak , bu ayet içinde beyan edilen şıkların hayat içindeki pratiği ve bu şıklarla ne kadar barışık bir hayat yaşadığımız üzerindeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
[041.033] Allah'a davet eden, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?
Bu ayet yaşamın gayesi 3 şıkta özetlenerek, örnek bir insan portresi çizilmektedir.
1-Allah'a davet etmek.
2-Salih amel işlemek.
3-Ben Müslümanlardanım demek.
Allah (c.c) bu 3 amel için "Ahsene Qavlen" ifadesini kullanmaktadır. Ancak konu, Allah (c.c) tarafından övülmüş olan bu 3 güzel amelin, biz Müslümanların hayatında nasıl işlerlik kazandığına geldiğinde orada düğümlenmektedir.
Yukarıda sayılan 3 vasfın en güzel örnekliğini , Allah (c.c) tarafından gönderilen bütün elçiler muhataplarına göstererek , bu vasıfların hayat içindeki anlamlarını pratik olarak yerine getirmişlerdir. Fakat bu elçilerin örneklikleri , bizlerin hayatında tam anlamıyla pratik bulmamak sureti ile, bir çok sıkıntının ortaya çıkmasına sebebiyet verilmiştir.
Allah'a davet etmek bir Müslümanın yaşamında nasıl yer bulması gereklidir?.
Bu davetin nasıl olması gerektiğini kısaca özetleyecek olursak , Kur'an geneline yayılmış elçiler ve onlarla birlikte olan iman edenlerin ,yaşadıkları örnek hayatların bizlere anlatılma sebebi, Allah'a davet etmenin pratik hayat içindeki yerinin nasıl gerçekleşeceğidir. Şirk batağına batmış kavimlerini tek ilaha kulluk etmeye çağıran elçiler ve onlarla birlikte olanların yaşadıkları hayatı ALLAH'A DAVET ETMEK olarak özetleyebiliriz.
Fakat şu anda yaşayan Müslümanların bu daveti , Kur'ani boyutundan daha farklı bir yönlere çektiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
İnsanları Allah'a davet etmek demek, öncelikle insanın ne olduğunu , ne amaçla yaratıldığını bilmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir bilgiden yoksun olan kimsenin Allah'a davet etmek gibi bir düşüncesi de zaten yoktur. Biz konuyu yaratılış amacının farkında olan ve insanların dünya ve ahiret mutluluğunun İslam ile gerçekleşeceğini bilerek davetçi olmaya soyunanların, bu şıkkı hayatlarına nasıl geçirmesi gerektiği üzerinde yoğunlaştırmaya çalışalım.
Bugün dünya yüzünde yaşayan Müslümanların fırkalara bölünmüş ve bu fırkaların bir çoğunun birbirine düşman bir halde olduğu herkesçe malumdur. Bu fırkalara mensup ve birbirine düşman olan Müslümanlara "Kime davet ediyorsunuz?" şeklinde bir soru sorulsa bütün fırkaların ortak cevabı "Allah'a davet ediyoruz" şeklinde olacaktır.
Fakat dışarıdan bakan bir kimsenin kafasında "Herkes Allah'a davet ettiğini söylüyor fakat birbirlerine neden düşman , bunlar neyi paylaşamıyorlar?" sorusu oluşacak , ve kimsenin davetine icabet etmeyecektir.
Buradaki sorun, herkesin davet ettiği Allah (c.c) nin farklı kitap , farklı kişi , farklı mezhep ve meşreplerin tanıttığı ve davet ettiği bir Allah olmasıdır. Böyle bir farklılık haliyle fırkalaşmayı beraberinde getirmekte , fırkalar arasındaki rekabet ise düşmanlıkları körüklemektedir.
O zaman bu sorun , farklı kaynaklardan beslenmek yerine asıl kaynaktan beslenmek ile çözüme kavuşacaktır. Bu durum , farklı kaynaklardan beslenerek , her kafadan çıkan ayrı bir din oluşumuna da set çekecektir. Dikkat edilecek olursa , kendilerinin Allah'a davet ettiklerini iddia eden kimseler , sadece dinin bir tarafına takılarak , insanlara "İşte din bu dur" demekte ve ona çağırmaktadırlar.
Örneğin ; Dini sakal, sarık, cübbe'ye indirgemiş olanların , Allah'a yaptıkları davet insanları sakal bırakması , kafalarına sarık sarması, sırtlarına cübbe geçirmesinin faziletleri,ve bu yaşam tarzının en doğru dini bir yaşam olduğu noktasındadır.
Dini sadece namaza indirgemiş olanların ise çağrısı sadece namaza olup , din sadece namaz kılmaktan ibaretmiş gibi bir görünüm sergiledikleri herkesin malumudur.
Dini sadece kendi tarikatlarından ibaret zannederek , dünyanın kendi tarikatları ve şeyhlerinin yüzü suyu hürmetine döndüğüne inananların çağrısı ise sadece kendi tarikatlarına olup , insanları tarikatlarına dahil etmek için yaptıkları çalışmaların adı onlar için Allah' davet etmektir.
Bu ve benzeri çağrıların hiçbirini Allah'a davet etmek olarak görmek mümkün değildir. Bu çağrılar olsa olsa Allah'a davet maskesi altında kendi kitaplarına , şeyhlerine , tarikatlarına , düşüncelerine çağırmaktır.
[033.045-46] Ey Nebi! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. İzniyle Allah'a davet eden ve aydınlatan bir ışık olarak.
Allah'a davet etmenin örnekliğini bütün elçiler yaşamları ile göstermişlerdir. Muhammed (a.s) bu örnekliği gösteren elçiler zincirinin son halkasıdır. Onun davet ettiği Allah , kullarından sakal , sarık , cübbe ile gezmeleri , herhangi bir tarikata mensup olmaları , veya dinlerini herhangi bir kul tarafından yazılan kitaplar üzerine kurmaları gerektiği gibi şeyler istememektedir.
Elçilerin davet ettiği Allah kullarından, yalnız kendisini İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmelerini ve bu isteğin gerektirdiklerinin yerine getirilmesini istemektedir. Bu hayatı en kısa kelimelerle ifade edecek olursak "Salih Amel" şeklinde ifade edebiliriz.
Bir çok ayet içinde bu deyimi "İman etmek" ile birlikte zikredildiğini görmekteyiz. "İman etmek ve salih amel işlemek" olarak beyan edilen yaşam şekli , insanın yaratılış amacını özetleyen bir cümledir. Ancak Müslümanlar arasında yaygın olan itikadi inancın, iman ve ameli birbirinden ayırması sonucunda, dil ile iman ettiğini söyleyen milyarlarca Müslümana karşılık , bu imanını pratiğe dökmeye çalışan bir avuç Müslüman bulunmaktadır.
[022.078] Allah uğrunda gerektiği gibi cihat edin! Sizi O seçti, üzerinize dinde hiçbir zorluk da yükletmedi. Haydi babanız İbrahim'in milletine! Bundan önce ve bunda(Kur'an'da) size Müslüman adını o Allah verdi ki resul size şahit olsun, siz de bütün insanlara şahitler olasınız. Şu halde namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sıkı tutunun ki, sahibiniz O'dur. Artık O ne güzel bir sahip, ne güzel bir yardımcıdır.
Hac s. 78. ayetinin içindeki "Resul size şahit olsun, siz de bütün insanlara şahitler olasınız" cümlesi, hayati önem arz eden bir cümledir. Resul bize yaşantısı ile şahit yani örnek olmuş , fakat bizlerin onun örnekliğini devam ettirerek, bütün insanlığa bu örnekliği taşıyacak olgunluk düzeyinde olduğumuzu söylemek çok güçtür.
Müslüman olmayan insanlar, Allah (c.c) nin kulları için beğendiği ve razı olduğu İslam dininin bütün insanlık için en doğru seçim olduğunu , kendilerine "Ben Müslümanlardanım" diyen insanların yaşantılarına şahit olarak görmek , bilmek , anlamak durumundadırlar. Müslümanlar yaşantıları ile öyle bir örnek hayat yaşamak zorundadırlar ki , diğer insanlar bizlere parmak ısırsın ve bizim mensup olduğumuz dinin bir mensubu olmak için istek göstersinler.
Maalesef durum hiç te öyle değildir . Biz Müslümanlar ferdi ve toplumsal hayatımızda bırakın başkaları tarafından örnek gösterilmeyi , mensup olduğumuz dinin ahlaki kurallarını tam olarak yerine getirmek noktasında acziyet göstermekte , bu kurallar bizden daha fazlasıyla , bizim dışımızdaki insanlar tarafından yerine getirilmektedir.
Halbuki Müslüman olmak demek , yaşadığı beldeyi mamur eden , yollarında insanları rahatsız edecek bir taş dahi olmamasına dikkat eden , kapılarına hırsız korkusu ile kilit kilit vurulan evlerin olmadığı , insanların birbirini aldatmadığı , yalan söylemediği , iftira atmadığı , caddelerinde rahatça dolaşılabilen beldelere sahip olan , karşısındaki insanın hakkını en az kendi hakkı kadar savunduğu, gıybet etmeyi ölü insan eti yemek gibi iğrenç gören , rengini , dilini , ırkını öne çıkararak bunları insanlara karşı övünç vesile yapmayan , insan olmanın gereği olan tüm değerlere önem veren insanlar demek olmalıdır.
