21 Nisan 2013 Pazar

Beyt ve Beytullah Kelimelerine Sosyolojik Bir Bakış Denemesi

Bu yazımızda, "Beyt" kelimesi üzerinden Kabe'nin sosyolojik anlamda nasıl bir yer işgal ettiği hususundaki düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. 

"Beyt" kelimesi lügatta , "insanın gece sığındığı yer " anlamına gelmektedir. Bu anlam üzerinden , Kabe adı verilen beyt'in insanlar için ne ifade ettiğini Kur'an üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.    

Al-i imran s. 96. ayetinde, " Doğrusu insanlar için vaz'olunan ilk beyt, elbette Bekkedeki o çok mübarek ve bütün âlemîne hidayet olan Beyttir" mealinde buyurulmuş olması , insaoğlunun yaratılışı icabı barınma ve sığınma ihtiyacının bir gerçeği olarak tesis edildiğinin bir gerçeği olup bu beyt herhangi bir beyt olmayıp Allah cc nin emri ile tesis ettirilmiştir. 97. ayetin devamı bu durumun bir anlatımıdır. "Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.". Hacc s.29.30 da "elbeytil atik" (eski ev) deyimi ile ifade edilmesi bu evin ibrahim as dan daha eski bir geçmişi olduğu yolundaki düşünceleri desteklemektedir.İbrahim as ile oğlu ismail as ın beyt ile ilgili yaptıklarının, bakara s. 127. ayetinde " Ve o zaman ki, İbrahim Beyt'in temellerini yükseltiyordu. İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: «Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur. Çünkü daima işiten, daima bilen Sensin ancak Sen!" şeklinde anlatılması beyt'in onlar tarafından ilk defa değil olan bir mekanı yeniden inşa anlamında anlaşılması daha doğru olacağını düşünmekteyiz.    

Kişilerin birlikte yaşama olgusunun bir gereği olan belirli kurallar dahilinde yaşama durumu taa ilk insandan beridir süregelmiştir. Mesela Maide s. 27-31. ayetler'de anlatılan Adem'in iki oğlunun kıssası konulmuş kurala karşı çıkmanın bir örneğidir. Konulmuş kurallar olmadan birlikte yaşamanın imkansız olduğu gerçeğinden yola çıkarak bu insanları yaratan Allah cc kural koyma hakkını kendisinde görerek yarattığı insana kurallarını elçileri vasıtası ile  bildirmiştir. İnsanlar kural koyma hakkını Allah cc den alarak kendilerinde görmeleri onların "tağutlaşması" anlamına gelir'ki bu şekil bir hakkı kendisinde gören veya kendisinde göreni destekleyenlerin dahi sonlarının neresi olduğu kur'anda açıkça bildirilmiştir.

"Ev" kelimesi bizlerin günlük hayatının ayrılmaz bir parçası olarak hayatımızda yer eden bir kelimedir. "Hükümet konağı", "vali konağı" , "cumhurbaşkanlığı konutu" ," adliye sarayı" gibi deyimler yine aynı şekilde günlük hayatımızda kullanılan deyimler olup bu deyimlerin ifade etmiş olduğu anlamlar malumdur. "Hükümet konağı" tabiri hepimizin bir şekilde işinin düştüğü resmi işlerimizin orada halledildiği bir mekan olması itibarı ile "ev" kelimesi ile irtibatlıdır.

Kişiler, bu deyimler ile ifade edilen evlerin yönetimi altında günlük hayatlarını idame ettirmek zorunda olup bu evlerin ortaya koyduğu kanunlara muhalefet etmek kişinin ceza görmesini gerektirir. Bu evlerin içinde yönetim amiri durumunda olanların tabi oldukları belirli bir kurallar zinciri vardır.Bu evlerin tabi olmak zorunda olduğu Allah cc nin hükümlerinin yerine kulların yapmış oldukları kanunların bu evlerin kuralları olması bu evlerin tağut kavramı ile birlikte anılmasını gerektirir.

Mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği veya gelmesi gerektiği konusu "Beyt" kelimesinin insanın sosyal hayatında ifade ettiği anlam ile eşdeğer olarak hayat bulur. Allah cc yaratmış olduğu insanlara "abd" yani kul vasfını layık görmesi kendisini'de "ilah ve rab" olarak bizlere tanıtması, kul durumunda olan insanın, ilah ve rab durumunda olan varlığa karşı her an "ruku ve secde" halinde olmasını gerektirir . Ruku ve secde halinde olması bilinen şekilsel anlamın dışında daha geniş bir anlama sahip olmasını kastetmekteyiz. Allah cc ye ruku ve secde etmeyi red eden insan ya kendi tağutlaşmış yada kendi cinsinden bir tağutu rab edinmiş olur. 

"Beyt" kelimesinin. "geceleri sığınılan yer" olma anlamından hareketle mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği konusunu kur'anın "gece" kelimesine yüklediği mecazi anlamdan hareket ederek izah edebiliriz. 

-----002.257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
-----005.016Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.

Karanlıkta olan insanı elçileri vasıtası ile gönderdiği vahiy ile aydınlığa çıkaran Allah cc, gönderdiği vahiy ile emin bir duruma geçileceğini mekke'de sembolik olarak elçileri ile yaptırmış olduğu beytinde kullarına göstermek istemektedir. Mekke'nin emin bir belde olarak değer bulması içinde olduğu "Beytullah" yani Kabe'den ötürüdür.   

-----002.126 İbrahim: «Rabbim! Burasını emin bir şehir kıl, halkından, Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır» demişti. Allah da: «İnkar edeni de az bir müddet geçindirir, sonra da onu ateşin azabına uğramak zorunda bırakırım, ne kötü sonuç» buyurmuştu.
----- 003.097 Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Beyt'i haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir.
-----014.035  İbrahim şöyle demişti: «Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.»
-----029.067 Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâla bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

 "Beytullah" ın "Kabe" adı ile anılmasına sebeb yapılmış olan binanın köşeli olması nedeniyledir. Beytullah yani Allah'ın evi bir deyim olup içinde Allah cc nin olduğu ev anlamında olmayıp kendisine iman edenlerin emin olduğunu oraya girenlerin her türlü tehlikeden uzak olduğunu sembolik bir göstergesidir. Beytullah deyiminin kur'anda bu şekilde geçmemesi bazı kişilerin kafasında soru işareti olduğuna şahid olduğumuz için, bakara 125. ve hacc 26. ayetlerinde "beyti" (evimi) denilmesi o evin Allah cc tarafından sahiplenildiğini gösterir , dolayısı ile oraya "BEYTULLAH" demek kadar doğru bir şey olamaz.      

Hacc ibadeti yılda bir kez beytullah'a gelerek orada tavaf etmek ve diğer ritüelleri gerçekleştirmek ile eda edilir, bunu yapmaktaki kasıt kulun bu tavafı ile Allah cc nin emirleri dairesi içinde dönüp durduğunu yani hiç dışarı çıkmadığını sembolik olan evini ziyaret ederek ona yine sembolik olarak göstermesi ile olur.   

Kulun ruku , kıyam ve secde etmesi , Allah cc ye olan itaatinin  yine sembolik ve ritüel olarak göstermesi şeklinde adına günlük dilimizde namaz denilen ibadetin rükünlerindendir. Ruku,  kıyam ve secde kavramları bir itaat göstergesi olarak kişinin itaatının dışa vurumudur. Kişi eğer itaatını Allah cc ye yapıyor ise bunu namaz dediğimiz vakitli ibadeti eda ederek rabbine gösterir. Kişinin günlük hayatında şekilsel olarak yaptığı bu hareketlerin sembolik olarak gösterilmesi hayatın tamamını kapsaması gerekir. Kişi hayatının her safhasında Allah cc ye kul olduğunu günün belli vakitlerinde diğer insanlarla birlikte eda ettiklerinde namazında gösterir. Eğer kişi sadece namaz vakitlerinde bu şekilleri yapıp diğer vakitlerinde tağuta kulluğunu sergileyecek eylemlerde bulunuyorsa bu namaz sadece kuru bir ibadet olarak karşısına çıkacaktır.   

Beytullah etrafında, hacc,tavaf ve namaz gibi ritüeller kulun Allah cc ye olan kulluk bilincinin dışa vurumu olup kuru bir ibadet kasdı ile yapılamaz. Kişi hayatının diğer vakitlerinde Allah cc nin dışındakilere tabi oluyorsa onların etrafında tavaf edip onlara ruku,kıyam ve secde ediyor demektir. Bugün kendisine "müslümanım" diyenlerin bir çoğu bu şuurdan yoksun olarak bu ritüelleri eda etmekte olup bunun yanlışlığını gören diğer bir kısım kendine "kur'an müslüman!!" diyen kişiler bu ibadetlerin "şirk" olduğunu iddia etmeleri onların bu sözleri, bilgisizliklerinin eseri değilse hiyanet ve dalaletlerinin bir eserinden başak bir şey değildir. Onca ilgili ayete rağmen kur'anı okuduğunu iddia edip bu ritüellerin ne anlama gelmesi gerektiğinin bilincinden yoksun olunması bizleri derin düşünceye sevketmekte olup kur'an ile bağ kurmuş olanların başkalarının yanlışını kalkan edinerek yanlış olanın yerine doğruyu ikame ettirme çabası yerine "hepsini kaldır at" mantığı ile hareket etmelerinin kimlerin ekmeğine yağ sürdürüğünü çok iyi düşünmeleri gerekir.    

"Beyt" kelimesi , sığınılan yer anlamının bir karşılığı olarak , kulun kendisini yaratan Allah cc den başkasına sığınmasının şirk olduğu, o beyt etrafında oluşturulan din hükümlerinin kabul edildiğinin göstergesi olarak namazlarında her nerede olursa olsun yüzünü oraya dönmesi mecburiyetindedir. Yine üzülerek müşahede ettiğimiz ve "kur'an müslümanı !!" olma iddiasında olan bazı kişilerin namaz kıldıkları halde namazda beytullah'a yönelmek gibi bir mecburiyet olmadığı düşünceleri "beyt" kelimesinin kur'ani karşılığını anlamadıklarının bir göstergesidir. İman iddiasında bulunan bir kişinin dünyanın neresinde bulunursa bulunsun o beyt'in ifade ettiği anlama uygun olarak kitaba uygun bir yaşam sürmesi onun beyt'i tavaf etmesi anlamında olup bunun aksi bir durum yani tavaf veya yüzünü beyt'e dönmeyi red etmesi Allah cc ye kulluğu red anlamına gelir.    

Bugün uygulamadaki yanlışlıklar Allah cc nin bize emrettiği bu ritüelleri red etmek şeklinde bir tefrite varmamalıdır. Beytullah,hacc, tavaf, salat kavramlarının kur'ani karşılığının önce bizler tarafından içi doldurulup dinin Allah cc ye has  kılınması sonra bu doğru dinin başkalarına tebliğ edilmesi şeklinde olmalıdır. Kabe'ye put namaza şirk diyen bazı sözde çakma kur'an müslümanlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumlar önünde ruku secde ve kıyam etmeleri onların ilahlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumların olduğu dolayısı ile kendi dinlerinin dışındaki dinlerin ibadetlerinin ve mekanlarının şirk veya put olarak yaftalamaları normal bir durumdur. Eğer tevhid isteniyorsa bu tevhid Allah cc nin dini ve o dinin sembolleri etrafında olması ve diğer dinin sembol ve ritüellerinin şirk olduğu ATAMIZ İBRAHİM AS misali haykırılmalıdır ."Kur'an Müslümanıyım " deyip kur'anın şirk dediği şekillere secde etmek bu iddiada bulunanların samimi olmadıklarının göstergesidir.    

