Kısa bir sure olduğu için "Namaz suresi" olarak isimlendirilen ve alelacele okunarak ne demek istediğinin anlaşılma gereği bile duyulmadan okunan bu sure, içinde Sünnetullah dediğimiz toplumsal yasaların işleyişi konusunda önemli mesajlar taşımaktadır.
[110.001] Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde,
[110.002] Ve insanların fevc fevc Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde;
[110.003] Rabbini överek tesbih et, O'ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeleri kabul edendir.
NASR Suresi; Mekke'nin fethinden sonra indirilmiş olan ve 3 ayeti kapsayan bir sure olup
bu surenin anlaşılması için, Kur'an'ın nazil olmaya başladığı ilk ayetten başlayarak 23 yıllık bir sürece yayılan ve bu sürecin anlatıldığı ayetleri okumak gerekmektedir. Sure; Muhammed(a.s)'ın elçiliği ile başlayan bir mücadelenin sonucunu anlatmakta olup, bu sonuca varmak için gerekli olan mücadele metodu ve bu metodun Muhammed(a.s) ve ashabı tarafından uygulaması bütün Kur'an içine yayılmıştır.
Bu sonuca varmak için uygulanan yol ve yöntem bizler için de bir örneklik taşımakta olup, bizlerin de Allah(c.c)'nin yardımı ve fethine mazhar olmamız için bu yolu izlememiz gerekmektedir. Dün Mekke'de hakim olan şirk ve zulüm sistemi, bugün aynı şekilde yeryüzü üzerinde hakim olup, bu düzenin ortadan kalkması için bizden önceki elçi ve onlarla beraber olanların yollarının izlenme mecburiyeti vardır.
NASR Suresi'nin anlaşılması için; öncelikle nuzül öncesi Mekke toplumunun inanç ve yaşantısının bilinmesi gerekmektedir.
Sadece Allah(c.c)'yi Rab ve İlah olarak tanımak ile yükümlü bir hayat sürmek için yaratılmış olan insanlar (ZARİYAT 51:56), zaman içinde bu yükümlülüğü unutarak, başka ilah ve rablere yönelmiş ve adına "şirk" denilen ameli işlemek durumuna düşmüştür. Allah(c.c); Adem(a.s) ile Muhammed(a.s) arasında, sayısını kendisinin bildiği birçok elçi göndererek bu yükümlülüğü bizlere hatırlatmıştır. Elçiler vasıtası ile yapılan bu hatırlatmalar, şiddetli bir karşı çıkmayı da beraberinde getirmiş ve neticesinde kabul etmeyenlerin helak edilmesi gerçekleşmiştir.
Muhammed(a.s) öncesi elçilerin bu mücadeleleri Kur'an içinde "kıssa" şeklinde anlatılarak, Muhammed(a.s) ve ashabının nasıl bir yol izlemesi gerektiği yaşanmış örneklerle gösterilmiş ve bu örnekler onlara ve bizlere bir yol haritası olarak Kur'an içinde bulunmaktadır.
Muhammed(a.s)'ın elçi olarak gönderilmiş olduğu Mekke toplumu, adına "şirk" dediğimiz Allah(c.c) dışındakilerin belirlemiş olduğu bir hayat sistemi içinde yaşam sürmekteydiler. Allah(c.c)'nin elçisine indirmeye başladığı vahyinin temel çağrısı; sadece kendisinin İlah ve Rab olarak belirlendiği bir hayat sistemi içinde yaşanması gerektiğidir. Ancak bu çağrıya muhatap olan Mekke toplumunun ileri gelenleri, ellerinde bulundurdukları gücün gitmesi korkusu ile önceki müşrik atalarının yollarını izleyerek, Muhammed(a.s)'ın çağrısına var güçleri ile karşı çıkmışlardır.
Mekke'de ilk yıllarda nazil olan surelere baktığımızda; Mekkeli müşriklerin bu karşı çıkmaları net bir biçimde okunmaktadır. Allah(c.c); onların bu çıkışlarına karşı Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlara, kendilerinden önce gelen elçi ve mü'minlerin mücadelelerini anlatarak, nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini göstermiştir. Muhammed(a.s) öncesi elçilerin mücadelelerinde en önemli nokta; kafirler ile hiçbir şekilde uzlaşma ve tebliğden geri çekilme şeklinde bir yönteme başvurulmaması idi. Bu noktada Yunus(a.s)'ın sabırsızlığı ve Nuh(a.s)'ın sabrı örnek gösterilerek, iman edenlere gerekli yol haritası çizilmeye çalışılmıştır.
Bununla birlikte Kur'an'da Allah(c.c)'nin yardımının bir kurala bağlı olduğu ve bu kuralın mü'min-kafir ayrımı yapılmadan "hak ediş" kuralına bağlı olarak işleyeceği beyan edilmiştir. Bu konuda yine yaşanmış örnekler verilerek, kimsenin "armut piş ağzıma düş" tarzında bir hayat sürerek Allah(c.c)'nin yardımını beklememesi istenmektedir.