Kısacası , "İman etmek salih amel işlemek" cümlesinin içi biz Müslümanlar tarafından gereği gibi hakkı verilerek doldurulmuş olsaydı , şu anda yaşadığımız dünya fesat içinde boğulmak yerine cennete dönmüş olabilirdi.
"Ben Müslümanlardanım" demek bir Müslümanın hayatında nasıl anlamını bulabilir?.
Bu kelimenin anlamı olan "Teslim Olmak" demek , Allah'a kendisini tam anlamıyla teslim ederek , ondan başka ilah , onun dininden başka bir dine tabi olmamak anlamına gelmektedir. Fakat bu söz, dillerde milyarlarca kişi tarafından telaffuz edilmesine rağmen , gereği hayat içinde yerine gelmemiş olmamasından ötürü , başka teslimiyetler içine girmiş insanlar topluluğu halindeyiz.
Fırkalara bölünmek konusunda şampiyonluğu hiç bir topluluğa bırakmayan biz Müslümanlar, kendimizi ifade ederken mensup olduğumuz fırkaya göre aidiyetimizi belirtmekten ayrı bir haz duymaktayız.
Fırka mensubiyetine göre isim belirlemek öyle bir hale gelmiştir ki , birbirleri ile yeni tanışan bir Müslümanın diğer bir Müslüman sorduğu ilk soru "Hangi cemaate mensupsunuz?" sorusu olmaktadır. Hiç bir cemaate mensup olmadığını söyleyen bir kimsenin verdiği cevaba inanılmamakta , mutlaka bir cemaate mensup olduğu düşünülmektedir.
Hele "Ben Müslümanlardanım" şeklinde bir cevap verecek olsa "Ne yani biz Müslüman değil miyiz?" şeklinde tepkilere neden olmaktadır. Müslümanlar arasındaki fırkacılığın geldiği noktaya işaret eden bu türden konuşmalar, acı bir gerçeği göstermektedir.
Müslüman ismini tek olarak kullanmaktan imtina ederek , önüne , Ehli sünnet , Şia , Hanefi , Şafii , Maliki , Hanbeli , Nurcu , Nakşibendi , Kadiri v.s gibi daha sayamadığımız binlerce fırka ismini koyarak kendisini ifade eden Müslümanların bu şekilde bir araya gelebilmeleri nasıl mümkün olabilir?.
"Ben Müslümanlardanım" demek , farklı teslimiyetlerden kurtularak sadece Allah'a teslim olmak demektir. Bu teslimiyet sadece onun kitabını hayat içinde rehber kabul etmek sureti ile gerçekleşecektir. Bu kitabın rehber edinilmesi demek , Müslüman isminin önüne veya arkasına isimler ilave etmenin yanlışlığını da göstererek , fırkalaşma ve hizipleşmeyi en az seviyeye indirecektir.
Sonuç olarak ; Fussilet s. 33. ayeti , bir insanın hayat içinde yürümesi gereken yolu 3 şıkta özetleyen bir ayettir. Ayetin beyan ettiği özelliklerin, gerçek olarak insanlar üzerinde yansıma bulması , o insanların yaşadığı toplumların cennete dönüşmesine yol açacaktır.
Ayet içinde beyan edilen bu şıkların , ayetlere iman ettiğini söyleyen biz Müslümanlar tarafından yerine getirilmeye çalışılmamasından doğan sıkıntıları yüzyıllardır çekmekte olmamız , bizi "Nerede yanlış yapıyoruz?" sorusunu sormaya ve cevabını aramaya yöneltmediği müddetçe , Allah'a davet adına , kendi inandığı dine davet etmeye çalışan , salih amel denilince aklına sadece bir takım ritüeller ile sınırlandırılmış amelleri yapmak olduğunu zanneden , Allah'ın verdiği ismi az veya eksik bularak Müslüman isminin önüne veya arkasına mensup olduğu fırkayı ilave ederek söyleyenler bitmek bilmeyecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
24 Ocak 2017 Salı
ĞAVS : Allah'a Layık Olan Fakat Bazı Kullara Layık Görülen Bir İsim
[007.180] En güzel isimler Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin.
O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkâra) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları
dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.
"Esmaül Hüsna" olarak bildiğimiz , bize Allah (c.c) yi tanıma ve bilme imkanı veren isimlerin, yaygın biçimde bilinen sayısı, herkesçe malum olduğu üzere 99 tanedir. Bu sayı Muhammed (a.s) dan geldiği rivayet edilen "Allah'ın 99 ismi vardır , kim bunları sayarsa cennete gider" şeklindeki sözlerle dinde tabu haline getirilmiştir.
Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) nin 98 den bir sonraki , 100 den bir önceki sayı olarak net şekilde 99 adet olarak bir rakam vermiş olduğunu söyleyen rivayetlere şüphe ile bakılması gerektiğini düşünmekteyiz şöyle ki ;
Bilindiği üzere bu isimler Kur'an içinden çıkarılan isimler olup , Kur'an'ın nazil olma süreci devam ettiğinden bu isimler üzerinde net bir sayının verilmesi mümkün değildir. Vahyin artık bittiğini haber veren herhangi bir ayet olmadığına göre , Muhammed (a.s) "Artık bundan sonra vahiy inmeyecek şu ana kadar inen Allah'ın isimlerini sayıp ümmetime haber vereyim" şeklinde bir düşünce ve ameliye içine girmesi de mümkün değildir.
Kur'an'ı dikkatli bir biçimde okumuş olanlar , 99 adet olarak bilinen ismin haricinde, Kur'an içinde Esmaül Hüsna'ya dahil olması gerektiği halde , Esmaül Hüsna'ya dahil edilmemiş olan bazı isimlerin olduğunu görebilirler. Bu isimlerin 99 adet olduğunu haber veren rivayetlerin sahih olabilme ihtimalini düşündüğümüzde , verilen sayının net bir sayı değil, çokluktan kinaye bir rakam olması daha makul görünmektedir.
Allah (c.c) nin isimlerini saymak sureti ile cennete gidileceğini haber veren rivayetlerin de sahih olması pek mümkün görülmemektedir şöyle ki ;
O isimlerin anlamını bilmeden , o isimlerin hayat içindeki gereğini yerine getirmeden sadece saymakla cennete gidilebileceğini Muhammed (a.s) asla söylemez. Allah (c.c) nin kendisini bize tanıttığı isimler, onun tek ilah olmasını ifade eden ve hayat içinde pratik edilmek sureti ile bilinecek ve yaşanacak isimlerdir.
İnancımızda maalesef yanlış bir tevekkül anlayışı mevcut olup , çalışıp gayret göstermeden sadece Allah'a el açıp dua etmekle, bazı hacetlerimizin karşılanacağı gibi bir zannımız bulunmaktadır. Allah (c.c) ye elbette el açılarak dua edilecektir , fakat biz dua etmenin sadece kavli olan kısmına ağırlık verdiğimiz için , ondan daha önemli olan ve duaların kabulüne mazhar olan fiili dua kısmını maalesef göz ardı etmekteyiz.
Esmaül Hüsna olarak bildiğimiz isimler işte bize fiili dua etmeyi öğreten isimler olup , bize cennetin yolunu , o isimlerin sadece dil ile tekrar edilmesi değil , o isimlerin anlamını yaşam içinde pratiğe geçirmek açacaktır.
Örneğin ; Hastalanan bir kimse, "Ya Şafi" (Şifa veren) ismini binlerce kez tekrarlasa , o kimsenin hastalıktan kurtulması mümkün değildir. Allah (c.c) nin "Şafi" (Şifa veren) olması , hastalıktan kurtulmak için gerekli olan tedavi imkanlarını da yaratmış olması anlamına gelmektedir. Hastalıktan kurtulmak için gerekli olan tedavi usullerini uygulamak onun "Şafi" ismini saymak yani hayat içinde uygulamak anlamına gelmektedir.
İşleri bozularak ekonomik dar boğaza giren bir kimse , akşama kadar "Er Rezzak" (Rızık verici) ismini binlerce kez tekrarlasa , Allah (c.c) ona gökten bir lokma ekmek atmaz . Allah (c.c) nin Er Rezzak olması kullarının rızıklarını yaratmış olması anlamına gelmektedir. Rızık temini için gerekli gayreti göstererek , rızkını temin etmeye çalışmak , bir kul için Allah (c.c) nin "Er Rezzak" ismini okuması veya sayması anlamına gelecektir.
Bu örnekleri bir çok isim için uygulamak mümkündür. Sadece dil ile tekrarlanarak , hayat içinde pratiğe dökülmeyen Esmaül Hüsna'lar , kişiye hiç bir fayda getirmeyecektir. Bazı televizyon kanallarında çıkan hoca olduğunu söyleyen kimselere dertlerini anlatarak, o dertlere deva arayan kimselere önerilen "...... esmasını şu kadar oku" veya "......esmasını bilmem kaç defa bir kağıda yaz suyunu iç veya yanında taşı" gibi tavsiyeler , hurafe ve yalan bilgiler olup , geçimlerini din ticaretinden sağlayan sahtekarların insanların umutlarını sömürmek için kullandığı yalan sözlerdir.