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Nisan 2013 Perşembe

Bakara s. 222. Ayeti ve Bir Tabu: Hayızlı Kadının Namazı ve Orucu Meselesi

İslam düşüncesi içinde tabu haline getirilerek , hiç kimsenin yerleşik algının dışında  söz söyleyemeyeceği , söz söylediğinde recm edileceği konuların başında hayızlı bir kadının namazı veya oruç tutması gelmektedir. Hayızlı kadının namaz veya oruç tutması konusunda yaygın olan kanaat, herkesin malumu olduğu üzere , onların bu ibadetleri yapmasının "HARAM" olduğu yönündedir. 

Halbuki bir mesele hakkında "Haram" hükmü vermek için, "Subutu ve delaleti kati" bir nas olması gerekmektedir. Hayızlı kadının namaz kılmasının veya oruç tutmasının "Haram" olması için , Kur'anın bu konuda sarih bir hükmünün bulunması gerekmektedir. Örneğin ; Domuz etinin haramlığı hakkında kimsenin itirazı olması mümkün olmayıp bu etin haramlığı "Subutu ve delaleti kati" bir nas olan ayet ile sabittir. Hal böyle iken hayız konusunda yerleşik algıyı destekleyecek bir nas olmayıp , bu naslar rivayetler yardımı ile bulunmuş ve yıkılmaz bir duvar örülerek "Hayızlı kadının namaz kılması oruç tutması HARAMDIR" hüküm kitaplarda yerini almıştır. 

Bu yazımızda konuyu, ilgili ayet üzerinden ele almaya çalışacağız.


Bakara s. 222. ayetinde Allah cc bizlere şöyle buyurmaktadır.  

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُواْ النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ

-----2.222 [E0] Sana hayızdan da soruyorlar, deki o bir ezadır, onun için hayız zamanı kadınlardan çekilin ve temizlenene kadar onlara yanaşmayın, iyi temizlendiler mi o vakit Allahın emrettiği yerden onlara varın, her halde Allah çok tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.

Ayeti Medine de yaşayan Hristiyan ve Yahudilerin, hayızlı kadın ile ilgili olarak uç düşüncelerinin olduğu arka planını hesaba katarak düşünmek gerekmektedir. Hristiyanlar, adetli kadınla cinsel ilişki konusunda herhangi bir yasak tanımaz iken , Yahudiler, hayızlı kadını eve almayacak kadar aşırı bir düşünce içinde idiler. Sahabe bu tarihi arka plan dahilinde , kendilerinin nasıl bir yaklaşım sergilemesi gerektiğine dair sorduğu soruya cevabı Bakara s. 222. ayetinde almaktadır. 

Bu ayetin işaretine göre, kadınların hayız zamanı onlarla sadece cinsel ilişki yasaklanmıştır. Ayetin nuzül dönemi arka planını düşündüğümüzde , vasat olan yol gösterilerek, hayızlı kadına sadece ilişki yasağı getirildiği beyan edilmektedir. Ayet bu arka plan bilgisi dahilinde nazil olmuş ve soranlar için hayızlı kadına nasıl muamele edileceği konusunda vasat olan yolu bildirmekte olup, o durumun bir eza hali olduğu, ve bu halde iken onlara yaklaşılmaması bu hal geçtikten sonra onlara yaklaşılması  emredilmektedir.     

Ayet bizlere bu bilgiyi vermesine rağmen, adetli kadınlar ilgili fıkhi hükümlere baktığımız zaman neredeyse Yahudilere yakın bir anlayış geliştirilmiş, ve onları toplumdan dışlayıcı hükümler ortaya atılmış , bu hükümler etrafında oluşturulan din anlayışı bugün öyle bir hale gelmiştir ki bu konuda gık demek bile yasaklanmıştır.   

Hayızlı kadının camiye girmesi , kur'an okuması , oruç tutması konusunun, Kur'anı dinde belirleyici kaynak yapanların büyük çoğunluğu tarafından bir tabu olmaktan çıkarılması sevinç verici bir durum olması yanında, bu konuları cesaret ile dile getiren sayın Abdülaziz Bayındır ve Mustafa İslamoğlu hocalar gibi alimleri burada tebrik etmekle birlikte, onların da namaz konusu hakkında, oruçta gösterdikleri, bu cesareti bu konuda gösteremediklerine şahit oluyoruz.

Kur'an din konusunda belirleyici bir kaynak ise ki öyle olması gereklidir , bize bu konuda ayetler yol gösterici olacaktır.

Namaz öncesi yapılacak olan hazırlık bizlere Maide s. 6 ve Nisa s 43. ayetlerinde bildirilmiştir.

-----5.006 Ey İnananlar! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi, -başlarınızı meshedip- topuk kemiklerine kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüpseniz yıkanıp temizlenin; şayet hasta veya yolculukta iseniz veya ayak yolundan gelmişseniz yahut kadınlara yaklaşmışsanız ve su bulamamışsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinizi, ellerinizi onunla meshedin. Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.

-----4.043 Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar.

Ayetlerde namaza yaklaşılmaması hali olarak, sarhoş olmak,cünüb olmak, tuvaletten gelmiş olmak,kadına yaklaşmış olmak gibi durumlar sayılmış olup hayız hali sayılmamıştır. Bakara s. 222. ayetinde hayız halinin "eza" olduğu bildirilmekte olup, Bakara s. 196 ve Nisa s.102 de eza halinde bazı emirlerin ertelenmesi ve düşmesi söz konusu edilmiş olup, bunu oruç ibadeti ile ilgili düşünecek olursak, oruçta güç yetirilmemesi durumunda diğer günler tutulabileceğinin buyurulduğunu düşünecek olursak, hayızlı bir kadın eğer içinde olduğu durumdan ötürü güçlük çekiyorsa orucunu tutmayabilir, ancak hayız hali ona herhangi bir rahatsızlık vermiyor ise orucunu tutar .     

Hayızlı kadının namaz kılmasının onun hayız halinde cünüp olduğu gerekçesi ile haram olduğu iddia edilmiş olsa da , cünüplük halinin yıkanmak ile geçtiği ayette belirtilmiştir. Ancak adetli kadın bu durumda iken cünüp sayılmamaktadır. Fıkıh kitaplarında bu durum ile ilgili yazılanlara baktığımız zaman adet kaç gün ise o gün kadar namazı terketmesi,eğer kanama devam ediyorsa namazlarına devam edebileceği yazmaktadır. 

Eğer cünüp olması nedeniyle kadının namaz kılmaması gerektiği şeklinde bir görüş ortaya atılırsa, Maide 6 ve Nisa 43 ayetlerinde beyan edilen ,namaza yaklaşmak için gerekli olan şart yıkanmak sureti ile yerine getirilmiş olur. Ancak her vakit için gusletmesi zor olabileceği gibi bir görüş ortaya atılırsa bu zorluğu aşmak içinde teyemmüm ayeti devreye girebilir. Suyun olmaması demek sadece su bulunmaması demek olmayıp ,kullanma imkanından yoksun olmak anlamına da gelebilir , eğer bir kişi gusletmesi gerekip soğuk bir ortamda bulunursa ve sıcak su bulamıyor ve soğuk su ile gusletmesine engel varsa su olduğu halde teyemmüm ile bu cünüplükten kurtulabilir. Böylece kadınların cünüp olduğu için namaz kılmamaları gerektiği hükmü de çürümüş olur.

Süleymaniye vakfı sitesinde bu konu ile ilgili fetvaya baktığımız zaman bu konudaki fetvada,"
“Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” emri, âdetli kadının temiz sayılmadığını gösterir. Namaz için abdesti veya boy abdestini şart koşan âyet şöyle biter:
“… Allah size güçlük çıkarmak istemez ama sizi temiz kılmak … ister.” (Mâide 5/6)
Âdetli kadın temiz sayılamadığından namaz kılması mümkün olmaz. Bu sebeple namazdan sorumlu tutulamaz. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)" " denilmektedir.  

Kadının temiz sayılmaması, onun cinsel ilişki ile ilgili durumu ile ilgili olduğu nedense gözden kaçırılmış, onun bu hali ile namaz kılamayacağı şeklindeki fetvalarına dayanak olmuştur. Vakıf akademisyenlerinin, bu konuda bazı kesimlerden gelebilecek olan tepkiyi düşünerek bu şekilde geleneğin doğrultusunda bir fetva verdiklerini düşünüyoruz. Hatta İslamoğlu hocanın bu konu ile ilgili düşüncelerini serdettiği bir videoda "Adam bir kere şehid olur kadın ise her ay şehid olur" şeklinde Kayserili uyanık tüccar mantığıyla sözler söylemesini, onun bu konuda mahalle baskısından kaçarak, topu taca atması şeklinde yorumlamaktayız.

Din konusunda helal haram koymanın Allah c.c nin yetkisinde olduğunu iddia edip , hayızlı kadının namaz kılması konusunda bunun tersi bir düşünceye sahip olunarak kişilerin oluşturduğu fıkha göre hüküm verilmesini çelişkili bir durum olarak gördüğümüzü ifade edelim. Bu konuda da cesaretli adımlar atıp, oruç konusunda  isabetli düşünen sayın hocalarımızı namaz konusunda da Kur'an merkezli düşünceler içinde olmaya davet ediyoruz. 

Bir konuda kesin olarak "Haramdur" denilmesinin dayanağı , delaleti ve subutu kati, yani domuz etinin haram olması veya hayızlı iken cinsel ilişkinin yasak olması gibi hiç bir şüphe ve itiraz edilemeyecek derecede olması gerekir ki, "Adetli kadının namaz kılması veya oruç tutması HARAMdır" denilsin. Ancak bu haramlılık bu şekil bir hükme dayanarak verilmeyip, zanni delillere dayandığı için, "Haram" şeklinde bir hüküm konulması ancak nahl s. 116. ayetinin muhatabı olmak anlamına gelecektir. 

[016.116]  Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak «Bu helâldir, şu da haramdır» demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.

Maide s.6 ve Nisa s 43. ayetinde, namazın yasak olduğu haller en açık biçimde açıklanmıştır. Bu açıklığa rağmen bunun dışında tutulan hayız halini namaza engel bir hal olarak söylemek doğru değildir. İlmihal kitaplarında özür halinde olan bir erkek veya bayanın her namaz için ayrı abdest alıp özrü (devamlı idrar veya kan gelme durumu) devam etse de namaz kılabileceğine dair olan fetvalar hayızlı kadın için neden verilmediğinin düşünülmesi gerekmektedir.   

Sonuç olarak ; Dinlerindeki helal ve haram ölçüsünü Kur'anın rehberliğinde arayan kur'an Müslümanları için hayızlı durumda namaz konusunun herhangi bir sıkıntısı olmadığı halde, yüzyıllardır hayızlı kadının namazı ve orucunun tabu haline gelmiş olan bir mesele olması hasebiyle bu konu "Arı kovanına çomak sokmak " mesabesindedir. Muhammed as ın helal ve haram koyma yetkisi diye bir şey olmadığını, onun Kur'anın doğrultusunda bir yaşam sürdürdüğünü, eğer bir şeye helal veya haram diyorsa onun Kur'ani karşılığının mutlaka olduğunu düşünenler,  bu konuda Kur'ani karşılığın sadece Nisa s. 43 ve Maide s. 6 ayetleri olduğunu unutmamalıdırlar.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

Not : Süleymaniye vakfı ve Abdülaziz Bayındır hoca bu yazının yayınlandığı tarihte sahip oldukları hayızlı kadın namaz kılamaz düşüncesinden artık vaz geçmiştir.

17 Nisan 2013 Çarşamba

Kitab'ın Tahrifi İsrailoğulları ve Müslümanlar

İsrailoğulları, kur'anda en fazla zikri geçen kavim olması itibari ile belirginlik kazanan bir kavimdir. Bu kavimle ilgili anlatımlara baktığımız zaman, bir insana has ne kadar olumsuz özellikler varsa bu kavim üzerinden anlatıldığı görülür. Kur'an israiloğullarını anlatırken onların ne kadar nankör bir kavim olduklarını bizlere deşifre etmek amaçlı olarak anlatmış olabileceği gibi , onların'da insan olması nedeniyle kitaba ve elçilere yapmış oldukları zulmün onların üzerinden anlatılarak bu zülmün pratikte nasıl uygulandığı gösterilmekte, sonraki kitap ve elçi  muhataplarının israiloğullarının izlerini takip etmemesi, onların uğradığı lanete uğramaması öğütlenmektedir.  