"Sünnetullah" dediğimiz; Allah(c.c)'nin toplumsal yasalarının işlemesi için Kur'an içinde vaaz etmiş olduğu hükümler, Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlar tarafından 23 yıllık bir mücadele süreci içinde yerine getirilerek Mekke şehri fethedilmiştir.
Mekke'nin fethedilmesi sadece o belde ile sınırlı bir olay değildir. Mekke'yi küfrün ve şirkin hakim olduğu prototip bir belde olarak düşündüğümüzde, bu beldenin fethedilmesi evrensel bir mesaj içermektedir. Küfr ve şirk düzenlerinin yıkılarak yerine tevhidî bir sistemin ikame edilmesi için bu fethe zemin hazırlayan olayları çok iyi tahlil etmek gerekmektedir. Bu tahlil Kur'an ayetlerinde ayan beyan ortada olup, zanna dayalı siyer ve hadis malzemelerini okuyarak olayı eskilerin masalları tadında okumak bizlere bir şey kazandırmayacaktır.
Yaşadığımız beldeleri dünün Mekkesi olarak gördüğümüzde, bu beldelerde tevhidî bir sistemin hakim olması için Mekke'nin fethedilmesine kadar süren süreci iyi anlamak ve hayat içinde pratize etmek gerekmektedir. Bu noktada, hicret sonrası Medine'de nazil olan ayetlerde birebir yaşanmış olaylardan örnekler verilerek, yaşanmışlıklardan ibretler çıkarılması amaçlanmaktadır.
ZARİYAT 56 ayeti ve benzeri ayetler, bizlerin kime kul olacağımızı beyan etmekte olup, bizden önceki elçi ve onlarla birlikte olanların yapmış oldukları, sadece Allah(c.c)'nin Rab ve İlah olarak tanındığı bir hayat sistemi mücadelesi bizlerden de istenmektedir. Bu mücadele elbette bizden öncekilerin başlarına gelenlerin bir benzeri, belki de daha şiddetlisi olacaktır. İşte bu merkezde Kur'an'ın bizden öncekilerin yürütmüş olduğu mücadele metodunu anlattığı ayetler yolumuzu aydınlatacaktır.
Bugün bizler bu mücadeleyi nasıl bir söylem üzerine bina ederek insanların "FEVC FEVC" bu dine rağbet etmesini sağlayabiliriz?
Bu sorunun cevabı yine Kur'an içinde mevcuttur.
Bugün insanlık, her çağda olduğu gibi müstekbirlerin baskı ve zulmü altında inlemektedir. Bu baskı ve zulme karşı çıkan ideolojilere baktığımızda, insanlar tarafından üretilmiş oldukları görülmektedir. Sonları "izm" ile biten düşünce sistemlerine baktığımızda, bu düşüncelerin baskı ve zulme karşı çıkmak gibi bir temele dayalı olduğunu görmekle birlikte, iş başına geçtikleri zaman kendi düşüncelerinin karşısında olanlara aynı baskı ve zulmü uyguladıkları görülmektedir.
Bizler, bugün yeryüzünde hakim olan sistemlerin karşısına Allah(c.c)'nin önermiş olduğu sistemi teklif ederek söylem geliştirmek zorundayız. Bugün kendisini "Müslüman" olarak tanımlayanların, bölük bölük olmuş ve farklı düşünceler içinde olması veya bu gün "İslam Devleti" adı altında yapılan bazı uygulamaların gerçek İslam olduğu zannına kapılanlara karşı bizler, doğru olanın "KUR'AN" içinde mevcut olduğunu anlatarak, yanlış uygulamalar nedeni oluşan korku ve nefreti en aza indirebiliriz.
Dünyadaki bağımsızlık ve özgürlük söylemlerinin en büyük yanlışı; bu söylemlerin beşer kaynaklı oluşudur. Bizler bu söylemlere karşı "Bizi bir beşer mi doğru yola iletecek?" şeklinde itiraz üretip, gerçek doğru yolun bütün beşeriyeti yaratan, yegane "Rab" ve "İlah" olan Allah(c.c)'nin çağlar boyunca bizler için göndermiş olduğu sistem olduğunu ve bu sistemi dünya üzerinde yaşayan bütün insanlara, bizden önceki elçilerin ve onlarla birlikte olanların izledikleri yolu takip ederek anlatmak zorundayız.
Gerçek ve bağımsızlık ve özgürlük, kullara değil onları yaratana teslim olmaktır.