Allah (c.c) nin güzel isimlerini 99 gibi bir sayıya hapsetmenin doğru olmadığını , bu isimlere yine Kur'an içinden ilave edilebilecek isimler olduğunu yukarıda söylemeye çalışmıştık. Düşüncemiz o dur ki , Ğavs ismi Esmaül Hüsna'ya dahil edilmesi gereken isimlerden bir tanesidir. Bu isim bilindiği üzere , tasavvuf ekolünde bazı insanlara layık görülerek , Allah (c.c) den istenilmesi gereken yardım bu insanlardan istenilmek sureti ile , şirk batağının içine düşülmesine sebep olmaktadır.
Ğavsün ; "Yardım eden , imdada koşan , medet eden , yardımına sığınılan" anlamındadır. Bu kelime Kur'an içindeki ayetlerde şu şekilde kullanılmaktadır ;
[018.029] De ki: Gerçek, Rabbınızdandır. İsteyen inansın, isteyen inkar etsin. Şüphesiz ki zalimler için, duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış bir ateş hazırlamışızdır. Onlar feryad edip yardım dilediklerinde (ve in yestağisu yuğasu bi main) , erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. O, ne kötü içecek ve ne kötü duraktır.
[028.015] Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi (festeğasehu). Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.
[046.017-8] Annesine babasına: «Of ikinizden; benden önce nice nesiller gelip geçmişken beni tekrar diriltilmemle mi tehdit ediyorsunuz?» diyen kimseye, anne babası Allah'a sığınarak (yesteğısanillahe): «Sana yazıklar olsun! İnan; doğrusu Allah'ın sözü gerçektir» dedikleri halde: «Bu, Kuran öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» diye cevap verenler işte onlar kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde, Allah'ın azap vadinin aleyhlerinde gerçekleştiği kimselerdir. Doğrusu onlar hüsranda olanlardır.
[008.009] Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz (yesteğisune). O, «Ben size, birbiri peşinden bin melekle medet ederim» diye cevap vermişti.
Ayetlerde görüldüğü gibi , "Gavsün" kelimesinin türevleri , Allah veya insan'dan yardım talep etme anlamında kullanılmaktadır. Kelimenin Enfal s. 9. ayetinde geçişine baktığımızda, Bedir savaşı ile ilgili bir ayetin içinde de kullanılmakta olduğunu görmekteyiz.
Savaş örneğindeki sıkıntılı zamanlarda insanın yardımına koşabilecek , yardım ve imdat talebine cevap verebilecek olan tek kişinin sadece Allah (c.c) nin olduğunu beyan eden bu ayetin delaletine göre, tek ve gerçek Ğavs'ın sadece Allah (c.c) olduğunu anlamak mümkündür.
Esmaül Hüsna sayısının vahiy tarafından belirlenmediğini hesaba kattığımızda , 99 sayısının daha üzerine çıkacak Esmaül Hüsna'dan bir tanesi de "ĞAVS" veya "MUĞİS" ismidir. Bu isim, bir kul dara düştüğünde, imdat talebinde bulunabileceği ve sadece imdadın gelebileceği kişinin ismi olmaya layık olup , Allah (c.c) dışında bir kimseye yakıştırılmaya asla layık değildir.
Kasas s. 15. ayetinde Musa (a.s) dan yardım isteyen bir kimse için yine bu kelimenin kullanılmakta olduğunu görmekteyiz. İnsanın insan'dan yardım istemesi şeklinde ortaya çıkan yardım talebinde herhangi bir mahzur olmadığını burada hatırlatmak isteriz.
Eğer bir kimsenin arabası arıza yapsa , onun itmesi için birisinden yardım talep etmiş olsa , veya acil olarak hasta olan bir kimse 112 den yardım istemiş olsa , bu türden yardım talebinde herhangi bir mahzur yoktur. Fakat arabası arızalanan veya hasta olan kimse, Ğavs olarak bildiği bir insanın kendisine her an yardım edebilme gücü olduğuna inanarak ona "Yetişşş yaa Ğavs" diyerek nida ettiğinde bu nida kişiyi şirk'e götüren bir davranış olacaktır.
Bu noktada özellikle tasavvuf merkezli din anlayışında ortaya çıkan, ve insan cinsinden olan bazı kimseler için kullanılan "Ğavs" lakabının yanlışlığına ve tehlikesine dikkat çekmek istiyoruz.
Tarikatlarda kullanılan bir terim olan "Ğavs" , yaygın inanışa göre, bu lakaba sahip olan kişinin müritleri, her nerede olurlarsa olsunlar , onları her an görmekte ve işitmekte olduğu için , müritleri tarafından sıkıntılı zamanlarında "Yetişşşşş yaaaa Ğavs" şeklinde ona nida edildiğinde, Ğavs olarak bilinen kişi, onların bu isteklerine anında icabet ederek yardımlarına koşmakta ve hacetlerini gidermektedir.
İşte burada "Şirk" dediğimiz en büyük zulüm ortaya çıkmaktadır.
[004.048] Doğrusu Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını ise dilediğine bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa pek büyük bir cinayeti iftira etmiş olduğunda şüphe yoktur.
Şirk kısaca , "Sadece Allah'a ait olması gereken niteliklerin , onun dışındakilere hasredilmesi" olarak tarif edilebilir.
İnsan cinsinden olan ve kendisine "Ğavs" rütbesi takılmak sureti ile , müritlerinin imdadına koştuğuna inanılan bir kimse için layık görülen bu rütbe , Allah (c.c) nin hakkı olduğu için , insan cinsinden olan kişilere böyle bir rütbe layık görülmekle büyük bir ŞİRK işlenmektedir.
[018.026] De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.» Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
Kehf s. 26. ayetine baktığımızda , Allah (c.c) nin gaybı bildiğini , işiten ve gören olduğunu , hükmüne kimseyi ortak etmediğini beyan buyurduğunu görmekteyiz.
İnsan cinsinden olan fakat "Ğavs" rütbesi layık görülen insanlara verilen özelliklerden bir tanesi, onların gayb bilgisine sahip olduğuna inanılmasıdır. Bir çok ayetinde gayb bilgisinin kendisine ait olduğunu beyan eden Rabbimizin bu beyanları göz ardı edilerek , dilediği kimseye gayb bilgisini verdiği iddiasından yola çıkılarak bazı insanların gaybı bildiği iddia edilerek onlara ilahlık özelliği verilmek sureti ile şirk içine düşülmektedir.
İnsan cinsinden olan bir kimseye "Ğavs" ismi verilerek her nerede olurlarsa olsunlar , onun bütün müritleri üzerinde her an GÖRÜCÜLÜK ve İŞİTİCİLİK vasıflarına sahip olduğu da iddia edilmiş olmasından dolayı , Allah (c.c) nin esmasına dahil olan "El Basir" ve "Es Semi" isimleri bir insana layık görülerek, şirk işlenmesine sebebiyet verilmektedir.
Hükmüne kimseyi ortak etmeyeceğini beyan eden Rabbimizin bu beyanı yine , ölü veya diri bazı insanların kainat üzerinde tasarruf hakları bulunduğuna inanılmak sureti ile kul ile Allah (c.c) eşit duruma getirilmekte , bu inanç ise kişileri şirk batağına sürüklemektedir.
Bu noktada kendilerini herhangi bir tarikata mensup olmakla, Ğavs ismi verilen kişilerin kanatları altına girerek , dünya ve ahirette kurtuluşa erdiklerini zannedenlere, gerçekte ise dünya ve ahiretini tehlikeye atmış olanlara bazı uyarılarımız ve hatırlatmalarımız olacaktır.
[057.004] Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O'dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.
Ğavs ismi ile bilmeniz , tanımanız ve inanmanız gereken, nerede olursanız olun her an sizin yanınızda olan sadece ve sadece bir tek kimse vardır o da ALLAH (c.c) dir. Onun dışında beşer cinsinden hiç bir kimse, onun yetkisi ve gücü dahilinde olan böyle bir imkana asla sahip değildir ve olamaz. Yaptığınız en büyük hata , dininizi asıl kaynağı olan Kur'an'dan öğrenmeye gayret etmemenizdir. Sizi falan hocaya , filan şeyh efendiye yönlendirerek , "Kur'an'ı bu kimselerden anlayabilirsiniz" şeklinde herhangi bir yönlendirmede bulundurmaya çalıştığımızı sakın zannetmeyiniz.
Size Kur'an'a yöneltmek için yapmaya çalıştığımız bu tavsiyeler , içinde bulunduğunuz tehlikenin boyutlarını ancak Kur'an'ı okuduğunuz zaman görebileceğiniz içindir. İçinde bulunduğunuz tarikat yapılanmaları , sizlere dini bir hayat yaşatmak adına Kur'an ile bağınızı kopararak , şirk bataklığında boğulmanıza vesile olmaktadır.