İsrailoğulların, kur'anda anlatılan bu nankörlüklerinden birisi "kitabı tahrif" etmeleri şeklinde ortaya çıkmaktadır. 

-----2.075Size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir takımı Allah'ın sözünü işitiyor, ona akılları yattıktan sonra, bile bile onu tahrif ediyorlardı.
-----4.046 Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip: «İşittik ve karşı geldik, kulak vermeyerek dinle» ve dillerini eğip bükerek ve dini yererek: «Bizi de dinle» diyenler vardır. Şayet: «İşittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet» demiş olsalardı, onlar için daha iyi daha doğru olurdu. İşte Allah inkarları yüzünden onlara lanet etmiştir. Onların ancak pek azı inanır.
-----5.013 Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.
-----5.041Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyle «inandık» diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. «Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!» derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.
-----2.079 Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!
-----003.078Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: «Allah katındandır» derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.

Kur'anda israiloğulları ilgili anlatımlara bakacak olursak onların yapmış oldukları zulümlerin bolca anlatıldığı görülür, ancak bu anlatımlar sadece israiloğulların kitaba yapmış oldukları tahrifin onlar tarafından nasıl yapıldığı gösterilerek sonrakilerinde  kitaba karşı böyle bir muamele yapmamaları öğütlenmektedir. Ayetler onlar ile ilgili biz israiloğulları değiliz , deyip bu ayetlerin bizler için bir mesaj taşımadığını zannetmek kafamızı kuma gömmek misali bugünkü durumumuzu görmemek anlamına gelir.      

Eğer bugün yeni bir kitap ve elçi gelmiş olsa idi aynı ayetler "ey israiloğulları" şeklinde değil " ey müslümanlar" şeklinde olurdu nedenmi ?, maalesef dün onların yaptığı "kitabı tahrif" eylemini muhammed as sonrasında müslüman olduğunu iddia edenler yapmaya çalışmışlardır. 
Kur'anın tahrifi önceki kitaplar gibi metnin tahrifi şeklinde tabiki olmamış, kur'an muhammed as a indirildiği şekli ile günümüzü kadar mevcut olup kıyamete kadar'da böyle kalacaktır. Kur'an başına gelen tahrif şekli diğer kitapların başına geldiği şekli ile "metin tahrifi" şeklinde değil "ANLAM TAHRİFİ"  şeklinde olmuştur.     

"ANLAM TAHRİFİ" dediğimiz şey nasıl bir şeydir? diye sorulacak olursa bu tahrif şekli çok yönlü bir şekilde tezahür etmektedir. Muhammed as ın söylemiş olduğu sözlerin "ehli hadis" ekolu adı altında bir fırka halinde kendini göstermesi ile birlikte fırkacığın gereği olarak hadislere ayır bir anlam yükleme ihtiyacı hasıl olmuştur. Bu ekolün öne çıkan söylemi " HADİSLER VAHİYDİR" sloganı olup bu sloganı kur'ana tasdik ettirmek amaçlı olarak uygun ayetler aranması ihtiyacı'da haliyle başgöstermiştir.   

En uygun ayetler olarak necm s. ilk 5 ayeti seçilmiş bu ayetler'in devamı bektaşi misali kapatılarak bağlamından koparılmış, " bak onun konuştuğu vahiymiş öyleyse hadislerde vahiydir" şeklindeki sözlerle bu güne kadar devam eden "ANLAM TAHRİFİ" yapılarak hadisler "gayri metluv vahiy" ( namazda okunmayan vahiy) kategorisine  sokulmuştur. Sonraki oluşturulan hadis külliyatı artık kur'an gibi sorgulanamaz bir kitaplar serisi olmuş ve kur'andan sonra ikinici sahih kitap!! adı altında kitlelere sunulmuştur.   

Artık, "kur'an ayetleride bu kitaplardaki rivayetlere uygun olarak anlaşılması gerekmektedir" düşüncesi altında bu rivayetlere  uygun ayet tahrifleri' kaçınılmaz olarak başlamıştır.  

"Kur'ana abdestsiz dokunulmaz" söylemine uygun olarak hemen vakıa suresi ayetlerine gerekli parantez içi tahrif metodu uygulanmış ve ayet "Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz." şeklinde yerini bulmuştur.   
"İsa as kıyamete yakın bir zamanda gelecek" rivayetine  uygun olarak zuhruf suresi 61. ayetinde gerekli olan parantez için tahirf yönetmi uygulanmaya konmuş ve bu ayet " Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur." şeklinde meallerde yerini almıştır.
"Kabir azabı" ile ilgili rivayetlere uygun olarak, bu konuyu reddeden bir çok ayet olmasına karşın, mü'min s. 46 ayeti en uygun ayet olarak görülmüş oda bağlamından koparılarak " bak firavuna sabah akşam azap varmış sonra bide kıyamet günü azap varmış" denilerek ön kabule uygun ayet' in bulunduğu zannedilmiştir.

Zina cezasının kur'anda evli ve bekar ayrımı yapılmadan 100 sopa olarak belirlenmesine karşın , bu cezanın evliler için "recm" (taşlanarak öldürülme) şeklinde olduğu islam hukuku ile ilgili kitaplarda en sağlam şekilde yerini bulmuş olmasına karşın bu cezayı oturtabilmek için, "sünnetin kur'anı neshedeceği" teorisi ortaya atılmış, işin daha korkunç olanı ise recm ayetinin önceden varolduğu , peygamberimizin vefatı sırasındaki karışıklıkta bu ayetin bir keçi tarafından yenildiği dahi rivayet kitaplarında yerini bulmuştur. "Metni mensuh hükmü baki" adı altında bir teori uydurulmuş olup kur'anın mevsukiyetine gölge düşürmüş olması bile hiçe sayılarak israiloğullarına parmak ısırtacak tahrif metodları geliştirilerek bu güne kadar gelmiştir.   

İşin daha garibi bu tür rivayetlerin kur'ana uymadığını ve yanlış olduğunu iddia edenler " sapık", "hadis ve sünnet inkarcısı" vs gibi yaftalarla suçlanmaya çalışılmıştır. Bu suçlamaları yapanlar kendileri , bunları kabul etmenin "KUR'AN İNKARCILIĞI" olduğunu bilseler bir çoğu bu düşüncesinden vazgeçecektir.

Bir şia'nın kur'anda yüzlerce ayetin ali ,hasan ve hüseyin, fatıma ile ilgili olduğunu iddia etmesi , bir tasavvufçunun maide 35. de " ona vesile arayın" Allah cc ye karşı edinmiş oldukları aracılara delil getirerek şirkini ayete ortak etmeleri bu ANLAM TAHRİFİ nin sonuçlarıdır.   

Gelenekteki hadis anlayışının onu vahiy kabul etmesine karşın "hadis ve sünnet'in put olduğunu iddia eden anlayışın, görünürde birbirine zıt olduğu düşünülse bile yanlış sonuçlar doğurması açısından herhangi bir farkı görünmemektedir.   

İsrailoğullarının ellerindeki tevrata onun tefsiri diyebileceğimiz bilgileri direk olarak dahil ederek tevrata dagil etmelerine  karşın müslümanlar "kütübü sitte" veya "kütübü tis'a"dedikleri hadis kitaplarını neredeyse kur'an ile eş tutarak kitaba endirek ilave yoluna giderek bu konuda israiloğullarından aşağı kalmaz bir duruma düşmüşlerdir. 

Gelenekteki, anlam tahrifi'nin yanında , kur'anın modernist okuma ile okunması ve bunun sonucundaki çıkarımların yine anlam tahrifi metodu ile yapıldığını görmekteyiz. Özellikle kur'an kıssaları üzerinden yapılmaya çalışılan bu okuma metodunda mucize diye bildiğimiz "görsel ayetler" in hakiki bir alma taşımadığı bunların mecazi anlatımlar olduğu şeklindeki yorumlara rastlamaktayız. Bu tür okuma yine oluşturulmuş önkabullerin yardımı ile yapılmış bir okuma örneği olup ayetler bağlamlarından koparılmış, hatta metin üzerinde bile tahrif yapacak kadar ileri gidip yapılan bir okuma örneğidir . Metin üzerinde tahrif'ten kasdımız, daha önceki yazılarımızda bahsi geçen ve kıssalar konusundaki modernist düşüncelerini ele almaya çalıştığımız bir yazarın bazı düşünceleri ortaya koyarken " bu kelime yanlış yazılmış böyle olmalıydı" şeklindeki iddialarıdır.    

Kökü eskilere dayanan batıni düşüncesinin uzantısıda yine aynı şekilde kur'anın anlam tahrifi'ne örnek olacak okumalardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. "Allah cc nin ne dediği değil ne demek istediği önemlidir" veya "Allah cc nin dediği ile kastettiği birbirini tutmaz" söylemleri üzerinden kendi söylemlerinin kur'an diye sunmaya çalışmaları rastladığımız örneklerdir.

Sonuç olarak, kur'anın israiloğulları üzerinden verdiği kitabı tahrif örnekleri aynı şekilde kur'an için yapılmış veya yapılmaya çalışılan bir durum olduğuna şahid olmaktayız. Kur'ana yaklaşırken bütün dış düşünceleri atmadan yapılacak her türlü yaklaşım doğru bir anlayışı getirmeyeceği gibi onun anlam olarak tahrif edilme tehlikesinide beraberinde getirmesi açısından Allah cc nin kesinlikle yasaklığı bir eylemdir.  

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.




14 Nisan 2013 Pazar

Musa ve İlim Verilen Kul Kıssası

Musa ve ilim verilen kul kıssası kur'anın en çok istismar edilen kıssalarından biri ve kerameti kendinden menkul bazı din baronlarının bir kısım insanlar üzerindeki hegomonyasını artırmak amaçlı olarak yüzyıllardır "hızır" efsanesi eşliğinde insanlara yutturulmaya çalışılmaktadır. Hızır mitolojisi sadece islamda değil diğer dinlerdede bulunan mitolojik şahsiyetlerden birisidir. Bu oluşturulmuş şahsın etrafında uydurulan din söylemleri akıllara durgunluk verecek seviyelerde olup kur'anın hiçbir ayetinden onay almadığı gibi kur'ana aykırı bir durumdur. Bu yazımızda bu şahıs olduğu iddia edilen "ilim verilen kul" şeklinde kur'anda geçen kişi ile musa nın yolculuğunun bizlere nasıl bir mesaj içerdiğini paylaşmaya çalışacağız.   

Musa ve ilim verilen kul kıssası kur'andaki kıssaların içinde ayrı bir yeri olan ve anlaşılma açısından biraz müşkilatlar taşıyan bir kıssadır. Çünkü yer,zaman,mekan ve şahsiyetler bakımından gaybi denilebilecek unsurlar mevcuttur. Musa isminin elçi olan musa'mı yoksa başka bir musa'mı olduğu tefsirlerde tartışılan bir konudur. Evet elçi musadır denilse, " ozaman kavminden neden ayrıldı tur dağına çıktığında onun yokluğunu firsat bilen kavmi buzağıya  tapındı öyleyse kavmini neden terketti?" şeklinde bir soru sorulduğunda cevabının nasıl verileceği merak konusudur, "hayır musa elçi olmadan evvel çıktı" denilebilsede cevabımız ,"kıssadaki musa adındaki şahsın kimliğinin pek fazla önemi yoktur" olursa daha doğru olacaktır. Bu kıssanın yanlış anlaşılma sebeblerinden biride kıssayı yaşandığı zaman sınırları içinde anlamaya çalışmak olduğu görülür halbuki kıssayı zaman, mekan, şahıs isimleri etrafında değil nasıl bir mesaj vermek istediği şeklinde anlamaya çalışmak ayrıntı dediğimiz şeyler etrafında vakit kaybetmemizi önleyecektir.