Müslüman kimliğine sahip olduğumuzu iddia eden bizler, bu kimliğin gereği olan sadece Allah(c.c)'ye kul olmak yerine O'nun dışındakilere kul olmayı yeğlediğimiz için, bırakın İslam'ın evrensel çağrısını bütün dünyaya anlatabilmeyi, böyle bir çağrıdan bile habersiz yaşamaktayız. Bu habersizlik başkalarını da haberdar edememeyi beraberinde getirerek, İslam hakkında yanlış bir imaj oluşmasına ve yaratanın değil, yaratılanların ilah ve rab konumunu yükseltilmesine sebebiyet vermiştir.
NASR 1 ayeti, uzun yıllar süren bir sürecin sonucunu anlatmakta olup 2. ve 3. ayetleri bu sürecin kazanılması neticesinde kimsenin gurur ve kibire kapılmadan bu başarıya ulaşılmasına Allah(c.c)'nin yardımının sebep olduğu bilincinden uzaklaşılmamasını öğütlemektedir. Allah(c.c)'nin yardımı ile sahip olunan iktidarın bir zulüm aracı olmaması gerektiği, başa geçince Allah(c.c)'den yüz çevirmek değil, yine O'na kul olmak gereğini idrak etmiş bir düşünce üzerine kurulu bir sistemin devam etmesi gerektiği vurgusu yapılmaktadır.
[028.004-6] Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.Biz, memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları varis yapmak, memlekete yerleştirmek; Firavun, Haman ve her ikisinin askerlerine, çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk.
Kur'an; Firavun ve benzerlerinin örneğinde yeryüzünde iktidar sahibi olduktan sonra tuğyan edenlerin akıbetini bildirerek, dünya ve Ahiret ahvallerini bildirmiştir. NASR 2-3 ayetleri bu açıdan okunduğunda, ellerine iktidar geçiren Müslümanların firavunlaşmaMAlarını, bu iktidarı onlara veren Rablerini Davud(a.s), Süleyman(a.s), Yusuf(a.s), Zülkarneyn(a.s) örneklerini iyi okuyarak, onlar gibi her an zikretmelerini öğütlemektedir.
Müslümanlar olarak bugün dünyanın içinde bulunduğu kan, gözyaşı ve zulüm içinde olmasından zarar görenler en çok bizler olmamıza rağmen, bu durumdan mesul olanlar yine en çok bizleriz. Yüklenmiş olduğumuz emanet; bizleri kan, gözyaşı ve zulüm içinde boğulmayı değil, bunları yeryüzünden kaldırmayı emretmektedir.
[002.193] Fitne kalmayıp, din de Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vaz geçerlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
[008.039] Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse; muhakkak ki Allah, yaptıklarını görendir.
Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olan ashabı, yüklendikleri emanetin bilincinde bir hayat sürerek bu uğurda canlarını ve mallarını feda etmekten geri durmamışlar ve Allah(c.c)'nin birçok ayette beyan ettiği yardım vaadine hak kazanmışlardır.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
BAKARA 214 ve benzeri ayetler, yaratılışımızın bir amacı olduğu ve bu amaç doğrultusunda mücedele verilmeden Cennet'in hak edilmeyeceğini, bu hak ediş için zorlu bir süreçten geçenlerin başlarına gelenlerin bizim de başımıza gelmesi gerektiği ve bu uğurda can ve mal ile sabretmek gerektiği, bunun sonucunda Sünnetullah gereği Allah(c.c)'nin yardımının ve fethinin geleceği beyan edilmektedir.
Sonuç olarak; kısa olduğu için namazlarda okunması gereken bir sure olarak zihinlerimizde yer etmiş olan NASR Suresi, Allah(c.c)'nin üzerine yazdığı "Elçilerim ve ben galip geleceğiz" (MÜCADELE 58:21) sözünün gerçekleştiğini beyan eden bir suredir. Bu sözün gerçekleşmesi 23 yıl süren ve bu süreç içinde Muhammed(a.s) ve ona tabi olanların, bu fethe ve yardıma nail olmak için nasıl çalıştıkları ve çabaladıkları Kur'anın bütününe yayılan ayetlerden okunabilir.
Bu sureden bizlere düşen hisse ise; bu yardıma nail olmak için verilen mücadelenin yaratılış amacımız olan sadece Allah(c.c)'ye kulluk görevinin bir gereği olduğu ve bu mücadelenin bizden öncekiler tarafından yapılma metodu ve bu izlenen yolun Sünnetullah gereği olarak başarı ile sonuçlanmış olmasını anlatması ve aynı yolu bizler tarafından izlendiği takdirde Allah(c.c)'nin fethi ve yardımının gerçekleşeceğidir.
"Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların asla değişmeyeceği bizlere Rabbimizin bir vaadidir. Küfür ve zulmün yeryüzünden kaldırılarak, Mekke'lerin yeniden fethedilebilmesi için Muhammed(a.s) ve ashabının izlemiş olduğu yol bizlere örnektir. Bu örnekliği takip ederek yapacağımız çalışmalar, Sünnetullah'ın yeniden işlemesine sebep olarak günümüzdeki Mekke'lerin yeniden fethedilmesine sebeb olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.