Kur'an'ı okumak demek anlamadan bilmeden sadece hatim sevabı elde etmek için , baştan sona okumak değil , onu anladığımız dilden de okuyarak , bizlere neyi emrettiğini , nelerden sakındırdığını bilmekle olur. Kur'an'ı eğer anladığınız dilden okuduğunuz takdirde, içinde bulunduğunuz yapılanmanın sizleri nereye sürüklediğini daha kolay görerek , nasıl bir batağın içinde olduğunuzu anlamanız kolaylaşacaktır.
Bulunduğunuz dergahlarda, din adına yapılan sohbetlerde, hiç "Neden Kur'an bizim anlayacağımız bir dilde okunmuyor?" diye kendi kendinizi sorguladınız mı ?, dahası anlayacağınız dilden okumanın insanı saptıracağı şeklinde sözlerle "Bizleri neden Kur'an'dan uzak tutmaya çalışıyorlar?" diye kendi kendinize hiç düşündünüz mü ?.
Bu gibi yapılanmalarda Kur'an'ın anlaşılması konusu asla gündeme gelmez aksine, gündeme getirmenin sapıklık olduğu noktasında konuşmalar yapılır. Kur'an'ın anlaşılmasını savunmanın sapıklık olduğunu iddia edenlerin en büyük korkusu , din üzerine kurmuş oldukları imparatorluğun çökme korkusundan başka bir şey değildir.
Kur'an evet sizi saptıracaktır , yanlış anlamadınız KUR'AN EVET SİZİ SAPTIRACAKTIR.
Ama sizi nasıl bir yoldan saptıracaktır ?.
Kur'an sizi Allah (c.c) ye ait olması gereken Ğavs gibi isimleri, kullara layık görmek sureti ile sizi şirk işlemekten SAPTIRACAKTIR.
Kur'an sizi , kendiniz gibi bir insan olan kimseye, Allah'a ait olan Basir ve Semi isimlerini layık görerek , sizi her an görüp işittiğini zannetme sapkınlığından da SAPTIRACAKTIR.
Kur'an sizi, kendisinin başına neyin geleceğini bilmediğini söyleyen (Ahkaf s. 9) bir peygamberi örnek gösterirken , kendilerinin cennet beratını aldıklarını söyleyerek , müritlerini kibrit kutusunda cennete götüreceklerine inandıran şarlatanların yolunda gitmekten SAPTIRACAKTIR.
Kur'an sizi Allah (c.c) ile arada aracıların olmaması gerektiğini söylerken , size "Bu işler aracısız olmaz" diyerek , şirk batağına sokanların yolundan SAPTIRACAKTIR.
Kur'an sizi ölü veya diri bazı kimselere , kainat üzerinde tasarruf yetkisi verildiğine inandırarak , kulları Allah (c.c) ile eşit bir mertebede görmekten SAPTIRACAKTIR.
Kısacası Kur'an yarın hesap gününde dünya hayatında şirk'e düşmekten dolayı pişman olmaktan kurtararak , yaşamını şirk içinde geçirerek hesap gününde pişman olacak olanların yolundan saptırarak doğru bir yola iletecektir.
[033.067] Ey Rabbimiz! Biz sadatımıza ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler.
Bugün kendilerine "Sadat" diyerek önlerinde el pençe divan durduğunuz ve sizi ebedi cennete götüreceğini zannettiğiniz bu kimselere yarın Ahzab s. 67. ayetindeki sözleri söylememek için , bugün dininizi Ğavs ve onların vekili olarak gördüğünüz kimselerden değil , Allah (c.c) nin kitabından öğrenerek , bu kitap doğrultusunda bir yaşam sürerek , hesap gününde pişman olacak olanlardan olmayın.
Bu yazının , herhangi bir tarikata mensup olanların içinde bulunduğu şirk batağını göstermeye çalışmaktan başka bir amacı yoktur. Müslüman olarak görevimiz gereği , içinde bulunduğu yanlışı göremeyenlere , görmeleri için bir nebze de olsa kafalarında bir ışık yakarak , içinde bulunduğu yapılanmayı , Kur'an doğrultusunda sorgulamaya başlamalarını tavsiye etmeye yönelik olup , kimseyi , tahkir ve tekfir etmeye yönelik değildir.
Sizleri kendilerinde Allah (c.c) ye has olması gereken sıfatlar bulunduğunu iddia ederek ona kulluktan alıkoyarak , kendilerine kul etmeye çağıran bu insanlar, bırakın sizi kurtarmayı yarın hesap gününde kendi paçalarını dahi kurtaramayacaklardır. Bugün bu sorgulamayı yapmayarak içinde bulunduğu yanlıştan dönme erdemini gösteremeyenler , yarın hesap gününde pişman olmaları onlara hiç bir fayda sağlamayacaktır.
"Esmaül Hüsna" olarak bildiğimiz , bize Allah (c.c) yi tanıma ve bilme imkanı veren isimlerin, yaygın biçimde bilinen sayısı, herkesçe malum olduğu üzere 99 tanedir. Bu sayı Muhammed (a.s) dan geldiği rivayet edilen "Allah'ın 99 ismi vardır , kim bunları sayarsa cennete gider" şeklindeki sözlerle dinde tabu haline getirilmiştir.
Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) nin 98 den bir sonraki , 100 den bir önceki sayı olarak net şekilde 99 adet olarak bir rakam vermiş olduğunu söyleyen rivayetlere şüphe ile bakılması gerektiğini düşünmekteyiz şöyle ki ;
Bilindiği üzere bu isimler Kur'an içinden çıkarılan isimler olup , Kur'an'ın nazil olma süreci devam ettiğinden bu isimler üzerinde net bir sayının verilmesi mümkün değildir. Vahyin artık bittiğini haber veren herhangi bir ayet olmadığına göre , Muhammed (a.s) "Artık bundan sonra vahiy inmeyecek şu ana kadar inen Allah'ın isimlerini sayıp ümmetime haber vereyim" şeklinde bir düşünce ve ameliye içine girmesi de mümkün değildir.
Kur'an'ı dikkatli bir biçimde okumuş olanlar , 99 adet olarak bilinen ismin haricinde, Kur'an içinde Esmaül Hüsna'ya dahil olması gerektiği halde , Esmaül Hüsna'ya dahil edilmemiş olan bazı isimlerin olduğunu görebilirler. Bu isimlerin 99 adet olduğunu haber veren rivayetlerin sahih olabilme ihtimalini düşündüğümüzde , verilen sayının net bir sayı değil, çokluktan kinaye bir rakam olması daha makul görünmektedir.
Allah (c.c) nin isimlerini saymak sureti ile cennete gidileceğini haber veren rivayetlerin de sahih olması pek mümkün görülmemektedir şöyle ki ;
O isimlerin anlamını bilmeden , o isimlerin hayat içindeki gereğini yerine getirmeden sadece saymakla cennete gidilebileceğini Muhammed (a.s) asla söylemez. Allah (c.c) nin kendisini bize tanıttığı isimler, onun tek ilah olmasını ifade eden ve hayat içinde pratik edilmek sureti ile bilinecek ve yaşanacak isimlerdir.
İnancımızda maalesef yanlış bir tevekkül anlayışı mevcut olup , çalışıp gayret göstermeden sadece Allah'a el açıp dua etmekle, bazı hacetlerimizin karşılanacağı gibi bir zannımız bulunmaktadır. Allah (c.c) ye elbette el açılarak dua edilecektir , fakat biz dua etmenin sadece kavli olan kısmına ağırlık verdiğimiz için , ondan daha önemli olan ve duaların kabulüne mazhar olan fiili dua kısmını maalesef göz ardı etmekteyiz.
Esmaül Hüsna olarak bildiğimiz isimler işte bize fiili dua etmeyi öğreten isimler olup , bize cennetin yolunu , o isimlerin sadece dil ile tekrar edilmesi değil , o isimlerin anlamını yaşam içinde pratiğe geçirmek açacaktır.
Örneğin ; Hastalanan bir kimse, "Ya Şafi" (Şifa veren) ismini binlerce kez tekrarlasa , o kimsenin hastalıktan kurtulması mümkün değildir. Allah (c.c) nin "Şafi" (Şifa veren) olması , hastalıktan kurtulmak için gerekli olan tedavi imkanlarını da yaratmış olması anlamına gelmektedir. Hastalıktan kurtulmak için gerekli olan tedavi usullerini uygulamak onun "Şafi" ismini saymak yani hayat içinde uygulamak anlamına gelmektedir.
İşleri bozularak ekonomik dar boğaza giren bir kimse , akşama kadar "Er Rezzak" (Rızık verici) ismini binlerce kez tekrarlasa , Allah (c.c) ona gökten bir lokma ekmek atmaz . Allah (c.c) nin Er Rezzak olması kullarının rızıklarını yaratmış olması anlamına gelmektedir. Rızık temini için gerekli gayreti göstererek , rızkını temin etmeye çalışmak , bir kul için Allah (c.c) nin "Er Rezzak" ismini okuması veya sayması anlamına gelecektir.