Kur'an kıssalarını daha doğru anlamak için kıssanın görsel bir anlatım tarzı olduğunu düşünüp sanki bir tiyatro veya sinema eserini izler gibi izleyip, sahnedeki şahısların kimliği üzerinde takılmadan o şahısların kimliği üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmak gerekmektedir. Musa ve salih kul kıssasıda bu tür bir anlatım olup sahısların kimliğini değil o kimlik üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmamız bizden istenmektedir.

Bu kıssayı  yaşandığı zaman ,mekan ve şahıslar etrafında düşünüp verilmek istenen mesajı anlamaya çalışmamak bu kıssa üzerindeki istismar edilen konulara kapı aralamak anlamına gelmektedir. Kıssa iki bölüm olarak anlatılmaktadır, ilk bölüm musa ile arkadaşının yolda geçen zamanları ikinci bölümde ise vardıkları yerdeki şahıs ile olan yolculuk,bu yolculukta musa'nın arkadaşı sahneden çekilmektedir. 

-----18.060] [E0] Bir vakit de Musâ fetâsına demişti ki: durmıyacağım tâ iki denizin cemolduğu yere kadar varacağım, yâhud senelerce gideceğim.
-----018.061] [E0] Bunun üzerine ikisi bir vaktaki iki deniz arasının cemolduğu yere vardılar balıklarını unuttular o vakıt o, denizde bir deliğe yolunu tutmuştu.
 -----018.062] [E0] Bu sûretle vakta ki geçtiler fetâsına getir, dedi: Kuşluk yemeğimizi, hakikaten biz bu seferimizden yorgunluğa giriftar olduk.
-----018.063] [E0] Gördünmü? dedi: kayaya sığındığımız vakıt doğrusu ben balığı unuttum, ve bana onu söylememi her halde Şeytan unutturdu, o âcayib bir sûrette denizdeki yolunu tutmuştu.
-----018.065] [E0] Derken kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona nezdimizden bir rahmet vermiş ve ledünnimizden bir ılim öğretmiştik.

Kıssanın ilk bölümü musa'nın arkadaşına hedeflediği menzile varmak için ne gerekiyorsa yapacağını bildirmektedir. Musa adındaki şahsın elçi musa'mı yoksa başka bir musa'mı olduğu tefsirlerde tartışılmıştır ancak bu tartışma bizce gereksiz bir tartışma olup musa yerine herhangi bir isim olabilirdi. Kıssalarda bizlere anlatılan şeyler tarihi bilgi değil o kıssada anlatılanlardan hisse çıkarmak amaçlıdır. Burada hisse olarak, hedeflediğimiz menzile varmak için kararlılık ve bu yolda gerekli olan çalışmadır. Musa kendisinden ilim öğrenmek için aradığı şahsın yanına gelmesini beklememiş aksine kendisi onu aramaya çıkmış ve yolda önüne çıkan engelleri arkadaşı hata yapmış olsada onu kırmadan telafi ederek sonunda hedeflerine ulaşmışlardır.     

Kıssanın ikinci bölümü ile ilgili ayetlerin mealleride şu şekildedir.
-----018.066] [E0] Musâ, ona öğretildiğin ılimden bana bir rüşd öğretmen şartiyle sana ittiba edebilirmiyim? dedi.
-----018.067] [E1] O: «Doğrusu sen benimle beraber olmaya sabredemezsin.
-----018.068] [E0] Havsalanın almadığı şey'e nasıl sabredeceksin?
-----018.069] [E0] İnşaallah dedi: beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine âsı olmam.
-----018.070] [E0] O halde dedi: eğer bana tabi, alacaksan bana hiç bir şeyden suâl etme tâ ben sana ondan bir söz açıncıya kadar.
-----018.071] [E0] Bunun üzerine ikisi bir gittiler, nihayet gemiye bindiklerinde tuttu gemiyi yaraladı, â, dedi: ehalisini gark etmek için mi yaralandın onu? Alimallah müdhiş bir şey yaptın.
-----018.072] [E0] Demedim mi, dedi: doğrusu sen benimle sabredemezsin?
-----018.073] [E0] Beni dedi: unuttuğumla muâhaze etme ve bana bu işimden dolayı güçlük çıkarma.
-----018.074] [E0] Yine gittiler, nihayet bir oğlana rast geldiler tuttu onu öldürüverdi, â! Dedi: ter temiz bir nefsi bir nefis mukabili olmaksızın öldürdün mü? alimallah çok münker bir şey yaptın.
-----018.075] [E0] doğrusu sen benimle sabredemezsin demedim mi sana? dedi.
-----018.076] [E0] Eğer, dedi: bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana musahib olma, doğrusu tarafımdan son özre erdin.
-----018.077] [E0] Bunun üzerine yine gittiler, nihayet bir karyenin ehline vardılar ki bunları müsafir etmekten imtina ettiler, derken orada yıkılmak isteyen bir divar buldular, tuttu onu doğrultuverdi, isteseydin, dedi: her halde buna karşı bir ücret alırdın.
-----018.078] [E0] İşte dedi: bu, seninle benim aramın ayrılması. Sana o sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereyim
-----018.079] [E2] «Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.»
-----018.080] [E0] Evvelâ gemi, denizde çalışan bir takım biçarelerin idi, ben onu ayıblandırmak istedim ki: ötelerinde bir Melik vardı, her sağlam gemiyi gasben alıyordu.
-----018.081] [E0] Oğlana gelince: ebeveyni mü'minlerdi, onun için bunları tuğyan ve küfrile sarmasından sakındık da istedik ki kendilerinin rabbı ona bedel bunlara temizlikçe daha hayırlısını ve merhametce daha yakınını versin.
-----018.082] [E0] Gelelim divara: şehir de iki yetîm oğlanın idi, altında onlar için saklanmış bir defîne vardı ve babaları salih bir zat idi, onun için rabbın irade buyurdu ki ikisi de rüştlerine ersinler ve defînelerini çıkarsınlar, hep bunlar rabbından bir rahmet olarakdır ve ben hiç birini kendi re'yimden yapmadım ve işte senin sabredemediğin şeylerin te'vili.

Kıssanın ikinci bölümünde musa aradığı kişiyi bulmuştur ve onun ilminden öğrenmek için ona tabi olmak istemektedir. Bu kıssada en çok istismara uğrayan taraf musa'nın tabi olmak istediği kul hakkında oluşmuş olup bu konu üzerinde yazımızın girişinde durmaya çalışmıştık. İlim verilen kulun melekmi insanmı olduğu tartışmasıda aynı şekilde kıssanın ilk bölümünde musanın hangi musa olduğu tartışması kabilinden bir tartışma olup o şahsın kimliğide çok önemli değildir. Ancak bu şahsın kimliği, kafasında soru işareti olarak kalacak kimseler için şahsın kimliği hakkında onun melek değil insan olduğu daha ağır basmaktadır. 65. ayette "tarafımızdan rahmet verilmiş" denilmesi , 77. ayette vardıkları kasaba halkından yiyecek istemeleri o kişinin insan olma ihtimalini güçlendirmektedir.   

Kıssada özellikle bu şahsın kimliği üzerinden yaptıklarını değerlendirecek olursak bir çok soruyu beraberinde getirecek olan müşkilat ortaya çıkacaktır. Özellikle çocuğun öldürülmesi konusundan yola çıkılarak gelecekleri için tehlike arzettiğini düşündükleri bebekleri dahi boğdurmaktan geri durmayan osmanlı sultanlarına fetvayı veren saray alimleri bu kıssayı örnek almışlardır.   

Kıssayı anlamada en büyük problem bu şahsın kimliği üzerinden verilmek istenen mesajın anlaşılmamasıdır. Kıssadaki iki şahsiyetten biri olan musa'nın temsil ettiği, olayların zahiri yönünü bilen bir kul , ilim verilen kulun temsil ettiği ise Allah cc nin kulları için öngürmüş olduğu emir ve yasakların sorgulanmadan "semi'na ve ata'na"(duyduk ve itaat ettik) denilerek kabul edilmesinin gerektiğidir. Çünkü kul Allah cc nin kendisi için öngördüğü emir ve yasakların ebedi hayatı için gerekli olan faydalarını idrak etmeyebilir. Kul , "rabbim benim için en doğrusunu bilir" deyip ona teslim olmak durumundadır.    

Çocuğun öldürülmesi konusunu sadece kıssa içinde anlamak durumunda kaldığımız müddetçe bazı problemler ortaya çıkacaktır. Ortada bir çocuk vardır , ilim verilen kul onu öldürür, hemen musa bir insanın hangi şartlar altında öldürülebileceğini söyleyerek ona itiraz eder doğru olanda budur . Bilindiği üzere, büyüyünce kafir olacağı için çocukların öldürülmesi diye bir şey Allah cc nin kitabında yoktur, çünkü  bu bir gaybi konu olup birileri kafir yapma korkusu ile şimdiden o kişinin öldürülmesininde Allah cc nin ktabında yeri yoktur. Dahası, ilim verilen kulun çocuğu öldürme gerekçesi " istedik ki kendilerinin rabbı ona bedel bunlara temizlikçe daha hayırlısını ve merhametce daha yakınını versin. " demesidir . Bunu demesini sadece kıssa içinde ele alacak olursak kelamcıların yüzyıllardır tartıştıkları meseleler gündeme gelecektir. Yeni doğacak olan çocuğun öldürülen çocuk gibi kafir olmayacağının garantisi nedir? , çünkü Allah cc yaratmış olduğu kullarına irade vererek onlara göstermiş olduğu iki yoldan birini şeçme konusunda serbest bırakmıştır. Allah cc nin, doğacak olan çocuğun diğer yaratılanlardan ayrı olarak iradesini zorla mü'min olma yolunda bir baskı kurması düşünülemez , bunu düşünmek cebriye inancının buradan destek alması anlamına gelir.   

Aynı şekilde kasabadaki duvarı düzeltme gerekçesini açıklarken "şehir de iki yetîm oğlanın idi, altında onlar için saklanmış bir defîne vardı ve babaları salih bir zat idi, onun için rabbın irade buyurdu ki ikisi de rüştlerine ersinler ve defînelerini çıkarsınlar,"demiştir. Şimdi buradada ,"babaları salih olması o çocuklarında büyüyünce salih olacaklarının garantisimidir? sorusu gündeme gelebilir.    

Çocuğun öldürülme olayının bir'de kıssada sahne almayan anne babası tarafında nasıl karşılanmış olacağı yönü vardır. Kıssada bu yön anlatılmamış olsa bile hiç bir anne babanın ölen bir çocuğu için üzüntü duymamasını imkansız olmasından yola çıkarak onlarında büyük bir üzüntüye düştmüş olacağını söyleyebiliriz. Ancak çocuk büyüyünce anne babasına asi olup ahkaf s 17. ayetinde anlatılan kafir çocuk misali "Anasına-babasına: «Of size! Siz bana, benden önce nice kuşaklar geçmiş iken, tekrar çıkarılacağımı mı va'd ediyorsunuz?» diyen kimseye anası-babası Allah'a eleman çekerek (sığınarak): «Yazık sana; iman et! Kesinlikle Allah'ın va'di gerçektir.» diyorlar da o, yine: «Bu eskilerin uydurmalarından başka birşey değildir!» diyor." diyenlerden olacağını anne babası önceden bilmiş o çocuğun keşke daha bu günahları işlemeden ölmesine razı olmazlarmıydı?, veya ahirette cehenneme atılan bir kul "rabbim beni neden çocuk iken öldürmedin?" diye bir itirazda bulunmazmı ?   