Bu örnekleri bir çok isim için uygulamak mümkündür. Sadece dil ile tekrarlanarak , hayat içinde pratiğe dökülmeyen Esmaül Hüsna'lar , kişiye hiç bir fayda getirmeyecektir. Bazı televizyon kanallarında çıkan hoca olduğunu söyleyen kimselere dertlerini anlatarak, o dertlere deva arayan kimselere önerilen "...... esmasını şu kadar oku" veya "......esmasını bilmem kaç defa bir kağıda yaz suyunu iç veya yanında taşı" gibi tavsiyeler , hurafe ve yalan bilgiler olup , geçimlerini din ticaretinden sağlayan sahtekarların insanların umutlarını sömürmek için kullandığı yalan sözlerdir.
Allah (c.c) nin güzel isimlerini 99 gibi bir sayıya hapsetmenin doğru olmadığını , bu isimlere yine Kur'an içinden ilave edilebilecek isimler olduğunu yukarıda söylemeye çalışmıştık. Düşüncemiz o dur ki , Ğavs ismi Esmaül Hüsna'ya dahil edilmesi gereken isimlerden bir tanesidir. Bu isim bilindiği üzere , tasavvuf ekolünde bazı insanlara layık görülerek , Allah (c.c) den istenilmesi gereken yardım bu insanlardan istenilmek sureti ile , şirk batağının içine düşülmesine sebep olmaktadır.
Ğavsün ; "Yardım eden , imdada koşan , medet eden , yardımına sığınılan" anlamındadır. Bu kelime Kur'an içindeki ayetlerde şu şekilde kullanılmaktadır ;
[018.029] De ki: Gerçek, Rabbınızdandır. İsteyen inansın, isteyen inkar etsin. Şüphesiz ki zalimler için, duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış bir ateş hazırlamışızdır. Onlar feryad edip yardım dilediklerinde (ve in yestağisu yuğasu bi main) , erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. O, ne kötü içecek ve ne kötü duraktır.
[028.015] Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi (festeğasehu). Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.
[046.017-8] Annesine babasına: «Of ikinizden; benden önce nice nesiller gelip geçmişken beni tekrar diriltilmemle mi tehdit ediyorsunuz?» diyen kimseye, anne babası Allah'a sığınarak (yesteğısanillahe): «Sana yazıklar olsun! İnan; doğrusu Allah'ın sözü gerçektir» dedikleri halde: «Bu, Kuran öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» diye cevap verenler işte onlar kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde, Allah'ın azap vadinin aleyhlerinde gerçekleştiği kimselerdir. Doğrusu onlar hüsranda olanlardır.
[008.009] Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz (yesteğisune). O, «Ben size, birbiri peşinden bin melekle medet ederim» diye cevap vermişti.
Ayetlerde görüldüğü gibi , "Gavsün" kelimesinin türevleri , Allah veya insan'dan yardım talep etme anlamında kullanılmaktadır. Kelimenin Enfal s. 9. ayetinde geçişine baktığımızda, Bedir savaşı ile ilgili bir ayetin içinde de kullanılmakta olduğunu görmekteyiz.
Savaş örneğindeki sıkıntılı zamanlarda insanın yardımına koşabilecek , yardım ve imdat talebine cevap verebilecek olan tek kişinin sadece Allah (c.c) nin olduğunu beyan eden bu ayetin delaletine göre, tek ve gerçek Ğavs'ın sadece Allah (c.c) olduğunu anlamak mümkündür.
Esmaül Hüsna sayısının vahiy tarafından belirlenmediğini hesaba kattığımızda , 99 sayısının daha üzerine çıkacak Esmaül Hüsna'dan bir tanesi de "ĞAVS" veya "MUĞİS" ismidir. Bu isim, bir kul dara düştüğünde, imdat talebinde bulunabileceği ve sadece imdadın gelebileceği kişinin ismi olmaya layık olup , Allah (c.c) dışında bir kimseye yakıştırılmaya asla layık değildir.
Kasas s. 15. ayetinde Musa (a.s) dan yardım isteyen bir kimse için yine bu kelimenin kullanılmakta olduğunu görmekteyiz. İnsanın insan'dan yardım istemesi şeklinde ortaya çıkan yardım talebinde herhangi bir mahzur olmadığını burada hatırlatmak isteriz.
Eğer bir kimsenin arabası arıza yapsa , onun itmesi için birisinden yardım talep etmiş olsa , veya acil olarak hasta olan bir kimse 112 den yardım istemiş olsa , bu türden yardım talebinde herhangi bir mahzur yoktur. Fakat arabası arızalanan veya hasta olan kimse, Ğavs olarak bildiği bir insanın kendisine her an yardım edebilme gücü olduğuna inanarak ona "Yetişşş yaa Ğavs" diyerek nida ettiğinde bu nida kişiyi şirk'e götüren bir davranış olacaktır.
Bu noktada özellikle tasavvuf merkezli din anlayışında ortaya çıkan, ve insan cinsinden olan bazı kimseler için kullanılan "Ğavs" lakabının yanlışlığına ve tehlikesine dikkat çekmek istiyoruz.
Tarikatlarda kullanılan bir terim olan "Ğavs" , yaygın inanışa göre, bu lakaba sahip olan kişinin müritleri, her nerede olurlarsa olsunlar , onları her an görmekte ve işitmekte olduğu için , müritleri tarafından sıkıntılı zamanlarında "Yetişşşşş yaaaa Ğavs" şeklinde ona nida edildiğinde, Ğavs olarak bilinen kişi, onların bu isteklerine anında icabet ederek yardımlarına koşmakta ve hacetlerini gidermektedir.
İşte burada "Şirk" dediğimiz en büyük zulüm ortaya çıkmaktadır.
[004.048] Doğrusu Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını ise dilediğine bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa pek büyük bir cinayeti iftira etmiş olduğunda şüphe yoktur.
Şirk kısaca , "Sadece Allah'a ait olması gereken niteliklerin , onun dışındakilere hasredilmesi" olarak tarif edilebilir.
İnsan cinsinden olan ve kendisine "Ğavs" rütbesi takılmak sureti ile , müritlerinin imdadına koştuğuna inanılan bir kimse için layık görülen bu rütbe , Allah (c.c) nin hakkı olduğu için , insan cinsinden olan kişilere böyle bir rütbe layık görülmekle büyük bir ŞİRK işlenmektedir.
[018.026] De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.» Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
Kehf s. 26. ayetine baktığımızda , Allah (c.c) nin gaybı bildiğini , işiten ve gören olduğunu , hükmüne kimseyi ortak etmediğini beyan buyurduğunu görmekteyiz.
İnsan cinsinden olan fakat "Ğavs" rütbesi layık görülen insanlara verilen özelliklerden bir tanesi, onların gayb bilgisine sahip olduğuna inanılmasıdır. Bir çok ayetinde gayb bilgisinin kendisine ait olduğunu beyan eden Rabbimizin bu beyanları göz ardı edilerek , dilediği kimseye gayb bilgisini verdiği iddiasından yola çıkılarak bazı insanların gaybı bildiği iddia edilerek onlara ilahlık özelliği verilmek sureti ile şirk içine düşülmektedir.
İnsan cinsinden olan bir kimseye "Ğavs" ismi verilerek her nerede olurlarsa olsunlar , onun bütün müritleri üzerinde her an GÖRÜCÜLÜK ve İŞİTİCİLİK vasıflarına sahip olduğu da iddia edilmiş olmasından dolayı , Allah (c.c) nin esmasına dahil olan "El Basir" ve "Es Semi" isimleri bir insana layık görülerek, şirk işlenmesine sebebiyet verilmektedir.
Hükmüne kimseyi ortak etmeyeceğini beyan eden Rabbimizin bu beyanı yine , ölü veya diri bazı insanların kainat üzerinde tasarruf hakları bulunduğuna inanılmak sureti ile kul ile Allah (c.c) eşit duruma getirilmekte , bu inanç ise kişileri şirk batağına sürüklemektedir.
Bu noktada kendilerini herhangi bir tarikata mensup olmakla, Ğavs ismi verilen kişilerin kanatları altına girerek , dünya ve ahirette kurtuluşa erdiklerini zannedenlere, gerçekte ise dünya ve ahiretini tehlikeye atmış olanlara bazı uyarılarımız ve hatırlatmalarımız olacaktır.
[057.004] Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O'dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.
Ğavs ismi ile bilmeniz , tanımanız ve inanmanız gereken, nerede olursanız olun her an sizin yanınızda olan sadece ve sadece bir tek kimse vardır o da ALLAH (c.c) dir. Onun dışında beşer cinsinden hiç bir kimse, onun yetkisi ve gücü dahilinde olan böyle bir imkana asla sahip değildir ve olamaz. Yaptığınız en büyük hata , dininizi asıl kaynağı olan Kur'an'dan öğrenmeye gayret etmemenizdir. Sizi falan hocaya , filan şeyh efendiye yönlendirerek , "Kur'an'ı bu kimselerden anlayabilirsiniz" şeklinde herhangi bir yönlendirmede bulundurmaya çalıştığımızı sakın zannetmeyiniz.
Size Kur'an'a yöneltmek için yapmaya çalıştığımız bu tavsiyeler , içinde bulunduğunuz tehlikenin boyutlarını ancak Kur'an'ı okuduğunuz zaman görebileceğiniz içindir. İçinde bulunduğunuz tarikat yapılanmaları , sizlere dini bir hayat yaşatmak adına Kur'an ile bağınızı kopararak , şirk bataklığında boğulmanıza vesile olmaktadır.
Kur'an'ı okumak demek anlamadan bilmeden sadece hatim sevabı elde etmek için , baştan sona okumak değil , onu anladığımız dilden de okuyarak , bizlere neyi emrettiğini , nelerden sakındırdığını bilmekle olur. Kur'an'ı eğer anladığınız dilden okuduğunuz takdirde, içinde bulunduğunuz yapılanmanın sizleri nereye sürüklediğini daha kolay görerek , nasıl bir batağın içinde olduğunuzu anlamanız kolaylaşacaktır.
Bulunduğunuz dergahlarda, din adına yapılan sohbetlerde, hiç "Neden Kur'an bizim anlayacağımız bir dilde okunmuyor?" diye kendi kendinizi sorguladınız mı ?, dahası anlayacağınız dilden okumanın insanı saptıracağı şeklinde sözlerle "Bizleri neden Kur'an'dan uzak tutmaya çalışıyorlar?" diye kendi kendinize hiç düşündünüz mü ?.
Bu gibi yapılanmalarda Kur'an'ın anlaşılması konusu asla gündeme gelmez aksine, gündeme getirmenin sapıklık olduğu noktasında konuşmalar yapılır. Kur'an'ın anlaşılmasını savunmanın sapıklık olduğunu iddia edenlerin en büyük korkusu , din üzerine kurmuş oldukları imparatorluğun çökme korkusundan başka bir şey değildir.
Kur'an evet sizi saptıracaktır , yanlış anlamadınız KUR'AN EVET SİZİ SAPTIRACAKTIR.
Ama sizi nasıl bir yoldan saptıracaktır ?.
Kur'an sizi Allah (c.c) ye ait olması gereken Ğavs gibi isimleri, kullara layık görmek sureti ile sizi şirk işlemekten SAPTIRACAKTIR.
Kur'an sizi , kendiniz gibi bir insan olan kimseye, Allah'a ait olan Basir ve Semi isimlerini layık görerek , sizi her an görüp işittiğini zannetme sapkınlığından da SAPTIRACAKTIR.
Kur'an sizi, kendisinin başına neyin geleceğini bilmediğini söyleyen (Ahkaf s. 9) bir peygamberi örnek gösterirken , kendilerinin cennet beratını aldıklarını söyleyerek , müritlerini kibrit kutusunda cennete götüreceklerine inandıran şarlatanların yolunda gitmekten SAPTIRACAKTIR.
Kur'an sizi Allah (c.c) ile arada aracıların olmaması gerektiğini söylerken , size "Bu işler aracısız olmaz" diyerek , şirk batağına sokanların yolundan SAPTIRACAKTIR.
Kur'an sizi ölü veya diri bazı kimselere , kainat üzerinde tasarruf yetkisi verildiğine inandırarak , kulları Allah (c.c) ile eşit bir mertebede görmekten SAPTIRACAKTIR.
Kısacası Kur'an yarın hesap gününde dünya hayatında şirk'e düşmekten dolayı pişman olmaktan kurtararak , yaşamını şirk içinde geçirerek hesap gününde pişman olacak olanların yolundan saptırarak doğru bir yola iletecektir.
[033.067] Ey Rabbimiz! Biz sadatımıza ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler.
Bugün kendilerine "Sadat" diyerek önlerinde el pençe divan durduğunuz ve sizi ebedi cennete götüreceğini zannettiğiniz bu kimselere yarın Ahzab s. 67. ayetindeki sözleri söylememek için , bugün dininizi Ğavs ve onların vekili olarak gördüğünüz kimselerden değil , Allah (c.c) nin kitabından öğrenerek , bu kitap doğrultusunda bir yaşam sürerek , hesap gününde pişman olacak olanlardan olmayın.
Bu yazının , herhangi bir tarikata mensup olanların içinde bulunduğu şirk batağını göstermeye çalışmaktan başka bir amacı yoktur. Müslüman olarak görevimiz gereği , içinde bulunduğu yanlışı göremeyenlere , görmeleri için bir nebze de olsa kafalarında bir ışık yakarak , içinde bulunduğu yapılanmayı , Kur'an doğrultusunda sorgulamaya başlamalarını tavsiye etmeye yönelik olup , kimseyi , tahkir ve tekfir etmeye yönelik değildir.
Sizleri kendilerinde Allah (c.c) ye has olması gereken sıfatlar bulunduğunu iddia ederek ona kulluktan alıkoyarak , kendilerine kul etmeye çağıran bu insanlar, bırakın sizi kurtarmayı yarın hesap gününde kendi paçalarını dahi kurtaramayacaklardır. Bugün bu sorgulamayı yapmayarak içinde bulunduğu yanlıştan dönme erdemini gösteremeyenler , yarın hesap gününde pişman olmaları onlara hiç bir fayda sağlamayacaktır.
22 Ocak 2017 Pazar
Fussilet s. 30-31. Ayetleri : "Rabbimiz Allah'tır" Demenin Yaşanan Hayat İçindeki Anlamı
İnsanlık tarihini kısaca özetleyecek olursak , İlah ve Rab kavramlarının çağrıştırdığı anlam alanları etrafında gelişen olaylardan ibaret olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Allah (c.c) nin tarih boyunca gönderdiği elçi ve kitapların ortak çağrısının , ondan başka ilah olmadığı ve sadece ona kulluk edilmesi gerektiğine dair hatırlatmalar olduğu herkesçe malumdur.
Allah (c.c) nin kullarına olan , kendisinden başka İlah ve Rab olmadığını , sadece kendisine kulluk edilmesi gerektiğine dair çağrısının sebebi , yarattığı bazı insanların kendilerinin kul olduğunu unutarak , İlah ve Rab olmaya soyunması , diğer insanların hayatlarını kendilerinin yönlendirmeye haklarının olduğunu iddia etmeleri ve bu yönde kanunlar ve nizamlar vaz etmek yönünde hareket etmeleridir.
Son elçi olan Muhammed (a.s) ile gönderilen kitap , diğer elçi ve kitapların çağrısını tekrarlayan, insanları sadece Allah (c.c) ye kul olmaya, onu İlah ve Rab olarak tanıyan bir yaşam üzerinde hayat sürmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu kitap içindeki ayetler , onun nasıl İlah ve Rab olarak tanınması gerektiğine dair bilgileri ihtiva etmekte , geçmiş yaşantılardan örnekler verilerek , kendilerinin veya Allah (c.c) nin tek İlah ve Rab olma yolunda mücadele edenlerin başlarından geçenler anlatılarak bizlere yol haritası çizilmektedir.
Fussilet s. 30. 31. ayetleri , yaşamı içinde Rab olarak Allah (c.c) yi seçenlerin, bu seçimlerinin karşılığını anlatmaktadır.
[041.030] Muhakkak ki; Rabbımız Allah'tır, deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanların üzerine melekler iner, onlara: Korkmayın, üzülmeyin size vaad olunan cennetle sevinin, derler.
[041.031] «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»
Ahkaf s. 13. ve 14. ayetlerinde de benzer ayetleri görmekteyiz ;
[046.013] Doğrusu, «Rabbimiz Allah'tır» deyip, sonra da dosdoğru gidenlere korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
[046.014] İşte onlar, cennet halkıdır; yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedi olarak kalıcıdırlar.
"Kehf ve Rakım Ashabı" olarak bildiğimiz, ve yaşadıkları beldenin şirk düzenine karşı ayağa kalkarak , o beldeyi terk etmek sureti ile duruşlarını gösterip, kıyamete kadar dillerde anılmayı hak edenlerin yaşadığı hayatlar , Fussilet s. 30. ayetinde gördüğümüz "Rabbimiz Allah'tır" diyerek , o istikamet üzerinde gitmenin hayat içinde nasıl bir anlama geldiğini gösteren örneklerdir.
Yönetimi ellerinde bulundurmalarından doğan , mali ve askeri gücü kullanmak sureti ile, insanlar üzerinde korku oluşturarak zulmü sürdürmek , Firavunların değişmez sünnetlerindendir. Musa (a.s) kıssasının Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetlere bakıldığında bu zulmü açık ve net olarak görebiliriz. Bundan dolayı , zulme karşı ayağa kalkmak bedel ödemeyi gerektirir. Bu bedeli ödemeyi göze alamayanlar , zulme rıza göstermek sureti ile dünya ve ahirette zelil bir yaşama razı olmuş olacaklardır.
[009.031] Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.