Bu tür müşkilatlar kıssayı, sadece olayın geçtiği zaman , mekan ve şahıslarla sınırlı anlamak durumunda kaldığımız takdirde doğru anlamamız güçleşecektir. Kıssayı eğer görsel bir anlatım usulu ile okuyarak kıssadaki şahısların kimliğini değil o kimlikler üzerinden bizlere verilen mesajı okumaya çalışırsak doğru bir anlam yakalamamız kolaylaşacaktır.   

Kur'an kıssaları anlatım tekniği açısından birden fazla mesaj taşıması düşünülebilecek kıssalar olarak okunabilecek kıssaları olur "musa ve alim kul" kıssasıda bu türden mesajlar taşıyan bir kıssadır.

Öncelikle kıssa içindeki musa'nın Allah cc nin kullarının durumu olarak görülmelidir. Alim kulu ayrıcalığı olan bir kişi olarak gördüğümüz takdirde o kula benzetilerek gaybı bildiğini iddia eden ve diğer insanlar üzerinde hegomonyasını bu şekilde kurmak isteyen insanların türemesi içten bile değildir. Alim kul tiplemesi burada teşbihi bir tipleme olup Allah cc nin kulları üzerinde yapmış olduğu tasarrufun biz kullar açısından yanlış olduğu düşünülse bile yarınımız için doğru bir tasarruf olduğunun alim kulun yaptıklarının üzerinde sembolik olarak gösterilmesidir.

Kıssa'da anlatılan alim kul tasviri üzerinden yola çıkılarak , Allah cc nin bazı kullarına gaybı bildirdiği, o kulların kur'ana aykırı bir iş yapmış olsalar dahi " bie hikmeti vardır" şeklinde hoşgörü ile karşılanması şeklinde bir anlayış bu kıssa üzerinde yapılabilecek en büyük bir istismardır. İlim verilen kul tasviri Allah cc nin insanları üzerindeki yapmış olduğu tasarrufun o an için hoş olmayan durumlar doğursa bile ilerisi için hayırlı sonuçlar doğrucağını anlatır. Bu kıssadaki mesaj bütün  insanların musa'nın konumunda olduğu hiç bir kula "ledün ilmi" adı altında gayri meşru işler yapabilme yetkisi verilmediğidir. Musa dikat edileceği üzere "yaptığının bir hikmeti vardır" diyerek ona boyun eğmememiş ve bildikleri üzerinden ona itiraz etmiştir.

Bu kıssayı birde yöneten yönetilen,hoca talebe,amir memur vs ilişkileri açısında okumakda mümkündür.İnsan olarak herşeyi bilmemiz mümkün olmadığından bazı şeyleri bizden daha iyi bildiğini düşündüğümüz kişilerden öğrenmek durumunda olmamız bir gerçektir. İnsanların tabiatları gereği birlikte yaşama ihtiyacı olduğu ve bu birlikte yaşamanın belli kurallara bağlı olduğu bu birlikte yaşam içinde yöneten ve yönetilen sınıfı olmasıda bir gerçektir.    

Talebe olarak hocamıza, yönetilen olarak yönetenimize, memur olarak amirimize tabi olurken onlarında uyması gereken şartlar olduğunu onların her zaman hatırlaması için onların dediklerine uymamızın belli kurallar dahilinde olması gerektiği yani teba olarak başımızdakilerin her zaman ensesinde olmamız yine  bu kıssadan çıkarılabilecek sonuçlardan birisidir.     

Olayın birde yönetici tarafından bakılması yönü vardır. Bir yönetici eğer insanları yönetmek için o insanlardan onay almışsa onun diğer insanlardan belirgin özelliği onun ileri görüşlü olması gerektiğidir. Yönetimi altında bulunan insanların o gün için zararlarına olan bir durum, eğer gelecek için fayda sağlayacaksa yönetici o insanların tepkilerinden çekinmeden onu uygulamalıdır. Eğer "insanlar ne der" diye çekinerek yerine getirmediği bir vazife ilerde o toplum için sıkıntı yarattığı takdirde sorumlu olan kişi yöneticidir.   

Çocuğun öldürülmesi meselesi'nide yöneticinin feraset sahibi olması gerekmesi yönünden ele almak mümkündür. Büyük tepkiyi göze alarak, bugün yapmış olduğu icraatın yanlış olduğunu zanneden topluma karşı direnen feraset sahibi bir yöneticinin doğru icraatı ilerideki günler için bilineceği  için günlük menfaatlerini düşünen halk tarafından olumlu olarak karşılanmayabilir, ancak yönetici bu tepkilere göüğüs gerecek cesarette olmalıdır.  

Sonuç olarak, anlatılan kıssadan hisse alınması gerekmesi,kıssada anlatılan kişi ve olayların sadece kıssa içinde anlaşılmaması gerektiği düşüncesinden yola çıkarak "musa ve ilim verilen kul" kıssası ile anladıklarımızı sizlerle paylaşmak istedik, eksiğimiz mutlaka olabileceği gibi yanlışlarımızda olabilir , yazdıklarımız okuyup anladıklarımızdan yapmaya çalıştığımız çıkarımlar olup "sadece bu kadardır" şeklinde bir iddiamızın asla olmadığını hatırlatmak isteriz.    

                                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Necm s. Ayetlerinin Miraç İle İlişiklendirilmesi Üzerine Bir Kaç Söz

Bazı yazılarımızda sıkça vurguladığımız bir durum olan "rivayete uygun ayet arama" hastalığı , "miraç" adı altında uydurulmuş olan muhammed as ın isra s. 1. ayetinde anlatılan mescidi haram'dan mescidi aksa'ya olan yolculuğunun bazı insanlar için az gelmesi sonucunda onu göklere çıkartıp Allah cc ile konuşturmaya kadar varan anlatımlara destek olmak içinde uygulanmıştır. İsra ve miraç hadisesi hakkında uydurulanlar bilindiği üzere "akıllara zarar" kabilinden olup rivayet kitaplarında, özellikle buharinin sahihin'deki miraç hadisi ile ilgili anlatılanlar daha ilk devir hadisçileri tarafından tenkide uğramıştır. 

İsra s. 1. ayetinde anlatılan yolculuk arz üzerinde olmasına rağmen özellikle türkiyede bu olay için özel günler ihdas edilmiş bu olay öyle bir anlatılmış'ki insanların bu olay ile ilgili olarak "acaba oldumu olmadımı?" şeklinde sormaları bile haram ilan edilmiş ve büyük bir mahalle baskısı oluşturulmuştur. İsra s. 1. ayetinde götürdüğü yeri adı ile bildiren rabbimiz daha büyük bir olay olan miracı bu ayetinde anlatmamış diye sorgulamak çoğumuz için "cısss yanarsın"kabilinden kırmızı nokta haline gelmiştir. İsra s. 1. ayetinde bu olay ile ilgili en ufak bir bilgi dahi olmamasına rağmen necm suresine el atılmış ve bu sureden bir şey çıkarılmaya çalışılmıştır.     

Bu tür olayların altında peygamberlerin yarıştırılması ve eziklik psikolojisinin yatmış olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz. Kime sorsak bütün peygamberlere iman ettiğini iddia eder ama muhammed as için " bizim peygamberimiz" şeklinde bir söz sarfetmekten çekinmez. Muhammed as için kullandığımız "bizim peygamberimiz" sözünün arka planında, şuur altımızda yerleştirilmiş olan onun Allah  cc indinde özel yeri olduğu onun "habibullah" veya levleke levlek" sırrına mazhar olduğu uydurmaları yatmaktadır. Müşriklerin istemiş olduğu "melek peygamber" isteği bizim müslümanlarda karşılığını bulmuş ve insanüstü , yarı ilah bir peygamber tasavvuru inşa edilmiş bu bu tasavvura uygun alt yapı mucizeleri oluşturularak bizlere sunulmuş ve bunların etrafına aşılmaz tel örgüler konularak önüne yeşil sarıklı ulu hocalar muhafız olarak dikilmiştir.

Miraç uydurmasıda işte bu tasavvurun bir yansıması olup musa as ın Allah cc ile konuşmasına nazire olarak, " sizin peygamberiniz bunu yaptıysa bizim peygamberimizde miraca çıkmıştır" denilerek bir nebze ezikliğimizin! giderilmesine çalışılmıştır. Sıra artık oluşturulmuş olan bu olaya uygun ayet aramaya gelmiştir, "arayan bulur" mantığıyla yapılan çalışmalar semeresini vermiş en uygun ayetler NECM suresinde bulunmuştur.   

Necm s nin isra. s. den önce inmiş olması bile önemli değildi ve ona bile " kardeşim sen miracı bir keremi sanırsın birkaç defa olmuştur" şeklinde bir kulp bile ayarlanmıştır. Necm suresini okuduğumuz zaman ayetlerin siyak ve sibakı böyle bir olayı anlatmaktan uzak olup hiçbir şekilde bu olay ile ilgili bir anlatıma rastlamak mümkün değildir.    

Necm s. 1-18. ayetleri mealini görüp bu konu ile ne kadar ilgili olduğunu görmeye çalışalım.  

1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki;
2. Arkadaşınız  sapmadı ve bâtıla inanmadı.
3. O,arzusuna göre de konuşmaz.
4. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.
5. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri  öğretti.
6. Ve üstün yaratılışlı doğruldu:
7. Kendisi en yüksek ufukta iken.
8. Sonra  yaklaştı sarktı.
9. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.
10. Verdi kuluna verdiği vahyi
11. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.
12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?
13. Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü,
14. Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında .
15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.  

Nuzül süreci mekke dönemini hatırlayacak olursak, belli bir zaman mekke halkı içinde yaşayan muhammed as bir gün mekkelilerin karşısına çıkıp onlara Allah cc nin kendisini elçi seçtiğini ilan eder. Mekkenin müstekbirleri bu elçiliği red edip onun mecnun, şair vs gibi suçlamalarda bulunurlar. Necm suresi ayetleri onların bu tür suçlamalarını  red ederek muhammed as ın mekkelilere olan tebliğinin hevasından değil Allah cc nin ona vahyettikleri olduğunu bildirir. Muhammed as bu vahyi direk Alah cc değil şura s. 51. ayetinde gördüğümz üzere bir elçi vasıtası ile vahyedilmektedir. Necm s. ayetleri , muhammed as ın bu elçiden vahyi almasının anlatıldığı ayetlerdir.   

"Sizin mecnun diye iftira attığınız arkadaşınızın size söylemiş olduğu sözler Allah cc nin elçisi vasıtası ile ona vahyetmiş olduğu sözler olup bu elçi sizin iddia ettiğiniz gibi onun halusünasyon şeklinde gördüğü bir hayal olmayıp, gözü ile gördüğü bir varlıktır" şeklinde mesaj taşıyan bu ayetler, muhammed as ın bu vahiy meleğini miraca çıktığı zaman gördüğü iddiasına dönüşmüştür.   

Necm s. 7-8.ayetlerinde vahiy meleğinin yere doğru inişinden bahsetmesi miraç uydurucuları için hiç bir şey ifade etmemektedir'ki muhammed as ı yukarı çıkarmışlardır.İşin daha garip olan olanı "nezleten" (iniş) kelimesini "çıkış" anlamında olduğu dahi iddia edilmiştir. Birbirleri ile olan yakınlığı "iki yay arası" deyimi ile anlatılmıştır. Bu yakınlık gökte değil yerdedir, ilerleyen ayetlerde muhammed as ın bu elçiyi bundan öncede gördüğü anlatılır. Tekvir suresi 23. ayetinde "Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür." buyurularak bu görüş zamanı bildirilir , tekvir s. necm suresinden önce nazil olan bir sure olup ilk olarak görmesi ile ilgili anlatımlar necm suresinin 13-18. ayetlerinde anlatılmaktadır.   