"Kul" olarak yaratılmış insanların kendilerini İlah ve Rab olarak görmeleri, sadece yönetim alanında değil , Tevbe s. 31. ayetinde "Haham" ve "Rahip" olarak gördüğümüz ve genel adı "Din Adamları" sınıfı olarak bildiğimiz guruba dahil olan insanların , diğer insanlar üzerinde tahakküm kurmak için kullandıkları yol olan , Allah adına konuştuğunu iddia etmek sureti ile , insanların dini duygularını kullanarak, onlar üzerinde tahakküm sağlamak şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Yahudi ve Hristiyan din adamlarının yapmış olduğu yanlışların aynısı , bugün İslam dünyasında da yaşanmakta olup , Müslüman din adamlarının büyük bir bölümü , insanları din adına sömürmek maksadı ile, onları kendi mensup oldukları fırkalar ve kendilerinin önerdikleri düşünceler üzerinde kalması için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Kur'an , Müslümanlar için hakem bir kitap olması gerekirken , onun bu hakemliği başka kitaplara verilerek , kişi ve rivayet merkezli bir din algısı oluşturulmuştur. Kişi ve rivayet merkezli din algısının en büyük sıkıntısı , din adına konuşan insanların yüceltilmesi , bunun sonucunda bu insanların sorgulanamaz bir konuma getirilerek , her söylediğinin Allah söylemiş gibi kabul görmesidir.
İşte bu durum din adamlarının Rab edinilmesi anlamına gelmektedir. Bu sınıfın Rablık iddiasına karşı "Rabbimiz Allah'tır" demek , bu sınıfın tahakkümüne karşı Kur'an'ın öne çıkarılmasına çalışmak ve o doğrultuda yürümek anlamına gelecektir.
Elbette bu yolda yürümek bedel ödemeyi de beraberinde getirecektir. Sizin Kur'an'ı öne çıkaran söylemlerinize karşı , rivayet ve kişi merkezli din algısına sahip olanlar , kendi anlayışlarını var gücüyle savunarak , kendilerine karşı çıkanları , Hadis Sünnet inkarcısı , Zındık , Sapık , Mealci , Peygamber düşmanı , Kafir . Müşrik v.s gibi yaftalarla gözden düşürmeye çalışacaklardır.
[022.040] Onlar: «Rabbimiz Allah'tır.» demelerinden başka hiçbir haklı gerekçe olmaksızın yurtlarından çıkarıldılar. Allah, insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi, şüphesiz manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan mescitler yıkılıp giderdi. Elbette Allah kendi (dini) ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlü, çok izzetlidir.
Hac s. 40. ayeti "Rabbimiz Allah'tır" demenin bedelini yurtlarından çıkarılmak şeklinde ödeyenlerden bahsetmektedir. Eğer bu insanlar bu sözün doğrultusunda bir hayat yaşamak için mücadele etmek yerine , yerleşik sisteme karşı müdaheneci yani uzlaşmacı bir tavır takınmış olsalardı yerlerinden, yurtlarından , can ve mallarından olmadan, daha rahat bir yaşama imkanına sahip olabilirlerdi.
Fakat bu insanların can , mal ve yurtlarından olmayı göze alacak kadar tehlikeye atılmalarına sebep olan şey , onların yaratılış gayelerinin farkında olan bir yaşam sistemine talip olmalarıdır. Allah'ı Rab olarak bilmenin yaşama geçirilmesi , diğer sahte rableri ve onların tabilerini rahatsız edeceği için , rahatlarını kaçıranlara karşı mutlaka kayıtsız kalmayacaklar , onlara karşı mücadele edeceklerdir.
Kendisine yardım edene yardım edeceğini vaat eden , ve vaadinden asla dönmeyen Allah (c.c) kendi yolunda gidenlere yardımını her zaman yerine getirmiştir. Fussilet s. 31. ayeti , "Rabbımız Allah'tır" diyerek , hayatlarını bu sözün anlamı üzerine kuranların yardımcısının, Allah (c.c) olduğunu haber vermektedir. Yardımcısı Allah olanın artık sırtı yere gelmeyecek , dünya ve ahirette zafere erişenlerden olacaktır.
Sonuç olarak ; Fıtratında , yüce ve ulu olarak tanıdığı bir varlığı "Rab" olarak bilme ve ona itaat etme itiyadında yaratılmış olan insanın, bu gereksinimini karşılayacak olan yegane varlık Allah (c.c) dir. Tarih boyunca gönderdiği elçileri ile sadece kendisinin Rab olarak bilinmesini isteyen Allah (c.c) , kendisini Rab olarak bilen ve yolunu buna göre düzenleyenlere dünya ve ahirette müjdeler vermektedir.
Tarih boyunca yapılan kavgaların temelinde , insanlar üzerinde tasarruf etmek isteyenler ile , bu tasarrufa karşı çıkarak , gerçek tasarruf sahibine bu hakkı vermek isteyenlerin aralarındaki mücadele yatmaktadır. Bundan dolayı "Rabbımız Allah'tır" demek bedeli ağır bir sözdür.
Allah (c.c) nin kullarına olan , kendisinden başka İlah ve Rab olmadığını , sadece kendisine kulluk edilmesi gerektiğine dair çağrısının sebebi , yarattığı bazı insanların kendilerinin kul olduğunu unutarak , İlah ve Rab olmaya soyunması , diğer insanların hayatlarını kendilerinin yönlendirmeye haklarının olduğunu iddia etmeleri ve bu yönde kanunlar ve nizamlar vaz etmek yönünde hareket etmeleridir.
Son elçi olan Muhammed (a.s) ile gönderilen kitap , diğer elçi ve kitapların çağrısını tekrarlayan, insanları sadece Allah (c.c) ye kul olmaya, onu İlah ve Rab olarak tanıyan bir yaşam üzerinde hayat sürmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu kitap içindeki ayetler , onun nasıl İlah ve Rab olarak tanınması gerektiğine dair bilgileri ihtiva etmekte , geçmiş yaşantılardan örnekler verilerek , kendilerinin veya Allah (c.c) nin tek İlah ve Rab olma yolunda mücadele edenlerin başlarından geçenler anlatılarak bizlere yol haritası çizilmektedir.
Fussilet s. 30. 31. ayetleri , yaşamı içinde Rab olarak Allah (c.c) yi seçenlerin, bu seçimlerinin karşılığını anlatmaktadır.
[041.030] Muhakkak ki; Rabbımız Allah'tır, deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanların üzerine melekler iner, onlara: Korkmayın, üzülmeyin size vaad olunan cennetle sevinin, derler.
[041.031] «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»
Ahkaf s. 13. ve 14. ayetlerinde de benzer ayetleri görmekteyiz ;
[046.013] Doğrusu, «Rabbimiz Allah'tır» deyip, sonra da dosdoğru gidenlere korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
[046.014] İşte onlar, cennet halkıdır; yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedi olarak kalıcıdırlar.
Ayetler çok önemli bir noktaya temas ederek , sadece" Rabbımız Allah'tır" demenin yetmediğini , devamındaki "sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar" cümlesi ile, bu sözün hayata yansıması gerektiğini beyan etmektedir.
[029.002-3] And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken,
insanlar, «İnandık» deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah
elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya
çıkaracaktır.
"İslami Kaynak" olarak lanse edilen kitaplara baktığımızda , iman konusunu sadece söz ile ifade etmenin yeterli olduğunu söyleyerek , işin fiile yansıması gereken tarafını göz ardı ettiklerini görebiliriz. Yüzlerce yıldır tartışılan "Ameller imandan bir cüz müdür , değil midir" tartışmaları bu duruma bariz bir örnektir.
Hadis adı altında gelen rivayetlere baktığımızda, ömründe bir kere dahi olsa "La İlahe İllallah" diyen kimsenin, cennete gideceğine dair haberlere sıkça rastlamaktayız. Kimseyi cennet veya cehenneme sokma memuru olmadığımızı hatırlatarak , olayın sadece "Dil ile ikrar kalp ile tasdik" boyutunu indirgenmiş olmasına dikkat çekmek istiyoruz . İnancın tezahürü olan amelin şart olmadığı yönünde ortaya atılan teorilerin , Müslüman dünyasının bugünkü zelil durumunun önde gelen sebebi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Allah (c.c) nin İlah ve Rab olduğunun, sadece dil ile ifade edilmesinin yeterli bir söz olduğunu zannederek , bu kavramların ifade ettiği anlamların yaşam içine sokulmaması neticesinde , Allah'ın İlah ve Rab olarak kabul edilmemesinden doğan boşluğu , "Kul" statüsündeki insanların İlah ve Rab seviyesine çıkarılmasını beraberinde getirmiştir.
Allah (c.c) nin İlah ve Rab olduğunun, sadece dil ile ifade edilmesinin yeterli bir söz olduğunu zannederek , bu kavramların ifade ettiği anlamların yaşam içine sokulmaması neticesinde , Allah'ın İlah ve Rab olarak kabul edilmemesinden doğan boşluğu , "Kul" statüsündeki insanların İlah ve Rab seviyesine çıkarılmasını beraberinde getirmiştir.
"Rabbimiz Allah'tır" diyerek bu istikamette yürünmesinin anlamı ve önemi, işte bu noktada ortaya çıkmaktadır. Kur'an bu sözün ne kadar önemli olduğunu, yaşanmış örneklerle bizlere göstermektedir. "Rabbimiz Allah'tır" demek önce , "Kul" statüsünde olan fakat kendisini İlah ve Rab olarak lanse edenleri ret etmek anlamına geleceği, ve bu sahte ilahların bulundukları makam ve mevkileri terk etmemek için kıyasıya bir mücadele içine gireceklerini düşündüğümüzde , insan için meşakkatli ve ucunda ölüm olabilecek sıkıntılı bir yolu ifade etmektedir.
[002.258] Allah kendisine mülk verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: «Rabbim, dirilten ve öldürendir» demişti. «Ben de diriltir ve öldürürüm» dedi; İbrahim, «Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene» dedi. İnkar eden şaşırıp kaldı. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.
[002.258] Allah kendisine mülk verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: «Rabbim, dirilten ve öldürendir» demişti. «Ben de diriltir ve öldürürüm» dedi; İbrahim, «Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene» dedi. İnkar eden şaşırıp kaldı. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.
[079.024] «Sizin en yüce rabbiniz benim» dedi.
[026.029] (Firavun) Dedi ki: «Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek
olursan, seni mutlaka hapse atacağım.»
Nemrut ve Firavun , "Kul" statüsüne tabi olarak yaratılmış olan insanların , Allah (c.c) tarafından kendilerine emaneten verilmiş olan güç ve serveti kendilerinin zannederek , ellerindeki bu güç ve mülke güvenerek , insanlar üzerinde tasarruf haklarının olduğunu iddia eden insanlara örnektir.
Nemrut ve Firavun , "Kul" statüsüne tabi olarak yaratılmış olan insanların , Allah (c.c) tarafından kendilerine emaneten verilmiş olan güç ve serveti kendilerinin zannederek , ellerindeki bu güç ve mülke güvenerek , insanlar üzerinde tasarruf haklarının olduğunu iddia eden insanlara örnektir.
İbrahim ve Musa (a.s) lar , elinde yönetim gücünü bulundurarak, kendilerini insanların İlahı ve Rabbı ilan eden kullara karşı, nasıl bir duruş sergilenmesi gerektiğini öğreten elçilerdendir. Onlar yaşamları boyunca , bu tür zalimlere karşı tevhidi bir duruş sergileyerek , tüm zamanlarda ortaya çıkacak olan , Firavun ve Nemrutların karşısında hakkı haykırmanın örnekliğini sergilemişlerdir.
[018.014] Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilah demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.
[018.014] Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilah demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.
[018.015] Şu bizim kavmimiz, Allah'tan başka ilâh edindiler. Onların ilâh
olduğuna dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan
daha zalim kim olabilir?
"Kehf ve Rakım Ashabı" olarak bildiğimiz, ve yaşadıkları beldenin şirk düzenine karşı ayağa kalkarak , o beldeyi terk etmek sureti ile duruşlarını gösterip, kıyamete kadar dillerde anılmayı hak edenlerin yaşadığı hayatlar , Fussilet s. 30. ayetinde gördüğümüz "Rabbimiz Allah'tır" diyerek , o istikamet üzerinde gitmenin hayat içinde nasıl bir anlama geldiğini gösteren örneklerdir.
Yönetimi ellerinde bulundurmalarından doğan , mali ve askeri gücü kullanmak sureti ile, insanlar üzerinde korku oluşturarak zulmü sürdürmek , Firavunların değişmez sünnetlerindendir. Musa (a.s) kıssasının Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetlere bakıldığında bu zulmü açık ve net olarak görebiliriz. Bundan dolayı , zulme karşı ayağa kalkmak bedel ödemeyi gerektirir. Bu bedeli ödemeyi göze alamayanlar , zulme rıza göstermek sureti ile dünya ve ahirette zelil bir yaşama razı olmuş olacaklardır.
[009.031] Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.
"Kul" olarak yaratılmış insanların kendilerini İlah ve Rab olarak görmeleri, sadece yönetim alanında değil , Tevbe s. 31. ayetinde "Haham" ve "Rahip" olarak gördüğümüz ve genel adı "Din Adamları" sınıfı olarak bildiğimiz guruba dahil olan insanların , diğer insanlar üzerinde tahakküm kurmak için kullandıkları yol olan , Allah adına konuştuğunu iddia etmek sureti ile , insanların dini duygularını kullanarak, onlar üzerinde tahakküm sağlamak şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Yahudi ve Hristiyan din adamlarının yapmış olduğu yanlışların aynısı , bugün İslam dünyasında da yaşanmakta olup , Müslüman din adamlarının büyük bir bölümü , insanları din adına sömürmek maksadı ile, onları kendi mensup oldukları fırkalar ve kendilerinin önerdikleri düşünceler üzerinde kalması için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Kur'an , Müslümanlar için hakem bir kitap olması gerekirken , onun bu hakemliği başka kitaplara verilerek , kişi ve rivayet merkezli bir din algısı oluşturulmuştur. Kişi ve rivayet merkezli din algısının en büyük sıkıntısı , din adına konuşan insanların yüceltilmesi , bunun sonucunda bu insanların sorgulanamaz bir konuma getirilerek , her söylediğinin Allah söylemiş gibi kabul görmesidir.
İşte bu durum din adamlarının Rab edinilmesi anlamına gelmektedir. Bu sınıfın Rablık iddiasına karşı "Rabbimiz Allah'tır" demek , bu sınıfın tahakkümüne karşı Kur'an'ın öne çıkarılmasına çalışmak ve o doğrultuda yürümek anlamına gelecektir.
Elbette bu yolda yürümek bedel ödemeyi de beraberinde getirecektir. Sizin Kur'an'ı öne çıkaran söylemlerinize karşı , rivayet ve kişi merkezli din algısına sahip olanlar , kendi anlayışlarını var gücüyle savunarak , kendilerine karşı çıkanları , Hadis Sünnet inkarcısı , Zındık , Sapık , Mealci , Peygamber düşmanı , Kafir . Müşrik v.s gibi yaftalarla gözden düşürmeye çalışacaklardır.
[022.040] Onlar: «Rabbimiz Allah'tır.» demelerinden başka hiçbir haklı gerekçe olmaksızın yurtlarından çıkarıldılar. Allah, insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi, şüphesiz manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan mescitler yıkılıp giderdi. Elbette Allah kendi (dini) ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlü, çok izzetlidir.
Hac s. 40. ayeti "Rabbimiz Allah'tır" demenin bedelini yurtlarından çıkarılmak şeklinde ödeyenlerden bahsetmektedir. Eğer bu insanlar bu sözün doğrultusunda bir hayat yaşamak için mücadele etmek yerine , yerleşik sisteme karşı müdaheneci yani uzlaşmacı bir tavır takınmış olsalardı yerlerinden, yurtlarından , can ve mallarından olmadan, daha rahat bir yaşama imkanına sahip olabilirlerdi.
Fakat bu insanların can , mal ve yurtlarından olmayı göze alacak kadar tehlikeye atılmalarına sebep olan şey , onların yaratılış gayelerinin farkında olan bir yaşam sistemine talip olmalarıdır. Allah'ı Rab olarak bilmenin yaşama geçirilmesi , diğer sahte rableri ve onların tabilerini rahatsız edeceği için , rahatlarını kaçıranlara karşı mutlaka kayıtsız kalmayacaklar , onlara karşı mücadele edeceklerdir.
Kendisine yardım edene yardım edeceğini vaat eden , ve vaadinden asla dönmeyen Allah (c.c) kendi yolunda gidenlere yardımını her zaman yerine getirmiştir. Fussilet s. 31. ayeti , "Rabbımız Allah'tır" diyerek , hayatlarını bu sözün anlamı üzerine kuranların yardımcısının, Allah (c.c) olduğunu haber vermektedir. Yardımcısı Allah olanın artık sırtı yere gelmeyecek , dünya ve ahirette zafere erişenlerden olacaktır.
Sonuç olarak ; Fıtratında , yüce ve ulu olarak tanıdığı bir varlığı "Rab" olarak bilme ve ona itaat etme itiyadında yaratılmış olan insanın, bu gereksinimini karşılayacak olan yegane varlık Allah (c.c) dir. Tarih boyunca gönderdiği elçileri ile sadece kendisinin Rab olarak bilinmesini isteyen Allah (c.c) , kendisini Rab olarak bilen ve yolunu buna göre düzenleyenlere dünya ve ahirette müjdeler vermektedir.
Tarih boyunca yapılan kavgaların temelinde , insanlar üzerinde tasarruf etmek isteyenler ile , bu tasarrufa karşı çıkarak , gerçek tasarruf sahibine bu hakkı vermek isteyenlerin aralarındaki mücadele yatmaktadır. Bundan dolayı "Rabbımız Allah'tır" demek bedeli ağır bir sözdür.
Yine Kur'an bu bedeli ödeyenlerin haberlerini bizlere vererek , bu yolda yalnız olmadığımızı , bizlerden önce bu yolda canını ve malını feda edenlerin olduğunu beyan etmektedir. Kendisinin yolunda gidenlere yardım edeceğini vaad eden Rabbimiz , bizden öncekilere bu vaadinin nasıl ve ne şekilde gerçekleştiğini bir çok yerde göstererek , vaadinden dönmeyeceğini bilmemizi istemekte , ve kendisine yardım edenlere mutlaka yardım edeceğini beyan etmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)