13-18. ayetler arasında anlatılan vahiy meleğini önceki görüşü necm suresinin inişinden önceki bir görüşü anlatmasına rağmen zorlama te'villerle miraçı kur'andan delillendirmek isteyen zihniyet olayın miraçta olduğunu iddia edecek kadar gözünü karartabilmiştir. Eğer necm suresindeki bu ayetler miracı anlatıyorsa vahiy meleğini gördüğü zaman neden "önceden" ibaresi ile anlatılmakta olduğunu miraç savunucuları ya hiç düşünmediler yada "nasılsa millet kur'andan anlamaz biz ne dersek ona inanırlar" mantığı ile yutturmaya çalışmışlardır. Vahiy meleğini ilk gördüğü zamanı anlatan bu ayetler maalesef sanki muhammed as ı miraçta gördüklerini anlatıyor zannı verilerek miracın kur'ani dayanağı!!! oturtulmaya çalışılmıştır.

"Sidretul münteha ve cennetül me'va" deyimleri üzerinde gerekli ayarlamalar yapılarak bu anlatılanların gökyüzünde olduğu iddiaları tefsirlerde yerini almıştır. Ayette, yere inen vahiy meleğini gören muhammed as ın gökte olduğu söylenen bu yere çıkarılmasının  bir çelişki olduğu hiç hesaba bile katılmadan miraç uydurmasına dayanak edilemeye gayret edilmesi maalesef bir çok tefsirde yerini alıp "la yus'el" (sorgulanamaz) duruma getirilmiştir.   

"Sidretül münteha" deyiminin öncesindeki "inde" edatının mekan değil zaman zarfı olarak kullanılmış olması ve "şaşkınlığın doruk noktası" olarak anlaşılması daha doğru olsa gerektir. Yerde olduğu anlatılan bir vahiy alışı ile ilgili deyimlerin gökte olduğunu iddia etmek ancak"rivayete uygun ayet aramak" hastalığının bir neticesidir.   

"Sidretül münteha ve cennetül me'va" terimleri, vahiy meleğinin necm suresindeki görülme zamanı için kullanılmadığınıda burada dikkat çekmek isterim, müfessirler bu olayın sanki necm suresi ayetlerinde anlatılan görülme ile ilgisi olduğunu düşünüp miraç olayınıda bu şekilde anlatmışlardır. 13. ayette "bundan önce gördü" denildikten sonra o görme ile ilgili anlatımlar yapılmakta olup illaki miraç olayını anlattırıcağız diye yapılan zorlamalar muhammed sav in bir kaç defa miraça  çıktığına dair söylemlere dahi sebeb olmuştur. Çünkü miraç olayı ile zorlama bir bağlantı kurulmaya çalışılması mecburen çelişkili bir durum ortaya koymaktadır. Tekvir s. 23. ayetinde anlatılan görülme ilk vahyi aldığı sıradaki görülmenin anlatıldığı durum olması daha doğru görülmektedir. Öyleyse bu vahyi gökte almadığına göre bu terimlerin bizlere  ifade ettiği durum muhammed as ın kendisine görünen vahiy meleğinin yeryüzüne indiği andaki durumu ve onu herhangi bir gözün algılamasının imkansız olması ve bu hal üzerinde yere inen cibril'i muhammed as ın gördüğü , yani muhammed as ın kendisine verilen bu vahyin Allah cc nin elçisi tarfından verildiği anlatımıdır.   

"Cennetül me'va" kelimesinin kur'anın diğer ayetlerinde bizlere vaad edilen cennet olarak anlatılması bizlere necm suresinde geçen bu kelimenin ahiretteki cennet olduğu zannı vermesine rağmen "cennet" kelimesinin kur'anın diğer ayetlerinde "bahçe " anlamında kullanıldığı unutulmamalıdır. "Yukarda olan cennetül me'vayı aşağıya indirdiniz" şeklinde yapılacak olan bir itiraza cevabımız ise "anlatılanlar aşağıda olduğu için bu teriminde aşağıda olan bir yer için kullanılmış olması konu bütünlüğüne daha uygundur" şeklinde olacaktır .  
Her ne kadar bu düşüncemize itirazlar gelecek olsada itiraz edenlere tavsiyemiz ilgili kur'an ayetlerini miraç düşüncesini hiç hesaba katmadan okumaları ve bu düşünce bu ayetlerden çıkarmı çıkmazmı şeklinde bir sorgulama yapmalarıdır. 

İsra s. 1 den miraca delil çıkaranlar , aynı surenin 93. ayetini hiç okumazlarmı ? o ayette "
«Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız" diyen müşriklere karşı Allah cc neden muhammed as a " öyle demeyin miraca çıktım hatta bakara s. son iki ayetini bile getirdim daha neden inanmıyorsunuz?" dedirtmedide aynı ayetin devamında " sübhanallah ben ancak beşer bir Resulüm" demesi emredildi bunu hiç düşünmezlermi?

Sonuç olarak, bizlere miraç adı altında anlatılan olayın kur'andan desteklenmesi ve bu desteğin necm suresi ayetlerinden çıkarılmaya çalışılması içinde çelişkiler barındıran bir anlayıştan başkası değildir. Ayetlerin siyak ve sibakı tebliğ sürecinde bu tebliğe karşı çıkan müşriklerin elçi sav i mecnun vs gibi yaftalarla iftira edip onun tebliğinin önünü kesme çalışmalarına karşı indirlmiş olan ayetlerdendir. Kur'anın hiç bir yerinde bizlere bildirilmeyen miraç uydurmasına uygun ayet bulma çabasının bir ürünü olan bu tür çalışmalar içinde çelişkiler barındıran iddialar olup her zaman iddia sahibinin yüzünde patlamaya mahkumdur.    

                                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

9 Nisan 2013 Salı

Mü'min s. 46. Ayeti Çerçevesinde Kabir Azabı Konusu Hakkında Bir Mülahaza

Kabir azabı konusu kur'anda , delaleti ve subuti kat'i ayetlerle bize bilgi veren bir konu olmadığı halde zorlama te'villerle akide konusu haline getirilmiş bir konudur. Kur'andan herhangi bir konu hakkında bilgi edinmek için kur'an ve konu bütünlüğü gözetilerek ilgili ayetlerin hepsinin bir araya getirildikten sonra o konu hakkında nasıl bir bilgi verildiğine bakılması gerektiği halde önkabullu okumalar geliştirilerek, "bu konu hakında hangi ayetleri delil getirebiliriz" şeklinde bir okuma ile yapılan okumalar bizlere sağlıklı bilgi vermekten uzaktır. Kabir azabı konusuda bu tür okumalar neticesinde kur'andan delil çıkarılmaya çalışılmış bir konu olup özellikle mü'min s. 46 ayeti etrafında delil serdedilmeye çalışılmıştır. Bu konu ile ilgili olarak " ölüm ile diriliş arasının kur'anda anlatımı" başlıklı bir yazımızda bu konu ile ilgili ayetleri ele alıp ölüm ile diriliş arasındaki zamanın kur'anda nasıl anlatıldığını ayetler çerçevesinde görmüştük, Bu yazımızda sadece mü'min s. 46 . ayetini ele alıp kabir azabı konusunda bir delil olup olmayacağı ve bu ayet ile ilgili diğer ayetleri de ele alarak anlamaya çalışacağız.   

Mü'min s. 46. ayetinde " Ateş; onlar, sabah akşam ona karşı sunulur dururlar. Kıyamet kopacağı gün de: «Tıkın Firavun ailesini en şiddetli azaba!» (denilir)." buyurulmasından hareketle kıyamet öncesi ateşe sunulmaları onların sanki kabirde azab görmeleri şeklide anlaşılmıştır.    

Bu ayetin siyak sibakı 23. ayette başlayan , musa as ve firavun ailesinden imanını gizleyen bir adamın firavun ve melesine olan tebliği ile alakalıdır. 

-----23. Andolsun ki biz Musa'yı mucizelerimiz ve apaçık hüccetle, gönderdik.
-----24. Firavun'a,Hâmân'a ve Karun'a da onlar: "Bu, çok yalancı bir sihirbazdır! "dediler.
-----25. İşte o (Musa), tarafımızdan kendilerine hakkı getirince: Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınları sağ bırakın! dediler. Ama kâfirlerin tuzağı elbette boşa çıkar.
-----26. Firavun: Bırakın beni, dedi. Musa'yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.
-----27. Musa da: Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım, dedi.
-----28. Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi: Siz bir adamı "Rabbim Allah'tır" diyor diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiğinin (azâbın), bir kısmı olsun gelip size çatar. Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.
-----29. Ey kavmim! Bugün, yeryüzüne hakim kimseler olarak hükümranlık sizindir. Ama Allah'ın azabı bize gelip çatarsa, kim bize yardım eder? Firavun: Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum dedi.
-----30. İman etmiş olan dedi ki : "Ey kavmim! Doğrusu ben ben üzerinize önceki toplulukların günü gibi, bir günün gelmesinden korkuyorum."
-----31. "Nuh kavminin, Âd, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir."
-----32. "Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağrışma gününden, korkuyorum.
-----33. "O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız.Fakat sizi Allah'tan (O'nun azabından) kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur."
-----34. Andolsun ki, (Musa'dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat edince "Allah ondan sonra peygamber göndermez" dediniz. İşte Allah o aşırı giden şüphecileri böyle saptırır.
-----35. Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.
-----36. Firavun:" Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara erişirim."
-----37."Göklerin yollarına erişirim de Musa'nın Tanrısı'nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi. Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı tamamen boşa çıktı.
-----38. O iman eden kimse: Ey kavmim! dedi, siz bana uyun, sizi doğru yola götüreceğim.
-----39. Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur.
-----40. Kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Kim de kadın veya erkek, mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.
-----41. Ey kavmim! Nedir bu hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.
-----42. Siz beni, Allah'ı inkâr etmeye ve hiç tanımadığım nesneleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, azîz ve çok bağışlayan Allah'a davet ediyorum.
-----43. Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur. Dönüşümüz Allah'adır, aşırı gidenler de ateş ehlinin kendileridir.
-----44. Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını çok iyi görendir.
-----45. Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu zatı korudu, Firavun'un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi.
----46. Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)!
-----47. (Kâfirler) ateşin içinde birbirleriyle çekişirlerken zayıf olanlar, o büyüklük taslayanlara: Biz size uymuştuk. Şimdi ateşin birazını bizden savabilir misiniz? derler.
-----48. O büyüklük taslayanlar ise: Doğrusu hepimiz bunun içindeyiz. Şüphe yok ki Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi, derler.
-----49. Ateşte bulunanlar cehennem bekçilerine: Rabbinize dua edin, bizden, bir gün olsun azabı hafifletsin! diyecekler
-----50. (Bekçiler:) Size peygamberleriniz açık açık deliller getirmediler mi? derler. Onlar da: Getirdiler, cevabını verirler. (Bekçiler ise): O halde kendiniz yalvarın, derler. Halbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır.
-----51. Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.
-----52. O gün zalimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır!  

Firavun bilindiği gibi küfrün ve zulmün sembol şahsiyetlerinden birisi olarak kur'anda ismi geçmektedir. Firavun ve benzeri kafirlerin karargahları kıyamet sonrası ebedi cehennem olarak müteaddit ayetlerde belirtilmiştir. Yine kıyamet sonrası insanların kabirlerden çıkışlarının anlatıldığı ayetlerde " bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?" diye sordukları yine kur'anın haberidir, eğer bu kişiler kabirlerinde azab görmüş olsalar bu azabı dile getirmezlermiydi ?diye akletmek kabir azabını savunanların düşünmediği sorular olduğu muhakkaktır. Kabir azabının sadece firavuna has olduğunuda düşünmek yanlış olduğuna göre "kıyamet öncesi sabah akşam ateşe sunulmaları nasıl anlaşılmalı" sorusunun cevabının verilmesi gerekir.    
  

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz mü'min s. musa as kıssası içindeki 37. ayetteki "İşte
 böylece Firavun'a kötü ameli süslü gösterildi de yoldan çıkarıldı. Çünkü Firavun düzeni hep boşa çıkar." cümlesi bizlere 46. ayetin nasıl anlaşılması gerektiği yönünde bir bilgi verecektir.  

"Firavunun yoldan çıkarılması ve amelinin süslenmesi" nin ne demek olduğu bunun ile ilgili diğer ayetlerden bir kaç örnek okumamız gerekmektedir.   

----- 7.186Allah'ın saptırdığını yola getirecek yoktur. O, sapanları taşkınlıkları içinde bocalayıp dururlarken bırakır.
-----13.033Herkesin yaptığını gözeten Allah, bunu yapamayan putlarla bir olur mu? Onlar Allah'a ortak koştular. De ki: «Onlara bir ad bulun bakalım; yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz? Yoksa kuru sözlere mi aldanıyorsunuz? Fakat inkar edenlere, kurdukları düzenler güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkonuldular. Zaten Allah'ın saptırdığına yol gösteren bulunmaz.
-----39.023 Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitap'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu Kitap'tan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem de kalbleri Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır. İşte bu Kitap, Allah'ın doğruluk rehberidir, onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz.

Doğru yola gelme konusunda herhangi bir isteği bulunmayanların artık dünyada iken cehennemi hakettiklerinin belli olduğuna dair ayet örneklerini çoğaltmak mümkündür. Kur'an bizlere , tebbet suresinde ebu lehebin iman etmeyeceğini daha kendisi hayatta iken bildirmektedir. İbrahim as ın babasınında aynı şekilde kendisi hayatta  iken iman etmeyeceği ibrahim as a bildirilmiştir.  

-----9.113 Ne Peygambere ne iyman edenlere, akrıba bile olsalar Cehennemlik oldukları onlara tebeyyün ettikten sonra müşrikler için istiğfar etmek yoktur.
-----9.114 İbrahimin babası hakkındaki istiğfarı da sırf ona vermiş olduğu bir va'dden dolayı idi, böyle iken onun için Allah düşmanı olduğu kendisine tebeyyün edince ondan teberri etti, her halde İbrahim çok yanık, çok halîm idi.

Mü'min s. 46. ayetindeki "sabah akşam ateşe arzolunmaları" meselesinide bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir. 23 - 52. ayetler arasına baktığımız zaman firavun ve çevresinin dünya ve ahiretteki hallerinin anlatıldığı görülmektedir. Mü'min s. 46. ayet bu anlatımın dünya hayatından ahirete geçiş kısmını kapsamaktadır. "Onlar, sabah akşam ateşe arzolunurlar" mealindeki ilk cümle firavunun ebu leheb veya ibrahim as ın babası gibi artık dünyada iken cehennemi hakettiklerinin haberi olup öldükten sonra kıyamete kadar geçecek sürede başına gelecek olanın haberi değildir. "Kıyamet kopacağı gün de: «Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!» (denilecektir)." şeklindeki ikinci cümle ise dünyada iken cehennemi hakettiği belli olan firavunun kıyamet sonrası durumu anlatılmaktadır.    

Mü'min s. 46. ayetini bağlamından kopararak yapılan bir okuma ve oluşturulmuş önkabullere uygun ayetler arama çabasının bir neticesi olarak kabir azabına delil olduğu düşüncesi bu ayetin siyak ve sibakı ile uygunluk arzetmemektedir. Kıssayı, anlatıldığı zaman ile ilgili olarak düşünecek olursak firavun ve imanını gizleyen kişi daha hayatta olup, firavun'un bu inkarı ile artık geri dönülmez bir yola girdiği anlaşılmaktadır. Yani firavun ve çevresinin ölen kadar iman etmeyeceği ebu leheb ve ibrahim as ın babası ile ilgili ayetlerde gördüğümüz gibi bilinmektedir. Bu konu Allah cc nin bilmesi , kader ve irade konuları ile ilgili olup firavunun iman etmeyeceğinin belli olması onun iradesinin kullanmasına engel olmadığı gibi Allah cc nin onu iman etmemesi için zorladığı anlamına gelmez.

 -----043.077] Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.

Zuhruf. 77. ayetinde cehennemde azab gören birisinin cehennem bekçisine olan feryadı dile getirilerek o kişinin ölümü istediği görülmektedir. Eğer bu kişi ölümden önce kabirde bir azab görmüş olsaydı ölümü istermiydi? çünkü ölüm sonra beklediği kabirdede azab görmüş olsaydı böyle bir istekte bulunmazdı.   

-----040.011] Onlar: «Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?» derler.

 Mü'min s. 11. ayetinde yine cehennem ehlinin feryadı dile getirilmekte ve onlar rablerinden onun öldüren ve dirilten kudretini dile getirerek artık ölümü istemektedirler, aynı şekilde ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar herhangi bir azab görmüş olsalardı acaba ölümü isterlermiydi?  

Firavun ve yandaşlarının kıyamet öncesi sabah akşam ateşe arzolunmaları eğer kabir azabına delil ise o zaman sadece firavun ve yandaşlarına özel bir durummudur'ki diğer cehennem ehli cehennem azabından kurtulmak için ölmeyi istiyorlar. Cehennem azabından çıkmak için ölüm isteyen bu insanlar şayet firavun ve yandaşları gibi kabirde azab görmüş olsalardı, " zaten bundan öncede azab gördük bu azabtan nasılsa kurtuluş yok ses etmeden azabımız çekelim" demezlermiydi?

Kur'anın diğer ayetlerinde ölüm ile diriliş arası vakti arasında azab konusu ile ilgili hiçbir karine dahi bulunmazken sadece rivayetlere uygun ayet arama çabası olan bu tür çıkarımlar bizlere ayet ile rvayet arasında bir tercih sunmaktadır. "Ayet var diyorsun ama rivayet var kardeşim" türünden itirazlar rivayeti ayete tercih edenlerin harcı olup mü'min olma iddiamıza gölge düşüren davranışlardır. Mü'min olmak demek rivayetlere uygun ayet aramak çabasında olmak değil gelen her haberi ayetler ışığında anlamak demektir ayetin desteklemediği bir rivayet ve düşüncenin doğru olamayacağı açık olarak bizler tarafından bilinmedikçe bu tür konular etrafında yapılan tartışmaların arkası gelmeyecektir.   

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

5 Nisan 2013 Cuma

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (2) (Kur'an Algıları)

Özeleştiri mahiyetinde başlamış olduğumuz yazı dizilerine kur'an algıları konusu ile devam etmektedir. Kur'an müslümanlığı iddiasında olan nir kısım kardeşlerimiz için kur'an yaşanacak bir hayat öngören kitap oarak değil kur'ana olan yaklaşımlarından dolayı ötekileştirdikleri müslümanlara karşı onların yanlışlarını ortaya dökme aracı olarak kullandıkları bir malzeme haline gelmiştir. Diğer müslümanlardan hem daha fazla kur'an okuyan bu insanlar nasıl olurda bazı konular ile ilgili yaklaşımlarından dolayı "siz başkasına iyliği emrederken kendiniz ondan öğüt almazsınız" şeklinde bir hitaba muhatap   olabiliyorlar?.  

Şirk'in en büyük zulüm olduğunu defalarca okuyan bizler tasavvuf düşüncesindeki , şeyhe olan saygının veya resul sav e yüklemiş oldukları yarı ilahlık görevinin şirk olduğunu bas bas bağırırda içinde bulunduğumuz tağuti düzenin kurucularına ve onun devamı için çaba gösterenlere karşı aynı tepkiyi göstermeyiz?. Onların şirkleri şirk oluyorda bizlerin tağuti rejim kurucularına ve onların bekçilerine olan tavrımız nedir diye acaba hiç düşündükmü?   
Durum böyle iken kur'anın mesajının ne olduğunu yeniden düşünmek kur'an  müslümanlığımızı'da  bu yapıya uygun bir hale getirmemiz gerekmektedir.

Allah bütün yarattıklarını kendisine ibadet için yarattığını gönderdiği elçi ve kitapların kendisine kul olmaktan alıkoyan her türlü engeli ortadan kaldırmak amaçlı olduğunu bize kitabında bildirmektedir. Yani kur'anın çağrısı sadece Allah cc ye kul olmak ve ona rakiplik iddiasında bulunan diğer sahte ilahları red etmek üzerine kuruludur. Kur'an müslümanlığı iddiasında bulunup "sahte ilah" deyiminin içini doldurmakta yaşadığımız sorun en baştaki sorunumuz olduğunu düşünmekteyiz. Sahte ilah bazılarımız için tasavvuf şeyhleri, müşrik ise bu şeyhlere kendisini kaptırmış müridler olmaktan öte geçememektedir.  

Allah cc,"benden başka ilaha  ibadet etmeyin " şeklinde buyururken bizlere sadece tasavvuf anlayışındaki şirk'i red edinmi demiş yoksa tüm şirk anlayışlarını  red edinmi demiş?, buna herkesin cevabı tüm şirk anlayışıların red edin şeklinde olacağı muhakkaktır ama senin şirkin kötü benim şirkim iyi şeklinde bir tutum içinde olmamızda kendimize yakışır bir durum değildir.  

Atamız ibrahim as   örnekliği bizlerin sahte ilahlara karşı nasıl davranacağımızı bir çok ayette öğretmektedir."Hanif müslüman"adını kendisine layık görüp onun kırdığı putların bugünkü versiyonlarının düşünce şirklerine karşı onlara ihtiram duruşunda bulunup ruku ve kıyam etmek kur'an müslümanlığının hangi ayetinde bulunabilir?   

Öncellediğimiz ve elimizden düşürmediğimiz bu kitap bizlere bu şirki öğretmiyor ise bizim bu kitabı muaviye ordusu misali mızraklamızın ucuna takıp ayetlerini sadece tasavvuf erbabına karşı kullanmamızın ne faydası olabilir?   

Ademas dan muhammed as a gelen bütün elçilerin çağrısı bu yönce  iken bizlerin kur'an algılarımızı yeniden gözden geçirip, " bu kitap bizden nasıl bir müslüman olmamızı istiyor?" sorusunun cevabını aramak için yeniden bu kitaba eğilmemiz gerekmektedir. Hiç bir resul ve arkadaşları inen kitaba karşı bizim günümüzde uyguladığımız yanlışları yapmamıştır. Allah cc, "ins ve cinni bana ibadet etsinler diye yarattım" buyururken kendinden başka bütün varlıkları kastettiğini anlamak yerine "cin" nedir?, kimdir? tipi, eni ,boyu üzerinde tartışıp vakit kaybetmemiz kur'anı okuma örneklerinden biridir.   

"Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak " misali okumalar bizlere doğru bir kur'an algısı öneren okumalar değildir. Bu tür okuma yöntemleri şeytanın önerdiği ve "zararsız müslüman" projelerinin bir ürününden başka bir şey olamaz. Dünyadaki şeytani güçlerin projelerinden olan " zararsız müslüman" istekleri diyalogcu, tasavvufçu, mesnevici , ve içi boşaltılmış kur'an müslümanlığı ile bir şekilde yerine getirilmektedir.   

Tasavvuf veya farklı islam  algılarının müslümanlar için ne gibi bir tehlike teşkil ettiğinin şuurundaki müslümanlar tarafından gündeme getirilen " kur'an müslümanlığı" düşüncesinin bu gün geldiği durum "tu kaka" dediğimiz müslümanların kur'an algısından farklı olmaması bizlerin kur'anı yaşamaktan önce doğru düzgün okuma ihtiyacımız olduğunun bir göstergesidir. Kur'an hayat kitabıdır diye ortaya çıkıp onu hayattan çıkarmak için elinden geleni yaptığının farkında olunmadan okunan bir kur'anın kişiye vakit kaybından başka bir getirisi olmaz.   

Üzerimizdeki eziklik psikolojisini atarak , bu kitabın Allah cc nin kitabı olduğunu ve tüm insanları kula kulluktan kurtarıp tek ve gerçek ilah olanın yoluna iletmek için indirildiğini içindeki hükümlerin kıyamete kadar geçerli olduğunu yeniden düşünüp çağa uymadığı düşünülen bazı hükümleri "kitabına uydurma çalışmalarını" bırakıp Allah cc nin bizler için öngördüğü hükümler olduğuna önce kendimiz inanmalı sonrada diğerlerine "güzel söz" uslubu dahilinde tebliğ etmeliyiz.   

Bizler gibi düşünmeyeni ötekileştirip  kendimizi sırça köşklere atıp haftanın belli günleri "kur'an anla(ma)ma" çalışmalarını bırakıp herkese ulaştırmamız gereken bir kitabı yine o kitabtan öğrendiğimiz metod ile önce kendimiz doğru anlayıp sonra başkalarına tebliğ etmedikçe "kur'an müslümanlığı" iddiamız entel faaliyet olarak kalmaya mahkumdur.



1 Nisan 2013 Pazartesi

İsra s. 1. Ayeti Elmescidi Aksa ve Miraç

İsra s. 1. ayeti ile ilgili düşüncelere baktığımız zaman hem geleneksel hemde modernist anlamda bazı yanlış olduğunu düşündüğümüz görüşlerin mevcut olduğunu görmekteyiz. Geleneksel düşüncedeki ekseriyet bu görüşün miraç ile ilgili olduğunu söylemesine rağmen aynı düşünce içindeki bir kısım tefsirciler bu ayetin miraç ile ilgisi olmadığını söylemişlerdir. Ayet içindeki "el mescidil aksa" kelimesi ile ilgili yorumlarda yine eski tefsirlerde buradaki kast edilen yer ile ilgili farklı düşünceler olduğunu görmekteyiz , biraz günümüze dönecek olursak bu yerin göklerdeki meleklerin secde ettikleri bir yer olduğunu düşünenlerin olduğunuda görmekle birlikte isra kelimesinin miraç kelimesi ile karıştırıldığınıda maalesef bu şekilde görüyoruz.   


Sübhanellezı esra bi abdihı leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezı barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semıul besıyr
 [017.001] [E1] Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!
Ayette geçen "el mescidilaksa" nın neresi olabileceği konusunda kur'an da geçen diğer ayetlerin yardımına ihtiyacımız vardır. İsra s 1. ayetinden sonraki ayetler israiloğullarına hitap eden ayetler olduğunu görmekteyiz.  "İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz." mealindeki 7. ayetteki "mescid" kelimesi israiloğullarının yaşamış olduğu topraklarda bir mescid'den bahsedildiğini görmekteyiz.   

"Barekna havlehu" çevresi bereketli olan yerin neresi olabileceğini yine kur'andaki diğer ayetlerin yardımı ile bulabileceğimiz görülür.   

-----007.137 Hor görülen yahudileri, bereketlendirdiğimiz(barekna) yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.
-----021.071 Onu da, Lut'u da alemler için bereketlendirdiğimiz (barekna) yere ulaştırıp kurtardık.
-----021.081 Bereketli kıldığımız( barekna) yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.
-----027.008  Oraya geldiğinde şöyle seslenilmişti: «Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır(burike)! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münezzehtir!»
-----028.030Oraya gelince, o mübarek yerdeki(mübareketin) vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.
Neml 8. ve kasas 30. ayetindeki hitap musa as ın tuva vadisine geldiği sırada Allah cc nin ona seslenmesidir.   

Meallerini verdiğimiz ayetlerin delaleti ile  çevresi bereketlendirilmiş olan mescidin gökte değil dünya üzerinde ve israiloğulların yaşadığı yerler ile alakası olan bir mevkide olduğunu görmekteyiz. Muhammed as ın yaşamış olduğu zamanda bu gün mescidilaksa olarak bilinen bir mescidin olmadığı ve yerinin çöplük olduğu yönündeki rivayetler , o zaman mescidin yıkılmış olması ve yerinin çöplük olarak kullanılmış olsa bile orasının mescid olmadığını göstermez. Burada kastedilen mescid, o gün üzerinde adı "mescidilaksa" olarak bilinen bir tabelası olmasa bile o topraklar üzerinde daha önceden kurulmuş bir mescidin olduğudur. Bir mekana kudsiyetini veren şey o mekan üzerinde kurulmuş olan yapı değil o yerin sahip olduğu topraktır. Bugün kabe olarak bildiğimiz kutsal mekanın kutsal olan tarafı onun yapı taşları değil üzerine kurulmuş olan toprağıdır. Ömer ra . ın hilafeti sırasında bina olarak yapılmış olması kur'anın "mescidilaksa" olarak belirtttiği mekanın orası olmadığını göstermez.   

"İsra " hadisesinin göğe doğru bir yolculuk olduğunu iddia eden düşünceye gelince  o konu hakkındada bir kaç kelime etmek gerekmektedir. Bu kelime, gece yola gitmek yürümek anlamına gelmektedir. Bu kelimenin geçtiği ayet meallerinden bir kaçı şöyledir. 

------011.081 [E0] Ya Lut! Dediler: emîn ol biz rabbının Resulleriyiz, onlar sana ihtimali yok el uzatamazlar, sen hemen ehlinle geceden bir kısmında yürü, içinizden hiç biri geri kalmasın, ancak karın, çünkü ona da onlara gelen musıbet gelecek, haberin olsun mev'ıdleri sabahdır, sabah, yakın değil mi?
-----015.065 [E0] Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.
-----020.077[E0] Ve filhakıka Musâya şöyle vahyettik: kullarımla geceleyin yürü de onlara denizde kuru bir yol aç, yetişilmekten korkmazsın ve perva etmezsin.
-----026.052 [E0] Hem Musâya şu vahyi yerdik: kullarımı gece yürüt çünkü ta'kıb edileceksiniz.
-----044.023] [E0] Hemen; buyurdu; kullarımı geceleyin yürüt, çünkü siz ta'kıyb olunacaksınız.

İsra olayı eğer gökte bulunan  bir mescide doğru çıkmayı anlatmış olsaydı bu çıkış "isra" kelimesi ile değil "miraç" kelimesi ile ifade edilmesi gerekirdi. İsra kelimesi yerdeki bir yürüyüşü ifad eden bir kelimedir, "miraç" kelimesi ise yerden göğe doru çıkışı anlatan bir kelimedir. Bu kelimenin geçtiği bir kaç ayete bakacak olursak mealleri şu şekildedir.  

----- 070.004 Melekler de, ruh da miktarı ellibin yıl olan bir günde ona yükselip çıkarlar.
-----032.005 Gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler, sonra, işler sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir gün içinde O'na yükselir.
-----034.002 Yere gireni ve oradan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, merhametlidir, mağfiret sahibidir.
-----057.004 Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O'dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.
-----015.014 Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da ordan yukarı yükselseler de,
-----043.033Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.
Ayetlerden anlaşılacağı üzere "isra" kelimesi ile ifade edilen olayın yukarı doğru bir çıkış olmasının imkansız olduğu görülmektedir.

İsra s. 1. ayetinin muhammed as ın medineye hicreti ile olduğu yönündeki düşüncelerede katılmanın mümkün olmadığını ifade etmek isteriz şöyleki, musa ve lut as ların kendilerine iman edenlerle beraber gece yola çıkarılması geride kalanların helakı ile sonuçlanmıştır , bu helak edilme olayları bir sünnetullah dahilindedir, eğer isra s. 1. ayeti bu durumu anlatmış olsaydı geride kalanların helak edilmesi sünnetullahın bir gereği idi halbuki muhammed as medineye kendisi ile birlikte bütün iman edenlerle birlikte hicret etmemiştir aksine mekkede onunla birlikte hicret etmeyen müslümanlardan bir kısmı kalmıştır.

                      "Linuriyehu min ayatina"(ayetlerimizden göstermek için) 

İsra s. 1. ayetinde kulunu mescidil haramdam mescidil aksaya götürme sebebinin bir kısım ayetlerini kendisine gösterme amaçlı olduğunu görmekteyiz. Benzer bir durum musa as ın taha suresinde anlatılan kıssasının 23. ayeti öncesi elindeki asanın yılan olması ve elinin beyazlaması ile ilgili olarak "ki sana en büyük âyetlerimizden gösterelim" denilmiştir. Necm s . 18. ayetinde yine muhammed as ın kendisine vahiy getiren elçiyi görmesi ile ilgili olarak " Andolsun ki, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü."denilmiştir. Elçilere bu tür ayetlerin gösterilmesi elçiliklerinin pekiştirilmesi, nasıl bir ilahın elçisi olduklarını idrak etmeleri, elçiliğini yaptıkları ilahın gözetimi altında olduklarının kendilerine aynel yakin olarak gösterilmesidir.     

İsra s. 1. ayeti ile ilgili olduklarını düşündüğümüz ayet meallerini sıraladıktan sonra bu ayetin verdiği mesaj üzerinde durabiliriz. İlerleyen ayetlerde musa as dan bahsedilmesinin ilk ayetteki " bi abdihi"(kulunu) ibraresinin musa as olduğu düşüncesini katılmadığımızı , buradaki kulun muhammed as olduğunu söylemek istiyoruz. Mescidil haram adlı mekan muhammed as ın ikamet ettiği mekan olması nedeniyle onu oradan alıp mescidil aksaya götürmesi yani kendisinden önceki elçilerden olan musa as  ve onun kavmi israiloğulları ile muhammed as ın daha yakın bir ilişkiye gireceğinin bir ön bilgisi verilmiş olması, mekke müşriklerinin ağır baskısı altında bunalan müslümanlara ve muhammed as a nasıl bir ilahın elçisi ve gözetimi altında bulunduklarının hatırlatılması,mescidil haram gibi başka bir kutsal olan yerin olduğunu bilmesi , hatta medineye hicretten sonra mescidil aksa yönüne yüzünü dönmesi bu ayetten çıkarmış olma ihtimalinide düşünmek gerekir.   

Al-i imran s 96. ayetinde " Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kabe'dir." şeklinde buyurulmasından, iki yerinde mübarek bir yer olduğu açıktır. Mekkede iken kabeyi kıble edinen muhammed as medineye hicret ettikten sonra kabe harici bir yöne döndüğü bakara suresindeki kıble ile ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır. İki yerinde mübarek olduğunu bilen muhammed as medinedeki yahudilerinde musa as a iman etme iddiasından hareketle onlar içinde mübarek bilinen mescidilaksa ya dönerek kendisine verilen kitap ve elçiliğin musa as ve ona verilen ile mahiyet açısından aynı olduğu mesajını vermek istemiştir.

İsra s. 1. ayetinin miraç hadisesi ile ilgili olduğu iddiası ayetin hiç bir kelimesinden dahi en ufak bir karine dahi çıkmayacak kadar ilgisiz bir konudur. Devamında miraç hadisesi gerçekleşmiş olsaydı bu olay daha büyük bir olay olması hasebiyle ayetin içinde" mescidi haram'dan mescidil aksaya oradan göklere çıkaran" şeklinde söylenmesi gerekmezmiydi ? mescidi aksaya götürdüğünü buyuran Allah cc göklere çıkardığını söylememesini nasıl izah edebiliriz?. Necm s nin bu olayı anlattığı iddiasıda havada kalan bir iddia olup nuzul zamanı isra suresinden önce olan bir sure olması, surede anlatılan vahiy elçisini gören muhammed as ın onu inişinde görmesi bu olayın necm suresi ile bir ilgisinin olmadığını gösterir.    

İsra s. 1 den miraca delil çıkaranlar , aynı surenin 93. ayetini hiç okumazlarmı ? o ayette "
«Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız" diyen müşriklere karşı Allah cc neden muhammed as a " öyle demeyin miraca çıktım hatta bakara s. son iki ayetini bile getirdim daha neden inanmıyorsunuz?" dedirtmedide aynı ayetin devamında " sübhanallah ben ancak beşer bir Resulüm" demesi emredildi bunu hiç düşünmezlermi?

                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.